Küresel oyun kuruculara (Yedi Düvele) karşı Türkiye Cumhuriyeti'nin Bitmeyen Var Oluş Mücadelesinin (Bekâsının) Genetik kodu
İlk söz: Atatürk söylemini değil Atatürk'ü seven , düşüncülerini özümseyen; yurdun her yerinde toplumun her kesimini iyi eğitimli, katma değerli ve üretken kılmak için çalışır. İnsan haklarını baş tacı eder. Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyete sahip çıkar. Çatışmadan değil barıştan ve huzurdan yana olur. Sabit fikirden ve peşin hükümden uzak durur.Atatürk sevgisi Cumhuriyet'in sahipliğindedir.
"Ben manevi miras olarak hiçbir nass-ı kati, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır."
İstiklal mücadelemize önderlik eden, aziz milletimizin eşsiz fedakarlığıyla bu destansı mücadeleyi zafere ulaştıran Gazi Mustafa Kemal, üstün askeri yönetimi ve kararlı duruşuyla, başarılı bir komutan ve lider olarak dünya tarihinde saygın bir yer edinmiştir.
Milletine duyduğu sonsuz güven ve inancıyla çıktığı zorlu yolda, milletimizi müşterek bir ideal etrafında birleştirmeyi başaran Gazi Mustafa Kemal, istiklal mücadelemizi Cumhuriyetimizin kuruluşuyla taçlandırmıştır.
Gazi’nin mücadeleci ve kurucu vasıflarını gençlerimize ve çocuklarımıza iyi anlatmalı, onun “en büyük eserim” dediği Cumhuriyetimizi ilelebet yaşatmak ve daha ileriye taşımak için üzerimize düşen sorumlulukları hep birlikte yerine getirmeliyiz.
Büyük önderin şu sözleri manidar:
"Yaşamak isteyen ulusumuzun istemi, basit bir kelimede saklıdır ve gayet meşrudur: Bağımsızlık! Avrupa'nın iktidarlarından ve sermayedarlarından ayrı olan asıl ulusları, bizim yaşamımızı bize çok görmüyorlar (Atatürk, 27.1920 Tamim ve Telgraflar, S 344)"
Manidar başka bir sözü;
"Biz" diyor büyük önder, "Batı emperyalistlerine karşı kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin kuvvetleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz Bu suretle bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz (Atatürk, Tamim ve Telgraflar, S: 339)"
Büyük önderin manidar başka bir sözü;
"Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı güvence altında bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurallarımızla bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşmayı uygun gören bir mesleği izleyen insanlarız (Atatürk, 1.12.1921, Söylev ve Demeçleri, C: I, S: 1969) Atatürk'ün şu sözleri de hiç ama hiç akla gelmeyecek."
Unutturulan bir başka manidar söz.
"Almanlarla dost olduk; Almanlar memleketimize, ordumuza ve hükümetimize kadar girdiler Fakat Almanlardan bazıları, bağımsızlık ve onurumuza karşı tavır almaya başladıkları dakikada, en ince ve hemen hiçbir ayıt ve koşula bakmaksızın ruhen ve fiilen isyan ettim (Atatürk, 241.1924, Söylev ve Demeçleri, C: 3, S: 25)
Bu sözler akla gelmeyecek, anımsanmayacak; çünkü yıllardır unutturulan ve unutturulmaya çalışılan; Kurtuluş Savaşı'nın amacı ve laik cumhuriyetin ilkeleridir."
Büyük önderin bu sözleri de çoktan unutulmuştur:
"Biz" diyor Atatürk, "Batı emperyalistlerine karşı kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin kuvvetleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz Bu suretle bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz (Atatürk, Tamim ve Telgraflar, S: 339)
Büyük önderi okudukça, manidar sözlerin çokluğu karşısında hayrete düşmemek elde değil, yine o sözlerden bir tanesi, birlikte okuyalım;
"(Büyük) devletler iktisadi esaretle bizi felce uğratıyorlardı Öteden beri bize bazı şeyler vermiş gibi, bizim bazı haklarımızı tanımış gibi tavır alırlardı Bu esarete katlanan yöneticiler hoşnuttu Çünkü görünüşte görkemli bir bağımsızlık elde etmişlerdi Fakat gerçekte, ulusu manen miskinlik çukuruna atmışlardı (Atatürk, Adana, 153.1923 Söylev ve Demeçleri, C: 2, S: 119)
Türkiye Cumhuriyeti'nin genetik kodlarını mutasyona/dejenerasyona uğratarak, toplumu tasarlamaya, formatlamaya, afazi hale getirmeye çalışanlar, demokratik yapıyı da on yılda bir kesintiye uğratmakta hiçbir beis görmediler.
Demokrasiyi kesintiye Uğratan /uğratma çabasına girenler, sözüm ona büyük önderin yolunda oldukları iddiasında bulundular. Mustafa Kemal'in devrimci, çağdaş ve bağımsızlık yanlarının tanıtılmaması için her türlü manipülasyon ve dezenformasyondan kaçınmadılar.
Evet, frak-smokin, bando-mızıka, kabul resimleri, fener alayları Ve beylik sözlerle dolu yapay söylevler ve heykeller!
Türkiye Cumhuriyeti, milletimizin birlik ve beraberliğinin, tüm unsurlarıyla bir arada yaşama ve ortak değerlerde kenetlenme iradesinin ortaya çıkardığı eşsiz bir eser. Şüphesiz vatanın kurtarılması ve bağımsızlık yolunda büyük bedeller ödenmiş, güçlü bir geleceğin inşası için emsalsiz fedakarlıklar gösterilmiştir. Türkiye, Cumhuriyet'in ilanının ardından geçen süre zarfında önemli kazanımlar elde etmiştir. Bugün Türkiye, demokratik rejimiyle, ekonomik, siyasi ve askeri gücüyle, insan kaynaklarıyla, köklü devlet geleneğiyle, küresel topluma katkılarıyla dikkat çeken, ilgiyle takip edilen bir ülke konumunda.
Geleceğimizin teminatı olarak gördüğümüz gençlerimizin 19 Mayıs ruhunu anlamalarına, özümsemelerine ve bu ruha sahip çıkmalarına büyük önem veriyoruz."
Türkiye Cumhuriyeti gökten zembille inmiş değildir. Gazi Mustafa Kemal de nevzuhur bir devlet adamı değildir. Anadolu Selçuklunun bıraktığı yerden bayrağı nasıl Osmanlı devraldıysa, Osmanlının bıraktığı yerden Cumhuriyet almıştır. Tarihimize bütünüyle sahip çıkacağız.......Gazi de milletine sonsuz inanç besliyordu. Herkes umutsuzluğu kapılırken O 'Geldikleri gibi gidecekler' sözünü milletinden aldığı inançla söylüyordu....Samsun'a çıktığı andan itibaren mücadelesini sadece milletine güvenerek yürüttüğünü söyleyen Gazi'nin mesajlarını hala anlayamayanlar olduğunu üzüntüyle takip ediyorum ve görüyorum. Üstelik bunların başında da bizzat kurucusu olduğu partinin mirasyedileri geliyor. Kendi küçük siyasi çıkarları uğruna ülkelerini, milletlerini, devletlerini Gazi'nin emaneti olan Yeni Türkiye'yi karalamanın, itibarsız hale getirmenin, hedef haline getirmenin peşinde olanlar onun adını ağızlarına almayı hak etmiyorlar.
Muasır medeniyetler seviyesine çıkma hedefini tam bağımsızlıktan ayrı düşünmemiştir. Siyasi, mali, iktisadi, adli, kültürel vb. her hususta tam serbestlik olarak tanımladı. Gazi Mustafa Kemal'in 'en büyük eserim' dediği ve gelecek nesillere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti'ni tam bağımsız bir ülke olarak sürekli daha ileriye taşımanın gayreti içerisindeyiz. Eğer bunu başarırsanız Gazi'yi anlamış olursunuz.... ...TBMM 23 Nisan 1920'de açıldığında öyle bir yokluk ve yoksulluk vardı ki, birileri memleketlerine geri dönmekten söz eder olmuştur.
Küresel güçlerin mazlum uluslara biçtiği kadere, sömürgeleştirmeye başkaldıran, ezilen Dünyanın İlk Bağımsızlık Hareketini gerçekleştiren, Türk ulusunu “emperyalizm ve kapitalizm tahakkümünden ve zulmünden kurtararak, irade ve hâkimiyetin hakiki sahibi” kılan, Ortaçağ karanlığını yırtıp toplumumuzu aydınlığa kavuşturan, Mustafa Kemal Atatürk’ün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 78. yılındayız.
Günümüzün "ahvâl ve şeraiti" içinde dahi, ulusal uyanışı gerçekleştirip, ulusumuza dayatılan küresel oyun kurucuların planlarını Sevr'in yanına, tarihin çöplüğüne atılacağından kimsenin şüphesi yok.... .Onun ilke ve devrimleri, küresel güçlere karşı direnen, Küresel güçlere (Yedi düvele) karşı ilk ulusal kurtuluş hareketini gerçekleştiren, Müslümanların namusunu, ezilen halkların onurunu kurtaran büyük önder tüm uluslara da örnek olmaya devam edecek...
Osmanlı Devleti’nin emperyalistler tarafından paylaşılması amacıyla kurulan “kurtlar sofrasında, bu ülkenin “yerli güçleri” yok sayılmıştı. Atatürkçü düşüncenin taşıdığı ilk anlam, Türk’ün ve Türkiye’nin yok sayıldığı o büyük kavgada, “hayır, biz de varız” tavrını cesaret ve liyakatle seslendirmek olmuştur. Bağımsızlık ve hürriyet düşüncesi, işte bu noktadan hareketle Atatürkçü felsefenin temel esası sayılmaktadır. Sadece 21. yüzyılın başlangıcında değil, gelecek yüzyıllar boyunca bağımsızlık ve hürriyet düşüncesinin “demode” sayılacağı bir zamanın geleceğini düşünmek tasavvur edilemez. Bağımsız bir devlet ve özgür bir millet olgusu, hiçbir siyasal yapının asla gözardı edemeyeceği bir özsaygı sembolüdür.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, bağımsızlık ve hürriyet esasları üzerine inşa edildikten sonra Büyük Önderin, ortaya koyduğu esere “çağdaşlık” hedefini göstererek bu yönde yapılan atılımlara bizzat önderlik etmiştir. Çağdaşlık, yani o günlerdeki deyimle “muasır medeniyet seviyesi”, dün olduğu gibi bugün de, yarın da bizim için vazgeçilmez bir hedeftir. Bir ülkenin ve milletin bağımsız, özgür ve onurlu bir bütün olarak yaşayabilmesi için kendi çağı içinde yaşaması, çağın getirdiği meydan okumaya, anlamlı ve geçerli cevaplar üretebilmesi şarttır. Çağın gereklerinin ve “meydan okuması”nın altında ezilen toplumlar, hiçbir zaman kendilerini uluslararası ailenin onurlu, güçlü ve üretken bir üyesi olarak hissedemezler.
Büyük önderin düşüncesi “çağdaşlık” prensibi hâlâ Türk milletine yol göstermeye devam etmekte....
. Tarihsel kişiliklerin başına gelen en kötü şey; vefatlarından sonra, onlar adına davrandığını söyleyen ama taban tabana zıt hareketlerde bulunan grupların ortaya çıkması. Büyük bir trajedi bu!...Büyük insanların sağlıklarında izin vermedikleri ve onları temsil etmeyen düşünceler, yanlış bir biçimde onlara mal edilmesi. Ne yazık ki bu olay tarihin en büyük kişiliklerinden birisi olan Büyük Önderin de başına gelmiş. Büyük Önder. yanlış algılanmış. Ya da bilerek yanlış algılatılmış. Bu yanlış algılamanın bugünde sürdüğünü hepimiz tanığız. Yıllardır öğrenmeye çalıştık O'nu ve O'nun hayatını. Ama her defasında 1881 yılında başladı bize anlatılanlar. Hala da bu şekilde sürüp gitmekte. Ancak kimse ayrıntıları anlatmadı /anlatamadı ya da anlatmak istemedi halka. Bir insanı tanımak, onu anlamak ise, ayrıntılarda gizli. Büyük Önderi tanımak demek O'nun 1881 yılında doğduğunu,1938 yılında Dolmabahçe Sarayı'nda öldüğünü ve bu süreç içerisinde hayatında neler olup bittiğini bilmek değil. Mustafa Kemal'i anlamak için onun fikirlerini anlamak gerek. Kendimizle O'nun düşüncelerini özümsemek gerek. Atatürk'ün düşünce ve fikirlerini özümsediğimizde ve bunların hangi sebep ve durumdan ötürü oluştuğunu bildiğimizde O'nu anlama daha kolay olacak. Mustafa Kemal, kendisini anlamak isteyenlerden bunu istemiş. Elde avuçta yokken koskoca bir Cumhuriyet yaratan, daima ileriyi hedefleyen ve bunun için hayatının her aşamasında Türkülüğü ve Türk olmanın gururunu yaşayan, yaşatan ve bunu tüm insanlığa ifade eden bu insanı bir Türk olarak anlamak elbette çok kolay olacak.
Türkiye Cumhuriyeti'nin genetik kodları Atatürk Devrimlerinde , düşüncelerinde saklı. Türkiye Cumhuriyeti ; devrimlerin ve Atatürk düşüncelerinin somutlaşması. Bu bağlamda;Türkiye'nin vizyonu "cumhuriyet"olmuş. Misyonu ise ;"demokrasi"olmuş. ilk yıllarda strateji "Halka karşın halk için" olmuş. Ancak, çok partili demokrasiye geçilirken bu strateji doğal olarak değişmiş: "Halk tarafından ve/ya halkla birlikte halk için" olmuş. Tüm bu değişim ve dönüşüm sürecinde, Cumhuriyet seçkinleri, Atatürk Devrimini yanlış algılamaları ve yorumlamaları ya da başka bir deyişle; bu son stratejiyi bir türlü algılayamamış ya da algılasalar bile içlerine sindirememişler olmaları değişik sorunların ortaya çıkmasına ve Türkiye'nin demokrasiye geçiş sürecini sancılı hale gelmesine neden olmuş. Buna rağmen ; Cumhuriyet ile birlikte Türkiye yukarıdan aşağıya, yani dikey biçimde Aydınlanma Çağına girmiş.
Atatürk devrimleri, toplumu dönüştürme etkinliklerinin bir bütünü; demokrasiye hazırlık evresi. 20. Yüzyılın ilk yarısında Türkiye'nin örnek aldığı Avrupa'da totaliter rejimler iktidarı ele geçirmiş; Buna karşın; Türkiye ise savaştan yeni çıkmış, Okuryazarı yok denecek oranda az, feodal yapıdan kurtulamamış, Sanayi Devrimi süreçlerini yaşamamış, bir toplum yapısına sahip olduğu halde, bu olumsuz koşullar altında"demokrasi " arayışını sürdürmüş. Bu çabalar üstelik; kültürel değerleri farklı bir halkı, yüzyılları yıllara sığdırarak çağı yakalamak ve demokrasiye hazırlanmak, akılcı/demokrat insanı yaratma çabasıyla birlikte sürdürülmüştür. Çünkü bu iki unsur birbirinin her zaman tamamlayıcısı , Olmazsa olmaz koşulu olmuştur. Bunu gerçekleştirebilmenin de o günkü konjektürde iki yolu vardı: Ya "Devrimci/katı" ya da " evrimci/esnek". Atatürk ve arkadaşları, zamanı kısaltmak için, haklı olarak birinci yolu seçmişler. Ancak bu noktada, değerlendirme yapılırken, özen gösterilmesi gereken noktaları unutmamak gerek. Atatürk otoriter, ama totaliter değil. Yaşadığı dönemin modasına karşın, Meclisi kapatma çağrılarını, padişahlığı, ömür boyu cumhurbaşkanlığı önerilerini reddetmiş, faşizm önerisine "zorbalık" diye karşı çıkmış, tarihe diktatör diye geçmeyi istememiş. Buna karşın Devrim karşıtlarının bazıları , donanım yetmezliğinin yüzeyselliğinde ve sığlığında yaşayan "gizli antikemalistler"den oluşmuştur. Bu Prototipler hep aldatıcı olmuştur. Çünkü ,bu prototipler hep ona karşı olmuşlardır. Gizli antikemalistlerden bazıları Atatürk'ün konjonktürel bir sözünü alarak kendi ideolojileri yararına kötüye kullanma eğliminde olurken, bazıları da onu farklılaşmaya geçit vermeyen, totaliter, dar kalıpları içinde değerlendirmişlerdir. Diğerleri ise, Atatürkçülüğü, katı bir ideolojiye dönüştürerek, süre ve içerik açılarından onu güdükleştirip dondurmuşlar. Atatürk, her zaman 1930'lerde Statik Kalmış değil, bilimin ışığında geleceğe gelecekler üreten dinamik bir anlayış olmuş. Bütün bunlar, kendilerinden menkul ideolojik biatın Atatürkçülüğe çıkardığı talihsiz faturalar. Burada acı olan; Gizli antikemalistlerin ortak yanılgısı, Atatürkçülükten Atatürk severliğe ulaşacak yerde tersini yapmış ve Atatürk'ü âdeta severken boğmuşlardır. Kuşkusuz Atatürkçülük bunlardan hiçbirisi değil. Elbette Atatürk ve Atatürkçülük, yaptıkları ve değişmez amacı gözetilerek tanımlanmalı. Atatürk'ün devrimci anlayışı, ideoloji ve ideokrasi değil. Bilimin yaşama uygulanması. Atatürkçülüğün temel yapısı, bilimselliği temel alması. Bunu Atatürk; şu inançı dile getirmekte; birlikte okuyalım:
“Ben, manevi miras olarak hiçbir nass-ı kati, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar önünde, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, bireylerin saadet ve bedbahtlık anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”
"Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir", "Türk ulusunun elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale pozitif bilim", Atatürk, geçmişin ortak kültür belleğini ulusal potada eritilmesi. Yalnızca özümsenmiş çağcıllık onların üzerinde bir yaşam biçimi kurma özgürlüğünü savunmakta.
Bugün Atatürk'ü ve Devrimini, Türkiye'nin sürdürülebilir Varoluşu (bekası) çerçevesinde, iyi yorumlamak ,analiz etmek ve uygulamaya koymak gerekir. Bunun için de Atatürk Devrimleri karşısında ki duruşları yakından bilmek gerek. "Atatürk" kavramı, artık bir ölümlünün adı olmaktan çıkmış, bayrak gibi, yurt gibi toplumsal/ulusal bir "değer" olmuştur. Ceza hukuku bu değeri koruduğu doğru. Ancak; burada korunan Atatürk'ün resmi, büstü, anıtı değil; insana ilişkin bir değer olan toplumsal ortak duygu: "Atatürk'e bağlılık, sevgi, saygı ve minnet". Toplum barışı için bu ulusal değerde birleşmek gerek. Çünkü,Türkiye cumhuriyeti'nin genetik kodları bu değerde gizli..
Bizim bu cumhuriyete borcumuz var!" Bu borcu ödemek günü de bu gündür! Laik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin ÜNİTER yapısının devamı için her Türk vadesi gelen borcunu ödemek zorundadır! Çünkü şunun çok iyi farkına varmak zorundayız ki; bu coğrafyada üniter Türkiye Cumhuriyeti emperyalistlerin en büyük korkusudur! Milleti ve tüm kurumları ile ayakta olan bir Türkiye Cumhuriyeti sadece kendi vatandaşları için değil Türk Dünyası Birliği ve Türk Dünyası Vatandaşlığı içinde bu böyle...
Doğum anında devrimci tavrı, kaybedişimizin ardından geçen 80 yılın büyük bölümünde devlet tavrı, sonra yine devrimci tavrı olmaya evrilen Atatürkçülük, o eksenin belli bir zaman anında toplumun neresinde durduğuna göre ölçülebilir bir Türkiye hikayesini de, net olarak anlatıyor.
Adını andığımız her an içimizi hüzün kaplar oldu. Eskiden 10 Kasımlarda yaşardık bu duyguyu. Şimdi neredeyse her gün aynı hüznü yaşıyoruz.
“Atatürk , hukukî anlamda, artık mevcut değil. Dolayısıyla, ona yasa yoluyla da bir imtiyaz sağlanması söz konusu olması mümkün değil. 25 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilen ve 31 Temmuz 1951 tarihinde de Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5816 numaralı Atatürk'ü Koruma Kanunu, ceza hukuk normlarıyla korunması öngörülen hukukî varlık bir şahıs olarak Atatürk değil. Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusu. İşte, ceza tehdidi altına konulmak istenen davranışlar, halkın içinde yaşamayı sürdüren bu saygı duygusunu, yani merhumun anısını zedelemeye müsait davranışlar.”
O, bize elden gitmiş olan vatanımızı geri vermekle kalmadı, kulluktan çıkardı bizi, haklarımızı öğretti. Şimdilerde daha iyi anlasak da biz bunların değerini uzun zaman bilemedik, hakkını veremedik. Adını anınca hüzünlenmemiz ondandır belki biraz da.Türkiye'nin bağımsızlık ve varoluş mücadelesini mümkün kılan Büyük öndere, minnetle....
Büyük önderin ilk kez 10. Yıl Nutkunda söylediği söz ve minnet duygularımı dillendirdiğim sözlerle son verelim yazımıza;
"Ne mutlu Türküm diyene!..."
Onun hedeflerini aklında ve gönlünde tutarak çabalayan, onun yolunda yürüyen, kıymet bilir ve sadakatli insanlar yetiştiren herkese selam olsun.
Duvarımda ve masamda her zaman resmini eksik etmediğim Büyük Önder ; ben de koltuğumda büyük adam gibi oturan torunlarım da sana minnettar. İnşallah onların çocukları da seni saygıyla ,sevgiyle ve minnetle anacaklar. Ululaştırarak ve masal kahramanı haline getirerek değil, kalpten severek ve teşekkür ederek, Atatürk diyecekler...
Son Söz:"Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."Umutsuzluk bilmeyiz. Susmayız. Sinmeyiz. Zaman kötüyse, zamana uymayız. Uyumayız, zaman iyi olana dek. Öğretmenimiz bellidir. Vatan , Şehitlerimizin bize emanetidir. Vatan,Oğuzhandır, Vatan Atilla'dır, Vatan Sultan Alparslan'dır. Vatan, Sultan Mehmet Han'dır. Vatan, Mustafa Kemal Atatürk'tür...Saygıyla.
Aklı, bilimi ve ahlaki değerleri rehber edinerek yaşatan
Bizi biz yapan, o muhteşem değerlerimizin önünde saygıyla eğiliyor, ve diyorum ki; Allah bize yar olsun, Türk’ün özü var olsun..
Sağlıcakla kalın...
Yüreği
"Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz tüm insanların,
günleri hep aydınlık olsun!
Yüreklerindeki sevgi daim olsun!
10.11.2012 14:09:18 http://blog.radikal.com.tr/politika/turkiye-cumhuriyetinin--var-olusunu-bekasini-saglayan-genetik-kodataturkculuk-4938
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü anlatıyor Yayın linki: https://youtu.be/nvAk6qUc7to
İlgilenenler için......
Büyük Nutkun Tamamı: https://sarizeybekokullari.com.tr/Mustafa_Kemal_Ataturk-Nutuk.pdf
Büyük Nutkun 10 adet video ile anlatımı ..
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/1.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/2.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/3.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/4.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/5.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/6.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/7.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/8.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/9.mp4
http://feritgezgil.com/SesliNutuk/10.mp4
-------------------------------------
Bugün sonsuza uzayacak 10 Kasım’ların 2023’ündeyiz.
Ölüme inanan, ama yaşarken ölebileceğine inanmayanların soyundan geliyoruz.
Her birimiz ölümsüzlük peşinde koşan Gılgamış’larız.
Ne var ki; bu Dünya’dan göçenlerin ardından,
kimin ölümsüzler arasına katılacağına, yaşayanlar ülkesinin tanrıları karar veriyor.
Bu karardan ölenin sanırım, hiç haberi olmuyor.
Bizim için yaşamını hiçe saymış,
Dünya’ya değerler katmış olanlara ölümsüzlük madalyasını biz takıyoruz.
Hak edenler sonsuza kadar iyiliklerle anılıyor.
1881 yılı da kendisinden önceki ve sonrakiler gibi doğumlara,
yaşamlara ve ölümlere tanıklık etmiş.
Salih posof'ta ve Mustafa Selanik’te 1881’de doğmuşlar.
Salih son nefesini verdiği a’na kadar, hep Salih tolarak yaşamış.
Mustafa; önce Mustafa Kemal ve sonrasında
Mustafa Kemal Atatürk olarak 1938 de İstanbul’da,
Salih 1964 de Posof’da bir başka yıldıza yerleşmek için veda etmişler.
Büyükbabam Salih Bey'in doğumu, yaşamı ve ölümü;
birkaç Elmacı dışında kimsenin umurunda değil.
Torunlarının çocukları bile Salih Bey'in ismini zor hatırlar.
Bilmelerinin ve hatırlamalarının kiymet-i harbiyesi günümüzde yoktur.
Mustafa Kemal Atatürk’ü yüreklerinde saklayan milyonlar için durum farklı.
Saklamayanlar için ne denebilir!
Bilmiyorum.
Size bu ölüm yıl dönümünde Atatürk Tiradı yapacak değilim.
Her ülkede onun için her şey söylendi, çok şey yazıldı, çizildi.
Yarınlarda da durum değişmeyecek.
Bilinenlerin tekrarı, kaderci toplumların inanç dinamiği...
Kaderle . tesadüfün tutkulu ilişkisi…
Kaderci inanırım ama kederci de değilim.
Keşkelerden uzak yaşarım.
Ancak bir konuda keşkemde baş başa kalırım.
Salih Bey ve Mustafa Kemal Atatürk…
“Keşke; Atatürk’ümüz 1964 yılına kadar yaşamış olabilseydi… ” diyerek
ülkemiz için hayıflanırım.
“Büyükbabam 1938 de ölseydi; hiç kimse bir şey kaybetmezdi.” diye düşünürüm.
Olmayacak dualara amin demenin anlamsızlığını biliyorum.
Artık sadete gelme vakti.
Bir kaç saat sonra saatler 09:05 ‘i gösterecek.
Tiii Boruları, sirenler çalacak. Atatürk’ümüzü ölüm saatinde; bir kere daha anacağız.
Sirenler çalarken düşünün..
Atatürk’ümüzü kaybettik diye ağlayıp, ağıtlar mi yakalım!
Yoksa; ona sahip olduk diye övünelim ve sevinelim mi?
BENİM DOĞUM GÜNÜM 19 MAYIS’TIR.. diyen Atatürk’ümüz, bizimle sonsuza kadar yaşa.
İyi ki doğdun..
İyi ki bizim oldun....
-------------------
Not::1
Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır...
Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…
Altaylar, Tengrici’dir...
Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır...
Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir...
Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir...
Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir...
Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı.
Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu...
Macar Türklerini bilir misin?...
Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?...
Bugün...
Gabor Vona‘yı da bileceksin!...
Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?...
Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!...
Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?...
Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordunuz mu?...
Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?...
Evet sen kardeşim!...
Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım...
Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü...
Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem...
1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”.
Okudun mu?...
Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır.
Efsaneyi birlikte okuyalım:
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !...
Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:
- Tutsak kişinin saçları iyice kazınır,
- Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir,
- Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır,
- Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır,
- Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır,
- Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar,
- Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez,
- Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar,
- Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker,
- Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür,
- Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar.
- Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur.
Artık hafızası yoktur...
Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir.
Artık düşünemez...
İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen,
hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle...
Evet... Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir...
Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır...
Anadolu’da “mankafa” derler !...
Kimbilir... Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir...
Anlayana...
Bilmeyenler için :
Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Ecnebiler de Atatürk’e ‘Mavi gözlü Bozkurt’ diye hitap ederlerdi .
Bu minvalde bir kelam daha ekleyeyim :
"Tarihte Atatürk'e düşman olup da Türk'e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."