Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde hazırlanan Panel bildirisi (Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk ERDOĞAN)
Hz. Peygamber Dönemi Cahiliyye Zihniyeti ve Birlikte Yaşama İradesi
Hz. Peygamber dönemindeki Arap toplumu, İslam vahyinin etkisiyle cahiliye kültürünün kapalı toplum yapısından, medeni kültür standartlarına yükselmiştir. Cahiliye Arap toplumu, yapı itibariyle asabiyete (kan bağı) bağlı olduğu için, birlikte yaşamanın imkânını sunan medeni toplum standartlarını, doğası gereği reddetmektedir. Bu bağlamda düşünüldüğünde Hz. Peygamber zor olanı değil, imkânsız olanı başarmıştır. Kan davalarının, ayrışmanın, ötekileştirmenin ve hizipleşmenin temelleri üzerine kurulmuş Cahiliye Arap toplumu; Hz. Peygamber’in Kur’an temelli düşünsel ve toplumsal öğretisi ile paylaşmayı bilen, hak ve adalet temelleri üzerine inşa edilmiş, birlikte yaşamayı yüzyılların öğretisiymiş gibi benimseyen bir toplum haline dönüşmüştür. Panelimizin bu sunumunda, Hz. Peygamber’in vahiy temelli öğretisinin felsefi altyapısı da irdelenerek, onun bu başarısının sırları ortaya konulacaktır.
Hz. Peygamber bütün insanlığa gönderilmiş evrensel bir peygamberdir. Onun insanlığı aydınlatmak için Allah’tan aldığı vahiy yani Kur’an-ı Kerim de bütün insanlığı kapsayıcı evrensel bir niteliğe sahiptir. Mesela Kur’an; “Kim bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın (yani masum olan bir insanı) öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.” (maide 32) demekteyken, bu kucaklayıcı mesajın benzerini, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi özsel yapısı ve yaşanabilirliği bozulmuş diğer ilahi karakterli dinlerde görmemekteyiz.
Hz. Peygamber’in gönderildiği toplumun özelliklerinin bilinmesi onun mesajının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Bu sebeple öncelikle İslam’ın gönderilmesinden önceki Arap toplumu hakkında giriş mahiyetinde kısa ve öz bilgiler vermek elzem gözükmektedir. Öncelikle Hz. Peygamber -özel olarak muhatap olduğu cahiliye Arap toplumu bazında düşünmek kaydıyla- karşında bilgisiz, cahil ve her anlamda geri kalmış bir topluluk bulmamıştır. Bu topluluk şiir ve edebiyat gibi alanlarında oldukça ileri düzeyde bulunmaktaydı. İslam öncesi Arap toplumuna “Cahiliye” sıfatının verilmesinin temel nedeni; bu kitlenin özellikle ahlaki, hukuki ve dini bir çöküş içinde olmasındandır. Bu durumu, bugünün bazı çağdaşlaşmış toplumlarının zenginlik ve refah içerisinde bulunmasına rağmen, ahlaki olarak geri kalmasına benzetebiliriz. Bütün insanlığa evrensel mesajını iletmek için bir elçi olarak gönderilen Hz. Peygamber özelde muhatap olduğu cahiliye Arap toplumunda öncelikle bahsi geçen 3 dejenerasyonu gidermeyi amaçlamıştır. Bunları kısaca açmak gerekirse şunları söyleyebiliriz:
Ahlaki Yozlaşma: İnsanlığın yaratılışından gelen, utanma duygusu, ar, namus gibi toplumun olmazsa olmazları, cahiliye Arap toplumunda tamamen ortadan kalkmış, değersizleşmiş ve ulvi anlamlarını yitirmişti. Hz. Peygamberin bu topluma en büyük etkisi, ahlaki yozlaşma ile yaptığı mücadeledir. O, kendisinin sergilediği örnek yaşam ile muhataplarına yol göstermiş, bir insanın nasıl yaşaması gerektiğini de en güzel şekliyle göstermiştir. Yüce kitabımız Kur’an; “Ey Muhammed biz seni insanlığa güzel örnek olman için gönderdik” diyerek bu durumu desteklemektedir.
Hukuki Yozlaşma: Cahiliye Arap toplumu kin ve nefret tohumlarını ekerek bütün insanlığı kirletmiş, maalesef hak, adalet ve eşitlik gibi temel insan haklarının hiç birisine değer vermemiştir. Bu toplumdaki bana göre en önemli yozlaşma cinsiyet ayrımcılığıdır. Özellikle kadınlar insan olarak dahi kabul görmemekteyken kız çocuğu doğuran bir kadın, toplum dışına itilmekte, kız babası olan bir erkek ise utancından insanların arasına çıkamamaktaydı. Daha da önemlisi kız bebekleri diri diri toprağa gömülmekteydi. “Onlardan birine kız evlat müjdelendiği zaman, öfkesinden ve üzüntüsünden yüzü kas kara kesilirdi.” (Nahl 58) Ayeti o dönemin toplum yapısını en net şekliyle yansıtmaktadır. Ayrıca kan davaları, aşiret savaşları, kölelik sistemi gibi birlikte yaşamayı engelleyen birçok toplumsal adaletsizlik, hukuki yozlaşmanın diğer nüveleri olarak sayılabilir. Bu hukuki ihlaller doğal olarak kutuplaşma, kamplaşma ve ötekileştirmeyi de beraberinde getirmiştir. Böyle bir toplumda birlikte yaşama kültürünün oluşmasının beklenmesi zaten mucize olurdu.
Dini Yozlaşma: Kur’an, Cahiliye Arap toplumunu inançsal bağlamda “kâfir” sıfatından ziyade, “müşrik” sıfatı ile tanımlamaktadır. Bu toplum Allah’a inanıyor olmasına rağmen, O’nunla beraber başka ilahları ona aracı kabul etmiştir. Ayrıca Cahiliye Arap toplumu, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi diğer ilahi dinleri ve bu dinlerin Peygamberlerini yakından tanımaktaydı. Onlar Melekleri Allah’ın kızları olarak kabul etmekteydiler. Bu topluluğun inançsal bağlamda en büyük yanlışı Allah’ın birliği (tevhid) ilkesinden uzaklaşmış olmasıydı. Tevhid ilkesinden uzaklaşan bir toplum doğal olarak birlikte yaşama iradesini de kaybetmiş olacaktır. Bugünün dünyasında yaşayan toplumlar incelendiğinde, özellikle tevhid ilkesinden ayrılan İslam toplumlarının kendi içlerinde hizipleşmeye ve ayrışmaya gittikleri görülecektir. Kısacası Hz. Peygamber cahiliye Arap toplumunda müşriklik veya putperestlik olarak da tanımlanan bu yanlış inanca müdahale ederek, insanlığın özüne ve fıtratına uygun tevhid temeline dayanan İslami öğretiyi yeryüzünde tekrar hâkim kılmak istemiştir.
Son olarak da konuşmamı şu önemli ayrıntıyı paylaşarak sonlandırmak istiyorum. Yıllardır kendime “Hz. Muhammed kimdir?” sorusunu sordum. Bu soruya verilen cevaplar incelendiğinde genel olarak; Peygamber Efendimiz’in kimlik bilgilerine (anne, baba, dede adları, eşleri, çocukları vb.) yer verildiği ya da Hz. Peygamber’in yaşadığı tarihsel sürecin ayrıntılarının (yaptığı savaşlar, İslam coğrafyasının nasıl şekillendiği vb.) anlatıldığı görülecektir. Bu durum, bir İslam felsefesi hocası olarak kendi dersimle alakalı şu soruyu sormama da neden oldu: “İslam felsefesinin öğrencilere öğrettiği bilgiler, onlara felsefe yapmayı mı, yoksa felsefe tarihini mi öğretmektedir?” Kullanılan öğretim yöntemleri dikkate alındığında, bu ders öncelikle, felsefenin tarihi sürecini açıklamayı hedef almaktadır. Aynı şekilde bizler Hz. Peygamber’i anlatmak isterken, genel olarak onun kimlik bilgilerini ve tarihi süreçteki varlığını açıklamaktan öteye geçememekteyiz. Bu öğretim yöntemi başlangıç itibariyle tabi ki gerekli ve zorunludur. Fakat diğer bir açıdan Hz. Peygamber’in hayatını anlatmak ile Hz. Peygamber’i anlamanın ve anlatmanın birbirinden farklı olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bana göre Hz. Peygamber’in kim olduğu sorusuna verilebilecek şahsımı bağlayan cevap: “O, vahyin ışığının karartıldığı bir dünyaya, ruhu ve bedeniyle ışık olan, insanlığını kaybetmiş bir topluluğa insanlığını tekrar hatırlatan, kısacası kalplerde ve zihniyetlerde tarifsiz bir devrim yapan, önce kul sonra elçi olduğunun farkında bir hayat yaşayan yegâne şahsiyettir.”