
Radikal Blog’daki Denemelerimden… (6)Tarih: 12 Mayıs 2013
Öyle insanların yanında ol ki, onlarla aynı fotoğraf karesinde olduğun için şükredesin.
Öyle insanlara karşı dur ki, o karede olmadığın için şükredesin.
Öyle bir zaman gelir ki, o gün çekilen fotoğrafta “Keşke olmasaydım” dersin.
Değerli insanlarla konuşmazsan insanları,
değersiz insanlarla konuşursan kelimeleri yitirirsin.
Öyle biri ol ki, ne insanları ne de kelimeleri yitiresin.
Bazı insanlar dua gibidir:
Görünmez ama dokunur sana,
duyulmaz ama bırakmaz seni.
Her balon sönmeye mahkûmdur…
27 Kasım 2012, 21:04 İlk Söz:
Başarı, sadece özgeçmişinizde yazan başarılarınızla değil;
ilişkilerde bıraktığınız izle de alakalıdır.
İnsanların sizden ne öğrendiği, birlikte nasıl hissettiği ve
sizi nasıl hatırladığı ünvanınızdan daha kalıcıdır.
Hayat, bana hiçbir olguyu yüzeyinden değerlendirmemeyi öğretti; kötülük hariç.
“İyilik yapanlara daha güzel bir karşılık, hatta fazlası vardır.
Yüzlerine ne bir toz bulaşır ne de horluk gelir.”
Bu kelamlar, Yüce Yaradan’ın kaleminden dökülmüştür.
İçimizde bir yer var, titreyebilen bir yer.
İnsan, sonsuz bir uçurumun üzerinde durur, farkında olmadan.
Başlangıcı sonundadır, sonu başlangıcında.
“Hiçbir şeyiz bizler,
aradığımız ise her şeydir.”
Çok şeyi bilsem de,
her şeyi bilmeliyim.
İnsanlar nadandır;
ne iyiyi ne kötüyü önceden sezerler.
Hayat, kendiliğinden ne iyi ne kötüdür;
ona iyiliği ya da kötülüğü katan sensin.
Ahlakın özü basittir: İnsanlara insan gibi davranmak.
Ama adalet, iyiye öncelik tanır.
Kanaat bir şeydir, doğruluk başka.
Bilgi bir şeydir, bilgelik başka.Yanlış, yanlışla düzelir mi?
Bildiğini sanır insan, ama bilmez;
bu yüzden bilmediğine inanır.
Gerçek, inanmana ihtiyaç duymaz;
inanmaman, gerçeği yok etmez.İnsan, arzularının yangınları içinde yürür.
İçeriği olmayan düşünceler boştur,
kavramları olmayan görüler kördür.
Hiç doğmamış gibiyiz,
hiç ölmeyecek gibi yaşarız.Vakit bir şeydir, süre başka, zaman bambaşka. Her şey zaman alır, zaman her şeyi alır...
Aynı şeye bakmıyor, aynı şeyi görmüyoruz.
Ömür biter, ama hayat tamamlanmaz.
Varoluş, tamamlanamazlıktır.
Günlerimiz sayılıdır,
yaptıklarımız rüzgâr gibidir.
İnsan soyu yapraklar gibidir:
Rüzgâr bir yandan döker,
bahar bir yandan yeşertir.
Bir ağacın yapraklarıyız;
kimin önce düşeceği belli değil,
ama hepimiz düşeceğiz.
Ölüm, eli kulağında bekler.
Ölüm, geride kalanlar içindir;
onlara keder miras bırakır.
Ölümden korkmayan, ölümü bilmeyendir.
Varoluş, mumun ışığı gibidir:
Yanması ve sönmesi aynı şeydir.
Geride kalanlar, noksanlığı hisseder;
birlikte olmanın eksikliğini.
Varoluş; teşrih, tevil ve tâbirdir.
Yorumlama, açıklama ve anlam çözmedir.
Bitmekle saf hiçlik birdir.
Yaratılan hiçe dönerse, bitmeyen yaratım neyimize?Bense ebedi boşluğu severim.
Sevgi göstermek bir şeydir, sevgi görmek başka.
Kaybetmek bir şeydir, yitirmek başka.
Biri gözden, diğeri gönülden gider.Gerçeklerden vazgeçtiğimizde, hakikatlerden de feragat ederiz.
Göz ağrısı bir şeydir, gözün ağarması başka.
“Utanma olan yerde korku vardır.”
Doğruyu yitirince her şey kaybolur.
“İyilik, kimseye zarar vermemek değil,
içinde kötülük taşıma potansiyelini barındırmamaktır.”
Semeresiz iyi niyet değersizdir.
Alışkın olmadığın için yanlış olması gerekmez.
Çehresi parlamayan, asla yıldız olamaz.Soru: İnsanlar arasındaki asli düşmanlığın kökeni haset midir, yoksa riya mı?İç dünyamız dinamiktir:
Çelişkili, karşıt, kayıtsız, tutarsız hisler, düşünceler ve eylemlerle dolu.
Ama hepsi bizim, hepsi içimizde.
Erdemlerimiz içimizdedir,
onları dışımızda icra ederiz.
Bu yüzden lafa değil, işe bakılır.Vasatlık kaçınılmazdır,
ama onu düzeltmeye çalışmamak gerekmez.
Vasatlık, kendi zavallılığını bilmemekle cezalandırılır;
kendi yasası gereği bunu asla bilemez.
Vasatın egemenliği, yersiz övgüyle başlar.Neyi yaptığımız, ne olduğumuzla ilgilidir.
Gerekli bir şeydir, zorunlu başka.
Bilmek bir şeydir, anlatabilmek başka.
Bilinen, ilan değil, ilam edilir.
Basit bir şeydir, yalın başka.
Biri düz, diğeri katışıksızdır.
Sofist, olmayanı varmış, olanı yokmuş gibi gösterendir.
Yaptıkları bu yüzden safsatadır:
boş, asılsız, temelsiz.“Ben böyle düşünüyorum” demekle olmaz.
Safsata, akıl yürütmenin hatalı kullanımıdır.
Keyfiyet bir şeydir, keyfilik başka.Nefret söylemi, düşünce ve ifade özgürlüğü müdür,
yoksa ilkel bir dürtünün dışa vurumu mu?
İçimizde aydınlık ve karanlık yan yana.
Hangisini beslersek o büyür.
İkisi de içimizde; önemli olan hangisini seçtiğimiz.
“Kalbimizde Allah’ın nuru vardır,
adı vicdandır.
Vicdansız olunca, orada bir boşluk mu olur,
yoksa nefretle mi doludur ki vicdan sığmaz?
Vicdan kaskatı olunca, din neyin üzerine inşa edilir?”
Vicdan, içimizdeki şahit;
gözleri hep açık, asla uyumaz.
Haddizatında mevcut kalandır.
İşaret edene bakmaktan, işaret edileni göremez olduk.
“Hiçbir şey gözyaşı kadar çabuk kurumaz.”
Ne sinsi bir söz.
Can sıkıntısı bir şeydir, iç daralması başka.
Uyanma umudumuz olmasa uyumazdık.
Yıkmak kolay ve hızlıdır;
yapmak zordur, yeniden yapmak daha zor.
Yapmak zorunda olmak bir şeydir,
yapmamayı tercih etmek başka.İnsanın neyi yıktığına dikkat etmesi gerekir.
Küçük düşünecek kadar büyümek…
Güven esastır; yoksa her şey boştur.
Mesele çürük elmalar değil,
elmaları neyin çürüttüğüdür.Eski bir şeydir, eskimiş başka.
Birini saklarsın, diğerini atarsın; atmalısın hatta.
Bir insanın sana neler vereceği değil,
senin için nelerden vazgeçeceği önemlidir.
Kalp kırılınca içinden hayaller dökülür. Tahrip edenin, inşa etme sorumluluğu daha büyüktür.
Bu, hem etik hem ahlaki bir meseledir.
Yara kabuk bağlar, kimlik olur.“Eksik olma” diye bir dilek var dilimizde,
“var ol” gibi ince ve duru.
Varoluşumuzu anlamlı kılanlara söylenir.
“Meftun” ne hoş bir kelime;
yanmış anlamına gelir,
yanarak aydınlığa doğru…Birlikte sevinmek bir şeydir, birlikte üzülmek başka.
Hüzün, kendi başına müthiş bir deryadır.
Hüzünlenemeyen insan, gelişmemiş insandır;
kendinden kopuk, özüne yabancıdır.Vazgeçmek bir şeydir, vaz mı geçmek başka.
Bütün güzel ise parçaları da güzel midir?
Çirkin parçalar güzel bir bütün oluşturabilir mi?Bazen düşünüyorum:
Dünyayı değiştirmek için sarsılmaz bir istekle çalışmak mı mutlu eder bizi,
yoksa konforun sakin sularında kulaç atmak mı?
Bir şeye sahip olmak değil, ona layık olmak önemlidir.Uçtuğunu düşünmek ile uçmak arasında devasa bir fark var.
Yolunu bilmeyen için yol fark etmez.
Her yol doğrudur, her yol yanlıştır;
hepsi yoldur, hiçbiri yol değildir.
Yolda olmak bir şeydir, yolculuk başka.Arzularının yangınları içinde yürür insan.
Yolda olmak yetmez, varış da gerekir.
“Her şey yoldur.”Kimileri gelecekten bahseder, ama kastettikleri geçmiş.
Ebedi geri dönüş…
Kurgusal bir geçmişi gelecekte yeniden inşa etmek abes.
Geçmişin önümüze geçmesi…
Geçmişi anlamak ile geçmişte anlam bulmak farklıdır:
Biri geleceğe açılır, diğeri gelecekten kaçar.Geçmiş asla ölmüş değildir, hatta geçmiş bile değildir.
Geçmişi ansımak çeşit çeşittir:
Anmak başka, anımsamak başka,
hatırlamak başka, yâd etmek başka,
aklına gelmek başka.
Biri özlemle, biri unutuşla, biri acıyla, biri hürmetle, biri apansız.Tekrarlamakla yetinmeyiz,
zamanı ve hisleri yeniden açımlarız.
Anlamsız olmak bir şeydir, anlamı olmamak başka.İki tür gelecek vardır:
Biri gelen gelecek,
diğeri gidilen gelecek.
İkincisi umuttur.
Umut etmek bir şeydir, dilemek başka.
Umutla yetinen korkaktır.Haddizatında insan yalnızdır.
“Hakikatin haddi vardır, yanılgının yoktur.”
Ölesiye yaşarız, ama öylesine değil.
Kimse tok kalkmaz hayat sofrasından.
“Kulak dilsizdir, ağız sağır.
Göz ise hem duyar hem konuşur.
Dışarıdan dünya, içeriden insan yansır onda.”
“Göz gözü görmemek” ne hoş bir deyim.
Mesele, gözün gözü görmesidir.
Göz, kalbin bildiğinden fazlasını görür.Anlama, çok az kimsenin anladığı bir kavram.
Birini anlamak, onun bir şeyi nasıl anladığını anlamaktır.
Anlamak, çok sözle ya da kulak kabartmayla olmaz.
Anlamak, anlamayı anlamaktır.
Anlamak, anlayış göstermek ya da affetmek değildir.
Anlamak, varoluşun özüdür; zordur üstelik.Sağduyu ne sağ ne duyudur; düpedüz ön yargı.
Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir.
Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, özümseyebildiklerimizdir.Önem değerli olmuş, oysa değer önemli olmalıydı.
Ateş bir şeydir, alev başka.
Nur bir şeydir, ziya başka.
Işık ile karanlık bambaşka.
Düşünmek bir şeydir, düşlemek başka.Kasabalılık bir şeydir, şehirlilik başka.
Kasabalılık, hiçbir iş yapmayıp her işte kusur bulan anlayışın egemen olduğu kültürdür.
Yaptığından pişman olmak bir şeydir, yapmadığından pişman olmak başka.
Birinde imkânsızlıktan, diğerinde imkândan azap duyulur.Birikimlerimiz ve ulaştığımız bilinç,
“Konuşmak, birbirimizi anlamanın en etkin yoludur” der.
Ama anlamak sanıya da müsaittir.
Anladığını sanırsın, oysa yalandır.
İnsan, hayatta hiç yaşamadığı güzellikleri anlamakta zorlanır.Soru: İki kişi arasında büyük bir özgürlük asimetrisi varsa,
birinin özgürlüğü, diğerinin özgürlüğünün başladığı yerde biter mi?
Bu ilke, dengesizliği korur.Mavi gökyüzü dediğin gökyüzü bile değil;
sadece atmosferin ışıması.
Göğün mavisi, atmosferin parıltısıdır.
Yoksa gök kapkaradır.
Gökyüzünün sonsuzluğu, gecenin kör karanlığında görünür.
Güneş, bizi ışıkla örter, kapatır.
Gece, dünyanın gölgesidir.
Gece geçer, ışık parlar ardından.
Ve insan “Bak!” diyemeden,
karanlığın çeneleri her şeyi yutar.
Parlak ne varsa bir anda yok olur.Olmayan bir şey hakkında konuşmak onu var etmez,
olan bir şey hakkında susmak onu yok etmez.
Susmak daha kötüdür;
susulan her hakikatte zehir vardır.
“Sözün bittiği yeri olay ya da konu seçmez, söz seçer.”
Bir şeye karşı çıkarken,
farkında olmadan başka bir şeye destek verebilirsin.
İzan şarttır.
Yalan, anlaşıldığında yalan olur.
Gerçekle bağımız koparsa, geriye yalan kalır.Yalan üç türdür:
Bencil duygularla söylenen siyah yalan,
diğerkâm duygularla söylenen beyaz yalan,
ve en fenası, ortaya çıksa bile kimsenin umurunda olmayan,
grup çıkarı ve aidiyetle söylenen mavi yalan.Yalan olduğunu bilsen de dinleyeceksin insanı;
niçin yalan söylediğini anlamaya çalışacaksın.
Bazen yalan, insanın özünü gerçeklerden daha çok açığa vurur.
Ama basit çıkarlar için gerçeği çarpıtan cümleler kurarsan,
ilişkileri bir anda onarılamaz hale getirirsin.
Hep sahici yaşamaya çalışırken, hep yalan yaşarsın.
Her sahicilik çabası, bir yalan olarak çıkar ortaya.Görmek ne hoştur, ama her gördüğüne kanma.
Vefa, kalbin hafızasıdır.
Gönüllere dokunacaksa, gönülden gelmeli.
Kural basit: Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma.
İstediğini söyleyen, istemediğini işitir.Her erdem, ruhun güzelliğidir.
Sevgi his meselesidir, istem değil.
Sevgi, zorla olmaz; sevmeye mecbur edilmekse abes.
Sevgi, kendisine önem vermeyen yürekleri terk eder.
İnsan, sevemediği yerde durmamalı, geçip gitmeli.Haddizatında insan yalnızdır.
Değilmiş gibi yapar, yaşar, ölümüyle de yaşar.
Ölüm, kişiyle yaşar.
Zamansallık yitimidir ölüm.
Her insan kendi zatî ölümünü ölür.Noksanlık ne fenadır: Yeri var, ama orada değil.
Yok’sunluk…
Kayıp birikmez, büyür.
Devasa bir boşluk bırakır.
Ölüm, amansız bir hırsız;
boş bırakıcı, yer çelici.
Geride kalanlar içindir ölüm.
Acılı bir son, sonsuz bir acıdan iyidir.Silmek, yazmaktan zordur.
Bitince tamamlanmış olunmaz, ne yazık ki.
Özlem, bahar başında esip geçen kar fırtınası gibidir;
her bir tanesi donup kalacak, hiç erimeyecek gibi gelir.
Özlemek, öz-leyememektir.
Ne başkası ne kendisi yol gösterebilir özlem çekene.Kaybetmek bir şeydir, yitirmek başka.
Biri gözden, diğeri gönülden gider.
Ölene kadar sorumlusun gönül bağı kurduğun her şeyden.Kendini başkasının göz bebeğinde görürsün.
İnsanların yıldızları vardır.
Gece gökyüzüne baktığında,
“Ben bunlardan birinde olacağım,
güleceğim için tüm yıldızlar gülüyormuş gibi olacak” dersin.
Gülmesini bilen yıldızların olacak.“Yarın” ne umut dolu bir kelimedir:
Sabah olma, aydınlanma, ışıma,
karanlık sonrası anlam taşır.
İnsan, hep yarında yurt tutar;
umutla, heyecanla ve elbette kaygıyla.Filizlenir, açar ve solarız.
Zamanda varlık buluruz.
Hem akıl hem gönül varsa,
birini seçmelisin.
İkisini birden açarsan, yazık olur her birine.Kaygı, yüreğimizde yuvalanır;
gizli acılar doğurur,
huzuru bozar, hevesi kırar.
Her defasında yeni maskelerle örter kendini.
“Kendi huzurum, onun huzuruna bağlı.
Onu mutlu eden bana hayat verir,
onu üzen kalbimi yaralar.”
Mutluluk nedir?
Bir insanın hayatını ne kadar anlamlı ve değerli gördüğüyle ilgilidir.
Ramaktayızdır hep.
Ne bir göz güneşi görebilir güneş gibi olmadıkça,
ne de bir ruh güzeli görebilir güzel olmadıkça.Ömür denir buna.
Yağmur kelimesi ne isabetlidir:
Hem yağıyor hem kendi oluyor.
Ölçüt şudur: Aynı hayatı yeniden yaşamak ister miydin?Bir Makaleden Alıntı:Dört Temel Yaşam Kuralı:
Bir Anekdot:Geçenlerde üniversitemizde düzenlenen “Kütahya’da Kariyer ve İstihdam Günleri”ne katıldım.
“Balık, denizi gökyüzü sanır” demiş üstat.
Bu sözü doğrulayan bir hikâye yaşadım.Öğrencilere rol model olması beklenen, ilin nevi şahsına münhasır, kerameti kendinden menkul bir mülki amiri…
Hayatında ticari bir faaliyet yürütmemiş, iflas etmemiş, başarısız olmamış, gemiyi azgın dalgalarda limana getirmemiş biri…
Sözüm ona, açılış konuşmasında girişimcilik dersi veriyor.
Öğrencileri motive etmek için bir anısını anlatıyor:
On üç yaşında, inşaatta yeni atılan betonu sularken ayağına batan çiviyi nasıl “kahramanca” çıkardığını, tarihi bir komutanla özdeşleştirerek naklediyor.
Vatan için savaşan bir komutanla kendini bir tutması ilginç!Protokolde, Özdilek firmasının sahibi Hüseyin Özdilek ve Tavşanlı Meslek Yüksekokulu’nun kuruluşunda maddi-manevi desteklerini esirgemeyen, saygı duyduğum Nafi Bey de var.
Birden aklıma uçan balonlar ve Küçük Prens’in sözleri geldi.
Berkehan, Karagöz’e “Neden dondurma yemeye gitmiyoruz Hacivat?” derken,
Hacivat “Sabah da yedik, babam olmaz der” cevabını verip subliminal mesajlar gönderiyor.Aklımı ve sağduyumu bir kenara bırakıp içimdeki hisleri yazıya döksam,
istenmeyen bir seviyeye inmekten korkarım.
Bu yüzden yazıyı burada noktalamak en iyisi.
Ama insanın aklına neler gelmiyor ki!Uçan balonu kim bilmez?
Helyum gazıyla dolu, havadan hafif;
kaldırma kuvveti balonun ağırlığını aştığı için uçar.
Şişirildiğinde ince bir zar olur,
içindeki gaz, zardaki küçük deliklerden kaçar.
Helyum molekülleri küçük olduğundan hızla sızar,
gaz azalınca balon uçamaz hale gelir.
Konunun uzmanları böyle diyor, kitaplar böyle yazıyor.
Özetle: Her balon sönmeye mahkûmdur.Tıpkı şişirilmiş insanlar gibi!
Kâşgarlı Mahmud der ki: “İnsan, şişirilmiş tulum gibidir; ağzı açılınca sönüverir.”
Rûmî de ekler: “Testinin içinde ne varsa, dışarı o sızar.”
Hayat, haksız yere parlatılanların yaldızlarını er ya da geç döker.Sözü uzatmadan, yakın zamanda yaşadığım bir olayı paylaşayım.
Berkehan’la yeni açılan bir AVM’ye gittik.
Onu mutlu etmek için şekerler, oyuncaklar, pastalar öneriyorum, nafile!
Birden sevinçle, rengârenk balonlar tutan bir baloncunun yanında buluyoruz kendimizi.
AVM’de balonlar her yerde; mağazalar müşteri çekmek için çocuklara balon dağıtıyor.
Ama balonların çoğu büyüklerin elinde!“Berkehan, sana balon alayım mı?” diye soruyorum.
Biraz kaygılı, biraz mahzun cevap veriyor:
“Ne yapayım balonu, sönüverir!”
Üç yaşındaki bir çocuğun balonu “sönecek” diye reddetmesi ne ilginç, ne düşündürücü!
Nutkum tutuluyor.Her balon sönmeye mahkûmdur!
Tıpkı kifayetsiz muhterisler gibi.
Bilim insanları bu tipleri şöyle tanımlar:
Ne yazık ki, bu tipler yetersizliklerine rağmen çevresindekilerin, yandaşların şişirmesiyle o makamlara gelebiliyor.
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur” aforizmasını doğrularcasına…Orhan Veli, “Kitabe-i Seng-i Mezar” şiirinde der ki:
“Öyle bir rüzgâr ki, kendi gitti, ismi bile kalmadı yadigâr.”
Kendilerini makam verilince zübde-i âlem sananlar,
erke selam edip kula ram olanlar,
nafakası nifak olanlar…
“Bir ben varım deme, yoksan da olur.”Şeyh Edebâli’nin dediği gibi, üç kişiye acırım:
Zenginken fakir düşene,
cahiller arasındaki âlime,
bilmiş geçinenlere,
ve en önemlisi, itibarını kaybedene.Altın gibi görünseler bile,
deneyimi aşan ilkelerden hareket edilince,
onları değerlendirecek hiçbir şey kalmaz.
Kifayetsizler gibi…
“Buraya nasıl gelmiş?” diye şaştığımız insanlar gibi.Dünya, kifayetsiz muhterislerle, riyakârlarla ve nankörlerle dolu.
Hak etmedikleri mevkilerde.
Ama er ya da geç, her balon gibi sönmeye mahkûmdurlar.
Dün olduğu gibi bugün de…
Tamamlanmadan bitecekler, kapanıp mühürlenecekler.
Eskiler gitti, yeniler henüz gelmedi.Son Söz:
Herkesten, her şeyden kaçabilirsin.
Geçmişten, gerçeklerden, kafanın içindekilerden.
Ama kaçtıkların, gölge gibi peşinden gelir,
en mutlu, en zayıf anını kollar,
en olmadık anda karşına çıkar.
Kaçmaya devam edersen, geçmişin gölgesi seni kovalar.
O, seni köşeye sıkıştırmadan, sen onun karşısına çıkmalısın.
Çünkü değişim cesaret ister.
Ya korkuların sana sahip olur,
ya da sen korkularına hükmedersin.Bu özgün düşünsel denemenin sonunda bir burukluk…
Saygılarımla,
Sağlıcakla kalın!
Günleriniz aydınlık, yüreğiniz sevgiyle dolsun!
Yüreği Berkehan ve Bilgehan Deniz kadar temiz olanların!
