lk Söz:"Tarih kendini tekrar etmez, ancak kafiyelidir."
—Mark Twain'e atfedilir[1]
Martin Wolf, Demokratik Kapitalizmin Krizi'ne şu gözlemle başlıyor:
"Soğuk Savaş 1989'da sona erdiğinde, birçok kişi …
liberal demokrasinin serbest piyasa ile Batı sentezinin ideolojik
düşmanlarına karşı kesin bir zafer kazandığı konusunda hemfikirdi …
Ne liberal demokrasi ne de serbest piyasa kapitalizmi
bugün hiç de muzaffer görünmüyor" (s. 1).
Piyasa kapitalizminin "en az kötü" ekonomik sistem ve
liberal demokrasinin "en az kötü" siyasi sistem olduğunu (s. 312)
ancak her ikisinin de acilen reforma gereksinim duyduğunu
iddia etmeye devam ediyor....
Martin Wolf, bu son kitabında, demokratik kapitalizmin hâlâ en etkili ve
müreffeh sistem olmasına karşın, geleceğini tehdit eden
kritik zorluklarla karşı karşıya olduğunu savunuyor.
İlk bölüm, günümüz ile geçen yüzyılın en trajik yılları arasında
endişe verici paralellikler çiziyor...
20. yüzyılda I. ve II. Dünya Savaşları, İspanyol Gribi ve
Büyük Buhran yaşanırken, 21. yüzyılda Büyük Durgunluk,
COVID-19 salgını, otoriter bir Çin ve Putin'in Ukrayna'yı işgali yaşandı.
Sonuç olarak Wolf, "Ekonomilerimizde ve politikalarımızda neler olup
bittiğine yakından baktığımızda, özgürlük, demokrasi ve
Aydınlanma gibi temel Batı değerlerinin hayatta kalması için önemli
bir değişime gereksinim olduğunu kabul etmeliyiz" (s. xviii) diye uyarıyor...
Mesajı açık: Müreffeh toplumlar için kapitalizm ve demokrasi birbirini tamamlamalıdır.
Bu ideal olsa da, gerçek şu ki kapitalizm ve demokrasi arasındaki
ilişki genellikle gerginlikler ve zorluklarla doludur...
Ancak, özünde, her iki sistem de temel bir ilke üzerine kurulmuştur:
statü eşitliği. Wolf'un yerinde bir şekilde tanımladığı gibi,
bu sistemler "simbiyotik ikizlerdir." Demokratik bir çerçevede,
herkes endişelerini ifade etme ve neyin değiştirilmesini
istediklerini dile getirme hakkına sahiptir.
Benzer şekilde, serbest bir piyasada, bireyler istedikleri gibi mal ve
hizmet alışverişinde bulunabilirler. Kapitalizm ve
demokrasinin bir araya gelmesi, ekonomik ve
politik güçler arasında karmaşık bir etkileşim yaratır...
Piyasa Kapitalizmi Liberal Demokrasiyle Nasıl Evlendi?
Bu evliliğin hayatta kalması, politik ve ekonomik güç arasındaki ayrılığa dayanır ve
Wolf, işlerin ters gittiğine inandığı yer burasıdır.
Demokratik kapitalizmin rahatsızlığının birincil kaynağı kayırmacı kapitalizmdir...
Kitabın en güçlü bölümlerinden biri olan
"Rantier Kapitalizminin Yükselişi" başlıklı beşinci bölümde,
Wolf bir zamanlar üretken ve dinamik olan kapitalist sistemin
kayırmacı kapitalizme nasıl dönüştüğünü anlatıyor...
Wolf'a göre, politik ve ekonomik güç arasındaki dengenin
bozulmasının iki yolu vardır:
Devlet ekonomiyi kontrol altına aldığında veya
kapitalistler devleti kontrol altına aldığında.
Kapitalizm ile demokrasi arasındaki evliliğin başarılı olmasını sağlamak için
Acemoglu ve Robinson'ın (2019) "dar koridor" adını verdiği şeyi bulmalıyız.
Bu koridor, hem devlet hem de toplum özerkliğine
izin veren hassas dengeyi ifade eder.
Bu bakış açısından, kurumlar devlete kamu malları sağlamak ve
yasal standartları uygulamak için gerekli yetkiyi vermeli,
aynı zamanda otoriterliğe yol açabilecek ve kişisel özgürlükleri ve
özerkliği ihlal edebilecek aşırı gücü sınırlamalıdır.
Wolf, kapitalistlerin devleti kontrol altına almasıyla güç ve
serveti ayıran duvarların yıkılmasıyla "dar koridordan"
plütokrasiye doğru ilerlediğimizi savunuyor...
Antik Yunan'a kadar uzanan yazarların bozuk bir
demokrasinin sonuçları konusunda nasıl uyarılarda
bulunduklarını gösteriyor.
Örneğin Platon, siyasi ve ekonomik seçkinler ortalama vatandaştan
daha fazla iç içe geçip uzaklaştıkça toplumun zenginlere
karşı bir koruyucu arayacağına inanıyordu.
Platon, gelecekle ilgili güvensizliğin, korkunun ve
kızgınlığın tiranlığa yol açabileceğine inanıyordu...
Bu tanımın bugün bile ne kadar doğru kaldığı dikkat çekici...
Dünyanın dört bir yanındaki popülist hareketler ve liderler
bu kızgınlığı yakıt olarak kullanıyorlar. Yozlaşmış seçkinlere
"karşı" olduklarını iddia ediyorlar ve kendilerini
halkın koruyucuları olarak sunuyorlar...
Ancak Wolf'un haklı olarak belirttiği gibi, bu liderler
kendileri rekabet eden bir seçkinler grubu ve
bu da onun "plüton-popülizm" dediği şeye yol açıyor...
Ne yazık ki, Wolf demokratik kapitalizmden ve popülist
hareketlerin yükselişinden duyulan memnuniyetsizliğin
birincil nedeni olarak yandaş kapitalizmi ve
bunun sonucunda ortaya çıkan eşitsizliği doğru
bir şekilde tanımlarken, temel nedeni ele almayı başaramıyor.
Aslında, onun soruna ilişkin analizi piyasa güçleri tarafından
devletin ele geçirilmesiyle sınırlı. Sorunu, iyi niyetli veya saf politikacıların
"açgözlü kapitalistler" tarafından yanlış yönlendirildiği
bir çerçeveye oturtmak yerine, iki grup arasındaki çıkarların
işbirliğini fark etmek hayati önem taşıyor ve bu da onların oyunun
kurallarını kendi avantajlarına göre şekillendirmelerine olanak tanıyor...
Sorunun doğru bir şekilde tanımlanması önemlidir çünkü bu,
sorunu çözmenin bir yolu olarak daha fazla hükümet müdahalesi
çağrısında bulunmayı caydırabilir.
Sonuçta,
hem devlet hem de iş adamı bu hileli sistemden sorumluysa,
neden birileri daha fazla devlet müdahalesinin çare olacağına inansın ki?
Dahası, Wolf, kurumların bireylerin sisteme zarar vermesini önlemek
için şekillendirilmesinin önemini kabul ederken,
bireysel ahlaka yaptığı vurgu abartılmış olabilir:
"bu nihayetinde sorumluluk pozisyonundaki kişilerin
dürüstlüğüne ve güvenilirliğine bağlıdır" (s. 377).
Ahlaki ve etik düşüncelerin bireysel davranışı etkileyebileceği
doğru olsa da, kayırmacı kapitalizm gibi yapısal sorunlar, bireysel
Wolf, Londra'daki Financial Times'ın baş ekonomi yorumcusudur ve
oradaki yazılarının birçok hayranı, bu kitapta kapitalizmin ve
demokrasinin başarısızlıklarına yönelik açık ve bilgili eleştirilerini ve
daha iyisini nasıl yapabileceğimize dair yapıcı ve güçlü önerilerini tanıyor.
Diğer ülkelere daha az dikkat ederek ABDi ve Birleşik Krallık'a odaklanıyor.
Kitap, 30 sayfalık referanslarda ve yaklaşık 800 dipnotta belgelendiği gibi,
yaklaşık 400 sayfa uzunluğunda ve yüzlerce ekonomik ve
politik analizden yararlanan, hızlı veya gelişigüzel okunacak bir kitap değil.
Ancak kitap, zamanımızın kritik ekonomik ve politik zorluklarıyla ilgilenen
herkes için son derece eğitici ve keyifli bir okuma....
Dünyada kopan büyük fırtına, gelir dağılımındaki ağır eşitsizlikler,
covid felaketi, iklim değişimi, durduralamayan savaşlar ve
göçmen sorunu ve yarattığı anti göçmen aşırı sağcı dalga ve
popülist liderler ve halkın pasifleşip tepkisizleştirilmesi, vb.
bir avuç zenginin dünya hakimi olması ve
bir azınlık seçkinler sınıfının kayrılıp dokunulmazlıklar alması, vb.
İşte tüm bu sonuçlar, kapitalizmin yenildiğini ortaya koyuyor ve
liberal demokratlar feryat figan etmeye başlıyor, deniz bitti dünya bitti, diye!
Ve ama liberal yazarların ağzından 'vatanseverlik' olmadan
vahşi kapitalizme karşı savaşamayız laflarını duymak çok garibime gidiyor!
Dünyada o denli kökten değişiklikler oldu ki örneğin hemen herkeste
sağcı solcu liberal gibi eski siyasi bağlılıklar-mensubiyet-aidiyet ortadan kalktı!
Fikirleri köklü şekilde değişenlerin en başında da düne kadar
liberal demokrasinin önde gelen çok meşhur yazarları var!
Financial Times ekonomi başyazarı Martin Wolf'un
'Demokratik Kapitalizmin Krizi' adlı kitabı yıllardır
yazıp çizdiklerimizin özeti gibi, sanki oturmuş bu kitabı ben yazmışım gibi!
Kapitalizmin demokrasiyi nasıl çökertip yok ettiğini anlatıyor!
Kapitalizme bir isim de koymuş: 'yağmacı kapitalizm' ve 'ahbap çavuş kapitalizmi'!
Kitap çok şey anlatıyor, en başta, kapitalizmin demokrasiyi nasıl ortadan kaldırdığını,
bunu da 'statü kaybı'yla açıklıyor!
Statü Kaybı, şu, bireyler hem gelirleri hem de kişilik hakları
hem de meslekleriyle son kırk yılda ellerindeki bütün hakların alındığını düşünüyor!
Trump, Orban, Tayyip gibi popülist liderlerin de bu yüzden önü açıldı, diyor!
Daha çok şey söylüyor, mesela 'devlet müdahalesi' artık zorunlu diyor,
kapitalizmin sendikaları ve işçi partilerinin işini nasıl bitirdiğini anlatıyor!
Ve bam yeri, her şeyi ele geçiren küresel şirketlere
karşı kim ve nasıl mücadele edecek? Bizim iddiamız,
milli devletlerin bağımsızlık ve kurtuluş savaşlarından gelen
milli tarihi gücünden başka küresel şirketlerin
önüne neyi koyacaksın görüşüdür, işte bu soruya çok yakın yanıtlar
bulunca şaşkınlıktan küçük dilimizi yuttuk!
Sonuç, kapitalizm, bir kanserdi, dini, ahlakı, insan haklarını, anayasaları,
toplumları, milli iradeyi, sanatı vb. çürüterek yaşar!
Ve, bu vahşi kapitalizmi durduracak bir gücümüz var mı,
sorusuna, şöyle karşılık verir, önce kapitalizmi nasıl dizginleriz
diye bir düşüncemiz olmalı, diyor!
Peki kapitalizmi dizginleyecek demokratik kazanımları yeniden öne
çıkartacak bir düşüncemiz küresel çetenin hakimiyet kurduğu
bu medya ortamında mümkün mü?
Bu sorunun yanıtı için beyin fırtınası bizi bu çürümüş kurumları canlandıracak olan
yine seçimle başa geçip devleti güçlü kılmak ve devletin sömürgeci şirketlere
karşı gücünü ortaya koymasına çalışmaktır, gibi bir sonuca getiriyor!...
Ve şu gerçek, 40'lı yıllarda naziler ve faşistlerin ele geçirdiği
büyük medya gücünü artık küresel şirketler ele geçirdi,
yani, değişen bir şey yok...
Kitapta kullanılan bir kavram da hoşuma gitti,
kapitalizm 'hiper-süper bireyler' ortaya çıkarttı, diyor!
küresel çetenin yeni seçkin sınıfıyla Tarım Toplumunun asilzadeleri ve
din adamları ve aristokrasisi aynı dokunulmazlık sahibi ve
egemen sınıfın kaymağı haline geldi...
Artık, kapitalizmin sonsuz yalanlarının olduğu bir dünyada yaşayacağız,
çünkü bir haydut grubu iş başında, insanlara sürekli
çocuk gibi muamele ediyorlar ve keyfi despotizm,
her yerde, diyor!
Küresel çetenin hegemonyasıyla yerleşik demokrasilere ve
parlementolara ve mahkemelere ve siyasi kurumlara güven çok azaldı, diyor!
Bu yüzden kitleler popülist adaylara ve sistem karşıtlarına oy veriyor...
Ve bütün insanlık kendileri ve aileleri için daha ödüllendirici
bir yaşam beklerken kitleler artık sadece 'ayakta kalma' savaşı veriyor!
Şimdi gelelim kitabın 238. sayfasına, olmazsa olmaz diye
kapitalizmi dizginlemek için yapılacaklara bakalım!
Bir liberalin ağzından duyamacağımız şeyler söylüyor,
bir, vatanseverlik esastır, diyor, çünkü vatanseverlik siyaset üstüdür,
iki, yurttaşlık inşa edilmeli, diyor, (milli irade, halk iradesi)!
Asıl altı kalın çizgilerle çizilecek ise, şu cümleleri: 'asıl tehlike kimlik siyasetidir'! '
Çok güçlü dini ve etnik kimlikler vatansever sadakatını engeller' ve,
şu cümleler: 'dar ve dışlayıcı etnik ve dini kimlikler demokratik siyaset için sorunlu bir temeldir!'
Ve 'ortak kimlik 'vatandaşlık olmalı' diyor!
Yetmedi, seçkinler-elitler için şöyle konuşuyor,
'seçkinlerin doğum ve servet ayrıcalıklarına göre değil',
aksine, nezaket, güvenilirlik, dürüstlük, öz saygı, çalışkanlık ve
yasalara duyulan saygı ödüllendirilmelidir! 'bağımsız' gibi kelimeleri
kullanmakta utangaçlık gösterse de bu ifadeleri de bizim için yeterli!
Ve şunları da söylüyor: 'halk seçkinlerin kendilerini küçük gördüğüne
ikna olursa kendilerini aşağılanmış ve öfkeli hissedecek ve intikamcı olacaktır!,
Yani diyor, 'seçkinci düzen, demokraside asla baskın olmamalı'!
Bir liberal demokrat, kapitalizmi kökünden suçlayıp alarm sirenleri çalarak,
neden bunları söyleme gereğini hissediyor!
Çünkü Trump ve bizdeki benzerleriyle, analarının ..... gördüler!...
Ve şimdi 'halkın refahı olmadan demokrasi işleyemez' diyor ve
vatanseverlik olmadan vatandaşlık olmayan kapitalizmin
ortadan kaldırdığı demokratik değerleri kazanamayız diyen bir noktaya,
Basra harap olduktan sonra nihayet geldiler! Tabii burada sorulması gereken
"bu küresel çetenin muslukları kimin elinde?"
Vatanseverliğe kimler savaş açtı yurttaşlığı kimler bitirdi ?
sendika ve sosyal partiler gibi halkın itiraz ve direniş kurumlarının işini kim bitirdi?
Yağmacı kapitalizmin dümenindeki küresel çete ve
savaş makinesi bugüne kadar kimlerin elinde yükseldi?..
Demokrasiyi ortadan kaldıran düşmanların adını yüzeysel olsa da
yine de koyabilmiş hiç değil ise, soyut kavramlara sığınıp köklü bir özeleştiri yapmış!
Bu ve benzeri kitaplar neden mi önemli, artık devlet müdahalesi ve halkın aktifleştirilip harekete geçmesi ve vatanseverlik duyguları, hiç beklemediğimiz yükseklerde dahi, canhıraş konuşulmaya çoktan başladı!
Son Söz:Vatandaşlığın Geri Kazanılması
"Bizim için burada önümüzde kalan büyük göreve adanmış olmak daha ziyade şudur: Bu onurlu ölülerden, son tam bağlılık ölçüsünü verdikleri davaya artan bir bağlılık almamız; Bu ölülerin boşuna ölmemiş olmaları konusunda burada kararlı olmamız; Bu ulusun, Tanrı'nın altında, özgürlüğün yeni bir doğuşuna sahip olması ve Halkın, Halk tarafından, Halk için olan hükümetinin yeryüzünden yok olmaması. —Abraham Lincoln[1]"