Milli İrade’yi, Milli Egemenlik’i örseleyen ‘vesayet’ zincirleri ile Türk Milleti’ni prangalara mahkum etmek isteyen hain oluşumlara ve girişimleri önlemek için başta eğitim kurumlarımız olmak üzere tüm Devlet kurumlarımızda belirli sosyal grup ve sınıfların çekip çevirme anlamında ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarına izin verilmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Bekasına hizmet eden nesiller yetiştirmesini temennisi ile
Aziz Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun ! ...
Nurlarda Yatsınlar Cennet Ehli onlar..
yedi yıl önceyi ders kitabında okumak ve unutmamak.....Unutma ve Unutturma !
Bunu asla unutmayın. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini unutmayın. Unutursanız acınacak hale gelirsiniz.”
.....http://www.alevalatli.com.tr/ .
Biat kültürü ve sonucu...
https://bit.ly/2pbQyiA
https://bit.ly/2Lf1WRH
İlk söz :Ünlü bir düşünürün : .:“Bir ağacın yapraklarında eğer sararma varsa, bu sararmayı itekleyen ya da destekleyen bir kök sistemi var demektir." diye bir özdeyiş ( motto) var.
Cumhurbaşkanımızın; 08.05.2017 tarihinde, "Uluslararası Münazara Turnuvası ödül" töreninde yaptığı konuşmadan http://bit.ly/2qROIj3. altını çizdiğimiz, biat kültürü ile ilgili olarak önemli başlıklar.Birlikte okuyalım:
“Bize sorgusuz, sualsiz biat eden, cahil bir gençlik değil; neye inandığını, neyi savunduğunu, neyin mücadelesini verdiğini bilen, bunun için gereken her türlü donanıma sahip bir gençlik lazımdır. 15 Temmuz gecesi gördük ki işte bu vasıflara sahip gençlik, gerektiğinde ülkesi ve milleti için, istiklali ve istikbali için gözünü kırpmadan canını dahi ortaya koyabilmektedir”
Biat her anlamda ;sosyal,siyasal ve ekonomik güçlüden yana olma..., Biat kültürüne sahip kişiler için ;güçlünün dini,inancı,milliyeti hiç önemli değil....!. Amaca giden her yol mübah....Aynı zamnada Neo-Liberal Yükselen Değerlerin genetik kodu olan Pragmatist / Makyavelist / Oportünist Düşünce Sistemi biat kültüründe de hakim.... Öztürkçesi: kasaba kültüründen beslenen, hayatın özgerçeği yerine kendi gerçeğini öne çıkaran ilke ve kuraldan çok, anlık gelişmelere,- konjonktürel etkilere göre kendini ayarlayanlara için kullanılan bu düşünce sistemi, biat kültürünün de özünü oluşturmakta..Bu düşünce sisteminde tek önemli olan iktidar. Güç, yani iktidar kimdeyse onun önünde eğilimek...Arapça bir sözcük olan biat, hükmeden ile hükmedilen arasında yazılı olmaksızın var olduğu kabul edilen itaat anlaşması anlamına gelmekte ....Biat (sorgusuz sualsiz söyleneni kabul) etmeyi bir alışkanlık haline getirmek.... Biat kültürünün olduğu yerde adalete de vicdana da yer yok.. Haklılık haksızlık aranmaz. Tartışma, sorgulama, eleştiri kabul etmez. Örnek: “Ya taraf olursun ya bitaraf” söylemi… Biat kültürü, analitik düşünme yeteneğinin yok olması demek..; Böyle olunca artık güdümlenmeye, yönetilmeye hazır hale gelmiş demek ..... Tarihsel sürece bakıldığında, biat geleneği olan toplumlarda insanlar hep bilinçsiz olarak yönlendirilmiş, güdümlenmiş..Toplum afazileşmiş. Metaforik olarak, afazileşmiş toplumsal yapıda; insanlar anlamlandırma yeteneğinden mahrum hale gelmiş. .Yani bir anlamda, toplumca bir şuursuzluk hali içinde olmuş..Feodal yapılarda yaygın olan biat, çoğu kez rızaya dayansa da bazen zorla da söz konusu olmuş. Cemaat,tarikat, teba, tabiyet, tabi gibi sözcükler de aynı kökten geldiğini, birisine biat eden, ona tabi hale gelen; onun cemaatına,onun tebasına (biat edenleri) girdiğini yazıyor kitaplar.....
Bu kavram ,başlangıçta daha çok dinsel bir tema taşımış olmasına rağmen ; sonraları siyasal bir nitelik kazanmış ve hükmedenle hükmedilen arasında, yazılı olmayan ama zımnen (üstü kapalı) yapıldığı kabul edilen, bir bağlılık sözleşmesi anlamına dönüşmüş..Biat kültürü kendi içinde ve karşıtlarına karşı savaşlar Avrupa da 1542’de Alman köylülerinin ayaklanması ile başlamış ve 106 sene sürmüş ve en önemlisi bu savaşların nedeni günümüzde de olduğu gibi Hükmeden sınıf (eskiden ruhban sınıfı) yani halkın sırtından geçinen sınıf, lüks içinde yaşayan bir aristokrasi olma isteklerinin kaynaklanmış.. Her anlamda sömürme Kula kulluk etmeden kaynaklanmış...
O dönemde Avrupa’nın büyük Hristiyan devletleri olan İspanya, Portekiz, Fransa, Avusturya, İsveç, Almanya, Hollanda, İngiltere ve İrlanda savaşın bir parçası olmuş.
Bir ara 300 bin köylünün katıldığı ayaklanma bu ülkeleri harabeye çevirmiş.
Biat Savaşları'nın en kanlı olanı Otuz Yıl Savaşları idi. Katolik ve Protestan devletler arasında başlayan çatışma daha sonra Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu da içine alarak Avrupa’ya hakim olma savaşına dönüşmüş.
Almanya bu savaşta nüfusunun yüzde kırkını kaybetmiş.
Din Savaşları’nda ölenlerin sayısının 6 ile 19 milyon arasında olduğu tahmin ediliyormuş.
Ayaklanmanın ve ardından gelen savaşın birçok nedeni vardı. Ama en önemlisi Martin Luther ve John Calvin’in Hristiyanlıkta reform yapma girişimlerinden sonra ortaya çıkan Protestanlık ve Kalvenizm ile Katoliklerin onları tehdit olarak algılaması olmuş.
Bin beş yüz yıl Hristiyanlığa egemen olan Katolikler dinde reformu kabul etmemişler. Rakip kiliselere ait olanları ezmişler.
Biat ve Din savaşları, Westphalia Barış Antlaşması ile sona ermiş.
Katolik kilisesinin din üstündeki tekeli sonlandırılmış.
Hristiyanlıkta üç ayrı kilise olduğu tescil edilmiş: Katolik, Protestan ve Kalvenizm.
Bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde Hristiyanlığın her kolu düşüşte. Bazı tarihçiler, bu düşüşün Avrupa’daki Din Savaşları ile başladığını yazıyorlar.
Birçok insan, akıl almaz gaddarlık ve yıkıma neden olan biat kültürünün, insanın yararına olmadığını o tarihten itibaren düşünmeye başlamış.
Özetle; İlk çağ ve Ortaçağ da Biat kültürünün zirve yapmış....Sonra etkisi azalarak devam etse de ,Fransız devrimi ve ardından gelen sanayi devrimine kadar tüm Avrupa’da egemen olan feodal düzende dıotoriteye bağlılık usulü geçerli olmuş..Biat kültürünün temelinde "sömürü"yatmakta ve ekonomik...... Neden ekonomik ,çünkü aydınlanmış toplum tüm değerlerini (maddi ve maddi olmayan) koruma eğiliminde olmuş tarih boyunca....Ekonomik ve kültürel değerlerini koruyan ulusalar tarih sahnesinden silinmemiş.Biz, batının bir zamanlar yaptığı, dogmalarımızı azaltacak, yani biat kültürünü değiştirecek reformlar yapmaya kalkışsak bile, göreceksiniz, uygar batı, demokrasi yaygarası ile bu girişimimizi önleyeceğinden hiç şüpheniz olmasın....
Küresel oyun kurucu kimdir ve nasıl oyun kurucudur? diyenlere yanıt olarak İngiliz/ABD/Fransız/Alman. ve diğerleri.…İşte size küresel biat kültürel yapılanması örneği:YÜCE PİR/ Vasıllar/salıkler/ Müridler/ ve Talipler...
Postnişinde YÜCE PİR'in oturduğu Yeni Dünya Düzeni tarikatı iktidarını Tarikatı oluşturan Vasıl, Salik, Mürid ve Talipler, dün olduğu gibi bugünde sinsi savaş stratejileri...…
Yeni Dünya Düzeni tarikatı iktidarı tüm İnsanlık tarihinde yaptıkları katliamları,işkenceleri,talanları,kan ve gözyaşlarını,,hırsızlıklarını,,sömürülerini ve bunun üzerine inşaa ettikleri ve halen bununla beslenen “Sosyo Ekonomik ve Kültürel “yapı… Ve bu oyun kurucular geçmişte oynadıkları oyunlardan bazıları nelerdir derseniz...Bunlar saymakla bitmez...Kitaplarda yazanların bazılarını özetliyelim...Birlikte okuyalım:
Bir zamanlar Hindistan’da bir yönetici, protein kıtlığından kırılan halka, sığır etini de yiyebileceklerini öğütlemeye başlayınca, Hindistan’ın İngiliz Valisi çok sert tepki göstererek, “halkın inançları ile oynanmasına izin vermem” söylemi ile adamın sesini hemen kesmiş....
Daha sonra bu vali yazmış olduğu hatıralarında, “eğer halkın sığır eti yemesini destekleseydim, proteinle beslenen halk daha sağlıklı-bilinçli olacaktı ve dogmalarının kırıldığında beklenen felaketlerin ortaya çıkmayacağını görünce de, İngiliz çıkarları Hindistan’da tehlikeye girebilirdi” diye yazıyor.,
Oradakilerin inancına bu denli saygılı olduğunu beyan eden İngiltere İmparatorluğu, uzun yıllar İngiliz Kumaşı olarak bilinen ve tercih edilen tekstil ürünlerinin Hindistan’da çok daha ucuza üretildiğini görünce ve çıkarları tehlikeye düşünce, Hindistan’daki tekstil işçilerinin (bir rakama göre 5.000 kişinin) sağ kolunu, tezgâhlarda artık çalışamasınlar diye Bethoven’in senfonisini dinleterek kestirmiş bir ülke..
Uzun zaman (Mao’ya kadar) yönetiminde tutuğu Çin’i, tüccarlarının aracılığıyla afyon-esrar bağımlısı yapan ve uyutan İngiltere, yollarda ser sefil yatan esrarkeşleri görmemezlikten gelmiş ve imparatorluğunun zenginliğini bu cesetlerin üzerine kurmuştur. Bir yöneticinin çıkıp da Çin’de esrar içilmesini yasaklamasıyla, kızılca kıyamet kopmuş; İngiliz İmparatorluğu yandaşları ile birlikte tüm gücüyle Çin’e saldırmış ve Pekin, Şangay’ı topa tutmuştur. Bu savaşın adı, tarihte “Afyon Savaşı” olarak geçmiş.
Sonuçta yenilen Çin, İngiliz tüccarlarını rahatsız ettiği için, özür dilemeye mecbur edilmiş ve “bundan böyle İngiliz tüccarları, tütün, esrar ve afyonu hiçbir kısıtlama ve engellemeye tabi olmadan satabilecektir” ibaresini taşıyan anlaşmayı yutkunarak imzalamak zorunda kalmıştır. Yetmedi, ceza olarak da, İngiliz Armadasını ve tüccarlarını rahatsız ettiği için, Hong-Kong’u 100 yıllığına İngilizlere vermiştir. Yakın zamanlara kadar Hong-Kong’un bir İngiliz şehri olmasının nedeni bu iğrenç anlaşma..
Bu iki örnek de de biat kültürünün temelinde i"sosyo-ekonomik,sosyo kültürel sömürü"görmek mümkün...
Batıda yavaş yavaş biat kültürünün yok olmasına ve analitik düşünce nin yerleşmesine yol açmış...
Dünya da zaman zaman, biat kültürünr karşı çıkılsa da biat kültüründen uzaklaşıldığı görünümü doğsa da otoriteye bağlılık anlamındaki biat kültürü şekil değiştirerek günümüze kadar devam etmiş.. Bunda bilimsel, sorgulayıcı, analitik eğitimin yaşama geçirilememesinin büyük etkisi olmuş.. Macchiavelli, hükmedilenlerin mevcut otoriteye bağlılığı konusundaki şu saptamayı yüzyıllar önce Hükümdar (Prens) adlı kitabında yapmış: “Hükmedilenleri kolay kolay liderleri aleyhine ayartamazsınız. Ama bir kez ayartırsanız bu kez bağlılıklarını sizin otoritenize bağlılık şeklinde göstereceklerdir.”
Kısaca özetlersek , 17. yüzyıla kadar biat kültürü feodal yapıların gücünün temel taşlarından birini oluşturmuş. ve bütün savaşlar bu kültür büzerine inşaa edilmiş.....
Fransız Devrimi sonrası görünüm değişmeye başlamış. Keşifler ve icatların ardısıra gelmesi ve sonuçta her şeyde olduğu gibi savaş araçlarında ve yöntemlerinde de yenilikler ortaya çıkmasına neden olmuş... Kol gücüne dayalı savaşların yerini yeni beyin gücüne dayanan ve bunların somut göstergeleri olarak icat edilen araçların kullanıldığı savaşların almış..
Buluş yapabilmek, teknolojiyi değiştirebilmek veya geliştirebilmek için bilimsel eğitim ve onun getirdiği özgür, sorgulayıcı, analitik düşünce sistemi öne çıkmış. Biat kültürü, bilimselliği dışlayan eğitime ağırlık vermiş..Öyle olunca da buluş yapmak, teknolojiye katkıda bulunmak pek mümkün olmamış.Analitik 1.0 den Analitik 2.0’e ve Analitik 3.0 yöneliş: Çağımızı yönlendiren karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin ulaştığı son nokta analitik gereksinimdir. Yaygın biçimde tartışıldığı gibi, bir toplumun kuruluş ve kurumları “alışkanlıktan analize geçmiş” ise, insanlar iş yaparken verileri derliyor; analiz ediyor, verilerin nesnel göstergelerine dayalı karar üretiyorsa “analitik 1.0 aşamasını” içselleştirmiştir diye yazıyor kitaplar ve devam ediyorlar.Birlikte okuyalım:
"Analitik 1.0" işlerimizi, anadan, atadan, sokaktan, komşudan gördüklerimizle, alışkanlıkla yapma yerine, verilere erişme, verileri malumata dönüştürme, malumatları uygun yöntemlerle bilgi haline getirme, bilgilere sezgileri de katarak anlama derinliğine ulaşma. İşyeri kayıtlarını resmi makamlardan gelenlere göstermek için değil de, işlerin gidişatını görmek için analiz etmektir;kendimize ayna tutmaktır. Analitik 1.0 alışkanlıkla değil, analizle iş yapmak.
"Analitik 2.0", büyük veriyi ehlileştirerek,gereksinim duyulan bilgileri, bilgi gürültüsü ve kirliliklerinden ayıklama işidir. Ünlü araştırmacı Bill S. Hansson'un uyarısı,tam da bu işlemlerin yapılmasının önemini anlatıyor. gereksinim duyulan verileri ayıklayabilecek insanlar hızla kritik alanlarda istihdam edilmeye başlanması Geleceğin parlak işleri analitik gerektiriyor. Ehlileşmiş bilgiyi elimizin menzili altında tutabiliyorsak,analitik 2.0 aşamasındayız; Analitik yeteneklerimizi yaygınlaştırmadan ve derinleştirmeden gelişmeleri kavramak mümkün değil.
"Analitik 3.0" ise gereksinim duyulan ve uygun yöntemlerle erişilebilen ehlileştirilmiş bilgileri bir ürünün içine sindirerek, farklı, rekabet edebilir ve piyasası olan mal ve hizmet üretimine dönüştürme ve piyasada tutturabilme aşaması
"Analitik 4.0" Bugünün dünyasında "öncü olanların" gündemlerinde analitik tartışmaları ilk sıralarda yerini korumakta... Analitik süreçlere hakim, bu süreçlerin gerektirdiği teknik araçları ustalıkla kullanabilen ve bu süreçleri şeffaflaştırabilen kişiler veri bilimci & veri analisti olabileceği konunu uzmanları tarafından belirtiliyor.. Analitik kavramı üzerinde bu kadar durma nedenimiz başta da belirttiğimiz gibi, dijital çağın bilgi üretme süreçlerinde merkezi öneme kavuşmuş olması... Şeffaflaşabilen ve büyük veriyi kucaklayabilen analitik geçerlidir bugün. Analitik konusunu merak edenler, bu kısa anlatım üzerinde bir kez daha düşünmeli. Eğer açıklamaları yeterli bulmayanlar varsa, kavramları açıkladığımız daha ayrıntılı yazılarımıza erişebilecekleri gibi, dünyada konuyu analiz eden bir dizi uzmanın makalelerine de okuyarak gerekli netliğe ulaşabilirler.
Analitik, geleceğin insan kaynakları yönetimini bir numaralı sorun alanı Eğitim sistemleri yakın gelecekte "analitik-odaklı" olacağı kesin; bundan en küçük kuşkunuz olmasın.
Çağın gereksinimine uygun bir değerler sistemine kafa yormayan, bilginin yeterli olmadığı ve anlama derinliğine erişmenin gerektiğini kavramadan, bilgi kuramına sahip olmak mümkün değil.İnsan doğasından kalkarak günün gerçeklerine uygun eğitim-öğretim sistemleri kurgulamayan bir toplum vasatlık batağına doğru gideceğinden de kimsenin şüphesi olmasın. Hatta, yeni tekniklere uygun öğrenme sistemi çerçeveleri netleşmeyen, yeni araç-gereçlerle uygun aktarma metotları geliştirmeyen, toplum yapısına ilişkin bir uzlaşma zemini bulmayan, fırsat yaratma konusunda bir uygarlık tasavvuru ortaya koymayan bir toplum da vasatlık tuzağından uzak duramaz. Bir ortak akılda uzlaşma sağlanamazsa, vasatlıktan ileri toplum olmaya gidemez. Özellikle de vasatlıktan kurtulmanın eğitim-öğretim bağlamının hayati önemi kavranmalıdır ki, çağı yakalayalım; proje-odaklı programlarla eğitim sistemimizi alternatif tepki biçimleri üretebilen bir düzeye taşıyabilelim.
Kaynak-odaklı üretimden yetenek –odaklı üretime geçiş: Vasat toplum olmaktan ileri toplum aşamasına geçişin bir başka ilişki düzlemi de, kaynak-odaklı üretim aşamasını yetenek odaklı üretim aşamasına taşımaktır. Üretimin emek-sermaye ekseninden, yaratıcı-girişimcilik eksenine kaydığının bilincine ulaşmadan da vasatlık tuzağından kurtulmamız mümkün olmaz. Dünya genelinde, satıcı piyasa egemenliğinin alıcı piyasalar egemenliğine kaydığını kavramadan da vasatlığı aşamamız mümkün mü?
Analitik paradigma değişimini algılayamanlar, uygarlık yolunua girmekte zorlanmışlar . Bu toplumlar biat kültüründen çıkamadığı, eğitimi bu paradigma değişimine göre örgütleyemediği için sanayi devrimine de yakalayamamış..Gerçi Batı bilimsel ilerleme ve toplumsal zengilliği sömürgecilikle pekiştirmiş ...Gücünü güç katmış.....Batı bu yapı ile , her gün yeni icatları daha da çoğaltmış ,teknolojide dev adımlar atmış. Buna karşılık az gelişmiş ülkeler ya da gelişmekte olan ülkeler (Üçüncü dünya Ülkeleri) görünürde değişikliklere yol açan bir takım hukuksal düzenlemeler yapmaya çalışsa da altyapısı olmayan bu düzenlemeler, topluma pek bir şey katamamış. Asıl olarak eğitimi, aydınlanma çağının gereklerine göre düzenleyememiş. Ve doğal olarak batı daha ileri gittiği için onlara göre daha da geri kalmış.
Türkiye’yi biat kültüründen çıkaracak olan adımlar Cumhuriyetle birlikte atılmış. Büyük önder Musatafa Kemal Atatürk'ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” (hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir) sözü bu değişimin en temel göstergesi olmuş. Türkiye, uzun bir aradan sonra ve çok geç kalmış olarak paradigma değişimine ayak uydurma yolunda adımlar atmış. Bu adımlar, aslında bugün tartışıp durduğumuz yapısal reformların ta kendisi.. Var olan yasaların çağdaş yasalarla değiştirilmesi, kadın erkek eşitliği, kadının sosyal yaşama ve çalışma yaşamına girmesi, eğitimde dinsel, geleneksel eğitimin yerini bilimsel eğitimin alması, ekonomide devletin önderliğinde sanayileşme için atılan adımlar vd hep bu yapısal dönüşümün halkaları olmuş...
. Türkiye 'de ki on yılda bir demokrasiden kopmalar, küresel oyun kurucular (Yüce Pir) tarafından kurgulanıp, sahneye konan toplumsal bir mühendislik, toplumsal transformasyon projesi olmuş--------------Gerçi bu proje, bu güçler tarafından dünyanın her tarafında kurgulanıp istediklerinde uygulamaya sokulmuş bir proje------ (Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin (asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile, küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak, bu çıkarları maksimize etme arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma, zorla modeli revize etme girişimi!..)... Demokrasiden kopartılarak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak, zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, şekle sokmuş, işin en acı yanı ; bu süreç sivil iktidarlarca da devam ettirilmiş olmuş... Ve içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya çıkmış......
Bugün ülkemizde yaşananlar gibi; dökülen/döktürülen kan, Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuş.... Bu zaman sürecinde bugünde olduğu gibi; toplumu kutuplara bölerek ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmaya çalışılmş..Toplumu dejenere edilmiş, gençliği pasifize edilmiş, toplum afazi hale getirilmiş. Toplumu afazileştirme faaliyeti, gençlik kesiminde yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiş. Dolayısıyla tüm darbe ve kalkışmalar toplumsal transformasyon projesi, '5Y formülü' (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar) ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi olmuş. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesi...Meselâ siyasetten bağımsız olarak metinlerini analiz edildiğinde, düpedüz cahil olduklarını göreceksiniz, üçyüz kelimeyle konuşan ve hep tekrar yapan ve ülkeye dayatılan proje konularına odaklanan yalan yanlış gerçeklik taşımayan demokrasi özgürlük laflarının peşine düştüklerini. Bir de Ünvanları profesör/Doç...sözümona şaşalı ünvanlar ..Dış ve yerli işbirlikçileri ile planlanan ve uygulamaya konan askeri darbelere ve kalkışmalar , Ülkemizin dünyayı ıskalamamıza ve paradigma değişiminin bir kez daha dışında kalmmız için girişilen oyunun bir parçası.olmuş...
Bugün geldiğimiz noktada ilk öğretimin, orta öğretimin, yüksek öğretimin,kısaca tüm eğitim-öğretim sistemimizin hali içler acısı. Soru soramayan, sorgulayamayan, büyüklerinin dediğini kayıtsız koşulsuz doğru kabul eden, önüne konulanları sadece ezberleyen, itiraz bile edemeyen bir öğrenci prototipleri oluşmuş... OECD’nin yaptırdığı PISA eğitim yeterliliği testinin sonuçları hangi noktada olduğumuzun açık ve acı bir göstergesi. Türk öğrenciler 65 ülkenin öğrencileri arasında matematikte 44, okuduğunu anlama ve anlatmada 42, fen bilgisinde 43’üncü sırada yer alıyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi Uzakdoğu ülkelerinin öğrencileri en üst sırada... Dünyada son ikiyüz yıldır yaşanan gelişmeler, soru sormayan, sorgulayamayan, analitik düşünemeyen insanların buluş yapamayacağını, teknolojiye katkıda bulunamayacağını göstermiş bulunuyor. Bunun son örneğini Uzakdoğu ülkeleri veriyor. yöntemi kullanarak yani insanları soru soran, sorgulayan, analitik düşünebilen insanlar olarak kendi kültürel yapılarıyla entegrasyonu sağladıkları ve kadim değerlerdende zere kadar ödün vermeden , analitik düşünce ile yetiştirerek sanayileşmiş ülkelerin arasına girmeyi başarmışlar...
Biat kültürü, şehlere/şıhlara/tarikat ya da cemaat liderlerine kayıtsız, koşulsuz bağlı prototipler yetiştirimiş ve yetiştirmeye devam etmekte. Bu Dünyanın en iyi okullarında, en iyi hocalarla okusalar bile buluş yapacak, teknoloji geliştirecek, teoriye katkıda bulunacak adımlar atmaları mümkün değil. Çünkü önceliklerinde hep bağlı oldukları lider ve onun düşünce sistemine biat olacağı kesin....
Türkiye’nin yapması gereken birincil yapısal reform eğitim reformu..temel eğitim. orta öğretim yükseköğretimde köklü değişiklikler yapılması ve okullarda yalnızca bilim derslerinin okutulması, soru sorulmasının özendirilmesi, analitik düşünce tarzının geliştirilmesine yönelik bir eğitim sistemine geçilmesi birinci koşul. Hiç kuşkusuz bunu yapabilmek için öncelikle eğiticilerin eğitimini sürekli sağlayacak kursaların açılması, öğretmen okullarında derslerin bu biçime dönüştürülmesi gerekmekte. Biat kültüründen kurtuluşun tek yolu bu. Biat eden değil, analitik düşünceye sahip , bizim dediğimize itaat eden değil bizim dediğimizi sorgulayan kuşaklar yetiştiremediğimiz sürece bu kısır döngüden çıkamaz, ortadoğunun sorgulayamayan, anlayamayan ve dolayısıyla teknoloji üretemeyen üçüncü dünya toplumları gibi olmaktan kurtulamamız mümkün değil.
Cumhuriyetimizin 100. yılında, Türkiye eğer, Cumhurbaşkanımızın gösterdiği "Hedef 2023"'e , ülkeyi buluş yapan, marka yaratan, teknoloji üreten bir ekonomi durumuna getirecek stratejik yol haritasını acilen yürürlüğe koymadığı sürece birinci sınıf bir ekonomi konumuna ulaşması mümkün değil.. Biat kültüründen çıkamadığımız, analiz eden , sorgulayan, araştıran, bulan, eleştiren kuşaklar yetiştiremediğimiz sürece gelişmiş bir toplum konumuna gelmek mümkün değil...
Son söz: Analitik düşünceden uzak biat kültürü bir mesel gibi: ...Ağaç kovuğundaki mantar.....İçiniz oyulduğunda o boşluğa yerleşen ve sizin eğitilmez cehaletinizle büyüyen bir başkası oluyor özü emen...Sonra?...Sonrası malum!..."Kulla kulluk eden prototipler"...
Bunu asla unutmayın. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini unutmayın. Unutursanız acınacak hale gelirsiniz.”
Sağlıcakla kalın...
Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz " Kadar temiz tüm insanların, günleri hep aydınlık olsun!..
Yüreğinizdeki sevgi daim olsun!
Umudu hiçbir zaman kaybetmemek dileği ile !....http://www.alevalatli.com.tr/
------------------------------------------------------------------------------
“Whoever has ears, let them hear.”
On July 15 our beloved country suffered a most violent physical assult. Seven bombs were dropped on The Grand National Assembly which was then in session. As the right wing of the building was severely damaged, the Deputies went on to resume their meeting in the under ground shelter. Peoples’ representatives refused to leave the building and stood sentry for the next twenty-four hours within which the attempted coup was thwarted. Please note that never before in its 139 year old history, neither by enemy nor by foe had the Turkish Parliament (1877) been corporeally attacked. This damnable transgression is the very first.
Concurrently, the modest seaside resort where the Honorable Recep Tayyip Erdoğan and his family, including grandchildren, were vacationing, was being raided by a dozen men heavily armed with gun night sights. The men were masked and bore no insignia, military or otherwise. As security guards engaged the gang, the President of the Turkish Republic scaped the assasination attempt by some fifteen minutes only. Please note again that in our long history, no political leader, including the late Prime Minister Adnan Menderes, was impeached without due legal trial.
The fact is that the Turkish people abhor the thought that death by assasination is condign chastisement for any leader, including late John F. Kennedy, Martin Luther King, Jr, Benazir Bhutto, Thomas D’Arcy McGee, Rafic Hariri, Mahatma Gandhi to name a few. Now, imagine if you will, the sights and sounds of sinister night helicopters and jets firing away indiscriminately over the Ankara skies. Having done that, consider the cooly serviced images by international media of the brutally dismembered bodies of late Saddam Huseyin, Muammer Kaddafi, et al, juxtaposed with estimeed President Erdoğan and/or the men and women members of the Turkish Parliament. You cannot but empathise with the Turkish people who took to the streets determined to stop the crazed hashashin at any cost.
Please note that President Erdoğan has won every single local and national election in the past decade, including the recent presidental contest when he achieved an admirable 52%. As such, he is undoubtably the most popular Turkish leader since Mustafa Kemal Atatürk. Even so, the unarmed people who confronted the tanks were by no means composed entirely of Erdoğan fans. Nor are the huge crowds who have been keeping vigilance until the wee hours of the morning the zealous supporters of his Justice and Development Party. They are none other than the multi-ideological members of a seasoned nation who is well aware that in our part of the World after every democratic victory there is another battle waiting to be won.
We are a steadfast lot who believe that the peoples’ right to choose their way of life is a natural, fundamental right, and as such is a corollary of the postulate of integral democracy. Hence, no democratically elected government deserves being overthrown by an coup. No attack on unarmed civilians can be extenuated, most certainly not by the Peoples’ very own military with weapons precured with their hard earned taxes.
Please note that July 15th was not some Play Station game. We lost over 250 men and women. About 1500 people are wounded, some so heavily that they probably will not make it.
The gist of it is that, we in Turkey are angry and hurt. As such, we have been expecting if not compassion, some solace from our friends and allies - and at least some semblance of homage from the international media. To our dismal, we witnessed the BBC Arabic, Sky News Arabic, El Arabiya TV, the ITN diplomatic editör and the US networks run boisterous commentaries saying that President Erdogan “was finished” or “had fled to Germany.”
As Sunday Times unabashedly reported the rogue faction as “the guardians of democratic and secular rule of law”, our very own resident reporter Andrew Finckel, typically ignored the reality of the Turkish scene and haughtily advised from The Guardian: “The lesson of the failed coup is that Turkey needs a leader who can bring different sides of a divided society together – or at the very least, one who is willing to try.” This was from a man who has been living in our mids for the last two decades.
As for the irrefutable fact that “It was a major display of solidarity when Turkish MPs from all four major political parties gathered at the damaged Parliament only hours after a coup attempt failed to overthrow the government”, we were to find out that a blatantly hostile explanation had already been designed and put to service: “Knowing if they didn’t, the resurging dictator-in-charge (please note that would be President Erdoğan!) would include them in his lethal kill roundup too.”
Another overbearing commentator was Joachim Hagopian of Global Research. An ex-army officer by trade, the faul mouthed US psychologist rushed in to offer his shameslessly defamatory and patronizing appraisal of the situation: “Typically what do political leaders (like Erdoğan!) do when they’re struggling to stay in power? They launch a fake coup or war, sabre rattling (note the crude innuendo about ‘Eastern despots’) against internal or external threats to rally a jingoistic nationalism amongst its malleable, flag-waving citizenry (that are the Turkish people!)”
Bewildered as we were by the covers of Time, Newsweek, The Economist and Der Spiegel magazines and tried to fanthom the journalistic skill that actually obscured the bloody attempt and managed to disseminate the ill feeling that is an inevitable collary to measures to be taken in a state of emergency, Western leaders like Obama and Kerry added “injury to insult” by silently waiting “for hours in hopes that Erdogan would be dethroned before finally conceding, issuing public statements backing the Erdogan government, seemingly only after they had no other choice.”
“Whoever has ears, let them hear” had said Jesus Christ, aleyhis selam, in Matthew 11:16-24. He was referring to conceited Pharisees whom he graciously likened to children who can indeed be very self-centered and typically consider themselves the center of the universe. Their complaints are often about fictive events - yet, fiction can breed great malice.
We the living in this part of the World maintain our hope that these modern Times of Trouble will too pass. The men of decency and conscience will once again appear on the Western horizon. That they will mourn when they hear our dirge, and rejoice when they hear our pipes. Alas, the World needs people whose ears are clogged neither with orientalist, nor Islamophobic fiction.
Alev Alatlı, Dr. h.c.
July 25, 2016
Beykoz
----------------------
(*)Mana Neyestani'nin bu karikatürü çok paylaşılan ve her paylaşan ona kendince anlamlar yüklediği bir karikatür.
Bizce; sanki ülkesine yönelen kültürel, ekonomik,sosyal,siyasal hatta silahlı tehditleri görmezden gelen, hatta halka onu şirin göstermeye çalışan,"Bahar"yanlısı ,küresel oyun kurucuların sözcülüğüne soyunmuş, batı özentili , sözüm ona bilim adamları!.. Tatlısu entellerini, görsel, işitsel ve yazılı medyayı anımsattı...
Not: İlgilenenler için
Büyük Nutkun 10 adet video ile anlatımı ..
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/1.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/2.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/3.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/4.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/5.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/6.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/7.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/8.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/9.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/10.mp4