Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Türkiye‘nin Bitmeyen Yedi Düvel Savaşının“sakıncalı Piyadesi “

“Radikal Blog“da ki Denemelerimden..(8). Türkiye‘nin Bitmeyen Yedi Düvel Savaşının“Sakıncalı Piyadesi "  Gençlik yıllarımın kahramanı!..." İlk söz:Bugün bir yandan büyük bir vatanseverin ve yorulmaz bir devrimcinin katledişinin, bir yandan da ülkemizi ucuz bir işgücü deposuna dönüştürerek emperyalist tekellerin sömürüsüne  açan ekonomik darbenin yıl dönümü. Yaşadığı, gazeteciliği sürdürebildiği bir Türkiye çok farklı olurdu... Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında..."HakIıdan yana değiI, güçIüden yana oIanIar korkak ve kaypak oIurIar.. Güç merkezi değiştikçe dönerIer; fırıIdak oIurIar." Yitirilmiş değerlerden içimizdeki bir iz: Uğur Mumcu.... Saygıyla... "Sakıncalı piyade" kitabının son satırları.Birlikte okuyalım... "Patnos'da çok şey kazandım. Orada, «halk» dediğimiz soyut kavramın ne olduğunu canlı örneklerle anladım. Siirtli Maşallah Çavuşu, Trabzonlu Osman Çavuşu, Denizlili Havancı Niyazi'yi, Kırklarelili Recep'i, Mersinli Mithat'ı, Ankaralı Dinçay'ı tanıdım. Her biri, birer insanlık simgesi gibi çevremizde, bizlere, «Hoca Nasrettin gibi ağlayan, Bayburtlu Zihni gibi gülen» halkın en taze güllerini sundular. Yüreklerimize duygu pınarlarından şelâleler akıttılar. Erlik işleminden sonraki aşamalar, işleri büsbütün arap saçına döndürdü. Şimdi ne er sayılıyorum ne de yedeksubay.. Böyle olunca, ikisinin arası, astsubay yapacaklar galiba!. Evet, evet. ne olursa olsun, ben Patnos dağlarında halk çocuklarıyla er olarak askerlik yapmayı, emekli olduktan sonra, siyasal iktidarın uzattığı yönetim kurullarında, onbinlerce lira para alan orgeneral olmaya değişmem! " Bu arada bizim için çok önemli  ve  anlamlı bir notumuzu birlikte okuyalım: Şırnak'ın Uludere ilçesi Gülyazı köyünde, askerleri taşıyan minibüs şarampole yuvarlandı. Kazada 9 asker ve 1 korucu şehit oldu, çok sayıda asker yaralandı. İlk yardım Gülyazı köyünde yaşayanlarından geldi. Türk Milletinin birliğini ve beraberliğini istemeyen bu Küresel Güçlerin ve Küresel Mafya Örgütünün istemediği bir görüntüydü. İşin ilginç yanı Ortasu Muhtarı Haşim Encü Bombardımanda ölen köylülerden 8’ine akraba olmasına rağmen, dün kazada yaptığı yardım https://bit.ly/39icHzQ için eleştiride bulunanlara , Encü'nün verdiği yanıt manidar ve herkese ders olacak nitelikte, “Niye ilginç bulmuşlar ki! Bu asker de bu vatanın evladıdır, biz de... Bizim 34 insanımızın ölmesiyle bu askerlerin yaralanmasının ne ilgisi var? Ne yapacaktık? Elimizi kolumuzu bağlayıp oturacak mıydık? İlginç bir şey değil insani bir görevdir” diye konuşması. Ayrıca ,Irak sınırındaki operasyonda ölen 34 kişi arasında oğlu da bulunan Emine Ürek kaza ile ilgili yaşadıklarını anlattı. Ürek, “Ana yüreği benimkisi, aynı acıyı hissettim . Yaralı bir askerin başını, yardım gelene kadar dizime koydum. Yerde yaşamını yitiren askerleri görünce oğlum aklıma geldi" dedi. Etle tırnak gibi olan bu halkın sağduyusu ile emperyalistlerin ve onların uzantılarının oyunu her zaman olduğu gibi bozuldu. Mübarek Ramazan bayramında da Gaziantepde'de sergilenen acı oyunda olduğu gibi: Çoluk çocuk demeden ; kutsal gün demeden saldıran gözü dönmüş bu canilerin; O kadar silahlı baskıya, O kadar tehdite rağmen !.. Türk Milleti bu oyuna gelmedi!... Gelmiyecekte!... Bu toplumu bölmeyi başaramayacaksınız!.. Başaramadınızda!... Bu olay bize , bugün ölümünden büyük üzüntü duyduğumuz ve kendisini saygıyla andığımız Uğur Mumcu'nun sözlerini hatırlattı!.. Uğur Mumcu Türkiye’nin aydınlık yüzüydü, Dünya da ender rastlanan toplumu aydınlatmaya, bilinçli hale getirmeye, afazilikten kurtarmaya çalışan yazarlardan biriydi. Atatürkçü ve onurlu kişiliği ile ışık tuttu. Onun kitapları ile büyüdük. Bizden sonra gelen kuşaklarda onu asla unutmayacak. Unutturmayacağız çünkü! Uğur Mumcu düşüncesiyle, yazılarıyla hep bizimle yaşıyor ve yaşayacak. Milyonlarca kişi aynı düşüncededir diye umut ediyorum!... Uğur Mumcu 19 Ağustos 1981'de "Bir ulus, ne kadar okuma-yazma, öğrenme, araştırma eğiliminde ise, o kadar sağlam, o kadar hoşgörülü ve demokrat yapıda olur'' demişti. Yani tam 31 yıl önceki bu sözleri halen gerçekliğini koruyor. Ama bu geçen 31 yıl içerisinde ne kadar demokrat olduk bilemiyorum!.. Ama Uğur Mumcu demokrasinin güneşi olduğu bir gerçek! Yazdıkları ve söyledikleri hala geçerliliğini koruyor! "Lozan hezimet" diyenlere,bu bağımsızlık tapusunu yırtmak isteyenlere  Uğur Mumcu'nun kaleminden öyle bir kapak "Lozan ve Sevr" birlikte okuyalım: Üç gün sonra, Lozan Antlaşması'nın 60. yıldönümünü kutlayacağız. İsviçre'nin Lozan kentinde, 60 yıl önce imzalanan bu antlaşmayla Türkiye, Kurtuluş Savaşı'nın sonuçlarını bütün dünyaya onaylatmıştı. Altmış yıl sonra İsviçre'nin aynı Lozan kentinde, “Dünya Ermeni Kongresi” düzenleniyor. Bunun özel bir anlamı olsa gerek. Bunun anlamını değerlendirmek için Kurtuluş Savaşı öncesine kısaca göz atmak ve o yıllarda Ermenilerle Rumların kimlerce nasıl desteklendiklerini anımsamak gerekir. Kurtuluş Savaşı öncesinde, emperyalist güçlerin, Türkiye toprakları üzerinde Rum ve Ermeni devletleri kurma ve bunları kendi güdümlerine bağlama girişimleri, Kurtuluş Savaşıyla boşa çıkartılmıştır. Türkiye'yi de “manda” adı verilen yönetim biçimiyle kendine bağlamaya çalışan Amerika, Türkiye toprakları üzerinde kurulacak bir Ermenistan devletinin de “vesayetini” üzerine alma amacındaydı. Erzurumve Sivas Kongreleri, Türk toprakları üzerinde dış destekli Ermeni ve Rum devleti kurma planlarına karşı ulusal bilinci eyleme geçirmiş ve Kurtuluş Savaşının antiemperyalist kavgası, bu kongrelerde biçimlenip yönlendirilmiştir. Yakın tarihimizden bu yana, emperyalist güçler, Türkiye'de hep ayrımcı güçleri örgütlemek ve desteklemek istemişlerdir. Amaç aynı amaç, plan aynı plandır. Kurtuluş Savaşı önce-sindeki bu çabalar, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan hemen sonra da sürdürülmüş, etnik kökenli ve dış destekli isyanlarla karşılaşılmıştır. Bunları unutmuş değiliz. Amerikan misyonerlerinin ve Anadolu'da kurulan misyoner okullarının, Kurtuluş Savaşı öncesinde, Ermeni ve Rum toplulukları üzerinde nasıl bir ayrımcı siyaset izledikleri bugün belgelerle sabittir. Ermenilere, o tarihte Amerikalılar tarafın-dan silah yardımı yapıldığı ve doğu illerimizin, Ermenilere güvence vermek gibi yapay gerekçelerle Amerikan askerleri tarafından işgalinin düşünüldüğü, bugün Amerikan ve İngiliz gizli belgeleriyle kanıtlanmış durumdadır. Yeter ki tarih arşivindeki bu belgeleri okumayı ve yorumlamayı bilelim... Lozan Konferansında Amerikan delegelerinin, “Ermeni yurdu projesi” getirdikleri ve kongrede sonuna dek bu projeyi savundukları, Lozan görüşmelerinin tutanaklarında yazılıdır. Amerika'nın ünlü Devlet Başkanı Wilson'un “Ermeni devleti” önerileri de aynı yakın tarihin arşivindedir. Amerikan hükümetinin Lozan Antlaşması'nı onaylamamasının nedenlerinden biri, Ermeni devleti kurma projesinin başarısızlığa uğramış olmasıydı. Bunları da unutmuş değiliz. 1974 “Kıbrıs Barış Harekâtı”ndan sonra başlatılan ve yer yer Rum desteğiyle sürdürülen Ermeni siyaseti ve terörü, bugün de hiç şüphesiz, değişik amaçlı ve çok uluslu desteklere sahiptir. Fransa'nın Ermeni terörü konusundaki utanç verici tutumu, Amerika'da dikili Ermeni anıtları, bu yeni “Haçlı zihniyeti” ile ilgilidir. Yanılmayalım; Ermeni terörü yalnızca eylemci teröristlerle ilgili bir sorun değildir. Önemli olan, Ermenilerin dünya çapında kurdukları ilişkiler, sağladıkları destekler ve bunların siyasal nitelikleridir. Ön plana çıkartılması gereken, siyasal desteklerdir. Terörün yıllardır Türkiye'yi, “destabilizasyon” adı verilen anarşi ve iktidar boşluğu ortamına sürüklemeyi amaçladığı, gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Ve gün geçtikçe, tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi Ermeni-Rum ve öteki ayrımcı güçlerin çok uluslu desteklerle bir araya geldikleri de görülüyor. Amaç, Lozan Antlaşmasını hükümsüz sayıp Sevr Anlaşmasını yürürlüğe sokmaktır. Türkiye, emperyalizmin bu eskimiş kirli oyununu dün olduğu gibi bugün de elbet tarihin çöplüğüne atmasını bilecektir. Bu “kurt kapanı” karşısında Kurtuluş Savaşımızın o kutsal “Kuvvayı Milliye ruhunu” diriltmek, Atatürk'ün “tam bağımsızlık” inanç ve siyasetini bir bayrak gibi dalgalandırmak tek seçenektir. Emperyalisti yenecek güç ulusal birlikten geçer. Bu oyunları tek tek aydınlığa çıkaracak ve ulusça üstesinden geleceğiz. Yeter ki, “tam bağımsızlık” ruhunu ve bilincini yeniden diriltelim ve “Kuvvayı Milliye türküleri”nde ulusça bir araya gelelim... (Cumhuriyet, 21 Temmuz 1983) Bakınız 22 yıl önceki şu sözlerini bugünlerde daha iyi anlıyoruz!.. "Bugün Türkiye'de Türkü Kürde, Kürdü Türk’e; Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye; Müslüman’ı Laiklere, Laikleri de Müslümanlara düşman eden bir siyaset izleniyor. Ve bu Siyaset Kürt Terörizmi ve İslamcı Terör ile destekleniyor. Günümüzün Uğursuz Siyaseti ve Kanlı Stratejisi de budur!" (Uğur Mumcu, 27 Mart 1990) "Kürtler üzerinde "Amerikan mandacılığı" hazırlığına kimse "sosyalizm","Marksistlik" ya da "devrimcilik" etiketi yapıştırmamalıdır. ABD emperyalizmi, gerçekten "emperyalizm" ise Kürt sorunun bu kadar canlı tutulmasında da bu emperyalist siyasetin güttüğü amaç niçin göz ardı ediliyor?" (Uğur Mumcu, 5 Aralık 1989) Uğur Mumcu ; Atatürk Milliyetçilik kimliğinin bayrağıydı! Tüm yaşantısında Hırsızlarla, Üç kâğıtçılarla, halkı soyanlarla kimsenin sesini çıkaramadığı ve herkesin kalemini bir yerlere sattığı anda yazılmayacak çok şey yazdı. Bir gün bir bedel ödeyeceğini biliyordu, ama bile bile yazdı. Bugün olsa yine yazardı! O Toplum için yazdı, yüzünü güneşe çeviren insanların umudu için yazdı! Ve ömrü boyunca mücadele etti, gelecek nesillere bir tutam ışık, namus ve özgürlük bırakabilmek için!... Türkiye böyle bir kalem görmedi, böyle cesur bir yiğit hala gelmedi! "Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar çıkacaktır!" diyordu. Gerçekten de öyle olacağına ilişkin umudumu hiç yitirmedim. Birileri, Uğuru geçmişte de susturamadı, bugünlerde de onun gibi düşünenleri susturamayacaklar! Son Söz: "Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur." “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür!” Bu yalın bilimsel saptama günümüzde, dün olduğundan çok daha geçerli.. Kadim – Aydınlık Anadolu halkı “hancı” dır.. Kervana aykırı olanlar dökülecek / ayıklanacak ve aydınlık tarihe – geleceğe diyalektik yolculuk asla engellenemeden sürdürülecektir. Türkiye’nin ve insanlığın geleceği kesin olarak bilimsel akılcılıkla kurulacaktır ki bu olguya  Büyük önder neredeyse 100 yıl önce işaret etmişti : Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve fendir.. Bilim ve fen dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, sapkınlıktır.. Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir.. Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır; hiç kimse bu gerçeği aklından çıkarmamalıdır. Uğurlar Olsun... "Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun" ------------------------------- (***) İlgilenen  ve Bilmeyenler  İçin  önemli bir not:    “Yedi düvel” derken... i- Birden fazla güce işaret edilmektedir. ii- O güçlerin arkasındaki güçlere vurgu yapılmaktadır. iii- Emperyalizme dikkat çekilmektedir. iv- Güçler arasındaki eşitsizliğin ve dengesizliğin altı çizilmektedir. Okumak isteyenler için "Sakıncılı Piyade"https://bit.ly/3q9a8ah

Dünyayı Takip Etmek İçin Bir Kaç Kelime...

    KÜRESEL OYUN KURUCULAR VE ENERJİ    İlksöz:   Küresel güçler; sürdürülebilir refahları İçin, tarih boyunca her zaman kaba kuvvet yoluyla yerküreden daha büyük bir dilim kapma yoluna gitti. Doğu Akdeniz'de oynan kirli oyun göründüğünden daha karmaşık ve planlı...Çok tehlikeli bir oyun ..Sürdürülebilir Refahları İçin Enerji Savaşları / Ortadoğu "cambaza bak" ülkesi yapılırken "onlar aslında başka yerlerde ..:Güney Çin Denizi, "gelen" olmaktan çıkıp "olan" durumunda. Ortadoğu arkalara giderken bundan sonranın "geleni" Baltık ve Kuzey Kutup ...." Siyasi, sosyal, ekonomik açıdan benzer özellikler taşıyan, önemli bir olayla başlayıp yine önemli bir olayla biten zaman dilimlerine çağ denildiğini yazıyor tarih kitapları… Yazının bulunmasından önceki döneme Tarih Öncesi Çağlar, yazının icadından sonraki döneme Tarih Çağları denilmiş….  İnsanoğlunun yaşadığı en ilkel ve en uzun dönem olan bu çağların  geride kaldığını yazıyor kitaplar.. Peki , gerçekten geride mi kaldı ? Bu konuda emin miyiz ? 21.YY başında bu çağlar ile ne gibi bir ilişkimiz olabilir…. Yoksa dünya hala o zamanlarda ki mekanizmasından çok da farklı bir yapıda değil mi ?“ "Küresel Oyun kurucu" dün dünyadaki 4 ırktan biri olan Kızılderililerin hemen hemen tamamını katletti, kara derililerin neredeyse tamamını köleleştirdi, sarı ırkı sömürdüler. Bugün benzer bir tehditle karşı karşıya olmadığımızı kim söyleyebilir?. Peki nereden çıktı bu sorular.. ? İnsanlar tüm bu tarihsel süreç içersinde silah yapmayı ve silah yapmak için gereken maden (enerji) için savaşmayı öğrendi. "Enerji, her şey!... Sürdürülebilir refahın genetik kodu..  Enerji kaynaklarını, transfer olanaklarını elinde tutan  dünyayı elinde tutacağını yazıyor kitaplar... Bugün Orta Doğu’da yaşanmakta olan, milyonlarca insana ülkesini terk ettiren, yüz binlercesinin ölümüne neden olan, kimilerince 3. Dünya Savaşı olarak adlandırılan “savaş”, enerji kaynakları için yapılan savaş.... Dünyanın öküzün boynuzları üzerinde olduğu bir hurafedir ama dünyanın, bir kuyudan fışkıran petrolün üzerinde durduğunu söylemek yanlış olmaz. 21. yüzyılda enerjinin kanlı tarihi yazılmaya devam ediliyor. Enerji öylesine hayatımızın merkezindedir ki, enerji kaynaklarına erişebilmek, enerjiyi kesintisiz kullanabilmek, enerjide bağımlı olmamak gibi kavramlar, ülkelerin sadece enerji güvenliklerini değil, ona bağlı olarak ekonomik ve ulusal güvenliklerini, daha da önemlisi, ekosisteme verilen zararlar açısından da insanlığın ve dünyamızın geleceğini doğrudan ilgilendirmekte..".   I- Kaliningrad   Rusya, Kaliningrad'a nükleer füze yerleştirdi 8 Ekim 2016  füzelerinin 740 km menzili var.  Rusya'nın Polonya ve Litvanya arasında bulunan Kaliningrad'da nükleer başlık takılabilen İskender füzeleri konuşlandırdığı açıklandı. NATO üyesi Litvanya'nın Dışişleri Bakanı Linas Linkevicius, Moskova'nın amacının "Batı'dan ödün koparmak olduğunu" söyledi.İskender füzelerinin 740 km menzili var. Almanya'nın başkenti Berlin de füzelerin menzilinde.Polonya Savunma Bakanı Antoni Macierewicz Rusya'nın adımını "alarm verici" olarak niteledi. Doğu kanadını güçlendiren NATO, Polonya, Litvanya, Letonya ve Estonya'da gelecek yıl dört tabur konuşlandıracak.   II-Nansha-Spratly Adaları-Çin/ Güney Çin Denizi / Asya-Pasifik Güney Çin Denizi’ndeki hakimiyet tartışması yeni gelişmelerle birlikte doruk noktasına ulaştı. ABD casus uçaklarının bölgede uçuş gerçekleştirmesi Pekin’i kızdırırken, Amerikan ordusundan gelen suçlamalarla tartışma farklı bir boyuta taşındı. Kimileri bu yükselen tansiyonun savaşa kadar gidebileceği uyarısında bulunuyor. Güney Çin Denizi neden bu kadar önemli? Bu sorunun tek kelimelik yanıtı: Enerji (petrol ve gaz).  Güney Çin Denizi 5 Trilyon dolarlık ticaret yolunun tam ortasında yer alması ve ayrıca ABD Enerji Enformasyon İdaresi’nin (EIA) tahminlerine göre bölgede 11 milyar varil petrol rezervi ve 5,3 trilyon metreküp (190tcf) doğal gaz rezervinin bulunması .... Çin’in en büyük enerji şirketlerinden birisi olan CNOOC’nin 2012’de yaptığı açıklamaya göre ise bölgenin 125 milyar varil petrol ve 14,1 trilyon metreküp (500tcf) gaz rezervinin olduğunu tahmin ettiğini söylüyor...  Dünya Bankası ise, Güney Çin Denizi’nin yatağında yaklaşık yedi milyon varillik petrol ve 25 trilyon metreküp gaz rezervi olduğunu belirtiyor....   Tüm dünyadaki ticari yük gemilerinin neredeyse yarısı Avrupa ve Orta Doğu’dan Asya’nın doğusuna ulaşmak için bu denizden geçiyor. Reuters’a göre bu, her yıl 4.58 trilyon euroluk bir ticaret rotası demek.  Güney Çin Denizi’nde hangi ülke hangi alanda hak iddia ediyor..... 3.5 milyon kilometrekarelik bir alana yayılan denize birçok ülkenin sınırı olması, hak iddia edenlerin sayısı arttırıyor. Halihazırda Malezya, Brunei, Filipinler, Vietnam, Tayvan ve Çin bu ülkeler arasında.     Çin bu hakkını sağlamlaştırmak için Güney Çin Denizi’ndeki adalarının, kayalıkların ve mercan adalarının çevresini doldurarak suni kara parçaları oluşturmakta...suni adalara askeri uçak pistleri, limanlar, deniz fenerleri ve uçaksavar kulelerine benzeyen yapılar inşa ettmekte.Diğer ülkelerin de aynı yönteme başvurmasıyla, Güney Çin Denizi’nde adeta bir denizi doldurma savaşı başlamış durumda. .Asya Pasifik, enerji akışı açısından dünyanın en önemli merkezlerinden birisi. Güney Doğu Asya, Doğu Asya, Avusturalya ve Pasifik hem en büyük enerji tüketicilerine hem de en büyük enerji üreticilerine ev sahipliği yapıyor. Güney Doğu Asya, Doğu Asya, Avusturalya ve Pasifik hem en büyük enerji tüketicilerine hem de en büyük enerji üreticilerine ev sahipliği yapıyor. Bununla beraber bölgenin yapısı ve coğrafi özellikleri dikkate alındığında boru hatları açısından olanaklar kısıtlı. Kuzey Doğu Asya’ya birisi Kazakistan’dan bir diğeri Rusya’dan olmak üzere iki büyük hattın inşasıysa hâlâ planlama aşamasında. Petrol hatlarının sayısının artırılması, özellikle Çin, Japonya ve diğer Asya-Pasifik ülkelerinin enerji çeşitliliği için hayati değerde. Bölgeye yönelik ilgisini resmen ifade etmekten kaçınmayan ABD, özellikle kaya gazı ve petrolüyle on yıl önceki öngörüleri revize etmiş durumda. ABD Enerji Bilgi Dairesi verilerine göre, ABD’nin son beş yıllık petrol üretimi, günlük yaklaşık 2,5 milyon varille Kuveyt’in dünyaya sağladığı petrolün üzerine çıktı. Bu veriler uyarınca ABD’nin petrole olan dış bağımlılığının 2030’de sıfırlanması bekleniyor. Bu nedenle, Ortadoğulu ve diğer üreticiler için düşük seyirli fiyatların tescillenmesi anlamına geliyor. Doğal gazdaysa Japonya’nın yıllıkgereksinimi olan gazın 2,5 katı dolaylarında üretim ivmesi yakalandı. 2016’da ABD’den yaklaşık kırk tane LNG gemisi yola koyulmuş ve nitekim AB’nin beklentilerinin aksine rotalarını Asya-Pasifik’e çevirmişlerdi. Avrupa bu süreçte biri İspanya’ya diğeri Portekiz’e, biri de Türkiye’ye olmak üzere üç gemiyle yetinmek zorunda kaldı.. Asya Pasifik’teki enerji iklimi için dikkat çeken bir diğer unsur, Avrupa ve ABD’nin aksine fiyat serbestisine dayanan enerji merkezlerinin (hubların) henüz güncel bir forma kavuşmamış olması. Bir başka anlatımla bölge ülkeler hâlâ doğal gaz ve LNG’yi petrol fiyatlarına göre hesaplayan 20-25 yıllık al ya da öde türü klasik anlaşmalar üzerinden gaz tedarik ediyor. Sıfır toplamlı bir oyun olmaktan uzak bu durum hem ABD hem bölge ülkeleri için bir fırsat. Şöyle ki, LNG ihracına 2016 itibariyle başlayan Washington için Rusya, Avusturalya ve Katar gibi ülkelere bağımlılık yerine bölgede yeteri kadar doğal gaz merkezi inşa edilirse, hem ABD gazı için yeni bir pazar elde edecek hem de rakiplerinin baskın statüsü ciddi biçimde yara açacak. Petrol sektörü için de aynı şey söylenebilir, Suudi Lideri Kral Salman gibi ABD de Asya-Pasifik’teki petrol gücünü artırmak istiyor. Bölge ülkeleri için hubların inşası arz ve talebe göre fiyatların belirlenmesini sağlarken öte yandan uzun süreli bağımlılık yerine tedarikçi çeşitliliğiyle enerji güvenliği bir nebze daha artırılabilecek. ABD’nin bu süreçteki en büyük destekçisi; yakın müttefiki ve yüzde 12’lik pazar payıyla dünyada Katar’dan sonraki en büyük LNG üreticisi Avusturalya ve diğer bir kıdemli müttefik, dünyanın en büyük LNG tüketicisi Japonya. Bu talepler özellikle enerji fakiri ve büyük tüketiciler Japonya, Çin, Hindistan, Pakistan, Tayland, Malezya, Endonezya ve yükselen yeni piyasalar Vietnam, Filipinler ve Bangladeş için hayati önemde. Bununla beraber bu ülkeler içerisinden Japonya, Çin ve Singapur’un doğal gaz merkezleri (hubları) oluşturmaya daha yakın olduğu da söylenmeli. ABD’nin iki enerji devi Chevron ve ExxonMobil de Asya-Pasifik’e konuşlanmış durumda. Chevron; Singapur, Myanmar (Burma), Bangladeş, Avusturalya’da ciddi oranlarda doğal gaz üretimi ve aktarımı üzerinde söz sahibi. Benzer biçimde eski Ceo’su Dışişleri Bakanlığı’na terfi eden ExxonMobil, aralarında Çin, Avusturalya, Hindistan, Endonezya, Tayvan, Güney Kore olmak üzere bölgede 15 ülkede upstream ve downstream projelerine katılıyor. Yani hem devlet hem de özel girişimle, ekonomik olarak yalpalayan hegemon, bölgeye çoktan sızmış durumda. Bunun dışında yaklaşık on tane yenilebilir enerji firması da tıpkı Exxon ve Chevron gibi sahip oldukları yüksek teknolojiyle dikkat çekiyor. III-Kutup Bölgesi     Rusya geçtiğimiz ağustos ayında iki denizaltısını bölgeye göndermiş, denizin 4 bin 200 metre dibine bayrak dikti....  Uzmanlar kutup dibinden toplanan örneklerin, Lomonosov sıradağlarının Rus anakarasının uzantısı olduğu sonucuna varmış....Rusya, Kuzey Bus Denizi boyunca devam eden sıradağların Sibirya’nın devamı olduğunu, dolayısıyla bölgenin Rus toprağı olduğunu iddia ediyor.....   Dünya enerji rezervinin dörtte birinin bulunduğu sanılan Kuzey Buz Denizi'nde, ABD, Kanada ve Danimarka da hak iddia ediyor.  Rusya'nın Kuzey Buz Denizi'ndeki diğer ve en büyük rakibi ABD de buradaki varlığını ve egemenliğini artırmak için harekete geçmiş durumda..   IV- Prirazlomnaya Platformu Prirazlomnaya deniz tabanlı sabit petrol arama platformu, Peçora Denizi’ndeki Prirazlomnaya petrol alanının işletilmesi için inşa edilen buza dayanıklı platform....Bu platformu, Rusya’nın Arktik bölgesinde petrol  arama çıkarma çalışmalarını sürdüren tek bir platformu……. V-Lomonosov Sıradağları Dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin dörtte birine sahiLomonosov Sıradağları p olan Lomonosov Sıradağları'nın uzunluğu 1800 km, okyanus tabanından yüksekliği 3700 metreye çıkıyor. Rusya'nın yeni hamlesi, kelimenin gerçek anlamıyla 'Soğuk Savaş'ı kızışacağın bir göstergesi.... Rusya'nın 2007'de okyanus dibine diktiği bayrak, bir işaret fişeği olduğunu söylüyor konunun uzmanları....     Dünyanın kaderine yön verecek yeni 'Soğuk Savaş'ın galibinin kim olacağı merak edilirken, Kuzey Kutbu'na yakından bakmakta yarar var.    Küresel ısınma nedeniyle Kuzey Kutbu'ndaki buz kütlesi son 30 yıl içinde yüzde 20'den fazla küçüldü, bilimadamları 30 veya 40 yıl içinde kutuplarda hiç buz kalmayacağı tahminini yapıyor. Bilimadamları hızla eriyen buz tabakası için defalarca alarm verirken, 5 ülke için ise bu erime doğal kaynaklara erişimin kolaylaşması anlamına geliyor.    Rusya, ABD, Kanada, Norveç ve Danimarka için Lomonosov Sıradağları'nı cazip hale getiriyor. Fakat kutupların amansız soğuğunda petrol veya doğalgaz çıkarmak şu anki tabloya göre oldukça maliyetli, maliyet Meksika Körfezi'nde petrol çıkarmanın tam 5 katı. Kutuplarda kalın buz tabakaları delinse bile petrole suyun 4 bin metre altında ulaşılabildiğine dikkat çekiyor bilim adamları...  VI-Avustralya Antarktika Toprakları     1933'te kurulan Antartika'nın doğusunda kalan Avustralya'ya ait bir Antartika bölgesi. 1933'te kurulan bu bölge 1933'ten önce Birleşik Krallık'a aitti. 1961 Antarktika Antlaşması'ndan sonra bölge askeri amaçla kullanılmamış. Bu bölgede 16 tane üs bulundurmakta. Bunlardan 7 tanesi kapalı, 9 tanesi açık: Molodyozhnaya (Rusya) (Kapalı),Mawson (Avustralya),Soyuz (Rusya), (Kapalı)Druzhnaya (Rusya) (Kapalı),Zhongshan (Çin Halk Cumhuriyeti),            Law-Racovita Station (Romanya) ,Progress Station (Rusya)Davis (Avustralya),Sovetskaya (Rusya) (Kapalı),Mirny Station (Rusya),Komsomolskaya (Rusya), (Kapalı), Vostok (Rusya),Wilkes Station (Kapalı),Casey (Avustralya),Concordia Station (Fransa ve İtalya) ,Leningradskaya (Rusya) (Kapalı) VII-Rusya Akdeniz'de kendi İsrail'ini kuruyor...    2O'nci yüzyılda İngiltere-Amerika, Ortadoğu'ya İSRAİL'i kurdurmuştu.... Bugün, Rusya, Suriye'de kendi İSRAİL'ini kuruyor. (Lazkiye merkezli Esad'ın devletçiği) .Rusya Akdeniz'de kendi İsrail'ini kuruyor ... BBC News - Başlıca Rus deniz kuvveti Kuzey Denizi geçip Norveç'e doğru yola çıktı . Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi http://www.bbc.com/news/world-europe-37694137 VIII-Çin - Pakistan ekonomi koridoru ve İpek Yolu. Büyük resmin bir parçası. Esas: Hindistan+Pakistan+Bangladeş geleceğin dev ekonomik bütünlüğü https://piie.com/blogs/china-economic-watch/pakistan-rocky-bridge-chinas-silk-road xı-Kuril Adaları   Kuril Adaları üzerindeki karşılıklı hak iddiası nedeniyle Rusya ve Japonya 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana teknik olarak savaş halinde     Japonya Başbakanı Abe’nin Moskova’ya yaptığı ziyarette verdiği çözüm arayışı sinyalleri henüz pratikte karşılığını bulmadı. Müteakip aylardaki gelişmeler sonrasında Kırım’ı ilhak eden Rusya, toprak verme değil aksine toprak kazanma niyetinde olduğunu gösterdi. Önümüzdeki süreçte bu krizin çözülüp çözülmeyeceğini ya da statükonun devam edip etmeyeceğini göreceğiz. Ancak yine de çözüm için potansiyel bir yol haritası olarak Carnegie Endowment tarafından hazırlanan adımların tercümesi : i-Rusya, Shikotan ve Habomai adalarını terketmelidir. Bu adalar Japonya tarafından hak iddia edilen toprakların yalnızca yüzde 7’sini kapsamaktadır, ve Moskova 1956’da ortak bir bildiri ile zaten bu adaları vermeyi kabul etmişti. ii-Japonya adalarda ve Rusya’da ekonomik faaliyetleri desteklemelidir. Doğrudan kamu sektörü yatırımı ve Japonya’nın özek sektörü için pozitif ekonomik teşvikler adalarda, Rusya’nın Uzak Doğusu’nda ve Siberya’da ekonomik büyümeyi besleyecektir. iii-Rusya ve Japonya bir müşterek ekonomik bölge kurmalıdır. Farklı ekonomik ve yasal bir rejimi idare eden ve bir Rus-Japon otoritesi tarafından işletilen bu dört adayı kapsayan bir müşterek ekonomik bölge alnın gelişmesine katkı sağlayacaktır. iv-Rusya ve Japonya siyasi bir anlaşmaya varmalıdırlar. Tüm bölge askerden arındırılmalıdır ve başlangıçta diğer iki adanın, Iturup ve Kunashir, Rusya tarafından idare edilmesine devam edilmelidir. Er ya da geç tüm adalar Japonya’ya entegre edilmelidir. 50 yıl sonra Iturup ve Kunashir adaları Japonya hukukuna ve egemenliğine geçmelidir. Müşterek ekonomik rejim bir diğer elli yıl için daha devam etmeli ve kalıcı Rus mukimler adalarda kalmakta özgür olmalıdır. Kaynak: Carnegie Endowment xıı- Katar Katar oyunu: Ortadoğu petrolünün en büyük alıcısı Çin,Hindistan ve Uzak Asya ülkeleri olduğunu söylüyor konunun uzmanları...Çin'in enerji ihtiyacını kontrolü.... Katar'ın enerji piyasasındaki dostları kim Katar, günde 618.000 varil üretimi ile OPEC'in önemsiz petrol sağlayıcılarından biri konumunda, fakat günlük 1.3 milyon varil üretimi ile sıvılaştırılmış gaz satışında dünya lideri. Petrol piyasası jeopolitik risklere karşı bağışıklık geliştirmiş gibi görünüyor. Arap komşuları Pazartesi günü Katar'a eşi görülmemiş bir ambargo uyguladıklarında, petrol piyasası geri düşmeden önce %1.6 oranında yükselişe geçti. Fakat burada izlenmesi gereken petrol değil, doğalgaz. Eğer bu bölgesel karışıklık hızla çözülmezse, Körfez'i bu sene sıcak bir yaz bekliyor demektir. Katar, günde 618.000 varil üretimi ile OPEC'in önemsiz petrol sağlayıcılarından biri konumunda, fakat günlük 1.3 milyon varil üretimi ile sıvılaştırılmış gaz satışında dünya lideri. OPEC'e katkısı az fakat asıl gücü sıvılaştırılmış gazdan alıyor. Her ne kadar Suudi karasuları Katar'a kapatılmış olsa da, sıvılaştırılmış gaz taşıyan gemileri İran karasularını kullanarak Hürmüz boğazını geçebilir. Bir diğer kullanabileceği Umman toprakları olsa da, Umman'ın da tavır alması durumunda İran'a yönelebilir. Katar'ın gaz sevkiyatını bütünüyle durdurmak büyük ölçekli bir krizi tetikleyecektir ve en büyük müşterileri olan Japonya, Güney Kore, Çin ve Hindistan'dan ciddi tepkiler gelecektir. Önde gelen Japon müşterilerinden Jera Co., Katargaz'dan tedariklerin kesintiye uğramayacağına dair güvence aldı. Ve şimdilik, Katar Suveyş Kanalına erişerek Avrupa'ya gönderilen LNG sevkiyatına devam etme hakkına sahip. Ancak Katar'dan yola çıkan ya da Katar'a giden gemilerin Birleşik Arap Emirlikleri'nde bulunan Fujairah'a yanaşarak yakıt almalarına artık izin verilmiyor. Dünyanın en büyük gaz yatağı konumunda olan Kuzey Sahası'nı paylaşmak zorunda olduğu İran'la iyi geçinmekten başka şansı yok. Ayrıca, Aralık ayında devlete ait petrol şirketi Rosneft'in hisse satışını destekledikten sonra, ideolojik yatak arkadaşı olan Türkiye ya da Rusya'ya yönelebilir. Anlaşmazlığın devam etmesi halinde, Katar'a karşı en ciddi misilleme, Yunus boruhattını kullanarak Birleşik Arap Emirlikleri'ne gaz ihracatının kesilmesi olacaktır. Bu projede, toplamda %24.5, Batılılar %24.5 ve Abu Dabi'li stratejik yatırım şirketi Mubadala %51 oranında hisseye sahip, günde 50.6 milyon mektreküp oranında teslimatıyla, ülkenin ihtiyacının çeyreğini oluşturuyor, bunun da 5.6 milyon metreküplük oranı, BAE'lerinden Umman'a ulaştırılıyor ki, bu ihracat henüz ambargoya dahil değil. Körfez bölgesinde sıcaklıklar 40 santigrat dereceyi aşabildiğinden, klimalar için güç üretimi zirve noktasına yaklaşıyor. Katar oyunu:(1.Devre sonucu) 16.06.2017 i-Katar Petroleum Şirketi, Royal Dutch Shell ile sıvılaştırılmış doğalgaz yakıt ikmali tesisleri kurulması ii-12 milyar dolar değerinde F15 savaş uçak alımı iii-ABD- Katar ortak askeri tatbikatı ... http://washpost.bloomberg.com/Story?docId=1376-OR3Z666TTDS501-1HFMBIDK8RVKQI57HM7E74HKGR  "Dünya enerji rezervinin %25'ine Venezüella, %22'sine Suudi Arabistan, %13'sine İran, %12'sine Irak, %8,8'ine Kuveyt, %8'ine BAE, % 4'üne Libya, %3'üne Nijerya, %2'sine Katar sahip durumda. Bu ülkelerde siyasi ve ekonomik istikrardan söz edebilir miyiz?"  xiii-Hürmüz Boğazı Hürmüz boğazı'ının coğrafi konumu : Kuzeyi İran, güneyi ise BAE ile çevrili Umman toprakları...Basra Körfezi ile Umman Denizini birbirine bağlamakta. Genişlik en dar yerde 21 mil olmasına rağmen bu noktada gemilerin geçebileceği genişlik ise sadece 2 mil (3,2 km). Boğazın bu karmaşık durumunun yanına, körfezin tek çıkış noktası olması gibi özellikler de eklenince boğazın hukuki statüsü tam bir muamma. . Şu an pratikte uluslararası su statüsü uygulansa da İran, boğazın onun kontrolünde olması gerektiğini savunmakta. Boğazın jeopolitik önemini daha anlaşılabilir ve kapsamlı anlatabilmek için iki kısımda incelemek gerekir. Bunların ilki petrolden bağımsız olan jeopolitiği, ikincisi ise petrol ile alakalı jeopolitiğidir. Hürmüz boğazı coğrafi olarak kilit konumunda olduğundan önemi sadece petrole bağlı değil. Basra körfezi Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin açık denizlere ulaştıkları yegâne yer.. (BAE’nin Umman denizine de kıyısı varr ama Hürmüz boğazına, sınırları içerisinde kalır denilebilecek kadar yakın.) Günün birinde bu ülkeler toplam ithalatlarının yaklaşık %50’sini kaplayan petrolün payını düşürmek isterlerse satacakları o yeni ürünleri de mecburen bu su yolu üzerinden taşımak zorunda. Sonuç olarak sadece petrol değil bir başka mal ihraç etseler dahi, bu ülkelerin ekonomilerinin hatırı sayılır bir kısmı Hürmüz boğazının aktifliğine bağlı.Tüm dünyada petrol ticaretinin yaklaşık %60’nın deniz yoluyla yapımaktaı ve bununda %30’nun Hürmüz boğazından geçmekte.  ABD Güney Çin Denizine 2 Uçak gemisi yolluyor. Çin’nin dibine!  https://bloom.bg/2NVOaGB                   

Kapitalist Düzenin Yüzen Bir Modeli Titanic: “Üsttekiler” , “En Alttakiler” ve “Diptekiler“!...

lk Söz:““Sınıflara bölünmüş modern toplumlarda insanları bir arada tutan ve toplumsal bütünlüğü sağlayan şey nedir? Mülkiyetten veya sermayeden kaynaklanan bir gelire sahip olmayanların toplumdaki yeri nedir? Geçimlerini emek piyasasında kazanmaya çalışanlar açısından, çalışmanın, işsizliğin veya istihdam edilemezliğin sonuçları nedir?” Titanik denilince bir çoğumuzun aklına hüzünlü aşk hikayesi gelir. Filmin hafızalarımıza kazınan sahnesi ise yoksul genç delikanlının geminin pruvasında zengin ve güzel sevgilisinin kollarında Atlantik sularına bakarak ‘ben bu dünyanın kralıyım’ diye haykırışıdır...   Bura da soru şu: Titanik gerçekten de lüks bir gemide geçen zengin kız fakir oğlan romantik aşkının hikayesi midir sadece? 1900’ler.. Batı dünyasında birkaç yıl içinde milyonlarca insanın hayatına mal olacak bir savaşı da başlatacak, makineleşmede ne pahasına olursa olsun, hız ve büyüklük yarışı yaşanmakta.... Yer Belfast İrlanda.. Dev tersanelerde efsanevi transatlantik Titanik’in yapımı sürmekte... Resmi kayıtlara göre bu üç yılda 8 tersane işçisi hayatını kaybeder... 28 ciddi kaza yaşanırken, 218 adet küçük! iş kazası meydana gelir.... Hayatını kaybeden işçilerden yalnızca beşinin kimliği kayıtlara geçer... Kayıtlara geçmeyen bir başka şey de bir annenin hem oğlunu hem eşini kaybetmiş olduğudur. Ölen tersane işçilerinden birinin oğlunun da yine bir başka gemi inşası sırasında iş kazasında öldü/rüldü/ğü ortaya çıkar...  Ama ölümler ne inşaatları durdurur ne Titanik’i... Tarihler 10 Nisan 1912’yi gösterirken döneminin en hızlı, en büyük, en ileri teknolojisine sahip dev gemi yaklaşık 2200 yolcusu ve mürettebatıyla yeni dünyaya doğru yola çıkar... "Batmaz Gemi" yelken açtığında, gemide yaklaşık 2200 kişinin olduğunu yazıyor tarih kitapları... Bu, geminin ilk yolculuğu... Yolculuğun 4. gecesi, gemi bir buzdağına çarpıyor ve 1500 kişi denizin derinliklerinde kayboluyor. Gerçekten de bir trajedi... Tarihçi John Maxtone Graham, Titanic batarken güvertesinde keman çalan müzisyenlerden, kesin ölümle karşı karşıya olanlara teselli ve son ayinler vermeye çalışan din adamları gibi betimlemiş.... Gemi batarken, birçok kurtulan, ilk başta orkestranın, diğerlerinin gemiyi terk ettiği anlaşılana kadar içeride çalmaya devam emişler... Bundan sonra, ışıklar ve piyano olmadan ve onları yönlendirecek yalnızca müzik hafızaları olmadan; yolcular için çalmışlar...Titanik Güvertesinde Keman Çalanların felaketinin tanımlayıcı hikayelerinden biri haline gelmelerinin en önemli nedeni görevlerine olan bağlılıkları ve Titanik batana kadar çalmaları... Onları çalmaya zorlamanın kaptan tarafından yapılmış stratejik bir hamle olması da mümkün. Çünkü yüksek sesli müziğin, dondurucu soğuk denizde boğulanların çığlıklarını ve yalvarışlarını örtmede aynı zamanda güvertedeki birinci sınıf yolculardan gelen kan donduran canhıraş içerisinde ki şikayetleri de ... • Titanic'in orkestrası, bir ajans tarafından yolculuk boyunca; yemeklerde, salonda ve güvertede klasik ve çağdaş müziklerin bir karışımını çalarak yolculukta bir sakinlik ve incelik duygusu yaratarak birinci sınıf yolcuları eğlendirmek için işe alınmış sekiz müzisyen… • Titanic'in batmasıyla ilişkilendirilen en ikonik ve kahramanca an grubun gemi batarken müzik çalmaya devam etme kararı. Müzikleri, tahliye sırasında yolcuların sakin kalmasına yardımcı olmak için tasarlanmış... • Grubun son şarkısı hakkında çeşitli anlatımlar vardır. En yaygın kabul gören inanış, gemi batarken "Tanrım Sana Daha Yakın" ilahisini çaldıkları..Ancak, bazı kurtulanlar son melodinin "Sonbahar" adlı bir vals olduğunu belirtmişler… • Şarkı ne olursa olsun, bu kadar kötü koşullar altında çalmaya devam etme cesaretleri efsane haline gelmiş olması… • Ne yazık ki, grubun sekiz üyesi de felakette ölmüş. Hiçbiri cankurtaran botlarında yer bulamamış… Hangi parçanın çalındığına dair çeşitli anlatımlar var... Titanik yalnızca en’leri temsil etmekle kalmaz aynı zamanda yirminci yüzyıl başları Avrupa ve Amerika’nın sosyal düzeninin de birebir yansıdığı küçük bir evrendir aslında...  Birinci sınıf yolcular yüzme havuzlarında, canlı müzik eşliğinde, şık elbiseleriyle akşam yemeklerinin tadını çıkarttıktan sonra iki geniş yatak odalı lüks banyolu süitlerinde dinlenmeye çekilirken, sayıları yedi yüzden fazla olan tüm üçüncü sınıf yolcular biri kadınlara diğeri ise erkeklere ayrılmış sadece iki adet banyo önünde sıraya girmekte olduğu anlatılmakta kitaplarda... Evet Titanik sadece bir gemi değil görüldüğü gibi.. Kapitalist düzenin yüzen bir modeli... Ve belki de sırf bu yüzden ‘batmaz’ denilen devasa gemi buzdağına çarpmadan çok önce su almaya başlamış.. Yaşamla ölüm arasındaki mücadelemiz hem bireysel hem de toplumsal koşullar tarafından şekillenmekte... Fiziksel gücümüz, genetik özelliklerimiz kadar, hayatta kalma şansımızı belirleyen şeyler eğitim düzeyimiz, yeterli ve dengeli beslenip beslenemediğimiz, sağlıklı bir çevrede yaşayıp yaşamadığımız, iş güvenliği ve güvencesi olan bir işte çalışıp çalışmadığımız ve sosyal ilişkilerimizin bize sağladığı destek... Yani aslında yaşamsal bir tehdit ve tehlike söz konusu olduğunda büyük oranda sosyo ekonomik statüdür... Azrail’in adresini belirleyen.. Bir başka ifadeyle, yolcusu olduğunuz gemide kimin kurtulacağını ve kimin karanlık sulara gömüleceğini belirleyen Titanik’te biletinizin hangi sınıfta olduğu ile ilgili...  Çok mu iddialı geldi bu sözler... Öyleyse rakamlar belki daha net anlatır su alan gemideki yolculara dair sınıfsal hakikati.. Titanik’te birinci sınıf yolcularının %63’ü İkinci sınıf yolcularının %42’si ve Üçüncü sınıf bileti olan yolcularınsa sadece %24’ü kurtulmayı başarabilmiştir. Oysa herkes ‘aynı gemide’ olduğunu ve ortak bir kaderi paylaştığını sanmaktadır... Peki nedir bu sınıfsal farkı yaratan? Her şeyden önce gemi birinci sınıftaki yolcuların konfor ve güvenlik öncelikleri dikkate alınarak tasarlanmıştır... Örneğin tehlike anında kullanılacak tahliye botları birinci ve ikinci sınıf yolcuların kaldığı kamaralara yakın olacak şekilde yerleştirilmiştir... Bu yüzden üçüncü sınıfta kalan yani geminin en ucuz biletli yolcuları gemi su almaya başladığında onlarca merdiveni, uzun ve karmaşık koridorları aşmaya çalışarak kendilerini kurtaracak olan botlara ulaşmaya çalışmışlardır... Ne yazık ki bu yolcular olağan seyir halinde, kendilerini birinci sınıf yolculardan ayıran ve ödedikleri biletin parasına dahil olmadığı için girmelerinin yasak olduğu, kilitli kapılar ardındaki koridorları ve çıkış yollarını bulmaya çalışarak kaybetmişlerdir en değerli anları... Bu esnada birinci sınıf yolcular tehlikeyle ilgili uyarılmışlar ve gemi mürettebatı, kaptanı ile olan yakın ilişkileri nedeniyle önlemler konusunda hemen bilgilendirilmişlerdir... Hâlbuki İsveç, Finlandiya, Rusya, Suriye gibi ülkelerden Amerika ve Kanada’ya yeni bir hayat umuduyla yola çıkan üçüncü sınıfın göçmen yolcularının panik anında anadillerinde olmadığı için verilen talimatları ne oranda anlayabildikleri de bir başka sorundur... Bir başka soru: Tüm batan gemilerde ‘önce kadınlar ve çocuklar’ ilkesi gereği öncelikli olarak kadınların ve çocukların kurtarılmış olduğu efsanesinin ne kadar gerçekçi? Titanik’te kurtulanların cinsiyet istatistikleri kadınların ve çocukların hayatta kalma oranlarının oldukça yüksek olduğunu gösterse de daha dikkatli bir inceleme sınıfsal farkların kadınların hayatta kalma şanslarını nasıl etkilediğini ortaya koyar... Titanic yolcularının yalnızca %37'si hayatta kaldı.  Yine de birinci sınıf yolcularının %63'ü , ikinci sınıf yolcularının %42'si ve üçüncü sınıf yolcularının yalnızca %24'ü hayatta kaldı. Başka bir deyişle, birinci sınıfta seyahat eden yolcuların hayatta kalma olasılığı %40 daha fazlaydı ve ikinci sınıftaki yolcuların hayatta kalma olasılığı üçüncü sınıfta seyahat edenlerden %16 daha fazlaydı. Birinci sınıfta yolculuk eden kadınların %97 si botlara binerek hayatta kalmayı başarırken, üçüncü sınıfa biletli her iki kadından biri hayatını kaybetti.... Her sınıftan kaç yolcunun kurtarıldığının grafiksel gösterimi Demek ki önce kadınlar ve çocuklar ama önce birinci sınıfa biletli kadınlar ve çocuklar prensibidir geçerli olan... Titanik’te.. Birinci sınıf yolcuların hayatta kalma olasılığı ikinci veya üçüncü sınıf yolculara göre neden daha yüksekti? Birinci sınıf yolcularının Titanik'ten canlı olarak ayrılma şanslarının daha yüksek olmasında pek çok etken rol oynadı, ancak en önemlisi geminin fiziksel yapısıydı... Titanic'in 11 güvertesi vardı ve bunlardan sekizi yolcular tarafından kullanılıyordu... Üst güvertede geminin tüm birinci sınıf olanakları vardı, örneğin gezinti yolu, restoranlar, spor salonu, squash kortu, yüzme havuzu, kafeler ve okuma odası... En önemlisi, bu üst güvertede geminin tüm cankurtaran botları da bulunuyordu... Bir sonraki seviye birinci sınıf yolcu kabinleriydi... Güverte seviyeleri alçaldıkça, yolcuların sınıfı da alçaldı ve üçüncü sınıf yolcuların ve mürettebatın çoğu birinci sınıf yolculardan beş seviye daha aşağıda olan bir güvertede bulunuyordu... Alt sınıflardaki yolcuların, cankurtaran botlarının bulunduğu üst güverte dahil olmak üzere geminin belirli bölümlerine girmelerine izin verilmiyordu... Geminin birçok katında gezinmek de bir nebze zordu,... Bu yüzden aşağıdaki yolcular en üste giden yolu bulmakta daha çok zorlanıyordu. İkinci ve üçüncü sınıf yolcularının geminin birinci sınıf alanlarına (can kurtarma botlarının olduğu yere) girmelerine izin verilmediğinden, nerede olduklarını bilmiyorlardı ve onları kolayca bulamıyorlardı... Titanic buzdağına çarptığında, birinci sınıf yolcular ikinci ve üçüncü sınıf yolcularına göre cankurtaran botlarına fiziksel olarak daha yakındı ve bu da onlara bu hayat kurtarma cihazlarına daha hızlı erişim sağlıyordu... Aslında, yolcu ne kadar fakirse cankurtaran botlarından o kadar uzaktaydı... Günter Wallraff ‘ın meşhur kitabı En Alttakiler’i gibi hem mecazi hem de sözlük anlamıyla en alttakilere doğru bitsin hikaye... Dışarıdan da görülmeyen bir yerindeyiz geminin.. Deniz seviyesinin bile metrelerce altında ‘Kara Ekip’ olarak adlandırılan 150’ye yakın işçi, her gün ne gün ışığını ne de denizin mavisini görmeden, geminin yolculuğuna devam edebilmesi için tonlarca kömürü binlerce derece ısı üreten dev buhar kazanlarına atmaktadır... Gemi buzdağına çarpar... Büyük bir sarsıntıyla okyanusun ortasında yanarak anında hayatını kaybedenlerin arkadaşları kara emekçiler asıl fedakarlığı göstererek geminin yüzmesini sağlamak üzere son ana dek işlerini yapmaya devam ederler... Bunu nereden bildiğimize gelince... Hepimizin aynı gemide olduğu mitinin gerçek yüzünü aydınlatmak istercesine Titanik batarken son ana dek ışıkları sönmemiştir... 14 Nisan 1912'de Titanik, Atlas Okyanusu'nun soğuk sularında battı. Bu gerçekten trajik bir olaydı.https://www.encyclopedia-titanica.org/cold-starting-the-titanic.html     Son Söz: Bugün, çağdaş küresel toplumun siyasi ve sosyoekonomik düzeni ile uluslar içinde ve arasında barışçıl bir arada yaşamaya. Haklar ve siyasi demokrasi talepleri, eşitsizliğe karşı argümanların giderek daha önemli bir parçası haline gelmiştir. Uluslararası düzenin geleceğini ne ölçüde ve hangi şekillerde şekillendirecekleri hiçbir şekilde açık değildir.Geleceğin belirsiz olduğu bu konjonktürde, Keynes’in şu gözlemini hatırlayabiliriz: ‘“ekonomistlerin ve siyaset felsefecilerinin fikirleri,hem doğru olduklarında hem de yanlış olduklarında, genel olarak anlaşıldığından daha güçlüdür…“ Titanik felaketi başka bir döneme özgü bir olay gibi görünse de, o felaketin boyutlarına yol açan sorunların birçoğu, özellikle yoksullar açısından, bugün de varlığını sürdürmekte ... Hem de fazlasıyla...      

“İstatistik ile Nasıl Yalan Söylenir?”

“İstatistik ile Nasıl Yalan Söylenir?” Darrell Huff’ın (1913-2001) 1954 yılında istatistiğin bir “aldatmaca aracı olarak kullanılma yöntemlerini açıkladığı” güncelliğini kaybetmeyen kitabı.https://shorturl.at/K6VDy “İstatistik ile Nasıl Yalan Söylenir?” Darrell Huff’ın (1913-2001) 1954 yılında istatistiğin bir “aldatmaca aracı olarak kullanılma yöntemlerini açıkladığı” güncelliğini kaybetmeyen kitabı. Mel Calman’ın canlandırmalarının birine “Romancı olup da ne yapacaksın? İstatistikçi ol, hayal gücünü daha çok kullanırsın” sözünü iliştiren yazar kitabın “giriş” bölümünde amacını şöyle izah eder:   “Bu kitap istatistiğin bir aldatma aracı olarak kullanılma yöntemlerini sergiliyor. Belki, madrabazlar için bir el kitabı gibi görülebilir. Buna, kilit açma ve ayak seslerini gizleme yöntemlerini anlattığı anıları rekor kıran emekli kasa hırsızının karşı çıkışıyla karşılık vereceğim: Dalavereciler bunları nasıl olsa biliyor; ben dürüst insanlar öğrensinler de kendilerini korusunlar diye yazdım.” Kitapta yer verilen on bölümde şu konular ele alınmıştır: Saptırımlı Örnekleme Örneklemeye dayanan bir araştırmanın değerli olabilmesi için muhakkak her türlü sapma kaynağının ortadan kaldırıldığı, temsil gücü olan bir örneklemin kullanılması gereğini belirten yazar; küçük bir örneklem grubuyla arzulanan sonuca ulaşan yanıltıcıları tanıtır. Bir örneklem grubu diye belirtilen bazen sadece bir düzine insandır. Bir düzine insandan binlerce insanı etkileyen bir sonuç devşirilir. Rastgele oluşturulmuş ve yeterli sayıdaki örneklem grubu ile çalışılması, sapmaları kısmen de olsa önleyecektir.   "... bir araştırmayı tahrif etmek, yani yanlış bir izlenim yaratmak için sonuçları kasten değiştirmek şart değil. Örneklemin hep bir yönde sapma eğiliminde olmasıyla tahrifat zaten otomatik olarak sağlanmaktadır." "Görünür sapma kaynakları kadar görünmeyen sapma kaynaklarının da bir örneklemin güvenilirliğini bozabileceğini unutmamalısınız. Yani üzerinde deney yapabileceğiniz sapmalar bulamıyorsanız, bir yerlerde bir miktar sapma olması ihtimali hep var olduğu için kendinize bir şüphe payı ayırın. Bu ihtimal hep vardır." "Rastgele örneklem istatistik kuramınca tam bir güvenle denetlenebilen tek örneklem türüdür; ancak, onun da bir kusuru vardır. Elde edilmesi birçok alan için öylesine zor ve pahalıdır ki, çoğunlukla maliyetler onu devreden çıkarıverir. Yerine çok daha ucuz olan ve hemen hemen dünyanın her yerinde kamuoyu yoklamalarında ve pazar araştırmalarında yararlanılan, katmanlı rastlantısal örnekleme kullanılır." "Rastgele örneklemde kontrol edilmesi gereken şey, grubun bütünündeki her isim ya da şeyin örneklemde bulunma şansının eşit olup olmadığıdır"   ii-Doğru Seçilmiş Ortalama Kişiler ya da kitleler ikna edilecekse bu iknada istatistiksel ortalamalar kullanılır. Ortalama sözünün “kaypak” anlamını vurgulayan yazar, her defasında farklı bir ortalamanın kullanılarak kamuoyunun yanıltılmasının, bilhassa reklamlarda satışı artırılmak istenen ürünler için çok sık başvurulan bir hata olarak tanımlar.   Yayınlanacak, pazarlık unsuru olarak kullanılacak, ilan tahtasına asılacak rakamlara ihtiyaç duyulur. Bu rakamların istenilen şekilde sunulması ama yalan da olmaması adına yapılacak davranış ortalamalarını alırken işe gelenin kullanılmasıdır. Mod, medyan ve aritmetik ortalamanın üçü de ortalama sunarken hilebazların daha çok aritmetik ortalamadan medet umdukları belirtilir. Başka bir açıdan söyleyecek olursak medyan, daha doğru bir ortalamayı yakalarken aritmetik ortalamanın kullanılması tamamen menfaatlere uygun bir tercihtir.       "Burada yaptığım hile, “ortalama” sözünün çok kaypak bir anlamı olduğu için, her defasında başka bir ortalama çeşidini kullanmamdır. Kamuoyu görüşünü etkilemek ve reklamlarda satışları artırmak isteyenlerin bazen masumane bazen de kasten, çok sık başvurduğu bir hiledir bu. Size bir şeyin ortalama olduğu söylendiğinde, (aritmetik ortalama, medyan veya mod gibi) yaygın olarak kullanılan ortalama çeşitlerinden hangisi olduğu belirtilmedikçe, çok fazla bir şey öğrenmiş sayılmazsınız."     iii-Kaybolan Küçük Sayılar Hiçbir şey ifade etmeyen salt rastlantısal sonuçlar elde etmede yazı tura atmak ne kadar anlamsızsa küçük bir örneklem grubuyla sayılarla oynamak da o kadar anlamsızdır. Reklam stratejisinde küçük grup kullanmanın öneminden bahseden yazar, “büyük grupta tesadüf sonucu oluşan değişiklikler küçük kalır ve manşet atmaya değmez,” der.   Yazı tura örneğinden giderek, “on kez yazı tuta attığımızda sekiz defasında tura gelmesi, bozuk paraların yüzde sekseninin tura geldiğini mi gösteriyor?” diye sorarken Huff, küçük örneklem grubuyla çalışılan istatistiklerde de aynı yanılgının baş gösterdiğini belirtir. Bu nedenle ancak yeterli sayıda deney yapıldığında ortalamalar yasasından bir çıkarsama ya da tanım yapmanın olası olduğunu belirtir.   Grafik üzerinden de örnek veren yazar, bir ajansın iş hacminin yıldan yıla nasıl çarpıcı bir biçimde arttığını grafik aracılığıyla sunuyor. Bu artışta rakamlara yer verilmemişken yıldan yıla sürekli yükselen bir ivme gösterilmiştir. Sayılara yer verilmediği için yıllık artış hacminin milyon dolarlar mı yoksa birkaç dolar mı olduğu belirsizken grafiğin yükselen ivmesi çarpıcı olduğu kadar yanıltıcıdır.       Saptırımlı Örnekleme Örneklemeye dayanan bir araştırmanın değerli olabilmesi için muhakkak her türlü sapma kaynağının ortadan kaldırıldığı, temsil gücü olan bir örneklemin kullanılması gereğini belirten yazar; küçük bir örneklem grubuyla arzulanan sonuca ulaşan yanıltıcıları tanıtır. Bir örneklem grubu diye belirtilen bazen sadece bir düzine insandır. Bir düzine insandan binlerce insanı etkileyen bir sonuç devşirilir. Rastgele oluşturulmuş ve yeterli sayıdaki örneklem grubu ile çalışılması, sapmaları kısmen de olsa önleyecektir.       "... bir araştırmayı tahrif etmek, yani yanlış bir izlenim yaratmak için sonuçları kasten değiştirmek şart değil. Örneklemin hep bir yönde sapma eğiliminde olmasıyla tahrifat zaten otomatik olarak sağlanmaktadır." "Görünür sapma kaynakları kadar görünmeyen sapma kaynaklarının da bir örneklemin güvenilirliğini bozabileceğini unutmamalısınız. Yani üzerinde deney yapabileceğiniz sapmalar bulamıyorsanız, bir yerlerde bir miktar sapma olması ihtimali hep var olduğu için kendinize bir şüphe payı ayırın. Bu ihtimal hep vardır." "Rastgele örneklem istatistik kuramınca tam bir güvenle denetlenebilen tek örneklem türüdür; ancak, onun da bir kusuru vardır. Elde edilmesi birçok alan için öylesine zor ve pahalıdır ki, çoğunlukla maliyetler onu devreden çıkarıverir. Yerine çok daha ucuz olan ve hemen hemen dünyanın her yerinde kamuoyu yoklamalarında ve pazar araştırmalarında yararlanılan, katmanlı rastlantısal örnekleme kullanılır." "Rastgele örneklemde kontrol edilmesi gereken şey, grubun bütünündeki her isim ya da şeyin örneklemde bulunma şansının eşit olup olmadığıdır"   "Bir istatistikçi önümüze konan bir anket sonucu karşısında şu soruyu sormamızı öğütler; “Bu sonuca varmak için kaç kişiye anket uyguladınız?” Daha önce de belirttiğimiz gibi, yanlı örneklemi istediğiniz sonucu elde etmede kullanabilirsiniz. Rastgele örneklem ne kadar küçükse onunla gönlünüze göre oynamanız da o kadar kolaydır." Hiç Uğruna Kuru Gürültü “Örneklemin bütün grubu temsil edecek biçimde ne kadar doğru seçildiği sayılarla ifade edilebilen bir ölçüdür. Bunlara istatistikte olası hata ve standart hata adı verilir.” diyen Darrell Huff, “Testlerin sonucunda ortaya çıkan küçük farkların ‘standart hata’ payları göz önünde bulundurulmalıdır.” tespitini yapar. Kitapta verilen örneklerde belirgin olan durum, en güvenilir testlerde bile standart hata oranının binde üç civarında olmasıdır. Bundan hareketle küçük farklılıkların çıktığı istatistiki sonuçlarda o farkların bulunmama ihtimalinin göz önünde tutulması gerektiğini söyler. Küçük sonuçlar aslında hiç olmayan ya da tam anlamıyla yer değişikliğiyle sonuçlanan farklara da tekabül edebilir. Bu nedenle karşılaştırma yapmak anlamsızdır. +3 / -3/ +2 / -2 durumlardaki hata payı akılda tutulmalıdır. Matematiksel olarak gerçek olan, hesap edilebilen ama hiçbir önem taşımayacak kadar da küçük olan bir sayı için kuru gürültü koparılması durumu örnek durumlarla açıklanır. En çarpıcısı ise sigara hakkındadır: “Bir dergi laboratuvar ekibine değişik marka sigaraların içimini analiz ettirir ve markalara göre sigara dumanlarında bulunan nikotin ve katran miktarını yayımlar. Hangi markayı içerseniz için sonuçların birbirine çok yakın olduğu görülür. Ama listedeki neredeyse aynı olan sonuçlar arasında, bir marka en altta kalmıştır. Hemen gazetelerde tam sayfa reklamlar boy gösterdi. Reklamlarda bu saygın dergi tarafından test edilen sigaralar arasında en az zararlı madde içeren sigaranın kendi markaları olduğu vurgulanıyordu. Bütün sayılar bir yana atılmıştı. Farkın ihmal edilebilir olduğu göz ardı ediliyordu. Kamuoyunu yanlış yöne sevk eden reklamlar daha sonra durduruldu ama meyveleri çoktan toplanmıştı.” "Bazen matematiksel olarak gerçek olan ve hesap edilebilen ama hiçbir önem taşımayacak kadar da küçük olan bir sayı için kuru gürültü koparılır. Eski bir söz bunu “Fark ancak önemsiz olduğu zaman bir farktır” diye ifade ediyor" v-Hokus-Pokus Grafikleri Sözcüklerin yetersiz kaldığı durumlarda başvurulan yöntemlerden biri de tablo halindeki sayılardır. Okunmak isteyen yazar, metninin malı sattırmasını isteyen reklamcı, tiraj isteyen kitaplar vs. hepsi grafiklerin, sayıların gücünden faydalanır. Tek Boyutlu Resim Göze hitap etmeleriyle çapraşık, sürükleyici ve başarılı birer “yalancı” haline gelebilen resim grafiklerin kullanışlı bir araç olduğunu belirten yazar, resim grafikleri ise bir insanın bir milyon insanı, bir para torbasının veya üst üste bozuk paraların bin sterlini, bir dana resminin ertesi yılki et arzını temsil ettiği grafikler olarak tanımlar. Çubuk grafiklere nazaran abartılı bir etki yaratmak için resme başvurulur. "Bir insanın bir milyon insanı, bir para torbasının veya iistüste bozuk paraların bin sterlini, bir dana resminin ertesi yilki et arzını temsil ettiği grafikler resim grafiklerdir. Kullanışlı bir araçtır. Ne yazık ki göze hitap etmeleriyle ünlüdürler. Bu özelliğiyle de çapraşık, sürükleyici ve başarılı bir yalancı haline gelebilirler." "Mesele şurada, ikinci torbanın yüksekliği birincinin iki katı. Bu arada genişliği de iki katı. Sayfa üzerinde ötekinin iki katı değil dört katı bir alan kaplıyor. Sayılar hâlâ bire iki diyor ama her zaman daha baskın çıkan görsel etki bire dört diyor. Bunlar gerçekte üç boyutlu olan nesnelerin resimleri olduğu için İkincinin birinci şeklin iki katı kalınlıkta da olması gerekir. Geometri ki¬ tabınızın da yazdığı gibi, benzer katı cisimlerin hacimleri veri bo¬ yutun kübü olarak artar. İki çarpı iki çarpı iki sekiz eder. Bir para torbasında 15 £ varsa, diğerinde sekiz kat hacim olduğuna göre 31 değil 120 £ olması gerekir"   Eğreti Rakamlar Ulaşım, sağlık, şirketlerin mali raporları gibi birçok alanda bilerek ya da bilmeyerek kullanılan hilelerden biri olarak sunulan eğreti rakamlar için Duff,    “Kanıtlamak istediğinizi kanıtlayamıyorsanız, aynı şey olduğunu iddia ederek başka bir şeyi öne sürmeyi deneyin. İstatistiklerle insan aklının çarpışmasından çıkan toz duman içinde kimse farkı anlamayacaktır. Eğreti rakamlar, sizin yere sağlam basmanızı garanti edecek bir araçtır.” der. Bu hususun daha iyi anlaşılması adına kitaptan şu örneği sunabiliriz: “Demiryolu kazalarında bir yılda 4712 kişinin öldüğü açıklanmış. Bu sayı, trenlere adım atmayıp arabanızın direksiyonuna yapışmanız için yeterli görünüyor değil mi? Oysa sayının biraz derinine inince, oldukça farklı bir anlam taşıdığını görüyorsunuz. Sayının yarısını, otomobilleriyle geçitlerde trenlere çarpanlar oluşturuyor. Geri kalanların büyük çoğunluğu da raylar üzerinde gezintiye çıkanlar. 4712 kişi içinde yalnızca 132’si tren yolcusu. Bu sayı bile, kilometre başına toplam yolcu sayısını bilmeden bir karşılaştırma için yetersiz kalır.”   "Bir şeyleri sayıp, başka şeyler üzerine sonuca varmanın bir¬ çok başka yolu da vardır. Genel yöntem, aynı gibi görünen ama aynı olmayan iki şeyi birlikte ele almaktır." "Her sayıyı ifade etmenin birçok değişik yolları vardır. Örneğin, satışlar üzerinden yüzde bir kâr, yatırımın geri dönüş oranı yüzde onbeş, on milyon dolar kâr, (1965-9 ortalamasına oranla) kârlar yüzde kırk arttı ya da geçen yıla göre yüzde altmış azaldı derken aslında tamamen aynı olguyu değişik biçimlerde ifade ediyorsunuz. Seçeceğiniz yöntem o anda amacınıza en çok uyacak olandır ve emin olun okuyanların çok azı gerçek durumu bütünüyle tanımlamakta eksik kaldığını anlayacaktır." "Eğreti rakamların hepsi kasten üretilmez. Birçok istatistik, tıp istatistikleri de dahil, insanlar açısından büyük önem taşırlar ve bilgi kaynağının beceriksizce aktarılması nedeniyle tahrif edilirler. "   Post-Hoc Yine Doludizgin “İki faktör arasında bir bağlantı olması, birinin ötekinin nedeni olacağının kanıtı olamaz,” savından hareketle yazar, aralarında bağıntı kurulan iki şeydeki korelasyon unsurları arasında da ilişki olmayabileceği konusunda dikkatli olunması gerektiğini dile getirir. Post hoc yanılsamasına düşmemek ve olmayan şeylere bel bağlamamak için, öne sürülen her ilişkinin dikkatle gözden geçirilmesi gerektiğini belirten yazar; “korelasyon, bir şeyin bir nedenle oluştuğunu kanıtlar görünen inandırıcı derecede yüksek bir rakam, gerçekten bunu kanıtlayabileceği gibi başka bir şeylerin kanıtı da olabilir,” uyarısında bulunur. Yazar, pozitif ve negatif korelasyon örneklerinden yola çıkılarak post hoc yanılsamalarını detaylandırır. “Profesör Helen M. Walker, iki faktörün bir arada olduğu hallerde muhakkak bir neden sonuç ilişkisi bulunacağı yanılsamasına şu örneği vermektedir: kadınların fiziki özellikleriyle yaşlarını birlikte ele alırken önce, bacaklarının yürürken yaptığı açı ölçülmüş. Bu açı yaşlı kadınlarda daha büyükmüş. İlk akla gelen kadınların bacaklarını daha fazla açtıkları için yaşlandıkları olabilir. Saçma değil mi? Öyleyse, yaşlandıkça bacaklar arasındaki açının büyüdüğü, kadınların çoğunun da yürürken bacaklarını daha fazla açtıkları sonucuna varabiliyoruz. Bu tür bir sonuç da yanlış ve hiçbir kanıt taşımıyor. Aynı kadınları uzun bir süre inceleyerek bir sonuca varırsanız sonuç ancak geçerli sayılabilir. Ancak böyle bir çalışma burada etkin olan faktörü ortadan kaldırabilir.”   İstatistikbazlık   Literatürde olmasa da Darrell Huff’ın türettiği bir sözcük olan istatistikbazlık için bir de tanımı vardır yazarın: “İnsanları istatistiksel malzeme kullanarak yanlış yönde bilgilendirmeye istatiksel dalavere, istatistikbazlık denir.” “Özellikle sayıların algıyı etkilemekteki başarısı istatistikçilerin mi yoksa onların elde ettikleri verileri kullanan, değiştiren, abartan, gereğinden fazla basite indirgeyen ve çarpıtan başkalarının mı işgüzarlığıdır? Suçlu kim olursa olsun asla saflığa vurup masum rolü takınamaz,” diyen Huff, dergi ve gazetelerde sık sık boy gösteren uydurma tabloların, bir şeyi abartmak ara sıra da olduğundan az göstermek için kullanıldığını belirtir. İstatistiksel verileri yanlış yorumlamanın düzenbazlığa en açık biçiminin harita kullanmak olduğunu söyleyen yazar, haritalarda gerçeklerin ardına gizlenmek ve ilişkileri çarpıtabilmek için yeterince değişken bulunduğu görüşündedir. Abartılı rakamlar elde etmek amacıyla istatistiğin stratejilerinden faydalanmak, bazen verilen rakam yalan olmasa da merceğin bambaşka bir yöne tutulması, farklı hesaplamaların yapılması, haritaların, grafiklerin, yüzdelik dilimlerin, ondalık rakamların büyüsünden faydalanılması şeklinde kendini gösterir.   "Post hoc yanılsamasına düşmemek ve olmayan şeylere bel bağlamamak için, öne sürdüğünüz her ilişkiyi dikkatle gözden ge¬ çirmelisiniz. Korelasyon, bir şeyin bir nedenle oluştuğunu ka¬ nıtlar görünen inandırıcı derecede yüksek bir rakam, gerçekten bunu kanıtlayabileceği gibi başka bir şeylerin kanıtı da olabilir" "Karşılıklı ilişkinin en yaygın biçimi, iki şey arasında gerçek bir ilişkinin bulunduğu ancak hangisinin neden hangisinin sonuç olduğunu kestiremediğiniz durumlardır. Böyle hallerde neden ve sonuç zaman zaman yer değiştirir; veya her iki faktör de aynı zamanda hem neden, hem de sonuçtur. Gelir ile sahip olunan mallar arasındaki korelasyon bu türdendir. Daha fazla paranız oldukça, daha çok mal satın alırsınız. Daha çok mal satın aldığınızda geliriniz daha da artar. Hangisinin diğerine neden olduğunu söylemek o kadar kolay değildir." "Bir toplantıda ( çokça da neşeli bir partide) birisi size bir korelasyon üzerine yorumlar yaptığında, korelasyonun olayların akışıyla, zamana bağlı eğilimlerin değişmesiyle etkilenip etkilenmediğine dikkat edin. Günümüzde herhangi iki şey arasında bir korelasyon öne sürmek olanaklıdır."   Bir grafikteki küçük oynamalarla, örneğin “ulusal gelir yüzde on arttı.” cümlesinin etkisi “muazzam bir yüzde onluk sıçrayış yaptı”ya çevrilebilir. Nesnelliği bozacak sıfatlar ve edatlar olmadığı için grafikler sözden daha fazla etkilidir. “Kimse size tek laf edemez.” derken  Huff, hilekârların hilelerini açığa çıkarma amacındadır.       "Yapabileceğiniz en aşağı bir düzine hileden biri şudur: Hafifçe yükselen yüzde on artışınızı yüzde yüz artıştan bile canlı göstermeniz mümkün. Apsis (x ekseni) ile ordinat (y ekseni) arasındaki orantıyı bozun. Bunun için dikey eksende bulunan her noktanız doların yüzde onunu göstersin" x-Tek Boyutlu Resim Göze hitap etmeleriyle çapraşık, sürükleyici ve başarılı birer “yalancı” haline gelebilen resim grafiklerin kullanışlı bir araç olduğunu belirten yazar, resim grafikleri ise bir insanın bir milyon insanı, bir para torbasının veya üst üste bozuk paraların bin sterlini, bir dana resminin ertesi yılki et arzını temsil ettiği grafikler olarak tanımlar. Çubuk grafiklere nazaran abartılı bir etki yaratmak için resme başvurulur.   "Bir insanın bir milyon insanı, bir para torbasının veya iistüste bozuk paraların bin sterlini, bir dana resminin ertesi yilki et arzını temsil ettiği grafikler resim grafiklerdir. Kullanışlı bir araçtır. Ne yazık ki göze hitap etmeleriyle ünlüdürler. Bu özelliğiyle de çapraşık, sürükleyici ve başarılı bir yalancı haline gelebilirler." "Mesele şurada, ikinci torbanın yüksekliği birincinin iki katı. Bu arada genişliği de iki katı. Sayfa üzerinde ötekinin iki katı değil dört katı bir alan kaplıyor. Sayılar hâlâ bire iki diyor ama her zaman daha baskın çıkan görsel etki bire dört diyor. Bunlar gerçekte üç boyutlu olan nesnelerin resimleri olduğu için İkincinin birinci şeklin iki katı kalınlıkta da olması gerekir. Geometri ki¬ tabınızın da yazdığı gibi, benzer katı cisimlerin hacimleri veri bo¬ yutun kübü olarak artar. İki çarpı iki çarpı iki sekiz eder. Bir para torbasında 15 £ varsa, diğerinde sekiz kat hacim olduğuna göre 31 değil 120 £ olması gerekir"     xi-Eğreti Rakamlar Ulaşım, sağlık, şirketlerin mali raporları gibi birçok alanda bilerek ya da bilmeyerek kullanılan hilelerden biri olarak sunulan eğreti rakamlar için Duff, “Kanıtlamak istediğinizi kanıtlayamıyorsanız, aynı şey olduğunu iddia ederek başka bir şeyi öne sürmeyi deneyin. İstatistiklerle insan aklının çarpışmasından çıkan toz duman içinde kimse farkı anlamayacaktır. Eğreti rakamlar, sizin yere sağlam basmanızı garanti edecek bir araçtır.” der.   Bu hususun daha iyi anlaşılması adına kitaptan şu örneği sunabiliriz:   “Demiryolu kazalarında bir yılda 4712 kişinin öldüğü açıklanmış. Bu sayı, trenlere adım atmayıp arabanızın direksiyonuna yapışmanız için yeterli görünüyor değil mi? Oysa sayının biraz derinine inince, oldukça farklı bir anlam taşıdığını görüyorsunuz. Sayının yarısını, otomobilleriyle geçitlerde trenlere çarpanlar oluşturuyor. Geri kalanların büyük çoğunluğu da raylar üzerinde gezintiye çıkanlar. 4712 kişi içinde yalnızca 132’si tren yolcusu. Bu sayı bile, kilometre başına toplam yolcu sayısını bilmeden bir karşılaştırma için yetersiz kalır.”       "Bir şeyleri sayıp, başka şeyler üzerine sonuca varmanın bir¬ çok başka yolu da vardır. Genel yöntem, aynı gibi görünen ama aynı olmayan iki şeyi birlikte ele almaktır." "Her sayıyı ifade etmenin birçok değişik yolları vardır. Örneğin, satışlar üzerinden yüzde bir kâr, yatırımın geri dönüş oranı yüzde onbeş, on milyon dolar kâr, (1965-9 ortalamasına oranla) kârlar yüzde kırk arttı ya da geçen yıla göre yüzde altmış azaldı derken aslında tamamen aynı olguyu değişik biçimlerde ifade ediyorsunuz. Seçeceğiniz yöntem o anda amacınıza en çok uyacak olandır ve emin olun okuyanların çok azı gerçek durumu bütünüyle tanımlamakta eksik kaldığını anlayacaktır." "Eğreti rakamların hepsi kasten üretilmez. Birçok istatistik, tıp istatistikleri de dahil, insanlar açısından büyük önem taşırlar ve bilgi kaynağının beceriksizce aktarılması nedeniyle tahrif edilirler. "   xii-Post-Hoc Yine Doludizgin “İki faktör arasında bir bağlantı olması, birinin ötekinin nedeni olacağının kanıtı olamaz,” savından hareketle yazar, aralarında bağıntı kurulan iki şeydeki korelasyon unsurları arasında da ilişki olmayabileceği konusunda dikkatli olunması gerektiğini dile getirir.   Post hoc yanılsamasına düşmemek ve olmayan şeylere bel bağlamamak için, öne sürülen her ilişkinin dikkatle gözden geçirilmesi gerektiğini belirten yazar; “korelasyon, bir şeyin bir nedenle oluştuğunu kanıtlar görünen inandırıcı derecede yüksek bir rakam, gerçekten bunu kanıtlayabileceği gibi başka bir şeylerin kanıtı da olabilir,” uyarısında bulunur.   Yazar, pozitif ve negatif korelasyon örneklerinden yola çıkılarak post hoc yanılsamalarını detaylandırır.   “Profesör Helen M. Walker, iki faktörün bir arada olduğu hallerde muhakkak bir neden sonuç ilişkisi bulunacağı yanılsamasına şu örneği vermektedir: kadınların fiziki özellikleriyle yaşlarını birlikte ele alırken önce, bacaklarının yürürken yaptığı açı ölçülmüş. Bu açı yaşlı kadınlarda daha büyükmüş. İlk akla gelen kadınların bacaklarını daha fazla açtıkları için yaşlandıkları olabilir. Saçma değil mi? Öyleyse, yaşlandıkça bacaklar arasındaki açının büyüdüğü, kadınların çoğunun da yürürken bacaklarını daha fazla açtıkları sonucuna varabiliyoruz. Bu tür bir sonuç da yanlış ve hiçbir kanıt taşımıyor. Aynı kadınları uzun bir süre inceleyerek bir sonuca varırsanız sonuç ancak geçerli sayılabilir. Ancak böyle bir çalışma burada etkin olan faktörü ortadan kaldırabilir.”       xii-İstatistikbazlık Literatürde olmasa da Darrell Huff’ın türettiği bir sözcük olan istatistikbazlık için bir de tanımı vardır yazarın:   “İnsanları istatistiksel malzeme kullanarak yanlış yönde bilgilendirmeye istatiksel dalavere, istatistikbazlık denir.”   “Özellikle sayıların algıyı etkilemekteki başarısı istatistikçilerin mi yoksa onların elde ettikleri verileri kullanan, değiştiren, abartan, gereğinden fazla basite indirgeyen ve çarpıtan başkalarının mı işgüzarlığıdır? Suçlu kim olursa olsun asla saflığa vurup masum rolü takınamaz,” diyen Huff, dergi ve gazetelerde sık sık boy gösteren uydurma tabloların, bir şeyi abartmak ara sıra da olduğundan az göstermek için kullanıldığını belirtir.   İstatistiksel verileri yanlış yorumlamanın düzenbazlığa en açık biçiminin harita kullanmak olduğunu söyleyen yazar, haritalarda gerçeklerin ardına gizlenmek ve ilişkileri çarpıtabilmek için yeterince değişken bulunduğu görüşündedir.   Abartılı rakamlar elde etmek amacıyla istatistiğin stratejilerinden faydalanmak, bazen verilen rakam yalan olmasa da merceğin bambaşka bir yöne tutulması, farklı hesaplamaların yapılması, haritaların, grafiklerin, yüzdelik dilimlerin, ondalık rakamların büyüsünden faydalanılması şeklinde kendini gösterir.       "Post hoc yanılsamasına düşmemek ve olmayan şeylere bel bağlamamak için, öne sürdüğünüz her ilişkiyi dikkatle gözden ge¬ çirmelisiniz. Korelasyon, bir şeyin bir nedenle oluştuğunu ka¬ nıtlar görünen inandırıcı derecede yüksek bir rakam, gerçekten bunu kanıtlayabileceği gibi başka bir şeylerin kanıtı da olabilir" "Karşılıklı ilişkinin en yaygın biçimi, iki şey arasında gerçek bir ilişkinin bulunduğu ancak hangisinin neden hangisinin sonuç olduğunu kestiremediğiniz durumlardır. Böyle hallerde neden ve sonuç zaman zaman yer değiştirir; veya her iki faktör de aynı zamanda hem neden, hem de sonuçtur. Gelir ile sahip olunan mallar arasındaki korelasyon bu türdendir. Daha fazla paranız oldukça, daha çok mal satın alırsınız. Daha çok mal satın aldığınızda geliriniz daha da artar. Hangisinin diğerine neden olduğunu söylemek o kadar kolay değildir." "Bir toplantıda ( çokça da neşeli bir partide) birisi size bir korelasyon üzerine yorumlar yaptığında, korelasyonun olayların akışıyla, zamana bağlı eğilimlerin değişmesiyle etkilenip etkilenmediğine dikkat edin. Günümüzde herhangi iki şey arasında bir korelasyon öne sürmek olanaklıdır."  

Berat Kandili‘nin Türk Dünyasına ve Tüm İnsanlığa Hayırlara Vesile Olması Dileği ile ...

Berat Kandili‘nin Türk Dünyasına ve Tüm İnsanlığa Hayırlara Vesile Olması Dileği ile ...   İlksöz:"Vahiy" sözcüğünün İngilizcesi "revelation", malum.. Bu sözcük Latinceden geldiğini yazıyor kitaplar ve kökünde "velum" var: Örtü, peçe, duvak, perde demek. Dolayısıyla "revelation" aslında "örtüyü, perdeyi kaldırma","Gerçeği görme" anlamında.  Kimileri gelecekten bahsediyor ama kastettikleri geçmiş aslında. Ebedi rücu... “Allah affedicidir, affetmeyi sever”.  Peki ya biz! Sakın Allah (cc)’ın affediciliğine güvenip günah işlemeyin. İblis sizi Allah’la aldatmasın. Tevbe etmeden, üzerinizdeki haram para, mal, mülk, makam; o her ne ise onlardan kurtulmadan, arınmadan olmaz. O günahın kirlerinden arınmadan olmaz. Kul hakkı ödenmeden olmaz. Sadece pişman oldum demekle olmaz. Tıpkı, “iman ettik” demekle yakanızın bırakılıvermeyeceği gibi! Evet, “Ramazan’ın yaklaştığını haber veren” Berat Kandili, bir bakıma Ramazan vesilesi ile bağışlanmak için bir uyarı.Bir ikaz.... Arapça brA kökünden gelen barˀat برءة  "i Berâet Kandili), (Arapça: ليلة منتصف شعبان, Şaban'ın yarısı) "Berat, beraet" kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçe'deki kullanılışı.  Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak anlamında. . Beraat Kandili gelenekte varolan hasenattandır. ii. İslam inancında Kuran'ın dünyaya indirildiği gece" sözcüğünden alıntı.  "sözleşme, ahit, özellikle de Yüce Yaradanın  ve onların peygamberlerine verdiği ahit" sözcüğünden alıntı....  Berat kelimesi; kurtulmak, beri olmak, suçlu olmamak demek. Berat ve beraet, beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demek... Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup, ilâhî bağışa ermeleri umulduğu için, sözlük manasına uygun olarak "Berat Gecesi" denilmiş... Bu geceyi ibadet ve taatle geçirmenin çok sevabi ve feyzi olduğunu yazar kitaplar.. :"Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (şaban ayının on dördüncü günü) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: ' Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim' buyurur." (Ibn Mâce)Ayrıca, Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildigi gece. Buna inzal da dendiğini yazıyor  Kitaplar.. O geceyi bu gün idrak edeceğiz.  “Beraet”, halk arasında kullanılan şekli ile “berat”,  İslam inancına göre “günahlardan arınma, temize çıkma, ilahi af ve rahmete nail olma” anlamına geldiğini yazıyor kitaplar..  Günümüzde yargılandığınız bir davada suçlandığınız bir konuda suçsuzluğunuzun kanıtlanması şeklinde de anlaşılıyor.  Hukukta “Beraet-i zimme”, bir kişinin suçu isbatlanana kadar suçsuz kabul edilmesi anlamına geliyor. Affedenler affedilecektirler. Tabii burada affedilecek olanlar affedilmeyi hakedenler. Yanlışından dönenler, tevbe edenler, özür dileyenlerdir.  Bakın, biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. O, ahir zaman Peygamberidir. Biz yaşadığımız zamanın ve dünyanın bize yüklediği sorumlulukların ne kadar idrakindeyiz. Hiçbir Müslüman, dünyada olup biten şeyleri görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Biz Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız. Peki biz bu görevi hakkı ile yerine getiriyor muyuz! Bu gecelerde bunun muhasebesini yapmak gerek. Onun için sessizliğe ve kendi içimize dönüp, nefsimizi sorgulamamız gerek.Kandil böyle kutlanır, sadece daha çok namaz, daha çok kıraat ve zikir, dua değil. Zaten bunların hepsi bizi bu sorumluluğa yönlendirmiyorsa orada bir sorun var demektir. Gerçekten haksızlık kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı mıyız? Hele de zalim babanızsa ve mazlum düşmanınızsa, kimden yanasınız! Haksızlıklar karşısında susuyor muyuz? Adaletsizlikten yana bir şikayetimiz var mı yok mu? Dulları, yetimleri, yoksulları, yurtlarından çıkarılanları görüp gözetiyor muyuz? Müslümanlığımızın seviyesi bu soruların cevabında gizli. Ve tabii önce “Amentü”! Allah’a ve ahiret gününe, Kadere, rızga ve ecele imanımız ne durumda? Sadece mevlid dinleyerek, hafızların okudukları ayetlere “amin” deyip, sonra da hayatlarına, eski yanlışları ile kaldıkları yerden devam edenlere kötü bir haberim var! Ve zaten bu haberi biliyorsunuz. Başkaları bizi “El emin” olarak görüyor mu? Kur’an ahlakı ile ahlaklandık mı? “Veresetül enbiya” olmaya aday mıyız. Teşrik-i mesaimizde Hılful fudul anlayışı ile Allah’a Resulüne, kitaba has kılalım. Ona ekleme ve çıkarma yapmayalım. Biz “Müslümancı” ya da “İnsancı” değiliz. Biz Hakk’a taparız. Din ve devlet büyüklerini, kanaat önderlerini İlah ve Rab edinmeyiz. İnsanları kendi lider, örgüt, şeyhimize değil, Allah’a, Resulüne, kitaba çağırırız. Zaten onlar da istişare ve şûra ile İttihad, İttifak ve İtilaf üzerinden meşru hedefe ulaşırlar ve Allah da onların kalbini telif eder. Kandilimiz, uyanışımıza vesile olsun inşallah.   Bu bağlamda:;: Hz Muhammed, “La ilahe illallah”,  “Allah’tan başka ilah yoktur” dedi. Devesinden indi, asasını havaya kaldırdı. Önündeki ilk puta darbe indirdi. Kendilerinden marifet beklenen Hübel, Lat, Menat, Uzza... Yüzlerce put birer birer yıkıldı. Ancak “put yapma” da “put yıkma” da bitmedi. Put, aksi sanılsa da bir heykel değildi. Üzerine iktidar elbisesi giydirilmiş, büyüdükçe de insandan uzaklaşmış bir hikâyeydi. Kimi zaman taştan topraktan, kimi zaman etten kandan, kimi zaman paradan ya da güçten putlar yaratılmaya devam etti. Modern insanın da tanrıları var..  para,  lider, örgüt, şeyh, Koltuk , makam,   . İktidar ve güç ..... say sayabildiğin kadar.. İnsanlar kendi nefsini de “put” ediniyor bazan. “İman etmek” bir insanı “Mü’min” yapar. Kime iman etti iseniz onun “Mü’min”i olursunuz. Arzularınız onda tatmine erer.  Peki siz neyi arzuluyorsunuz? Kimin rızasıdır sizin arzunuz!  Din gününde “İlahınız ve Rabbiniz kim” sorusu olacak. Kur’an’da bu soru açık ve net ? “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” diye. Din büyüklerinizi edinmeyin de devlet büyüklerinizi İlah ve Rab edinin de denmiyor.  Boşuna “İblis sizi Allah’la aldatmasın” denmiyor.. Hristiyanlar Peygamberlerini Rab edinerek sapıtmadılar mı? Peygamber bile put edinmediler mi? .Puta tapanlar aslında aynı zamanda kendileri, kendilerini putları ile özdeşleştirerek İlahlık ve Rablik taslarlar.. İblis onlara ilham eder. Onların da arzı ihlas ettikleri tek makam orasıdır. Farkından olmadan İbliisleşirler. İblis onların ağzından konuşmaya başlar. Onlara, “yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” dediğinizde, “biz ancak ıslah edicileriz derler.” İyi bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir... Kendi kutsal olmadığı halde, kendine kutsiyet atfedilen, başka bir kutsala nisbet edilse de puttur.. O puta bağlanmaksa şirktir.. Eksik olmasınlar, her devrimci de eylemine “putları yıkıyoruz” diye başladı.  Hani birileri bir şey söylediğinde, o şey üzerinde düşünmeden ve birilerinin dediği şeyi onun dediği gibi yapıyorsanız, o şey sizin İlahınız ve Rabbiniz olur. Ve o “İlah”ı reddetmeden de iman etmiş olamazsınız.  “La İlahe” demeden Tevhide ulaşamazsınız ve sonra da “İllallah” diyeceksiniz. Evet Allah’tan başka İlah yoktur. Unutmayalım ki, “iman etmeden Yüce Yaradanın katına çıkmak mümkün değil ve birbirimizi sevmeden gerçekten iman etmiş sayılmayacağız! “Ehli sünnet vel cemaat” olmadan Müslüman mı olunur da, biz onu bir mezhep topluluğuna ad yaptık.  Ya da, Kur’an’ın bütününün uygulandığı, dört halife dönemine, Selefi dönem demiyor muyuz da Selefiliği ayrı bir mezhep gibi görüyoruz.  Ya da biz hepimiz Hz. Ali’den ve Ehlibeytten yana değil miyiz ki, birileri Şiicilik yapıyor. Selefi geleneği ya da Hz. Ali ve Ehlibeytten yana olmayı reddeden bir Müslüman olabilir mi? Peki bu  kendine Selefi diyen Vehhabiler, ya da Şiicilik yapan Safevi geleneğinin takipçileri.. İnandığımız gibi yaşamayınca yaşadığımız gibi inanmaya başladık .. “Pragmatizm derken “Kişisel çıkar ve fayda”yı esas alan bir bakış açısı söz konusu “Determine” sebeb-sonuca dayalı bir zorunluluk süreci, oysa esbabını da kendi halkeden bir Yüce Yaradan var.  Kainatın Yaratacısı,  Yerin ve Göğün Tek Sahibi Yüce Rabbim; Hiçbir zaman , hiçbir koşulda senden başka  hiç kimseye kulluk etmeyeceğime...  Rağbeti sadece sana olan kul olacağıma... Tüm insanlığı ve Türk Ulusunu her türlü  afetlerden koruman için!... Bizleri, gurur, kibir,  ihtirastan uzak tutman için,  kıskançlık marazına yakalanmışlar dan olmamak için!...  Gerçeği örten nankörlerden / inkârcılardan / riyakarlardan/  münafıklardan / haram ile helal farkı gözetmeyenlerden.... kul hakkı /yetim hakkı yiyenlerden olmamak için!... haksız yere hiç kimsenin ahını almamak için!.. haksızlık karşısında susanlardan olmamak için!..  emanetleri ehline vermiyenlerden sakınmak için!... adaletle hükmetmeyenlerin şerrinden korunmak için!... ahde vefa/ salih amele sahip olmayanlardan uzak durmak için…  adaletten dönüp heva (tutkuları)na uyananlardan olmamak için!... kapalı kapılar altında her türlü fitne ve fesatlık  yapanların şerrinden korunmak ve onlardan olmamak için!... iftira atanların şerrinden korunmak için!... emanet lafz-ı bî-medlûllardan uzak durmak için!..  Sevgiyi paylaşmak için!... dostluğu yaşatmak için!... Kandiller vardır kutlamak  ve af dilemek için!..  bu duygular içinde Yüce Yaradana el açacağım!.. Resulullah şöyle buyurdu: “Kabul olmayan duadan Allah’a sığınırım”. *Ya Rabbi, ikâbından affına sığınırım, gazabından rızana sığınırım, Senden Sana sığınırım.* Sen izzet ve celal sahibisin. Zatını sena ettiğin gibi Seni sena etmekten, ululuğuna yaraşır beyanlarla Sana kulluğumu sunmaktan ve Sana azametine yakışır sözlerle içimi dökmekten acizim. İlahî! Mükerrem Şaban ayının ortasında, *“her türlü hikmetli işin belirlenip yazıldığı ve onaylandığı”* şu Beraat gecesindeki büyük tecellin yüzüsuyu hürmetine, benim bildiğim veya bilmediğim bütün belâları üzerimden kaldır, def et! (Hata kabilinden olup) sadece Senin bildiğin şeyleri bana bağışla, beni affeyle. Zira yegane aziz ve yegane kerim Sensin!.. *Ey kullarının dualarına icabet eden Mucîb Allah’ım!* Bizleri, sevdiğin ve râzı olduğun işlere muttali kıl, onları bize sevdir, onları hayata taşımaya ve başkalarına duyurmaya bizleri muvaffak eyle! Niyazımızın sonunda, dualarımızın kabul edilmesine en büyük vesile olarak gördüğümüz *Efendiler Efendisi’ne, âl ve ashabına salat ü selam eylemeni* dergâh-ı uluhiyetinden diliyoruz ya Rab! “Allah’ım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle, Hakkımda hayırlı olanları da gönlüme razı eyle.” Yaptığım dualarımı ve ibadetlerimi Kabul eyle!... Berat Kandili‘nin yüreği Berkehan ve Bilgehan Deniz kadar temiz tüm salih ameller taşıyanlara hayırlara vesile olması dileği ile...... Kandiliniz Kutlu Olsun.... Selâm ve dua ile.... Kadrajımdan : Eyüp Sultan Camii