İlksöz: 567 yıl önce Türk'ün Cihan İmparatoru Fatih Sultan Mehmet Ayasofya'da ilk namazını kılarak bu mekanı camiye çevirmiş ve İstanbul'un Türklerin toprağı olduğunu tescil etmiştir. Bu bağlamda Selam olsun Anadolu’nun kapılarını açan Alparslan’a, selam olsun İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’e, selam olsun İstanbul'u ve vatanı düşmandan kurtaran Gazi Mustafa Kemal’e... Alparslan da Fatih de Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bizimdir. Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk'e dost olan çıkmamıştır. Bunun tek bir istisnası bile yoktur. Çünkü Atatürk; Asya'dan Akdeniz'e, bir kısrak başı gibi uzanan bu memleketin ve büyük Türk Milleti'nin, mavi gözlü bozkurdudur.
Ayasofya'nın camiye çevrilmesi 567 yıl önce yapıldı, 1920’de İtilâf Devletlerince işgal edilen İstanbul ve Ayasofya’nın Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Kurtuluş Savaşını kazanan Türk birliklerinin 6 Ekim 1923 günü şehre girmesiyle kurtarılmıştır ve ayrıca Ayasofya'nın Hünkar Kasrı'nda öğle ve ikindi namazların kılındığını, bu vakitlerin ezanları da Sultanahmet Camisi ile karşılıklı okunduğuna unutmadan Cumhuriyetin ilk kuruluşunda ki paradigmanın doğru olduğuna inancım tam. Cumhuriyetin ilk kuruluş döneminde ki ekonomik,sosyal ve siyasal konjonktür dikkate alınarak verilmiş stratejik bir karar . Bu kararın, sosyal,siyasal ve ekonomik sonuçları (fayda -maliyet analizi) yapılarak ortaya konulduğundan da hiç şüphem yok .Şimdi ki paradigma değişikliği şimdi ki stratajik karar gibi..Yanlış işleri yapmamaya ve doğru işleri yapmaya başlamak çok önemli. İşleri doğru yapmak yetmiyor, doğru işleri de yapmak gerekiyor . Bu arada bir kararın kaçınılmaz olması doğru olduğu anlamına gelmiyor. Bu notumuz şimdilik burada kalsın..
Ayasofya adındaki "Aya" sözcüğü "kutsal, azize" anlamına gelir. "Sofya" sözcüğü ise Eski Yunancada "bilgelik" anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla "aya sofya" adı "kutsal bilgelik" ya da "ilahî bilgelik" anlamında. Ayasofya’nın inşaatında yaklaşık 10.000 işçinin çalıştığı ve I.Justinianus'un bu iş için büyük bir servet harcadığı belirtilir. Bu çok eski binanın bir özelliği, yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır. Ayasofya'nın yapımında Efes^teki Artemis Tapınağın^ndan Mısır’daki Güneş Tapınağı’ndan Heliopolis Lübnan^daki Baalbek Tapınağ'ndan ve daha birçok tapınaktan getirtilen sütunlar kullanılmıştır. Ayasofya, o zamana kadar en büyük yapı olarak kabul edilen Süleyman'ın Tapınağı'ndan daha büyük olduğundan İmparator 1.Justinianus (Jüstinyen) halka yaptığı açılış konuşmasında "Ey Süleyman! Seni yendim" dediği tarih kitaplarında yazmaktadır..
Ayasofya'nın asli hüviyeti; bir mabed oluşudur, insanın sorumluluğu bir mabedi ancak bir mabed olarak korumak ve yaşatmaktır. İnsanın en eski inançlarından biri, mabedlerin asli hüviyetine dokunanın lanete uğrayacağına dair inançtır. Nitekim Latin Katolikler, 1204 yılında Papa'nın emriyle çıktıkları 4. Haçlı Yürüyüşünde Ortodoks dünyanın başkenti olan İstanbul'u Nisan 1204'te işgal ederek Ayasofya başta olmak tüm İbadethaneler saldırıya uğrayarak, tahrip edilmiş, rahibelere mabed içinde tecavüz edip türlü rezillikler işlenmiştir. Bu nedenle, bütün Ortodoks Hristiyanlar, Katolik Hristiyanların lanetlendiklerini ve mutlaka Tanrı tarafından cezalandırılacaklarına inanmışlardı. Bizans din adamlarının “Ayasofya'da Papa'nın külahını görmektense, Osmanlı sarığını görmeyi tercih ederim” demelerinin altındaki gizli lanetin sebebi buydu. Fatih İstanbul'u fethederek bunu değiştirdi. Ayasofya İmparatorluk kilisesi idi, harabe ve metruk vaziyette idi. İmparator değişince İmparatorun mabedi de yeni şekli ile yeniden imar, ihya ve inşa edildi.Fatih Fetihle birlikte, Müslümanların ulul emri, Türklerin hakanı, Arab’ın ve Acemin padişahı, Ortodoksların hamisi ve Doğu Roma Bizans’ın imparatoru oldu.
. Müslümanlar bile Ayasofya’yı turist gibi geziyor. Ayasofya’nın tarihi ve anlamı üzerinde düşünmüyor. Mesela bir çok kişi, oranın bir Kıbleteyn noktası olduğunu bilmez. Oranın inşasının Süleyman Mabedine nispet olarak bir Hac yeri olarak yapıldığını da bilmez. Kimi Ayasofya’yı Fatihin “Kılıç zoru” ile ya da “Kılıç Hakkı” olarak aldığını zanneder. Unutmayın, “Kitap’ı arkanıza atarak kılıçla girdiğiniz yerden Kılıçla çıkartırsınız. Size adaleti emreden o kitapla girdiğiniz yerde bir daha çıkartılmanız, kavmin tümü sapıtmadıkça, çok zordur. Fatih Ayasofya’yı satın da almadı, zorla da almadı. Orası İmparatorluk kilisesi idi. Fatih, İstanbul’u Bizans’tan almadı, Bizans’ı, Hristiyanların da katıldıkları bir Fehitle, Latin işgalinden kurtardı ve Latinlerle işbirliği yapan İmparatoru ve Patriği devreden çıkartıp, Bizans Halkının da desteği ile Doğu Roma Bizans’ın imparatoru oldu. Yeni Patrik atadı ve daha sonra Ermeni Patrikliğini kurdu. Ayasofya İmparatorluk kilisesi idi. İmparator Müslüman olunca, bu Mabedin de Cami olarak inşası gerekiyordu. Mabed harap vaziyetteydi. Latinler Ayasofya’yı talan etmişler ve tahrip etmişler, ruhanilere işkence etmişlerdi. Fatih bir bütçe ayırarak Ayasofya’nın tamirini sağladı ve Ayasofya’daki Ruhbanların kendileri için yeni bir Mabed inşa etmeleri, kütüphane ve kendi emaneti mukaddeslerini oraya taşımaları için onlara maddi yardımda bulundu. Cami “Allah’ın evi” makamında olduğu ve mülk edilemeyeceği içinde Ayasofya’yı Vakfetti.
Mabedler Allah’a adanmış mekanlardır. Onun egemeni, hakimi, sahibi olmaz.
Siyasî mülahazalarla bu karara karşı çıkmanın, hem Türkiye Cumhuriyeti açısından hem de Türk Dünyası açısından doğru değil.. Komplo teorileri uydurarak zihinleri bulundırma, toplumu fortmatlama, toplumu afazi hale getirme zamanı değil, yaraları sarma zamanıdır. Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Ders alınması gerek ve bu deneyimlerle geleceği doğru bir şekilde inşa etmek gerekir. Mabedler kavga yeri değildir. Cumhuriyetin ilk kuruluş döneminde Ayasofyanın müze yapılma kararı, kim ne derse desin Cumhuriyetin kurucu kadroları tarafından; ekonomik,sosyal ve siyasal konjonktür dikkate alınarak verilmiş stratejik bir karardır . Bu kararın, sosyal,siyasal ve ekonomik sonuçları (fayda -maliyet analizi) yapılarak ortaya konulduğundan da hiç şüphem yok."Mülazahat hanesini açık bırakmak gerekiyor başka bir deyişle bir kimse veya bir oluşum hakkında tek okumada ya da tek duyumda kesin bir yargıya varmayıp kararı zamana bırakmak gerekiyor. Bu bağlamda Veri, gündelik yaşamımızda gördüğümüz, duyduğumuz, okuduğumuz veya karşılaştığımız olaylardan edindiğimiz duyumların bütünü; beyin bunları sınıflandırıyor ve depoluyor. * Malumat, beyinde depolanmış verilerin düzenlenmiş, işlenmiş, muameleye tabi tutulmuş haline deniyor. * Bilgi, malumatın belirgin bir amacı gerçekleştirmeye yarayacak şekilde düzenlenmiş, zapturap altına alınmışlık durumu. * Bilgi sahibi olmak, akıl erdirme ve çözümleme yetisi gerektiriyor, oysa malumat edinme böyle bir kısıta tabi değil, kişi hayatta olduğu sürece kendiliğinden birikiyor. * Malumat sahibi olmadan, bilgi sahibi olmak mümkün değil; ama belirgin bir amacı, bir hedefi olmayan malumatın da furuşluktan öte işlevi yok."
İrfan, bilginin ötesinde, duyarlılık, ortam farkındalığı, idrak ve "halden anlama" dediğimiz hassasiyetleri gerektiriyor. Bu bağlamda, zeka ve tecrübelerin bileşkesi, irfan.https://bit.ly/3dEyT7U
İslam düşünce ve inanç dünyasında bütün yeryüzü mescittir, çünkü hakikatte asıl mabed İnsan'dır. İnsan nerede ise, mabed orasıdır. O nedenle insan, önce insana hizmet etmelidir, insana saygı duymalıdır. İnsana saygı duymayan lanetlenir. O nedenle; insan insanın hem mabedi hem lanetidir.
Burada sözü fazla uzatmadan Yunus Emre herşeyi ne kadar güzel özetlediğini https://bit.ly/3g3bWgi eserinde görürsünüz.
Mabede bizim geleneğimizde “Teşrif” edilmez. Mabedler “Tefriş” edilir. Tefriş edenler ve mabede gelenler şeref bulur. Bizim için söz konusu olan, “İbadet” edilen yer anlamına gelen “Mabed” ise, “Abd”, “Mabud”un önünde “Hakim” değil, “Hadim’ül harameyn”deki “Hadim” gibidir. İnsanlar hangi dinden olurlarsa olsunlar bilsinler ki, bu Mabed bugün çok daha büyük hürmet görecektir. Burası dünyanın sıfır noktası ve Kıbleteyn noktasıdır. Yüzü Süleyman Mabedi makamına inşa edilen Mescidi Aksa’ya ve Kâbe’ye dönüktür. Hz. Süleyman da bizim için bir kıraldan çok öte bir Nebi’dir. Ayasofya Süleyman Mabedinin yerine daha sonra yapılan Mabede nazire olarak yapılmış bir İmparatorluk Mabedidir. Ayasofya yine imparatorluk Mabedi olarak, İmparator Müslüman olduğu için aynı şekilde varlığını sürdürmektedir.
Son söz: İbret olsun ve ders alalım diye anlattığımız tarihteki sözde tartışmaların yeniden karşımıza birer birer çıkması... Fena....Fatih Dünya mirası olan Ayasofya’nın da ebediyete kadar korunmasını sağladı.Ayasofya Camii ‘Türk Milleti'nin KutluFetih den beri, dün de, bugün de, yarın da Türk'ün malı oldu, olmaya da devam edecek.İbadethaneyi müze yapan devlet, müzeyi ibadethane yapabilir. Ayasofyanın ibadete açılma stratejik kararının bütün siyasi mülahazalardan uzak ülkemizin milli menfaatleri doğrultusunda alınmıştır inancımı koruyarak, Ayasofya'nın tekrar ibadete açılmasının Tüm insanlığa ,Türk Milleti'ne ve Türk Dünyasına hayırlara vesile olmasını diliyorum..
Bilmeyenler İçin Bir Not::3 Ocak 1929 tarihinde -Mustafa Kemal Paşa... Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 1934 yılında Ayasofya'yı Müze yapmıştır, doğrudur..! Peki, aynı ATATÜRK'ün 1936 yılında Ayasofya'yı "Ayasofyayı Kebir Camii" olarak tapuya tescil ettirip tapuyu Fatih Sultan Mehmet Vakfına verdiğini biliyor musun..? - Bilmiyorsan şimdi öğrenmiş oldun..! Demem o ki Ayasofya'da bu gün namaz kılabiliyorsan, Ayasofya senin tapulu malın ise bunu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'e borçlusun ?
"Nasihatnâme"
“Biz buhran ithal etmediğimiz sürece bu kaosta sağlam durur, hatta fırsata çevirebiliriz. Safları sıkıştırmamız lâzım. Kendisine has bir kimliği vardır Türkiye’nin, batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar, onu da kimse göze alamaz”
Bilesin ki, akılla anlaşılamaz, pergele, cetvele gelmez bu Ülke. Kendisine has bir kimliği vardır, Türkiye’ye sadece iman edilir.
Ey, Oğul! Gençsin. Uslanmış ömrün 21.yüzyılın ilk çeyreğine denk geldi. Aklını formatlayan, zamanın hakim doğruları. Sen sen ol, alâkalı delillerin bütününe vakıf olmadığında, aklının çıkarımlarına güvenme. Her daim gerekli, velâkin yeterli değildir akıl.
Ey, Oğul! Herşeyi anlamaya kalkan, öfkeden ölmeyi göze alır derler. Bilesin ki, akılla anlaşılamaz, pergele, cetvele gelmez bu Ülke. Kendisine has bir kimliği vardır, Türkiye’ye sadece iman edilir.
Ey, Oğul! Devirli bir oluşumdur, tarih. Sakın ola ki, ezelden ebede dümdüz uzanan doğrusal bir hat bellemeyesin. Güneş her gün daha mütekâmil bir dünyaya doğmaz. Gün olur, en gerideki, en öndekinden ilerde olur. Aristarkus, Kopernik’e “zıpçıktı astrolog” diyen devrimci Martin Luter’den daha ilericidir. Ahmet Yesevi, Kadızade Mehmet’in çok ötesinde.
Ey, Oğul! Birşeye ille de benzeteceksen her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzet tarihi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğeri meyve vermekte, bir diğeri ise kurumaktadır. Bir çağda birden fazla çağ yaşanır.
Ey, Oğul! Sen sen ol çağdaş sözcüğünü insanlık tarihinin en ileri aşamasıdır belleme. Kimi medeniyet yükselirken, kimi çiçeğe durmakta, bir diğeri gerilemekte, beriki çökmektedir. Tek bir sürgüne takılıp kalma, bütüne bak. Ekolojiyi kolla ki, tarih çalısı sürgün vermeyi sürdürebilsin. Birşeyden korkacaksan, soğuyan Güneşin seni yarı yolda bırakmasından korkmalısın.
Ey, Oğul! Tarihin olanı değil, “olması gerekeni” kaydetmesi gerektiğini vaaz eden, Aristo. O gün, bugün, tarih yazıcılarının kısmı azamı kendilerini yandaş sürgünlerin geçmişini asilleştirmekle yükümlü hissederler. Eski çamların bardak olmaları da bundandır, ne Osmanlı, ne de Cumhuriyet tarihinin hakkıyla yazılamamamış olması da bundan.
Ey, Oğul! Güneşin balçıkla sıvanmadığı söylemi, zamanın ruhuna yenik düşenlerin avuntusudur. Tarih şahittir ki, güneş balçıkla sıvanabilir, gerçeklerin üstü örtülebilir. Hakikat sükût suikastına kurban gidebilir, hiç söylenmemiş, dile getirilmemiş gibi olabilir. Umumun zihniyetine ters düşen gerçek, öfke uyandırır. Sapkınlıkla, sapıklıkla suçlanır, savunmasız kalır.
Ey, Oğul! Hakikatın bu yüzyıldaki en yaman hasmı, dünyanın yeni düzenine revaç veren “doğru”lardır. Dünyaya çeteler hükümran olduğunda evrensel kamuoyuna hitap eden ahkâm, insana dair hakikatı yansıtmaz olur. Hakim kültüre ters düşen toplumlar düşkün ilan edilir, milletler camiasından sürülürler.
Ey, Oğul! Kâfir de olsan müslüman, değilim desen de Türk sayıldığın bir coğrafyanın çocuğusun. Sen sen ol, 21. yüzyılın şen şakrak ahkâmına yine de kapılma. ’79 İran rehine krizi, Körfez, Somali, Irak, Libya kulağına küpe olsun. Rahmetli Edward Said’i ıskalamayasın.
Ey, Oğul! Medyadan medet umma. Medya ozgür olabilemez Medya’nın başarısı umumun zihniyeti doğrultusunda ürün vermesiyle kaimdir. Gazeteci gerçek düşüncesini bağlı olduğunu gazeteye sokmamak için para alandır. İnsanoğlunun hafifmeşrep, hafızayı beşerin nisyan ile malûl olduğunu bil, bugünün en silisiz gazetesinin, yarının en muteber tarihi vesikası sayılacağını aklından çıkarma.
Ey, Oğul! Sen ki mustakbel bir babasın, hakim ahkâmın etlerini kılçıklarından ayırmasını öğrenmelisin. Mal, mülk, kılık kıyafet, itibar, sempoziyumlar, paneller göz kamaştırır. Sıkılmış yumruklar, keskin bakışlar, konserler, mitingler gönül çeler. Pop zihniyetin doğru saydığını nihai hedeftir diye belleme. Şaşaalı kabullerin kendi gerçeklerini karartmasına izin verme. Akranlarının aklına ille de uyma. Genelde kabul gören ahkâma saygılı bir mesafede dur. Haktan ayrılma, gerçeklerden kopma ki, hakikat sulpunun yolunu bulabilsin.
Ey, Oğul! Kahraman “kahr”dan türeme, kahramanlık konjönktürel. Görkemli törenlerle üstün hizmet madalyaları tevdi eden, umumun zihniyeti. Kahramanlığın hallerden bir hal, umumun ayran gönüllü olduğunu unutmayasın. Oysa yiğitlik içsel bir haslettir. Haysiyetliliktir, erdemliliktir, cesarettir, mertliktir; samimiyettir, sadakattir, vefadır. Üstün ahlâktır, kârsız sevgidir, ölçülü saygıdır. Dobra ama patavatsız değil, cömert ama savurgan değil, yürekli ama saldırgan değil, inançlı ama yobaz değil, içten ama ahmak değildir yiğit.
Ey, Oğul! Kahraman, gücü yetmediğinde kahraman olmaktan çıkar. Yiğit, gücü yetmese de yiğit kalır. Yiğitlik madalyası yoktur. De ki, takınamadın, ne gam? Sen öyküneceksen, kahraman olmaya değil, yiğit olmaya öykünesin.
Ey, Oğul! Akranıyla uçmayan kuş, semada hu! çeker derler. Sen sen ol, kankalarını sıradışı zekâlardan seç. Edepsizden edebini satın al. Cehl ile söyleşme ki, konjönktürel ahkâm seni fenersiz yakalayamasın.
Ey, Oğul! Bayağılık geçer akçe olup yüreğini daralttığında, varıp büyük edebiyatçıların kapılarında yatasın. Neş’et Ertaş, her kahramanın yiğit olmadığı en iyi bir bilendir. İnsan serüvenin üç yüz senaryodan ibaret olduğunu sana William Shakespeare hakkıyla anlatır. Manzarayı umumiyi İbni Haldun hocadan sor. Cemil Meriç üstadı ihmal etme ki, özgün sanılan tekliflerin arkasına saklanmış Godot’u bekleyen asıl eserleri gösterebilesin.
Ey, Oğul! Sakın ola ki, kitapları kendi düşüncelerini doğrulatmak için okuyanlardan olmayasın. Okumak gece yolculuğuna benzer, unutmayasın. Kelimeleri Karayollarının karanlık susaların iki yanlarını işaretlemek için yerleştirdiği fosforlu kedigözleri gibi düşüneceksin. Kedigözlerinin kendilerine ait güç kaynakları yoktur. Kitap sayfalarındaki kavramlar misali hayata gelmeleri, parlayabilmeleri için far ışıklarının üzerlerine düşmesi, onları aydınlatması gerekir.
Ey, Oğul! Sürücünün ehil olanı, kelimeleri aydınlatanın kendi farları olduğunun şuurunda olandır. Bırakıp gittiğinde susanın yeniden karanlığa bürüneceğinin, kararan metinlerin gecenin zifrini delemeyeceklerinin idrakında olmalısın. Bilgiyle gerdeğe girmek isteyen sürücünün ehil olması gerekir.
Ey, Oğul! Direksiyon başındaki o sürücü sensin. Kavramların dile gelebilmeleri için tekeri uygun yönde kırması gereken de sen. Kitap kapaklarını örtme ki sayfalara ışık sızabilsin, kelimeler, kavramlar parlasın. Tekinsiz bir yüzyıla denkleyen ömrün, karanlığa gömülmesin.
Ey, Oğul! Çetelerin topluma hükümdar oldukları çöküş süreçlerinde eşrefi mahlûkat mertebesinin hakkını vermek zor zenaattır.
Ey, Oğul! Bu dünyaya dair senin tecrüben birse, beşerinki bindir. İslâm’ın, Zen’nin, eski/yeni Hıristiyanlığın kendini bilmeni öğütleyen kadim korosuna kulaklarını tıkamayasın. Fikirlerini, inançlarını, duygularını, davranışlarını, türdaşlarınla ilişkilerini, bıkmadan, usanmadan, sürgit irdelemekten geri durma. Kendinle yüzleşmekten korkma.
Ey, Oğul! Herkes yanlış bir ben doğru inancı ne kadar saçmaysa, herkes doğru bir ben yanlış hükmü da bir o kadar saçmadır. Meğer ki, kendinde keşfettiğin fıtri gücü, kabul, itiraf ve ilân etmekten kaçınıyor olasın, sayısız olumsuzlukla bir başına halleşebilecek donanıma sahip olduğundan zinhar kuşku duymayacaksın. Çünkü, insansın ve bu dünya seninle başlar, seninle biter. Ataleti teslimiyyetle karıştırma. Yüreğindeki savaşçıyı uyandırmaya üşenme ki, 21.yüzyılın dayattığı ahval ve şeraitte kendine mukayyed olabilesin.
Ey, Oğul! Zulmet, meçhul karanlıktır, kaostur. Lâkin, içeni Kıyamet’e dek diri kılan efsanevi ab-ı hayat/bengisu da zulmette gizlidir. Her kim ki, bu dünya ile kifayet etmez, Büyük İskender misali dirilik suyunun peşinde, Zulmet’e dalmaktan geri durmayacaktır.
Ey, Oğul! Sibernetik organizmaların çağdaş yaşamın dirilik suyu olduklarını gözden kaçırma. “Cyborg” dediğin, ihtiyar güneş kızıldeve dönüşüp Dünya’yı yutmaya durduğunda insanoğlunu ölümsüz kılacak sonsuzluk tasavvuru, kadim Yaratılış mitlerindeki bengisunun yüksek teknoloji uyarlaması. Heyhat, 21. yüzyılda kimse yatağında ölmeye razı değil.
Ey, Oğul! Sen sen ol, fizikle, matematikle iyi geçin. Bir gözün de hep astronominin üstünde olsun ki yeni bulguları ıskalamayasın. Evren ve Dünya’ya dair algılarımıza, fizik ile matematik ayar verirler. Sosyal bilimler, sanat, edebiyat, hukuk, hatta müzik, bunların yasaları doğrultusunda şekillenir. İtikada dair kaziye ve hükümler dahi fizik kurallarıyla desteklenmez, fen ile terbiye edilmezlerse, ibadet etkisiz kalır.
Ey, Oğul! Kimse Katolik Kilisesi kadar bağnaz olmasın. Unutma ki, onlar bile İncil’in “dünya evrenin merkezinde sabittir, gökcisimleri onun etrafında dönerler” şeklindeki ahkâmını tevil etmek zorunda kaldılar. Dini inançlar söz konusu olduğunda hatayı tevil etmek, yanlışı kılıfına uydurmak yüzyıllar alır. Erken öten horozun başının kesildiğini de unutmayasın
"Sekiz Yüz Elli Yedi"
"İslam'ın beklediği en şerefli gündür bu
Rum Konstantiniyye'si oldu Türk İstanbul'u
Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi
Türk'ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi
Girdi Eğrikapı'dan kır atının üstünde
Fethetti İstanbul'u sekiz hafta üç günde
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,
Hak yerine getirdi en büyük niyazını
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!
İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul! "
Kadrajımdan Ayasofya....