Kütahya Belediyesi'nden 'vizyon' projesi: 70 metrelik dev vazo https://bit.ly/3mh5s0s
Bir Şehri yaşamaya değer yapan nedir sizce?
Yerel Yöneticilerin Ders Alması Gereken Bir Kentin Planlama Hikâyesi.....
İlksöz: Bir Şehri yaşamaya değer yapan nedir sizce?
Medeniyet tarihine, kadim değerlere ışık tutacak sürdürülebilir kentler yaratmak....
Şehirleşmede çığır açan, Barselona'nın meşhur ızgara şeklindeki kent planınının hikâyesi...
1850'li yıllarda Barselona felaketin eşiğine gelir: Ortaçağdan kalma surlar ile alanı sınırlanmış işlek bir liman kenti olan şehirde, sanayi devrimi ile gelen endüstriyelleşme sonucunda nüfus kontrolsüz şekilde hızla artar..Şehirde boş arazi bulmak olanaksız hale gelir; hatta sokakların genişliği 1 metreye kadar düşer, işçiler ve orta sınıf fabrikalarla iç içe girmiş konutlarda yaşamak zorunda kalır. Tabiri caizse sokaklarda adım atacak yer kalmaz, insanlar nefes almakta bile zorlanır..Haliyle de,187.000 kişinin küçücük bir alanda yaşamak zorunda kaldığı şehirde, hastalıklar hızla yayılmaya başlar. Öyle ki, her salgın hastalık sonrası şehrin ortalama %3'lük nüfusu ölür. Sadece Kolera'dan 1834-65 yılları arasında ölenlerin sayısı 13.000'i bulur. Bu durum ortalama yaşam süresini 30'lara kadar düşürür. Dönemin Londra ve Paris'i ile karşılaştırıldığında çok çok düşük olan bu rakam ve artmaya devam eden nüfus surların yıkılmasını ve şehrin genişletilmesini gerektirmektedir.Akabinde surlar hemen yıkılmaya başlanır. Ancak genişletilecek şehrin nasıl planlanması gerektiği dönemin en önemli sorunu olur. Şehir yönetimi ve merkezi yönetim arasında hayli çekişmeli bir karar verme süreci yaşanır.İşte tam bu süreçte daha önce ismi duyulmamış biri ortaya çıkar: Katalan mühendis Ildefons Cerdà. (Kendisi modern anlamda 'şehirleşme - kentleşme' kavramını kullanan ilk kişi olarak bilinir).Cerdà surlar yıkıldıktan sonra mevcut şehrin çevresindeki alanı içine alan, şehrin alanını yaklaşık dört kat artıracak ve sokakları ızgara şeklinde tasarlanmış şu planla çıkagelir.Peki bu planı özel yapan nedir? Öncelikle Cerdà geçmiş hataları tekrarlamamak için öncelikle bütüncül bir bakış açısıyla insanların özellikle de işçi sınıfının nasıl yaşadığını incelemiştir.Öyle ki, bu çalışması bilimsel anlamda 'modern şehir' anlayışını değiştirir. Yani 'modern şehir' sadece insanlara birlikte yaşayacağı bir alan sunma işlevini değil aynı zamanda insanların yaşam kalitesini iyileştirici bir yaşam alanı sunma işlevini de yerine getirmelidir.Bunun için Cerdà bir insanın ne kadar temiz havaya gereksinim olduğunu hesaplar. Nüfusun hangi iş kollarında çalışabileceği ve çarşılar, okullar, hastaneler gibi hangi hizmetlere gereksinim duyacağını planına işler.Planındaki binalar; standart büyüklükte, ortası bahçe ya da gölgelikli bir meydan olarak kullanılabilecek dörtgen biçimli bloklardan oluşur. Ortası boş bu bloklar evlerin maksimum hava, güneş ve ışık almasını sağlamak içindir.Her bir bölge, tüm toplumsal mağazaları ve hizmetleri içeren 20 bloktan oluşurken, Cerdà, güneş alabilmesi için konut olarak kullanılacak blokları özellikle Kuzeybatı – Güneydoğuya yerleştirmişti.Sınıfsal eşitsizliği minimum tutmak için zengin ve fakire aynı oranda yeşil ve temiz hava gibi temel gereksinimleri sağlayacak ve benzer uzaklıklarda okul, sağlık ve diğer hizmetleri erişilebilir kılacak bir tasarımdı bu..Böylece sosyal sorunların üstesinden gelinilebilecekti. Bu fikrinin arkasında, Cerdà'nın, dönemin sınıfsal mücadelelerinden ve Karl Marx'tan etkilenmesinin olduğu düşünülmektedir.Cerdà'nın planının bir diğer belirgin özelliği ise her bloğun 45 derece açılı köşelere sahip olmasıdır. Böylece sokaklar ulaşım açısından daha rahat kullanılabilecektir.Cerdà'nın buharlı motorun (otomobiller henüz piyasada yokken) bir gün otomobiller ya da tramvaylar şeklinde ulaşımda kullanılacağını öngörmesiyle böyle köşeli sokaklar tasarlaması inanılmaz.Ama tüm bu fikirler o dönem için yeterince ilgi çekici değildir. Şehir meclisi açılan planlama yarışmasını kazanan dönemin şehir baş plancısı Antoni Rovira'nın planını öncelikli olarak düşünür.Ancak yine beklenmedik birşey olur ve merkezi hükümete bağlı yeni kurulan bayındırlık bakanlığı devreye girer ve çekişmeli bir süreç sonunda Cerdà'nın planında karar kılınır.Günümüzde Barcelona’nın Katalonya Meydanı’nın kuzeyinden itibaren başlayıp yaklaşık 8 km2'lik geniş bir alana yayılan, şehrin ızgara planlı modern kısmı Eixample Bölgesi işte böyle oluşur. (Eixample Katalanca’da “uzantı” anlamına gelmektedir.)
Alev Alatlı'lının konuyla ilgili çok güzel yazısı...Birlikte okuyalım:
Eğri Büğrü Sokaklarımız ve Gökküre’nin Rölevesi(**)
Anadolu şehirlerinin hemen hepsi gibi çocukluğumun İstanbul’u da “nizami” mimariden hemen hiç nasibini almamış bir şehirdi. Bugün bile almış olduğu söylenemez.
Bizim, bir düzine tankın yan yana geçebileceği cetvelle çizilmiş büyük bulvarlarımız, dört köşe “rayon”larımız, geometrik meydanlarımız, bize tepeden bakan dev binalarımız hemen hiç olmamıştı. Topkapı, Çırağan gibi imparatorluk sarayları bile daha sonraki yıllarda ziyaret etmek fırsatını bulduğum West Minister, Versailles gibi yapıların, Alman şatolarının yanında hayli mütevazıdırlar. Zarif Beylerbeyi Kasrı, St. Petersburg’daki o nefes kesici Çarskoye Selo ile kıyaslandığında, Çariçe Elizabeta’nın giyinme odasından daha büyük ya da daha görkemli değildir. Bizde Kazan Üniversitesi’nin muhteşem bloğunun bir eşi de yok. Dar, dolambaçlı, hatta eğri büğrü sokaklar, kâh birbirlerine abanan, kâh uzaklaşan ahşap yapılar, küçük meydanların ortasında küçük camiler, mescitler, sebiller, çitlembikler, fıstık çamları, ıhlamurlar, erguvanlar… İstanbul, buydu. Şurası muhakkak ki hiç bir zaman bugün gördüğüm görkemli Kazan olmadı. Ve hep merak ettim, neden?
Sorunun cevabının ekonomik imkânlarda yatmadığı neredeyse kesindi. Kadırgalarını ipek yelkenlerle donatmaktan bahseden Osmanlı’nın payitahtını bezemekten aciz olmadığı kuşkusuzdu. Osmanlı’nın geometriden mükemmelen anladığı da kuşkusuzdu. O halde neden, ne devasa ovalarda yer almalarına rağmen geometrik düzene itibar etmemiş Anadolu şehirleri ne de İstanbul ısrarla gayri nizamidirler? Neden bizim şehirlerimizde yapılar toprağa rastgele serpilen bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuş gibidirler? Neden, evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovaları uzaklardan seyretmek ister gibiyizdir?
Anadolu’da ve Türk unsurunun hâkimiyetini sürdürdüğü hemen her yerde, iç şehirlerde, rastladığım bu yerleşim biçiminin izini sürdüğümde, merakım beni ortak akrabamız Cengiz Han’a ve Orta Asyalı atalarımızın yerleşim anlayışına kadar getirdi ki bugün burada sizinle paylaşmak istediğim, onların büyüleyici dünya görüşlerinin şekillendirdiği şehircilik anlayışlarıdır.
Dünyanın gelmiş geçmiş bu en büyük imparatorluğunun “Mavi Moğollar”ın, şehircilik anlayışını önemsiyorum. Çünkü “muhafaza etmek” ve “korumak” eylemlerinin fiziki varlıkların, yani binaların ve kremlinlerin restorasyonundan öte bu eserleri doğuran dünya görüşlerinin araştırılması, anlaşılması ve içselleştirilmesinden geçtiğine inanıyorum. “Sürdürülebilir muhafaza”nın söz konusu fiziki varlıkların “mimarlarının muradı”nı ihlal etmeyen, saptırmayan, düşünce ve inançlarına saygılı koruma olduğuna inanıyorum. Bana öyle geliyor ki giderek monotonlaşan, tek-tip olmak tehlikesiyle karşı karşıya olan dünyamızda, anlamlı koruma, nispeten yeni bir bilim olan arkeolojik astronominin bulgularına kulak vermesi gereken bir faaliyet olmalıdır.
1200’lü yıllarda Çin’in kuzeydoğusundan Hazar’a, daha sonraki yıllarda Kore yarımadasından Polonya’nın başkenti Kraków kapılarına kadar at koşturan rakipsiz Moğol orduları, icazetlerini “Tengri”den alır, kaderlerini “Ebedi Mavi Gök”e emanet ederlerdi.
Cengiz Han’ın “Mavi Kurt” ile “Boz Maral”ın birlikteliğinden geldiği şeklindeki efsaneyi bilirsiniz. Mavi Kurt’la Boz Maral, Ulan Batur’un kuzeybatısında, Hentey dağlarından kaynayan Onon ırmağının kenarında kurulan Moğol düğünüyle evlenirler, Cengiz Han doğar. Moğollar, dokuz gün dokuz gece bayram yapar, Sonsuz Gök’ün tanrısına tütsü ve at kurban eder, kımız sunarlar. Mavi Gök’ün süvarileri, dokuz tuğlu mızraklarını parlatırlar. Dokuz Uygur boyu hediyelerini sunarlarken, dokuz Oğuz boyu sıralarını bekler. Cengiz Han, kutsal Hentey dağının önünde dokuz kez diz çöker, dokuz defa secdeye varır.
Cengiz Han, babası Ebedi Mavi Gök’ün tanrısının göksel ideolojisini benimser, onun Göksel yasasını eksiksiz uygular. Göksel Ruhlar Divanı’nın 99 üyesini temsilen yeryüzünde 99 üyelik kurultayını oluşturur. Kurultay üyeleri, güçlerini Göksel Ruhlar Divanı’ndan sağarlar. Nitekim Cengiz Han’ın “Bozkırların İmparatoru” ilan edilmesi, Çin takviminin Kaplan Yılı 1206’da, Onon ırmağının kaynağında toplanan Yeryüzü Kurultayı ile gökyüzünde toplanan Göksel Ruhlar Divanı’nın ortak kararıyla olur.
İmparatorluğunun adını “Mavi” koyan Cengiz Han’dır. Mavi İmparatorluk, Büyük İskender’in, Romalıların, Napolyon’un topraklarını aşar; Pasifik Okyanusu’ndan Polonya’ya, Kuzey Hindistan’dan Rusya’ya uzanır. Moğol hanları, dünyayı Ebedi Mavi Gök’ün tanrısının himayesinde ve onun göksel ruhlardan oluşan heyetinin semaları yönetim ilkelerine, ideolojilerine sadık kaldıkları sürece Tengri, savaşçı Moğol soyluları ile birlikte hareket eder, halkı düşmanlarından korur.
Bu, hepimizin az ya da çok farklılıklarla bildiğimiz bir efsanedir. “Gök”, Moğollarda olduğu gibi Anadolu Türkçesinde de “mavi” demektir. Kul Şerif Camii’nin kubbesinin, minarelerinin külahlarının “mavi” olması, mimarının kişisel tercihinden ibaret değildir. Taşkent’teki Kukuldeş Medresesi’nin, Semerkent’teki Uluğ Bey Türbesi’nin, Buhara’daki camilerin ve daha nicelerinin kubbelerinin “mavi” olmaları da tesadüfen değildir. İstanbul’daki Mavi Camii’nin, İznik çinilerinin, Gagavuzların sancaklarındaki kurt başının gök rengi olması da öyle…
Mavi Moğolların torunları için “mavi” kutsal renktir. Dünyanın üçte birini kapsayan imparatorluğun yurttaşlarının gözünde astronomi, resmi bir uğraştır. Çünkü imparatorluğun dizginlerinin Ebedi Mavi Gök’ün ellerinde olduğuna inanırlar. Heyet âlimlerinin yani astronomların (Osmanlılarda astronomiye “heyet ilmi” denirdi), Göksel Ruhların dilek ve niyetlerini izleyebilmeleri, arzularını doğru saptamaları gerekir.
13. yüzyıl uzay araştırmalarını finanse eden dünya hükümdarı Kubilay Han’dır. Cengiz Han’ın torunu, Çin’in doğusundaki Hainan Adası’na kadar toplam 26 gözlemevinden oluşan rasathaneler zinciri kurmuş, en büyük yatırımı astronomiye yapmıştır. Bu rasathanelerde Gökküre’nin rölevesini çıkarılır.
Gökküre’nin rölevesinin çıkarılmasından amaçlanan yeryüzünde kurulacak şehirlerinin planlamasının, göksel planlamayı birebir yansıtmasını sağlamaktır. Nitekim atalarımızın şehirleri Gökküre’nin rölevesinin yeryüzünde uygulanması şeklinde gerçekleşir. Uygulamanın yaşayan en iyi örneklerinden birisi, Mavi Moğolların kuzey başkenti Beijing’dir. Efsaneye göre Kubilay Han, Güneş, Su, Toprak ve Ay Tanrılarının arasındaki dayanışmayı onların yeryüzündeki evlerini birbirlerine surlarla bağlayarak güçlendirmeye karar vermiş, böylece oluşan kareyi ufuk çemberinin içine yerleştirmiştir. Güneş, Su, Toprak ve Ay Tanrıları, aynı zamanda kutsal yönleri, yani Dünya’nın dört bucağı olan Güney, Kuzey, Doğu ve Batı’yı temsil ederler. Çemberin ya da karenin merkezinde “Mavi Gök’ün tanrısının yeryüzündeki evi” inşa edilir. Göksel imparatorluğun hakanları, “Ezeli ve Ebedi Mavi”nin, Tengri’nin, gücünü Dünya’ya akıttığı bu evde yaşayacaklardır. Konağın kapısının kayın ağacından oyulmuş olması anlamlıdır. Kayın, Altayların kutsal hayat ağacıdır. Bu muhteşem kapının kuzey steplerinin zararlı Yin etkilerinden koruyacak, Güneş tanrısının cömert Yang sıcaklığını içeri alacak şekilde Güney’e yerleştirilmesi de tesadüfi değildir. İnşaatta madeni çivi kullanılmaz, çatısı masmavi çinilerle örtülür. Günümüzde “En Mükemmel Ahenk Sarayı” diye bilinen bu binada, yeryüzünün İmparatoru Kubilay Han, Mavi Gök’ün Tanrısı ile birlikte yaşayacaktır.
Turna, kutsanmışlığı ve uzun ömrü simgeler. Kubilay Han’ın şehri “turnalar” tarafından korunur. Gelenek Osmanlı’da da korunur. 68. Yeniçeri Ortası, turnaların korunmasından sorumludur. Doğrudan padişaha bağlı Kapıkulu Ocakları’nın piyade sınıfı kapsamında turnalardan sorumlu 68. Orta’nın kumandanına Turnacıbaşı; 14, 49, 66 ve 67. ortaların kumandanlarına Haseki Ağaları denirdi. Cuma namazı alaylarında, kıdemlerine göre padişahın atının yanı sıra ikisi sağında, ikisi solunda yürürlerdi.
Hanın sarayının yerinin saptanmasından sonra sıra imparatorluğun askeri ve sivil erkânının hüküm sürecekleri malikânelerin yerlerini tespit etmeye gelir. Önce gökyüzünün Güneş ve Ay’dan sonra en parlak yıldızı olan BüyükTazı (Canis Major) kümesinin en görkemli yıldızı Sirius’den bir şakul sarkıtılır. “Cebbar Avcı” dediğimiz Orion’un “Betelgeuse” ve “Rigel” yıldızlarına kanca atılır, böylece ordunun sol ve sağ kanat kumandanlarının karargâhlarının yerleri saptanır. “Arabacı” kümesi Augira’nın oğlağı Capella’nın izi düşürülür. Küçük Arslan, Leo Minor’ın “Regulus”unu, Küçük Köpek’in “Procyon”unu, Boğa takım yıldızı Taurus’un “Aldebran”ını ( (ناربدلا indirirler. Canopus, Kentaurus, Arcturus, Vega, Archernar, Hadar, Acrux, Altair ile devam ederler.
99 yıldızın yeryüzündeki 99 evini işaretlerler. Kubilay Han’ın yeryüzü şehrinin mimari planı, gökyüzünün mimari planının tıpkı basımı olur.
Bir diğer akrabamız, Hun yabgusu Teoman’ın büyük oğlu Mete’nin, “Ezeli ve Ebedi Gökyüzü’nün Biricik Kızı” olarak bilinen, çift – bileşkenli süper dev Polaris yani Kutup Yıldızı ile evlendiği anlatılır. Efsaneye göre “Polaris gülse, Mavi Gök güler, Polaris ağlasa Mavi Gök ağlardı. Mete Han, Kutup Yıldızı Polaris’i gebe bıraktı, Oğuzlar, Göksel Ruhlar Divanı ile akraba oldular. Göksel gelinleri yeryüzündeki yaşamını yadırgayıp mahzun olmasın diye atlarını maviye boyadılar. Mavi atlarını Polaris’in yurdunun etrafında dolaştırdılar, takımyıldızları aratmadılar.”
Anadolu Türkçesinde Kutup Yıldızı’na “Demirkazık” deriz ve sadece bizim topraklarımızdan beşten fazla “Demirkazık” tepesi ya da dağı vardır.
Kutup Yıldızı, Mete Han’a oğulları Gün, Ay ve Yıldız’ı doğurduğunda, göksel akrabaları ona doğum hediyesi olarak gök tüylü, gök yeleli, masmavi bir kurt armağan ederler. Mavi Kurt, yurdun duman deliğinden süzülür, gelir, Mete’nin önüne düşer. Kore Yarımadası’nın kuzeyindeki Tunguz ülkesinden, Hazar’a, Kral Niyatri Tsenpo’nun topraklarından Altın Adam’ın krallığına yürür, Gökoğuzlara öncülük eder. Başları sıkıştığında tanrıdan olmuş tanrıya benzer Bilge’yi tahta çıkarır. Mavi Gök’ün atlıları Bilge’yi altından dökülmüş kurt başı âlemlerini gökyüzüne kaldırarak selamlarlar.
Bizimkiler bunları yapa dursunlar, öte yandan, Yüce ve Muhteşem Gök’ün Parlak Ruhu, Japon Amaterasu-omikami, “Kami” dedikleri, Göksel Ruhlar Divanı’nı Kyuşu Adası’nın Honşu Adası’na sokulduğu Yamato topraklarının semalarında toplanmaya çağırır, yeryüzünde bir hanedan başlatmaya karar verdiğini bildirir. Göksel Ruhlar Divanı, Güneş tanrıçasının kararını coşkuyla karşılar, yıldızlar göktaşlarını ateşler, Japon adalarının üzerinde havai krizantemler oluştururlar. Havai krizantemler, Amaterasu- Omikami’nin torunu, Güneş’in veliahdı Prens Ninici-No Mikoto’yu kucaklar, Kyuşu Adası’nın en yüce dağı su- Omikami’nin torunu için seçtiği Fuji Yama dağında ikamet eden ölümlü gelinle evlendirirler. Gökyüzü, yeryüzünü döller, Japonya’nın ilk ölümlü İmparatoru Jimmu Tenno, Honşu Adası’nın Nara Havzası’nda doğar. Tenno’nun doğduğu şehir, Kubilay Han’ın kuzey başkentin planlarını hemen aynen uygular. Tibet’ten Uygur diyarına Orta Asya, benzer efsanelerin diyarıdır.
Günümüze dönersek… Nispeten yeni bir bilim dalı olan arkeolojik astronomi bize Ezeli ve Ebedi Gökyüzü ile doğrudan ilişki içinde olan toplumların, dünya görüşlerini şehirlerine yansıttıklarını söylüyor. Kendilerini kâinata gökyüzüne bağlayan toplumların doğayı fethetmek, hükümdarlarının gücünü cismanileştirmek için yola çıkmadıklarına, şehirlerinde geometriye, yada “regulyarnaya” itibar etmediklerine işaret ediyorlar. Bizim yerleşimlerimiz toprağa rasgele serpiştirilmiş bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuşlarsa, nedeni yıldızların da öyle yerleşmiş olmalarıdır. Evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovalara uzaktan bakıyorsak, nedeni dağların ölümsüz göksel ruhların fani insanoğlunu dölledikleri kutsal yerler olmalarıdır.
Kendi adıma, ne zaman ata ruhlarının değerlerini reddeden “regulyarnaya”dan bunalırım, gönlüm kaybolan şehirlerimizi arar. Gönül ister ki Avrasya kültür mirasını korumaya yönelik bu fevkalade önemli toplantı, interdisipliner bir toplantı olarak genişletilsin, dilbilimcilerden antropologlara, arkeologlardan astronomlara ve en önemlisi çevre-bilimcilerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsasın.
Bu bağlamda hayalimizde ki Kütahya :
i- Toplumsal enerjiyi üretime dönüştürecek mutlu bir kenti yaratmayı şiar edinmiş bir yönetimin olduğu kent,
ii- Kayırmacı yönetimlerce dışlanmış yetenekli gençlerin öncülüğünde bir 'teknoloji, sanat ve kültür kenti' kurmayı hedefleyen bir yönetimin olduğu kent.
iii- Toplumsal barışın, huzurun, uzlaşmanın gerçekleşebileceğini gösteren öncü kent yaratmayı vizyon olarak benimsemiş bir yönetimin olduğu bir kent,
iv- Geçmişteki yaşamın izlerini bugüne ayrımcılık yapmadan taşıyan, yeni değerlere açık, çok kültürlülüğü ve farklılıkları zenginlik gören hoşgörülü bir kent,
v- Ulaşım, çalışma koşulları, sağlık, eğitim ve sosyal olanaklarıyla emek dostu bir kent,
vi- Güvenli kreş, çocuk yuvası, yaşlı bakımevleri ve sağlık merkezleriyle çocukların, yaşlıların ve ana-babaların dostu bir kent,
vii-- Sosyal hizmet ve gönüllü sivil dayanışma ağlarının eşgüdümünü sağlayan, sosyal yardımları sadaka olmaktan çıkaran, yoksullara onurlu bir yaşamın ve yeniden yaşama sarılmanın mümkün olduğunu gösteren bir dayanışma kent.
viii-- 'Ben yaptım oldu' mantığı ortadan kaldırılan; katılımcı yönetim anlayışıyla büyük projeler, uzmanlarla, STK'lerle vb. konuşarak, proje yarışmaları düzenlenerek hazırlayıp uygulamaya koyan bir kent,
ix- İlgili tüm STK'ların ve meslek örgütlerinin belediye meclisleri ve çalışma komisyonlarına katılımı sağlandığı bir kent,
x-- Kütahya'nın bütçesini Kütahyalının bildiği katılımcı bütçe uygulamalarıyla, açık, şeffaf ve denetlenip hesap verilebilir bir bütçe hazırlayan yönetim,,Adillik, Şeffaflık, Hesap verebilirlik ve Sorumluluk sahip kurumsal yönetime sahip bir kent.
xi-- Kütahya'nın tüm ekonomik, fiziksel ve sosyal planları güncelleyen; her uygulamanın bir planının yapılıp uygulamaya konulduğu bir kent.
xii- Ulaşımı insana yaraşır bir noktaya taşımak için, ulaşım planlarını hazırlayıp güncelleyen; toplu ulaşıma, metro ve diğer raylı sistemlere öncelik verecek; Kütahya'nın ulaşımını tek elden yönetildiği bir kent,
xiii- Ormanları, su havzalarını, memba sularını, gölleri, dereleri koruyacak Kütahya'nın çevresel-ekolojik değerlerini geleceğe taşıyacak bir kent,
xiv- Aktif yeşil alanlar, parklar arttırılacak; büyük kent parklarının yanı sıra ilçelerde de semt parklarının kurulduğu bir kent,
xv-- İlçe ve mahalle düzeyinde uzmanların ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla kentte yaşayanlara imar konularında şeffaf bilgi verecek ve haklarını aktaran danışma merkezlerinin kurulduğu bir kent,.
Son Söz: Yaşadığımız kentlerin özellikle de renklerin sanata dönüştüğü kadim şehir Kütahya'nın; artık bu şehirde yaşayanların hak ettiği yaşamı sürdürülebilir kent olması ... Sürdürülebilir Kent anlayışı ile tüm paydaşlar için geleceğe değer yaratan bir kent olması dileği ile...Kütahya'yı beraber sevmek, eğrisini düzeltmek, doğrusunu kucaklamak, zor değil. Niyet varsa yol var.
Sağlıcakla kalın...
Yüreği
"Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz tüm insanların,
günleri hep aydınlık olsun!
Yüreklerindeki sevgi daim olsun!
--------------------------------------------------
Dipnot: Bu 'uzantı'da yapılacak evler için zenginlerin gittiği isim ise: ünlü mimar Antoni Gaudí. O yüzden Gaudí'nin eserlerinin çoğu Sagrada Família da dahil bu bölgede bulunur.
Konuyla ilgili biri İngilizce biri Türkçe iki kaynak: https://www.theguardian.com/cities/2016/apr/01/story-cities-13-eixample-barcelona-(ildefons-cerda-planner-urbanisation … http://www.mimdap.org/?p=34029(*)
(**)
Kavram olarak rölöve mevcut hali hazır’ın ölçülmesi ve tescilli taşınır veya taşınmaz kültür varlıklarının mevcut halinin projelendirilmesidir. kısaca ana fikir olarak bunu çıkartabilirsiniz. hepsi bu mu ? tabiki hayır. Devamını teorik ve teknik bilgi olarak aşağıya yazıyorum.
Bir yapının, kent dokusunun veya arkeolojik kalıntının yakından incelenmesi, belgelenmesi, mimarlık tarihi açısından değerlendirilmesi ve restorasyon projeleri hazırlanabilmesi için binanın iç ve dış mimarisine, özgün dekorasyonuna ve taşıyıcı sistemi ile yapı malzemelerine ait mevcut durumunun ölçekli çizimlerle anlatımıdır.
Rölöveler yapıyı ve konstrüksüyonu tam olarak anlatacak şekilde plan, kesit ve görünüşleri kapsamalıdır. Yapıya ait iç ve dış fotoğraflar, çekildikleri yer ve yönleri plan üzerine işaretlenir. Rölövelerde malzeme türleri ve mimari bileşenlerin korunma durumları açıklamalarla belirtilir. Bezemelerle ilgili fotoğraf ve ayrıntılı çizimler dosyada yer alır.
Tarih kitaplarından, arşiv belgelerinden, özel monografilerden ve gözlemlerden yararlanılarak derlenen bilgiler ışığında tarihi yapının dokusunun daha iyi kavranıp anlaşılması mümkün olur. Binanın daha önce yapılmış rölöveleri, eski fotoğrafları, yöreyle ilgili hava fotoğrafları, haritalar, kent planları, gravürler, yapıyla ilgili vakfiye ve vakfa ait gelir gider kayıt defterleri, onarım keşifleri veya onarım harcamalarının kaydedildiği defterler, gezginlerin notlarında yer alan gözlemler de sağladıkları bilgilerle bazı karmaşık noktaların çözümlene-bilme-sine olanak sağlarlar. Bozulma süreçlerinin ve malzemelerin incelenmesi sonrasında derlenen bilgilerle yapılacak restorasyonu yönlendirecek temel veriler derlenmiş olur.
Bu bilgiler ışığında onarım olasılıkları tartışılır ve çabalar binalar mümkün olduğu kadar yıkılmadan ve en az müdahaleyle koruma ilkesine uygun öneri geliştirme üzerinde yoğunlaşır.
Rölövenin yapılış amacı onun çizim tekniğini, çalışma ölçeğini etkiler. Bir sokak üzerinde yer alan binaların genel görünümünü, plan ve kütle özelliklerini anlatacak bir rölövenin 1/200 ölçekli olması yeterlidir. 1/100 ölçekteki bir rölöve çalışması yeniden kullanım projeleri için uygun olabilir. Restorasyona yönelik rölöveler ise 1/50 ölçekli olur ve 1/20 ve daha büyük ölçekli plan, kesit ve görünüşlerle desteklenir.