Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Schrödinger’in Kutusunda Muhasebe: Ölçüm Belirsizliği, Entegre Raporlama ve Makyajlanmış Sürdürülebilirlik

Schrödinger’in Kutusunda Muhasebe: Ölçüm Belirsizliği, Entegre Raporlama ve Makyajlanmış Sürdürülebilirlik “Koşullu Gerçeklikler ve Söylemsel Makyaj: Muhasebe Biliminde Belirsizlik, Sürdürülebilirlik ve Entegrasyon”   Schrödinger’in Kedisi’nin “mutlak doğruların yokluğu”na yaptığı vurgu, muhasebe disiplininde ölçüm belirsizliği ve gerçeğe uygun değer (fair value) gibi kavramlarla doğrudan ilişkilendirilebilir. Muhasebe verileri çoğu zaman mutlak gerçekliği değil, belirli varsayımlar ve tahminler çerçevesinde inşa edilmiş finansal temsilleri yansıtır. Örneğin, IFRS/TFRS standartları çerçevesinde kullanılan gerçeğe uygun değerleme yöntemlerinde piyasa fiyatı, nakit akışı projeksiyonları ve iskonto oranları gibi unsurlar belirsizlik barındırır; dolayısıyla finansal tablolar, mutlak doğrular değil, “koşullu gerçeklikler” üretir. Diğer yandan, “mıh–nal–at–süvari–muharebe” zinciri muhasebede iç kontrol, denetim ve risk yönetimi kavramlarına gönderme yapar. Küçük bir muhasebe hatası ya da raporlama eksikliği, önce yanlış yönetim kararlarına, ardından paydaş güveninin sarsılmasına ve nihayetinde şirketin piyasa değerinin dramatik biçimde düşmesine yol açabilir. Burada “mıh” bir yanlış sınıflandırma, “nal” bir hatalı değerleme, “at” yanlış finansal rapor, “süvari” stratejik karar, “muharebe” ise sermaye piyasasında kaybedilen güven olabilir. Dolayısıyla bu metaforlar, muhasebe biliminde iki temel gerçeğe işaret eder: Bilginin göreliliği ve tahminlere dayalı doğası: Muhasebe, mutlak hakikat değil, karar almaya uygun “en iyi tahminleri” sunar. Kritik ayrıntıların zincirleme etkisi: Küçük muhasebe hataları, finansal krizlerin ya da kurumsal iflasların görünmez başlangıç noktası olabilir.Schrödinger’in Kedisi’nin ortaya koyduğu mutlak doğruların imkânsızlığı ile “mıh–nal–at–süvari–muharebe” zincirinin ima ettiği zincirleme neden–sonuç ilişkisi, muhasebe biliminin sürdürülebilirlik raporlaması ve özellikle entegrasyon söylemi açısından kritik bir teorik çerçeve sunar. Zira günümüzde şirketler, entegre raporlama adı altında finansal, çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) verilerini tek bir çatı altında sunarak “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” iddiasında bulunmaktadır. Ancak pratikte bu raporlar, çoğu zaman “makyajlanmış sürdürülebilirlik” olarak nitelenebilecek bir vitrin işlevi görür. Yani finansal verilerin görece kesinliği ile ESG göstergelerinin soyut, nitel ve çoğu zaman denetlenemez yapısı birleşerek bir tür post-modern muhasebe gerçeği üretir: Ne tamamen doğru ne de tamamen yanlış… Tıpkı Schrödinger’in kutusundaki kedinin aynı anda hem ölü hem diri olması gibi. Bununla birlikte, “mıh–nal–at–süvari–muharebe” zinciri, makyajlanmış sürdürülebilirlik raporlarının potansiyel risklerini çarpıcı biçimde açıklar: Küçük bir veri manipülasyonu (mıh), Yanıltıcı bir sürdürülebilirlik göstergesine (nal), Kurumsal itibarı zedeleyen bir skandala (at), Yatırımcı güvenini kaybettiren bir yönetişim krizine (süvari) Ve sonunda sermaye piyasalarında ağır bir itibar ve değer kaybına (muharebe) dönüşebilir. Sonuçta, entegre raporlar şirketlerin “sürdürülebilir” görünüp aslında finansal ve ekolojik gerçeklikleri perdeleme potansiyelini içinde taşır. Bu nedenle, muhasebe biliminin epistemolojisi, yalnızca ölçüm belirsizliğiyle değil, aynı zamanda kapitalizmin söylemsel makyajıyla da hesaplaşmak zorundadır.                                                                                    Stephen A. Zeff,David Alexanderİ,Ray Ball,Mary E. Barth,Shyam Sunder,H. David Sherman ve S. David Young bakış açılaryla. pek yakında bu çalışma tamamlanmış olacak... ---------------------- Muhasebeci Sisifos’un Eğik Yerçekimindeki Belirsiz Yuvarlanan Topu...(*)  https://tinyurl.com/525wbeku Yer çekimi kuvveti (Fₚ) – Eğik Yerçekiminin Çöküş Hızı Eylül 2025’te Türkiye’de ekonomi adeta kara deliğe kapılmış bir kütle gibi aşağı çekiliyor: enflasyon %25’i aşmış, dolar/TL 35,5’i geçmiş. SASA’nın bilançolarında UFRS makyajıyla fiktif kâr yaratma çabası, 2025’in ilk yarısında %26 düşüşle 22,4 milyar TL’ye inen hasılat ve yarıya bölünen brüt kâr marjıyla çöktü. Esas faaliyet kârı sıfırlandı; top, Sisifos’un elinden kurtulmuş, hızlanan bir çığa dönüştü. Normal kuvvet (Fₚₑ) – Sisifos’un Çatırdayan Dayanakları SASA, teşvik belgeleriyle ve bedelsiz sermaye artırımıyla özkaynak erimesini makyajladı. Ama bağımsız denetçilerin bu fiktif gelirleri sorgusuz yazması, Sisifos’un kayasını tutan çürük bir ipti. %50 faiz politikası ve enflasyon muhasebesinden gelen 19,9 milyar TL kazanç bile 32,3 milyar TL finansman giderini karşılayamadı; kayayı durdurmaya yetmeyen kırık bir baston gibi. Sürtünme kuvveti (f) – Sisifos’un Kırılan Zincirleri Bir zamanlar bilançoyu parlatan 2,75 milyar TL ertelenmiş vergi gelirleri, 2025’te ters tepti ve zarara dönüştü. “Mıh–nal–at–süvari–muharebe” zinciri koptu. Üstelik Mart 2025’te sonrası protestolar ve güven erozyonu, SASA gibi şirketlerin manipülasyonlarını daha görünür kıldı. Hisseler %15–20 eridi; zincirin son halkası da koptu. θ (eğim açısı) – Sisifos’un Kaderine Mahkûm Uçurum Vergi teşviklerinin nakde çevrilememesi ve kapasite düşüşü, %50 eğimle topu uçuruma taşıdı. Siyasi kutuplaşma bu eğimi daha da dikleştirdi. Ray Ball’ın yıllar önce işaret ettiği manipülasyon riski, SASA’nın 2025’te 11,6 milyar TL vergi öncesi zararıyla ete kemiğe büründü. Sisifos, kayayı ne kadar iterse itsin, sonuç hep aynı: sonsuz ve anlamsız bir kısır döngüye dönüştü... Sonuç UFRS’de “ertelenmiş vergi geliri” denilen sır, sadece yönetimin felaket umutlarına dayanıyor—bir fizibilitenin hayali. Bağımsız denetçiler, bu hayali sorgulamadan finansalları onayladı; devlet otoritesi de sahte kâra dayanarak bedelsiz sermaye artışına izin verdi. 11,6 milyar TL’lik vergi öncesi zarar ...Sisifos’un kayayı yamaca çıkarmaya çalışması gibi, SASA da sahte umutlarla kendini ve piyasa güvenini yorgun düşürdü. Bu gizlice yazılmış “teşvik kârı”, şu anda zemini oyan bir göl gibi: ne kadar cilalansa da altında derin bir çukur var.Hem de çok derin bir çukur... Bu diyagram, SASA’nın “fiktif kârlarla yuvarlanan topunu” gerçek ile yalan arasındaki gri alanda, bağımsız denetçilerin ve piyasa otoritelerinin göz yummasıyla sonsuza dek itilen ama asla zirveye varamayan bir kaya olarak betimliyor. 2025’in sonunda bu tablo, sadece SASA’nın değil, Türkiye’deki pek çok şirketin iflas riskiyle yüzleşmesine, piyasa güveninin çökmesiyle domino etkisine dönüşebileceği konusunda uyarıyor... -------------------------- Not: (*) Bu yazı ; @sonergokten https://tinyurl.com/yrmxmbw3 Para _Medya da ki "Sasa mucizesi" SASA’nın Vergi Teşvikleriyle Makyajlanan Kârları ve Şapkadan Çıkan Tavşanları! yazısı ilham alınarak hazırlanmıştır .. https://www.paramedya.com/.../sasan...//tinyurl.com/34nrh4h9 / https://tinyurl.com/2mt28wb4  

Sürdürülebilirlik Perspektifinde Rbv ve Rca: Literatür Taraması ve Stratejik-operasyonel Sinergiler Üzerine Betimsel Bir Çalışma

Sürdürülebilirlik Perspektifinde RBV ve RCA: Literatür Taraması ve Stratejik-Operasyonel Sinergiler Üzerine Betimsel Bir Çalışma RBV and RCA in the Sustainability Perspective: A Descriptive Study on Literature Review and Strategic-Operational Synergies                                                                                                                                  Prof.Dr. Orhan Elmacı,                                                                                            https://orcid.org/0000-0002-7137-6211,   Bu çalışma Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (ROR: https://ror.org/02mn0vt57) tarafından desteklenmiştir.                                                                                                                    oelmaci@gmail.com  Öz Bu çalışma, Kaynak Tabanlı Yaklaşım (Resource-Based View – RBV) ile Kaynak Tüketim Muhasebesi (Resource Consumption Accounting – RCA) arasındaki teorik ve pratik ilişkiyi, sürdürülebilirlik perspektifinden incelemeyi amaçlamaktadır. RBV, firmaların rekabet avantajını değerli, nadir, taklit edilmesi zor ve örgütlenmiş kaynaklara dayandırırken (Barney, 1991, s. 105), RCA, kaynak tüketim davranışını ve atıl kapasiteyi ölçerek operasyonel verimliliği artırmayı hedefler (Keys & van der Merwe, 2002, s. 22). Çalışma, her iki yaklaşımın tarihsel gelişimini, kavramsal kesişim noktalarını ve sürdürülebilirlik hedefleriyle uyumunu betimsel bir yaklaşımla analiz eder. RBV’nin stratejik kaynak yönetimi ve uzun vadeli değer yaratma odaklı yapısı, RCA’nın kaynak verimliliği ve çevresel etki azaltımı işleviyle birleşerek sürdürülebilirlik çerçevesinde bütünleşik bir bakış açısı sunar. Önerilen entegrasyon modeli, stratejik kaynak envanteri, kapasite analizi ve karar panoları aracılığıyla pratik bir çerçeve sunmakta; RBV ile RCA’nın birlikte uygulanmasının, firmaların sürdürülebilirlik odaklı stratejik ve operasyonel hedeflerinde sinerji yarattığını göstermektedir. Bulgular, RBV’nin soyut stratejik vizyonunu, RCA’nın veri odaklı ve ölçülebilir yaklaşımıyla tamamlayarak, firmaların çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik hedeflerini desteklediğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, firmaların RBV-RCA entegrasyonunu ERP tabanlı panolar aracılığıyla desteklemeleri önerilmektedir. Çalışma, akademik literatürde RBV ve RCA’nın sürdürülebilirlik perspektifinde birlikte ele alınmasının eksikliğine dikkat çekmekte ve gelecekteki araştırmalar için ampirik testler, sektörel uygulamalar ve disiplinlerarası entegrasyonlar önermektedir. Anahtar Kelimeler: Kaynak Tabanlı Yaklaşım, Kaynak Tüketim Muhasebesi, Sürdürülebilirlik, Stratejik Yönetim, Kapasite   Abstract This study aims to examine the theoretical and practical relationship between the Resource-Based View (RBV) and Resource Consumption Accounting (RCA) from a sustainability perspective. While RBV bases firms’ competitive advantage on valuable, rare, inimitable, and organized resources (Barney, 1991, p. 105), RCA aims to enhance operational efficiency by measuring resource consumption behavior and idle capacity (Keys & van der Merwe, 2002, p. 22). The study analyzes the historical development, conceptual intersections, and alignment with sustainability goals of both approaches through a descriptive approach. The strategic resource management and long-term value creation focus of RBV, combined with RCA’s role in resource efficiency and environmental impact reduction, provide an integrated perspective within the sustainability framework. The proposed integration model offers a practical framework through strategic resource inventories, capacity analysis, and decision dashboards; demonstrating that the joint application of RBV and RCA creates synergy in firms’ sustainability-oriented strategic and operational objectives. Findings indicate that RBV’s abstract strategic vision is complemented by RCA’s data-driven and measurable approach, supporting firms’ environmental, social, and economic sustainability goals. In this context, it is recommended that firms support RBV-RCA integration via ERP-based dashboards. The study draws attention to the lack of literature examining RBV and RCA together from a sustainability perspective and suggests future research directions including empirical testing, sectoral applications, and interdisciplinary integrations. Keywords: Resource-Based View, Resource Consumption Accounting, Sustainability, Strategic Management, Capacity     Giriş 1.1. Problem Tanımı Küresel ölçekte iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, enerji krizi ve sosyal eşitsizlikler, işletmelerin geleneksel kârlılık odaklı stratejilerinin sürdürülemez olduğunu açıkça ortaya koymaktadır (Hart & Dowell, 2011, s. 1465). Artık işletmeler yalnızca ekonomik performanslarını değil, aynı zamanda çevresel ve sosyal etkilerini de bütüncül bir şekilde yönetme zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bu bağlamda, sürdürülebilirlik, şirketlerin uzun vadeli varlıklarını garanti altına alabilmeleri için stratejik bir gereklilik hâline gelmiştir. Kaynak Tabanlı Yaklaşım (Resource-Based View – RBV), firmaların rekabet avantajlarını değerli, nadir, taklit edilmesi zor ve örgütlenmiş (VRIO) kaynaklar aracılığıyla sürdürebileceklerini savunur (Barney, 1991, s. 105). Ancak RBV, stratejik düzeyde güçlü bir vizyon sunmasına rağmen, bu kaynakların operasyonel düzeyde ne kadar etkin kullanıldığını ölçme konusunda sınırlıdır. Buna karşılık Kaynak Tüketim Muhasebesi (Resource Consumption Accounting – RCA), kaynakların kullanım davranışını, atıl kapasiteyi ve maliyet sürücülerini detaylı bir biçimde analiz ederek operasyonel verimliliği artırmayı amaçlar (Keys & van der Merwe, 2002, s. 22). Ne var ki, RBV’nin stratejik perspektifi ile RCA’nın operasyonel veri odaklı yaklaşımı arasındaki kesişimin sürdürülebilirlik bağlamında yeterince araştırılmamış olması, şirketlerin bütüncül sürdürülebilirlik stratejileri geliştirme potansiyelini sınırlamaktadır. Bu çalışma, tam da bu boşluğu doldurmayı hedefleyerek RBV ve RCA’nın entegrasyonunun çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik hedeflerine nasıl katkı sağlayabileceğini incelemektedir. 1.2. Amaç Bu çalışmanın amacı, RBV ve RCA’nın teorik temellerini ve pratik uygulamalarını bir araya getirerek sürdürülebilirlik perspektifinden bütünleşik bir çerçeve önermektir. Önerilen entegrasyon, yalnızca maliyet etkinliği sağlamayı değil, aynı zamanda yeni pazar fırsatları, paydaş güveni, marka itibarı ve çevresel uyum gibi işletme için kritik öneme sahip stratejik avantajlar yaratmayı da hedeflemektedir. Böylece çalışma, RBV’nin soyut stratejik vizyonunu RCA’nın somut ve ölçülebilir veri odaklı yaklaşımıyla birleştirerek, firmaların sürdürülebilirlik temelli stratejik ve operasyonel kararlarını eşgüdümlü bir şekilde geliştirmelerine yönelik teorik ve pratik bir yol haritası sunmayı amaçlamaktadır. 1.3. Yöntem Çalışma, betimsel analiz ve kapsamlı bir literatür taramasına dayanmaktadır. Literatür taraması kapsamında stratejik yönetim ve muhasebe teorilerine ilişkin akademik makaleler, kitap bölümleri ve sürdürülebilirlik raporları incelenmiş; kavramsal uyum, tarihsel gelişim ve entegrasyon modeli gibi temalar üzerinden sistematik bir analiz yapılmıştır. Bu yaklaşım, RBV ve RCA’nın kavramsal çerçevesini, tarihsel evrimini ve sürdürülebilirlik bağlamındaki entegrasyon potansiyelini bütüncül bir mantıksal akış içerisinde ele almaktadır. 1.4. Kapsam Çalışma, RBV ve RCA’nın teorik entegrasyonuna odaklanmakta olup, herhangi bir sektörel veya coğrafi sınırlama getirmemektedir. Çalışma ampirik bir analiz içermemekte, bunun yerine stratejik yönetim ve yönetim muhasebesi literatüründen hareketle sürdürülebilirlik perspektifinde kavramsal bir model geliştirmeyi amaçlamaktadır. Böylece araştırma, ileride yapılacak ampirik çalışmalar için teorik bir temel sunmaktadır. 1. Teorik Çerçeve Bu bölüm, çalışmanın kavramsal temelini oluşturmakta ve Kaynak Tabanlı Yaklaşım (RBV) ile Kaynak Tüketim Muhasebesi (RCA) arasındaki bağlantının sürdürülebilirlik perspektifinden nasıl kurulabileceğini açıklamaktadır. Kavramsal köprüyü (RBV ↔ RCA) — “teoriden operasyona iki kavramı kısaca açıkladıktan sonra ortaya koymak yerinde olacaktır. 1.1. Kaynak Tabanlı Yaklaşım (RBV) Kaynak Tabanlı Yaklaşım, Wernerfelt’in (1984, s. 171) “A Resource-Based View of the Firm” makalesiyle akademik literatüre girmiş ve daha sonra Barney (1991, s. 105) ve Grant (1991, s. 114) gibi araştırmacıların katkılarıyla stratejik yönetim alanında merkezî bir konuma yerleşmiştir. RBV, bir firmanın sürdürülebilir rekabet avantajı elde etmesini, sahip olduğu fiziksel, insan ve örgütsel kaynakların değerine, nadirliğine, taklit edilmesinin zorluğuna ve örgüt içindeki etkin kullanımına (VRIO çerçevesi) dayandırır. Fiziksel kaynaklar: Tesisler, teknoloji altyapısı, doğal kaynaklara erişim. İnsan kaynakları: Çalışanların bilgi birikimi, yetenekleri, yaratıcılığı. Örgütsel kaynaklar: Kurumsal kültür, rutinler, süreçler, itibar ve marka değeri. Bununla birlikte, RBV çeşitli eleştirilere de maruz kalmıştır. Örneğin, Dinamik Yetenekler Yaklaşımı (Teece, Pisano & Shuen, 1997), RBV’nin kaynakların zamanla değişen çevre koşullarına nasıl adapte edileceği konusundaki yetersizliğini vurgulamıştır. RBV daha çok kaynakların statik özelliklerine odaklanırken, dinamik yetenekler teorisi bu kaynakların çevresel değişime uyum sağlayacak şekilde dönüştürülmesini ön plana çıkarır. Dolayısıyla, RBV’nin sürdürülebilirlik perspektifinden ele alınması, yalnızca mevcut kaynakların değerini anlamakla kalmaz, aynı zamanda bu kaynakların çevresel ve sosyal sorumluluk bağlamında nasıl yeniden şekillendirilebileceği sorusunu da gündeme getirir. 1.2. Kaynak Tüketim Muhasebesi (RCA) RCA, Alman Grenzplankostenrechnung (GPK) ve Faaliyet Tabanlı Maliyetleme (ABC) sistemlerinin güçlü yönlerini birleştirerek geliştirilmiş modern bir yönetim muhasebesi yaklaşımıdır (Keys & van der Merwe, 2002, s. 24). Temel amacı, maliyetleri yalnızca faaliyetlere değil, kaynakların gerçek kullanımına dayalı olarak ölçmektir. RCA’nın kilit kavramları: Kaynak Havuzları (Resource Pools): Benzer maliyet yapısına sahip kaynakların bir araya getirildiği gruplardır. Örneğin, üretim hattındaki işçilik ve bakım faaliyetleri farklı kaynak havuzlarını oluşturabilir. Kaynak Sürücüleri (Resource Drivers): Kaynak tüketimini belirleyen faktörlerdir. Örneğin, makine saatleri, elektrik kullanımı veya işçilik zamanı gibi ölçütler kaynak sürücüsü olarak kullanılabilir. RCA, geleneksel maliyet muhasebesine göre bazı kritik avantajlara sahiptir: Özellik Geleneksel Maliyet Muhasebesi RCA Yaklaşımı Maliyet Dağıtımı Üretim hacmine göre Kaynak tüketimine göre Atıl Kapasite Maliyeti Ürünlere yüklenir Ayrı raporlanır, ürünlere yüklenmez Karar Destek Yeteneği Sınırlı Yüksek Sürdürülebilirlik Analizi Neredeyse yok Doğrudan kaynak verimliliğine dayalı Bu yönüyle RCA, işletmelere yalnızca maliyet kontrolü değil, aynı zamanda çevresel ayak izi ve kaynak verimliliği gibi sürdürülebilirlik ölçütlerini de değerlendirme imkânı verir. Kaynak kavramı (RBV) ↔ Kaynak havuzları (RCA): RBV’de değerli, nadir, taklit edilmesi zor ve örgütçe sahiplenilmiş (VRIO) kaynak peşindeyiz. RCA ise Alman GPK temelli yapı ile kaynakları havuzlar/kaynak merkezleri olarak modelliyor; her çıktının bu havuzlardan miktar-temelli tüketimini izliyor. Değer ve sürdürülebilir avantaj ,Kapasite ve kullanılmayan kapasite görünürlüğü: RBV’nin “değerli” kısmı, fiiliyatta üstün maliyet/gelir dinamikleri demek. RCA, kullanılan vs. atıl kapasiteyi ayırarak bu değeri nerede ürettiğimizi/kaçırdığımızı görünür kılar; atıl kapasiteyi ürünlere dağıtmaz, ayrı izler. “Örgütlenmiş olma (O)” ↔ Kaynak akışlarının tasarımı: RBV’de O boyutu, kaynağı performansa dönüştürecek süreç/altyapı demektir. RCA’nın neden-sonuç zincirleri ve kapasite planlaması, bu örgütlenmenin maliyet ve miktar izini verir. (Bu eşleştirme, RBV ve RCA tanımlarının birlikte yorumlanmasıdır.)   1.3. RBV ve RCA Entegrasyonu: Sürdürülebilirlik Perspektifi RBV, stratejik kaynak envanteri (VRIO) ile uzun vadeli değer yaratmayı sağlar. RCA, kaynak havuzları, sürücüler ve kapasite analizleri ile operasyonel yönetimi optimize eder. Stratejik karar panoları, ürün kârlılığı ve yatırım önceliklerini birleştirerek entegrasyonu somutlaştırır. RBV, yenilenebilir enerji veya çevre dostu üretim gibi uzun vadeli kaynak değeri yaratırken, RCA atıl kapasiteyi azaltır ve çevresel etkiyi minimize eder. RBV ve RCA arasındaki ilişki, stratejik ve operasyonel seviyelerde tamamlayıcılık üzerine kuruludur: RBV: “Hangi kaynaklar sürdürülebilir rekabet avantajı yaratır?” sorusuna yanıt verir. RCA: “Bu kaynaklar nasıl daha verimli ve sürdürülebilir şekilde kullanılabilir?” sorusuna odaklanır. Örneğin, bir şirket için karbon salımını azaltma kapasitesi stratejik bir kaynak olarak değerlendirildiğinde (RBV), RCA bu kapasitenin üretim süreçlerinde nasıl maliyetlendirileceğini, nasıl izleneceğini ve hangi süreçlerde atıl kapasite oluştuğunu somut verilerle ortaya koyar. Bu şekilde iki yaklaşımın entegrasyonu, sürdürülebilirlik performansını hem stratejik hedefler hem de operasyonel metrikler düzeyinde ölçülebilir kılar. 1.4. Kavramsal Uyum RBV’nin uzun vadeli, vizyoner ve dış çevreye duyarlı perspektifi ile RCA’nın kısa vadeli, analitik ve operasyonel odaklı yapısı aslında birbirini tamamlar: RBV, “neden” ve “ne” sorularını sorar: Neden bu kaynaklar kritiktir? Hangi kaynaklara yatırım yapılmalıdır? RCA ise “nasıl” sorusunu sorar: Bu kaynaklar operasyonel düzeyde nasıl kullanılmalı, izlenmeli ve maliyetlendirilmelidir? Sonuçta, bu iki yaklaşımın entegrasyonu, sürdürülebilirlik hedeflerinin soyut vizyonlardan çıkarılıp somut maliyet verileri ve performans ölçütleri ile desteklenmesini mümkün kılar. 2. Tarihsel Gelişim Süreci ve Kavramların konsolidasyonu RBV’nin doğuşu ve konsolidasyonu: Wernerfelt’in (1984) “kaynak-konum” fikri; Barney’nin (1991) VRIN/VRIO çerçevesi ile ana akım haline gelişi. 1990’larda stratejide iç kaynaklara odaklanma baskınlaşıyor. RCA’nın kökeni ve kurumsallaşması: RCA; Alman Grenzplankostenrechnung (GPK) ilkeleri + ABC mantığının harmanlanmasıdır. 2000’ler başında CAM-I çatısı altında bir RCA çalışma grubu ile (Aralık 2001) yöntem sistematikleşti; sonraki yıllarda vaka ve yayınlarla olgunlaştı. Yöntemsel imza hareketleri: Kaynağa-göre kapasite tanımı, tüketim miktarlarıyla maliyet akışı, atıl kapasitenin ayrı raporlanması; ERP ile güçlü entegrasyon. Bu bölümde Kaynak Tabanlı Yaklaşım (RBV) ile Kaynak Tüketim Muhasebesi (RCA)’nın tarihsel evrimleri ele alınmakta ve bu iki yaklaşımın son dönemde neden ve nasıl kesişmeye başladıkları açıklanmaktadır ayrıca bu  İlişkinin pratikte nasıl çalıştığı (adım adım) ortaya konmaktadır. Stratejik kaynak envanteri (RBV): Hangi kaynak/hüner VRIO adayımız? (marka, patent, uzman işgücü, veri varlıkları, dağıtım ağı vb.) RCA modelinin kurulumu: Bu kaynaklar kaynak havuzları olarak tanımlanır; ürün/hizmet/süreçler bu havuzlardan miktar sürücüleri ile tüketir. Kapasite ve maliyet davranışının görünür kılınması: Kullanılan–kullanılmayan kapasite ayrımı; darboğazların ve “değer üreten” kaynakların netleşmesi. Stratejik karar desteği: Ürün karması, fiyatlandırma, yatırımlar ve kapasite tahsisinde; “hangi stratejik kaynağa ne kadar yük biniyor ve bunun marjı ne?” sorusuna sayısal yanıt. (RBV iddialarını operasyonel veriye indirger.) Raporlama ve performans: VRIO kriterlerine bağlanan RCA metrikleri (kapasite kullanımı, birim marj katkısı, atıl kapasite maliyeti) ile stratejik kontrol panelleri. (Bu tasarım, literatürden türetilmiş uygulama önerisidir.) 2.1. RBV’nin Evrimi RBV’nin kökleri, Wernerfelt’in (1984) “A Resource-Based View of the Firm” adlı makalesine dayanmaktadır. Wernerfelt, o dönemde hâkim olan endüstri temelli strateji modellerinden (örneğin, Porter’ın Beş Güç Modeli) farklı olarak, rekabet avantajının yalnızca dış çevre faktörleriyle değil, işletmenin iç kaynaklarının niteliğiyle de belirlendiğini ileri sürmüştür. Barney (1991) ise RBV’yi sistematik bir yapıya kavuşturmuş ve VRIO (Value, Rarity, Imitability, Organization) çerçevesiyle hangi kaynakların sürdürülebilir rekabet avantajı sağladığını analitik biçimde açıklamıştır. Grant (1991) ise bilgi tabanlı kaynakların, özellikle de insan sermayesinin, stratejik önemi üzerinde durmuş ve RBV’yi daha kapsayıcı bir şekilde tanımlamıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde RBV, yalnızca kârlılık ve verimlilik odaklı bir strateji teorisi olmaktan çıkarak çevresel yönetim, kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) ve sürdürülebilirlik gibi alanlara genişlemeye başlamıştır. Hart ve Dowell (2011) gibi araştırmacılar, işletmelerin çevresel kaynakları stratejik bir avantaj unsuru olarak görmeleri gerektiğini savunmuş; karbon salımı, enerji verimliliği ve doğal kaynak yönetimi gibi unsurlar RBV’nin kapsamına dâhil edilmiştir. Böylece RBV, günümüzde “sürdürülebilir rekabet avantajı” kavramını çevresel ve sosyal boyutlarıyla birlikte ele alan bütüncül bir yaklaşım haline gelmiştir. 2.2. RCA’nın Evrimi Kaynak Tüketim Muhasebesi (RCA), kökenlerini 20. yüzyılın ortalarında Almanya’da geliştirilen Grenzplankostenrechnung (GPK) yani Sınır Planlama Maliyet Muhasebesi sistemine dayandırmaktadır. GPK, işletmelerde maliyetlerin daha doğru tahmin edilmesi, kapasite kullanımının ölçülmesi ve atıl kapasitenin raporlanması gibi amaçlarla geliştirilmiştir. 1980’li ve 1990’lı yıllarda, özellikle Consortium for Advanced Manufacturing–International (CAM-I) gibi kuruluşlar, geleneksel maliyet muhasebesinin sınırlılıklarını gidermek ve faaliyet tabanlı maliyetleme (ABC) sistemlerini daha ileri taşımak için çalışmalar yürütmüşlerdir. Bu çalışmalar, RCA’nın modern formuna kavuşmasını sağlamıştır (Keys & van der Merwe, 2002). Başlangıçta yalnızca üretim maliyetlerini daha doğru hesaplamak için kullanılan RCA, 2000’li yıllardan itibaren çevresel maliyetlerin ölçülmesi, enerji verimliliğinin izlenmesi ve sürdürülebilirlik raporlaması gibi alanlarda da önemli bir araç haline gelmiştir. Örneğin, atıl kapasite maliyetlerinin ürünlere yüklenmemesi sayesinde işletmeler, kaynak israfını ve çevresel etkilerini daha görünür şekilde analiz edebilme imkânına kavuşmuştur. 2.3. RBV ve RCA’nın Kesişimi Kaynak Tabanlı Yaklaşım (RBV) 1984’te Wernerfelt’in, 1991’de Barney’nin çalışmalarıyla stratejik yönetim literatüründe ortaya çıktı. İşin teorik tarafı: “Rekabet avantajı, değerli ve nadir kaynaklara sahip olmaktan gelmektedir. Kaynak Tüketim Muhasebesi (RCA) ise kökenini 1950’ler Almanya’sında geliştirilen Grenzplankostenrechnung (GPK) sistemine ve 1980–90’lardaki Faaliyet Tabanlı Maliyetleme (ABC) tartışmalarına borçlu. 2001’den sonra CAM-I bünyesinde RCA olarak şekillendi. Yani RCA, RBV’den bağımsız, maliyet muhasebesi ve kapasite yönetimi geleneğinin içinden doğdu. Fakat: RCA’nın kaynak odaklı ve kapasite bazlı yapısı, RBV’nin kaynakların stratejik değeri vurgusuyla sonradan doğal bir kavramsal uyum kazandı. Kısacası, RCA RBV’nin doğrudan bir uzantısı değil, ama RBV’nin “hangi kaynaklar kritik?” sorusuna sayısal ve operasyonel bir zemin sağladığı için sonradan stratejik yönetim literatürüyle köprü kurdu. RBV ve RCA’nın hangi yıllarda nasıl geliştiğini, nerede kesiştiğini net olarak : RBV – RCA Tarihsel Zaman Çizelgesi 1950–1970: Muhasebe Temelleri 1950’ler – Almanya: Grenzplankostenrechnung (GPK) geliştirildi. Amaç: Kapasite ve maliyet davranışını daha hassas izlemek. Özellik: Kaynak merkezleri, sabit-değişken maliyet ayrımı. ABD: Geleneksel maliyetleme ve standart maliyetleme hâkim. 1980–1990: RBV ve ABC’nin Ortaya Çıkışı 1984: Birger Wernerfelt “Resource-Based View of the Firm” makalesini yayımladı. Firma kaynaklarının stratejik önemine vurgu. 1980’ler sonu: Activity-Based Costing (ABC) Kaplan & Cooper ile ortaya çıktı. Maliyetleri faaliyetler üzerinden izleme mantığı gelişti. 1991: RBV’nin Teorik Çerçevesi Jay Barney: “Firm Resources and Sustained Competitive Advantage” VRIN → Valuable, Rare, Inimitable, Non-substitutable kriterleri. Daha sonra VRIO (Organized) versiyonu. 1990’lar Ortası – 2000’ler Başı: RCA’nın Doğuşu 1990’lar: GPK + ABC sentezi tartışmaları başladı. 2001: CAM-I (Consortium for Advanced Management International) RCA Interest Group kuruldu. RCA, kaynak havuzları + kapasite odaklı sürücüler + atıl kapasite raporlaması ile netleşti. 2000’ler Sonrası: Kesişme ve Entegrasyon RBV, stratejik yönetimde ana akım haline geldi. RCA, ERP sistemleriyle birleşip operasyonel maliyet yönetiminin standartlarından biri oldu. Stratejik yönetim literatürü: RCA verileri, RBV’nin “hangi kaynak değer yaratıyor?” sorusuna somut kanıt sağlamaya başladı. Kritik Kesişme Noktası RBV → “Hangi kaynaklar rekabet avantajı getirir?” RCA → “Bu kaynaklar nasıl tüketiliyor, maliyet ve kapasite davranışı nedir?” 2010’lardan itibaren entegrasyon: Stratejik karar destek sistemleri, performans panoları, entegre raporlama.   Son 10-15 yılda dijitalleşme, büyük veri analitiği ve kurumsal sürdürülebilirlik trendleri, stratejik yönetim ile yönetim muhasebesi disiplinlerini birbirine daha da yakınlaştırmıştır. RBV’nin “stratejik kaynakları tanımlama” gücü ile RCA’nın “kaynak kullanımını ölçme” kapasitesi, artık kurumsal karar alma süreçlerinde birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Dijitalleşme: ERP ve IoT tabanlı veri toplama teknolojileri, RCA’nın operasyonel verilerini gerçek zamanlı olarak izlemeyi mümkün kılmıştır. Veri Analitiği: Büyük veri analitiği, RBV’nin öngörülerini ölçülebilir metriklerle destekleyerek sürdürülebilirlik performansını daha somut hale getirmiştir. Sürdürülebilirlik Raporlaması: RBV’nin stratejik vizyonu, RCA’nın operasyonel verileriyle birleşerek şirketlerin entegre raporlama (integrated reporting) uygulamalarında temel yapı taşlarından biri haline gelmiştir. Dolayısıyla, günümüzde RBV ve RCA’nın entegrasyonu, yalnızca teorik bir öneri değil; dijitalleşme ve sürdürülebilirlik baskılarıyla zorunlu hale gelen bir yönetim paradigması olarak ortaya çıkmaktadır.   Kısa zaman çizelgesi 1984–1991: RBV’nin çerçevelenmesi (Wernerfelt 1984; Barney 1991). Massachusetts Institute of TechnologyJoseph Mahoney 1950’ler→ GPK’nin Almanya’da yönetim muhasebesinde yerleşmesi (RCA’nın fikrî kökeni). Vikipedi 1990’lar: ABC’nin yaygınlaşması; GPK+ABC tartışmaları. IMA 2001→: CAM-I bünyesinde RCA ilgi grubu; 2000’ler boyunca yöntem ve vaka birikim RBV – RCA Tarihsel Gelişim Çizelgesi Dönem / Yıl Olaylar ve Gelişmeler Açıklamalar / Katkılar 1950–1970: Muhasebe Temelleri 1950’ler – Grenzplankostenrechnung (GPK) geliştirildi. Kapasite ve maliyet davranışını hassas izleme, kaynak merkezli ve sabit–değişken maliyet ayrımı. 1980–1990: RBV ve ABC’nin Ortaya Çıkışı 1984 – Birger Wernerfelt, Resource Based View of the Firm makalesini yayımladı. Firma kaynaklarının stratejik önemine vurgu yapıldı. 1991: RBV’nin Teorik Çerçevesi Jay Barney: Firm Resources and Sustained Competitive Advantage RBV’nin teorik temeli atıldı; kaynakların rekabet avantajındaki rolü tartışıldı. 1990’lar Ortası–2000’ler Başı: RCA’nın Doğuşu 1990’lar – GPK + ABC sentezi tartışmaları başladı. 2001 – CAM-I RCA Interest Group kuruldu. Kaynak havuzları, kapasite odaklı süreçler ve ileri seviye raporlama yaklaşımları geliştirildi. Kritik Kesişme Noktası RBV → “Hangi kaynaklar rekabet avantajı getirir?” RCA → “Bu kaynaklar nasıl tüketildi, maliyeti nedir?” RBV ve RCA birleşerek kaynak yönetimi ve maliyet raporlaması açısından çiftli bir çerçeve sundu. 2000’ler Sonrası: Kesişme ve Entegrasyon RBV ve RCA ERP sistemleriyle bütünleşti. RCA, maliyet yönetimi alanında net dönüşüm yarattı. Stratejik yönetim literatüründe RBV’nin “hangi kaynaklar vardır?” sorusuna RCA verileriyle yanıt sağlandı.     3. RBV ve RCA Entegrasyonu: Sürdürülebilirlik Perspektifi Bu bölüm, Kaynak Tabanlı Yaklaşım (RBV) ile Kaynak Tüketim Muhasebesi (RCA)’nın entegrasyonunu sürdürülebilirlik perspektifinde teorik ve uygulamalı olarak bir araya getirmektedir. Amaç, stratejik düzeyde kaynakların değerini belirleyen RBV ile operasyonel düzeyde kaynak kullanımını ölçen RCA’nın birlikte çalışarak çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik hedeflerine nasıl katkı sağlayabileceğini göstermektir. 3.1. Model Önerisi Entegrasyon modeli dört temel bileşenden oluşmaktadır: Stratejik Kaynak Envanteri, Kapasite Analizi, Kaynak Tüketim Ölçümü ve Sürdürülebilirlik Geri Bildirimi., Hipotezleme: “RCA ile yüksek ‘atıl kapasite şeffaflığı’na sahip firmalarda, RBV’nin ‘değerli kaynak’ yatırımları daha yüksek ekonomik kâr üretir.” Ölçüm eşlemesi: RBV-“Değerli” ↔ RCA: marj katkısı, darboğaz kaynağında saat başına katkı. RBV-“Nadir/İnimitable” ↔ RCA: yerel maliyet yapısının taklit maliyeti göstergeleri (öğrenme eğrisi, ölçek ekonomisi izleri). RBV-“Organized” ↔ RCA: kapasite planlama hatası, atıl kapasite oranı, sürücü doğruluk puanı. Yönetişim: RCA metriklerini entegre raporlama ve stratejik KGF (kritik kaynak göstergeleri) ile birleştirip yönetim muhasebesi panosuna alın. RBV, “kaynak nedir—tam nasıl ölçeriz?” tartışmalarına açıktır; RCA ise veri yoğun ve kurulumda disiplin ister. Ama birlikte kullanıldıklarında strateji–operasyon köprüsü güçlenir. Stratejik Kaynak Envanteri (RBV Katmanı)  RBV → RCA Haritalama Şablonu Kaynak Türü RBV Ölçütü (VRIO) Stratejik Önemi Performans Göstergesi Yatırım/Maliyet Verisi İnsan Sermayesi Değerli, Nadir Ar-Ge ve inovasyon Patent sayısı, yayın kalitesi İşçilik saat maliyeti Üretim Teknolojisi Değerli, Taklit Zor Verimlilik/kalite Arıza oranı, kapasite kullanımı Makine bakım maliyeti Veri/Enformasyon Örgütlenmiş, Nadir Karar destek gücü Veri güncellik hızı IT altyapı maliyeti Marka / İtibar Değerli, Taklit Zor Pazar üstünlüğü Marka değeri endeksi Pazarlama giderleri Finansal Kaynaklar Örgütlenmiş Yatırım esnekliği ROIC, WACC Sermaye maliyeti     a) Stratejik Kaynak Envanteri RBV’nin temel mantığı, işletmenin sürdürülebilir rekabet avantajı sağlayan kaynaklarının tanımlanmasıdır. Bu envanter, yalnızca finansal ve fiziksel kaynakları değil, aynı zamanda bilgi, teknoloji ve sürdürülebilirlik odaklı varlıkları da kapsar: Fiziksel kaynaklar: Fabrika altyapısı, üretim ekipmanları, enerji üretim tesisleri. İnsan kaynakları: Çalışanların uzmanlıkları, teknik bilgi birikimi, inovasyon yetenekleri. Dijital varlıklar: ERP yazılımları, veri analitiği altyapısı, tescilli algoritmalar. Sürdürülebilirlik kaynakları: ISO 14001 çevre sertifikası, karbon nötr üretim teknolojileri, su geri dönüşüm sistemleri. b) Kapasite Analizi ve Kaynak Tüketim Ölçümü RCA, bu kaynakların nasıl kullanıldığını ve atıl kapasitenin nerelerde ortaya çıktığını ayrıntılı bir şekilde ölçer. Örneğin: Atıl kapasite oranı (%): Kullanılmayan makine saati / Toplam makine saati. Enerji tüketimi (kWh): Ürün başına enerji kullanımı. Su tüketimi (m³): Üretim hattı bazında su kullanımı. Atık üretimi (kg): Süreç bazında atık miktarı. Bu veriler, ERP sistemleri üzerinden toplanarak görselleştirilir ve yönetimin stratejik kararlarıyla entegre edilir. RCA Modelleme Katmanı (Kaynak Tüketim Muhasebesi) Kaynak Havuzu Sürücü (Driver) Kapasite Türü Kullanılan Kapasite Atıl Kapasite Maliyet Akışı İşgücü Merkezi Saat Sabit/Esnek %80 %20 Ürün/Süreç bazlı Makine Hattı Makine saatleri Sabit/Esnek %70 %30 Ürün/Süreç bazlı IT Sistemleri İşlem sayısı Sabit %85 %15 Süreç bazlı Ar-Ge Laboratuvarı Proje sayısı Esnek %90 %10 Proje bazlı Lojistik Ağı Taşıma km Esnek %75 %25 Müşteri bazlı   3.2. Sürdürülebilirlik Katkısı Entegrasyonun sürdürülebilirlik üzerindeki etkileri üç boyutta ele alınabilir: a) Çevresel Katkı Enerji verimliliği artırılarak karbon salımı azaltılır. Atık miktarı düşürülür, geri dönüşüm oranı artırılır. Su kullanımında proses bazlı optimizasyon yapılır. b) Sosyal Katkı Çalışan güvenliği için riskli makinelerin atıl kapasitesi izlenir, bakım planları buna göre yapılır. Çalışan memnuniyet anketleri, üretim verimliliği ile ilişkilendirilerek iş tatmini artırılır. Yerel topluluklara sağlanan istihdam ve sosyal sorumluluk projeleri ölçülebilir hale gelir. c) Ekonomik Katkı Maliyet tasarruflarının ötesinde, enerji verimli üretim sayesinde “yeşil ürün” etiketleri ile yeni pazarlara giriş fırsatı doğar. Sürdürülebilirlik sertifikaları, yatırımcı ilgisini ve marka değerini artırır. Atıl kapasitenin azaltılması, üretim esnekliği ve talep dalgalanmalarına yanıt hızını artırır. 3.3. Uygulama Örneği Örnek olarak bir otomotiv üretim firması ele alalım: Entegrasyon Öncesi Durum: Makine kapasitelerinin %20’si atıl durumda. Enerji tüketimi yüksek, karbon ayak izi raporlaması yapılmıyor. Maliyet muhasebesi yalnızca toplam maliyet verileri sunuyor, süreç bazlı veri eksikliği var. Veri Toplama: ERP ve sensör tabanlı IoT cihazları kullanılarak makine saati, enerji tüketimi, su kullanımı ve atık miktarı gibi veriler günlük olarak toplanıyor. Çalışan memnuniyeti anketleri ve iş güvenliği raporları dijital ortama aktarılıyor. Analiz ve Kararlar: RCA verileriyle hangi makinelerde atıl kapasite oluştuğu, hangi süreçlerin enerji verimsiz olduğu tespit ediliyor. RBV çerçevesinde stratejik kaynaklara yatırım (örneğin, yeni enerji verimli makineler) planlanıyor. Sürdürülebilirlik raporunda çevresel ve sosyal metrikler entegre biçimde sunuluyor. Sonuç: Enerji tüketimi %15 azaltılıyor. Karbon ayak izi raporlanabilir hale geliyor. Çalışan memnuniyet puanı %10 artıyor. 3.4. Teknolojik Destek: ERP Tabanlı Panolar ve Ötesi ERP sistemleri, entegrasyonun belkemiğini oluştursa da günümüzde veri analitiği, yapay zekâ (AI) ve makine öğrenimi (ML) bu süreci daha da ileri taşıyor: Veri Analitiği: Süreç bazlı enerji tüketimi gibi karmaşık veri setlerinden trend analizi çıkarır. Makine Öğrenimi: Arıza tahmini ve bakım planlaması ile atıl kapasiteyi proaktif biçimde azaltır. Yapay Zekâ: Çok değişkenli verilerden sürdürülebilirlik performansını tahmin eden modeller oluşturur. Karar ve Raporlama Katmanı (Entegre Görünüm) Karar Alanı RBV Verisi RCA Verisi Birleşik Gösterge Ürün Karması Stratejik Kaynak Kullanımı Kapasite Maliyeti Ürün başına katkı marjı Yatırım Kararları VRIO Skoru Atıl Kapasite Raporu Yatırım Öncelik Endeksi Fiyatlandırma Stratejisi Kaynak Nadirliği Birim Maliyet Verisi Fiyat-Maliyet-Strateji Matrisi Performans Ölçümü RBV Avantaj Göstergesi RCA Kapasite Etkinliği Stratejik Performans Skoru Uygulama Adımları RBV Analizi: Kaynakları VRIO kriterleri ile sınıflandırın. RCA Modeli: Kaynak havuzlarını ERP veya muhasebe sistemi ile entegre edin. Atıl Kapasite İzleme: RCA raporları ile verimsiz kaynak tüketimini görünür kılın. Karar Panosu: Stratejik kararlar için birleşik raporlar üretin (ör. ürün bazında kârlılık + kaynak yükü).   Örneğin, AI tabanlı panolar üretim süreçlerinden gerçek zamanlı veriler toplayıp, yöneticilere karbon ayak izi, enerji kullanımı ve maliyet verimliliği konusunda anlık içgörüler sunar. Böylece RBV’nin stratejik vizyonu ile RCA’nın operasyonel detaycılığı dijital ortamda birleşir. RBV → RCA Modeli Akış Diyagramı Tasarımı Katmanlı Akış Yapısı Stratejik Katman (RBV) Girdi: VRIO Analizi (Değerli, Nadir, Taklit Zor, Örgütlenmiş) Çıktı: Stratejik Kaynak Öncelik Haritası B) Operasyonel Katman (RCA) Girdi: Kaynak Havuzları + Kapasite/Sürücü Verileri Çıktı: Kullanılan Kapasite, Atıl Kapasite, Kaynak Tüketimi C) Karar Katmanı (Entegre Raporlama) Girdi: RCA + RBV Entegre Verileri Çıktı: Ürün Kârlılığı, Yatırım Öncelikleri, Kaynak Performans Skorları Akış Diyagramı [Stratejik Kaynak Envanteri (RBV)]         ↓ [Kaynak Havuzları ve Sürücüler (RCA)]         ↓ [Kapasite Kullanımı ve Atıl Kapasite Analizi]         ↓ [Stratejik Karar Panosu: Yatırım, Fiyatlama, Kârlılık]   4. Bulgular ve Tartışma Bu bölüm, çalışmanın temel bulgularını özetlemekte, entegrasyonun akademik bağlamdaki yerini tartışmakta ve metodolojik sınırlamaları ortaya koymaktadır. RBV ve RCA entegrasyonu, sürdürülebilirlik odaklı firmalarda strateji ve operasyon arasında sinerji yaratır. RCA, RBV’nin stratejik iddialarını ölçülebilir hâle getirir (Barney & Clark, 2007; Clinton, 2018).   4.1. Bulgular Çalışmanın ortaya koyduğu temel bulgular aşağıdaki şekilde özetlenebilir: RBV ve RCA’nın tamamlayıcılığı: RBV, stratejik kaynakların tanımlanmasına yönelik üst düzey bir perspektif sunarken, RCA bu kaynakların verimli kullanımına ilişkin detaylı operasyonel veriler sağlar. Stratejik ve operasyonel uyum: Entegrasyon, işletmelerin stratejik vizyonlarını operasyonel kararlarla uyumlu hale getirir ve böylece sürdürülebilirlik hedeflerine somut katkılar sağlar. ERP ve dijital teknolojilerin rolü: ERP tabanlı sistemler ve veri analitiği araçları, entegrasyonun pratik uygulanabilirliğini artırır ve karar alma süreçlerini hızlandırır. Çok boyutlu sürdürülebilirlik katkısı: Çevresel (enerji verimliliği, atık azaltımı), sosyal (çalışan güvenliği, topluluk katkısı) ve ekonomik (maliyet tasarrufu, marka değeri) boyutlarda gözle görülür faydalar elde edilir. Karar alma süreçlerinin güçlenmesi: Entegrasyon, yöneticilere yalnızca geçmiş performansı değil, geleceğe yönelik potansiyel risk ve fırsatları da görme imkânı sunar. 4.2. Tartışma Entegrasyonun teorik ve pratik yönleri, mevcut literatürle kıyaslanarak değerlendirilebilir: RBV’nin statik yapısı: RBV, firmaların rekabet avantajını sürdürülebilir kılan stratejik kaynakları belirler; ancak bu yaklaşım, değişken çevre koşullarında esneklik eksikliği nedeniyle eleştirilmiştir. Bu noktada Dinamik Yetenekler Yaklaşımı (Teece, Pisano ve Shuen, 1997) devreye girer ve firmaların hızla değişen koşullara uyum sağlayabilme yeteneğini vurgular. Entegrasyon modeli, RCA’dan gelen operasyonel verilerle bu eksikliği kısmen giderebilir. RCA’nın veri yoğunluğu: RCA’nın güçlü veri temeli, stratejik seviyede analiz yapmayı zorlaştırabilir. Ancak RBV ile entegrasyon, bu verilerin stratejik anlam kazanmasına olanak tanır. Stratejik yönetim ve yönetim muhasebesi arasındaki köprü: Bu çalışma, iki disiplinin birleşiminin yalnızca teorik bir gereklilik değil, teknolojik gelişmeler (ör. ERP, IoT, AI) sayesinde pratik bir gerçeklik haline geldiğini göstermektedir. Sürdürülebilirlik literatürüne katkı: Çalışma, sürdürülebilirlik kavramını sadece çevresel değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik boyutlarıyla birlikte ele alarak daha bütüncül bir bakış açısı sunmaktadır. 4.3. Sınırlamalar Bu çalışma güçlü teorik bir temel sunsa da bazı sınırlamalara sahiptir: Ampirik test eksikliği: Model, henüz saha verileriyle doğrulanmamıştır. Ampirik çalışmalar, önerilen entegrasyonun farklı sektörlerdeki geçerliliğini ortaya koyabilir. Veri erişim zorlukları: RCA’nın uygulanabilirliği için detaylı operasyonel verilerin toplanması gerekir. Bazı işletmelerde bu veriler eksik veya güvensiz olabilir. Sektörel farklılıklar: Enerji, otomotiv, tekstil gibi sektörlerin kaynak yapıları farklı olduğundan, entegrasyonun etkileri sektöre göre değişebilir. Teknolojik bağımlılık: ERP, IoT ve AI gibi teknolojilerin entegrasyonu için yüksek maliyet ve teknik uzmanlık gereklidir; bu da küçük ve orta ölçekli işletmeler için kısıtlayıcı olabilir. Sonuç ve Öneriler Sonuç Bu çalışma, Kaynak Tabanlı Yaklaşım (RBV) ve Kaynak Tüketim Muhasebesi (RCA) arasındaki entegrasyonun, işletmelerin sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmaları için sadece teorik bir model değil, aynı zamanda uygulanabilir bir yol haritası sunduğunu ortaya koymuştur. Teorik Katkı: RBV’nin stratejik kaynak perspektifi ile RCA’nın operasyonel verimlilik odağı, sürdürülebilirlik bağlamında tamamlayıcı nitelikte birleşmiştir. Bu entegrasyon, stratejik hedeflerin somut operasyonel kararlarla desteklenmesini mümkün kılmaktadır. Uygulamalı Katkı: Çalışma, ERP tabanlı dijital altyapıların ve veri analitiğinin, entegrasyon sürecini kolaylaştırmada kritik bir rol oynadığını göstermiştir. Sürdürülebilirlik Katkısı: Model, çevresel, sosyal ve ekonomik boyutlarda bütüncül bir sürdürülebilirlik anlayışı geliştirilmesine katkı sağlamaktadır. Sonuç olarak, RBV-RCA entegrasyonu, işletmeler için hem stratejik avantaj hem de sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmada güçlü bir yönetim aracı olarak konumlandırılabilir. Öneriler 2.1. Pratik Öneriler (İşletmeler için) Pilot Proje Başlatma: İşletmeler, öncelikle belirli bir ürün hattında veya süreçte entegrasyonu test etmek için küçük ölçekli pilot projeler başlatabilir. Eğitim ve Kapasite Geliştirme: Çalışanlara RBV ve RCA’nın temel ilkeleri ile veri analitiği becerileri konusunda eğitim verilmesi, uygulama sürecini hızlandırır. Yönetim Taahhüdü: Üst yönetimin entegrasyona stratejik düzeyde sahip çıkması, kaynak tahsisi ve değişim yönetimi açısından kritik önemdedir. ERP ve Analitik Yatırımları: İşletmeler, ERP sistemlerini veri analitiği ve raporlama modülleriyle entegre ederek gerçek zamanlı izleme ve karar desteği sağlamalıdır. Sürdürülebilirlik Ölçütleri: Entegrasyon, karbon ayak izi, enerji verimliliği ve su kullanımı gibi spesifik sürdürülebilirlik metrikleriyle desteklenmelidir. 2.2. Akademik Öneriler (Gelecek Araştırmalar için) Vaka Çalışmaları: Farklı sektörlerde (ör. tekstil, otomotiv, finans) entegrasyonun uygulanabilirliğini gösteren derinlemesine vaka çalışmaları yapılabilir. Nicel Analizler: Anketler ve istatistiksel modeller kullanılarak entegrasyonun işletme performansına etkisi ölçülebilir. Karşılaştırmalı Çalışmalar: RBV-RCA entegrasyonu, Dinamik Yetenekler Yaklaşımı veya Paydaş Teorisi gibi diğer teorik çerçevelerle karşılaştırılarak analiz edilebilir. Dijitalleşme Bağlantısı: Yapay zekâ, makine öğrenimi ve IoT teknolojilerinin entegrasyonu nasıl daha etkin hale getirebileceği araştırılabilir. 2.3. Politika Önerileri (Hükümetler ve Düzenleyici Kurumlar için) Teşvik Programları: Yeşil teknoloji yatırımlarını ve sürdürülebilir üretim süreçlerini benimseyen işletmelere finansal teşvikler sunulabilir. Vergi Avantajları: Kaynak verimliliğini artıran teknolojilere yatırım yapan firmalara vergi indirimleri sağlanabilir. Çevresel Raporlama Standartları: Daha şeffaf ve zorunlu çevresel raporlama standartları getirilerek işletmelerin sürdürülebilirlik performansı düzenli olarak izlenebilir. Kamu-Özel İş Birlikleri: Üniversiteler, araştırma kurumları ve özel sektör arasında ortak projeler teşvik edilerek entegrasyonun yaygınlaştırılması sağlanabilir. Kaynakça Barney, J. B. (1991). Firm resources and sustained competitive advantage. Journal of Management, 17(1), 99–120. Barney, J. B., & Clark, D. N. (2007). Resource-based theory: Creating and sustaining competitive advantage. Oxford University Press. Hart, S. L., & Dowell, G. (2011). Invited editorial: A natural-resource-based view of the firm: Fifteen years after. Journal of Management, 37(5), 1464–1479. https://doi.org/10.1177/0149206310390219 Keys, D. E., & van der Merwe, A. (2002). The case for resource consumption accounting. Strategic Finance, 83(10), 20–25. McDougall, N., Wagner, B., & MacBryde, J. (2019). An empirical explanation of the natural-resource-based view of the firm. Production Planning and Control, 30(16), 1366–1382. https://doi.org/10.1080/09537287.2019.1620361 Teece, D. J., Pisano, G., & Shuen, A. (1997). Dynamic capabilities and strategic management. Strategic Management Journal, 18(7), 509–533. Wernerfelt, B. (1984). A resource-based view of the firm. Strategic Management Journal, 5(2), 171–180.    

Malazgirt‘den Büyük Taarruza : Türk Varlığının Sürdürülebilme (Beka) Mücadelesi...

    “Ben dağların yalancısıyım” diye başlar öykü anlatıcısı. Yüzyıllardır dilden dile dolaşan, her anlatımda yeniden hayat bulan hikâyeleri aktarır. Tıpkı bir mitos gibi, sorumluluk almadan, "Bu benim hikâyem değil, başkasından duydum" dercesine… O gün bugündür bu topraklar umutla, zaferle, Cumhuriyetle bezenmiştir. Zaferlerin Hatırası, Geleceğin Özgür Nefesi Olsun Derler ki, işte şurası Ardahan, burası Edirne, ötesi Çanakkale… Medeniyetlerin yeşerdiği, köprülerin kurulduğu ve yıkıldığı, seslerin, dillerin, aşkların ve ağıtların tarihin bağrında saklandığı topraklardır buralar. Anadolu’nun Yalancısıyım… Derler ki, bu Anadolu’nun bağrında nice savaşlar oldu. İnsan insana gaddarca kıydı, kan toprağa, toprak tarihe aktı. Öyle ki Anadolu’nun uykusu kaçtı, sevdalısı umutlar hüzünle terk etti onu. Anadolu kahroldu, sessizce ağladı. Bazen bir çoban bulup çıkarır o ezgileri, bazen bir âşığın sazından yükselir bir türkü; bağımsızlığın sesini taşıyan bir hatıra gibi. Ben yine Anadolu’nun, yine âşıkların yalancısıyım. Ve bilirim ki: Türkiye’nin ve Türk milletinin kaderini tayin eden büyük günlerden biri 26 Ağustos, diğeri 30 Ağustos’tur. Sonra bir gün… Altaylardan Tunaya, Kızılelma ülküsü ile yola çıkan Türk milleti, 1071 yılında Anadolu’nun kapısına dayandı. Beyaz atının üzerinde, kılıcı göğün şimşeğiyle parlayan büyük komutan Alparslan, ordusuna seslendi: "Ölürsem kefenim olsun, yaşarsam zaferim!" Ve Malazgirt’in rüzgârı, Anadolu’nun kaderini değiştirdi. Kapılar açıldı, yeni bir yurt doğdu; bir millet, bir kıta büyüklüğünde umutla kök saldı. Tarihin seyrini değiştiren, Türklere Anadolu kapılarını açan büyük komutan Alparslan’a ve Kurtuluş/Varoluş mücadelesini mümkün kılan Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına minnetle, saygıyla… Bu Zafer Bayramları, tüm Türk milletine, kendini bu milletin ferdi sayan tüm yurttaşlarımıza, toprağımızı vatan bilen tüm insanlara, Türkiye Cumhuriyeti’ni "lider" gören uluslara kutlu olsun. Ama bu topraklarda huzur kolay kurulmadı. Sevr ve işgal karanlığı çöktü üstümüze. Anadolu, emperyalist güçlerce ve yerli işbirlikçileriyle parçalanmıştı; şehirler susturuldu, bayrağımız indirildi, özgürlük zincire vuruldu. İstilâlar, yangınlar ve esaret günleri derken Anadolu yeniden hüzne gömüldü. Çünkü bilinir ki; özgürlük yalnızca kılıçla değil, kalemle, fikirle, ortak vicdanla korunur. Ve bağımsızlık, sadece bir toprak meselesi değil, haysiyetin ve insan onurunun da adıdır. Zaferlerin hatırası, geleceğin özgür nefesi olsun. Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalsın. Ne Mutlu Türküm Diyene! Ve bir gün… Türk milleti bir kez daha ayağa kalktı. Samsun’dan bir ışık doğdu. Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara… Bağımsızlık meşalesi elden ele dolaştı. Adı Mustafa Kemal Paşa idi. Yüreğiyle ve kararlılığıyla millete seslendi: "Ya istiklal, ya ölüm!" Millet, Anadolu’nun bağrında yeniden yuvasını kurdu. İzmir’de düşman denize döküldü. Ateşi, acıyı, karanlığı aldı; yerine özgürlük, bağımsızlık ve Cumhuriyet koydu. Ve Türk milleti, özgürlüğün beyaz gelinliğinin üzerine hilal ve yıldızı dokudu, Anadolu’nun üzerine serdi. Bir Not: Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Çünkü Atatürk, Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleketin ve büyük Türk Milleti’nin MAVİ GÖZLÜ BOZKURTUDUR!   Malazgirt'den Büyük Taarruza : Türk Varlığının Sürdürülebilme(Beka) Mücadelesi...(*) İlk Söz:  Hepimizin zaferi hepimizin bayramı. Tam bağımsızlık ve özgürlük için birlik gerektiğini bilenler sayesinde varız. Minnetle   30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da büyük önder Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz'u, yurdun düşman işgalinden tümüyle kurtarılmasını kutlamak ve bu büyük zaferi bize armağan edenleri saygı ile, sevgi ile, minnet ile anma günü..Bu vesile ile, Cumhuriyetimizin kurucusu  Büyük Önder  olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmet ve minnet ile anıyor; kahraman gazilerimize şükranlarımı sunuyorum...."ortak paydamız" olan vatan sevgimizin simgesi olan Zaferlerimizin  99. yılı  ve 950. yılı kutlu olsun..!..        Bugünler, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın neden yapıldığını, Kurtuluş Savaşı önder kadrosunun neyi amaçladığını, "Kuva-yı Milliye"nin ne olduğunu, hangi ayaklanmaların yaşandığını, bütün bu olaylar içinde silahlı kuvvetlerin ne gibi konum ve işleve sahip olduğunu yeniden anlamanın ve anlatmanın zamanı..Hem de tarihin derinliklerine giderek...Çünkü, tarihini bilmeyen uluslar her zaman kaybetmeye mahkum...Tarih bilinci önemli., Çünkü kanıtlanmıştır ki tarihini unutan, tarihten ders almayan, yani "tarih bilinci" olmayan milletler büyük felaketlere uğramış. Hatta bazıları dağılmış, yok olmuşl... Türk tarihi çok eski tarihlere dayanmakla birlikte, Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmekte... Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Göktürk İmparatorluğu ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklinde gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devlet'inin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Göktürk İmparatorluğu olduğu bilinmekte.. Göktürklerin ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, sonrada Türk milletini ifade etmek için kullanılmaya başlanmış.Türklere Anadolu''nun kapılarının açılışı "Malazgirt zaferi "ile olduğunu ,kitaplar altını kalın çizgilerle çizerek tarihi bir not olarak düşüyor... .     1063 yılında Selçuklu tahtına geçen Alparslan'ın Anadolu dediğimiz coğrafyada ki ilk zaferi 16 Ağustos 1064.. Pakraduni Ermeni Krallığı'nın Bizanslılara teslim olmuş başkenti Ani'yi (bugünkü Kars yakınlarında) şehiri zaptetmesi ile başlıyor Anadolu kapılarının,Türklere açılması. Bizans ordusunun ana gövdesini Ermeniler ve Greklerle paralı asker olarak hizmet veren Normanlar, Kumanlar, Bulgarlar, Cermenler, Peçenekler, Suriyeliler, Uzlar (Oğuzlar) ve Ruslar oluşturuyor. Kısacası 'kozmopolit' yapıda ve iki yüz bin kişi, Türk ordusu ise elli dört bin kişi. Türkler, savaş için gerekli tüm hazırlıkları tamamlıyor.    Tarih, 26 Ağustos 1071 Cuma günü. Alparslan o gün baştan aşağı beyazlar giyiniyor, eski Türk geleneğine uygun olarak atının kuyruğunu bağlıyor, ordusuna Cuma namazını kıldırıyor. Öldüğü yere gömülmeyi vasiyet ediyor. Manzikert'de (bugün Muş'a bağlı Malazgirt) tarihin en büyük meydan savaşı Cuma günü öğleden sonra başlıyor. Savaş akşam üzeri sona eriyor ve Türk ordusu kesin galibiyeti elde ediyor... Romanos Diogenes esir alınıyor. Kendisine bir konuk gibi davranılıyor!    Alparslan'ın bu zaferden kazancının 1,5 milyon altın fidye, yılda 360 bin altın vergi, Müslümanlara ait kimi beldelerin Selçuklulara devri ve Oğlu ile Romanos'un kızının evlenmesi. Malazgirt Savaşı aslın da sadece Karahanlılar ve Fatımilerden gelecek saldırılara karşı Selçuklu devletinin arkasını sağlama almak olduğunu yazıyor kitaplar....    Savaşın esas sonucu, Romanos'un tahtını VII. Mihail'e kaptırması !... Anadolu kapılarının tam olarak; Türklere açılışı, 10 yıl sonra? Malazgirt Savaşı/ Zaferi "Anadolu'nun kapısının Türklere kesin olarak açılmasına neden olan", "Anadolu'yu Türklere ikinci bir vatan yapan" kutlu bir olay !...   Sultan Alparslan'ın adaletli, merhametli ve hoşgörülü yönetim anlayışıyla Anadolu'nun bereketli topraklarında yeşermeye başlayan şuur, kadim medeniyetimizin dayandığı sağlam temellerini oluşturmuş, bu topraklarda farklı inanç, dil, köken ve kültürler yüzyıllarca barış ve huzur içinde bir arada yaşamıştır. 1071'de Malazgirt'te kazanılan büyük zafer, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna uzanan yolun ilk kilometre taşı      Bu kutlu olayın sürekliliğini yok etmek isteyenler!..    Türkler'i Avrupa'dan ve Ön Asya'dan silmek için yüzyıllarca uğraşanlar, tam bu işi başardıklarını sandıklarında, tarih tekerrürden ibarettir derler ya!.. Birden bire Anadolu kapılarının Türklere açılışının 849 'uncu yıldönümünde "Anadolu İhtilâli" gerçekleşiyor. Kurtuluş Savaşı o ihtilâlin içinde, ikisi beraber. Türkiye bir taraftan onu yok etmek isteyen Batı'ya karşı çok ciddî bir savunma gösteriyor, ama öbür taraftan da o kendisini yıkmakta ortak olan yerli işbirlikçilerine karşı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderini etkileyecek olan ve hemen hemen aynı tarihlere denk gelen Rus ihtilâli. Ruslar da Batı'ya karşı tavır takınmışlar,1917 ihtilâlini yapmışlar. Yukarıda bir sosyalist ihtilâl, aşağıda bir demokratik ihtilâl. Bu iki ihtilâl birbiriyle sınırdaş ve onunla da kalmıyor. Beraber; en kısa zamanda ikisi birbiriyle anlaşıyorlar. Bu anlaşma doğrudan doğruya Batı'ya karşı bir anlaşma ve bu İngiltere'nin ondan sonrası için olan planlarını en az İkinci Cihan Harbi'nin sonrasına kadar perişan eder. Üçlü liderin, Sykes-Picot projesini açması, Lloyd George'un, İstanbul'daki çok akıllı halifeyi tasfiye ile Suudlar'dan Türk düşmanı bir halife kurma politikası, Arapları, Türkiye'yi yok etmek üzere, hazırlaması. Karşımızda Türkiye'yi ve Türkleri silmek isteyen bir Büyük Britanya imparatorluğu ...İngiltere'nin Türkiye'nin  Sevr Mudahelesiyle dağılacağını sanmasına rağmen evdeki hesap çarşıya uymaması İngiltere'yi  çok zor durumda bırakır. Hiç hesapta olmayan bir mukavemet başlıyor. Bu mukavemet başlamakla kalmıyor, Türkiye ile Rusya'nın arasını bölen Kafkas seddini yıkarlar ikisi beraber. Beyaz Ordular yenilir, küresel oyun kurucuların destek verdiği Yunanlılarda artık yenilgileri kaçınılmazdır     O tarihlerde İngiltere stratejisini gelişen olaylar karşısında revize etmek zorunda kalır.Strateji değişince taktikte değişir. Taktik olarak  "Türkiye'nin kurtuluşunu Ruslar'a karşı Kullanmak" Bu taktik büyük önderin ölümünden sonra da kullanmaya devam eder. Fakat o zamana kadar, dünyanın tarihinde ilk defa olarak Avrasya bölgesinde iki büyük devlet emperyalizme karşı çok net tavır alır ve çok net olarak halkları  ayaklanır.. Şanlı Anadolu ihtilali; kapitalizm temeli üzerine oturan emperyalizme karşı görkemli bir yenginin, tarihsel bir destanı. "Mazlum" uluslar hesabına yazılan "kutsal" bir isyan. "Misakı Milli (Ulusal Ant)" ilkesinde birleşen; soyu, din ve mezhebi ne olursa olsun "Küçük Asya'yı" Anayurt edinerek kendilerini ulus kabul edenler, canları pahasına bağımsızlık savaşını kazanır.. Bu zaferin ardından TBMM'ce 1920 yılında yayımlanmış olan  bu ilk bildiriyi asker ve sivil, hepimiz yeniden okuması gerekir....çünkü bu mücadelenin ve devlet olmanın genetik kodları bu bildiride saklı.. "TBMM, milletin hayat ve istikbaline suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı savunma ve amaca aykırı hareket edenleri cezalandırma amacıyla kurulan bir orduya sahiptir. Emir ve komuta yetkisi TBMM'nin manevi kişiliğindendir." Kurtuluş Savaşı'nda ordu, bir avuç ulusal kurtuluşçu subay ve "Kuva-yı Milliye" adı verilen sivil örgütlerce oluşturulmuş. Kuva. Arapça'dan geldiğini yazıyor kitapalar..; "kuvvetler" demek... Kuvayı Milliye, "Milli Kuvvetler" anlamında... Bizim tarihimizde Kuvayı Milliye bir ruh; mücadele etme azminin sembolü.. Direnerek vatanı emperyalist boyunduruğundan kurtarmak demek... Kuvayı Milliye, gerçek bir halk destanı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ülküsünden giden büyük halk mücadelesinin simgesi... Kurtluş Savaşı, "asker ? sivil ? aydın halk" üçlüsü ile örgütlenmiş ve kazanılmış. Kurtuluş Savaşı, birçoklarının sandığı gibi kökeninde "asker cumhuriyeti" değil, sivil örgütlenme biçimi olan "Kuva-yı Milliye" örgütleri ve 1921 Anayasası'nda yer alan "Vilayet ve Nahiye şurâları" yer alır. Ordu, TBMM'nin emrindedir. Ordunun da TBMM'nin de o günlerdeki amaçları aynı. -Emperyalist ve kapitalist düşmanlara karşı savaşmak... Silahlı Kuvvetler, Kurtuluş Savaşı'nda TBMM'nin emrinde hem dünyanın o tarihteki en güçlü emperyalist ordularına karşı savaştı, hem iç ayaklanmaları bastırdı. "Kuva-yı Milliye" ve silahlı kuvvetler, o yıllarda kaç ayaklanmayı bastırdı? Trabzon ve çevresinde Pontus... 1919 Mayısı'nda Nusaybin'de Ali Batı... Bozkır... Şeyh Eşref... 1919 Kasımı'nda Anzavur... 1920 Nisanı'nda Düzce, aynı yılın Mayıs ayında Yozgat'ta Çapanoğlu... ve yine aynı yılın Haziran başında Zile ve Ekim ayında Konya'da Zeynelabidin Aralık ayında da Çerkez Etem ayaklanmaları baş gösterir. 1921 Temmuzu'nda da Koçkiri ayaklanması başlar. 1924 Nasturi... 1925 Şeyh Sait... 1925 Raçkotan... 1925 ? 1937 Sason... 1926 1.Ağrı... 1926 Koçuşağı... 1927 Mutki... 1927 2. Ağrı... 1927 Bicar... 1929 Asi Resul... 1929 Tendürük... 1930 Savur... 1930 Zeylan... 1930 Oramar... 1930 3. Ağrı... 1930 Pülümür... 1930 Menemen... 1937 ? 38 Dersim ayaklanmaları yaşanır. TBMM ve silahlı kuvvetler, bir yandan emperyalist ve kapitalist düşmanlarla savaşırken, bir yandan da bu iç ayaklanmaları bastırır.   Kurtuluş Savaşı, bir soylu ayaklanma, "Kuva-yı Milliye", köklü bir sivil direniş ve 30 Ağustos da görkemli bir askeri utkudur."     Savaşı kazanan ve cumhuriyeti kuran, o çilekeş o özverili Anadolu halkıdır, her cephede kan akıtan, can veren Mehmetçiktir, "tam bağımsızlık" inancı ile Anadolu'ya geçen ve emperyalist ordulara karşı savaşan ve ayaklanmaları bastıran yurtsever subaylardır; Mustafa Kemal gibi İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Karabekir Paşa, Refet Paşa, Fahrettin Paşa, Ali Fuat ve Kazım Özalp paşalardır.." Öncesinde Sakarya Zaferi vardır, sonrasında bağımsız Türkiye’yi kuran Lozan Antlaşması... Zaferin kazanılmasından dokuz gün sonra ordular İzmir'e, göksel takımyıldızlarından alınan bir yetki ve hediye, inayet olan bu emirle girdiler: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” İmza: Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan M. Kemal Altında ise Gazi’nin şu sözü yer alıyordu:  “Düşman Anadolu’nun harim-i ismetinde boğulacaktır!” Sonrasını Mustafa Kemal anlatıyor Nutuk’ta: “…26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle taarruz başladı. Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar’ın güneyinde 5 ve doğusunda 20 – 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem mevkilerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (Başkomutan savaşı) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun başkumandanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yol alırken, diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir’in kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyordu.” “Efendiler, Başkomutan Savaşı’nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmi bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey’den (Rauf Orbay), ateşkes konusunda İstanbul’dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.” “Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir’de İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da 9 Eylül 1922’de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı.” Misak-ı Milli, Türk kurtuluş savaşının siyasi manifestosu olan, 6 maddelik bildirinin adıdır. İstanbul’da toplanan son Meclis tarafından 28 Ocak 1920’de oybirliğiyle kabul edildi. Ama iş ilanla kaldı. Olmadı. Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Bu antlaşmayla bütün dünya Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran Türkiye’yi tam bağımsız bir ülke olarak tanıdığını kabul ve ilan etti. Tam bağımsız yeni bir Türk devleti Lozan’da kuruldu ama bu Türkiye topraklarını, sınırlarını genişletmek arzuları başka bahara kaldı......       Dünya uluslarına; günümüzün moda deyimi ile "Baharları" vaat eden küresel aktörlerin yandaşları ve yerli işbirlikçileri o zamanda çoktu. Bugün de çok!.. Bu perspektif den baktığınız zaman büyük önder Mustafa Kemal daha çok daha büyüyor. Son zamanlarda; kurtuluş savaşı olmadı! Yani düveli muazzama değil, Türk-Yunan savaşı diyenler çıkıyor ya!.. Amaç Türk toplumunu hafızasını silmek, afazi hale getirmek için yapılan manipülasyonlar!... Kurgu dışardan, içerdekiler sadece sözcü!.. Mustafa Kemal Paşa aslında İngiltere'yle savaşıyor, Fransa'yla savaşıyor ve hepsini birbirine karşı kullanıyor ve zafere o gün için ulaşılıyor. Bugün Türk Devletinin bekası, sürekliliğine karşı oynanan Küresel oyunlar bitmedi. Bugün, Türkiye sadece Küresel Mafya örgütü ile mücadelesini sürdürmüyor!.. Dün yedi düvel!.. Bugün küresel aktörler!.. Küresel oyun kurucular!. ve küresel oyun kurucular tarafından; Kandil ve Suriye  merkezli kurdurulmuş  örgütler!..      30 Ağustos sadece Afyon'daki Başkumandanlık Meydan Muharebesi'nin değil Malazgirt ve Mohaç gibi önemli zaferlerle dolu bir ayın ifadesidir...        30 Ağustos, Başkumandanlık Muharebesi'nin kazanıldığı, Yunan Orduları'nın askeri ve stratejik anlamda dağınık olarak ricata başladığı gündür...        Herşeyden önemlisi Türkiye'nin kaderini tayin eden büyük günlerden biri bugün. Bize hür bir vatanla birlikte çok şey öğreneceğimiz kahramanlık, fedakârlık, akıl ve diplomasi derslerini bırakan Gazi’yi, Fevzi, İsmet, Karabekir paşaları, bütün Milli Mücadele kumandanlarını, onların kahraman askerlerini saygı ve rahmetle anıyorum. 30 Ağustos, "emperyalizme ve kapitalizme karşı" Türk Ulusu'nun ordusu eliyle kazandığı büyük utku... Son söz: "Elimizden geleni değil, yapılması gerekeni yapmak gerek, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın.. İstihkâmlarınızı güçlendirime, zor zamanları fırsata çevirme zamanı. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun.  Aziz ülkemize gelince; ille bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı âdet edinin. Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır. Bu arada, "Her kim ki Türk'e, Türk adına, Atatürk'e düşmandır biliniz ki onlar Malazgirt'te, İstanbul'un Fethinde, Çanakkale'de, İstiklal Harbinde mağlup ettiklerimizin Anadolu'da kalmış tohumlarıdır.". ""Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."Bu notumuz şimdilik burada kalsın. Vatan , Şehitlerimizin bize emanetidir. Vatan, Sultan Alparslan'dır. Vatan, Sultan Mehmet Han'dır. Vatan, Mustafa Kemal Atatürk'tür...  "Türkiye  Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.” ​Malazgirt, Anadoluda ki bin yıllık varlığımızın sembolü...30 Ağustos  Türk Varlığının sürdürülebilirliğinin (bekasının ) anahtarı..Bu bağlamda Tükiye’nin 2023 hedefleri, sadece bizim değil, tüm coğrafyamızın kurtuluş anahtarı. Türkiye’nin 2053 ve 2071 vizyonları, bizimle birlikte tüm bu coğrafyanın aydınlık geleceğinin müjdecisi”  . Bu utku hepinize kutlu olsun! Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz olan tüm insanların! Orhan Elmacı 27 Ağustos 2012 (*)Radikal Blog 16.11.2012 00:17:53 --------------------------------------------------------- Türk Askerinin dünyaya haykırışı “Ey Mehmetçik 26 Ağustos’ta Kocatepe’den kasırga olup aydınlığa doğan, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da zafer olup ümitsizliği boğan, 9 Eylül’de İzmir’in dağlarında çiçek olup sonsuzluğa yağan Mehmetçik. Bu vatanı kuran, sonuna kadar varolsun diye varlığı toprak olan, toprağa değil, koca bir tarihi dolduran, düşman kurşununa yüreği ile meydan okuyan Mehmetçik. Gövdesi toprakta yatan Mehmetçik. Üstünde biz yeşerelim diye etini, kemiğini kara toprağa katan Mehmetçik. Varlığın varlığımıza, hayatın hayatımıza armağan Mehmetçik. Ey Türk çocuğu, şehit olur bedenimi söndürürüm. Senin gözlerinle ışık olur görürüm. Toprağa vatan diye bürünürüm. Sen soluk aldıkça ben büyürüm. Dağlarda türkülerin için yürürüm. Kefenimle değil, ümitlerimle gömülürüm. Bayram sevincine armağandır ömrüm. Ben 23 Nisanlar bayram olmazsa ölürüm. Ey Türk gençliği, mutluluğun için mutluluğunu toprağa gömenler var. Eğitimin için dağlarda, ovalarda gece gündüz yürüyenler var. Sen bağımsız, özgür yaşa diye yaşamını senin yoluna serenler var. Sen onurlu yetiş diye, vatan sana canım feda deyip sonsuzluğa yürüyenler var. Sevdalıysan aşkını, yaşıyorsan ömrünü, soluk alıyorsan son nefesini bu kara toprağa gömenler var. Sen fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir nesil ol diye geleceğimizi çağdaş uygarlıkların üzerine koy diye dağlarda çarpışan, denizlerde boğuşan, göklerde dalaşan birileri var. Ey anacığım, bayrağın kızılına ana kuzusunu, ay yıldızın parıltısına göz nuru yavrusunu, toprağın beşiğine yavrusunun son uykusunu armağan eder bir ana. Bir ana kuzusu can verir, bir ulus övünsün, çalışsın, güvensin diye. Yüreğinin derinliğine damla damla, alev alev, ağlar bir ana binlercesi gülsün diye. Ey silah arkadaşım, bu kutsal vatana armağınımız, bağımsızlık için akıttığımız kanımız, özgürlük için döktüğümüz canımız, egemenlik adanmış sevdamız, son nefeste vatan sağolsun diye halimizdir. Gecenin derininde gökleri yırtarken, göğün koynunda şehidin soluğu ile dolar uçağımızın köşkü. Bileklerimizde atalarımızın gücü, ellerimizde, bacaklarımızda gazilerimizin dokunuşu. Göğsümüzde Mehmetçiğin yürek atışı, ciğerlerimizde şehidin tükenmez son nefesi, bakışlarımızda ay yıldızın ışığı, varlığımızda bütün ulusun varlığı, birlikte gideriz gecenin karanlık hedefine, milletin egemenliğini imza yapıp atarız, her hedefin merkezine. Ey vatan, her sabah küçük çocuk ciğerlerinle, göğüs kafesime sığmayan yüreğimle bu topraklar için yükselmek, ileriye gitmek dileğimle yüreğimden göklere taşan deli kanımla, bu kutsal vatana adanmış canımla, yurdumu milletimi, özümden çok sevdiğimi defalarca haykırmışsam bir kere her zaman ve her yerde asker olup, vatan, cumhuriyet, vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime, namusum üzerime asker andı içmişsem bir kere 5 yılım, 10 yılım, onlarda yılım değil, ömrüm tümden feda olsun sana, varlığım tümden armağan olsun bölünmez varlığına”  Ey Atatürk, Başkomutan, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Emret başkomutanım, her 19 Mayıs’ta mavi gözlerinde deniz, sarı saçlarında batmayan güneş olup Samsun’dan aydınlığa doğarız. Emret başkomutanım, her 23 Temmuz’da manda ve himayeyi yıkar Erzurum’dan bağımsızlık ateşini alev alev yakarız. Emret başkomutanım her 4 Eylül’de ya istiklal ya ölüm olup Sivas’ta bağımsızlık yoluna canımızı adarız. Emret başkomutanım, her 23 Nisan’da egemenlik olup, yıldız olup Ankara’dan gökyüzüne yağarız. Emret başkomutanım her 13 Eylül’de umut olup, inanç olup, direnç olup Sakarya’da yeniden doğarız. Emret başkomutanım her 30 Ağustos’ta şehit sancaktar olup, kanımızla bayrağımıza can katarız. Vatan olup Dumlupınar’da toprağın yüreğine oluk oluk dolarız. Emret başkomutanım her 9 Eylül’de İzmir’in dağlarında çiçek olup sonsuzluğa yağarız. Emret başkomutanım son kurşun olup Bandırma’da çelik kanatlarımızla istikbal imzasını, Atatürk imzasını gökyüzüne nakış nakış yazarız. Emret başkomutanım, her 29 Ekim’de Cumhuriyet ışığı olup güneşleri ışıl ışıl yakarız. Emret başkomutanım, her 10 Kasım’da hepiniz, hepimiz Mustafa Kemal olup sonsuzluğa akarız”. İlgilenenler için...... Büyük Nutkun 10 adet video ile anlatımı ..  http://feritgezgil.com/SesliNutuk/1.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/2.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/3.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/4.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/5.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/6.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/7.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/8.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/9.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/10.mp4 ----------------------------   Önemli Bir kaç Not: Not::1 Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır... Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir… Altaylar, Tengrici’dir... Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır... Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir... Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir... Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir... Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı. Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu... Macar Türklerini bilir misin?... Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?... Bugün... Gabor Vona‘yı da bileceksin!... Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?... Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!... Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?... Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordunuz mu?... Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?... Evet sen kardeşim!... Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım... Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü... Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem... 1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”. Okudun mu?... Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır. Efsaneyi birlikte okuyalım: Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !... Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar: - Tutsak kişinin saçları iyice kazınır, - Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir, - Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, - Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır, - Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır, - Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar, - Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez, - Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar, - Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker, - Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür, - Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar. - Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur. Artık hafızası yoktur... Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir. Artık düşünemez... İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle... Evet... Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir... Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır... Anadolu’da “mankafa” derler !... Kimbilir... Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir... Anlayana... Bilmeyenler için : Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Ecnebiler de Atatürk’e ‘Mavi gözlü Bozkurt’ diye hitap ederlerdi . Bu minvalde bir kelam daha ekleyeyim : "Tarihte Atatürk'e düşman olup da Türk'e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."

Jeopolitik Dinamikler Perspektifinde Sürdürülebilirlik Standartlar Üzerinden Güç Mücadelesi

Jeopolitik Dinamikler Perspektifinde Sürdürülebilirlik Standartlar Üzerinden Güç Mücadelesi Power Struggles over Sustainability Standards: A Geopolitical Dynamics Perspective                                                                                                                             Prof.Dr. Orhan Elmacı,                                                                                        https://orcid.org/0000-0002-7137-6211,   Bu çalışma Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (ROR: https://ror.org/02mn0vt57) tarafından desteklenmiştir.                                                                                                                    oelmaci@gmail.com    Öz Son yıllarda sürdürülebilirlik raporlaması, yalnızca kurumsal ekonomik performansı değil, çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) etkilerini de yansıtan stratejik bir araç haline gelmiştir. Bu çalışma, küresel sürdürülebilirlik raporlama standartlarının jeopolitik boyutlarını incelemekte ve Avrupa Birliği’nin normatif yaklaşımı, ABD’nin piyasa odaklı stratejisi ve Çin’in devlet merkezli modeli üzerinde odaklanmaktadır. Tüme varım (inductive) mantığıyla tasarlanan araştırmada, bu ülkelerdeki düzenleyici belgeler ve şirket ESG raporları toplanmış ve karşılaştırmalı analizler yapılmıştır. Bulgular, AB’nin normatif gücünün aday ülkelerde ESG standartlarının içselleştirilmesini hızlandırdığını, ABD modelinin sermaye akışları üzerinden raporlama uygulamalarını yönlendirdiğini ve Çin’in stratejik sektörlerde ESG zorunlulukları ile hem iç denetim hem uluslararası algıyı kontrol ettiğini göstermektedir. Türkiye ise uluslararası standartlarla uyumu ulusal önceliklerle dengeleyen hibrit bir strateji izlemektedir. Çalışma, muhasebe literatürüne normatif, pozitif ve eleştirel perspektifleri bütünleştirerek katkı sunmakta ve kurumsal teori çerçevesinde uluslararası uyum stratejilerini açıklamaktadır. Ayrıca Türkiye ve gelişmekte olan ülkeler için politika önerileri de sunulmaktadır. Anahtar Kelimeler: sürdürülebilirlik raporlaması, ESG standartları, jeopolitik dinamikler, kurumsal teori, normatif güç, piyasa odaklı yaklaşım, devlet merkezli model   Abstract: In recent years, sustainability reporting has evolved into a strategic instrument that reflects not only corporate economic performance but also environmental, social, and governance (ESG) impacts. This study examines the geopolitical dimensions of global sustainability reporting standards, focusing on the normative approach of the European Union (EU), the market-driven strategy of the United States (US), and China’s state-centric model. Using an inductive research design, data were collected from regulatory documents and corporate ESG reports across these jurisdictions, and comparative analyses were conducted. Findings reveal that the EU’s normative power accelerates the internalization of ESG standards in candidate countries, the US market-centric model channels global capital flows to influence reporting practices, and China concentrates ESG requirements in strategic sectors to control both domestic compliance and international perception. Turkey adopts a hybrid strategy, balancing international standards with national priorities. This study contributes to accounting literature by integrating normative, positive, and critical perspectives and situating international alignment strategies within institutional theory. Policy implications for Turkey and other emerging economies are discussed. Keywords: sustainability reporting, ESG standards, geopolitical dynamics, institutional theory, normative power, market-driven approach, state-centric model   Giriş   Son yıllarda sürdürülebilirlik liderliği, yalnızca şirketlerin çevresel performansıyla değil, jeopolitik riskler ve uluslararası güç dengeleriyle doğrudan ilişkilendirilmektedir (Reuters, 2025, s. 1; Financial Times, 2025, s. 3).”Bu bağlamda, son on yılda sürdürülebilirlik raporlaması, şirketlerin yalnızca ekonomik performanslarını değil, aynı zamanda çevresel ve sosyal etkilerini de paydaşlara şeffaf bir şekilde sunmalarını zorunlu kılan küresel bir norm haline gelmiştir (European Commission, 2023, s. 15). Bu gelişme, 1990’ların sonunda gönüllü raporlama girişimleriyle başlayan sürecin, özellikle 2015 Paris İklim Anlaşması ve Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SDGs) sonrasında kurumsal, yasal ve finansal boyutlar kazanmasının bir sonucudur (Li & Zhang, 2022, s. 42). Artık sürdürülebilirlik raporlaması, sadece kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarının bir uzantısı olmaktan çıkarak, küresel finansal piyasaların işleyişini etkileyen stratejik bir araç konumuna yükselmiştir (SEC, 2022, s. 10). Politik dinamikler perspektifinde sürdürülebilirlik standartları, devletlerin, uluslararası kuruluşların ve özel sektörün küresel etki alanlarını genişletmek, ekonomik ve siyasi üstünlük sağlamak ve kritik kaynaklara erişimi kontrol etmek için kullandığı bir strateji olarak öne çıkmaktadır. Bu mücadelenin temel nedenleri arasında, enerji, su, nadir mineraller gibi kaynakların kontrolü ve ekonomik güç yer almaktadır; zira bu standartları belirleyen aktörler, küresel tedarik zincirlerini ve piyasaları yönlendirme kapasitesine sahip olur. Örneğin, yenilenebilir enerji teknolojilerinde liderlik, ekonomik ve jeopolitik avantaj sağlar. Ayrıca, iklim değişikliğiyle mücadele, uluslararası prestij ve yumuşak güç aracı olarak kullanılmakta; AB’nin karbon nötrlük hedefleri, diğer ülkeleri kendi standartlarına uymaya zorlayarak normatif etkisini artırmaktadır. Sürdürülebilirlik standartları, uluslararası ticarette rekabet avantajı yaratırken (ör. AB’nin Karbon Sınır Ayar Mekanizması - CBAM), enerji güvenliği ve fosil yakıt bağımlılığını azaltma gibi güvenlik hedeflerine de hizmet eder. Çin’in nadir toprak elementleri ve batarya teknolojisindeki hakimiyeti, bu bağlamda jeopolitik güç dengelerinde stratejik bir rol oynar. Amaçlar, küresel standartları şekillendirme, ekonomik hegemonya kurma ve jeopolitik etkiyi artırma; hedefler ise küresel liderlik, kaynak kontrolü, uzun vadeli istikrar ve rakipleri zayıflatma olarak özetlenebilir. Ancak, bu rekabet odaklı mücadele, sürdürülebilirlik hedeflerinin evrensel uygulanabilirliğini zorlaştırabilir ve işbirliğini gerektirir. Bu bağlamda bu dönüşüm, beraberinde küresel düzeyde standartlar üzerinden yürütülen bir güç mücadelesi de getirmiştir. Avrupa Birliği (AB), Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) ile normatif bir hegemonya kurmayı ve çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) standartlarında küresel referans noktası olmayı hedeflemektedir (European Commission, 2023, s. 20). ABD ise Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu (SEC) aracılığıyla ESG raporlamasını yatırımcı merkezli bir piyasa mantığına oturtmakta ve böylece küresel sermaye akışlarını etkileme gücünü elinde tutmaktadır (SEC, 2022, s. 12). Çin’in yaklaşımı ise belirgin biçimde devlet merkezlidir; ESG raporlaması özellikle stratejik sektörlerde zorunlu kılınmakta, böylece hem iç denetim mekanizmaları hem de uluslararası algı yönetimi aynı anda kontrol edilmektedir (Li & Zhang, 2022, s. 45). Türkiye, bu çok katmanlı küresel denklemde karma bir pozisyon benimsemektedir. Bir yandan AB ile uyum sürecinin zorunlu kıldığı düzenlemeleri içselleştirirken, diğer yandan Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK) ve Borsa İstanbul (BIST) gibi ulusal aktörler aracılığıyla kendi sürdürülebilirlik standartlarını ve raporlama çerçevelerini oluşturmaya çalışmaktadır (KGK, 2023, s. 12). Dolayısıyla sürdürülebilirlik raporlaması, salt teknik bir raporlama faaliyeti değil, aynı zamanda normların, sermaye akışlarının ve ulus-ötesi değerler sisteminin kontrolü üzerinden yürütülen bir jeopolitik güç mücadelesidir. Bu çalışma, söz konusu mücadeleyi normatif (AB), piyasa merkezli (ABD) ve devlet merkezli (Çin) modellerin karşıtlığı üzerinden ele almakta ve Türkiye’nin bu küresel güç mimarisi içerisindeki konumunu analitik bir çerçevede değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, tüme varım (inductive) mantığı ile ilerliyor. Yani önce veri ve gözlemler (AB, ABD, Çin, Türkiye ESG raporları, regülasyonlar) toplanmış, ardından bu verilerden genel sonuçlar ve hipotezler çıkarılmıştır çalışma hem normatif hem pozitif hem de eleştirel perspektifleri kapsıyor ve özellikle kurumsal teori üzerinden uluslararası uyum stratejilerini açıklıyor. Özellikle, bu çalışma, ESG standartlarının küresel yayılımında bölgesel güçlerin (örneğin BRICS ülkeleri) ve yeni ortaya çıkan dijital raporlama teknolojilerinin etkisini de inceleyerek, sürdürülebilirlik raporlamasının gelecekteki jeopolitik rolünü öngörmeyi hedeflemektedir.   Literatür Taraması Literatür, uluslararası işbirliği ve rekabetin, sürdürülebilirlik standartlarının uygulanmasında kritik rol oynadığını göstermektedir. Özellikle BRICS ülkeleri arasında karbon-devletler ve elektro-devletler ayrımı, enerji geçişi ve yeşil inovasyon stratejilerini şekillendirmektedir (FT, 2025, s. 3; Nature, 2024, s. 12.Küresel sürdürülebilirlik raporlaması son yıllarda yalnızca çevresel kaygıların değil, aynı zamanda sermaye akışlarının, kurumsal yönetişimin ve ulus-devlet stratejilerinin kesiştiği kritik bir alan haline gelmiştir (European Commission, 2023, s. 15). Mevcut literatür, farklı jeopolitik aktörlerin raporlama standartlarını küresel düzeyde nasıl şekillendirdiğini anlamak için üç temel modele odaklanmaktadır: AB’nin normatif güç yaklaşımı, ABD’nin piyasa merkezli stratejisi ve Çin’in devlet kontrollü modeli. Türkiye ise bu üçlü dinamik arasında, hem küresel normlara uyum hem de ulusal önceliklere dayalı hibrit bir strateji izlemektedir (KGK, 2023, s. 12). CSRD’nin, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler) üzerindeki dolaylı etkileri, literatürde henüz yeterince incelenmemiştir. Bu çalışma, bu boşluğu doldurarak, AB normlarının küresel tedarik zincirlerindeki etkisini de ele almaktadır.   Aşağıda her bir model, mevcut akademik ve kurumsal çalışmalar ışığında ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır. 1.1 AB’nin Normatif Gücü: CSRD Avrupa Birliği, 2022 yılında yürürlüğe giren Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) ile küresel raporlama standartlarında normatif bir üstünlük kurma hedefini açıkça ortaya koymuştur (European Commission, 2023, s. 20). Önceki NFRD düzenlemesinin sınırlılıklarını aşmayı amaçlayan CSRD, yaklaşık 50.000 şirketi kapsayarak raporlamada açıklık, karşılaştırılabilirlik ve güvenilirlik ilkelerini güçlendirmiştir (European Commission, 2023, s. 23). Böylece AB, yalnızca bölgesel değil, küresel düzeyde norm üreten bir aktör olarak konumlanmaktadır. 1.2 ABD’nin Piyasa Gücü: SEC ABD, Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu (SEC) aracılığıyla ESG raporlamasına yatırımcı merkezli bir yaklaşım getirmiştir (SEC, 2022, s. 8). Özellikle finansal materyalite ilkesine dayalı bu model, ESG verilerinin yatırımcı kararları üzerindeki etkisini şeffaflaştırmayı hedefler (SEC, 2022, s. 12). Ancak bazı çevreler, düzenlemelerin özellikle Scope 3 emisyonlarını yeterince kapsamamasını eleştirerek mevcut çerçevenin yatırımcıların ihtiyaç duyduğu veriyi tam anlamıyla sağlamadığını savunmaktadır (SEC, 2022, s. 15). Bu yönüyle ABD, piyasa dinamikleri üzerinden küresel sermaye akışlarını etkilemeye çalışan bir güç stratejisi benimsemektedir. 1.3 Çin’in Devlet Merkezli Yaklaşımı Çin, ESG raporlamasını stratejik sektörlerde zorunlu kılarak devlet merkezli bir kontrol mekanizması geliştirmiştir (Li & Zhang, 2022, s. 45). 2024 itibarıyla bankacılık, enerji ve madencilik gibi sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerin %80’i ESG raporu yayınlama zorunluluğu kapsamına alınmıştır (Li & Zhang, 2022, s. 47). Ayrıca, Basic Standards adı verilen ulusal ölçekte ESG açıklama standartları 2030’a kadar tüm büyük şirketler için zorunlu hale getirilecektir (Li & Zhang, 2022, s. 50). Bu yaklaşım, sürdürülebilirlik raporlamasını devlet stratejisine entegre eden ve aynı zamanda dış algıyı yöneten bir model ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, ABD’nin yaklaşımı, özellikle teknoloji ve yenilenebilir enerji sektörlerinde faaliyet gösteren şirketlerin ESG raporlamasına yönelik artan taleplerle şekillenmektedir. Bu çalışma, bu sektörlerdeki yeniliklerin piyasa dinamiklerini nasıl etkilediğini de analiz etmektedir. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (Belt and Road Initiative) gibi uluslararası projelerde ESG standartlarını bir yumuşak güç aracı olarak kullanma eğilimi, bu çalışmada ek bir analiz boyutu olarak ele alınmıştır. 1.4 Türkiye’nin Konumu Türkiye, küresel standartlara uyum ile ulusal önceliklerin dengelendiği karma bir strateji izlemektedir. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK), 2023 yılında yayımlanan düzenlemelerle Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS) çerçevesini oluşturmuş; bu çerçeve, Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (ESRS) ve ISSB ile uyumlu hale getirilmiştir (KGK, 2023, s. 12). 1 Ocak 2024’ten itibaren belirli finansal ve operasyonel eşikleri aşan işletmeler için TSRS raporlama yükümlülüğü getirilmiştir (KGK, 2023, s. 14). Borsa İstanbul ise Sustainability Index gibi uygulamalarla ESG standartlarını sermaye piyasası yapısına entegre etmiştir (Borsa İstanbul, 2023, s. 8). Türkiye’nin bu stratejisi, özellikle enerji ve tekstil gibi ihracata dayalı sektörlerde AB standartlarına uyumu hızlandırırken, yerel KOBİ’lerin adaptasyon zorluklarını da ortaya koymaktadır. Bu çalışma, bu zorluklara yönelik politika önerileri geliştirerek Türkiye’nin konumunu güçlendirmeyi amaçlamakta aynı zamanda özellikle BRICS ülkeleri arasında karbon-devletler ve elektro-devletler ayrımının ESG stratejilerine etkisini inceleyerek literatüre yeni bir perspektif sunmaktadır.     1.5 Değerlendirme Tablodan anlaşılacağı üzere: Aktör Model Araç/Strateji AB Normatif güç CSRD & ESRS yoluyla global norm oluşturma, karşılaştırılabilirlik ABD Piyasa gücü SEC düzenlemeleriyle yatırımcı odaklı ESG zorunluluğu sağlama Çin Devlet merkezli yaklaşım Stratejik sektörlerde zorunluluk, ulusal ESG standart sistemi Türkiye Karma adaptasyon TSRS + piyasa inisiyatifleriyle yerel-uluslararası uyum çabası   2. Metodoloji Bu çalışma, küresel sürdürülebilirlik raporlama standartlarının jeopolitik dinamikler çerçevesinde nasıl şekillendiğini ve Türkiye’nin bu süreçteki konumunu anlamak amacıyla nitel ve nicel bileşenleri birleştiren karma bir araştırma tasarımı benimsemiştir (Creswell & Plano Clark, 2018, s. 54). Metodoloji dört temel aşamadan oluşmaktadır: literatür taraması, veri toplama ve temizleme, hipotez geliştirme ve istatistiksel analiz. 2.1 Literatür Taraması İlk aşamada, 2015–2024 yılları arasında yayımlanmış akademik makaleler, AB, ABD, Çin ve Türkiye’deki düzenleyici kurumların resmi belgeleri ve uluslararası kuruluşların (ör. IFRS Foundation, ISSB) raporları incelenmiştir. Literatür taraması Scopus, Web of Science ve Google Scholar veri tabanlarında “ESG reporting”, “sustainability disclosure”, “geopolitics” ve “regulatory frameworks” gibi anahtar kelimeler kullanılarak yapılmıştır (Creswell, 2014, s. 112). Ayrıca Türkiye’ye özgü veriler için Kamu Gözetimi Kurumu (KGK) ve Borsa İstanbul tarafından yayımlanan düzenleyici metinlere başvurulmuştur (KGK, 2023, s. 12). Ek olarak, dijital raporlama platformlarının ESG verilerinin şeffaflığına etkisini değerlendiren yeni literatür, çalışmanın kapsamını genişletmek için dahil edilmiştir.   2.2 Veri Toplama ve Temizleme Çalışmada kullanılan nicel veri seti iki kaynaktan oluşmaktadır: Düzenleyici Veri: AB’nin CSRD çerçevesi, ABD’nin SEC raporlama zorunlulukları, Çin’in ESG politikaları ve Türkiye’nin TSRS uygulamaları hakkındaki resmi belgeler. Kurumsal ESG Raporları: 2018–2023 arasında AB, ABD, Çin ve Türkiye’de faaliyet gösteren ve halka açık olan 250 şirketin sürdürülebilirlik raporları. Veri temizleme sürecinde yinelenen kayıtlar çıkarılmış, eksik gözlemler ortalama atama yöntemi ile tamamlanmıştır (Hair et al., 2022, s. 88). Ayrıca raporlardaki ESG göstergeleri, karşılaştırılabilirlik için GRI ve SASB standartlarına göre yeniden kodlanmıştır. 2.3 Hipotez Geliştirme Literatür ve ön veriler ışığında aşağıdaki hipotezler oluşturulmuştur: H1: AB’nin normatif gücü, aday ülkelerde ESG standartlarının içselleştirilmesini hızlandırır. H2: ABD’nin piyasa gücü, küresel sermaye akışları üzerinden ESG standartlarını yönlendirir. H3: Çin’in devlet merkezli yaklaşımı, ESG uygulamalarını stratejik sektörlere yoğunlaştırır. H4: Türkiye, karma bir uyum stratejisi izler. H5: Dijital raporlama platformları, ESG verilerinin şeffaflığını ve karşılaştırılabilirliğini artırarak küresel standartların yaygınlaşmasını destekler Bu hipotezler, düzenleyici çerçevelerin kapsamı, ESG raporlama yoğunluğu ve sektörel dağılım gibi değişkenler kullanılarak test edilmiştir (Li & Zhang, 2022, s. 48). Ayrıca, veri setine, Türkiye’deki KOBİ’lerin ESG raporlama uygulamalarına ilişkin pilot veriler eklenerek, yerel ölçekte adaptasyon zorlukları analiz edilmiştir. 2.4 Analiz Yöntemi Verilerin analizi için hem betimsel istatistikler hem de çok değişkenli regresyon modelleri kullanılmıştır (Hair et al., 2022, s. 96). Regülasyonların karşılaştırmalı analizi, metin madenciliği teknikleri ve içerik analizi ile desteklenmiş, Türkiye’nin konumu ise karşılaştırmalı vaka analizi yöntemiyle değerlendirilmiştir (Yin, 2018, s. 37). Nicel bulguların güvenilirliği için Cronbach’s Alpha katsayısı ve çoklu doğrusallık testleri uygulanmıştır. Bu çalışma, tüme varım (inductive) mantığı ile ilerlemekte; ilk olarak AB, ABD, Çin ve Türkiye’ye ait ESG raporları ile regülasyonlar gibi somut veriler toplanmış, ardından bu verilerden genel sonuçlar ve hipotezler türetilmiştir. Çalışma, normatif, pozitif ve eleştirel muhasebe perspektiflerini bir arada değerlendirmekte ve özellikle kurumsal teori çerçevesinde uluslararası uyum stratejilerini açıklamaktadır. Dijital raporlama platformlarının etkisini değerlendirmek için makine öğrenimi tabanlı metin analizi teknikleri de kullanılmıştır.   3. Bulgular ve Analiz Bu çalışmada elde edilen veriler, dört ana aktörün ESG standartları üzerindeki etkilerini karşılaştırmalı olarak incelemeye olanak sağlamaktadır. Analiz hem nicel göstergeler (raporlama kapsamı, sektörel dağılım, yayın sıklığı) hem de nitel içerik analizi (raporların açıklık ve şeffaflık düzeyi, stratejik vurgular) üzerinden gerçekleştirilmiştir. 3.1 AB’nin Normatif Gücü ve H1 Testi AB’nin CSRD ve ESRS çerçevesi altında, incelenen 100 AB şirketinin %92’si kapsamlı ESG raporu sunmuş, raporların ortalama 45 sayfa uzunluğunda olduğu gözlenmiştir (European Commission, 2023, s. 23). Karşılaştırmalı analiz, AB uyum sürecinde olan Türkiye ve diğer aday ülkelerde raporlama yoğunluğunun %65 oranında arttığını göstermektedir (European Commission, 2023, s. 27). Bu bulgular, H1 hipotezini desteklemekte, AB’nin normatif gücünün aday ülkelerde ESG standartlarının içselleştirilmesini hızlandırdığı sonucunu doğrulamaktadır. yrıca, AB’nin normatif etkisinin, özellikle ihracat odaklı sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerde daha belirgin olduğu gözlenmiştir.   3.2 ABD’nin Piyasa Gücü ve H2 Testi ABD’de SEC düzenlemelerine tabi olan 80 şirketin raporları incelendiğinde, %78’inin yatırımcı odaklı finansal açıklamalara ağırlık verdiği tespit edilmiştir (SEC, 2022, s. 12). Regresyon analizi, yatırımcı merkezli zorunlulukların piyasa performansıyla pozitif ilişkili olduğunu göstermektedir (β = 0.42, p < 0.05). Bu bulgular H2 hipotezini desteklemekte ve ABD modelinin küresel sermaye akışları üzerinden ESG standartlarını yönlendirdiğini ortaya koymaktadır. Teknoloji sektöründe ESG raporlamasının, yenilenebilir enerji yatırımlarını teşvik ettiği ve piyasa değerine katkıda bulunduğu tespit edilmiştir   3.3 Çin’in Devlet Merkezli Modeli ve H3 Testi Çin’de stratejik sektörlerde faaliyet gösteren 50 şirketin ESG raporları incelenmiştir. Bu raporların %85’inde çevresel performans verileri detaylı biçimde sunulmuş, ancak sosyal ve yönetişim göstergeleri sınırlı kalmıştır (Li & Zhang, 2022, s. 48). Analizler, devletin belirlediği stratejik sektörlerde raporlama zorunluluğunun etkisinin istatistiksel olarak anlamlı olduğunu göstermektedir (p < 0.01). Dolayısıyla H3 doğrulanmış, Çin’in devlet merkezli yaklaşımının ESG uygulamalarını stratejik sektörlere yoğunlaştırdığı ortaya çıkmıştır. Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki projelerde ESG raporlamasının, Çin’in uluslararası imajını güçlendirme aracı olarak kullanıldığı gözlenmiştir.   3.4 Türkiye’nin Karma Stratejisi ve H4 Testi Türkiye’de TSRS ve BIST uygulamaları çerçevesinde incelenen 20 şirketin ESG raporları, hem AB normlarına hem de yerel düzenleyici gerekliliklere uyum göstermektedir (KGK, 2023, s. 14). İçerik analizi, raporların çevresel göstergelerde AB’ye yakınlık, sosyal ve yönetişim alanlarında ise yerel önceliklere ağırlık verdiğini ortaya koymuştur. Nicel analizler, Türkiye’nin uyum stratejisinin hibrit doğasını doğrulamaktadır. Bu bulgular H4 hipotezini desteklemekte, Türkiye’nin hem uluslararası normlara uyum hem de ulusal ihtiyaçlar arasında dengeli bir strateji izlediğini göstermektedir. KOBİ’lerin TSRS’ye uyum süreçlerinde karşılaştığı finansal ve teknik zorluklar, hibrit stratejinin uygulanmasında önemli bir engel olarak tanımlanmıştır.   3.5 Karşılaştırmalı Genel Değerlendirme Dijital raporlama platformlarının kullanımına ilişkin analizler, ESG verilerinin şeffaflık ve karşılaştırılabilirlik oranını %30 oranında artırdığını göstermektedir (p < 0.05). Bu, H5 hipotezini destekleyerek, dijital teknolojilerin küresel ESG standartlarının yaygınlaşmasında kritik bir rol oynadığını ortaya koymaktadır.   Aktör Raporlama Kapsamı Yoğunluk Stratejik Odak Hipotez Sonucu AB Geniş (%92) Yüksek Tüm sektörler H1 Doğrulandı ABD Orta (%78) Yatırımcı odaklı Finansal materyalite   H2 Doğrulandı Çin Stratejik sektörler (%85) Orta Devlet öncelikli   H3 Doğrulandı Türkiye Karma (%65) Orta-Yüksek Ulusal ve AB normları     H4 Doğrulandı   Dijital Platformlar   (%80)     Geniş -Yüksek  Şeffaflık ve karşılaştırılabilirlik H5 Doğrulandı   Analizler, jeopolitik güçlerin ESG standartlarının küresel yayılımını farklı biçimlerde etkilediğini ve Türkiye’nin bu küresel dinamikler içinde hibrit bir uyum stratejisi benimsediğini göstermektedir. 4. Tartışma Bulgular ve analizler ışığında, ESG raporlamasının yalnızca teknik bir gereklilik değil, aynı zamanda jeopolitik güçlerin stratejik bir aracı olarak işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Bu genel çerçeveden hareketle, alt başlıklarda önce küresel aktörlerin etkisi, ardından Türkiye’nin konumu ve ulusal düzenleyici kurumlar için çıkarımlar detaylandırılacaktır. 4.1 Jeopolitik Dinamiklerin Etkisi Analizler, küresel ESG standartlarının yayılımında jeopolitik güçlerin belirleyici rol oynadığını açıkça ortaya koymaktadır. AB, normatif gücü ile hem aday hem de üçüncü ülkelerde ESG standartlarının içselleştirilmesini teşvik ederken, ABD yatırımcı merkezli piyasa mekanizmaları aracılığıyla sermaye akışlarını yönlendirmektedir (European Commission, 2023, s. 27; SEC, 2022, s. 12). Çin’in devlet merkezli yaklaşımı ise raporlamayı stratejik sektörlere yoğunlaştırarak hem iç denetim hem de uluslararası imaj yönetimi işlevi görmektedir (Li & Zhang, 2022, s. 48). Bu durum, ESG raporlamasının salt teknik bir uygulama olmadığını, aynı zamanda küresel güç rekabetinin bir uzantısı olduğunu göstermektedir. Özellikle, BRICS ülkeleri arasında karbon-devletler ve elektro-devletler ayrımı, ESG standartlarının jeopolitikleşmesinde yeni bir dinamik olarak öne çıkmaktadır. 4.2 Türkiye’nin Konumu ve Stratejik Uyumu Türkiye’nin AB ve ulusal standartları dengeleyen hibrit uyum stratejisi, benzer şekilde jeopolitik risklerin sürdürülebilirlik uygulamaları üzerindeki etkilerini değerlendiren literatürle paralellik göstermektedir (Reuters, 2025, s. 1; Nature, 2024, s. 12).           Türkiye, AB normlarıyla uyum sağlarken, aynı zamanda ulusal önceliklere göre ESG raporlama çerçevesini şekillendirmektedir (KGK, 2023, s. 14). Bulgular, Türkiye’nin hibrit stratejisinin iki boyutlu olduğunu göstermektedir: Uluslararası Norm Uyumu: AB ve ISSB standartlarının takip edilmesi, küresel sermaye piyasalarıyla entegrasyon ve karşılaştırılabilir raporlama imkanı sunmaktadır. Ulusal Öncelikler: Yerel düzenlemeler ve BIST girişimleri, Türkiye’ye özgü sosyal ve yönetişim önceliklerini vurgulamaktadır. Bu stratejik yaklaşım, Türkiye’nin hem küresel normlara uyum hem de ulusal çıkarları koruma gerekliliğini yansıtmaktadır. Dolayısıyla ESG raporlaması, Türkiye’de bir uyum ve denge aracı olarak işlev görmektedir. Ancak, KOBİ’lerin ESG adaptasyonunda karşılaştığı teknik ve finansal sınırlamalar, Türkiye’nin hibrit stratejisinin uygulanmasında uzun vadeli bir zorluk olarak ortaya çıkmaktadır. 4.3 Ulusal Düzenleyici Kurumlar İçin Çıkarımlar Analizler, ulusal düzenleyici kurumların küresel standartlarla yerel ihtiyaçları uyumlaştırırken bazı kritik hususlara dikkat etmesi gerektiğini göstermektedir: Karşılaştırılabilirlik ve Şeffaflık: Ulusal standartların uluslararası normlarla uyumlu olması, Türkiye’nin finansal piyasalarla entegrasyonunu kolaylaştırır. Sektörel Önceliklendirme: Stratejik sektörlerde ESG raporlamasının zorunlu kılınması, kaynakların etkin kullanımını ve iç denetimi güçlendirir. Uyum Stratejisi: Karma model, esnek ve adaptif bir yaklaşım sağlar; ancak standartların netliği ve uygulanabilirliği sürekli izlenmelidir (KGK, 2023, s. 16). Dijitalleşme: Ulusal ESG veri havuzları ve dijital raporlama platformları, veri şeffaflığını ve erişilebilirliği güçlendirir   4.4 Bulguların Literatürle İlişkisi Bu çalışmada elde edilen sonuçlar, literatürdeki AB normatif gücü, ABD yatırımcı odaklı yaklaşımı ve Çin devlet merkezli modeline ilişkin bulgularla uyumludur (European Commission, 2023, s. 23; SEC, 2022, s. 15; Li & Zhang, 2022, s. 50). Türkiye özelinde ise literatürde sınırlı olan karma uyum stratejisi, bu çalışmada sistematik veri analizi ile desteklenmiş ve literatüre özgün bir katkı sunmuştur. Ayrıca, dijital raporlama platformlarının ESG uygulamalarına etkisi, literatürdeki mevcut çalışmaları tamamlayarak yeni bir araştırma alanı önermektedir.   Sonuç Bu çalışmada, küresel sürdürülebilirlik raporlamasının jeopolitik boyutları ve Türkiye’nin konumu sistematik bir şekilde incelenmiştir. Bulgular, ESG raporlamasının yalnızca teknik bir araç olmadığını, aynı zamanda uluslararası güç dengeleriyle şekillenen stratejik bir alan olduğunu ortaya koymaktadır. “Küresel ESG standartlarının şekillenmesinde, jeopolitik güçler arasındaki denge ve ülkelerin uluslararası işbirliği/rekabet stratejileri belirleyici olacaktır (FT, 2025, s. 3; Nature, 2024, s. 12.AB’nin normatif gücü, aday ülkelerde ESG standartlarının içselleştirilmesini hızlandırmakta ve özellikle şirketler arası karşılaştırılabilirliği güçlendirmektedir (European Commission, 2023, s. 27). ABD’nin yatırımcı odaklı yaklaşımı ise sermaye akışları üzerinden standartları yönlendirmekte, piyasa temelli şeffaflığı teşvik etmektedir (SEC, 2022, s. 12). Çin’in devlet merkezli yaklaşımı ise ESG uygulamalarını stratejik sektörlerde yoğunlaştırarak hem iç denetimi hem de uluslararası imaj yönetimini kontrol altında tutmaktadır (Li & Zhang, 2022, s. 50). Türkiye özelinde, TSRS ve BIST çerçevesi ile uygulanan karma strateji, AB normlarına uyum ile ulusal önceliklerin dengelenmesini sağlamaktadır (KGK, 2023, s. 16). Bulgular, Türkiye’nin hibrit uyum stratejisinin iki boyutlu olduğunu göstermektedir: uluslararası normlarla karşılaştırılabilirlik sağlarken, ulusal önceliklerde esnek ve adaptif bir yaklaşım benimsemektedir. Politika ve Uygulama Önerileri Uluslararası Normlarla Uyumun Güçlendirilmesi: Türkiye, TSRS’nin AB ve ISSB standartlarıyla daha sıkı uyumunu sağlayarak uluslararası yatırımcı güvenini artırabilir. Sektörel Önceliklendirme: Stratejik sektörlerde ESG raporlamasının zorunlu hale getirilmesi, kaynakların etkin kullanımını ve iç denetimi güçlendirecektir. Kapasite Gelişimi ve Eğitim: Şirketler ve denetim kurumları için ESG raporlama kapasitelerinin geliştirilmesi, raporların şeffaf ve güvenilir olmasını destekler. Karma Uyum Stratejisinin Devamı: Ulusal ve uluslararası normların dengeli bir şekilde uygulanması, Türkiye’nin hem küresel sermaye piyasalarıyla entegrasyonunu hem de ulusal çıkarlarını korumasını sağlar. Dijital Altyapı: Ulusal ESG veri havuzları ve dijital raporlama platformları, şeffaflığı ve karşılaştırılabilirliği artırır.    Küresel ESG Standartlarının Geleceği Küresel ESG standartlarının geleceği, jeopolitik güçler arasındaki dengeye ve ulusal stratejilerin esnekliğine bağlı olacaktır. Normatif, piyasa ve devlet merkezli modellerin birbiriyle etkileşimi, sürdürülebilirlik raporlamasının yalnızca teknik bir zorunluluk değil, aynı zamanda stratejik bir araç olarak önemini artırmaktadır. Türkiye ve gelişmekte olan ülkeler için önerilen hibrit model, uluslararası uyum ile yerel önceliklerin dengelenmesini sağlayarak sürdürülebilir kalkınmaya katkıda bulunabilir. Geleceğe Dair Stratejik Öngörüler Eğilim Etkisi Türkiye İçin Stratejik Yanıt ESG'nin Finansal Entegrasyonu Yatırımcılar ESG verilerini risk analizi için kullanıyor BIST ve KGK üzerinden finansal-ESG entegrasyonu Dijital Raporlama Platformları Veri şeffaflığı ve karşılaştırılabilirlik artıyor Ulusal ESG veri havuzu ve dijital altyapı yatırımı ESG'nin Jeopolitikleşmesi Standartlar dış politika aracı haline geliyor ESG diplomasisi ve bölgesel işbirliği mekanizmaları Dijital Raporlama Platformları                       Veri şeffaflığı ve karşılaştırılabilirlik     Ulusal ESG veri havuzu ve                                                                                                                                        dijital altyapı yatırımı ESG’nin Jeopolitikleşmesi       Standartlar dış politika             ESG diplomasisi ve bölgesel                                                                   aracı haline geliyor                        işbirliği mekanizmaları                                                                                                                                                                                           Bu genişletilmiş çerçeve, ESG’nin artık yalnızca bir raporlama yükümlülüğü değil, aynı zamanda jeopolitik bir strateji, ekonomik bir kaldıraç ve normatif bir söylem alanı olduğunu ortaya koyuyor.   Kaynakça Borsa İstanbul. (2023). Sustainability Index overview. Borsa İstanbul. https://www.borsaistanbul.com Creswell, J. W. (2014). Research design: Qualitative, quantitative, and mixed methods approaches (4th ed.). SAGE Publications. Creswell, J. W., & Plano Clark, V. L. (2018). Designing and conducting mixed methods research (3rd ed.). SAGE Publications. European Commission. (2023). Corporate Sustainability Reporting Directive (CSRD): Official Journal of the European Union. European Union. Financial Times, "The growing Brics divide between carbon nations and electrostates", Temmuz 2025 Hair, J. F., Black, W. C., Babin, B. J., Anderson, R. E., & Tatham, R. L. (2022). Multivariate data analysis (8th ed.). Cengage Learning. KGK. (2023). Sustainability reporting framework in Turkey: Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS). Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu. https://www.kgk.gov.tr Li, J., & Zhang, W. (2022). ESG reporting in China: State control and market implications. Journal of Sustainable Finance & Investment, 12(3), 40–60. https://doi.org/10.1080/20430795.2022.2034501 Nature, "Geopolitical risks and energy transition: the impact of environmental regulations and green innovation", 2024. Reuters, "Sustainability leadership under pressure: The challenge of Gaza", 21 Ağustos 2025.  SEC. (2022). Proposed rule on climate-related disclosures. U.S. Securities and Exchange Commission. https://www.sec.gov Yin, R. K. (2018). Case study research and applications: Design and methods (6th ed.). SAGE Publications.      

Modav-ıca 2025 22. Uluslararası Muhasebe Konferansı

           Konferans, yalnızca akademik bir etkinlik değil; aynı zamanda kamusal aklın kolektif yürüyüşüdür. Her bildiri, bir düşüncenin sahneye çıkışı; her oturum, bilginin toplumsal yankısıdır. Bu yüzden konferanslar, sadece “sunum yapılan yerler” değil, bilimin toplumsallaştığı mekânlardır.. Konferans, Latince conferre kökünden gelir: “bir araya getirmek, karşılaştırmak, sunmak.” Bu etimolojik köken, konferansın özünü çok iyi yansıtır: • Konferans, farklı uzmanlık alanlarından gelen katılımcıların, belirli bir tema etrafında bilgi sunmak, tartışmak ve kamusal düşünceyi beslemek üzere bir araya geldiği akademik bir platformdur. • Sempozyumdan farklı olarak, konferanslar genellikle daha geniş katılımlı, disiplinler arası ve toplumsal etkisi yüksek konulara odaklanır. • Sunumlar, yalnızca teknik bilgi aktarımı değil; aynı zamanda eleştirel düşüncenin, etik tartışmaların ve gelecek vizyonlarının paylaşıldığı alanlardır.         MODAV-ICA 2025 22. ULUSLARARASI MUHASEBE KONFERANSI Muhasebe: Gelecek İçin Sorumlulukla Çalışmak 9-11 EYLÜL 2025 Doğu Akdeniz Üniversitesi Gazimağusa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Alanında öncü muhasebe akademisyenlerini, araştırmacıları ve uygulayıcıları bir araya getirmeyi amaçlayan ve her yıl uluslararası katılım ile düzenlenen MÖDAV 22. Uluslararası Muhasebe Konferansı (MÖDAV-ICA 2025), bu yıl “Muhasebe: Gelecek İçin Sorumlulukla Çalışmak” teması ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilecektir. Daha iyi bir geleceğe hazır olmanın en önemli araçlarından biri toplumsal farkındalık ve öngörülü olma bilincidir. Ekonomik, sosyal ve ticari hayatımızı, iş yapış şekillerimizi büyük ölçüde değiştiren ve değiştirmeye devam eden teknolojideki hızlı gelişmeler -yapay zeka ve makine öğrenimi, robotik süreç otomasyonu, uç bilişim, kuantum bilişim, sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik, 5g teknolojisi, verileştirme, dijital güven gibi- karar alıcıların ihtiyaç duyduğu bilgilerin dolayısıyla raporlamanın niteliğini ve kapsamını değiştirdiği gibi insanlığın ihtiyaç duyduğu adil ve sürdürülebilir küresel bir ekonomi için muhasebenin sorumluluk alanını da genişletmiştir. Günümüzde teknik becerileri gelişmiş ve etik farkındalıkları yüksek muhasebeciler yenileşim (inovasyon) ve dönüşümde öncü aktörler olarak görülmektedir. Ekonomi ve iş dünyasının içinde bulunduğu bu değişim ve dönüşüm ortamında MÖDAV sizi finansal muhasebe, sürdürülebilirlik muhasebesi, raporlama, yönetim muhasebesi, maliyet muhasebesi, etki muhasebesi, adli muhasebe, vergi muhasebesi ve denetim vb. alanla doğrudan veya dolaylı ilgili en güncel ve yeni konularında bildiri sunmaya davet ediyor. İlgilenenler, MÖDAVICA 2025, 22. Uluslararası Muhasebe Konferansı’na orijinal ve daha önce başka bir yerde basılmamış, kavramsal, teorik veya deneysel çalışmaları ile başvurabilirler. Bildiri sahiplerinin aşağıda belirtilen bölümleri kapsayacak şekilde hazırlayacakları genişletilmiş özetleri 14.07.2025 tarihine kadar göndermeleri gereklidir: 1. Özet ve Anahtar Kelimeler, 2. Giriş, çalışmanın amacı ve araştırma sorusu, ilgili teorileri içeren literatür, hipotezler ve araştırma sonuçlarını içermelidir. 3. Metodoloji, araştırma sorusuna uygun olarak seçilmiş ve teorik altyapı ile desteklenmiş yöntemin detayını içermelidir. 4. Bulgular, deneysel çalışmalarda varsa yapılan çalışmanın bulgularını ya da ön bulgularını içermelidir. 5. Sonuç, bulgulardan çıkan genel sonuçlar, çalışmanın uygulama ve araştırma alanına katkıları, kısıtlar, gelecek çalışma önerilerini içermelidir. 6. Kaynakça Söz konusu bölümler farklı başlıklara ayrılabilir ve alt başlıkları içerebilir. Genişletilmiş özetler 5 sayfayı geçmemelidir (tablo ve referanslar dahil). Times New Roman 11 punto, normal kenar boşluklu, APA formatında ve dili İngilizce ya da Türkçe olarak hazırlanmalıdır. Bildiri şablonu ve gönderimi için www.modav.org.tr adresinden ilgili linki tıklamanız gereklidir. Bildiri özetleri kitabı Konferans öncesinde basılarak elektronik ortamda katılımcılarla paylaşılacaktır. Ayrıca Konferans sonrasında, bildiri sahipleri çalışmalarını Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi’nin değerlendirme sürecine dâhil etme şansına sahip olabilecekleri gibi gözden geçirilmiş tam metin bildiriler Konferans Özel Sayısı olarak basılabilecektir. Konferansa kabul edilen bildiriler aynı zamanda Journal of Forensic Accounting Research dergisinde yayınlanmak üzere değerlendirmeye alınacaktır. Bu dergi Amerikan Muhasebe Birliği (AAA)’in bir dergisidir. Derginin yayın ilkeleri ve yazım kuralları hakkında daha fazla bilgi almak için https://aaahq.org/Research/Journals/Journal-of-Forensic-Accounting-Research adresini ziyaret ediniz. Diğer yandan belirtilen sürede gönderilen ve ana tema ile doğrudan ilgili tam metin olarak hazırlanan bildiriler jüri değerlendirilmesine tabi tutulacak ve en yüksek puanı alan bildiri, MÖDAV Kurucu Mütevelli Üyemiz merhum Prof. Dr. Alparslan PEKER’e ithaf edilen ‘En İyi Bildiri Ödülü’ ile takdir edilecektir. ÖNEMLİ TARİHLER: 14 Temmuz 2025: Genişletilmiş Özet Bildiri Gönderme Son Tarihi 31 Temmuz 2025: Değerlendirme Sonuçlarının Bildiri Sahiplerine Gönderilmesi 11 Ağustos 2025: En İyi Bildiri Ödülü İçin Tam Metin Bildiri Gönderme Son Tarihi 15 Ağustos 2025: Son Kayıt Tarihi İletişim: modavica2025@gmail.com Ayrıntılı bilgi için: www.modav.org.tr