Tüm Bilgi Paylaşımlarım

KKTC Üzerine Notlar

Kıbrıs, Sicilya ve Sardunya adalarından sonra Akdeniz’deki en geniş kara parçası olma özelliğine sahiptir. Diğer iki adanın aksine Kıbrıs tek ve bütün bir ada değildir. Bu küçük ada yaklaşık yarım yüzyıldır bir sorunun merkezi olmuş durumdadır. İngiltere, KKTC ve GKRY olmak üzere 3 farklı ülkenin bayrağını barındıran Kıbrıs adası dünyanın tek bölünmüş başkentine sahiptir. Bu ada yıllar boyunca stratejik konumu nedeni ile çözülmeyen bir sorunun baş kahramanı olmuştur. Kıbrıs adasının kaderi Akdeniz gibi coğrafi konumu kritik bir bölgenin en merkezinde olması ile değişmiştir. Avrupa ile Ortadoğu arasında bir köprü kuran Akdeniz, Ortadoğu’ya hakim olmak isteyen güçlerin merkez noktası olmuştur. Ada jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle Doğu Akdeniz’den geçen ticari ve askeri deniz trafiğini ve en önemlisi Anadolu ve Ortadoğu’da yürütülecek stratejik hareketleri kontrol altına almak için çok önemli bir bölgedir. Bu özelliği sebebiyle tarih boyunca, dönemin küresel gücü olmak isteyen devletler, önce Kıbrıs’ı işgal etmişlerdir. Bilinen tarihi geçmişinden itibaren Mikenler, Mısırlılar, Hititler, Akalar, Dorlar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Müslüman Araplar, Cenevizliler, Venedikliler, Osmanlılar ve İngilizler adada hakimiyet kurmuşlardır. Bu noktada yüzyıllardır Kıbrıs’ı elinde tutan gücün ticaret koridoru ve Ortadoğu’yla Afrika’ya kolay ulaşma gücünü elinde tutan güç olduğu görülmüştür. 19. yy'ın sonunda Osmanlı Devleti’nin adayı İngiltere’nin denetimine bırakmış, 20. yy'ın başlarında Birinci Dünya Savaşı’nda Almanların yanında yer almış ve savaşın kaybedilmesiyle İngiltere bu toprakları ilhak etmiş, ilhak edilen ada Lozan Antlaşması ile birlikte İngiltere toprağı haline gelmiştir. Kıbrıs, 1960 yılına kadar İngiltere sömürgesi olmuş ancak adada yaşanan gelişmeler İngiltere’nin bölgeden çekilmesine neden olmuştur. Bu çekilme sonucunda 1960 yılında adada Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. 1960 Antlaşmasıyla Kıbrıs iki toplumlu olarak hukuksal bir statüye kavuşmuş ve Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğüyle güvence altına alınmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen barış uzun sürmemiş 1963 yılında başlayan olaylar adada tekrar karışıklıklara neden olmuştur. Rum ve Yunanlıların Türk toplumuna yönelik sistemli saldırılarının devam etmesi 1974 yılında garantör ülke olarak Türkiye’nin adaya müdahale etmesini gerektirmiştir. Müdahale sonrasında adanın üçte biri kontrol altına alınmış ve Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuştur. Böylece tek bir devlet olarak devam eden Kıbrıs Cumhuriyeti iki devlet halini almış, Türk tarafı Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Rum tarafı ise Kıbrıs Cumhuriyeti olarak devam etmiştir. KKTC Sovyetlerin dağılmasından sonra kurulan Türk Cumhuriyetleri ile birlikte düşünüldüğünde Türkiye Cumhuriyeti’nden sonra kurulan en yaşlı ikinci Türk Devletidir. Bugün için KKTC’de yaşanan siyasi gelişmelere bakıldığında 1983 yılından bu yana KKTC’de toplam 10 genel seçim gerçekleştirilmiştir. Bu seçimler sonucunda KKTC’nin sorunlarına çözüm arayan hükümetler kurulmuştur. Bu seçimlerden sonuncusu 7 Ocak 2018 erken genel seçimleridir. Seçimin ardından KKTC’de hiçbir siyasi parti tek başına iktidar vizesi alamamıştır. Batı basınında sağ seçmenin galibiyeti olarak yorumlanan seçimlere katılım yüzde 60 seviyesinde kalmıştır. Seçim sonucunda ortaya çıkan tabloya göre koalisyon kurulacaktır. Mevcut şartlar altında bir koalisyon kurulamazsa 2018 yaz döneminde bir seçim daha yapılabileceği yönünde yorumlar vardır. Bütün yaşanan süreçler sonucunda Kıbrıs Türk’ü yorgun, bıkkın ve umutsuzdur. Yılların ihmal edilmişliği, hizmette yaşanan sorunlar, altyapının yetersizliği halkı siyasetten soğutmuştur. Seçime katılım oranından belli olan bu bıkkınlık Kıbrıs halkının bir kesiminde "Rumlarla birleşelim de ne olursa olsun" tavrına dönüşürken, bir kesimi de "Türkiye’nin 82. vilayeti olalım, buraya bir vali atansın, hiç değilse hizmet gelir" fikrine yönelmiştir. Kıbrıslılar, kendilerini ambargolardan, ekonomik sorunlardan kurtaracak her türlü çözüme hazırdırlar. Bu çözümü Türkiye üretmek zorundadır. Türkiye bu süreçte ekonomisiyle siyasetiyle devlet kurumları ve özel sektör şirketleriyle finans ve reel sektörüyle yani pek çok yönüyle aktif rol oynamak zorundadır. Türkiye bu süreci kontrol edebilecek kurumlara sahiptir.

Orams Davası ve Kktc’deki Mülkiyet Meselesi

1974 yılındaki barış harekatından sonra Kıbrıs adası fiili olarak ikiye bölünmüş ve 1975 yılında yapılan nüfus mübadelesi anlaşmasıyla birçok insan güneyden kuzeye ve kuzeyden güneye yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasıyla oluşturulan anayasada adanın kuzeyinden güneyine geçen Rumların sahip oldukları gayrimenkuller üzerinde mülkiyet hakları ortadan kaldırılmamış, denetimi Kıbrıs Federe Devleti’ne bırakılmıştır. Ancak güneydeki mülklerini terk edip kuzeye gelen vatandaşlara terkedilen gayrimenkuller üzerinde kesin “tasarruf hakkı” verilmiştir. Benzer uygulamaları Rumlar da güneyde gerçekleştirmiştir. Mülkiyet konusu iki kesimlilik gerçekleştikten sonra birçok kez problemlere konu olmuş ve gerek ulusal gerekse uluslararası mahkemeler mülkiyetle ilgili yargımalar yapıp çeşitli kararlar almışlardır. Bu problemlerden biri de yakın zamanda sonuca bağlanmış olan Orams davasıdır. Davaya konu olan şey Rum Meletis Apostolidis’in KKTC topraklarında bulunan arazisinin İngiliz Orams çiftine satılmasıdır. Bunun üzerine davacı Meletis Apostolidis konuyu 2005 yılında Rum mahkemelerine taşımıştır. Mahkeme arazi üzerine yapılan taşınmazın yıkılması ve tazminatla birlikte Meletis Apostolidis’e iade etmesine karar vermiştir. Ancak kararı uygulatamayan Meletis Apostolidis konuyu İngiliz mahkemelerine taşımış ve red cevabıyla karşılaşmıştır. Daha sonra konuyu İngiliz istinaf mahkemesine taşımış mahkeme de dava hakkında Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’ndan görüş istemesiyle dava devletler ölçeğinde etki doğuracak kadar önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu davayı benzersiz kılan şey, AB mevzuatının askıda olduğu Kıbrıs’ın kuzey tarafındaki bir araziyle ilgili kararın uygulanması için Kıbrıs’taki mülkiyet sorununun yasal yönleriyle ilgilenmek amacıyla AİHM değil, AB üzerinden çare arayışına gidilmiş olmasıdır. Orams Davası yaklaşık 5 yıl sürmüş ve İngiltere İstinaf Mahkemesi nihai kararını vererek Meletis Apostolidis’i haklı bulmuştur. Karar ambargolarla narenciye ticareti kısıtlanan KKTC üzerinde siyasi ve ekonomik anlamda önemli etkileri olmuştur. Özellikle yabancıların yatırım yapmaları bu şekilde baskı altına alınmış, bu yüzden karar Yunanistan ve GKRY tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Sonuç olarak bu karar uluslararası hukukun devletlerin egemen eşitliği ilkesine, devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine ve doğal kaynaklar üzerinde sürekli egemenlik ilkesine aykırıdır. KKTC bağımsız ve egemen bir devlet olduğuna göre sahip olduğu toprak parçası ve onun üzerindeki her türlü taşınır taşınmaz mülk üzerinde tam ve münhasır bir egemenliğe sahiptir. Aksi halde bir devletin temel kurucu ögelerinden olan ülke, nüfus, egemen ve bağımsız otorite şartları yerine getirilmemiş olacaktır. Özetle bu olay ve dava sonucu verilen karar siyasi olarak KKTC’nin uluslararası alanda tanınmasının önünde duran en önemli engellerden biri olmuştur.