Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Türkiye’de Yükseköğretim Kurumlarında İngilizce - Bir Durum Analizi

İlksöz: "Öğrenciye bilmediği konuyu, bilmediği dille öğretmeye kalkmak yanlışların en büyüğü. Ezbere zorlar, kavram karmaşasına neden olur, yaratıcı düşünceyi sakatlar. Yabancı dilin önemi zihni zenginleştirmesindedir. Yasak savar gibi değil, ciddiyetle ama ayrıca öğretilmesi gerekir." “Türkiye’de Yükseköğretim Kurumlarında İngilizce - Bir Durum Analizi” çalışması hakkında   TEPAV’la British Council’ın saha çalışmasını birlikte yürüttüğü 400 öğretmen ve 4300 öğrenciyle yapılan anketler, 65 ders gözlemi, 350’den fazla öğretmenin yer aldığı odak grup çalışmaları ve üst düzey yöneticilerle gerçekleştirilen 72’den fazla mülakattan beslenen rapor, pek çok soruyu gündeme getirmekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’de yükseköğretim kurumlarında İngilizce öğretmenleri ve öğrencilerinin sahip olduğu güçlü yönleri ortaya koyuyor ve karşılaştıkları zorlukları ele alıyor. Dahası, Türk üniversitelerinde gerçekleştirilen ve yükseköğretimde İngilizce dili öğretimini iyileştirme taahhüdünü açıkça ortaya koyan çok sayıdaki başarılı girişimi de gözler önüne seriyor. Rapor, British Council web sitesinden     https://www.britishcouncil.org.tr/en/teach/elt-publications/he-research   Raporda öne çıkan bulgular:    Üniversitelerin çoğu, öğrencilerin ihtiyaçları ve müfredatın birbiriyle örtüşmemesi sorununu yaşıyor.  Bu da öğrencilerin ve öğretmenlerin motivasyonunun düşmesine neden oluyor.    Türkiye’deki üniversiteler yabancı öğrenciler tarafından tercih edilmiyor ve global endekslerde alt sıralarda yer alıyor.     Rusya, Çin, Hindistan ve Güney Kore gibi gelişmekte olan diğer G20 ülkelerinde üniversitelerin kalitesini ve sıralamadaki yerini  yükseltmeye yönelik projeler gerçekleştirilirken Türkiye’nin niceliğe odaklanarak üniversite eğitimi alan öğrenci sayısını çok büyük ölçüde artırdığı dile getiriliyor ve Türk hükümetinin üniversitelerin kalitesini artırmaya yönelik benzer bir proje başlatması gerektiği yönünde tavsiyede bulunuluyor.   Rapor, ülkenin ulusal ve uluslararası gelişim hedeflerine ulaşmada İngilizce’nin hangi içerikle, nasıl ve neden yükseköğretimde öğretilmesiyle ilgili önerilerde bulunuyor.    Hazırlık sınıfları seçmeli olmalı ve yalnızca Eğitim dili İngilizce olan üniversitelerde olmalı    Müfredat, Genel Amaçlı İngilzce’den Genel Akademik Amaçlı İngilizce’ye dönüştürülmeli  Türkiye, 2015 İngilizce Yeterlilik sıralamasında 50. sırada yer alıyor. British Council’ın Türkiye’de daha önce gerçekleştirdiği eğitim araştırması hakkında     Rapora göre İngilizce konuşmaya dair çeşitli ölçütler temelinde Türkiye sürekli olarak alt sıralarda yer alıyor. Örneğin, English First tarafından geliştirilen 2013 İngilizce Yeterlik Endeksi’nde (EPI) Türkiye 60 ülke arasında 41. sırada bulunuyor. 2012 yılında anadili Türkçe olan katılımcılarla Türkiye’de yaşayan katılımcıların Test of English as a Foreign Language (TOEFL) toplam ortalama puanı 120 üzerinden 75 ile Sudan ve Etiyopya gibi Latin alfabesi kullanmayan ülkelerle benzer seviyede kaldı. Türkiye sıralamada 2012’den bu yana yükselme gösteremedi. 2015 İngilizce Yeterlik Endeksi’nde ise Türkiye, dünyada 50. oldu.   Sonsöz:“Sorunlarımızı onları yaratan düşünce tarzımızı kullanarak çözemeyiz” diye veciz bir tespiti var. Denenmişi denemekte ısrar etmemek lâzım. Bilgi evrensel, velakin evrensele giden yol yerli.. ------------------------- 27 Eylül 2020 Yabancı dil öğrenimi gerekli mi? Teknolojideki bu gelişmelere bakarak artık çocuklarımıza yabancı dil eğitimini hangi düzeye kadar vermemiz gerektiğini tartışmanın zamanı geldi de geçiyor bile... Biyoakustik teknolojisindeki son gelişmelere kadar yabancı dil öğrenimi son derece önemliydi. Özellikle İngilizce tüm ulusların neredeyse ikinci ya da üçüncü dili olmuştu. Elbette herkesin İngilizceyi anadili gibi konuştuğunu iddia etmiyorum. Ama herkes şu ya da bu düzeyde İngilizce konuşur hale gelmişti. İş arama ilanlarında İngilizce bilmek maddesi neredeyse standart hale gelmişken, son yıllarda bu maddeye ikinci ve üçüncü dil bilmenin tercih nedeni olduğu maddesi de eklendi. Günümüzde uygulama çeviri teknolojisi hızla gelişip, mükemmelleşmekte. Google Çeviri benzeri uygulamalar ilk zamanlardaki yetersiz çeviri aşamasını çoktan geçtiler. Sürekli öğrenme halinde olan bu uygulamalar kendilerini her geçen gün geliştiriyorlar. Önce metinleri çevirmekle başlayan çeviri uygulamaları artık sesli çeviri aşamasına geldiler. Bu uygulamaların yüklü olduğu cihazlarınızın mikrofonlarına, çevrilmesini istediğiniz cümlenizi kaydettiğinizde uygulama cümlenizi istediğiniz dile çevirebiliyor. Yani birbirinin dilini hiç bilmeyen iki insan ellerindeki telefonlar sayesinde iletişim kurabilir hale geldiler. Artık bu sistemlerin çevrimdışı versiyonları da kullanıma sunuldu. Teknolojide bir inovasyon yapıldığında, bu yeniliği takip eden daha gelişmişleri çorap söküğü gibi gelirler. Makine çevirisinin de bir adım ilerisi olan Biyoakustik mühendisliği yepyeni atılımlar içinde; küçük bir kulaklık, konuşulan yabancı dile eşzamanlı olarak kendi ana dilinizde söyleneni size fısıldamaya başladı bile. Gecikme zamanının, sesin hızı olması planlanıyor. Biyoakustik teknolojisi ile üretilmiş kulaklıklar ile yapılan çevirilerde kulağınıza gelen ses bir bilgisayar sesi olmayacak, karşınızdakinin sesi olacaktır. "Biyoakustik mühendisliğinde frekans, dalga boyu, ses şiddeti ve sesin diğer özelliklerini ölçen gelişmelerle beraber kulaklığınıza bağlı buluttaki yazılım karşınızda konuşan kişinin sesini sizin ana dilinizi konuşacak şekilde tekrar yaratacak!"[1] Düşünsenize birbirinin dilini bilmeyen 10 değişik ulustan kişiler bir araya gelecek ve birlikte sohbet edebilecekler. Bu büyük gelişme için yıllarca beklemek zorunda değiliz, uygulamanın beta versiyonları piyasaya çıktı bile. Bu demektir ki, çok yakın zamanda iletişimdeki dil engelini hep birlikte aşacağız. Teknolojideki bu gelişmelere bakarak artık çocuklarımıza yabancı dil eğitimini hangi düzeye kadar vermemiz gerektiğini tartışmanın zamanı geldi sanırım. Şahsi fikrim, yabancı dil eğitiminin çok temel düzeyde olmasının yeterli olacağı yönündedir. Okullarımızda İngilizceye ayrılan ders saatlerinin bir kısmını teknoloji ve yazılım ile derslere ayırmanın daha faydalı olacağına inanmaktayım. Elbette müfredatta bulunan birçok çağdışı derse ayrılan saatlerin de teknoloji ve yazılıma ayrılması gerektiğini de belirtmeden geçmeyeyim. (*)https://bit.ly/2HtSz3u [1] ROSS Alec, Geleceğin Endüstrileri, Orion Kitabevi, Ankara 2017, s 161 [2]    EF'nin 2020 İngilizce Yeterlilik Endeksi (English Proficiency Index) 100 ülkeyi kapsıyor. Türkiye, 100 ülkenin bulunduğu genel listeye 69.sırada girdi ve 'düşük seviye' kategorisinde yer aldı. Listede İngilizceyi en iyi konuşan ilk 5 ülke sırasıyla Hollanda, Danimarka, Finlandiya, İsveç ve Norveç gibi İskandinav ve Kuzey Avrupa ülkeleri olurken, bu ülkeleri Avusturya, Portekiz, Almanya, Belçika ve Singapur takip etti.https://www.ef.com/wwen/epi/ [3] Akademik yayınlarda ve bilimin geleceğinde İngilizce'nin yerine dair tum arastirmacilarin okuması gereken akademik bir makale... .https://bit.ly/397hm99 İngilizcenin uluslararası bilimsel süreli yayın literatüründeki hakimiyeti ve bilimde dil kullanımının geleceği Rainer Enrique Hamel Universidad Autónoma Metropolitana, México, D.F. 20. yüzyıl boyunca, uluslararası iletişim, çeşitli dillerin çoğul kullanımından, özellikle bilim alanında, İngilizcenin açık bir üstünlüğüne kaymıştır. Bu makale, sosyal bilimler ve beşeri konulardaki makalelerin yüzde 75'inden fazlasının ve doğa bilimlerindeki yüzde 90'dan fazlasının İngilizce olarak yazıldığı uluslararası süreli yayınlara odaklanmaktadır. İngilizceye geçiş, ana dili İngilizce olmayan artan sayıda bilim insanının yayınlanmak üzere zaten İngilizceye geçtiği anlamına geliyor. Sonuç olarak, diğer uluslararası diller, yani Fransızca, Almanca, Rusça, İspanyolca ve Japonca bilim dili olarak çekiciliklerini yitirmektedir. Pek çok gözlemci, yalnızca İngilizce olsa bile İngilizce yayın yapmanın kaçınılmaz olduğu sonucuna varmıştır. Temel soru, İngilizcenin gerçek hegemonyasının, en azından uluslararası düzeyde tam bir tekel yaratıp yaratmayacağı veya değişen küresel koşullar ve dil politikalarının alternatif çözümlere izin verip vermeyeceğidir. Makale, kaçınılmaz bir İngilizce tekelinin sonuçlarının nasıl inşa edildiğini ve böyle bir sürecin ne gibi olası dezavantajlara yol açabileceğini analiz ediyor. Son olarak, bilimsel üretim ve iletişimde yeni bir çok dilli yaklaşımın bazı perspektifleri çizilmiştir.

“Radikal Blog“da ki Denemelerimden..(2)../ Bekçi Murtazalar... “Görmüştür Kurs, Almıştır Amirlerinden Takdir!...

Bekçi Murtazalar... İlk söz: Görmüştür kurs, almıştır amirlerinden takdir!... "Radikal Blogda ki denemelerim...http://blog.radikal.com.tr/Bloglar/mansur 13.01.2013 15:26:52 A+ A-      İzmirli inşaat mühendisini  cep telefonundan arayıp, kendini polis olarak tanıtan biri para sızdırmaya çalışmış. Mühendis dosdoğru karakola şikâyete gitmiş... Karakoldaki memur fazla ilgilenmemiş, şikayetçiye "savcılığa git" demiş... Mühendis  savcılığa gitmiş. Savcıya olayı anlatmış. Ancak savcı bir noktaya takılmış: - "Seni polis niye bana gönderdi?" demiş. Savcı öfkeyle bir yazı yazmış ve şikâyetçiye vermiş, karakola geri göndermiş. Şikâyetçi zarfı karakola götürüp amire verince  cıngar kopmuş... Meğer polisin şikâyetçiyi savcılığa göndermek yerine şikâyet başvurusunu alması gerekiyormuş. Savcı bu yüzden karakola soruşturma açmış ve gönderdiği yazıda "savcıya git" diyen polisin tespitini istemiş. Karakol karışmış. Şikâyetçiye "o memuru bize göster" demişler. Yüzünü hatırlamıyorum demiş. Çalışanların fotoğraflarını gösterelim teşhis et diyorlarmış. Hatırlamıyorum, diyormuş, MOBESE kayıtlarını getirtiyorlarmış. Şikâyetçi karakolda daraldıkça daralmış... Sonunda "Savcıya git" diyen memur bulunmuş. Ancak çoluk çocuğu varmış... Başının belaya girmesi istenmiyormuş. Şikâyetçi ifadesini değiştirmiş. Yanlış anlamış gibi yeni bir ifade vermiş. - Savcı seni çağıracak lütfen orada da aynı şeyleri söyle, diye tembihlemiş karakol... O arada kendine polis süsü vererek vatandaşı dolandırmaya çalışan kişi kaynayıp gitmiş... Karakoldaki polisler: "Bunu yapanı tespit edemeyiz, zaten bu işi geçici numaralar kullanarak yapıyorlar, şimdi arasak o numara kullanım dışı olmuştur bile" diyorlarmış... "ipe un seriyorlarmış!..." Savcı ile karakol birbiriyle uğraşırken polis süsü veren kişi telefonla milleti dolandırmaya devam ediyormuş. Kıssadan hisse  !... Bu gerçek hikayeden alınacak ders nedir dersiniz?!... Hani  "Bekçi Murtaza"gibi!... Bilirsiniz "Bekçi Murtaza" Orhan Kemal'in roman kahramanı. Hani beyazperde de çesitli sanatçılar tarafından başarıyla canlandırılmış karakter. Rumeli göçmeni, bir pamuk fabrikasında gece bekçiliği yapmakta; işine o kadar bağlı ki, "fabrika sahibi" bile onun gerisinde kalmakta, ilk bakışta "İşçi düşmanı" ve "patron uşağı" gibi görünse de aslında değil; öylesine işgüzar ki, öylesine kuralcı ki, emir aldıklarından bile geride bırakmakta. Çünkü: "Görmüştür kurs, almıştır amirlerinden takdir!"  Balkanlar' dan gelen bu göçmenlere çeşitli hileli yollar gösterirler. Bu sayede birçok göçmen, memleketlerindeki az emlaklarına karşı, yeni yurtlarında konaklar, tarlalar alırlar. Fakat Murtaza, dürüst bir insandır. Yalana başvurmamış, mal mülk sahibi olmamıştır. Çünkü Kolağası Hasan Bey' in kanını taşıyan bir adamın malda mülkte değil, nam u şanda gözü olur. Böyle de olsa devlet Murtaza' ya Çukurova' da on dönüm bir arazi vermiştir. Murtaza, kardeşi ve annesiyle bir süre ekip biçmiştir tarlayı. Bir süre sonra annesi ölmüş, kardeşiyle araları açılmıştır. Kardeşi bir beslemeyle evlenip ayrılınca Murtaza' da şehirde, pamuk fabrikalarından birinde tartı katipliği bulur. Fakat Murtaza' nın gözü bu işlerde değildir. O, dayısı Kolağası Hasan bey gibi üniformalı bir iş ister. Nitekim Murtaza, kendisini ta memleketten tanıyan bir komiserin yardımıyla mahalle bekçiliğine atanır. Üniforma, kasketi ve çizmeleriyle, dayısı ile özdeşleşen Murtaza, bu görevini, Halk Fırkası - Serbest fırka çatışmalarına kadar sürdürür. Bu arada evlenir. Önce kızı olan Murtaza Kolağası Hasan Bey olacak bir erkek çocuğa sahip olamadığı için üzülür. İlerleyen yıllarda üç kız, iki erkek babası olur. Büyük oğlunun dayısına benzememesi Murtaza' yı çok üzer. Suçu, hep "a be maaş kaç" diyen karısına atar. Ama küçük oğlunda umut var gibidir. Murtaza İkinci Dünya Savaşının fırtınalı günlerinde bakayadan askere gider. Asker dönüşü mahalle bekçiliğine kaldığı yerden devam eder. Murtaza' nın bekçiliği mahalleliyi rahatsız eder. Rahatsız olanların başında mahallede ki ipsiz sapsızları gelse de kendi evinde işinde olan bazı insanlarda Murtaza' nın saat bilmez baskılarından, müdahalelerinden bıkıp usanırlar. Sonunda mahalleli Murtaza' yı şikayet eder. Karakol komiseri, fabrikasının disiplini bozulan bir fen müdürünün kendisini almak istediğini söyleyince, gururla kabul eder ve kızlarının da çalıştığı fabrikaya kontrolör olarak girer. Bekçilik vazifesi ile yetinmeyen Murtaza, fabrikadaki işçisinden ustasına herkesi disipline sokmak ister. Vazifesinde ihmali görülenleri müdüre söyler. Kısa sürede düşman kazanır. Kontrol Nuh' un etrafına toplana işçiler, "Murtaza istifa" diye haykırırlar. Murtaza Demokrat partiye akın eden insanları nankör olarak nitelendirir. İsmet Paşa gibi vatan kurtaran bir adama ihanet etmelerinden acı duyar. Bu arada iş başında uyuyan kızını yere çalar ve ölümüne sebep olur. Muratza' nın küçük oğlu Kolağası Hasan Bey gibi olmaz. Bakkaldan ekmek çalan oğlunu mahkemede sahip çıkmayan Murtaza, "onurlu" hayatına devam etmek üzere mahkemeden çıkar. Murtaza' nın fiziksel görünüşü ile ilgili yapılan tasvirler, çok sınırlı kalır. Öyle ki roman boyunca tekrar edilen tasvirlerin mizahi yapı için yapıldığını anlarız. Murtaza sivri burnu, kalın kapkara kaşları, geniş anlı, kırk beş numara ayakkabılarıyla, irice bir adamdır. Bekçi üniformasını, kasketini, postallarını giyinip kuşanınca başını dik tutup göğsünü öne çıkarır ve kaz adımlarıyla yürür. Bu görünüşüyle kendisini Kolağası Şehit Hasan Bey gibi hisseder. Murtaza' nın fiziksel yapısından, roman boyunca bir kez söz edilir. O da s.8 ‘de Fakat üniforması ve yürüyüşü aynı kelimelerle defalarca tekrar edilir. Burada güdülen maksat, tip oluştururken, kurulan spontane ifadelerle birleşecek bir davranış oluşturmaktır. Bu yanıyla Murtaza, "başı dik, göğsü dışarıda, kaz adımlarıyla yürüyen bir adam" dır. Okur bu davranışı görür ve karikatüre güler. Ancak bu görüntünün şahsın kişiliğiyle de ilgili olduğunu söyleyelim. Yaptığı işi, hayatın manası ve hedefi olarak gören, bekçi urbasını kolağası dayısının urbasıyla özdeşleştiren, bütün bir milleti disipline sokmak isteyen, sokak kedilerine karşı bile vazife ve vatan sevgisini dile getiren birinin, bedenini başka türlü dinlendirilmesi beklenemez. Tahkiyeli eserlerde kimi zaman bir isim, halkın zihninde var olan anlamıyla, kelimenin taşıdığı farklı anlamlarla veya sembolik olarak şahıs hakkında hazır bir bilgi verir. Bu yüzden bazı romancılar için, romanındaki şahıslara isim koymak, tahkiyenin önemli bir unsurudur. Bu tür hassasiyet gösterilen romanlarda genelde isim, şahsın özellikleriyle örtüşür. “Murtaza” bir insan tipi olarak, katı bir ödev ahlakı simgeler. Ödevinde küçük bir sapmaya bile olanak tanımayan bir hoşgörüsüzlükle bağlılığı, Murtaza' nın kişiliğini temellendirir. (...) Ödevine bağlılığın getirdiği bu hoş görmezlik, Murtaza' da bir zorbalığa dönüşerek, olaylara insancıl bir açıdan bakanların küçük sapmalarını jurnallemeyi bile haklı gösterir. Murtaza' nın bu saplantılı ahlaki tavrı, kızının ölümüne neden olur. Kızının dokuma tezgahının başında uyuduğunu haber alan Murtaza onu büyük bir öfkeyle yere çarpar. İnsanilik taşımayan vazife anlayışı, gelip ölüme dayanır. Bu trajik sonuç bile, Murtaza' yı marazi kabullerinden uzaklaştıramaz. Ancak şunu söyleyelim ki, Murtaza' nın vazifesini kutsaması, çıkarlarına dayanmaz. O, vazifesini en sıkı bir şekilde yaptığı için kimseden menfaat dilenmez. Fakat Murtaza' nın vazife anlayışı, salt vazife ile ilgili değildir. Amirlerinden utanmak, sözünü yerine getirememek gibi saiklerde bu anlayışı besler. Mesela; babası yere fırlatınca darbe alan Firdevs evde ölüm döşeğindeyken, Murtaza, "Lakin nasıl bakacağım suratına müdürümün" diye düşünür. Yine "vazifenin aslanı" olmak, Murtaza için bir "kimlik bulma" çabasıdır. O, kimliğinin, vazife sınırları içindeki insanlar tarafından onanmasını önemsemez, asıl istediği, vazifeyi verenlerden takdir almaktır. Bu yüzden açığını yakaladığı her insanı, acımasızca ikaz eder veya müdüre jurnaller. Tekrar edilen bu jurnalleme işini, amirlerinden çıkar sağlamak için değil kişiliğinin kimliğinin onanması için yapar. Murtaza' nın ödev ahlakı, Kantçı bir ahlaktır. Roman boyunca ikide bir ödevinin gereğini yapmanın, erdemlerin en büyüğü olduğunu belirtir biçimde konuşması, ödevin boyutlarını kayıtsız şartsız bir bağlılıkla, körü körüne uygulaması, Çünkü, Murtaza' nın acımasız, jurnalci vazife anlayışını gülünç hale getirmesinin yanında, onu hiç beklenmeyen bir şekilde iç dünyasıyla göstererek okurun acımasını ve onu anlamasını ister. Böylece sucun tek tek şahıslarda değil, bozuk sosyal düzende olduğu sonucuna varılacaktır. Murtaza, evine misafir gelen kardeşine şöyle der: Bilirim her şeyleri. Çeker benim de içim tereyağı kaymak bal. Lakin görürüm camekanlarında bakkalların, geçerim; yetmez almaya gücüm. Ederim kahır kendime ne sanarsın kardaşını (s.205). Murtaza vazife, disiplin, mertlik, namus gibi davranışları ile sabitleşmiş değerlerden sadece bir kere sıyrılır İç dünyasında görünen özelliklerden farklı duygular taşıdığını, sadece o sözlerde buluruz. Fakat bu bilgi, Murtaza' nın "yuvarlak bir tip" e doğru evrilmesini sağlamaz. O, romanın başında neyse sonun da odur. Toplumsal yaşamda karşılığı ve çeşitli türevleri olan gerçek bir varlık. Gerçek bir Prototip!... Unutmamak gerekir ki, her an her yerde Bekçi Murtazalar karşımıza çıkmakta. Gerçek Murtazalar, çeşitli mesleklere mensup olabilmekte ve  mesleki unvan ve kıyafetlerinin altında bozulmamış "bekçi" hüviyetlerini muhafaza edebilmekte. Tedavileri zor hatta olanaksız olan bu insanları, mümkün mertebe yok saymak, boş laflarına kulak tıkamak ve kendi hallerine bırakmak sanırım en akılcı davranış biçimi!... Çünkü sözden anlar fıtrata sahip olmadıkları tecrübelerle/deneyimlerle sabit!...   Çevremizde, çalıştığımız kurumda ,yaşam alanlarımızda   muhakkak karşılaştığımız bu prototiplerin genel Özellikleri nedir acaba?... i- Dar görüşlü olmaları en önemli özelliği. "Hayat, onlar için siyah ve beyazdan ibarettir. Kesinlikle gri yok küçük dünyalarında , günümüz versiyonlarında makam sahibi olan prototiplerde, yandaş, akraba eş dost kayırma ("nepotizm")  olursa ve işine de gelirse bazen olmakta. ii- Uzlaşmacı değil inatçı olmaları temel karakteristik özellikleri. Ancak inatçılıklarının temelinde sağlam bir dünya görüşünün yatmaması ayrı bir handikap. Gerçekte, sağlam bir dünya görüşünü destekleyecek bilgi ve birikimden yoksun olmaları. Kendi dünya görüşlerinin sorgulanmasından korkmaları. Bu bağlamda, içe dönük ve dolayısıyla dışa kapalı bir yaşamı yeğlemeleri bu özelliğin ortaya çıkmasında en önemli etken. iii- Karşıt görüşleri zekalarıyla (!) değil; zor kullanarak, sindirerek, gerekirse terör estirerek bastırmaya eğilimlinde olmaları. Düdük öttürmek için bilgi, birikim ve donanım gerektirmediğini herkes bilmekte. iv- Kasıntı tip olmaları. Varlıkları bile insana kasvet ve sıkıntı vermesi. Duruşlarına ekşimsilik, bakışlarına bönlük hakim olması. Bir de sanki her şeyi ben bilirim edası, empati ve sempatiden yoksun olmaları. v- Kendilerini "nedense" çok önemli görmeleri. Yaptıkları işin dünyanın en önemli işi sanmaları ve herkesin kendilerine hayran olmasını beklemeleri. Gerçekte, aklı başında herkesin ona acı acı güldüğünün farkında olmaması. Her ne yaparsa yapsın bulunduğu orunu / mevkiyi temsil etme yeteneğinden yoksun olması, bu oruna yakışmaması. vi- Hizmet oldukları  ya da yönlendirenleri olmadan yaşayamamaları. Kraldan çok kralcı olmaları. Hizmet  vermek, onlar için su gibi, ekmek gibi yaşamsal zorunluluklardandır. Onlar için "başarı", sadece ve sadece hizmet de oldukları yerden taltif görmektir. Bu anlamda, bir kişilikleri de yoktur zaten. İşin tuhafı, hizmet de oldukları mevkiiler bunları adam yerine bile koymamaları. Tebessüm edilen, alay edilen bir "nesne" olduklarını hiçbir zaman anlayamazlar. Bu yönüyle de "acınacak" insan konumundadırlar. vii- Namuslu ve dürüst görünmek için çok çaba harcarlar. Ancak namus ve dürüstlük anlayışları şekli bir takım davranışların ötesine geçemez ve zaman içersin de ne kadar namuslu olup olmadıkları kesinlikle ortaya çıkar. Bundan hiç şüpheniz olmasın. viii- Düşünerek, analiz ve kıyaslama yaparak değil, "ezberleyerek" öğrenmişlerdir. Bu yüzdendir ki, "ezberlerini bozan" en ufak bir düşünceye kin beslerler. ix- Kendi içlerinde tutarlıdırlar ve çelişkileri yoktur. Çünkü düşüncelerini sınayacak otokontrol mekanizmalarını bile her zaman ellerinin tersiyle iterler. Etrafı mutantan(görkemli) duvarlarla örülü kısır bir düşünce dünyası içinde nefes alıp verdiklerinden, doğal olarak tutarlı bir çizgide yaşamlarını idame ettirme eğilimindedirler. x- Demokrat olmadıklarından şüpheniz olmasın. Karşıt görüşlerin ifade edilmesi, ifade edilmesi ne kelime, karşıt görüşlerin olabileceği bile onları huzursuz kılmaya yettiğinden emin olabilirsiniz.. xi- "Görev" diye bildikleri hizmet ettikleri kişilerin direktiflerinden ibaret. Bu anlamda görev adamı olduklarını söylemek mümkün. "Gözlerini kapar vazifelerini yaparlar". Bu yönüyle idare edilmeye, "güdülmeye" pekala elverişli bir tabiatları olduğundan kuşkunuz olmasın. Hizmet de bulundukları insanlar bir şekilde desteğini çekse, sap gibi ortada kalacaklarından kimsenin şüphesi olmasın. "Kendi başlarına" bir kıymetleri yok. Tıpkı , başka bir sayının yanına geldikçe değer kazanan sıfır sayısı gibi. xii- Özgürlükçü değil yasakçı olduklarından hiç şüpheniz olmasın. İnsanları fiillerine göre değil, kendilerince varsaydıkları "niyetlerine göre" konumlandırırlar. Sorunları kuru bir tahakkümle, tepeden inmeci yöntemlerle halledeceklerini sanırlar, fakat sorunun asıl kendilerinden kaynaklandığını asla anlayamazlar. xiii- Konuştukları kelime sayısı yetmişi geçmez, ki bu yetmiş kelimenin "Seviye" lügatlarında bulunmaz. Yazıyla zaten araları yoktur. “Elifi görseler mertek” sanırlar. xiv- Kindar ve haindirler. İçinden çıktıkları toplum katını küçümser ve hor görürler. Farklılıkları; öze değil, şekle ilişkindir. Düdüksüz, copsuz ve üniformasız olduklarında her anlamda çıplaktırlar. xv- Bekçilik o denli ruhlarına işlemiştir ki, bulundukları her "yerde" gelip geçenleri kontrol etmek, kafa yapısına uymayanları dışarı çıkarmak gibi akla ziyan hareketlerde bulunduklarını yaptıkları icraatlarında görmek mümkün. xvi- Devekuşu tabiatlı olmaları başka bir karakteristik özellikleri. Gerçeklere gözünü yummayı çok kolay başarırlar. Saf tuttukları çevrenin (grubun, topluluğun , cemaatin vs.) ona empoze ettiği kalıpları kör değneğini beller gibi bellemiştir. Sınırları başkalarınca çizilmiş bir alanda yaşadıklarını sanırlar. Özeleştiri yapma yeteneklerinin olmadığını söylemeye gerek yok sanırım.  Kasabalılık, kendisi hiçbir iş yapmayan, iş yapanda da mutlaka kusurlar bulan anlayışın egemen olduğu kültür... Birikimlerim ve ulaştığım bilinç bana sürekli “temas halinde olmanın birbirimizi anlamanın en etkin yolu” olduğunu söylüyor. Son Söz : Kendilerini, makam verilince,Zübde*i âlem sanan…Kendini o kurum için bir şans olarak gören…Hesaptaki parası kendini satın alan,...Erke selam edip, kula ram olan, Nafakası,Nifak olan… Bir ben varım deme, yoksan da olur... Sağlıcakla kalın!... Günleriniz hep aydınlık olsun!.. Yüreklerindeki sevgi daim olsun!.. Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz " Kadar temiz olan tüm insanların!... Orhan ELMACI - 10 Ocak 2013 Radikal Blog --------------------------------------- Bir düşünüre "Dünyanın en zor üç şeyi nedir ? diye sormuşlar. O da "sır tutmak!.... Kusuru bağışlamak!... Başkalarını değerlendirmek!... “Sır tutmayı” zaten geçiniz,genelde günümüz insanına uygun değil. Ama kusur bağışlamakta da, başkalarını değerlendirmekte de insan çok ilginç bir varlık. İnsan kendi dışındakine , ötekine bakarken hep farklılışıyor. Her halde tablolara bakarken; perspektif değiştiğinde, ışık değiştiğinde, tabloda ki her bir çizginin derinliğinin değişmesi gibi!.. Bu perspektif ve ışık oyunlarının izin verdiği ölçüde görebiliriz, her bir çizginin derinliğini ve fark edebildiğimiz oranda dokunuruz gerçeklere... İnsan, aynada kendisini görmekte hep eksik; ötekini değerlendirmekte, yargılamakta çok usta. Bu nedenle başkalarının olumsuzlukları, kendi olumsuzluklarından daha çok ilgilendirir insanı. Başkası düştü mü;” çürük tahtaya basmasaydı” deriz!... Kendimiz düşünce, bastığımız tahtanın çürük olduğundan dem vururuz!... Bu bağlamda “Hayat senin için ne ifade ediyor?” diye sormuşlar bir düşünüre. O da “Sanki ressam renkli bir tablo çizmiş ve içindeki her şey hareket ediyor” diye yanıtlamış. Şimdilerde çok moda, bu şunu demiş, şu bunu demiş, şeklindeki ifadeler. Sosyal medya paylaşımları, cep telefonu mesajları derin sözlerle dolu. Derinlik ise bizim görebildiğimiz kadar. Dolayısıyla, üstat öyle diyor, ama biz ne diyoruz?.. Daha önemlisi, biz ne düşündük ve görebildik, şimdi ne yapacağız? Bir de son zamanlarda ; hemen hemen herkesin dilline pelesenk olmuş, gülünç bir kariyer ve başarı hikayeleri!... Hani özel sektör olsa gam yemeyeceğim, Girişimci risk almış!.. Ama Kamu da üst makamlar da çalışanların rol çalmalar, akla zarar!... Ben şöyle yaptım, ben böyle yaptım!... zamanında şu engelledi!... Yoluma taş koydu!... Öğretmenim başaramazsın dedi!.. Ben çok mağdur oldum!... Ama başardım!... her dönemde mağdurum diye ortaya çıkmak. Ne güzel bir hikaye!.. ya da ne güzel kurnazlık.. Tam bizim gibi ülkelere özgü. Neyse lafı fazla dolandırmadan , izninizle yaşanmış bir olayı sizinle paylaşmak isterim. Dün Berkehan ; hayatı renkli bir tablo olarak tanımlayan ve hatta bu tablonun yaratıcısını da dile getirmeden geçmeyen ifadesi, ruhuma doğrudan temas etti. Anladım ki, küçücük yaştaki bu düşünür, 60 yaşındaki düşünemeyene göre daha keyifli yaşıyor/yaşayacak yüce yaradanın iziniyle!.. Okuduğum onca kitapta bulamayacağım bir bilgi sundu, henüz okumayı bilmeyen "Bilge". Kocaman gözlerinin karasına girip ona ne kadar değerli olduğunu hissettirmek istedim. Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum ama!.. Birlikte onun sevdiği oyunları oynadık. Tertemiz bir tuvalde; her gün, yeni bir güzel resim, desen,eskizler çizer gibi !... Her tablonun bir çizeni, bir de sahibi var. Tablo, her nerede ve ne zamanda olursa olsun çizenin idrakini, gücünü, sevgisini, tutkusunu, gerçeğini yansıttığından dolayı aslında hep ressama ait. Lakin başkalarının beğenisine sunulur ve içinde birçok yaşam hayat bulur. İçindeki her şey hareket eder... Kimi "Kaplumbağa Terbiyecisi’nde" ney üfler, kimi renklerin anlam dünyasında yolculuğa çıkar, kimi dağınık bir odanın tek ışık kaynağına ulaşıp derin bir oh çeker... Kiminin kafası karışır; Mutluluğun Resmi’ni Abidin Dino mu çizmiştir, yoksa Hüseyin Yüce'nin mi? Birileri için bu hiç önemli değildir, önemli olan tabloda ne yaşandığıdır. Öyle ya, sıcacık yatağında mışıl mışıl uyuyan güzellikler mest eder, alır götürür insanı; kimin çizdiği çok mühim değil. Birileri tek sahibi olmak ister tablonun. Ama dedik ya, bu aslında mümkün değildir; o, nereyi süslerse süslesin, gerçekte ressama ait. Görebildiğimiz, her bir çizginin derinliğini fark edebildiğimiz oranda dokunuruz bu gerçeğe... Sonra, ressam yeniler tablosunu dönem dönem... Çünkü vakit bu vakittir, değişmek lazımdır... Sarıklı derviş, bilge bir öğretmendir artık konferans salonlarında. Bizim büyüsüne kapılıp doyamadığımız zamanda, çok hareket olmuştur. Çoğumuz kabul ya da idrak edemeyiz; ama bizim seyre dalışımız, bakışımız, algılayışımız değiştirmiştir tabloyu. İşte burada anlıyorum ki aslında sandığımızdan daha çok elimizde olanlar/olacaklar. Belki gözlük takmamız gerekecek ya da Osman Hamdi Bey’den ödünç almak neyi... Üç buçuk yaşındaki düşünür, tablonun içindeki hareketi görebilmişlerden; ama Mutluluğun Resmi’nde uykuya dalmış görünüyor herkes ilk bakışta. Biraz daha derinde kelebekler uçuşuyor, çiçekler tomurcuktan ayrılıyor... Bak bak! Güneş doğuyor usul usul!... Aslında müthiş bir hareket var o dağınık oyuncak odasında!... Kıyıya geldim son üç noktayla; huzurlu, sevinçli, umutlu ve yaşam dolu... Teşekkür ederim yaşı küçük, yüreği büyük düşünür! “Dünyalar kadar seviyorum!...” diyor bana!... Ben de ona!....            

Endüstri 4.0 Paradigması Çerçevesinde Muhasebe Eğitiminde Temel Yetenekler ve Stratejik Değerler Nasıl Geliştirilir? Kaynak Tabanlı Bir Model Önerisi

 ENDÜSTRĐ 4.0 PARADİGMASI ÇERÇEVESİNDE MUHASEBE EĞİTiMİNDE TEMEL YETENEKLER VE STRATEJİK DEĞERLER NASIL GELİŞTİRİLİR? KAYNAK TABANLI BİR MODEL ÖNERİSİ (https://bit.ly/2UgyPGf ) Public Full-text (34. Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu "Muhasebe Eğitimini Yeniden Düşünmek ve Yapılandırmak")                                                                   Orhan ELMACI  Dumlupınar Üniversitesi, İİBF, Muhasebe – Finansman ABD,   oelmacı@gmail.com    Serafettin Sevim Dumlupınar Üniversitesi, ĐĐBF, Muhasebe – Finansman ABD, serafettin.sevim@dpu.edu.tr   ÖZ Son elli yılda muhasebe eğitimi; uluslararası yakınsamanın bir sonucu olarak, açıkça asimetrik düzlemde yeniden yapılandırması gereği, küresel (global) uzlasmaya dönüserek “küresel bir anlayıs” haline gelmistir. Muhasebe Eğitim faaliyetlerinin genel amacı; tüm dünyada muhasebe mesleğinin yeterlilik, mesleki eğitim, uygulamalı eğitim ve sürekli mesleki gelisim unsurları ile birlikte profesyonel ve akademik gelisimini desteklemektir. Endüstri 4.0 (bilgi toplumunda) muhasebe eğitimi, bilimsel ve yaratıcı kültür üretimi, düsünme becerisi ile birlikte kaynak tabanlı bir yaklasımla tekrar ele alınmasını zorunlu hale getirmistir. Aksi halde, ekonomik aydınlanma, esitlik, seffaflık, hesap verebilirlik, sorumluluk ilkeleri çerçevesinde isletme faaliyetlerinin etkinliğinin ve verimliliğinin arttırılması, isletme ile pay sahipleri dâhil tüm menfaat sahipleri arasındaki liskilerin gelistirilmesi ve hakların korunmasında en yüksek yararın sağlanması, isletmenin finansal tablolarının seffaflığı ve güvenirliğini negatif yönde etkileyecektir. Bu çalısma muhasebe eğitiminin, Uluslararası yakınlasma, Küresel ve bölgesel isbirliği perspektifinde yeni bir paradigma (zihin haritası) çerçevesinde kaynak tabanlı bir modelleme ile ulusal bir muhasebe eğitim model ortaya koymayı amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: Kaynak tabanlı muhasebe eğitim modeli, Muhasebe eğitiminde bilimsel ve yaratıcı kültür, Muhasebe Eğitiminin temel yeteneği, muhasebe eğitiminin stratejik değerleri ABSTRACT Accounting education in the last fifty years; As a result of international convergence, the need to reconfigure clearly asymmetric plane, global (global) transforms to compromise a "global approach" has become. The overall objective of accounting education activities; of worldwide accounting professional qualifications, vocational training is to support the professional and academic development with practical training and continuous professional development elements. Industry 4.0 (in the information society) accounting education, scientific and creative cultural production, with the resource-based thinking has made it mandatory to be revisited with an approach. Otherwise, the economic enlightenment, equality, transparency, accountability, improvement of their business operations within the framework of responsibility principles effectiveness and efficiency, ensuring the best interests of business with shareholders including protection of all the development of relations between the stakeholders and the rights of the entity's financial statements of transparency and reliability in the negative direction will affect. This study of accounting education, international convergence, a new paradigm in global and regional perspective (mind map) source framework based on a national accounting training model aims to put up with a modeling. Keywords: Resource-based accounting model of education, scientific and creative culture in accounting education, basic skills of Accounting Education, the strategic value of accounting education KAYNAKÇA AKDEDE, S. H. ve TURAN, A. H. (2008). “Bilisim Sistemlerinin KOBĐ’lerin Performansına Etkileri: Kaynak Temelli Yaklasım ile Denizli Đlinde Ampirik Bir Uygulama”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı:63-4, Ankara. ÇELiK,Orhan. (2008).”Uluslararası Muhasebe Standartlarına Đliskin Gelismeler: Dünya ve Türkiye” http://dosya.izsmmmo.com/documan/TMSS_XII_BILDIRILER/orhan_celik.doc http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:BrELGGtR9CkJ:dosya.izsmmmo.com /documan  /TMSS_XII_BILDIRILER/orhan_celik.doc+&cd=2&hl=tr&ct=clnk&gl=tr DEMİR, Berna. (2012). "Muhasebeye Yön Veren Gelismeler ve Meslek Yüksekokullarında Verilen Muhasebe Eğitimine Yansımalar", Eğitim ve Öğretim Arastırmalar Dergisi, Cilt: 1, S: 4, http://www.jret.org/FileUpload/ks281142/File/13a.demir.pdf . [Abstract] [Full Text] [PDF] (ErisimTarihi: 14.02.2015). DRUCKER, P. F. (1992). Yeni Gerçekler, (Çev.) KARANAKÇI, B., Türkiye Đs Bankası Kültür Yayınları, Ankara. DRUCKER, P. F. (1993). Gelecek Đçin Yönetim, (Çev.) ÜÇCAN, F., Türkiye İs Bankası Kültür Yayınları, Ankara. DRUCKER, P. F. (1997). Kapitalist Ötesi Toplum, Đnkılap Kitapevi, Ankara. ELMACI, O. (1994). “Küresellesen Pazarlarla Bütünlesmede Stratejik Rekabet Gücünün Verimlilik Eksenli Analizi”, MPM, II. Verimlilik Kongresi, Ankara, 19-21 Ekim 1994. ELMACI, Orhan. (2013). “Đsletme Performans Yönetiminde Kaynak Tüketim Muhasebesi (KTM) Yöntemi ile Bütünlestirilmis Balance Scorecard (BSC) Uygulamasına Đliskin Bir Model Önerisi, International Conference on New Directions in Business, Management, Finance and Economics, 12 – 14 Eylül, Famagusta Northern Cyprus. ELMACI, Orhan. (1993). “Küresel Boyutlu Stratejik Planlama ve Rekabet Gücü Analizi”,Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği, Đstanbul, 7-9 Temmuz 1993. ELMACI, Orhan. ve KURNAZ, N. (2004). “Sürdürülebilir Rekabet Gücüne Yönelik Vizyon Arayıslarında Faaliyet Tabanlı Maliyetleme (FTM) Yaklasımı”, Selçuk Üniversitesi ÜAS’04, IV. Ulusal Üretim Arastırmaları Sempozyumu, Konya. ELMACI, Orhan (1996), “Muhasebe Eğitiminde Konsensüs: Kalite ve Akreditasyon”, XV. Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu, Manavgat-Antalya, Süleyman Demirel Üniversitesi Đ.Đ.B.F., s. 78. ELMACI, Orhan. ve SEVĐM, S. (2013). ”Muhasebe Eğitiminde Hedef 2023: Stratejik Yol Haritası”, Selçuk Üniversitesi, 32. Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu, Antalya, 24-28 Nisan 2013. ERKAN, H. (1998). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelisme, Türkiye Đs Bankası Kültür Yayınları, Đnsan ve Toplum Bilimleri 1992 Büyük Ödülü, 4. Baskı, Ankara. ERKAN, H. (2014). "Bilgi Toplumu", www.ab.org.tr/ab06/bildiri/236.doc  [Abstract][FullText] [PDF] (Erisim Tarihi: 25.04.2014). ERKAN, H. ve ERKAN C. (2008). “Bilgi Bazlı Yenilikçi Gelisme Stratejisi Bağlamında Türkiye’nin Kurumsal Dönüsüm Đhtiyacı” The Journal of Knowledge Economy & Knowledge Management, http://www.arastirmax.com/bilimsel-yayin/bilgi-ekonomisiyonetimi-dergisi/3/1/53-66-bilgi-bazli-yenilikci-gelisme-stratejisi-baglaminda-turkiyeninkurumsal-donusum-ihtiyaci (Erisim Tarihi: 25.04.2014). ERKAN, H. ve ERKAN, C. (2004). “Bilgi Ekonomisinde Teori ve Politika” http://kisi.deu.edu.tr/userweb/selim.sanlisoy/bilgiekonomisinde_teori_politika.doc    (ErisimTarihi: 25.04.2014). ERKAN, H. (1994). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelisme, Đs Bankası Yayınları, Đstanbul. ERKAN, H. ve ERKAN, C. (2007). "Bilgi Toplumu ve Ekonomik Kalkınma" UNAK’07,Sayısal Dünyada Yeni Paradigmalar: Sınırsız Kütüphaneler, http://kisi.deu.edu.tr/userweb/husnu.erkan/BILGI_TOPLUMUNU_ve_EKONOMIK_KALKINMA-_H.ERKAN.doc  (Erisim Tarihi: 25.04.2014). GARY, H. (2000). Leading The Revolution, Harvard Business School Pres, Boston. HENG, S. (2014). Industry 4.0 Upgrading Of Germany’s Đndustrial Capabilities On The Horizon, [Abstract] [Full Text] [PDF]. https://www.dbresearch.com/PROD/DBR_INTERNET_ENPROD/PROD00000000003335 71/Industry+4_0:+Upgrading+of+Germany%E2%80%99s+industrial+capabilities+on+the+ horizon.PDF NAISBITT, J. (1994). Global Prodoks, (Çev.) GÜL, S., Đstanbul. NYE, J. ve JOSEPH, S. (2003). Amerikan Gücünün Paradoksu, (Çev.) KOCA, G., Litaratür Yayınları: 99, Đstanbul. ÖNAL, M. ve PEKDEMĐR, R. (1999). “Bilgi Teknolojisindeki Gelismelerin Muhasebe Mesleğine Etkileri”, IV. Türkiye Muhasebe Denetimi Sempozyumu: 21. Yüzyıla Girerken Muhasebe Denetimi Mesleği ve Teknolojik Gelismeler”, ĐSMMMO Odası Yayın No:30, İstanbul. PAPATYA, N. (2003). Sürdürülebilir Rekabette Stratejik Yönetim ve Pazarlama Odağı Kaynak Tabanlılık Görüsü Kavramsal ve Kurumsal Yaklasım, Nobel Yayın Dağıtım,Ankara. SAVAS, O. ve KARADAL, H. (2014). “Bilgi Toplum Süreçlerini Geleneksel Maliyet Yönetim Anlayısında Olusturduğu Dönüsümler", I. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiriler Kitabı, 685-694, Hereke-Đzmit, 10-11 Mayıs 2002. SENGE, P. M. (1993). Besinci Disiplin, (Çev.) ĐLDENĐZ, A. ve DOĞUKAN, A. Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul, 14-22, 227, Đstanbul. SEVĐM, A. (2007). “Dijital Uygulamaların Muhasebe Eğitimi Üzerine Etkileri”,www.mu.edu.tr/iibf/tmes24/ kitap/2-2.pdf   (Erisim Tarihi: 25.04.2014). SEVĐM, S. ve ELMACI, O. (2008). “Sürdürülebilir Rekabet Gücü Elde Edilmesine Yönelik Maliyet Muhasebesi Bilgi Sistemi Modeli ve Modelin Uygulanabilirliğine Yönelik Amprik Bir Çalısma” 6.Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, 25-28 Mayıs 2008, Calalabat, Kırgızistan. SEVĐM, S., ELMACI, O. ve ÇELĐKKOL, H. (2009). “Đsletme Stratejilerini Eyleme Dönüstürülmesinde Strateji Haritası ve Kurumsal Karne (BSC)'nin Olusturulmasına Yönelik Bir Model Önerisi”, The International Symposium Modern Devolopmental Trends And Turkıc World, Khazar Universıty, Bakü, 29-31 Mayıs, 2009. SEVĐM, S. ve ELMACI, O. (2009). “Sürdürülebilir Rekabet Üstünlüğü Sağlamada Kaynak Tabanlı Yaklasım Modeli ve Basarı Stratejisinin Belirlenmesinde Lojistik Süreç Maliyetlerinin Analizi”, The International Symposium Modern 2011 Devolopmental Trends And Turkıc World, Khazar Universıty, Bakü, 29-31 Mayıs, 2009. SEVĐM, S., ELMACI, O. ve ERGĐN, H. (2011). “Firma Düzeyinde Đnavasyon Gücü Ölçüm Metriklerinin Gelistirilmesi ve Ölçümlenmesine Yönelik Bir Model Denemesi” Prof. Dr.Sabri Bektöre Anısına/Anadolu Üniversitesi Yayınları, Anadolu Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Yayınları: 2211, Eskisehir. SEVĐM, S., ELMACI, O. ve KURNAZ N. (2008). “Muhasebe Mesleğinin Değisen Paradigması ve Bu Paradigma Çerçevesinde Türkiye için Aksiyon Öneriler”, 6.Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, Calalabat - Kırgızistan, 24-28 Mayıs 2008. SÜRMELĐ, F. (2007). “Muhasebe Eğitiminde E-Değisimi Yakalamak”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, Sayı: 33, Bursa. TOFFLER, A. (1996). Üçüncü Dalga, (Çev.) SEDEN, A., Altın Kitaplar Yayınevi, 3.Baskı, Đstanbul. TOFFLER, A. (1974). Sok, (Çev.) SARGUT, S., Koridor Yayıncılık, Đstanbul. TOFFLER, A. (1992). Yeni Güçler Yeni Soklar, (Çev.) ÇORAKÇI, B., Altın Kitaplar Yayınevi, Đstanbul. UYAR, S. ve ÜNLÜSOY, E. (2014). "Uluslararası Eğitim Standartları (IESS) ve Eğitim Uygulamaları Açıklamaları (IEPSS) Çerçevesinde Bilgi Teknolojileri ile Muhasebe ve Denetim Đliskisi" www.suleymanuyar.com.tr/yayinlar/k1.doc (Erisim Tarihi: 25.04.2014). UYAR, S. (2014). Bilgi Teknolojisindeki Gelismelerin Muhasebe Mesleğine Etkileri, Bilgi Ekonomisi, Editör: Nihal Kargı, Ekin Kitabevi, www.suleymanuyar.com.tr/yayinlar/k1.doc (Erisim Tarihi: 25.04.2014). UZAY, S. (2004). “21. Yüzyılın Basında Muhasebe Mesleğini Etkileyen Gelismeler ve Geleceğe Yönelik Değerlendirmeler, Mali Çözüm Dergisi, Sayı: 67, Đstanbul. ÜLGEN, H. ve MĐRZE, S. K. (2004). Đsletmelerde Stratejik Yönetim, Literatür Yayıncılık, Đstanbul. YÜKÇÜ, S. ve ÖZKAN, S. (2003). “Teknolojik Gelismelerin Maliyet Muhasebesine Etkileri”, XXII. Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu, 21-25 Mayıs, Antalya. ZÜZEL, T. ve MERSĐN, Z. (2007). “Bilgi Teknolojilerinin Muhasebe Uygulamalarında Yarattığı Değisim”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, Temmuz 2007, Bursa. http://cemsutcu.files.wordpress.com/2014/02/bilgi-toplumu-sc3bcrec3a7lerinin-gelenekselmaliyet-yc3b6netimi-anlayic59finda-oluc59fturduc49fu-dc3b6nc3bcc59fc3bcmler.pdf (Erisim Tarihi: 25.04.2014). http://www.tuik.gov.tr/prehaberbultenleri.do?id=13569 (Erisim Tarihi: 25.04.2014). http://www.aku.edu.tr/aku/dosyayonetimi/sosyalbilens/dergi/v HYPERLINK     http://www.iticu.edu.tr/uploads/kutuphane/pdf/uas/m01006.pdf  (Erisim Tarihi:25.04.2014). http://journals.istanbul.edu.tr/iuifm/article/viewfile/1023007143/1023006661  (ErisimTarihi: 25.04.2014). http://web.firat.edu.tr/daum/docs/32/19%20bilgi%20toplumunda%20maliyetlerin%20de%c4%9ferlendirilmesi--%c3%b6zcan%20demir---5%20syf--%c3%b6dendi--92-96.doc http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/6123/tez.pdf (http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+ HYPERLINK http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr / usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"& HYPERLINK http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"cd=6 HYPERLINK " http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr / usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"& HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"hl=tr HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr / usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"& HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"ct=clnk HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"& HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"gl=tr(Eri HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp /2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr (Erisi m"sim   (ErisimTarihi: 25.04.2014). http://journals.istanbul.edu.tr/iuifm/article/viewFile/1023007143/102300666  (ErisimTarihi:25.04.2014). http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/6f292665c405114_ek.pdf?dergi=1491 (Erisim Tarihi: 13.02.2015). http://www.uyk2011.org/kitap/pages/uyk2011_s_1548_1559.pdf http://archive.ismmmo.org.tr/docs/reparis/Module17/modul17_sunum2.doc/ http://siteresources.worldbank.org/EXTECAADVPRO/Resources/1934187-1152207164847/REPARIS_2006.ppt   

Sürdürülebilir Rekabet Üstünlüğü ve Endüstri 4.0

   İlk söz:  Küresel Oyun Kurucular dün olduğu gibi bugünde refahlarını arttırarak sürdürebilmeleri için “dünyayı ben yöneteyim” derdinde."  Dünyayı yönetebilmek için ekonomiyi, ekonomiyi yönetebilmek için de üretimi yönetmek, tüketimi ise yönlendirmek gerekiyor.   "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir. Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."   Geçen hafta sonu (29 Mayıs2014), Süleyman Demirel Üniversitesi'nin organize ettiği 2. Uluslararası Davraz Kongresi'nin Prof. Dr. Lütfü Çakmakçı Kültür Merkezi'nde düzenlenen "İş Dünyasında Yeni Trendler" başlıklı oturumunda  davetli konuşmacı olarak katıldım.  3. Uluslararası Davraz Kongresi'nin 30 Amerikan üniversitesiyle birlikte Şubat 2015' de Miami'de yapılacağını söyleyen Rektör ve düzenleme komite üyeleri bu kongreye bizimde katılmamızı rica ettiler. Özellikle düzenleme komite üyelerine hem bu kongreyi başarı ile düzenlemeleri hem de nazik davetleri için teşekkür etmeyi borç biliyorum. Koşulların aynı kalması durumunda bu nazik daveti geri çevirmeyeceğimi kendilerine ilettim.Bizim de panelist olduğumuz "sürdürülebilir Rekabet ve Girişimcilik' oturumunda Dr.Rüştü Bozkurt(Türkiye Şişe Cam Fabrikaları Genel Sekreteri, ,Prof. Dr. Mustafa ÖZBİLGİN (Brunel Üniversitesi), Prof. Dr. Mustafa TÜMER (Doğu Akdeniz Üniversitesi) oturumda özellikle bu bilim insanları tarafından önemli ve anlamlı saptamalar yapıldı.     "Sürdürülebilir Rekabet ve Girişimcilik'' adlı panelde  biz de “Sürdürülebilir Rekabet Üstünlüğü “ başlıklı sunum yaptık.Sunumum da “sürdürebilir rekabet ve girişimcilik” kavramlarının çerçevesi ve büyümenin yol haritasının işaret taşlarına ilişkin değişkenlere (Maliyet ve Verimlilik Üstünlüğü) değindim. Canlıların uzun ömürlü olanlarının en güçlülüleri olmadığı gibi en akıllılarının da olmadığını, uyum yeteneği yüksek olanlar olduğunu evrim kuramının bunu söylediğini dilimizin döndüğünce ifade ettim. Çevreyi hissetmek ve anlamak gerekiğini. Sadece çevreyi anlamak da yetmeyeceğini, kendi olanak ve kısıtlarını da net bir biçimde tanımlanması gerektiğini. Bunun da yetmeyeceğini, ulaştığı verileri bilgiye, sezgilerini de katarak bilgilerini anlamaya, anladıklarını da bir yarara; maddi ve kültürel zenginliğe dönüştürmesi gerektiğini ilgili kitapların /makalelerin yazdığını vurguladım. Girişimci kaynaklarını etkin ve verimli kullanarak, kaynak erişebilirliğinin üstünlüğünden de yararlanarak rekabet gücü yaratmalıdır ki, sürdürebilir rekabete katkısından söz edebilelim. Ayrıca Uyum yeteneği sadece geliştirici değil, koşullar elvermediği zaman en düşük maliyetle çekilebilme bilgi ve yeteneğine sahip olabilmekten geçtiğini belirttim. Uyum yeteneğinin temel bileşenlerinden birinin, verimlilik. Verimlilik, geniş anlamda kaynak kullanımında kazanımlar yaratabilme. Eğer mal ve hizmet üretiminde zaman kazancı sağlayan, girdi kullanımını azaltan bir gelişme yaratabiliyorsak, rekabet gücümüzü bir basamak ileriye taşıyabileceğimizi. Verimlilik bilinci gelişmemişse, kurum ve kurulluşları canlı, dinamik tutma ve uyumlu hale getirecek can suyu katma işlevinin yerine getirilmesinin çok zor olduğunu belirtim. Rüştü Bozkurt hoca; oturumda, konuşmasını yaparken tüm salona dönerek "Endüstri 4.0" okudunuz mu? diye sorunca, özeleştiri olarak içimden “okumadım” dedim. Öğrenmenin sonu ve yaşı yok...... Kongre dönüşünde ilk işim bunu öğrenmek oldu.. .  Almanya Başbakanı,  merkezi Almanya'da bulunan çok uluslu firmaların, bu konu üzerinde çok ciddi kaynak ayırarak çalışıklarını,  Hamburg'da düzenlenen Milli Bilişim Zirvesinde "Endüstri 4.0 strateji planı" adı altında tüm dünyaya deklare ediyor. Bu deklarasyon. yakın bir hayali olarak yapılan bu duyuru, aslında dünyaya bir meydan okuma.. "Teknoloji emperyalizmi" in dışa vurumu...Diğer bir deyişle“ dünyayı ben yöneteceğim” deklarasyonu.. Bu strateji gerçekleşebilirse, ki yakın gelecekte (20, 30 içinde) gerçekleşeceği tahmin ediliyor, üretimin ve tüketimin iletişimini yöneten ve yönlendirenler tabii olarak ekonomiyi de yönetecek güce sahip olacak...Endüstri 4.0 'ı nedir sorusunun çok basit bir anlatımı  WALL·E - VOL-i, TRT Çocukda yayınlanan - Dinozor Makineler / pak ile Pırpır / Harika kanatları  örnek vermek yanlış olmayacak....Endüstri 4.0 aslında doğal ve evrimsel bir süreç. Devrimsel değil. Endüstri 4.0'ı "4üncü Sanayii Devrimi" diye yutturmaya ve hatta Endüstri 3.0'ın eski üretim hatlarını ülkemize taşımak için teşvik almaya çalışan bazı yabancı teknoloji şirketleri var. Endüstri 4.0 aslında "www"'in icadı ile başlayan bilgi paylaşımının yoğunlaşarak devamı niteliğinde. Devamlılık arz eden birşey ise, tanımı gereği bir devrim olamaz. www'i 1989'da icad edenin de CERN olduğunu hatırlatalım. "Devrim" nedir diye okumak isterseniz, size Thomas Kuhn'un "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" kitabını tavsiye ederim.  Bu kitabı https://bit.ly/2yVJxHM okumadan MIT'den mezun olmak olanaksız. Sosyal bilim seçmelilerinden birinde mutlaka okursunuz. Endüstri 4.0, Toplum 5.0 vb. gibi dışarıdan ithal kavramlar birilerinin kendi markalarını pazarlaması, pazarı yönlendirmesi ve kontrol altına alması için empoze edilmekte. Bu tip ithal kavramlar aslında ön hazırlık aşaması, sonrasında yabancı standartlar ile tüm teknoloji tabanlı ürünlerin belirli kaynaklardan alınması zorunluluğu oluşturulur. Adım adım ele alalım nasıl bağımlılık oluşturulduğunu;Örneğin bir uçak parçası üretmek için bilgisayar kontrollü bir makina alacaksınız. Alanın otoriteleri bu makinanın endüstri 4.0 standardında olmasını şart koşar. Makinayı alıp fabrikanıza kurarsınız ancak makina ağ üzerinden dış şebekelere bağlı durumda.Gün olur size derler ki, bu makinayla uçak parçası yapamazsın bu bizim şartlarımıza aykırı. Bu durumda makinanızı ağ şebekesinden ayırmayı denersiniz ancak o durumda makina çalışamaz hale gelir zira tüm veri tabloları ve ayarları bu ağa bağımlı olma zorunlu kılmaktadır.Yine mesela ülkemizden bir girişim yapay zekâya sahip akıllı araç teknolojisi geliştirmiş olsun. Bunu yurt dışına satışı yapılabilmesi için endüstri 4.0 şemsiyesi altında yabancı otoritelerden izin alınması gerekecek.te bu nedenle sanayi ve teknolojik alt yapımızın dönüşümü ancak milli kavramlar üzerine inşa edilebilir. Ülkemizi teknoloji geliştirme anlamında muasır medeniyetlerin seviyesinin de ötesine taşıyacağına inandığımız bu dönüşüme, "Milli Teknoloji Hamlesi" diyoruz.   Endüstri 4.0.,tamamen vazgeçilmesi mümkün olmayan geleneksel üretim süreçlerini, bilişim teknolojilerinin kazandırdığı pratiklerle geliştirmek için yapılan tüm girişimleri kapsıyor. Nesnelerin İnterneti (IoT)'i olarak da adlandırılıyor., yeni dijital ve akıllı üretim teknolojileri ile tasarım yeniliği oluşturarak günümüzde birçok alan için dönüşüm teknolojisi haline getirilmesi.. .Endüstri 4.0 terimi, ilk olarak dünyanın en büyük endüstri fuarı Hannover Fair 2011'de kullanılmış...Sistemin özü:"Dataizm" diğer bir anlatımla "Eğer yaşam bilginin devinimiyse ve biz yaşamın iyi olduğuna inanıyorsak,o halde evrendeki bilgi akışını arttırmamız,derinleştirmemiz ve yaymamız gerekir.Evrenin,yaşam ağına bağlanmayan ve dahil olmayan hiçbir parçası kalmamalıdır.Veri akışını engellemek günahların en büyüğüdür."Dataist etki hem yaşambilimlerini hem de sosyalbilimleri,sanki yaşam bundan ibaretmişçesine,karar verme süreçlerini takıntılı hâle getiriyor. Evrende veriyi indirgenemeyecek bir şeyler olabilir mi? Kadim zamanlarda güç sahibi olmak,veriye erişim yetkisine sahip olmak demekti. Bugünse güç,neyi görmezden geleceğini bilmek demek.İnsanlar tarih boyunca küresel bir ağ oluşturmuş ve her şeyin değerini bu ağdaki işlevine göre değerlendirmiş.Tümleşik bir bilimsel pardigma kolayca sorgulanamaz bir öğreti haline gelebilir.Bilimsel bir paradigmayı eleştirmek her zaman zor olmuş ancak bu zamana dek bilimsel çevrelerin tamamı tarafından kabul gören bir paradigma olmamış.    Endüstri 4.0 ile tüm nesnelerin haberleşmesi şüphesiz ki daha entegre bir dünyayının oluşumuna öncülük edecek.  Bu entegrasyonun tüm toplumların alt yapı ve üst yapılarında negatif seleksiyona yol açacağını şimdiden söylemek bir kainlik olmasa gerek..Geleceğin üretim vizyonuyla birlikte birbirine bağlı üretim makineleri ve insan etkileşimiyle yeni bir üretim çevresi oluşacak sanayiciler, şehirler, devletler ve araştırmacılar geleceğin dijital fabrikalarını inşa etmek için birlikte çalışacaklar. Başka bir deyişle algoritmaların karşılıklı birbirleri ile iletişim halinde olmaları ve birbirlerini yönetmeleri.. Algoritmaların karşı konulamaz gücü ! Facebook’a geçtiğimiz günlerde nihayet para cezası verildi. Nedeni Facebook kullanıcılarına ait bilgilerin izinsiz olarak Cambridge Analytica şirketine satılması ve bu bilgilerin Amerikan seçmenin tercihlerini etkilemek üzere kullanılması… Tek bir örnek dahi algoritmaların nelere kadir olabildiğini göstermek için yeterli. Finans dünyası dahil hayatın her alanına yayılan algoritmalara ilişkin doğal olarak pek çok soru da akıllara geliyor: Algoritmalar Tarafsız ve Nesnel mi? Hesap Verebilirlik Mümkün mü? Algoritmik etik nedir ? Hangi aşamada kontrol edilmeli ? Yasal düzenlemeler ne olacak ? Hangi amaçlar için kullanılabilir ?.... Bu tür yapay zekâ teknolojilerinin gelişmesi elbette çok önemli ve desteklenmeli. Her şeyden önce tüm kaynakların etkin kullanımını sağlayacak, insanın yaşam kalitesini artıracak olanaklar sağlıyor. Ama kontrol edilmez, gerekli düzenlemeler yapılmazsa bir o kadar da risk içeriyor. Bu noktada Dünyayı robotlardan önce algoritmaların yöneteceği olasılığını hiç de yabana atmamak ve yanlış amaçlarla kullanımını önlemek için ciddi adımlar atmak lazım.Düzenli olarak güncellenen haber siteleri ve bloglar gibi kanalların yeni bilgiler yayınlamak için kullandıkları bir nevi  iletişim protokulü. Kaynaklardaki her güncellemeyi kullanıcılara ileterek bir nevi abonelik sistemi sağlamakta. Gündelik hayatta kullanılan her  türlü fiziki nesnenin çeşitli elektronik düzeneklerle internete bağlanmasıyla yaratılan bir tür iletişim ağı. Bahsi geçen nesnelerin  tekil anahtar adı verilen özgün bir kimlikle internete bağlanabilmesi ve bir sensöre sahip olması gerekir böylece nesne dünyanın herhangi bir noktasından erişilebilir. Daha  somut örnekler vermek  gerekirse ,akla gelebilecek tüm "nesneler" insanla beraber,sokataki araçlar ,mutfaktaki buzdolapları,kümesteki tavuklar ve ormandaki ağaçlar dahil,hepsi ama hepsi,Nesnelerin İnternetine bağlanmasını öngörüyor. Buzdolabı  kalan yumurtaların sayısını tesbit ederek kümesteki tavuğa ne zaman yeni yumurta tedarik edilmesi gerektiğini bildirecek.Araçlar birbirleriyle iletişim halinde olacak,ormandaki ağaçlar da hava durumunu  ve karbondioksit seviyelerini bildirecek. Evrenin,yaşam ağına bağlanmayan ve dahil olmayan hiçbir parçası kalmayacak.Kısacası akıllı telefondan sonra akıllı ev, akıllı araba, akıllı yol, akıllı okul, akıllı masa, sandalye, giysi vs. gibi her şeyin/ürünün akıllısı tüm yaşam alanlarına girecek, önce bireyler ve aileler sonra tüm toplum kontrol altına alınarak tüm yaşam alanları  Endüstri 4.0 için konulan kurallara bağlı olarak sürdürülebilecek olması.İşin ilginç yanı küresel bilişim sistemi her şeyi bilen ve her şeye kadir bir hâle büründükçe,sisteme bağlanmak anlamın tek kaynağı hâline gelecek.İnsanlar veri akışıyla kaynaşmalarını sürdürmede gönüllü olmaktalar. çünkü bu akışın bir parçası olmak kendilerinin çok daha büyük  bir şeyin parçası gibi hissetmelerine neden olmakta... Her birimiz her yeri kaplayan sayısız örümcek ağına yakalanmış vaziyeteyiz..Bu ağlar hareketlerimizi sınırlamakla birlikte en ufak bir kıpırdanışımızı bile çok uzak istkametlere iletiyor.Gündelik alışkanlıklarımız dünyanın öbür ucundaki insanların ve hayvanların hayatını etkiliyor. Şahsi hayatlarımızın böyle küresel bir boyuta taşınması dini ve siyasi önyargılarımızın,ırk ve toplumsal cinsiyet ayrıcaklarımızın , kurumsal zulümlerin farkında  olmaksızın yardım ve yataklık edişiimizin su yüzüne çıkarılmasının her zamankinden daha önemli olduğu anlamına  geliyor.peki bu gerçekçi bir girişim mi? Bu soru bilhassa vahim çünkü tam da bilişim teknolojileriyle  biyoteknolojilerinin  kaynaşması kısa süre sonra milyarlarca insanın iş dünyasının  dışına itebilir ve özgürlükle eşitliği sarsabilir.Büyük veri algoritmaları yüzünden egemenliği elinde tutan bir avuç seçkinin eline geçerek çoğunluğun sadece istismar edebilir değil,çok daha kötüsü,geleceksiz konumuna düşmesine sebep olacak dijital diktatörlükler ortaya çıkarabilir. .20.yüzyılda  New York, Londra,Berlin  ve Moskova'da dünyaya şekil veren seçkinler  tüm dünyanın geçmişini açıklama ve geleceğini öngörme iddiasi taşıyan üç büyük anlatı formüle ettiler.Faşist anlatı,Sosyalist anlatı  ve liberal anlatı.II Dünya Savaşı  Faşist anlatıyı devirdi ve 1940 'ların sonlarından 1980'lerin sonlarına kadar dünya sadece iki anlatının savaş alanıydı.:Sosyalizm ve libaralizm...Sonra sosyalist anlatı çöktü ve liberal anlatı baskın bir biçimde en azından dünya çapındaki seçkinlere göre ,insanlığın geçmişine rehber ve dünyanın geleceğinin olmazsa olmaz kılavuzu haline geldi. "Emperyalizmin altın çağında Avrupalı işgalciler ve tüccarlar renkli boncuklar karşılğında bir adanın ya da ülkenin tamamını satınalabiliyordu.21 yy.kişisel bilgilerimizin belki de hâlâ sahip olduğumuz en kıymetli kaynağımız ve biz de elektronik posta hizmeti ve komik videolar karşılığında bu kaynağı teknoloji devlerine veriyoruz. "COVİD-19 sonrası Yeni Gözetim Sistemleri Anlatısı" na  buradan ulaşabilirsiniz https://bit.ly/3gBKYMi .Ayrıca bu konuşmanın maddeler halinde özeti (*****). Bu notumuz da şimdilik burada kalsın...  Endüstri 4.0' ın tarihsel sürecini kısaca ortaya koyalım. Endüstri Devrimlerinin Zamandizimi 1.0-1780 Makineleşme Buhar gücü 2.0-1870 Elektrifikasyon Kitle üretimi 3.0-1970 Otomasyon Bilgisayar 3.5-1980 Küreselleşme 4.0 (Bugün) Dijitalleşme Veri analizi, yapay zekâ 5.0 (Gelecek) Kişiselleştirme İnsan-bilişsel bilgisayım birleşimi    lk üç sanayi devrimi sonrası gelinen aşamayı Endüstri 4.0 diyerek Almanya isimlendirmiş oldu. Endüstri esas alınarak ilk üç devrim sırasıyla, buhar gücünün üretimde kullanılması, elektriğin kitlesel üretimi sağlayacak biçimde kullanılması ve bilişim ve elektroniğin üretimin otomatikleştirilmesinde kullanılması olarak tanımlanmaktadır.Tanım olarak bakıldığında Endüstri 4.0 yahut diğer adı ile 4. Sanayi Devrimi, birçok çağdaş otomasyon sistemini, veri alışverişlerini ve üretim teknolojilerini içeren kapsamı geniş bir terimdir. Bu devrim nesnelerin interneti, internetin hizmetleri ve siber-fiziksel sistemlerden oluşan bir değerler bütünü olarak da tanımlanabilir. 6 temel prensibe dayanmaktadır. Karşılıklı çalışabilirlik, sanallaştırma, özerk yönetim, gerçek-zamanlı yeteneği, hizmet oryantasyonu ve modülerlik. Endüstri 4.0 temel olarak bilişim teknolojileri ile endüstriyi bir araya getirmeyi hedefliyor. Bugünün klasik donanımlarından farklı olarak düşük maliyetli, az yer kaplayan, az enerji harcayan, az ısı üreten, ancak bir o kadar da yüksek güvenilirlikte çalışan donanımlar     İlk iki devrimi belirleyen nitelik, bir enerjinin (buhar ve elektrik) kullanılmasıdır. Böylece insanın kas gücünü kullanmasını büyük ölçüde elinden alan ilk iki devrim bu yeteneği makinalara aktarmış oldu. İnsanlığın zihinsel becerilerini ve yeteneklerini (mühendislik de denilebilir) daha fazla kullanmasına da olanak tanıdılar. Bütün teknolojik gelişmelerin, üretimin yapılanmasından insanlığın yaşama biçimine, sosyal ilişkilerden toplumların etkileşimine kadar değişik oran ve biçimlerde etkisi olmuştur. Ayrıca elektriğin iletişime sağladığı olanaklarla dünyayı küçülttüğü de söylenebilir.    Bilginin belirleyici “enerji” kaynağı olması nedeniyle Endüstri 4.0’ı diğerlerinden çok daha farklı tanımlamak olası. Bilginin ve bilişimin sunduğu olanaklarla (gelinen noktada yapay zeka-AI, büyük veri – big data, nesnelerin interneti – things of internet, bulut – cloud, ağyapılar – networks) ilk kez bir devrim yine insanların eliyle onu neredeyse kainatta ayrıcalıklı kılan insan zekasına ve aklına rakip olma olasılığını ortaya çıkardı.    Bir anlamda insanlığın, buharlı gemi ya da elektrikli otomobil karşısında duyduğu hayranlığın çok ötesinde ve farklı olarak korku ve şaşkınlığı da içeren karmaşık duygular söz konusudur. Ancak merak insanlık tarihindeki tüm korkuları yine aşarak soru sormaya, yanıtlarını bulmaya ve geliştirmeye devam edecektir. Analatik1.0;verileri analiz ederek,alışkanlık yönetiminden analitik yönetime geçmeyi;analitik 2.0 ise,büyük veriyi özümseyerek,işimize yarayan bilgilerle üretimde farklılık yaratmayı,,analitik3:0 ise üründe bilgi içeriğini rekabet gücünü arttıracak değerli .nadir ve taklit edilemeyen ürüne dönüştürme yeteneğini kazanabilmektir.Kısaca temel yeteneğe sahip olmayı anlatıyor.Endüstri 1.0, organik enerjiden mekanik enerjiye geçiş aşamasını anlatıyor.Endüstri2.0 otomasyona geçişi,kitlesel seri üretimin mekanik hale gelmesini ve bunun iş süreçleri üzerindeki değişiklikleri anlatıyor.Endüstri 3.0,iş süreçlerinde elektronik kontrolleri anlatıyor.Analatik 4:0,makinaların,sistemlerin birbirlriyle iletişim kurarak oluşturdukları ağları ve bu ağlar sayesinde ulaşılan hız,esneklik,farklılığın oluşturduğu yeni üretim,iç örgütlenmesi,,endüstri devlet ilşkileri betimlemede kullanılmakta. "Endüstri 4.0" , “makinelerin birbiriyle iletişim kurduğu bir üretim düzenini simgeleyen otomasyon uygulamaları hızla yayıldığını. İşgücü maliyetlerinden bağımsız üretilebilen mal ve hizmetlerin, büyük talep alanlarına geri dönme eğilimi güç kazandığını anlatıyor”. İnsanoğlu tarım ve zanaat toplumundan endüstri toplumuna 1780 yılındaki endüstri devrimi ile geçiş yaptı. Anılan yıl buhar makinasının kullanılmaya başlaması ve diğer mekanik sistemlerin fabrikalara (o zamanlar fabrikalara değirmen – mill denmekteydi) girmesi hemen fark edilmese de bir devrin adı olacak kadar önemli rol oynadı. Bugün bu döneme Web 1.0’a benzer şekilde Endüstri 1.0 adı verilmekte. 1900 yılında Endüstri Mühendisliğinin kurucusu ve Üretim Yönetimi biliminin temelini atan Frederic Taylor’ın kurguladığı işbölümü (division of labor) konsepti ile dahi Henry Ford’un yarattığı montaj hattı ve kitle üretimi de Endüstri 2.0 periyodunu başlattı. 1979 yılında üçüncü endüstri devrimi yapıldı. Mekanik, pnömatik, hidrolik sistemlere eklenen elektronik cihazlar, elbette başta PLC ve DCS olmak üzere insan yeteneklerinin çok üstünde katkılar getirince Endüstri 3.0 dönemi doğdu. Bugün ABD ile Almanya arasında Endüstri 3.0 dönemini yıkmak için büyük bir yarış devam ediyor. Bu yarışın varış noktası tüm kararların insansız çalışan üretim süreçlerine devredileceği düzey. Bu düzeyde kararlar yalnızca üretimde değil, tasarımı ve üretimin planlanmasını da kapsayacak kadar geniş boyutta. Bugün üretim sistemleri otomatik çalışabiliyor. Ancak neler yapacağı imalat sistemlerine hala daha insan tarafından aktarılıyor. Endüstri 4.0 devrimi paradigmayı değiştirerek bu sorumlulukları da insandan almayı hedefliyor. Özetle kullanılan kavramları tanımlamak gerekirse: (**)https://core.ac.uk/download/pdf/82084599.pdf i.Analitik 1.0: İşlerimizi anadan atadan devraldığımız yöntemlerle, gelenek ve görenekle taşıdığımız alışkanlık ve ezberlerlere dayalı yapma aşamasından; kayıt tutarak, veri oluşturarak, verileri karşılaştırılabilir seriler haline getirerek, işimizle ilgili gerçek ve dinamik veriler oluşturarak yapma aşamasıdır. Bir cümle ile anlatmak gerekirse, “analitik 1.0, işlerimizi alışkanlıkla yönetim aşamasından analizle yönetim aşamasına geçiştir.” ii. Analitik:2.0: Günümüzün bir gerçeği olan “büyük veriyi” ehlileştirerek; işimize yaramayan bilgileri ayıklayıp, bilgilerimizi “rafine ederek” işimize yarayanları kullanabilir mekanizmalar oluşturduğumuz gelişme düzeyidir. iii. Analitik: 3.0: Rafine edilmiş büyük veri bilgilerini mal ve hizmet ürünlerinin içine gömerek, işlevselliklerini ve performanslarını artıran ve rekabet gücü yaratabilen uygulama aşamasına verilen addır. iv. Endüstri 1.0 : Bildiğiniz üzere her şey insanoğlunun buharı keşfetmesi ile başlamıştır ki buharlı trenler ile birlikte sanayi devrimi gerçekleşmiş ve tarih sayfalarında yer almıştır. Bu aynı zamanda Endüstri 1.0 olarak bilinir ve 1750 – 1830 yılları arasında İngiltere’de çıkmıştır. Buharalı makinelerin,içten patlara motorların, elektrik makinelerinin ve benzerlerinin üretim sürecinde kullanılarak, organik enerji döneminde kas gücüne dayalı üretimi; insanın kas gücünün uzantısı olan makine-donanımla daha büyük ölçekli yapabilme aşamasıdır. v.Endüstri 2.0 : 1840 yılı itibari ile elektrik enerjisinin kullanımı ile birlikte seri üretime geçiş süreci başlamıştır ve bu süreçte telefon hatları dahil birçok hat çekilmiştir. Telgraf ve telefon bu dönemde icat olmuştur ve bu dönemde Taylorizm (bilimsel yönetim) akımı başlamıştır. Endüstride “kayan bant sisteminin” kullanıldığı; işgücü veriminin teknolojik bir uygulama ile artırıldığı; iş süreçlerinin hızlandığı, işgücü profillerinin değiştiği aşamadır. vi. Endüstri 3.0: 1969 yılından günümüze kadar gelen süreci kapsar ve elektronik ile bilişim teknolojilerinin bir arada kullanılabilmeye başlanması ile ortaya çıkmıştır. 1971 de Altair 8800 ile 1976 da Apple I üretimi bilgisayarların piyasaya çıkması bu çağın en önemli yapı taşları olmuştur.  İlk kez 1969 yılında üretim süreçlerinde “elektronik ve bilişim teknolojilerinin kullanımının yaygınlaşması, ilk programlanabilir yönetim SPS” kullanılmasına geçiş sürecidir. Bu evre, çizimler ve kağıt üzerinde planlamlarla yürütülen mal ve hizmet üretim süreçlerinin, değişmeye başladığı evredir. vii. Endüstri 4.0: Sanayi devriminin dördüncü jenerasyonu olarak nitelendirilen Endüstri 4.0, ilk kez Almanya'da Hamburg'da düzenlenen Milli Bilişim Zirvesinde "Endüstri 4.0 strateji planı" adı altında tüm dünyaya deklare ediyor. Bu deklarasyon. yakın bir hayali olarak yapılan bu duyuru, aslında dünyaya bir meydan okuma.. "Teknoloji emperyalizmi" in dışa vurumu...Diğer bir deyişle“ dünyayı ben yöneteceğim” deklarasyonu...Endüstri 4.0'ı biraz daha detaylandırmamız gerekirse neden bu kadar önemli olduğunu da kavrayacağımıza eminim. Bilişim teknolojileri ile endüstriyel faaliyetlerin birlikte kullanılması ile endüstri yeni bir gelişime tanık olacaktır. Yeni nesil yazılım ve donanım, yani bugün yüksek maliyetlerle elde ettiğimiz araç gereçlerin aksine daha düşük maliyetli ve daha yüksek performanslı , üstelik az enerji tüketip ısınma problemi olmayan ve belki de en önemlisi yüksek güvenilirlikte çalışan cihazlar endüstri 4.0'ın temel hedefini oluşturmakta.  İlk evresi, elektronik kontrollerle başlayan, sipariş süreçleri, fatura ödemeleri, bilgisayar destekli tasarım, kaynak planlaması şeklinde gelişen; ikinci Akıllı fabrikalar, küresel tedarik zincirinin bir parçası olacak ve nesnelerin internetinin yaygınlaşması, fabrikalara entegre edilen sensörlerin artması ile sürecek. Nihai hedefte akıllı fabrikalar, daha az hata ile daha fazla ve çeşitli ürün üretmiş olurken, üretim maliyetleri düşecek, karlılık artacak.  Türkiye’nin dördüncü sanayi devrimine hazır ve küresel gelişmelerle doğru orantılı ilerleyişini sürdürmesi ve adaptasyon göstermesi gerekiyor. Türkiye'nin öncelikli olarak küresel bağlamıyla izleyen, sürekli bilgileri güncelleştiren ve ihtiyacı olanlarla paylaşan bir “rasyonel otorite merkezi” oluşturulaması gerekiyor.Unutulmaması gereken bu süreç sadece bir sanayi devrimi değil. Ekonomiden istihdam alanlarına, eğitimden fabrikaların işleyişine kadar pek çok alanda yenilikleri zorunlu kılan ve oyun bozan bir siber devrimdir. İlk olarak amaç küresel adaptasyon hızını ve ivmesini yakalamak, ardından dünya arenasında sözü geçen ve ileri teknoloji alanlarında (yazılım, robotik, sensör vb.) ihracat kapasitesini arttırmaya devam eden bir ülke konumuna gelmek.  Dördüncü sanayi devrimini ya da diğer bir adıyla siber devrimi ıskalamayacak kadar kuvvetli insan ve beyin gücümüz, siyasi istikrar ve irademiz ve sanayicilerimiz var. Bu bağlamda Türkiye’nin önü, daha önceki sanayi devrimlerinde olmadığı kadar açık ve parlak. Endüstri 4.0’da Türkiye’nin küresel bir oyuncu olması ve kaçışı olmayan bu siber devrime adapte olabilesi için  küresel ölçekte tedarikçilere erişmeyi sağlayan, yeni kanallar açan ve müşteri etkinliklerini koordine edebilme olanakları yaratması gerekiyor.Bu bağlamda,  Endüstri 4.0 döneminin başlayabilmesi için ulaşılması gereken ara hedefler var. Bunlardan ilki bilgisayarlarla ilgili. Günümüz bilgisayarları nesneleri algılayamıyor. Oysa her şey görüntüde ve diğer duyularda gizli. Dolayısıyla bilgisayarla görme, duyma, dokunma, tatma ve koklama duyularını öğretmek gerekiyor. Bu özellikler bilgisayarlara kazandırıldığında kimyasallar ayırt edilebilecek, kalite kontrol yapılabilecek, sorunlar fark edilebilecek. Bu hedefin tutması için bilişsel programlama (cognitive programming) konusunda biraz daha ilerlemeye gerek bulunuyor.   İkinci ara hedef “akıllı ürünler” yaratmak. Şimdiye dek imalat ekipmanları hammaddeler üzerinde değişiklikler yapmaktaydılar. Akıllı ürünler yaratıldığında ürünler ekipmanlarla iletişim kurup neler yapmaları gerektiğini söylüyor olacak. Diğer ifade ile imalat bilgilerini ekipmanlar doğrudan hammaddelerden alacaklar. Akıllı ürünler bu bilgileri müşterilerin ve satıcıların isteklerini anlayarak, çevre ve yasal kısıtlamaları, yerel koşulları dikkate alarak belirleyecekler. Onlar nasıl başardılar? Bizde sorun nerede?    Yapılması gerekenleri ana başlıklar halinde aşığıda ki gibi özetlemek yerinde olacak: I- Dinamik farkındalık düzeyini yükseltmek için             Mevcut durumun nesnel  envanteri  .Süreç ekosistemlerini değiştirme potansiyelinin tesbiti:  Ürün ekosistemini ve doğasını değiştirme potansiyelinin tesbiti  İşgücü profili ve meslek doğasını değiştirme potansiyel tesbiti  yeni değerler sistemi, kültür ve ekonomi yaratma potansiyelinin tesbiti:  II- İnternet ve bulut altyapılarına yatırım yapmak III- Bilgisayar, sensör üretme ve satın alma stratejisi gerekli Ülkemizin odaklanmak istediği rekabet alanlarına göre bilgisayar ihtiyacı ile sensör ve diğer donanım ihtiyacının yurtiçinde üretilme olanakları, satın alma koşulları belirlenerek ihtiyaç sahibinin erişebilmesi sağlanmalıdır. Endüstri 4.0 aşamasına geçiş sürecini en uygun yol ve yöntemle yapabilmemiz için belirtilen stratejinin ivedilikle saptanması ve paylaşılması gerekmektedir. IV- Rekabet edebilir alan seçimi yapmalı Ülkemizin Endüstri 4.0 aşaması için ivedilikli gündemlerinden biri de, bugünkü birikimlerimizi dikkate alarak rekabet üstünlüğü yaratacak alanların seçilmesidir. Böyle bir seçim, gereksiz ve uzun soluklu olmayacak yatırımlarda boş yere kaynak harcamayı önler. Ayrıca, yatırım malları ve ara mallar satın alınmasında odaklanmayı kolaylaştırır. Doğru yatırım yapılması için yer seçiminden yatırım mallarına, ara mallarından, iç ve dış pazarlara erişilebilirliği sağlamak için aktörlerin işini kolaylaştırır. Birikimlerimizin rekabet edebileceğimiz alanlara yönlendirilmesi ve odaklanması Endüstri 4.0 aşamasına uyum gereklerinden bir diğeri olarak algılanmalıdır. V- Proje-odaklı özel teşvik sistemiyle uyum sürecini hızlandırmalı    Geleneksel üretim alanlarını ileri-teknoloji odaklı yüksek katma değer içeren ürünlere yönlendirmek için de, Endüstri 4.0 aşamasına uyum için de mevcut durumu nesnel anlatan bir “envanter” gerekiyor. Kalkınmanın üç temel kritik  faktörü : Net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma  olduğunu unutmadan, gelişmeler hakkında net bilgi, mevcut durum hakkında net bilgi, geleceği yönlendiren eğilimler hakkında net bilgi sahibi olursak, proje-odaklı, öncelikleri gözeten, yatırım izinleri kadar, yatırım ve işletme dönemlerinde ödünsüz gözetim ve denetim yapabilen mekanizmalar oluşturmak gerekiyor..Strateji kavramını içeren proje- odaklı teşvik sistemleri de etkili bir gelişme aracı olacağıda yadsınamaz bir gerçek...   Endüstri 4.0 yeni bir teknoloji çağı olacak , hem de Joseph Schumpeter’in https://goo.gl/s6Zy4g /    https://goo.gl/n4rSTj  /https://goo.gl/gCWHFS  dediği gibi “yıkıcı Yaratıcılık”… https://goo.gl/LEMmPa (Endüstri Tarihine Kısa Bir Yolculuk) https://goo.gl/ffPMqq (Endüstri 4.0 ile Birlikte Gelecek 10 Yeni Meslek) https://goo.gl/Nsa8Yz ( Endüstri 4.0 Uygulama Stratejileri ) Son Söz:     Devrim, bir toplumun yaşamında önemli işlevi olan kurumların hızlı ve geniş kapsamlı bir biçimde kökten değiştirilmesi ya da yenileştirilmesi, yeniden biçimlendirilmesi ya da belli bir alanda birdenbire gerçekleşen kökten değişiklik olarak tanımlanıyor. Devrimler sosyal ve kültürel alanlardan üretime dönük ekonomik alanlara kadar her alanda ortaya çıkabiliyor. Yukarıdaki tanımdan gidersek bazen devrimlerin belirli bir evrim süreciyle iç içe geçerek geliştiğini görürüz. Mesela birinci sanayi devriminden ikinciye geçiş birdenbire olmuş bir devrim değil. Bu iki devrim bir arada bir süre yaşadıktan birlikte var olduktan sonra ilki ortadan kaybolmaya yöneliyor ve onun sistemleri yerine ikincinin sistemleri geçiyor. Buna karşılık mesela Fransız devrimi çok daha kısa bir sürede gerçekleşmiş ve daha ani ve kökten değişikliklere yol açmış.  Dünya, bugün, Hannover 2011 Fuarında Almanların ortaya attığı Endüstri 4.0 deyimi  Almanya'nın stratejik planı...Belki bir sanayi devriminin başlangıcı. Endüstri 4.0 bizce Yeni bir sanayi devriminin eşiği...   Endüstri 4.0 Türk sanayisini Abad edecek deyip devletten bu teknolojilerin ithali için teşvik beklemek yanlış; bu teşvikler Alman ve şirketlerine yarar. Biz ülkemizin bilimde güçlenmesi, teknoloji girişimcilerimize (Ar-ge) gerekli desteğin verilmesi, Bilgi ekonomisine geçiş için çalışmalıyız. Balık satın alarak balıkçılık geliştirilemiyeceği gibi teknoloji satın alarak da bilim ve teknolojide ilerleyemeyiz. Balık gibi teknoloji de hızla eskir/kokar. “Balık tutmayı” öğrenmekten başka çare yok. O da bu iklimde olmaz! Bilim ve Teknolojide yapısal dönüşüm şart.Bilim ve Teknolojiye para/kaynak ayırmak konusu olarak bakmamak lazım. Sorun bir para/kaynak sorunudeğil; sistem sorunu. Var olan düzende ne kadar para ayırsak da çok fark etmez. Çok daha fazla para ayırsak da yapısal dönüşümleri yapmadıkça fayda vermez.Sadece israf artar.    Endüstri 4.0 ile 4. Sanayi devrimi sanki aynı şey imiş gibi konuşanlar bilerek veya bilmeyerek muhataplarını yanıltıyor. 4. Sanayi devriminin bir parçası olmamızın tek yolu Bilim’e ve teknolojiye dayalı bir sisteme geçmemiz İle mümkündür; robot veya yazılım ithal etmekle değil!   Endüstri 4.0 reklam jargonunu kullanarak, sanki bu çok iyi bir şeymiş gibi, belediye 4.0 ....4.0 reklamları yapılmaya devam ediliyor. Türkiye’nin önceliğini teknoloji ithal etmeye dayandıran yaklaşımlar tuzaklardır. Teknoloji ithal ederek bilim ve teknolojide ilerlemek mümkün değil... Determinizmden,olasılığa; diyalektikten bağlantısal bütünlüğe ulaşmada analitik düşüncenin  yarattigi yeni kültür ikliminde algoritmaların ve verilerin gücünü kavramak..Yaşamakta olduğumuz sorunları bir daha yaşamak istemiyorsak iki alanda kararlılık göstermek zorundayız: Birincisi, “veriye dayalı öngörme ve önlem alma disiplinini” hiç bir alanda ihmal etmemeli. İkincisi de “ödünsüz gözetim ve denetim mekanizmalarına dayalı geri-bildirimler ve düzeltmeler yaparak ilerleme özeninden” asla ödün vermemeli. Aşağıda ki iki  soruya verilecek yanıt,  veriye dayalı analiz ve karar verme noksanlığını aşmadan; analitik yetkinliği küresel düzlemde rekabete taşıyacak düzeye çıkarmadan hangi işimizi tam, doğru ve temiz biçimde yapabileceğimize ışık tutmada yardımcı olacak. Soru 1: Ülkemizde kamu ile diğer kurum ve kuruluşların yayınladıkları verilere güvenerek sağlıklı yatırım yapılabilir mi? Soru 2: Aşağıda sıralayacağımız ölçüleri kullandığınızda, “analitik yetkinliğin” neresinde duruyorsunuz? Analitik 0.0, işlerinizi anadan, atadan gördüğümüz gibi, “alışkanlıkla” yapmaktır. Analitik 1.0, düzgün kayıtlar tutarak, işlerimizi, “alışkanlıktan analize geçerek” yönetmektir. Analitik 2.0, günümüzün gerçeği olan “büyük veriyi ehlileştirerek”, işimize yarayan ve yaramayan verilileri ayıklamaktır. Analitik 3.0, ehlileştirilmiş büyük verinin “işe yarar olanlarından” yeni “araç- gereçler” ya da “iş yapma metotları” geliştirmektir. Analitik 4.0, ürettiğimiz araç-gereç ve metotları uygulamaya sokarak, “rekabet gücü yaratmaktır” Analitik 5.0, rekabet edebilir araç-gereç ve metotlarla ürettiklerimizle “paydaşlarımızın yararını” en üst düzeye çıkarmaktır.    2019-2023 dönemini içeren 11. Kalkınma Planı çerçevesinde Ar-Ge ve yenilik ekosisteminin güçlendirilmesi için teknolojiyi üreten ve katma değere dönüştüren bir ekosistemin tasarımı ve yönetilmesine yönelik çalışmalar yürütüldü. 2023’e kadar Türkiye için yeni inovasyon ve Ar-Ge yol haritasının oluşturulması hedefleniyor. Bunun için öncelikle mevcut ekosistemin incelenerek gelişmiş ülkelerle karşılaştırılması, inovasyon Ar-Ge düzeyi ve rekabet gücü açısından ne durumda olduğumuzu anlamak önemli. Bir ülkenin inovasyon düzeyindeki gelişimi ve rekabet gücünü anlamak için temel olarak Global İnovasyon İndeksi, Global Rekabet İndeksi ve Ar-Ge yoğunluğu gibi göstergelere bakılıyor. Küresel İnovasyon Endeksi, 128 farklı ülkenin ekonomisini, patent başvurularından altyapı ve eğitim harcamalarına kadar birçok somut ölçütü ele alarak inceleyen yıllık bir rapor. Bu raporda 2017’de İsviçre, İsveç, Hollanda, Amerika ve İngiltere ilk beşte yer aldı. Türkiye 43'üncü sırada yer alırken, üst-orta gelir grubundaki ülkeler kategorisinde Çin, Bulgaristan, Malezya ve Romanya'nın ardından 5'inci sırada. Küresel Rekabet Endeksi, bu alandaki ikinci önemli endeks olarak, rekabetçilik düzeyiyle ilgili göstergeler çerçevesinde ülkelerin sıralamasını belirliyor. Rekabet endeksinde İsviçre, Amerika, Singapur, Hollanda ve Almanya ilk beşte yer alıyor. Türkiye 2017’de 137 ülke arasında 2 sıra ilerleyerek 53.’lüğe yükseldi. Ar-Ge Yoğunluğu, Ar-Ge yoğunluğu, Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) içerisinde Ar-Ge faaliyetlerinin hacmini, başka bir ifadeyle Ar-Ge harcamalarının düzeyini gösteriyor. TÜİK’in yayınladığı Ar-Ge Faaliyetleri Araştırması’na göre Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının GSMH içindeki payı 2016`da %0,94’e yükselerek 2001’den itibaren en yüksek düzeyde. Bununla birlikte bu oranın %’1’e dahi ulaşmadığını görmek bu alanda alınması gereken yol olduğunun göstergesi. Endekslerde ilk sıralarda yer alan ülkelerin Ar-Ge ve inovasyona yaptıkları yatırımların boyutu Türkiye ile karşılaştırılabilir düzeyde değil. Güncel verilere göre, Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı açısından İsrail, Kore, Japonya ve İsveç ilk sıralarda yer alan ülkeler. Bu oran İsrail’de %4,26, Kore’de %4,22, Japonya’da %3,28 İsveç’te 3.26. OECD üyesi ülkelerde ise bu oranın %2,54 seviyesinde olduğu görülüyor. Tek başına Samsung’un Ar-Ge ve inovasyona yaptığı yatırımın Türkiye’nin yaptığı yatırımın iki katı düzeyinde olması durumu açıklamak için oldukça çarpıcı bir veri. Temelde inovasyon lideri olan ülke deneyimlerine baktığımızda bu konuda iyi yapılandırılmış ve uygulanabilir ülke politikalarının bulunduğunu gözlemliyoruz. Örneğin, İsveç`de devletin resmi kurumu olan Vinnova, inovasyon koşullarını iyileştirmek ve aynı zamanda ihtiyaç odaklı Ar-Ge ve inovasyon projelerini finanse ederek sürdürülebilir büyümeyi teşvik ediyor. Ayrıca bu alanda başarı için ayrılan kaynaklar, nitelikli fiziksel altyapı olanakları, kaliteli insan gücüne yatırım önemli faktörler olarak öne çıkıyor. Türkiye’deki Firmaların Ar-Ge ve İnovasyon Performansının Stratejik Analizini içeren ve bir proje çerçevesinde yürüttüğümüz çalışmada kapsamlı finansal ve ekosistem analizi sonrası elde edilen bulgulara göre temel sorunlar ve odaklanılması gereken konular olarak şunlar öne çıkıyor; • İyi yapılandırılmış bir Ar-Ge ve inovasyon stratejisi • İnovasyon kültürünün yaygınlaştırılması ve yerleştirilmesi • Yetişmiş nitelikli işgücü ve bu alana yönlendirilmesi • Yaratılıcılığı engelleyen yapısal sorunlar (eğitim sistemindeki boşluklar) • Fonların arttırılması ve teşviklerin beklentilere yönelik olması • Finansal destek mekanizmalarının iyi aktarılması • Üniversite –sanayi işbirliğinin etkin hale gelmesi • Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması • Katma değer yaratan sektörlere geçişin iyi planlanması • İnovatif fikirlerin ticarileşmesine ilişkin sürecin iyi yönetilmesi Başarılı inovasyon yönetiminin temel anahtarı, yenilik için tüm alanlarda iyi tanımlanmış politikalara ve açık bir sürece sahip olmak. Gelişme ve ilerleme için çözüm; tüm bu konuların her birine ayrı ayrı odaklanarak sürdürülebilir ulusal inovasyon politikası oluşturmak.     Bugüne kadar, ülkemizde üretilen verilere güvenerek iş yapılabileceğini söyleyen hemen hemen hiç olmadı. Verilere güvensizlik son derece yaygın. Bilgi toplumu koşullarının hızla geçerli olmaya başladığı “veriden değer üretildiği” bugün geldiğimiz noktada,“veri boşluğunu” doldurmadan, kararlı ve hızlı büyüme iddiaları sözde kalır.    Veri konusundaki boşluğumuz, rekabet gücü yaratmanın temel gücünü oluşturan “analitik yetkinlik” alanına da yansımakta.    Bilim ve Teknolojiye para/kaynak ayırmak konusu olarak bakmamak lazım. Sorun bir para/kaynak sorunu değil; sistem sorunu ... Var olan düzende ne kadar para ayırsak da çok fark etmez. Çok daha fazla para ayırsak da yapısal dönüşümleri yapmadıkça fayda vermez.Sadece israf artar.Bize başkalarının açık pazarı olmamız ile neticelenecek ve teknolojik açıdan tümüyle dışa bağımlı hale getirecek Almanya’nın Endüstri 4.0’ı, Japonya’nın Toplum 5.0’ı, İngiltere’nin Katapult’u değil, Büyük Türkiye’nin "Milli Teknoloji Hamlesi" gerek.Endüstri 4.0'ı anlamamaktan acıklısı, anlayıp da pozisyonel siyasi slogan peşinde koşarken yurda treni kaçırtacak boş laflarla vakit kaybetmektir.Endüstri 4.0 aşamasını yakalamak için Türkiye ne yapmalı?(*)  Sevindirici olan şu: Ülkemizde, daha önce “kümelenme” ve “ inovasyon” konusundaki gelişmelerden farklı bir “Endüstri 4.0 aşaması kavrayışına” tanıklık ediyoruz. Endüstri 4.0 aşamasıyla ilgilenenlerin yaygınlığı kadar bilgi derinliği ve nitelik arayışı da umut verici. Firmalar kendi açılarından çabalarını artırırken, siyasi irade ve bürokrasi de uygun bir yol haritası oluşturma konusunda olumlu bir yaklaşım sergiliyor. Bugüne kadar gözlediğim eksiklik ise, gelişmeleri küresel bağlamıyla izleyen, sürekli bilgileri güncelleştiren ve ihtiyacı olanlarla paylaşan bir “rasyonel otorite merkezi” oluşturulamamış olması. Ne yapmalı? I- Dinamik farkındalık düzeyini yükseltmeliyiz Ülkemizin Endüstri 4.0 aşamasını yakalamasının ivedi sorunu, mevcut durumu nesnel bir envanterle kavramaktır. Uyum sürecinde hızlanacak olan algı ve bakış açılarını yakalamak ancak nesnel bilgi ile mümkün. Çok değişkenli sorunları içerdiği için sade başlıklar halinde değinilen “ dinamik bilgi içeriğinde” nelerin bulunması gerektiğini paylaşalım: i)Bağlantı, iletişim ve işbirliği potansiyeli: Bağlantı, iletişim ve işbirlikleri doğrusal değişmenin ötesinde üstel büyüme aşamasına geçti.Ulaşabilirlik ve erişebilirlik değişmeleri geometrik dizilerle artıyor: Web bağlantıları ve sensörler veri üretimini de üstel büyüyor. Mobil iletişim, erişebilir alanları genişletiyor. Makine öğrenimi ve büyük verinin oluşması kolaylaşıyor. Veri analitiği önem kazanıyor. Verinin değere dönüştürülmesi hayati öneme sahip. İç veri tabanı ve yönetme sistemleri oluşturulması gerekiyor. Bilgi teknolojileri altyapılarına yatırımlar ivedilik arzediyor. Bilgi paylaşma sistemlerinin işletilmesi yeteneklerini geliştirenler rekabet avantajı sağlıyor . Veri kalitesi ve güvenliğini artıran kazançlı çıkıyor. İşbirlikleri alanlarını geliştirmek değer yaratma zincirinde var olmanın gerek şartı haline geliyor. Düzenleyici ortamın iyileştirilmesi/ Yasal çerçeveleri tam zamanında yapmak önem kazanıyor. ii)Süreç ekosistemlerini değiştirme potansiyeli: Süreçlerin hızlanması, süreç kontrolünde ileri düzeylere erişilmesini yakından izleyerek farkındalık düzeyini diri tutmanın önemini artırıyor. Süreçlerin hız ve esnekliklerinin artması, üretimin her aşamasını etkiliyor. Süreç kontrollerinin eşzamanlı yapılması, sabit maliyetler kadar değişken maliyetlerde de önemli düşüşlere yol açıyor; sıfır marjinal maliyetle üretim yapabilme koşulları oluşuyor.Geri-bildirim döngüsü ve ince ayar yapma olanakları artıyor. Süreç optimizasyonunun ileri düzeylere erişmesi vakit ve nakit kazancı sağlıyor. Açığa çıkan sermayenin yönetme stratejisi, hem teknolojik işsizliğe çözüm hem de dengeli bir gelişme için önemli bir yönetim sorunu haline geliyor. iii)Ürün ekosistemini ve doğasını değiştirme potansiyeli: Endüstrinin daha önceki aşamalarında ürün tasarımı, model üretimi, pilot uygulama ve ticarileştirme farklı yapıdaydı. Bugün bilgisayar olanaklarındaki tasarım kolaylığı, üç boyutlu baskı ve eklemeli üretim teknolojisindeki gelişmeler bizi ürün ekosistemi ve ürün doğasındaki değişmerle yüzleştiriyor: Yeni ürün geliştirmenin hızı artıyor. Ürün bileşenleri farklılaşıyor. Ürün bileşenlerinde yeni kombinasyonlar gerekiyor. Her ürün bir algoritma ve yazılım içeriyor. Bağlantı olanakları ürün işlevini değiştiriyor. Ürünler veri üretiminin araçları haline geliyor. Ürünlerin ulaşabilir ve erişebilir alanı genişliyor. Büyük veri, veri analitiği ve veriden değer üretmenin önem kazanıyor. Tüketici- ürün ilişkilerini farklılaştıran yeni bir kültür oluşuyor.Ürünlerin yaşam biçimi ve yaşam tarzlarımızı etkilemesi yaygınlaşıyor. Akıllı ve bağlantılı ürünler her geçen gün yaşamımıza daha derinden dokunuyor. iv)İşgücü profili ve meslek doğasını değiştirme potansiyeli: Bugüne kadar ki gelişmeleri izlediğimizde bazı göstergeler gidişatı bize net biçimde anlatıyor: Teknolojinin insan performasını artırma işlevinin, insanın yerini almaya evrilmesi teknolojik işsizliği önemli bir sorun haline getiriyor. Uzmanlık alanlarının ve derinliklerinin farklılaşması yeni bir eğitim sistemi gerektiriyor.Uzmanlık bilgisinin sürdürebilirlik koşulları değişiyor. Disiplinlerarası ilişkilerin yaygınlaşması da sürekli kendine yatırım ihtiyacını artırıyor. İşgücü eğitim ihtiyaçlarının farklılaşması ekonomideki bütün sektörlerin temel sorunu olarak öne çıkıyor. v)Yeni değerler sistemi, kültür ve ekonomi yaratma potansiyeli: Endüstri 4.0 aşamasının bütün sistemi etkileyen niteliksel değişmeleri sistemleri etkiliyor. Algı, anlama ve değerlendirme koşulları değişiyor. Yeni değerler sistemi, üretim ve tüketim kültürü oluşuyor. Mitolojik bilinç, teolojik bilinç, ideolojik bilinç yanında teknolojik bilinç ve psikolojik bilinç yeni boyutlar kazanıyor. Üretim ve bölüşüm sisteminin farklılaşması, rekabet algısının ve sisteminin değişmesi yeni bir ekonominin oluşmasını hızlandırıyor. II- İnternet ve bulut altyapılarına yatırım yapmalıyız Endüstri 4.0 aşaması internet ve bulut yapıları üzerinde kuruludur. Bağlantı imkanları ve bağlantı maliyetleri sosyo-ekonomik değişkenin itici gücüdür. Bu açıdan bakıldığında ülkemiz, sabit, uydu ve mobil iletişim altyapılarını hızla geliştirmek zorundadır. Bilgi işlem platformları oluşturmak Endüstri 4.0 aşamasına geçişin gerek şartıdır. Bütün dünyada teknolojik öncülerin çabalarıyla “bağlantı maliyetleri” hızla düşmektedir. Bağlantı altyapılarıyla birlikte “bağlantı maliyetlerinde” de uluslararası piyasada iş insanlarımızın “şans eşitliğini koruyan” yatırımlar ve yasal düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Somut bir örnekten yola çıkarsak, Güven Sak’ın yazısında altını çizdiği gibi, G.Kore’ de kilometre karede 6 bin metre fiber optik kablo ağı varken, bizim ülkemizde bu rakam kilometre kare başına 300 metre ise, ülkemizin yatırımlardaki önceliği de bellidir. Bağlantı, iletişim ve işbirliklerinin önünü açacak olan kolektif yatırımların, işyerleri ölçeğindeki yatırımlarla da eşzamanlı desteklenmesi gerekir. Akıllı ve bağlantılı ürünlerde rekabet edebilir gelişme yaratmak istiyorsak, bağlantı altyapılarını rakiplerle eş düzeye çıkarmak da ortak sorumluluğumuzdur. Büyük veriden değer üretme yapılarını oluşturmadan, sağlıklı bir endüstri 4.0 aşaması geçişi çok zordur. III- Bilgisayar, sensör üretme ve satın alma stratejisi gerekli Endüstri 4.0 aşaması bilgisayarlardaki gelişme ve sensör teknolojisine bağlıdır. Ülkemiz, bilgisayar ve sensör üretimi ve satın almaları için stratejilerini hızla belirlemelidir. Geçmiş dönemlerde fuarlarda makine satın alınırken yapılan yanlışları ve kaynak israfını bu aşamada tekrarlamamalıyız. Ülkemizin odaklanmak istediği rekabet alanlarına göre bilgisayar ihtiyacı ile sensör ve diğer donanım ihtiyacının yurtiçinde üretilme olanakları, satın alma koşulları belirlenerek ihtiyaç sahibinin erişebilmesi sağlanmalıdır. Aynı ya da benzer sensörleri bilinçli bir alıcı 100 dolara alırken, bilinçsiz bir alıcı 500 dolar ödeyebilmektedir; ciddi kaynak kaybıdır. Endüstri 4.0 aşamasına geçiş sürecini en uygun yol ve yöntemle yapabilmemiz için belirtilen stratejinin ivedilikle saptanması ve paylaşılması gerekmektedir. IV- Rekabet edebilir alan seçimi yapmalı Ülkemizin Endüstri 4.0 aşaması için ivedilikli gündemlerinden biri de, bugünkü birikimlerimizi dikkate alarak rekabet üstünlüğü yaratacak alanların seçilmesidir. Böyle bir seçim, gereksiz ve uzun soluklu olmayacak yatırımlarda boş yere kaynak harcamayı önler. Ayrıca, yatırım malları ve ara mallar satın alınmasında odaklanmayı kolaylaştırır. Doğru yatırım yapılması için yer seçiminden yatırım mallarına, ara mallarından, iç ve dış pazarlara erişilebilirliği sağlamak için aktörlerin işini kolaylaştırır. Birikimlerimizin rekabet edebileceğimiz alanlara yönlendirilmesi ve odaklanması Endüstri 4.0 aşamasına uyum gereklerinden bir diğeri olarak algılanmalıdır. V- Proje-odaklı özel teşvik sistemiyle uyum sürecini hızlandırmalı . Geleneksel üretim alanlarını ileri-teknoloji odaklı yüksek katma değer içeren ürünlere yönlendirmek için de, Endüstri 4.0 aşamasına uyum için de mevcut durumu nesnel anlatan bir “envanter” gerekiyor. Kalkınmanın üç ayağını unutmayalım: Net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma. Gelişmeler hakkında net bilgi, mevcut durum hakkında net bilgi, geleceği yönlendiren eğilimler hakkında net bilgi sahibi olursak, proje-odaklı, öncelikleri gözeten, yatırım izinleri kadar, yatırım ve işletme dönemlerinde ödünsüz gözetim ve denetim yapabilen mekanizmalar oluşturabiliriz. Strateji kavramını içeren proje- odaklı teşvik sistemleri de etkili bir gelişme aracı olacaktır "Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır." Sağlıcakla kalın! Yüreğinizdeki sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" Kadar temiz tüm insanların, günleri hep aydınlık olsun! ---------------------- Referanslar Aras Güler, Tezcan Nuray, Furtuna, Özlem Kutlu, Aybars Aslı (2015) Firmaların Ar-Ge ve Inovasyon Performansının Stratejik Analizi ITO. (http://www.ito.org.tr/itoyayin/0001762.pdf) TÜİK (2018), “Ar-Ge Faaliyetleri Araştırması, 2018” WIPO (2018), “The Global Innovation Index 2017: Innovation Feeding the World” Report World Economic Forum (2018), “The Global Competitiveness Report 2017-2018” (*) Rüştü Bozkurt,"Endüstri 4.0 aşamasını yakalamak için Türkiye ne yapmalı?" Dünya Gazetesi.03 Ekim 2017 (**) https://core.ac.uk/download/pdf/82084599.pdf   (***)https://journals.fe.up.pt/index.php/IJMAI/article/view/249/145  (****)https://mck.co/2LHZrf2 Retweetledi: Melike Beykoz Okuma önerisi... GAFA (Google,Amazon, Facebook,Apple) geleneksel finans sistemlerini nasıl sallıyor? Dünyada gerçek bir devrim yaşanıyor...https://bit.ly/2ZkqBvf (-----)Davos’da   Biyoloji ve “VERİ”’nin(*) bugünkü bilişim kapasitesiyle bir araya geldiğinde,  yakın gelecekte doğurabileceği benzersiz tehlikelere dikkat çekilmiş.  İşte o konuşmanın önemli başlıkları kolay okunması için derlendi:   i-.​Dolayısıyla “VERİ” 21. Yüzyılın ekonomisinde yeni bir ürüne dönüşecek. ii.​Tekstil, otomobiller ya da silahlar değil; bedenler ve zihinler geliştireceğiz. v.​Yaşamın neye dönüşeceğini “VERİ”yi yönetenler belirleyecek. vi.​”VERİ”yi kontrol edenler sadece insanlığın değil, yaşamın geleceğini tanımlayacak. vii.​”VERİ” dünyanın en önemli varlığı haline gelecek. viii.​Geçmişte bunun karşılığı araziydi. ix.​Ancak bu çok küçük, kısıtlı bir zümreye aitti. x.​Endüstri çağında makinelerin önemi arazinin değerini geride bıraktı. xi.​Çok sayıda makinenin az sayıda insanın hizmetine girmesi insanlar arasında sınıfları doğurdu. Sermaye ve işçi sınıfı böyle doğdu. xii-.​Bugün ise “VERİ”, makinelerin yerini alıyor. xiii.​Ve aynı şekilde “VERİ”nin kontrolü az sayıda insanın eline geçerse insanlık sınıflara değil, farklı türlere ayrılacak. xiv-.​”VERİ” önemli; çünkü, bugün sadece bilgisayarlara değil, organizmalara da müdahale edebiliyor, onları bir anlamda ‘hack’ ediyoruz.  

Dünya Üniversitesi Yaratmada Vizyon Arayışları: Yeni Zihin Haritası

ilk söz: "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. " Encyclopedia Britannica, üniversite sözcüğünün kökeninin Latince universitas magistrorum et scholarium sözcüklerinden kaynaklandığını belirtiyor; kabaca eğitmenler ve âlimler topluluğu anlamında... Bugünkü anlamda üniversitenin ilk nüvesinin 9. yüzyılda Salerno’da (İtalya) bir tıp okulu olarak ortaya çıkmış olduğu düşünülüyor. Daha sonra 11. yüzyılda Bologna, 1150’de Paris ve 11. yüzyılın sonunda Oxford, günümüzün çağdaş üniversitelerinin öncülleri olmuş. 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde üniversiteler artık çekirdek bir müfredat çerçevesinde yedi liberal sanat dalında eğitim sunmaktaymış: Gramer, mantık, retorik, geometri, aritmetik, astronomi ve müzik. 1810’a gelindiğinde ise Wilhelm von Humboldt, Berlin Üniversitesi’nin kuruluşuna yol açan üç temel ilkeyi duyurmaktadır: Araştırma ve eğitimin birlikteliği; eğitimin özgürlüğü ve akademinin özerkliği. Humboldt’un son ilkesi net ve açıktır: Akademik faaliyet, devletlerin kontrolünden ve müdahalelerinden korunmalıdır. Kendisinden kırk sene sonra, 1852’de, John Henry Newman ise üniversiteyi şöyle tanımlamaktadır: “Üniversite, her yerden, her bilim dalından öğrencilerin buluştuğu yerdir. (Orası) Binlerce farklı okulun özgürce katkı sağladığı; aklın özgürce dolaştığı ve paylaşıldığı; buluşların kesinleştirildiği ve mükemmelleştirildiği; yanlışların ortaya çıkarıldığı; aklın akıl ile bilginin bilgiyle çatıştığı yerdir.” Dolayısıyla çağdaş üniversiteler, insanlığın bin yılı aşkın bilimsel faaliyetlerinden süzülüp gelen ilkelerce biçimlenmiştir. Kısaca anımsayalım: Çağdaş üniversiteler bilimsel kuşku temelinde çalışır. Hiçbir dogma, hiçbir önyargı, hiçbir koşullandırma üniversiter faaliyeti yönlendiremez. “İnanç” bilime ait değildir, bilimsel olan kuşkudur. Üniversitelerin zaman ufku hem kısa hem de uzun dönemi kapsar. Üniversiteler, bir yandan öğrencileri toplumun her türlü güncel gereksinimine yanıt verecek şekilde, çağdaş sorunları çözümleyebilecek becerilerle donatarak yetiştirir iken öte yandan da soyutlamalar ve belirsizliklerle yoğrulmuş araştırma alanlarında uzun soluklu, sabır ve cefa gerektiren, sonuçları belki on yıllar sonrasında alınabilecek bilim serüvenlerine girişirler. Üniversitelerin bilimsel ve eğitsel faaliyetleri bir bütündür; bölünüp parçalanamaz, bir faaliyeti diğerinin önüne geçirilemez; hiyerarşi üniversitenin doğasına aykırıdır. Üniversiteler, ekonomik çıkar ve maliyet ilkelerine göre standartlaştırılmış bir ürün, fikir ya da tasarım peşinde olan işletmeler değildir. Üniversitelerin toplumsal çıktısı çok yönlü olmak zorundadır: Araştırma alanında yepyeni fikirler, daha evvelce hiç dile getirilmemiş, düşünülmemiş bilimsel uğraşlar verilir iken eğitim alanında yepyeni insanlara yeni bilgiler aktarılır, yepyeni beceriler kazandırılır. Dolayısıyla üniversitelerin temel uğraşı olarak, bilimsel çabanın başarı ölçütü ticari başarı ya da genel olarak ekonomik kazanç değildir. Bu noktada bir anlam karışıklığının önüne geçmek için açık olmak zorundayım: Üniversiteler “bilimin merkezidir” ama faaliyetleri “inovasyonun merkezi ya da yürütücüsü” anlamına indirgenemez. İnovasyon, kâr amacı güden şirketler kesiminin, bilimsel çabanın sonuçlarını piyasa faaliyetlerine uygulama biçimi olarak ortaya çıkar. Ekonomik getiri amacıyla bilimin uygulanma biçimi üniversitelerin değil, piyasada kazanç-maliyet muhasebesi yapan şirketler kesiminin faaliyetidir ve kesinlikle üniversitenin araştırma önceliğine dönüştürülemez. Dolayısıyla günümüzde çok popüler medyatik kavramlar olan “inovasyoncu üniversite” ya da “üniversite - sanayi işbirliği” gibi sözcükler, ancak ve ancak bilimsel çabayı odağına alan, özerk yönetimi olan ve bilimsel kuşkuculuğu ön plana koyan gerçek üniversiter çabanın bir uzantısı olarak şirketler kesiminde anlam taşıyabilir. Bilimin yönlendirilmesi veya daha geniş ifadeyle bilimsel çabaya müdahale, ister kâr amacıyla isterse siyasi çıkarlar ya da inançlar biçiminde olsun, üniversitenin özüne aykırıdır. Üniversiteler dünyanın her ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de toplumun en önemli kurumları olmuştur, olagelmiştir. Çünkü üniversiteler toplumun sosyal, siyasal, ekonomik olduğu gibi bilim, teknoloji, katma değer üretimi, çağdaş medeniyet seviyesine erişme, velhasıl topyekûn kalkınmanın tümünü içeren nadir kurumlardır. Toplumun dinamikleridir.  Üniversiteler, bilginin üretildiği, saklandığı, biriktirildiği ve sonra da o bilginin kullanılarak ete kemiğe büründürüldüğü bu kutsal mekânlar, aynı zamanda demokrasi kültürünün yeşertilip büyütüldüğü mekânlardır. Bu sebepledir ki; üniversitelerin bireyden devlet yönetimine ne kadar basamak var ise hepsine dokunan ve ülke geleceğinin inşası anlamında önemi çok büyüktür  Üniversitelerin dün de bugün de üç önemli görevi ve misyonu olmuştur. Öğrenci Yetiştirmek, Bilimsel Faaliyetlerde Bulunmak (Bilim Üretmek) ve Toplumun Sorunlarına Çareler aramak. Aristo’dan günümüze birçok aşamalardan geçen “üniversite” ler, hep bu üçlüye ilişkin faaliyetlerde bulunmuş ve şekillenmişlerdir. Bu bağlamda, Üniversite rektör adaylarının sadece öğretim üyelerinin katıldığı seçim sistemi ile  belirlenmesi yanlıştı. Kalkması çok iyi oldu. Üniversitede kısır,seviyesiz bir rektörlük seçim kampanya kulislerinin önünü kapattı. Bunun demokrasi ile de alakası yoktu. Mevcut sistem 12 eylülün ürünü bambaşka bir seçimdi..Sadece öğretim üyelerinin  (Yard.Doçent./Doçent ve profesör) oy kullandığı  bir seçim sistemi ...    Bunun "çalışanı" vardı.... "öğrencisi" vardı...Araştırma Görevlisi vardı...Okutmanı vardı...Uzmanı vardı.....        Dünyanın yaşadığı değişim ve dönüşüm sürecinde serbest piyasa ekonomisi dışında sahneye konan ekonomik modeller, rekabetçi ve yenilikçi iç dinamikten yoksun olmasından dolayı ya kısmen ya da tamamen serbest piyasa ekonomisine dönüşmüşler ve dönüşmeye devam etmektedirler. Küresel oyun kurucularından ve dolayısıyla oyunun kurallarını belirleyen güçlerden bir tanesi AB’dir. Küresel entegrasyonda Türkiye, AB’ye üye olma sürecini bir strateji olarak benimsemiş. Bu strateji; aynı zamanda, Türkiye ekonomisinin istikrar arayışını beraberinde getirmiştir. Bu strateji kapsamında, başlamış olan değişimin, üretim yapısının faktör ve sektörel bileşenleri ile bölgesel dağılımı ve kurumsal çerçevesine de genişlemesi gerekliliği realitesini ortaya çıkarmıştır. Bu ise; gerçekleştirilen ve 2013 tarihinde tamamen yürürlüğe giren yasal değişikliklerle beraber artık, sektör ve firma düzeyinde yapılacak düzenlemelerle gerekli kılmakta. Özellikle, fiyat dışındaki rekabet gücü unsurları, sektörel bazda rekabet avantaj ve dezavantajları, ileri teknoloji ürünlerinin üretiminde sağlanacak performans, sektörel kümeler, KOBİ’ler için strateji geliştirilmesi, hizmetler sektörü ihracatının rekabet gücünün artırılması, imalat sanayinde inovasyon modelleri, verimlilik artışı için izlenmesi gereken politikalar, yenilikçilik ve girişimciliğin önünü açacak politikalar gibi alternatifler üzerinde yapılacak çalışmalar ile, Türkiye’yi uluslararası piyasalarda rekabet yarışında öne çıkartacak bir ekonomik yapının yolunu açacaktır.        Dünya genelinde yaşanan ekonomik gelişmeler mikro boyuttaki yansımaları işletmelerin genetik kodları (müşteri, teknoloji, mamul, üretim süreçleri/teknolojisi, insan kaynakları, yönetim tarzları, işletme içi iklim koşulları, işletmenin kurumsal kültürü vb.) üzerinde olmuştur. Bu yansımalar zamanla ekolojik değerleri de içine alarak ekolojik açıdan sürdürülebilir gelişmeye (EASG) dönüşmek zorunda kalmıştır. EASG kapsam açısından küresel bir olgudur ve çokuluslu işletmeler bu perspektifi benimsemişlerdir. Bu bağlamda; bir anlamda ulusal/uluslararası ve küresel işletmelerin gereksinim duyduğu elemanları yetiştirmek misyonuna sahip üniversitelerin yapması gereken hareket tarzı (strateji) yerel davranıp küresel düşünme olmak zorunda. Bu yönde strateji geliştirmenin yolu şebeke ve koalisyon biçimdeki güçleri yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası platformlarda ya da düzlemlerde bir araya getirmek ve “düşük maliyet rekabet stratejisi” yerine “bilgi yoğun sektör aracılığı ile katma değer yaratma” olmak zorunda.      Avrupa komisyonu, Partnership a New Organisation of Work, Green Paper (Yeni bir çalışma örgütlenmesi için partnerlik) başlıklı yeşil raporda, çalışma örgütlenmesine ilişkin gelecek için yaşamsal önem taşıyan bir Avrupa yaklaşımı belirledi. Bu yaklaşım bütün üye devletlerce uygulanmakta olan yeni istihdam politikasının ana çerçevesini oluşturmuştur. Bu çerçevede; işletmelerin kendi içlerinde, birbirleriyle ve eğitim kurumlarıyla yeni ilişkiler geliştirmeye gereksinmeleri var. Avrupa iş ve teknoloji konsorsiyumu başarılı pratiklere dayalı yeni bir politika kuşağı geliştirmek üzere partnerleriyle bir araya gelip bir dizi ulusal araştırma kurumu üzerinde çalışmaları başlattı. İstihdam sorunlarına bu nitelikli işgücü istihdamı ve eğitimi kritik bir öncelik olarak bu politika içinde önemli yer tutuyor. Diğer yandan; dünya küresel piyasa ekonomilerine doğru gitmekte ve yatırımlar ve faaliyetler her zamankinden daha büyük boyutta sınırları aşmaktadır. İşletmeler ve diğer kuruluşlar, hiç olmadığı kadar karmaşık düzenlemeler ve faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Risk yönetimi daha önemli hale gelmektedir. Bilgi teknolojileri hızla ilerlemeye devam etmekte ve Internet küresel iletişimi tümüyle değiştirmekte.     İşletmelerin / üniversitelerin faaliyetlerini etkin ve verimli olarak sürdürebilmeleri değişen koşullara uyum sağlamalarına ve doğru kararlar almalarına bağlı. Bu bağlamda; kurum / kuruluşların temel yeteneklerinin sürekliliği, kurum / kuruluşların; değişen koşullara uyum sağlamalarına ve doğru kararlar almalarına bağlıdır. Doğru kararlar da işletmelerde doğru ve özlü bilgi akışı ile mümkün. Daha açık bir deyişle etkin, etkili kurum / kuruluşların bilgi sistemi ile mümkün. Bu bağlamda; üniversite mezunlarından, sadece yatırımcılar ve kreditörlerin gereksinimlerine değil aynı zamanda diğer finansal ve finans dışı bilgi kullanıcılarının bilgi gereksinmelerini de hizmet etmeleri beklenmekte. Üniversite mezunlarının, bu hizmetleri yerine getirebilmeleri de iyi bir üniversite eğitimi ile mümkün. Bu da üniversite eğitimin de yeni paradigmaların ortaya konmasını zorunlu kılmakta.“Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında” ;Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabalar… Bu ülkü ile “Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme çabalarına bağlıdır…… Başka bir deyişle;ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme isteği, bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer yandan kolektif ruh / irade varlığını bağlıdır. çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme çabaları ve bu çabaların elli yıllık panoroması… Sonra ...Sonrası malum!…      'Academic Ranking of World Universities'' in her sene belirlemiş olduğu sıralamda ilk 500 içersinde yer alan üniversiteler “Dünya çapında üniversite” yaratma vizyonunu nasıl  gerçekleştirmiştir? Bu soruyu yanıtlayabilmek için;''Academic Ranking of World Universities''in her sene belirlemiş olduğu sıralamada ilk 500 içerisinde yer alan üniversitelerin genetik kodlarını deşifre etmek gerekir. Bu üniversitelerin ülke bazında dağılımı; 7 tanesi Avusturya, 45 tanesi Almanya, 2 tanesi Polonya ve 2 tanesi de Macaristan Üniversiteleri yer almakta. Dünya çapında en iyi 500 Üniversitesinin sıralamasında; en başarılı dünya üniversitelerinin ortak paydası, temelde üç genel başlıkla altında toplamak mümkün:   i. Yüksek nitelikli insan kaynağı (yüksek orandan uluslararası öğretim üyesi ve öğrenci);  ii. kamu ve kamu dışı mali kaynak aktarımında tam destek;  iii. Olumlu ve özerk yönetişim.  Bu bağlamda;  i-Bir dünya üniversitesi kurmak için gerekli olan yüksek malî harcamayı göze alabilecek devlet desteği; ii-Hükümet ve üniversite yanında belediye, özel sektör, enstitü gibi başka fon yaratıcı güçlü kurumların varlığı; iii-Kamu bütçelendirmelerinde eşitlikçilik önyargısının ortadan kaldırılmış olması; iv-Hukukî ve malî özerklik; v-Akademik özgürlük; vi-Etkili ve profesyonel yapı, vii-Üniversite içi ve dışından üyelerle oluşturulmuş  yönetim kurulu; viii-Yönetim kurulunun etkin ve etkili olarak faaliyeti,  İx-Güçlü liderlik ve cesur vizyon; x-Vakıf kurma, xi-Mülk edinme, xii- Bütçe oluşturup geliştirme, xiii-Maaş belirleme, xiv-Akademik ve idari görevlilerle sözleşme imzalayıp, feshetme hakkı; xv-Stratejik plan; Güçlü olunan alanların belirlenmesi, kalite güvencesi, rekabet kültürü ve akreditasyon (dış değerlendirme); xvi- Sürekli iyileşme ve değişime açık olma; xvii-Gerektiğinde kurum kültürünü değiştirerek krizleri aşabilme; xviii--Akademi dışındakileri dinleme alışkanlığı ve kurumun gittiği yönle ilgili stratejik öngörü sahibi olma; xix-Yönetim vizyonunun gerekirse değişen yerel kalkınma fırsatlarına uygun şekillendirilerek yenilikçi müfredatlar oluşturulması; xx-Yönetim kurulunun rektör, rektörün dekan seçiminde kurum öğretim üyelerinin de görüşünü alarak, atama mekanizmasını bağımsız kararlar ve uzmanlığa dayandırması; xxi-Başarı ve mükemmeliyet felsefesi olan, güven verici, kararlı tavır sahibi, yönetim yeteneği ve başarılı bir araştırma kariyeri olan sorumluluk alan kalıcı liderler; xxii- Eleştirel düşünme, yenilikçilik, özgünlük ve yaratıcılığın teşvik edilmesi; xxiii-Yönetimin hem iç hem de dış-paydaşlardan özerk olabilmesi; xxiv-Yönetimin akran değerlendirmesine  önem vermesi; xxv-Liderlerin, vizyonun belirlediği misyon ve amaçların uygulamaya konulması hedefiyle kurum içi çalışan muhalefetine rağmen gereken önlemleri alabilmesi; xxvi-Üniversite giriş puanları gibi ayrıntılara odaklanmak yerine stratejik mahiyette ileriye dönük yenilikçi vizyon geliştirme; Uluslararası sıralamaları belirleyen araştırma görünürlüğünün aynı zamanda kuruma kabuldeki öğrenci rekabetini de etkilediği gerçeğini vizyonunun parçası kılma; xxvii-Statükoya meydan okuyabilen, mükemmeliyet vizyonuna sahip öğretim üyeleri; “Seçkin” sözcüğünü olumsuz algılamayan ve sanayi ile işbirliğini küçük görmeyen bir akademik ortam; xxviii-Performansa dayalı, başarının cezalandırıldığı değil, ödüllendirildiği bir finansman anlayışı; xxix-Bağışçıların ve üniversiteden hizmet alanların malî katkılarının yüksekliği; xxx-Öğretim üyesi ve akademik yönetici maaşlarının yüksekliği; xxxi-İdari personelin maaş ve çalışma ortamı memnuniyeti; xxxii-Öğretim üyesi ve öğrenci seçiminde pozitif ayrımcılık ve diğer kısıtlayıcı kabul politikalarının olmaması; xxxiii-Endogami ve nepotizmin (mezunların aynı kurumda öğretim üyesi olması ve kayırmacılık) önlenmesi; Araştırmanın her düzeyde entegre edilmiş olması; xxxiv-Eğitimde nitelikli öğretim donanım ve etkinlikleri, yenilikçi müfredatlar, farklı görüşlere açıklık ve pedagojik yöntemler; xxxv-Uluslararasılaşmaya verilen özel önem doğrultusunda ülke dışı en iyi üniversitelerle verimli ortaklıklar; xxxvi-Farklı şehir ve ülkelerdeki kurumlardan gelen/giden öğretim üyesi ve öğrencilerin yüksek oranı; xxxvii-Donanımlı alt yapı ve tesisler; xxxviii-Öğrenci sayılarının gereğinden fazla olmaması; xxxix- Özenle seçilmiş lisans üstü öğrenciler; XL-Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora öğrenci burs miktarlarının yüksekliği; XLİ-Sınırlı bürokrasi; XLİİ-Çok uluslu şirketlerden sağlanan  araştırmalar ve araştırma gelirleri; XLİİİ-Kendini çeviren araştırma bütçeleri ile proje maliyet masraflarının (overhead) yeni hibeler sağlamak için kullanılmasıyla sağlanan süreklilik.      Batı’da Rönesans sonrasında ve takip eden Aydınlama Çağı’nda bulgu ve buluşların üniversite dışında gerçekleştirilmesiyle ortadan kalkan bilgi monopolü üniversiteyi hızlı bir intibak sürecine girmeye zorlamış. Üniversite artık yönetici elitin değil, bilgi talep eden toplumun beklentilerine göre şekillenmekte. İşinin gereğini yapma yerine, “herkesin abisi” olma yolunu tercih edenlerin bilgisizliği, ilkesizliği, kuralsızlığı, ölçüsüzlüğü ile onlara alkış tutanların bolluğu , ülkemizin çok şeyleri yitmesine yol açtı; yol açmaya da devam ediyor.Toplumsal bir rol kazanıp bürokratik, teknokratik veya meslek elitizmi yaratmanın dışına taşan üniversitenin artık çok çetrefilleşen yönetiminin bilimsel kriterlere göre şekillenmesi gerekmekte. Dünya çapında bilgi üreten ve yayan kurumlar amatör ligi çok önceden terk etmiş durumda. Bugün profesyonel yöntemlerle yönetilen bu üniversiteler, disiplinler arası araştırma, aynı zamanda nitelikli öğretim ve topluma hizmet odaklı; uluslararası, kozmopolit, dış dünya ve piyasaya açık yapılarıyla “multiversite” olarak adlandırılmakta. Üzülerek belirtmek gerekir ki; Türkiye’de, sosyal grup ve sınıflar üniversiteyi çekip çevirme anlamında hâlâ ayrıcalıklı bir konum iddiasında bulunabilmekteler. Üniversite her zaman kendisi dışındaki dünyayı eleştirerek onun değişmesi gerektiğini düşünen pozitif anlamda bir lokomotif olması gerekmekte. Eş zamanlı olarak yerel ve küresel işletme beklentileri çerçevesinde üniversite eğitimi sisteminin stratejik master planının geliştirilmesi ve bu plana iş çevrelerinin desteğinin sağlanması en önemli bir kilometre taşı olacağı kesin. Bu stratejik master plan 2023 / 2071 yılına kadar uygulandığında gelecek için yaşamsal önem taşıyan yeni Avrupa istihdam politikasının ana çerçevesine uyum sağlanmasını ve dolayısıyla nitelikli elemanlarının yetiştirilebilmesi sağlanabilecektir. 2023 /2071 yılı Türkiyesi’nin gereksinimlerini karşılayacak bu yapılanmada en önemli görev üniversitelere düşmekte. Fizikteki birleşik kaplar kuralı gereği toplumun hemen her kesiminde düzeyin giderek düştüğünü gözlemlemek mümkün.....İşinin gereğini yapma yerine, “herkesin abisi” olma yolunu tercih edenlerin bilgisizliği, ilkesizliği, kuralsızlığı, ölçüsüzlüğü ile onlara alkış tutanların bolluğu , ülkemizin çok şeyleri yitmesine yol açtı; yol açmaya da devam ediyor..."Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında" Kurumsal yönetimle ilgili  dört temel ilkeyi benimsemek(Adillik, Şeffaflık, Hesap verebilirlik ve Sorumluluk).Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabaları ve bu ülkü ile "Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme inancı olmalı  Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme, bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirmek Üniversitelerde rektör seçimi, adaylar kadar oy verenlerin demokrasi algılarının  bir göstergesi.Bu algıların  neye göre şekilendiği de ayrı bir tartışma konusu. Türkiye'de rektörlerin atanma süreci Yüksek Öğretim Kurulunun tercihi ve Cumhurbaşkanı'nın onayı ile gerçekleşiyor.Kim ne derse desin Cumhurbaşkanlığı ataması da belirli bir seçim sürecinin sonucu. Cumhurbaşkanlığı makamıda  Yükseköğretim Kurumunun   belirlediği  bir adayı  atamakta , Son olarak "Her yönetim kendi ekibiyle çalışır." "Bundan doğal ne olabilir ki?... Dün olduğu gibi bugün de tüm kurum ve kuruluşlar da temel parametre zamana uyum kapasitesi. Diğer bir deyişle, Sürdürülebilir yetenekleri geliştirebilme kapasitesi.... 01.03.2019 tarihinde Ankara ‘da katıldığım bir toplantıda ” Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız.Bu bağlamda ,."muhatap alarak yüceltmek" veya "meydanı boş bırakarak beslemek" ikilemine düşmemek için ve hak arayan, doğru bildiğini ortam gözetmeden söyleyen, adaleti ve hakkaniyeti arayan, tüm  üniversiteyi; hak bilen meslektaşlarımla birlikte yönetmek için  vermiş olduğum kararın ne kadar doğru bir karar olduğunu bir kez daha teyit ettim. Bu arada  "Yaptığına üzülmek başka, yapmadığına üzülmek bambaşka". Olgu ile olanak farkı.Bu algıların  neye göre şekilendiği de ayrı bir tartışma konusuTürkiye'de rektörlerin atanma süreci Yüksek Öğretim Kurulunun tercihi ve Cumhurbaşkanı'nın onayı ile gerçekleşiyor.Kim ne derse desin Cumhurbaşkanlığı ataması da belirli bir seçim sürecinin sonucu. Cumhurbaşkanlığı makamıda  Yükseköğretim Kurumunun   belirlediği  bir adayı  atamakta , Bu atamaları "millet"i "elit"in zıddı olarak konumlandırmak kadar yanlış bir anlayış olamaz.Çünkü, "Elit" kavramı;  kişilerin belirli alanda kendini geliştirmiş, uzun soluklu liyakat sergileyen, hukuk, tıp, siyaset gibi özellikle alanlara adanmış, derin eğitimli, disiplinleri, başarıları veya erdemleriyle öne çıkan kişilerdir. Türkiye’de bir elit kesim var mı? Kelimenin asli anlamına sadık kalacaksak, hayır, yok. İyi okullarda okumanın avantajı oluyor tabii ama yerleşik elit bir kesimden söz etmek mümkün değil.Lordlar Kamarası’nı düşünün. Asiller aynı zamanda yargıç görevi yaparlar. Türkiye’de bu bağlamda elit bir zümre yok. Yerleşik asilleri olmayan bir ülkede elite ve elitizme tepkinin yanlış yönlendirilmiş olduğunu düşünüyorum. Tepki, nepotizme, aferizme, kayırmacılığa, bizden olsun çamurdan olsun anlayışına olmalıydı. Bu ülkenin entelektüeli çoğu kez orta ve alt gelir grubunda ki ailelerin çocuklarıdır. Haksız kazançla gelen itibarla entelektüelizmi birbirinden ayrı tutmak lâzım.Bu bağlamda,“Anti-elitism bu kesimi hedef alıyor. Emek, adanmışlık, süreklilik sonucu ulaşılan kazanımları küçültüyor, genç kuşaklara rol modeli olması beklenen ehil dehaları sıradanlaştırıyor, meydanı ‘kifayetsiz muhteris’ dediğimiz kişiliklere açıyor. ‘Picasso da kimmiş, ben de onun kadar çizerim’ ya da ‘Osmanlı tarihini bilsem ne yazar?’ şeklindeki ruh hali yaygınlaşıyor.”Bu notumuz burada kalsın.Son olarak "Her yönetim kendi ekibiyle çalışır. "Bundan doğal ne olabilir ki? ..     Belirli sosyal grup ve sınıfların üniversiteyi çekip çevirme anlamında ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarına Cumhurbaşkanımızın son vereceğine inancım tam. Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ne İlişkin Projelerimin özeti (*): Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi kapsamında, yükseköğretim kurumlarının sürdürülebilirlik konusunda yaptıkları çalışmalar ve imzaladıkları deklarasyonlar incelendiğinde, Türkiye’deki üniversitelerin yaptıkları çalışmaların henüz başlangıç aşamasında olduğu görülmektedir. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi'nin kurumsal sürdürülebilirlik stratejisinin odağında öncelikli olarak yer alması gereken konular bağlamında projelerimiz aşağıda özetlenmiştir. 1. Sivil Toplum Destekli Girişimci Üniversite Modelini Hayata Geçirmek Üniversite, Üniversite Vakıfı ve Üniversite Mezunlar Derneği; kemale ermiş, para kazanmış mümtaz, toplumda  saygıdeğer konumlarda bulunan kimselerin temsil edildiği bir yer olacak. Dernek ise tüm mezunların eşit temsil edildiği, eşit katkıda bulunduğu, mezunlar arası dayanışmayı ve üniversiteyle özdeşleşmeyi teşvik eden bir kurum olacak. "Sivil toplum destekli girişimci üniversite" modeli ana hatlarıyla bu çerçevede örgütlenmesiyle kurulacak ve Kütahya ile sağlam temelli ilişkiler kurularak kentsel politikaların üretilmesi ve uygulanması noktasında etkin bir akademik/bilgi desteği sağlanacak. Kütahya Dumlupınar üniversitesi; eğitim, kültür, sanat, sağlık, spor, sosyal hizmetler vb. gibi hizmet alanlarında kentin yerel dinamiklerine ve/ya yerel yönetimlere etkin bir akademik destek vermesi planlanmakta. Bunun etkin mecralarını (iş birliği protokolleri vd.) var etmek suretiyle kent ile üniversitenin bütünleşik biçimde bir değer üretmesi amaçlanmakta. Bu destek, etkin ve verimli bir kentsel hizmet anlayışı doğrultusunda gerekli olan bilgisel ve kültürel katkıyı da temin edecek. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, kendine özgü tarihi ve kültürel dokusu ile sosyolojik yapısı olan Kütahya’nın marka değerine farklı bir boyuttan katkı sağlamak. Araştırma ve/veya eğitim-öğretim kapasiteleri açısından markalaşacak Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, yerleşik bulunduğu Kütahya’nın global ölçekte erişilebilirliğine ve uluslararası tanınırlığına anlamlı bir değer katacak. Toplumsal sorumlulukları doğrultusunda Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, kentin, tarihi, doğası ve kültürel varlığını keşfedici bir işlev üstlenecek. Çevre ve enerji ilişkisi ve doğal kaynakların verimli kullanımı gibi konulardaki sosyal ve kültürel sorumluluk projeleri ile kentte yaşam kalitesini artırmaya yönelik bir misyon icra edecek. Bu misyonu gerçekleştirme konusundaki akademik öncülük, kent toplumunda yaygın bir toplumsal bilinçlilik düzeyi var edecek. Girişimci Üniversite Modeli; hemen akla piyasa çağrışımı getirdiği için. Ben bu tanımı o anlamda kullanmıyorum. Üniversite de girişimcilik çok başka. Çünkü üniversite yatay bir organizasyon. Herkesin söz sahibi olma, sorgulama hakkı var. Dolayısıyla çok farklı piyasa girişimciliğinden. Türkiye’de herkes hiyerarşik bir yönetime alışmış. Herkes birbirine şüpheyle bakıyor. Ben ise Kapalıçarşı modeline bakıyorum. Esnafa gidiyorsun, cebinden para çıkmıyorsa ‘’yarın gelir verirsin’’ diyor. İşte bu sistemi izleyerek, beraber çalışarak, yanındakine güvenerek, şeffaf olarak aslında çok güzel işler yapabilirsin. Benim DPÜ’deki yimibeş yıllık yöneticilik tecrübem budur. Hürmet, şeffaflık, birlikte çalışmak ve güven. İnsanlara bunu verdiğiniz zaman inanılmaz işler yapabilirsiniz. Demokrasi sözü bana çok popülist geliyor. Hürmet, şeffaflık, dinleme gibi kavramları kullanmayı tercih ederim. Çok demokrat gibi olup otoriter de olursun. Demokrat olmak çok özgürlükçü biri olduğunuz anlamına gelmez. İnsanları daima kazanmak gerektiği konusundaki ilkem sadece bir eğitimci olarak değil; bir yönetici olarak kurumsal başarıyı oluşturan arka planı daha iyi anlamamızı sağlıyor İkinci aşamada ana strateji olarak üniversitenin kente yönelimi. ‘Kendini yöneten kentine yönelen bir üniversite” sloganıyla hareket etmek. Sürdürülebilir rekabet için evrensel bilgi ve teknolojiler geliştirerek bölgenin gelişmesine ve ülke kalkınmasına katkı sağlayan bir teknoloji üretim merkezi olmak.Bölgemiz ve ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda, ileri bilgi ve teknolojiye dayalı yüksek katma değerli ürünler üretebilmek için ulusal ve uluslararası şirketleri bir araya getirerek üniversite-sanayi işbirliği ile akademisyen, girişimci, şirket ve çalışanlara, yüksek standartta Ar-Ge ve Teknopark hizmeti sunmak. 2. Üniversite Yönetişim Modelini Kurumsallaştırmak Kurumsallaşma (Reorganizasyon) Yönetsel ve Akademik Rotada Değişim: Yeni Yol Haritası. Üniversitenin öncelikle kendini iyi yönetmesi gerekiyor. Kendini yönetemeyen, iç  dinamiklerini harekete geçiremeyen akdeminin dışsal bir fayda sağlaması imkansız. Bu bağlamda stratejik amaçlarımızın başında üniversitemizin teslim aldığı kültürel mirasa sahip çıkma ve geliştirmeye devam ettirme. Bu çerçevede akademik ilke ve değerleri savunarak Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ni farklı kılan üniversite yönetişim modelini kurumsallaştırmak. Üniversitemizde bilimsel çalışmalarla, akademik programlarla ve yetiştirilen insan gücü ile yaşadığımız toplumun ekonomik refahının yanı sıra sosyal ve kültürel esenliğine katkıda bulunmak. Özgürlük ve medeni ilişkiler çerçevesinde birlikte yaşam. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi bir medeniyet ve sulh ortamında söyleyeceğini söyleyebilen çözüm odaklı bir kurum olacak ve bu konumunu gelecekte de muhafaza edecek.  Birbirine hürmet, şeffaflık ve güven. Hayatta en önemli güç bir yönetici için etrafında olan biteni dinlemek, radarlarını hep açık tutarak kazanılır. Bu nasıl olur? İnsanların arasına karışarak, onları dinleyerek sorunları çözme. Ben eğitime yalnız şu kadar matematik, bu kadar fizik diye bakmıyorum. Sorumlu vatandaşlar da yetiştirebilmemiz gerek. Üniversitemizin en büyük ihtiyacı bu. Ben kendime hep şu kuralı koydum: İnsanlar beni bugün alkışlamasın ama 10 sene sonra alkışlasın. Çoğulluk, açıklık ve özgürlük ilkelerini sahiplenerek bilimsel akıl ile sosyal aklı birlikte çoğaltacak çalışmalarla ve etkinliklerle daha demokratik ve kapsayıcı bir gelecek için öğrencilerimize faydalı olmak. Bir kamu üniversitesi olarak farklı toplumsal kesimlere farklı ihtiyaçlarına cevap verebilecek teknolojiler, projeler ve bilimsel eserler üretmek. Ürettiğimiz bilgi ile eğitimin ve bunları üretme yollarımızın kamusal olma özelliğini yitirmemesine özen göstermek. Günümüzün kaotik koşullarında farklı kulvarlarda bu süreçleri birlikte başarıyla götürmek. Bunu yaparken uluslararası sıralamalarda yükselmek, üniversitemize yeni projeler kazandırmak, performans ölçütleri ile uyumlu biçimde sonuca odaklı faaliyetlerde bulunmak. Bununla birlikte yaptığımız işler arasında belki de en önemlisinin yaratıcılığı ön planda tutan, eleştirel düşünceyi ve yeni sorular sorulmasını destekleyecek altyapıyı kurmak. Böylelikle bir yandan akademik anlamda mükemmeliyete ulaşırken bir yandan da toplumsal ve ekolojik anlamda sürdürülebilir bir dünya kurmak için daha demokratik ve kapsayıcı yeni değerler yaratmamız mümkün olacak. Yeni stratejik planımızın oluşumuna katkı sağlayan çok sayıda ve her gruptan üniversite mensubunun, stratejik planda yer alacak faaliyetlerin yürütülmesi, izlenmesi ve değerlendirilmesi konusundaki niyet ve kararlılıklarının planın hayata geçirilmesinin en önemli güvencesi olacağı inancındayım. Akademik, bilimsel ve kültürel faaliyetlerimizle daha iyi bir geleceğin şekillenmesine katkıda bulunmak, Kurumsal değerlerimizi sahiplenen, yaratıcı ve eleştirel düşünen, özgür ve özgürlükçü, etik değerleri önemseyen, doğa ve çevre bilinci gelişmiş, yerele kök salmış, evrensele açık, bilimsel, sosyal ve kültürel formasyonu ve özgüveni ile üstleneceği mesleki ve sosyal sorumlulukları başarıyla yerine getirecek bireyler yetiştirmek; evrensel boyutta düşünce, bilim ve teknoloji üreterek insanlığın hizmetine sunmak ve bilim, sanat ve kültürün toplumda yer bulmasında ve yaygınlık kazanmasında yardımcı ve öncü olmak. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İleri Teknoloji Merkezi  (İLTEM) bünyesinde kurulacak Tarım Ar-Ge Merkezi aracılığı ile özellikle Altıntaş-Aslanapa ovalarında  tohum ıslahı üzerine çalışmalar yapmak. Yerli sermayeli, yerli üretimle piyasada özellikle hastalıklara dayanıklı, verimliliği yüksek ürünler üzerine çalışmak. Dünya Üniversiteler Birliği'ne ve Avrupa Üniversiteler Birliği’ne üye Kadın Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi kurmak. Bu merkez  aracılığı ile Kütahya’ nın el sanat değerleri olan çini işlemeciliği, halıcılık, telkâri vb. geliştirmek. 3. Kütahya Politikalar Merkezi (KPM) Bu merkez üniversite ile ilişkili ama özerk bir kurum olacak. Üniversite’nin bürokrasi ve organizasyon şemasında hiyerarşik olarak yer almayacak, hiçbir fakülteye bağlı olmayacak. Müdürünün doğrudan rektöre ve mütevelli heyetine sorumlu olduğu bir yapı olacak. Bu kurum üniversiteye ancak yeteri kadar yakın olacak, sivil toplum kuruluşları ve diğer üniversiteler ile ağ kurabilmesini sağlamak amacıyla da Kütahya Dumlıpınar Üniversitesi'nin bir iç kuruluşu olmayacak. Şeytanın avukatı olabilecek, ülkenin karşılaştığı sorunlarda veri tabanlı ciddi analizler yapabilecek, ayakları yere basan politika alternatifleri üretebilecek, bunu sağlamak içinde sivil toplum ve bilim dünyası arasında köprü olabilecek bir kurum hedefliyorum. Bu proje benim için Türk sivil toplum ve akademik dünyasına sunulabilecek öncü bir proje KPM sivil toplum ve akademik dünya arasında köprü olmayı, bilgi ve veri bazlı uygulanabilir politikalar (siyasa) geliştirmeyi, kamuoyu ve siyasi karar vericilerin dikkatlerine sunmayı amaçlayacak. Merkez özerkliğini koruyabilmesi için de fonlanmasının projelerden ve diğer kaynaklardan sağlanan imkânlarla yapılması öngörülmekte. KPM’nin yapacağı etkinliklerin hemen hepsi projelerden sağlanan gelirlerle gerçekleştirilecek. .Son Söz: Bir "değer sistemi" olmadan, felsefe olmadan bununla ilgili bir zihniyet modeli oluşturmadan,  üniversite eğitiminin somut tarafının ortaya konulabileceğine hiçbir zaman inanmıyorum, "Bu bir zincir meselesi. Zincir aslında genel bir felsefeyle başlar. Eğitim felsefesiyle devam eder. Buna bağlı bir eğitim teorisi gerekiyor. Yani bir kavram çerçevesi gerekiyor. Kavram çerçevesinden hareketle model kurulması gerekiyor. Modele bağlı strateji koymak, stratejiye bağlı yöntemler, teknikler ve uygulama zincirini kurmamız gerekiyor. Bu kurulmadığında sadece aktivite olur. Sadece birtakım etkinliklerle projelerle yetinmek zorunda kalırız.   "Kalite" insanın ve kurumların  tüm yaptıklarının toplamında ortaya çıkmakta ve sadece yandaşların değil tüm paydaşların mutluluğu; "Ya var ya da yok". "Bunun ortası yok"!... Bugün üniversitenin tespit ettiği olumsuzlukları gidermek adına etkili bir aktör olabilmesi için, toplumdaki değişimi iyi algılayıp; kendini, yeniden yapılandırma zamanı, geldi de çoktan geçiyor bile! Dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik olarak "Türk Ulusunu” çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme,bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme,dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde edebilmek için Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirmek.Bu bağlamda; beşeri sermayemizin, aydınlık yarınlarımızın umudu olan gençlerimizi ;Fikri, Vicdanı ve İrfanı Hür olarak Kadim değerlere (İnancına, Tarihine , Kültürüne )bağlı analitik düşünen, tartışan , üreten bireyler olarak yetiştirmek. Bir ülkede her türlü: Yolsuzluk, Hukuksuzluk, Adaletsizlik, Kayırmacılık, Milliyetçilik ( SAHTE Milliyetçilik) adı altında ve arkasında aklanıyorsa, O ülke sefilliğe batar... GERÇEK Vatanseverlik, ülkesi için Hukuk, Adalet ve Liyakat istemekle başlar..  "Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fen haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir." "Elimizden geleni değil, yapılması gerekeni yapmak gerek, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın.." Üniversitelerin  özellikle de Türk üniversitelerinin olmazsa olmaz 4A'sı... Akıl, üniversite aklın teminatıdır Ahlak, bilimin olmazsa olmazı Adalet, eşitlikçi eğitimin temeli Adap, kadim Türk kültürüne saygı İstihkâmlarınızı güçlendirime, zor zamanları fırsata çevirme zamanı. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun.  Aziz ülkemize gelince; ille bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı âdet edinin. Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır Türkiye’nin. Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.” Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreklerindeki sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" Kadar temiz olan tüm insanların!  OE -23.09.2013 https://goo.gl/BKk5eh https://goo.gl/pMdMyk (*) Rektörlerin belirlenme yöntemi dünyadaki akademik gelenekler ve uygulamalar çerçevesinde tartışılması gereken en temel ve öncelikli meseledir. Ancak sistemi tartışırken, sorumluluk alanı gereği rektör atamalarında söz sahibi olan Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) aday değerlendirme sürecindeki rolünü de anlamak gerekir.Var olan rektör belirleme sisteminin yeniden düşünülmeye muhtaç yönlerini göz ardı edilemeyecek biçimde ortaya koymak gerekir..İlgilenenler için, Cumhurbaşkanlığı Makamı'na arz edilmek üzere YÖK'e sunduğumuz "Öngörü Proje Raporu" muzun tamamı  100 sh.dır. lgilenenler İçin  Bir not: ABD'de farklı yönetim modelleri uygulanıyor: Amerika Birleşik Devletleri'nde Anglo-sakson yönetim modelini uygulayan üniversitelerde rektör, üniversite yönetim kurulu tarafından ve üniversite dışından seçiliyor. Rektör, Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. Harvard Üniversitesi'nin kendine özgü bir modelinde rektör ataması mezunlar derneği tarafından yapılıyor. New York State Üniversitesi'nde ise rektörü üniversite personeli seçiyor, atanma işlemi mütevelli heyeti tarafından yapılıyor.   İngiltere İngiliz üniversitelerinde rektör, profesörlerin haricinde özel sektör temsilcileri ve öğrencilerin de üye olduğu üniversite komiteleri tarafından aday gösteriliyor ve üniversite konseyi tarafından süresiz olarak atanıyor. AB ülkeleri Almanya: Aralarında öğrenci temsilcilerinin de olduğu üniversite kurulu, rektör adayını belirleyip Eyalet eğitim bakanının onayına sunuyor. Rektör atama yetkisine sahip Eyalet eğitim bakanı, belirlenen adayı veto ederse kurul yeni bir aday belirliyor. Fransa: Rektör, öğretmen, öğrenci ve akademik personelden oluşan kişilerce seçilerek üniversite konseyine sunuluyor. Hollanda: Özel üniversitelerde rektör mütevelli heyeti tarafından atanırken kamu üniversitelerinde adaylar Bakanlar Kurulu tarafından tespit ediliyor ve Kraliçe adına Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. İtalya: Rektör seçimine okul idaresi, akademik kadro ve öğrenci temsilcileri katılıyor ve atama Eğitim Bakanı tarafından yapılıyor. Yunanistan: Seçiciler kurulunun üniversitenin profesör ve doçentleri arasından seçtiği rektör Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. İsveç: Aralarında bir öğrenci temsilcisinin bulunduğu 11 üyeli Üniversite Yönetim Kurulu'nun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından atanıyor.