ilksöz:"Tarihini bilmeyenlerin coğrafyasını başkaları çizer. Türkiye Cumhuriyetine beşikten mezara hizmet etmek borcumuz, görevimiz, ibadetimizdir."
Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’yla temasa geçti. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul hükümeti tarafından azli ile İstiklal Savaşımızın en muhteşem görünümü ortaya çıktı. Kâzım Karabekir Paşa tevkifiyle görevlendirildiği Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına geçip bütün karargâh ve askerle emirinde olduğunu söyledi. Aslında İstiklal Savaşı’nın o gün kazanılmaya başladığı çok açıktır.
71 yıl önce, 26 Ocak 1948’de Türk askeri tarihinin en müstesna komutanlarından biri olan Kâzım Karabekir Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1946’dan beri deruhte ettiği başkanlığı sırasında ani bir kalp kriziyle vefat etti. Başarılı, fedakâr bir asker, iyi bir kurmay ve entelektüel kişiliğiyle önde gelenlerdendi. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki o kuşağın bütün genç komutanları gibi Türk ordusundaki yeni yüzü temsil eden biridir. Türk subayı o dönemde her zaman olduğu gibi mütevazı ve orta sınıf halk kademelerinden gelir. Hüviyetine baktığımızda bu genç komutanın babasının da paşa olduğu görülüyor. Babası Mehmed Emin Paşa Karamanlı bir Türk çocuğu (Köyü bugün Kâzım Karabekir adını taşıyor). 16 yaşında gönüllü olarak Kırım Savaşı’na katılmış. Zekâsı ve cesaretiyle temayüz etmiş, ordunun subay kadrosu içinde bulunduğu Doğu kentlerinde idarecilik de yapmıştı. Son olarak Mekke’de vali vekiliyken koleradan öldü. Perişan aile dul Refika Havva Hanım’ın yanında uzun bir yolculuktan sonra İstanbul’a döndü. 5 erkek çocuk en iyi şekilde yetişmişlerdi ve tabii burs sistemine dayalı Osmanlı askeri eğitim ve terbiyesi ailenin ayakta kalmasına yardım etmiştir. Bu şekilde yetişen sivil ve asker memurların çok erken yaşlarda devlet fikri ve millete hizmet ülküsü etrafında şekillendikleri açıktır.
3 DİL BİLİYORDU
19. yüzyılda Türk imparatorluğunun geçirdiği en önemli değişiklik bu ideolojik yapıdır. Fatih Askeri Rüştiyesi ve Kuleli İdadisi’nden birincilikle mezun olan Kâzım, asrın başında Pangaltı’da bulunan bugünkü Askeri Müze olan Harbiye Mektebi’ne girmiş, burada Enver Paşa, Fevzi Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Nureddin (sakallı) Paşa gibi matematik ve yabancı dillerde iyi bir eğitim almıştır. Piyade teğmeni olarak mezun olduğunda Kâzım Bey kurmay sınıfına ayrıldı ve Erkân-ı Harbiye mektebini bitirdiği zaman Almanca, Rusça ve Fransızca gibi dilleri biliyordu. Kendi isteğiyle derhal faal kıta görevine tayin edilmiş, Rumeli’de Bulgar ve Rum çeteleriyle mücadele etmiştir ve bu yıllarda hiç şüphe yok ki tarihi kaderin I. Dünya Savaşı’na ve İstiklal Savaşı’na sürüklediği genç komutan sınıfının umumi çizgilerini o da kazandı: Erken yaşta imparatorluk coğrafyasını kan ve ateş içinde tanımak, muasır Avrupa ordularına göre tecrübeli ve genç komutan vasfını edinmiş olmak.
ERMENİLERDEN ALDI
31 Mart olayı üzerine o da Selanik’ten gelen Hareket Ordusu’nu içindeydi. 1912’de binbaşı rütbesiyle Balkan Savaşı’nın içinde Edirne müdafaasındaydı. 10. Tümen Kurmay Başkanı olan Binbaşı Kâzım Bey Bulgarların Edirne kuşatması karşısında Şükrü Paşa gibi seçkin komutanın yanında düşmana karşı koydu ve Nisan 1913’te ordu teslim oldu, o da esir düşerek Sofya’ya gönderildi. Edirne’nin istirdadının (geri alınmasının) ve II. Balkan Savaşı’nın bitiminden sonra İstanbul’a geldi. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Muharebesi’nde bulunmuş, albaylığa terfi etmiş, sonra Irak’taki orduya kurmay başkanı olarak gitmiş, Bağdat Savaşı’nın sonuna kadar bu cephede kalmıştır. 1917 başlarında Diyarbakır mıntıkasındaki ikinci kolorduya nakolundu. 18 Şubat 1918’de Erzincan’ı, 12 Mart 1918’de Erzurum’u, Sarıkamış ve Kars’ı Ermenilerin elinden aldı. Rusya’da ihtilal olmuş, Ruslar bu bölgeden çekilince yeni kurulan Ermenistan ordusu burayı ele geçirmişti. Başarılarıyla mirlivalığa yükseltildi ve 15 Mayıs 1918’de Gümrü şehrini işgal etti, oradan Tebriz’e hareket ederek İngilizleri şehirden çıkarmaya muvaffak oldu.
EMRİNİZDEYİM PAŞAM
Şüphesiz ki Mondros Mütarekesi’yle bu sahalardaki zaferlerin ve hareketin arkası durdu. İstanbul’a geldiğinde payitahtta Genelkurmay’da ve Tekirdağ Kolordu Komutanlığı’ndaki görev tayinlerini değiştirterek doğu cephesine tayin ettirdi. 1919 Nisan ayında Trabzon ve ardından Erzurum’da kolordunun başına geçerek doğu illerinde tekrardan işgale başlayan Ermenistan kuvvetleriyle savaştı. Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’yla temasa geçti. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul hükümeti tarafından azli ile İstiklal Savaşı’mızın en muhteşem görünümü ortaya çıktı. Kâzım Karabekir Paşa tevkifiyle görevlendirildiği ordu müfettişiyle Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına geçip bütün karargâh ve askerle emirinde olduğunu söyledi. Aslında İstiklal Savaşı’nın o gün kazanılmaya başladığı çok açıktır. Doğu cephesindeki muvaffakiyetiyle dolayısıyla sınırlar belirlendi, batıya asker ve silah göndermek mümkün oldu. İtilaf devletleri arasındaki politik ayrılık başladı. Kâzım Karabekir’in doğudaki başarıları, bir taraftan da güney cephesindeki direnişler Fransa’yı genç Türkiye’nin Büyük Millet Meclisi hükümetiyle musalahaya, bir barışa zorladı.
GERÇEK BİR MÜNEVVER
Kâzım Karabekir Paşa şahsi hırs ve büyüklük duygularından uzak, gerçek bir münevverdi. Çocuk piyesleri yazmaktan tutalım, güzel bir lisanla biyografilerini kaleme almış, üstün bir kurmay olduğunu göstermiştir. İstiklal Savaşı’nın başında Mustafa Kemal Paşa’nın bu işi götürecek tek komutan olduğunu ve onun dehasını tespit edecek derin zekâ sahibidir. İmparatorluğun genç komutan neslinde ister Fevzi Paşa olsun, ister Esat Paşa, ister Enver Paşa ve İsmet Paşa olsun bütün komutanlarla yakın ilişki kurmuş, onları takdir etmek ve takdir edilmek mazhariyetine eren makul bir simadır. Kurtuluştan sonraki siyasi hayatta farklı düşüncelere sahip olması ve çok partili rejimin içinde 1924’te Terakki Perver Fırka’yı, Ali Fuat Paşa ile birlikte kurması son imparatorluğun subay neslinin ne kadar demokratik fikirlere ve siyasi terbiyeye sahip olduğunu göstermektedir. Fikri yapıları ayrı olduğu için Mustafa Kemal Paşa’yla yolları ayrılmıştır. Gazi Paşamızın ölümünden sonra İsmet Paşa bu dargınlığın yaratacağı hüznü ve tahribatı kaldırmak için eski arkadaşını tekrar siyasi hayatın içine çekmiştir.
MUAZZEZ ŞAHSİYETLER
Menfa (sürgün) döneminde üç çocuk sahibi olan, başta hatıratı olmak üzere sayısız eserler yazan Kâzım Karabekir Paşa, hiç şüphesiz bugünkü maksatlı siyaset bezirgânlığı yapan sahte tarihçiliğin değerlendirip anlayabileceği bir kişi değildir. İstiklal Savaşı komutanlarımız bu gibi mütalaaların dışında muazzez şahsiyetler olarak anlaşılıp şükrana yâd edilmelidirler.
YETİMLER BABASI
19. yüzyılda Türk imparatorluğunun geçirdiği en önemli değişiklik bu ideolojik yapıdır. Fatih Askeri Rüştiyesi ve Kuleli İdadisi’nden birincilikle mezun olan Kâzım, asrın başında Pangaltı’da bulunan bugünkü Askeri Müze olan Harbiye Mektebi’ne girmiş, burada Enver Paşa, Fevzi Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Nureddin (sakallı) Paşa gibi matematik ve yabancı dillerde iyi bir eğitim almıştır. Piyade teğmeni olarak mezun olduğunda Kâzım Bey kurmay sınıfına ayrıldı ve Erkân-ı Harbiye mektebini bitirdiği zaman Almanca, Rusça ve Fransızca gibi dilleri biliyordu. Kendi isteğiyle derhal faal kıta görevine tayin edilmiş, Rumeli’de Bulgar ve Rum çeteleriyle mücadele etmiştir ve bu yıllarda hiç şüphe yok ki tarihi kaderin I. Dünya Savaşı’na ve İstiklal Savaşı’na sürüklediği genç komutan sınıfının umumi çizgilerini o da kazandı: Erken yaşta imparatorluk coğrafyasını kan ve ateş içinde tanımak, muasır Avrupa ordularına göre tecrübeli ve genç komutan vasfını edinmiş olmak
.
----------------------------
Not::1
Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır...
Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…
Altaylar, Tengrici’dir...
Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır...
Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir...
Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir...
Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir...
Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı.
Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu...
Macar Türklerini bilir misin?...
Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?...
Bugün...
Gabor Vona‘yı da bileceksin!...
Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?...
Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!...
Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?...
Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordunuz mu?...
Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?...
Evet sen kardeşim!...
Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım...
Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü...
Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem...
1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”.
Okudun mu?...
Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır.
Efsaneyi birlikte okuyalım:
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !...
Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:
- Tutsak kişinin saçları iyice kazınır,
- Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir,
- Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır,
- Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır,
- Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır,
- Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar,
- Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez,
- Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar,
- Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker,
- Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür,
- Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar.
- Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur.
Artık hafızası yoktur...
Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir.
Artık düşünemez...
İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen,
hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle...
Evet... Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir...
Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır...
Anadolu’da “mankafa” derler !...
Kimbilir... Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir...
Anlayana...
Bilmeyenler için :
Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Ecnebiler de Atatürk’e ‘Mavi gözlü Bozkurt’ diye hitap ederlerdi .
Bu minvalde bir kelam daha ekleyeyim :
"Tarihte Atatürk'e düşman olup da Türk'e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."