Peter Thiel’ın gelecek hakkındaki uyarılarını tüm Dünya insanları dinlemeli. 1. Tek Dünya Devleti ve Distopik Birleşik Zihin
Thiel’in “tek dünya devleti” endişesi, klasik liberal düşüncenin bir yansımasıdır: tek bir merkezî iktidar = mutlak kontrol = bireysel özgürlüklerin yok oluşu.
Ancak burada ironik bir çelişki başlar: Thiel’in yatırımları, özellikle Palantir gibi şirketler, ulus-ötesi veri gözetiminin en gelişmiş araçlarını üretmektedir.
Bu bağlamda, "kıyamet senaryosuna karşı sigorta sattığı" izlenimi doğar: Hem tehdidi dillendirir, hem tehdidi gerçekleştiren altyapıyı kurar.
Kapitalizmin “korku ekonomisi”nin tam karşılığı budur.
2. Yapay Zeka: Tehlike AGI Değil, Gözetimdir
Thiel, Elon Musk gibi figürlerin aksine, AGI (Genel Yapay Zeka) korkusuna mesafeli durur; esas tehlikenin gözetim amaçlı yapay zeka uygulamalarından geldiğini belirtir.
Fakat burada da belirgin bir çelişki vardır: Palantir’in, örneğin ABD Göçmenlik Bürosu’yla entegrasyonu, distopik dizileri aratmayacak gözetim ağları inşa eder.
“Özgürlükleri savunuyorum” söylemiyle eş zamanlı olarak, bu özgürlüklerin haritasını çıkaran algoritmalar üretmek, ikircikli ve pragmatik bir pozisyonu yansıtır.
3. Teknolojik Stagnasyon: Neden Mars’a Gitmiyoruz?
Thiel’e göre, 1970’lerden itibaren fiziksel dünya teknolojilerinde kayda değer bir ilerleme yoktur.
"Biz uçan arabalar hayal ettik, elimizde 140 karakter kaldı" sözü, bu durgunluğu eleştiren çarpıcı bir ifadedir.
Ancak burada da sorgulanması gereken bir mesele vardır: Gerçekten radikal fikirlerin önü, bizzat sermaye sahiplerinin yatırım refleksleriyle kesiliyor olabilir.
Çünkü tarihsel olarak biliyoruz ki, çığır açan fikirler, ilk anda yatırımcılara saçma gelir. Risk sermayesi ironik biçimde riskten korkar.
4. Doğum Oranları ve Medeniyetin Geri Sayımı
Thiel’in doğum oranları konusundaki vurgusu, klasik muhafazakâr medeniyet söylemiyle örtüşür:
"Çocuk doğmazsa medeniyet çürür."
Bu yaklaşım, Batı’nın biyopolitik çöküşüne dair bir alarm niteliğindedir.
Ancak çözüm önerileri genellikle soyut kalır. Thiel’in anti-modern, hafif Nietzscheci tavrı burada belirginleşir: Medeniyetin kurtuluşu, "yaratıcı azınlıklar"ın iradesine bağlanır.
5. UFO’lar ve Bilimin Sınırları
Thiel’in UFO konusundaki yaklaşımı dikkat çekicidir:
"Bilimsel olarak değerli ama kariyer intiharı olabilir."
Bu ifade, çağdaş akademik yapıya yönelik radikal bir eleştiridir.
Bilginin metrikleşmesi, yayın sayısıyla değer kazanması, gerçekten bilinmeyene yönelmeyi engellemektedir.
Thiel burada haklı olabilir: Merak giderek ölüyor.
6. Çelişkiler ve Gerçek Niyet
Palantir gibi şirketlerle gözetim altyapısı kurmak,
Aynı anda “özgürlük” söylemiyle entelektüel hegemonya inşa etmek,
Hem sistemin içindeyken, hem de sistemin radikal eleştirisini yapmak...
Tüm bu durumlar Thiel’i tam anlamıyla bir "stratejik paradokslar girişimcisi" hâline getirir.
Kimi zaman Sokrates gibi sorular sorar, kimi zaman Machiavelli gibi sahneyi biçimlendirir.
Sonuç: Thiel’i Nasıl Okumalı?
Peter Thiel’i bir ideolog olarak değil, “yeni çağın stratejik sofisti” olarak konumlandırmak daha isabetlidir.
O hem özgürlükçü hem otoriter eğilimlere yakın durabilir. Çünkü asıl hedefi kontrol değil, yönlendirmedir.
Kendi deyimiyle:
“Gelecek ya kaotik olacak, ya da kimin planladığına bağlı.”
Ve Thiel, bu planlama yarışında öne geçmek istemektedir — hem bilgiyle, hem yatırımla, hem de korkular üzerinden rıza üreterek.
Peter Thiel ve Stratejik Distopyalar: Teknokapitalist Bir Gelecek Tasarımı
Slavoj Žižek ve Carl Schmitt Perspektifinden Eleştirel Bir Analiz
Abstract
This study critically examines the future vision of technology entrepreneur and thinker Peter Thiel, along with its ideological and political layers. Thiel’s narratives, constructed around concepts such as "one world government," "technological stagnation," "surveillance capitalism," and "civilizational collapse," are evaluated through the lens of Slavoj Žižek's critique of ideology and Carl Schmitt's theory of sovereignty. The paper argues that Thiel’s discourse on the future is a deliberate production of a "strategic dystopia," designed to legitimize technocapitalist hegemony. While Thiel draws attention to global threats, he simultaneously integrates with the very structures that build the technological and economic infrastructures of these crises. This situation reveals his position as a strategic sophist and his contribution to the continuity of technocratic power.
Keywords: Peter Thiel, Technocapitalism, Slavoj Žižek, Carl Schmitt, Strategic Dystopia, Sovereignty, Surveillance Capitalism, Artificial Intelligence, Technological Stagnation, Civilizational Collapse.
Öz
Bu çalışma, teknoloji girişimcisi ve düşünür Peter Thiel'in gelecek vizyonunu, onun derinlemesine işleyen ideolojik ve siyasi katmanlarıyla birlikte eleştirel bir mercekten incelemektedir. Thiel’in söyleminde öne çıkan "tek dünya devleti", "teknolojik stagnasyon", "gözetim kapitalizmi" ve "medeniyetin çöküşü" gibi kavramlar etrafında kurguladığı anlatılar, kuramsal bir çerçeve içinde değerlendirilmektedir. Bu çerçeve, Slavoj Žižek'in ideoloji eleştirisi ve Carl Schmitt'in egemenlik kuramının sunduğu eleştirel perspektiflerle güçlendirilmektedir. Makalede, Thiel’in gelecek söylemlerinin, aslında teknokapitalist egemenliği meşrulaştırmak ve tahkim etmek amacıyla bilinçli bir biçimde oluşturulmuş bir "stratejik distopya" üretimi olduğu savunulmaktadır. Thiel'in bir yandan küresel tehditlere yönelik keskin uyarıları dikkat çekerken, diğer yandan bu tehditlerin teknolojik ve ekonomik altyapılarını inşa eden yapılarla bütünleşmesi, onun stratejik bir sofist olarak konumunu ve teknokratik iktidarın sürekliliğine yaptığı katkıyı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu analiz, onun vizyonunun sadece bir öngörü olmaktan öte, belirli bir güç yapısını konsolide etmeye yönelik bir araç olduğunu göstermeyi hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: Peter Thiel, Teknokapitalizm, Slavoj Žižek, Carl Schmitt, Stratejik Distopya, Egemenlik, Gözetim Kapitalizmi, Yapay Zeka, Teknolojik Stagnasyon, Medeniyet Çöküşü.
1. Giriş
Peter Thiel, günümüzün en etkili teknoloji figürlerinden biri olarak, yalnızca PayPal ve Palantir gibi çığır açan teknoloji şirketlerinin kurucusu olmakla kalmamış, aynı zamanda çağdaş teknokapitalist anlatıların ve gelecek kurgularının da önde gelen temsilcilerinden biri haline gelmiştir. Onun Silikon Vadisi'nin hâkim neoliberal mitosunu hem yeniden üreten hem de çoğu zaman eleştirel bir biçimde yeniden yapılandıran ideolojik bir çerçeve sunduğu gözlemlenmektedir. Thiel’in söylemlerinde bireysel özgürlük, ilerleme ve medeniyetin geleceği gibi temalar merkezi bir yer tutmakla birlikte, bu temalar genellikle distopik bir gelecek vizyonuyla iç içe geçmektedir. Bu çalışma, Thiel’in inşa ettiği bu gelecek anlatısının basit bir öngörü veya uyarı olmaktan öte, aslında hegemonik bir iktidar stratejisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu ve bu stratejinin temel olarak stratejik distopyalar aracılığıyla işlediğini ileri sürmektedir.
Çalışmanın temel araştırma sorusu, Thiel’in kriz temelli uyarılarının ve distopik öngörülerinin gerçekten de kaçınılmaz birer gelecek tahmini mi olduğu, yoksa belirli bir iktidar yapısını kurma ve sürdürme amacı güden araçlar mı olduğudur. Bu çerçevede, Thiel’in felsefi ve siyasi görüşleri, Carl Schmitt’in istisna hali ve egemenlik kuramı ile Slavoj Žižek’in ideoloji ve özne-konumlanışı üzerine geliştirdiği eleştirel analizler bağlamında derinlemesine incelenecektir. Böylelikle, Thiel'in söylemlerinin, mevcut teknolojik ve ekonomik güç odaklarının çıkarlarını nasıl meşrulaştırdığı ve bu güçlerin gelecekteki konumlarını nasıl güvence altına aldığına dair kapsamlı bir perspektif sunulması amaçlanmaktadır. Bu analiz, Thiel'in kurguladığı gelecek senaryolarının ardındaki ideolojik motivasyonları ve siyasi sonuçları açığa çıkarmayı hedeflemektedir.
2. Teorik Çerçeve
Peter Thiel'in karmaşık gelecek vizyonunu derinlemesine anlamak için onu salt bir teknoloji girişimcisi olarak değil, aynı zamanda siyasi ve ideolojik bir yapı kurucusu olarak ele almak elzemdir. Bu bağlamda, Thiel'in düşünsel evrenini analiz etmek ve çözümlemek üzere iki önemli kuramsal çerçeve işlevsel bir temel sunmaktadır: Carl Schmitt'in "istisna hali ve egemenlik" kuramı ile Slavoj Žižek'in "ideoloji eleştirisi". Her iki düşünür de, kendi özgül bağlamlarında ve kavramsal araçlarıyla, iktidarın görünmezleşme, normalleşme ve meşrulaşma süreçlerini açıklamakta güçlü analitik imkanlar sunarlar. Aşağıdaki alt bölümlerde, bu iki yaklaşım, Peter Thiel'in kurguladığı stratejik distopyaların analizi bağlamında detaylıca ele alınacak ve onun teknokapitalist gelecek tasarımının ardındaki mekanizmalar incelenecektir.
2.1. Carl Schmitt ve Teknolojik Egemenlik
Carl Schmitt, siyaset felsefesinin temel taşlarından biri olarak, egemenliği "istisna halinde karar veren" olarak tanımlar (Schmitt, 2005, s. 5). Schmitt'e göre istisna hali, hukukun ve siyasal düzenin olağan işleyişinin askıya alındığı, normların ötesine geçilerek tüm karar yetkisinin merkezi bir otoriteye devredildiği, potansiyel olarak sınırsız bir durumu ifade eder. Modern siyasal yapılar, bu istisna rejimlerini çoğu zaman görünmez kılarak veya rasyonalize ederek normalleştirme eğilimi gösterirler. Bu normalleştirme süreci, olağanüstü durumun sürekli bir yönetim aracı haline gelmesine olanak tanır.
Peter Thiel'in söylemlerinde gözlemlenen sürekli kriz vurgusu — ister küresel iklim felaketi, ister yapay zekâ tehdidi, isterse de "tek dünya devleti"ne yönelik korkular olsun — tam da bu istisna hallerinin siyasal ve toplumsal söylemde süreklileştirilmesini sağlar. Thiel, bu krizleri bir yandan potansiyel yıkım senaryoları olarak sunarken, diğer yandan da bu krizlere karşı "tek" ve "kaçınılmaz" çözümlerin öncüsü olarak kendisini ve temsil ettiği teknokratik gücü konumlandırır. Bu durum, Schmitt'in "istisna halinde karar veren" figürünün, çağdaş bağlamda, teknolojik araçlarla yeniden kurulan bir egemenlik modeline işaret ettiğini göstermektedir.
Thiel'in kurucusu olduğu Palantir Technologies gibi şirketlerin, hükümetlere ve güvenlik kurumlarına sunduğu veri temelli yönetim altyapıları ve ileri analitik sistemler, bu istisna halini adeta bir yönetişim normu haline getirmektedir. Büyük veri analizi, öngörüsel polislik ve sürekli gözetim mekanizmaları, risklerin ve tehditlerin "her an mevcut" olduğu bir algı yaratır. Bu durum, toplumsal düzende herhangi bir kriz anında veya potansiyel kriz riskinde, teknolojik çözümlerin tek ve zorunlu bir seçenek olarak sunulmasını sağlar. Böylece, Schmitt'in bahsettiği "karar veren" figürü, somut bir liderden ziyade, artık soyut ama işlevsel olarak her yere nüfuz eden yazılım kodları, karmaşık algoritmalar ve devasa veri setleri biçiminde yeniden doğmaktadır. Thiel, bu yolla, "teknolojik egemenlik" olarak adlandırılabilecek yeni bir iktidar formunu sistematize etmekte, yani krizle tetiklenen olağanüstü kararı, teknolojiyle mühürleyerek kalıcılaştırmaktadır. Bu, hukukun üstünlüğünden ziyade, teknolojik "gereklilik" adı altında alınan kararların meşrulaştırıldığı bir yönetim anlayışının temelini atmaktadır.
2.2. Slavoj Žižek ve Distopik İdeoloji
Slavoj Žižek, ideolojiyi yalnızca Marxçı anlamda "yanlış bilinç" olarak değil, aynı zamanda Lacancı psikanalizin kavramlarıyla harmanlayarak, hakikatin tam da bilindiği hâlde göz ardı edildiği bir fetişist inkâr biçimi olarak tanımlar (Žižek, 1989, s. 32). Bu perspektife göre ideoloji, sadece neyin açıkça gösterilip sunulduğuyla değil, bilakis neyin gösterilmediği, neyin perdenin arkasında kaldığı ya da bilinçli olarak göz ardı edildiğiyle de yakından ilgilidir. İdeoloji, "gerçeği" kabul eder gibi yaparken, bu gerçeğin rahatsız edici sonuçlarını veya temel çelişkilerini bastırma ve normalleştirme işlevi görür.
Peter Thiel’in söylemleri de tam olarak bu Žižekçi bağlamda işlevseldir: Özellikle yapay zekâ (YZ), gözetim teknolojileri ve genel olarak küresel tehditler üzerine yaptığı keskin eleştiriler ve bu eleştirilerle yarattığı distopik senaryolar, paradoksal bir şekilde aynı teknolojilerin üretimi, geliştirilmesi ve küresel ölçekte ticarileştirilmesiyle eşzamanlı olarak gerçekleşmektedir. Örneğin, Thiel'in Yapay Genel Zekâ (AGI) tehdidine dair endişelerini yüksek sesle dile getirmesi veya küresel gözetim yapılarının yaratabileceği potansiyel tehlikelere işaret etmesi, bir yandan kamuoyunda farkındalık yaratır gibi görünürken, diğer yandan bu teknolojilerin altyapısını kuran ve geliştiren şirketlerin (tıpkı kendi kurduğu Palantir gibi) ekonomik ve siyasi iktidarını da görünmez kılar.
İşte burada Žižek'in “fetişist inkâr” kavramı devreye girer: Bilginin varlığına rağmen eylemin sürdürülmesi, yani "Biliyorum ama yine de yapıyorum" (Žižek, 1989, s. 33). Thiel, YZ'nin ve gözetim sistemlerinin potansiyel tehlikelerini bilir, hatta bunları kamuoyuna ilan eder; fakat bu ilan, onun bizzat bu tür gözetim sistemlerini inşa etmesini, onlara yatırım yapmasını veya ticarileştirmesini engellemez. Aksine, bu tehditkar distopik senaryolar, bahsi geçen sistemlerin ve teknolojilerin “krize karşı zorunlu” veya “güvenlik için kaçınılmaz” olduğu argümanını güçlendirerek meşrulaştırır. Thiel, böylece, tehlikeyi işaret ederek aslında tehlikenin kendisinin bir parçası olan çözümlerin yaygınlaşmasına zemin hazırlar.
Bu noktada distopya, yalnızca potansiyel bir kötü geleceğe karşı bir uyarı aracı olmaktan çıkarak, mevcut sistemin ve belirli bir iktidar yapısının yeniden üretimi için kullanılan stratejik bir retorik haline gelir. Thiel’in kriz anlatıları ve geleceğe dair karamsar öngörüleri, mevcut düzene yönelik radikal bir eleştiriden ziyade, bu düzenin "yeni normaller" (örneğin, sürekli gözetim veya teknolojik karar alma süreçleri) aracılığıyla daha da güçlendirilmesidir. Dolayısıyla, onun distopik öngörüleri siyasi olarak tarafsız değil; bilakis, belirli bir teknolojik-iktisadi düzenin sürekliliğini ve hegemonyasını sağlayan güçlü ideolojik araçlardır. Bu ideolojik araçlar, korku ve belirsizlik üzerinden rızayı inşa ederek, teknokratik iktidarın derinleşmesine olanak tanır.
3. Stratejik Distopyalar: Thiel’in Gelecek Kurgusu
Yukarıda ele alınan teorik çerçeve, Peter Thiel’in düşüncelerinin ve kamuoyundaki söylemlerinin sadece teknoloji veya girişimcilik düzleminde yüzeysel bir yaklaşımla anlaşılamayacağını, aksine onun söyleminin derinlikli bir siyasal-ideolojik yapı inşa ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu yapı, özellikle kriz, otorite, gözetim ve kurtuluş (soterioloji) gibi temel temalar etrafında şekillenerek, Thiel'in kendine özgü gelecek tasavvurunu ve bu tasavvurun stratejik kullanımını belirler. Aşağıdaki alt başlıklarda, Thiel’in kurguladığı stratejik distopyaların hangi spesifik biçimlerde tezahür ettiği ve bu distopik anlatıların nasıl bir siyasi ve ekonomik gelecek tasavvuruna hizmet ettiği kapsamlı bir şekilde irdelenecektir.
3.1. Tek Dünya Devleti Korkusu ve Veri Otoriterliği
Peter Thiel’in kamuoyunda ısrarla altını çizdiği ve en büyük tehdit olarak konumlandırdığı kavram, çoğu zaman yapay zekâ kontrolü veya nükleer savaş gibi geleneksel kıyamet senaryolarından ziyade, "tek dünya devleti" fikridir. Bu kavram, Thiel’in söyleminde yalnızca siyasal bir egemenlik biçimi olarak kalmaz; aynı zamanda dijital gözetimin mutlaklaştığı, bireysel özgürlüklerin sistematik biçimde askıya alındığı, küresel ve post-demokratik bir rejim olarak tasvir edilir. Thiel, özellikle küresel krizlerin (pandemiler, iklim değişikliği, ekonomik çalkantılar) çözüm arayışı bahanesiyle inşa edilen ulusüstü yönetim ve karar alma yapılarının, zamanla bireylerin özerkliğini ve mahremiyetini erozyona uğratabileceğini savunur (Thiel, 2014, s. 124). Bu yaklaşım, Carl Schmitt’in “istisna hali” düşüncesiyle birebir örtüşür: Ona göre, istisna durumlar ve algılanan büyük tehditler, siyasal bir egemenin veya kolektif bir otoritenin kendi gücünü mutlaklaştırmak için ideal bir ideolojik gerekçe üretir.
Thiel'in bu konudaki söylemi, adeta Deccal benzeri bir güç imgesi ve Hristiyan apokaliptik anlatılarına açıkça referans veren kıyamet metaforları ile örülmüş, derinlemesine bir "soteriyolojik kodlama" taşır. Küresel çapta büyük tehlikeler—nükleer savaş tehdidi, iklim felaketleri veya kontrolsüz Yapay Genel Zekâ (AGI)—Thiel’in dilinde, toplumu "kurtuluşa" zorlayacak ve bu kurtuluşu getirecek (aynı zamanda mutlak bir otoriteyi tesis edecek) bir Leviathan’ı kaçınılmaz olarak davet eden sahneler hâline gelir. Buradaki paradoks, bu korkulan Leviathan’ın veri altyapısını ve gözetim mekanizmalarını inşa eden, besleyen ve güçlendiren ana aktörlerden birinin, yine Thiel'in kendisi ve kurduğu Palantir Technologies gibi şirketler olmasıdır. Bu nedenle, Thiel’in aşırıya kaçan korku söylemi, aynı zamanda gözetim kapitalizmini meşrulaştıran ve toplumsal rızayı manipüle eden “ideolojik bir tiyatroya” dönüşmektedir. Bu tiyatroda, krizler birer dekor görevi görürken, teknolojik çözümler "kurtarıcı" maskesi altında iktidarın genişlemesine hizmet eder.
3.2. AGI ve Gözetim Kapitalizmi
Thiel’in yapay zekâya dair eleştirileri, genellikle Yapay Genel Zekâ (AGI)’nin oluşturabileceği potansiyel varoluşsal risklerden ziyade, mevcut yapay zekâ teknolojilerinin gözetim amacıyla kitlesel kullanımı üzerinedir. Thiel için, yapay zekânın küresel ölçekte bir "tek dünya devleti"nin gözetim ve kontrol aracı haline gelmesi, daha yakın ve somut bir tehdit teşkil eder. Bu noktada Thiel'in yaklaşımı, Shoshana Zuboff’un “gözetim kapitalizmi” tanımıyla güçlü bir şekilde örtüşmektedir; Zuboff, bu kavramı, insan deneyiminin hammadde olarak kullanıldığı ve davranışsal verilerin piyasa operasyonları için gizlice toplandığı yeni bir ekonomik düzen olarak açıklar (Zuboff, 2019, s. 188). Ne var ki, Thiel’in Palantir gibi şirketler aracılığıyla bu teknolojilerin bizzat geliştiricisi ve uygulayıcısı oluşu, onun söylemini Žižek’in "fetişist inkâr" düzlemine taşır. Žižek’e göre bu tür bir konumlanış, sistemin temel çelişkilerini eleştirir gibi yaparken, aslında o sisteme hizmet etmeye devam eden, onu yeniden üreten ideolojinin ta kendisidir (Žižek, 1989, s. 34). Birey, tehlikenin bilincinde olmasına rağmen, sistemin devamlılığı için gerekli olan eylemleri sürdürür.
Thiel, örneğin ChatGPT gibi büyük dil modellerinin (LLM) Turing Testi'ni geçmesini önemli bir dönüm noktası olarak nitelendirirken, aynı zamanda bu teknolojilerin henüz "başlangıç aşamasında" olduğunu ve tam potansiyellerine ulaşmadığını vurgular. Bu çifte söylem, bir yandan teknolojik ilerleme anlatısını sürekli besler ve inovasyonun kaçınılmazlığını vurgular; diğer yandan da bu teknolojilerin gözetimsel işlevlerine karşı "uyarıcı" bir rol oynayarak, kamuoyunun algısında "tehdit" ve "yatırım fırsatı" ikiliğini pekiştirir. Bu strateji, hem korku üzerinden bir talep yaratır hem de bu talebi karşılayacak teknolojik çözümlerin önünü açar.
3.3. Teknolojik Durgunluk Anlatısı
Thiel’in seminal eseri Zero to One'da (2014, s. 5–10) sıklıkla dile getirdiği bir başka merkezi tema, “teknolojik stagnasyon” ya da durgunluk anlatısıdır. Thiel, 1970'lerden bu yana fiziksel dünyada (ulaşım, enerji, altyapı vb.) kayda değer ve radikal bir ilerleme olmadığını, inovasyonun büyük ölçüde dijital alanla sınırlı kaldığını savunur. Bu anlatı, Thiel’in genel kriz söyleminin farklı bir tezahürüdür; zira bir alandaki belirgin durgunluk ve yavaşlama, kaçınılmaz olarak başka bir alandaki hızlanma ve radikal ilerlemenin gerekliliğini ima eder. Bu durum, Thiel’in "mevcut fikirleri kopyalama" (from 1 to N) yerine, sıfırdan ve tamamen yeni bir değer yaratma vizyonunu ("from 0 to 1") öne çıkarmasına neden olur.
Ancak bu söylem, yalnızca bir girişimcilik çağrısı olmanın ötesindedir; aynı zamanda mevcut düzenin, özellikle ekonomik ve sosyal yapıların, teknoloji aracılığıyla yeniden kodlanması ve dönüştürülmesi için bir zemin hazırlar. Thiel’in argümanına göre, fiziksel dünya yavaşladıkça ve geleneksel sektörler durgunlaştıkça, veri dünyası ve dijitalleşme hızlanmalı; insan bedeni ve biyolojisi yetersiz kaldıkça, makine zihinleri ve yapay zekâ ilerlemelidir. Bu anlayış, aynı zamanda transhümanist tahayyülleri besleyen ve teknolojiyi bir nevi kaderci bir kurtuluş yolu olarak sunan bir yaklaşımı da içinde barındırır. Bu, insanlığın geleceğini teknolojik ilerlemenin mutlakiyetine bağlayan, potansiyel olarak anti-demokratik bir vizyondur.
3.4. Demografi, Kaos ve Elit Ayrışması
Joe Rogan ile gerçekleştirdiği bir podcast söyleşisinde Thiel, doğum oranlarındaki düşüşün uzun vadede toplumsal sürdürülebilirliği ciddi biçimde tehdit ettiğini dile getirmiştir. Ancak bu demografik kaygıların altında, sadece klasik muhafazakâr medeniyet söyleminin izleri değil, aynı zamanda Thiel'in kendine özgü elitist bir ayrışma tahayyülü de yer almaktadır. Bu tahayyülde, mevcut toplumlar kaosa ve çöküşe doğru sürüklenirken, yenilikçi ve vizyoner bireyler (yani girişimciler ve teknoloji elitleri) bu çöküşten sıyrılarak "başka bir medeniyet alanına" geçecek veya yeni bir dünya kuracaktır.
Bu bakış açısı, Thiel’in yüksek vergili ve bürokratik eyaletleri terk ederek daha esnek ve liberal bölgelere yerleşen milyarderlerin izini sürmesiyle somutlaşır. Thiel, Silikon Vadisi'nin ruhunun öldüğünü ve yeni inovasyon merkezlerinin (örneğin Miami, Austin) ortaya çıktığını belirtir. İnovasyonun coğrafi olarak yer değiştirmesi, aslında yeni bir dijital aristokrasinin coğrafyasını ve bu elitin toplumsal geri kalanından ayrışmasını da işaret eder. Buradaki "çöküş" kavramı, Žižekçi anlamda bir "fetişist inkâr" işlevi görür: Kitleler için yıkım, altyapı yetersizliği ve sosyal kargaşa anlamına gelirken, teknoloji elitleri için ise bu kaos, yeni pazarlar yaratma, eski düzenin kısıtlamalarından kurtulma ve "kolonileşme fırsatları" sunar. Bu, bir medeniyetin yıkımı üzerinden yeni bir medeniyetin inşası mitini besleyen, derinlemesine eşitsizlikçi bir vizyondur.
3.5. Sofistik Egemenlik ve İdeolojik Hibridite
Peter Thiel’in genel pozisyonu, klasik bir sistem muhalifi ya da radikal bir eleştirmenden çok, sistemin içsel çelişkilerinden faydalanan sofist bir aktördür. O, küresel krizleri keskin bir dille tanımlar ve bu krizlere "çözümler" önerir; ancak bu çözümlerin teknolojik ve kurumsal altyapısını ironik bir şekilde yine kendisi ve kurduğu şirketler sağlar. Bu durum, Schmitt’in “istisna halinde karar veren” egemen tanımıyla birleştiğinde, Thiel’in hegemonik bir sofist olarak konumunu daha da güçlendirir. Onun stratejik distopyaları, yalnızca gelecekteki potansiyel tehlikelere dair birer uyarı olmaktan çıkar; aynı zamanda bugünün düzenini, yani teknokapitalist hegemonya koşullarını yeniden kurgulamak ve meşrulaştırmak için kullanılan güçlü simgesel araçlara dönüşür.
Thiel, bu anlamda, hem eleştirmen hem müteahhit, hem uyarıcı hem de mimar konumundadır. O, bir yandan mevcut teknolojik gidişatın potansiyel karanlık yönlerine işaret ederken, diğer yandan da bu gidişatın kaçınılmazlığını pekiştiren ve kendi şirketlerini bu yeni düzenin anahtar oyuncuları olarak konumlandıran sistemik bir ideolojiyi inşa eder. Bu ideolojik hibridite, Thiel’in söylemini son derece etkili kılar; çünkü o, hem “aykırı” bir ses olarak görünür hem de mevcut iktidar yapılarının en derinlerine nüfuz eder. Onun stratejik distopyaları, korku ve belirsizlik üzerinden, teknokratik elitlerin gelecekteki karar alma süreçlerindeki merkezi rolünü sağlamlaştırmaktadır.
4. Tartışma: İdeolojinin Distopik Fonksiyonu
Peter Thiel'in söylemleri, basit fikirler toplamından veya kişisel öngörülerden çok daha ötede, sistematik bir iktidar üretim aracı olarak işlev görmektedir. Bu nokta, özellikle Slavoj Žižek'in ideoloji eleştirisi teorik çerçevesiyle birlikte ele alındığında, Thiel'in kurguladığı distopik anlatıların mevcut teknokapitalist düzeni pekiştirme ve dönüştürme işlevini daha da belirgin hale getirmektedir. Thiel'in distopyaları, yalnızca geleceğe dair spekülatif tahminler değil; aynı zamanda bugünün siyasi, ekonomik ve teknolojik yapılarını meşrulaştıran ve kesintisizce yeniden üreten ideolojik aygıtlardır. Bu aygıtlar, toplumsal rızanın inşa edilmesinde ve iktidarın gizil bir şekilde genişlemesinde kritik bir rol oynar.
Thiel'in kurucusu veya yatırımcısı olduğu şirketlerin, bilhassa Palantir Technologies'in, küresel ölçekte gözetim altyapıları inşa etmesi ve bu altyapının gerekliliğinin ve meşruiyetinin yine Thiel'in kendi söylemleri üzerinden yapılması, çarpıcı bir stratejik uyumu gözler önüne serer. Burada söylem (kriz uyarısı ve distopik öngörü) ile eylem (gözetim teknolojilerinin üretimi ve yaygınlaştırılması) arasındaki bu eşzamanlılık, Žižek'in "fetişist inkâr" kavramını güçlü bir biçimde doğrular niteliktedir. Žižek'in ifadesiyle, Thiel tam da "tehlikeyi biliyorum ama yine de yapıyorum" konumundadır (Žižek, 1989, s. 33). Bu, sadece bireysel bir çelişki olmanın ötesinde, günümüz teknokapitalist sisteminin temel ve içsel bir çelişkisini temsil eder: Sistem, kendisine yönelik eleştiriyi bile kendi yeniden üretim mekanizmalarına dahil eder ve bu eleştiriyi araçsallaştırır.
Bu bağlamda, Thiel'in distopyaları, klasik anlamda iyi niyetli birer eleştirel uyarı olmaktan çıkarak, sistemin işleyişini güçlendiren ve kriz söylemi üzerinden yeni bir meşruiyet zemini inşa eden dinamik bir aygıta dönüşür. Kriz tehdidi ne kadar büyük ve kaçınılmaz olarak sunulursa, bu krize karşı önerilen teknolojik çözümler de o denli acil, kaçınılmaz ve meşru hale gelir. Böylece, distopik kurgular, ideolojik olarak işlevselleştirilmiş ve belirli bir siyasi-ekonomik düzenin inşasına hizmet eden güçlü birer araç haline gelir. Korku, bir yatırım ve meşruiyet sermayesine dönüşür.
Bu çerçevede değerlendirildiğinde, Thiel'in stratejik distopyaları, günümüz teknokapitalist ideolojisinin hem bir maskesi hem de bir motorudur. Maskedir, çünkü bireysel özgürlük, otonomi ve ilerleme gibi evrensel değerleri savunur görünerek, asıl niyetini ve yarattığı sonuçları gizler. Ancak aynı zamanda bir motordur, çünkü bu savunulan değerlerin güvenlik, verimlilik ve istikrar adına kademeli olarak askıya alınmasını, hatta feda edilmesini normalleştirir ve böylece sistemsel genişlemeyi tahrik eder. Distopya, bu süreçte sadece soyut bir korku üretmekle kalmaz; aynı zamanda küresel ölçekte yeni yönetim biçimleri, gelişmiş gözetim teknolojileri ve denetim mekanizmalarının yaygınlaşması için bir meşruiyet zemini yaratır.
Sonuç olarak, Peter Thiel'in söylemi, ideolojik olarak son derece sofistike ve stratejik olarak birbirine geçmiş iki ana düzlemde işler: Bir yandan, sistemin iç çelişkilerini dile getirir gibi yaparak eleştiriyi araçsallaştırır; diğer yandan, kriz korkusunu hem kültürel bir sermayeye hem de somut teknolojik yatırımlara dönüştürür. Özgürlük ve bireysel özerklik söylemini ise, paradoksal biçimde, giderek otoriterleşen ve merkezi gözetim sistemlerine dayanan altyapıların kurulumu için bir gerekçe olarak kullanır. Bu çok katmanlı ve çelişkili konumlanış, Thiel'i klasik bir distopya yazarı veya bir gelecek vizyoneri olmaktan çıkararak, adeta distopyanın kendisinin mimarı haline getirir. O, sadece geleceğe dair bir hikaye anlatmaz; aynı zamanda bu hikayenin gerçek olabilmesi için gerekli olan araçları ve yapıları aktif olarak inşa eder.
5. Sonuç: Gelecek Korkusuyla Kurulan Egemenlik
Peter Thiel’in geleceğe yönelik tasarımı, basit bir entelektüel tartışmanın veya kişisel vizyonun ötesinde, çok katmanlı ve disiplinlerarası bir güç organizasyonudur. Onun söyleminin merkezinde yer alan kriz merkezli anlatılar, gelecekteki potansiyel felaketleri işaret etmekten ziyade, bu olasılıkların bizzat yönetimini hedefleyen sofistike bir stratejiye dönüşmüştür. Slavoj Žižek’in ideoloji tanımını hatırlarsak, ideolojinin en etkili biçimi, insanları rasyonel gerçeklikten çok, onların derin korkuları ve endişeleri aracılığıyla ikna etmektir. Thiel’in söylemleri de tam olarak bu mekanizmayla işler: Sürekli tekrarlanan kriz beklentileri, sadece toplumsal bilinçaltına korku tohumları ekmekle kalmaz; aynı zamanda bu yaratılan veya pekiştirilen korkular üzerinden kurulan teknolojik ve kurumsal yapılarla teknokratik iktidarın sürekliliğini ve genişlemesini garanti altına alır. Bu bağlamda, gelecek korkusu, günümüzdeki egemenlik biçimlerinin en güçlü araçlarından biri haline gelmektedir.
Thiel’in kurguladığı stratejik distopyalar, soyut birer düşünce biçimi veya teorik altyapı olmanın ötesinde, somut maddi ve siyasi karşılıkları olan ideolojik aygıtlardır. Palantir gibi şirketlerin global çapta gözetim ve veri analizi altyapıları üretmesi ve bu altyapıları ulusal güvenlikten halk sağlığına kadar geniş bir yelpazede konumlandırması, bu distopyaların yalnızca söylemsel düzeyde kalmayıp, aynı zamanda yapısal ve pratik olduğunu gösterir. Bu durum, distopyayı edebi bir anlatı veya uyarıcı bir kurgu olmaktan çıkarıp, doğrudan bir yönetim teknolojisine ve bir iktidar pratiğine dönüştüren kritik noktayı teşkil eder. Bu teknolojiler, "kriz yönetimi" adı altında, normal koşullarda kabul edilemeyecek gözetim ve kontrol mekanizmalarının meşrulaştırılmasına olanak tanır.
Dolayısıyla, bu makale, Thiel’in söylemlerini sadece analiz etmekle kalmaz; aynı zamanda bu söylemlerin mevcut düzenin, yani teknokapitalist hegemoninin yeniden üretimine ve tahkimine nasıl sistemli bir şekilde katkıda bulunduğunu da açığa çıkarır. Stratejik distopyalar, pasif birer geleceğe dair uyarı veya öngörü olmanın ötesindedir; bunlar, bugünün siyasi kararlarını aktif olarak şekillendiren, ekonomik yatırımları belirli yönlere doğru iten ve toplumsal tahayyülleri, korku ve belirsizlik üzerinden manipüle ederek belirleyen hegemonik araçlardır. Bu araçlar, geleceğe dair bir korkuyu tetiklerken, o korkuyu "aşmak" için gerekli görülen teknokratik çözümlerin zeminini inşa eder.
Thiel’in bu bağlamdaki pozisyonu, benzersiz bir çift yönlülük sergiler: O, bir yandan mevcut sistemin içinden konuşur, teknolojik ilerlemenin ve serbest piyasanın savunucusu olarak görünür; diğer yandan ise sistemin derin çelişkilerini ve potansiyel çöküş senaryolarını araçsallaştırarak, bu çelişkiler üzerinden yeni bir teknokratik düzenin mimarisini kurar. Bu yapı, klasik liberal özgürlükçülük ideallerini, merkezi ve otoriter yönetim teknolojileriyle (gözetim, veri kontrolü) birleştiren melez ve çoğu zaman paradoksal bir ideolojik alan yaratır. Son tahlilde, Peter Thiel’in tasvir ettiği ve inşa etmeye çalıştığı gelecek, geleneksel anlamda bir ütopyadan ziyade, belirli bir elit tarafından yönetilebilir ve kontrol edilebilir bir distopya tasarımıdır. Bu distopya, korku ve belirsizlikten beslenirken, teknolojik gücün ve karar alma yetkisinin giderek daha merkezi ve görünmez bir elitin elinde toplanmasına hizmet etmektedir.
Kaynakça
Schmitt, C. (2005). Political Theology: Four Chapters on the Concept of Sovereignty (G. Schwab, Çev.). University of Chicago Press.
Thiel, P. (2014). Zero to One: Notes on Startups, or How to Build the Future. Crown Business.
Žižek, S. (1989). The Sublime Object of Ideology. Verso.
Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism: The Fight for a Human Future at the New Frontier of Power. PublicAffairs.
Not: Thiel, P. (2014). Zero to One: Notes on Startups, or How to Build the Future. Crown Business. https://archive.org/details/zero-to-one-book/page/n29/mode/2up