İlk söz;"İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma! "..
Dün fakültemizde düzenlenen;
“21. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi”nin
çalıştayına katıldım. (*)
Bu çalıştayda aklıma nedense “Don kişot” geldi…
Nereden geldiyse, nereden çağrışım yaptıysa!..
“Don Kişot”un günümüz yöneticilerine önerilebilecek eserlerden biri.
Belli makamlara gelindiğinde çevremizi saranların
söz ve davranışlarına karşı temkinli olmamızı
yoksa bir kartalın avını yakalayıp yüksek
bir uçurumdan aşağıya atarak parçalanmasını
seyretmesi ve sonrasında ise oturup
afiyetle yemesi gibi insanların bizi nereye kadar
ve ne amaçla yükselteceklerinin bilinmediğini
ifade etmekte. Kişi kendisini bilmez ise bu kaçınılmaz.
Bu eseri muhakkak biliyorsunuzdur ama
yine de bir kere de benden dinleyin:
Jorge Juıs Borges'in "Bir Sorun"isimli
hikayesinin yıldızıdır.Hikaye Miguel Cervantes'in
romanına adın bahşeden Don Quijote
(Don Kişot) üzerinedir. Don Kişot efsanevi
bir kahraman olduğu ve sevgilisi
Dulcinea del Toboso'yu kurtarmak için devlerle
savaştığı hayali bir dünya kurar kendisine.
Gerçekte kırsalda yaşayan ve hemen hemen
tüm vaktini şövalye romanları okumakla geçiren,
şövalye maceralarına tutkun yaşlı bir köylü.
Don Quijote,adı da Senyör Kesada 'dır.
Asıl sevgilisi Dulcinea yakındaki kasabada
yaşayan,görmemiş çirkin bir köylü kızı,
kahraman şövelyenin savaştığı devlerse yeldeğermenleridir.
Kapıldığı hayallerle gezici şövalye olmaya karar verir,
dededen kalma eski, küflenmiş,
paslı zırhını temizleyerek şövalyeler gibi
maceralara atılmak için köyünü terk eder.
Yolculuğunun ilk gününde akşama doğru uzakta
oldukça güzel manzaralı bir han görür.
Ancak hayalleri ile yaşayan Don Kişot gördüğü hanı
saraya benzetir ve doğruca hana gider.
Kapıda bekleyen iki kıza selam verdikten sonra
“Korkmayın soylu matmazeller,
iyi yürekli bir şövalyeden korkmayın,
düşmanlarınız varsa onlarla savaşmaya geldim”
deyince iki kız bir kahkaha koparırlar.
Ancak kurnaz hancı nasıl biriyle
karşı karşıya bulunduğunu anlar.
Aklını kaçırmış adamların pek damarına
basılmayacağını bilir.
Bu yüzden Don Kişot’u yerden selamlayarak
“Sayın şövalye hoş geldiniz” der.
Don Kişot daha yolculuğunun ilk gününde
şövalye olarak karşılanmasına ve kabul görmesine sevinir.
Ancak çok önemli bir eksik vardır.
Hancının kendisinin şövalye olduğunu anlaması üzerine,
hancıdan insanlığın yararına olacak, barış adına,
iyilikler adına, kendisini şövalye ilan etmesi için
bir tören düzenlenmesini talep eder.
Hancı, düzenbaz ve kurnaz biri olunca bu fırsatı değerlendirerek
Don Kişot’u şövalye ilan eder.
Artık şövalyelik için her şey tamamdır.
Son bir gereksinimi daha vardır.
Yanına alacağı bir yardımcı.
Ve köylüsü Sanço`ya kendisi ile gelmesini teklif eder
ve ikna etmek için “Sanço dostum iyi düşün” der.
‘‘Bir şövalye geniş topraklar, şatolar, adalar fetheder.
Ve fethettiğimiz eyaletlerden,
adalardan birini sana veririm ” diyerek ekler.
“Toprakla uğraşmaya değer mi?
Bir adayı, eyaleti idare etmek daha kolay” deyince,
Sanço hemen razı olur.
Çünkü Sanço`nun en büyük hayali köylülükten
kurtulup zengin olup bir adayı idare etmektir.
Bir yerde sadece kendi hayal dünyasında yaşayan
Don Kişot, diğer yanda ise eyalet, ada yönetiminin
tarla sürmekten çok daha kolay olduğuna inanan zır cahil Sanço.
Don Kişot`un yol arkadaşı elbette ki kendisine benzeyecekti.
Ve birlikte çıktıkları yolculuklarında başlarına gelecekleri
tahmin etmek hiçte zor olmasa gerek.
Ancak burada dikkat çekmek istediğimiz konu,
kendilerini bilmez bu kişilerin maceralarından ziyade,
bunlarla karşılaşan kişilerin kendilerine göstermiş oldukları alaycı,
yapmacık ve menfaat kaynaklı tavırlar hepsinden önemli.
Keza karşılaştıkları kişiler onlardaki anormalliği
(ruh sağlıklarındaki durumu) anlamış ancak hiçbiri bu durumu
fark ettirmeyerek onlara iltifatlarda bulunmuşlar,
istedikleri saygıyı göstermişlerdir.
Tabi ki bu sayede Don Kişot`ların sahip oldukları
her şeye el koyabilmişlerdir.
Aynı zamanda Don Kişot`ların kendilerine
duydukları güveni kötüye kullanarak onları istedikleri
şekilde yönlendirmişler ve kullanmışlardır.
Dünya var olduğundan beri
Don Kişot`lar var olmuş ve olmaya devam etmekte.
Büyük şairden dinleyelim Don Kişot'u!
“Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
bir temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun, fakat kahraman rosinant'ı.
bilirim,
hele bir düşmeye gör hasretin hâlisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, don kişot'um benim, yolu yok,
yel değirmenleriyle dövüşülecek.
haklısın, elbette senin dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
alaşağı edecekler seni
bir temiz pataklayacaklar.
fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
ağır, demir kabuğunun içinde
ve dülsinya bir kat daha güzelleşecek...”
İyi de bu roman kahramanının gerçek hayattaki karşılığı ne?!
Webster, İngilizce Quixotic (Kişot'ca, Kişotluk) sıfatı için
"idealist ve tamamen gayri pratik" diyor. Oxford sözlüğü
"yüce bir coşku ile hayali idealler kovalamak" olarak tanımlıyor.
Don Kişot'luğu...
Larousse ise Don Kişot'ça davranmanın komikliği kadar
idealizmini de vurguluyor.
Fakat TDK'nın 1988 baskısı sözlüğünde,
bakın ne deniyor,
"Gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışma durumu."
MEB'in Türkçe Sözlük’ünde ise
"Gereksiz ve yersiz yiğitlik göstermeye kalkışma hali" denmiş.
Kaldı ki, gündelik hayatta da bu anlamda kullanıldığını yazıyor kitaplar,
söylüyor konunun uzmanları!
İnsanlar bazen birbirine
"Don Kişot'luk yapma" deyip durmakta.
Bu anlamda, Batı'nın paradigmasıyla
bizim paradigmamız arasında uçurumlar kadar
fark olduğundan hiç şüphe yok.
Neden onlar Don Kişot'ta bütün gülünçlüklerine rağmen
saf bir idealizm; coşkulu bir dava adamlığı görürken
biz "gereksiz kahraman" lığına takılmışız?
Bu farkı yaratan ne?
Acaba bu farkı yaratan şey romanı ve kahramanını üstünkörü bilmemiz mi?
Ya da öyle olduğunu sanmak mı?
Yoksa yeni bir paradigma mı?!
Her olayda, her olguda, attığı her adım da ,
Ortaklaşa bir çalışmada, "tek muzaffer benim"
edası takınan ve bunu kendini inandırmak nasıl bir duygu!
Nasıl bir ruh hali hep düşünmüşümdür.
Kendini olmadığın bir yerlere taşımak…
Donkişotluğun gerçek ruhunu, bakış açısını anlamadan
“Donkişot Yiğitliği” gibi ortaya çıkmak.
Yanlış anlaşılmasın Donkişotlukla yiğitliği
bilerek beraber kullandım!
Ancak; bizim kültürümüzde yiğitlik,
farklı bir anlamı olan bir kavram.
Yiğitlik, insanların yüreğine yerleşmek,
hafızalarında sürekli büyüyebilme yeteneği.
Üstelik bu yerleşme, makam, mevki, para,
iktidar vb. güçlere sahip olduğumuz zaman
asla anlaşılması mümkün değil.
Değil!
Çünkü bugün karşınızda el pençe divan durup,
eğilip bükülenler, etrafınızda fırıldak gibi dönenler,
günü geldiğinde size herkesten önce
ihanet edeceğinden ve terkedeceğinden hiç kuşkunuz olmasın.
Yıllarca yaptığımız yöneticilik deneyimlerimizle sabit!
Bu vefasızlıklar, iki yüzlülükler tüm insani değerleri, kadim değerleri kirletmekte.
Bu iyi yöneticinin de kötü yöneticinin de değişmeyen kaderi.
Önemli olan Donkişot yiğitliği yapmadan,
onuruyla, kişiliğiyle toplumun içinde yer alabilmek.
Yönetimde vefasızlık, vefasızlıkların en acımasızı.
İnsanın yüreğini alev gibi yakar,
kahreder!
Tüm yaşam alanlarında birilerinin selam verip,
hatırını sormasını beklersin, bu özlemle yanıp tutuşursun hep.
Geçmişte elinden tuttukların ekmek verdiklerin,
seni görmezlikten gelince yıkılacağından,
kahrolacağından emin olabilirsin.
Bütün makamlardan, mevkilerden, güçlerden, otoriteden ayrılıp,
"sıradan bir insan" olduğunuzda ;
insanların gözlerinin içine gözlerimizi kırpmadan bakabilecek bir geçmişe,
inkar edilemez bir birikime,
bizi başkalarının gözünde ve gönlünde meşrulaştıracak etkin, verimli
ve düzgün bir ömre sahip olmaktır gerçek yiğitlik.
Toplumların birikimleri belli eşiklere ulaştığında,
Yeter ki zamanın ruhu olay ve olgular gerektiği gibi yoğunlaşsın,
toplumun birikimleri "kritik eşiğe" ulaşılabilsin.
Bugün insanlığı zorlayan "hâkimiyetçi rekabet anlayışının"
temel düsturunu hepimiz
yaşayarak öğreniyoruz-bilimsel olarak
“öğrenen Organizasyon”-:
"Rakibinin bütün hatlarına saldır;
bütün potansiyellerini yok et...
Yok edemiyorsan ortak ol!"
Gücü elinde bulunduranların güçlerini aşırı değerlendirmek,
her zaman sonun başlangıcı olmuş.
Güçleri frenlemenin temel aracı "ilkeli tutum".
Gücü dizginlemenin en etkin yolu da bize gerçeği söyleyebilecek,
"kral çıplak" diye haykırabilecek dostlar edinmek.
Bize gerçeği söyleyenleri çevremizden uzaklaştırmamak;
sorgusuz alkışlayan bir müritler ordusu yaratmamak...
Yetmezliğin itişi, ihtirasın çekişiyle hiçbir ilkeyi,
kuralı önemsemeyen, müritlerin sesinden
başka ses tanımayanların; kendi yalanlarına inanması,
akıl gözlerini kör etmeleri kaçınılmaz.
Hani derler ya!
"Şeyh uçmaz, müritleri uçurur!" diye!
Eğer " Dil insanın aynası" sözünün anlamını yaşam biçimi haline getiremiyorsak...
Yunus'un öğütleri önünde saygıyla eğilmeyi denemeliyiz...
Büyük gönül adamı Yunus bize diyecektir ki:
“Söz var kılar gönülü şad
Söz var kılar bilişi yad...”
Sözü pişirmeden söylemenin; yaşadığımız coğrafyanın,
ortaklaşa yarattığımız kadim kültürün
ve tarihimiz derinliklerinde olup bitenleri kavramadığımızı
ve anlamadığımızı kanıtlar.
“Söz ola kese savaşı
Söz ola bitire başı
Söz ola ağulu aşı”
Bize yabancı olduğunu söyleyerek,
benimsemekte zorluk çektiğimiz evrensel değerleri,
beklentileri ve davranışları kendi kültürümüz derinliklerinde de
bulabileceğimizden kuşkunuz olmasın.
Önemli olan "niyet etmek" ve alıcı bir ruhla kendimize
bir çeki düzen verme kararlılığını göstermek.
Önemli olan kendimize kadim değerlerde bir değişiklik yapmadan,
çevreye uyum sağlayacak yeni paradigmalar, stratejiler, taktikler
ve yol haritaları oluşturmak.
Saygı uyandıran ve ilham veren bir insan olarak,
bu kubbede bir
"hoş seda bırakma" sevdasının peşine düşmek;
"Esas olan, Sadece yaşamak değil,
İnsana yakışır şekilde ve Onurlu yaşamaktır.
Teslim olmadan,
Boyun eğmeden,
Sürünmeden,
El etek öpmeden yaşamaktır..."
gerisi inanın ki “laf-ı güzaf !..
Berkehan’ın dediği gibi “Ne dersiniz?!”
Son Söz:Kendilerini, makam verilince,Zübde*i âlem sanan…
Kendini o kurum için bir şans olarak gören…
Hesaptaki parası kendini satın alan,...
Erke selam edip, kula ram olan,
Nafakası,
Nifak olan…
Bir ben varım deme, yoksan da olur...
Sağlıcakla kalın!
Günleriniz hep aydınlık olsun!
Yüreklerindeki sevgi daim olsun!
Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" Kadar temiz olan tüm insanların!
OE -05.02.2013
http://blog.radikal.com.tr/yasam/uzulurum-don-kisotlara--uzulurum--don-kisotlari-don-kisot-yapanlara-13307
(*)Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından organize edilen, 21. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi “30 Mayıs-1 Haziran 2013” tarihleri arasında Kütahya’da yapılacaktır.
--------------------------------------------
Radikal Blog‘ da ki Denemelerimden (7)“kurumsal Dalkavukluk ve Toplumsal Afazilik“ https://bit.ly/35LX0ib
Dalkavukluk, yalakalık sadece siyasete mi özgü sanıyorsunuz. Akademik camiaya gelin, her gün çeşit çeşit örneklerini görürsünüz ...Hem de ne örnekler!..vallahî hafızalanız almaz...Sadece
"Şeyh uçmaz, müridi uçurur"derler ya!...Bizim mürit bir üst 'level (* )'a geçmiş haberi yok..Adam yalakalığın/dalkavukluğun son aşamasında.Kendi uçmuş...Ama ne uçuş! Nirvana!.. "yalakalığın sonu ayakçılık" haberi yok!...Alın size tanık olduğum yalaka hikayesi , ama nirvanalık anlamında en çarpıcısı......
Kurucu Rektörümüz ile birlikte; Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı ve aynı zamanda Tavşanlı Meslek Yüksekokul Kurucu müdürü olarak Gediz’ de bir açılış törenine katılmıştım. Açılış töreninde teşrifatçılık görevini üstlenmiş (cazgır); Rektöre , Arapça, Farsça ,Türkçe karışık methiyeler düzüyordu…Ama ne methiyeler…Protokolde Yanımda oturan hem yönetici hem de Öğretim Üyesi bir arkadaş yüksek sesle sunuculuk yapan Zat-ı muhtereme “Oldu olacak bir de “Vahdet-i vücûdumuzun hikmeti de sensin" diye söyle de tam olsun” dedi. Tüm protokol de olanlar gülmekten kendilerini alamadı….Rektör kürsüye geldiğinde Zat-ı muhtereme "yalakalığın sonu ayakçılık" mealinde satır aralarında göndermeler yaptı. Zatı_ı muhterem o uçuş sonrasında, Rektörün kendisine yönelik O Kinayeli konuşmasından ders almış mıdır hep merak ederim...
(* )Bu kelime özellikle İngilizce yazılmıştır. Hani sözüm ona!... Çok bilimsel olduğunu belirtmek için, Türkçe kelimelerin arasına, İngilizce kelimeleri serpiştirerek konuşan, "kerameti kendinden menkul" akademisyenler için...(16 ocak 2014)
Son Söz:Gerçekten büyük olmayan “büyük adamlar” çevrelerini küçük adamlarla doldururlar.