İlk söz "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. "
"Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca.Sözcük ve kavramların içini boşaltan, altını oyanlara itibar etmeyiniz. Onlarsız da yaparız ama kavram ve sözcüklerden bağımsız varolamayız.
Ünlü bir düşünürün : .:“Bir ağacın yapraklarında eğer sararma varsa, bu sararmayı itekleyen ya da destekleyen bir kök sistemi var demektir." diye bir özdeyiş ( motto) var.
Bu bağlamda Boğaziçi Üniversiteliler Derneği 14. Genel Kurulunun açılış konuşmasından altını kalın çizgilerle çizdiğim önemli satırlar birlikte okuyalım (*):
“Bilimin Olmadığı Yerde Sadece Cehalet Değil, Vahşet de Kök Salmaya Başlar” Cumhurbaşkanımızın bu konuşmanın ana teması ,bir yandan çağdaş bilimin ve akılcılığın ülkemizde gelişmesine, diğer yandan sosyal, politik ve ekonomik disiplinler arasılık ve Ulusal irade Sesleniş Yetenekleriyle gerçekleştirme Koşullarının yaratılmasına ne kadar öncülük ettiğinizi sorgulayan,Ülke ekonomisinin büyümesine / üretimine ne derece katkı sağlayıp /sağlayamadığınızı” “vatan ve ülkü” kavramına gönderme yaparak doğru bir paradigmayla sorgulamak.Yoksa Yükseköğretim derecelendirme kuruluşları tarafından sıralamada kaçıncı olduğunuzu değil Patent ve patentlerin ürüne dönüşümü konusunda yüzde kaçlık başarı elde ettiğiniz,ne kadarını katma değere dönüştürdüğünüze bakmak lazım... Yoksa gerisi Laf’ı güzaf.. “Üniversite bu anlamda ve üniversitenin kökeni itibariyle geçmiş bütün eğitim kurumları insanlığın en ulvi müesseselesi... Bu ulvi özelliklerini koruyup insan doğasına, insan onuruna, insanın ihtiyaç hissettiği erdeme hitap ettiğinde ve onu tekrar ürettiğinde aslında onun üretildiği toplumlara büyük bir onur kazandırmıştır. Bunun olmadığı toplumlarda ise maalesef araçsallaşmış ve önemini kaybetmiştir. Bizim gönlümüz, zihnimiz, yüreğimiz küreselleşmenin getirdiği zihni ve bilgi harmanlanmasında Türk üniversitelerinin insanlığın önüne geçmesi ve tarihin öznesi, bilgi tarihinin öznesi olmasıdır. Sadece bilgi aktaran, yorumlayan değil bilgiyi üreten kurumlar haline dönüşmesidir. Yeni Türkiye kavramını bugünlerde siyasi olarak çok kullanırken, aslında böylesi yeni Türkiye’nin inşasının da temeli yeni bir bilgi paradigmasının inşası ve yeni bir üniversite geleneğinin bütün o engin tecrübe/deneyim üzerinde inşa edilmesidir.Bilimi yol gösterici olarak,rehber olarak seçmeyen ülkelerin ileriye gidebilmesi mümkün değildir.Onun içindir ki büyük önder,"Benim mirasıma girmek isteyenler var sa,ancak aklı rehber alanlardır.Aklı rehber alanlar benim mirasıma girebilir."diyor.Bu nedenledir ki Türk halkı,bu cumhuriyetin genetik kodlarını oluşturan büyük önderin gösterdiği bu yol haritasını iyi yol haritası olarak seçmiştir.Bu yolda ,sendelemeden,sekteye uğramadan yoluna devam edecektir.Ve ona minettardır.Şükran borçludur.Ve onu minnetle ve şükranla her zaman anar.Bu nedenle;”Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."
“Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında” ;Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabalar… Bu ülkü ile “Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme çabaları…… Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme isteği…. Bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme çabası…Bu çabaların elli yıllık panoroması… Sonra ...Sonrası malum!…Tarihteki örnekleri ile defalarca görülebileceği gibi Bilim'de ihmalin maliyeti çok çok büyük; bugün ise çok daha büyük, telafisi yok...(-).
Yine aynı mealde "Uluslararası Münazara Turnuvası ödül" töreninde yapılan konuşmadan altını çizdiğimiz satırlar.Birlikte okuyalım:
“Bize sorgusuz, sualsiz biat eden, cahil bir gençlik değil; neye inandığını, neyi savunduğunu, neyin mücadelesini verdiğini bilen, bunun için gereken her türlü donanıma sahip bir gençlik lazımdır. 15 Temmuz gecesi gördük ki işte bu vasıflara sahip gençlik, gerektiğinde ülkesi ve milleti için, istiklali ve istikbali için gözünü kırpmadan canını dahi ortaya koyabilmektedir”
Biat her anlamda ;sosyal,siyasal ve ekonomik güçlüden yana olma..., Biat kültürüne sahip kişiler için ;güçlünün dini,inancı,milliyeti hiç önemli değil....!. Amaca giden her yol mübah....Aynı zamnada Neo-Liberal Yükselen Değerlerin genetik kodu olan Pragmatist / Makyavelist / Oportünist Düşünce Sistemi biat kültüründe de hakim.... Öztürkçesi: kasaba kültüründen beslenen, hayatın özgerçeği yerine kendi gerçeğini öne çıkaran ilke ve kuraldan çok, anlık gelişmelere,- konjonktürel etkilere göre kendini ayarlayanlara için kullanılan bu düşünce sistemi, biat kültürünün de özünü oluşturmakta..Bu düşünce sisteminde tek önemli olan iktidar. Güç, yani iktidar kimdeyse onun önünde eğilimek...Arapça bir sözcük olan biat, hükmeden ile hükmedilen arasında yazılı olmaksızın var olduğu kabul edilen itaat anlaşması anlamına gelmekte ....Biat (sorgusuz sualsiz söyleneni kabul) etmeyi bir alışkanlık haline getirmek.... Biat kültürünün olduğu yerde adalete de vicdana da yer yok.. Haklılık haksızlık aranmaz. Tartışma, sorgulama, eleştiri kabul etmez. Örnek: “Ya taraf olursun ya bitaraf” söylemi… Biat kültürü, analitik düşünme yeteneğinin yok olması demek..; Böyle olunca artık güdümlenmeye, yönetilmeye hazır hale gelmiş demek ..... Tarihsel sürece bakıldığında, biat geleneği olan toplumlarda insanlar hep bilinçsiz olarak yönlendirilmiş, güdümlenmiş..Toplum afazileşmiş. Metaforik olarak, afazileşmiş toplumsal yapıda; insanlar anlamlandırma yeteneğinden mahrum hale gelmiş. .Yani bir anlamda, toplumca bir şuursuzluk hali içinde olmuş..Feodal yapılarda yaygın olan biat, çoğu kez rızaya dayansa da bazen zorla da söz konusu olmuş. Cemaat,tarikat, teba, tabiyet, tabi gibi sözcükler de aynı kökten geldiğini, birisine biat eden, ona tabi hale gelen; onun cemaatına,onun tebasına (biat edenleri) girdiğini yazıyor kitaplar.....
Biat kavramı ,başlangıçta daha çok dinsel bir tema taşımış olmasına rağmen ; sonraları siyasal bir nitelik kazanmış ve hükmedenle hükmedilen arasında, yazılı olmayan ama zımnen (üstü kapalı) yapıldığı kabul edilen, bir bağlılık sözleşmesi anlamına dönüşmüş..Biat kültürü kendi içinde ve karşıtlarına karşı savaşlar Avrupa da 1542’de Alman köylülerinin ayaklanması ile başlamış ve 106 sene sürmüş ve en önemlisi bu savaşların nedeni günümüzde de olduğu gibi Hükmeden sınıf (eskiden ruhban sınıfı) yani halkın sırtından geçinen sınıf, lüks içinde yaşayan bir aristokrasi olma isteklerinin kaynaklanmış.. Her anlamda sömürme Kula kulluk etmeden kaynaklanmış...
O dönemde Avrupa’nın büyük Hristiyan devletleri olan İspanya, Portekiz, Fransa, Avusturya, İsveç, Almanya, Hollanda, İngiltere ve İrlanda savaşın bir parçası olmuş.
Bir ara 300 bin köylünün katıldığı ayaklanma bu ülkeleri harabeye çevirmiş.
Biat Savaşları'nın en kanlı olanı Otuz Yıl Savaşları... . Katolik ve Protestan devletler arasında başlayan çatışma daha sonra Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu da içine alarak Avrupa’ya hakim olma savaşına dönüşmüş.
Almanya bu savaşta nüfusunun yüzde kırkını kaybetmiş.
Din Savaşları’nda ölenlerin sayısının 6 ile 19 milyon arasında olduğu tahmin ediliyormuş.
Ayaklanmanın ve ardından gelen savaşın birçok nedeni vardı. Ama en önemlisi Martin Luther ve John Calvin’in Hristiyanlıkta reform yapma girişimlerinden sonra ortaya çıkan Protestanlık ve Kalvenizm ile Katoliklerin onları tehdit olarak algılaması olmuş.
Bin beş yüz yıl Hristiyanlığa egemen olan Katolikler dinde reformu kabul etmemişler. Rakip kiliselere ait olanları ezmişler.
Biat ve Din savaşları, Westphalia Barış Antlaşması ile sona ermiş.
Katolik kilisesinin din üstündeki tekeli sonlandırılmış.
Hristiyanlıkta üç ayrı kilise olduğu tescil edilmiş: Katolik, Protestan ve Kalvenizm.
Bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde Hristiyanlığın her kolu düşüşte. Bazı tarihçiler, bu düşüşün Avrupa’daki Din Savaşları ile başladığını yazıyorlar.
Birçok insan, akıl almaz gaddarlık ve yıkıma neden olan biat kültürünün, insanın yararına olmadığını o tarihten itibaren düşünmeye başlamış.
Özetle; İlk çağ ve Ortaçağ da Biat kültürünün zirve yapmış....Sonra etkisi azalarak devam etse de ,Fransız devrimi ve ardından gelen sanayi devrimine kadar tüm Avrupa’da egemen olan feodal düzende dıotoriteye bağlılık usulü geçerli olmuş..Biat kültürünün temelinde "sömürü"yatmakta ve ekonomik...... Neden ekonomik ,çünkü aydınlanmış toplum tüm değerlerini (maddi ve maddi olmayan) koruma eğiliminde olmuş tarih boyunca....Ekonomik ve kültürel değerlerini koruyan ulusalar tarih sahnesinden silinmemiş.Biz, batının bir zamanlar yaptığı, dogmalarımızı azaltacak, yani biat kültürünü değiştirecek reformlar yapmaya kalkışsak bile, göreceksiniz, uygar batı, demokrasi yaygarası ile bu girişimimizi önleyeceğinden hiç şüpheniz olmasın....
Bu arada bir not ekliyelim ve şimdilik burda dursun.. Küresel oyun kurucu kimdir ve nasıl oyun kurucudur? diyenlere yanıt olarak İngiliz/ABD/Fransız/Alman. ve diğerleri.…İşte size küresel biat kültürel yapılanması örneği:YÜCE PİR/ Vasıllar/salıkler/ Müridler/ ve Talipler...
Postnişinde YÜCE PİR'in oturduğu Yeni Dünya Düzeni tarikatı iktidarını Tarikatı oluşturan Vasıl, Salik, Mürid ve Talipler, dün olduğu gibi bugünde sinsi savaş stratejileri...…
Yeni Dünya Düzeni tarikatı iktidarı tüm İnsanlık tarihinde yaptıkları katliamları,işkenceleri,talanları,kan ve gözyaşlarını,,hırsızlıklarını,,sömürülerini ve bunun üzerine inşaa ettikleri ve halen bununla beslenen “Sosyo Ekonomik ve Kültürel “yapı… Ve bu oyun kurucular geçmişte oynadıkları oyunlardan bazıları nelerdir derseniz...Bunlar saymakla bitmez...İsterseniz kitaplarda yazanların bazılarını özetliyelim...Birlikte okuyalım:
Bir zamanlar Hindistan’da bir yönetici, protein kıtlığından kırılan halka, sığır etini de yiyebileceklerini öğütlemeye başlayınca, Hindistan’ın İngiliz Valisi çok sert tepki göstererek, “halkın inançları ile oynanmasına izin vermem” söylemi ile adamın sesini hemen kesmiş....
Daha sonra bu vali yazmış olduğu hatıralarında, “eğer halkın sığır eti yemesini destekleseydim, proteinle beslenen halk daha sağlıklı-bilinçli olacaktı ve dogmalarının kırıldığında beklenen felaketlerin ortaya çıkmayacağını görünce de, İngiliz çıkarları Hindistan’da tehlikeye girebilirdi” diye yazıyor.,
Oradakilerin inancına bu denli saygılı olduğunu beyan eden İngiltere İmparatorluğu, uzun yıllar İngiliz Kumaşı olarak bilinen ve tercih edilen tekstil ürünlerinin Hindistan’da çok daha ucuza üretildiğini görünce ve çıkarları tehlikeye düşünce, Hindistan’daki tekstil işçilerinin (bir rakama göre 5.000 kişinin) sağ kolunu, tezgâhlarda artık çalışamasınlar diye Bethoven’in senfonisini dinleterek kestirmiş bir ülke..
Uzun zaman (Mao’ya kadar) yönetiminde tutuğu Çin’i, tüccarlarının aracılığıyla afyon-esrar bağımlısı yapan ve uyutan İngiltere, yollarda ser sefil yatan esrarkeşleri görmemezlikten gelmiş ve imparatorluğunun zenginliğini bu cesetlerin üzerine kurmuş.... Bir yöneticinin çıkıp da Çin’de esrar içilmesini yasaklamasıyla, kızılca kıyamet kopmuş; İngiliz İmparatorluğu yandaşları ile birlikte tüm gücüyle Çin’e saldırmış ve Pekin, Şangay’ı topa tutmuştur. Bu savaşın adı, tarihte “Afyon Savaşı” olarak geçmiş.
Sonuçta yenilen Çin, İngiliz tüccarlarını rahatsız ettiği için, özür dilemeye mecbur edilmiş ve “bundan böyle İngiliz tüccarları, tütün, esrar ve afyonu hiçbir kısıtlama ve engellemeye tabi olmadan satabilecektir” ibaresini taşıyan anlaşmayı yutkunarak imzalamak zorunda kalmıştır. Yetmedi, ceza olarak da, İngiliz Armadasını ve tüccarlarını rahatsız ettiği için, Hong-Kong’u 100 yıllığına İngilizlere vermiş. Yakın zamanlara kadar Hong-Kong’un bir İngiliz şehri olmasının nedeni bu iğrenç anlaşma..
Bu iki örnek de de biat kültürünün temelinde i"sosyo-ekonomik,sosyo kültürel sömürü"görmek mümkün...
Batıda yavaş yavaş biat kültürünün yok olmasına ve analitik düşünce nin yerleşmesine yol açmış...
Dünya da zaman zaman, biat kültürünr karşı çıkılsa da biat kültüründen uzaklaşıldığı görünümü doğsa da otoriteye bağlılık anlamındaki biat kültürü şekil değiştirerek günümüze kadar devam etmiş.. Bunda bilimsel, sorgulayıcı, analitik eğitimin yaşama geçirilememesinin büyük etkisi olmuş.. Macchiavelli, hükmedilenlerin mevcut otoriteye bağlılığı konusundaki şu saptamayı yüzyıllar önce Hükümdar (Prens) adlı kitabında yapmış: “Hükmedilenleri kolay kolay liderleri aleyhine ayartamazsınız. Ama bir kez ayartırsanız bu kez bağlılıklarını sizin otoritenize bağlılık şeklinde gösterecekler.”
Kısaca özetlersek , 17. yüzyıla kadar biat kültürü feodal yapıların gücünün temel taşlarından birini oluşturmuş. ve bütün savaşlar bu kültür büzerine inşaa edilmiş.....
Fransız Devrimi sonrası görünüm değişmeye başlamış. Keşifler ve icatların ardısıra gelmesi ve sonuçta her şeyde olduğu gibi savaş araçlarında ve yöntemlerinde de yenilikler ortaya çıkmasına neden olmuş... Kol gücüne dayalı savaşların yerini yeni beyin gücüne dayanan ve bunların somut göstergeleri olarak icat edilen araçların kullanıldığı savaşların almış..
Buluş yapabilmek, teknolojiyi değiştirebilmek veya geliştirebilmek için bilimsel eğitim ve onun getirdiği özgür, sorgulayıcı, analitik düşünce sistemi öne çıkmış. Biat kültürü, bilimselliği dışlayan eğitime ağırlık vermiş..Öyle olunca da buluş yapmak, teknolojiye katkıda bulunmak pek mümkün olmamış.Analitik 1.0 den Analitik 2.0’e ve Analitik 3.0 yöneliş: Çağımızı yönlendiren karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin ulaştığı son nokta analitik gereksinimdir. Yaygın biçimde tartışıldığı gibi, bir toplumun kuruluş ve kurumları “alışkanlıktan analize geçmiş” ise, insanlar iş yaparken verileri derliyor; analiz ediyor, verilerin nesnel göstergelerine dayalı karar üretiyorsa “analitik 1.0 aşamasını” içselleştirmiştir diye yazıyor kitaplar ve devam ediyorlar.Birlikte okuyalım:
"Analitik 1.0" işlerimizi, anadan, atadan, sokaktan, komşudan gördüklerimizle, alışkanlıkla yapma yerine, verilere erişme, verileri malumata dönüştürme, malumatları uygun yöntemlerle bilgi haline getirme, bilgilere sezgileri de katarak anlama derinliğine ulaşma. İşyeri kayıtlarını resmi makamlardan gelenlere göstermek için değil de, işlerin gidişatını görmek için analiz etmektir;kendimize ayna tutmaktır. Analitik 1.0 alışkanlıkla değil, analizle iş yapmak.
"Analitik 2.0", büyük veriyi ehlileştirerek,gereksinim duyulan bilgileri, bilgi gürültüsü ve kirliliklerinden ayıklama işidir. Ünlü araştırmacı Bill S. Hansson'un uyarısı,tam da bu işlemlerin yapılmasının önemini anlatıyor. gereksinim duyulan verileri ayıklayabilecek insanlar hızla kritik alanlarda istihdam edilmeye başlanması Geleceğin parlak işleri analitik gerektiriyor. Ehlileşmiş bilgiyi elimizin menzili altında tutabiliyorsak,analitik 2.0 aşamasındayız; Analitik yeteneklerimizi yaygınlaştırmadan ve derinleştirmeden gelişmeleri kavramak mümkün değil.
"Analitik 3.0" ise gereksinim duyulan ve uygun yöntemlerle erişilebilen ehlileştirilmiş bilgileri bir ürünün içine sindirerek, farklı, rekabet edebilir ve piyasası olan mal ve hizmet üretimine dönüştürme ve piyasada tutturabilme aşaması
"Analitik 4.0" Bugünün dünyasında "öncü olanların" gündemlerinde analitik tartışmaları ilk sıralarda yerini korumakta... Analitik süreçlere hakim, bu süreçlerin gerektirdiği teknik araçları ustalıkla kullanabilen ve bu süreçleri şeffaflaştırabilen kişiler veri bilimci & veri analisti olabileceği konunu uzmanları tarafından belirtiliyor.. Analitik kavramı üzerinde bu kadar durma nedenimiz başta da belirttiğimiz gibi, dijital çağın bilgi üretme süreçlerinde merkezi öneme kavuşmuş olması... Şeffaflaşabilen ve büyük veriyi kucaklayabilen analitik geçerlidir bugün. Analitik konusunu merak edenler, bu kısa anlatım üzerinde bir kez daha düşünmeli. Eğer açıklamaları yeterli bulmayanlar varsa, kavramları açıkladığımız daha ayrıntılı yazılarımıza erişebilecekleri gibi, dünyada konuyu analiz eden bir dizi uzmanın makalelerine de okuyarak gerekli netliğe ulaşabilirler.
Analitik, geleceğin insan kaynakları yönetimini bir numaralı sorun alanı Eğitim sistemleri yakın gelecekte "analitik-odaklı" olacağı kesin; bundan en küçük kuşkunuz olmasın.
Çağın gereksinimine uygun bir değerler sistemine kafa yormayan, bilginin yeterli olmadığı ve anlama derinliğine erişmenin gerektiğini kavramadan, bilgi kuramına sahip olmak mümkün değil.İnsan doğasından kalkarak günün gerçeklerine uygun eğitim-öğretim sistemleri kurgulamayan bir toplum vasatlık batağına doğru gideceğinden de kimsenin şüphesi olmasın. Hatta, yeni tekniklere uygun öğrenme sistemi çerçeveleri netleşmeyen, yeni araç-gereçlerle uygun aktarma metotları geliştirmeyen, toplum yapısına ilişkin bir uzlaşma zemini bulmayan, fırsat yaratma konusunda bir uygarlık tasavvuru ortaya koymayan bir toplum da vasatlık tuzağından uzak duramaz. Bir ortak akılda uzlaşma sağlanamazsa, vasatlıktan ileri toplum olmaya gidemez. Özellikle de vasatlıktan kurtulmanın eğitim-öğretim bağlamının hayati önemi kavranmalıdır ki, çağı yakalayalım; proje-odaklı programlarla eğitim sistemimizi alternatif tepki biçimleri üretebilen bir düzeye taşıyabilelim. Bu arada unutmdan Stephen W. Hawking’den, çağdaş bilimin giderek artan biçimde tekniğe dayanmasının, mesleki uzmanlığa olan gereksinimin artıracağını, proje-odaklı yeni nesil eğitim-öğretim anlayışının öne çıkacağını söylüyor.
Kaynak-odaklı üretimden yetenek –odaklı üretime geçiş: Vasat toplum olmaktan ileri toplum aşamasına geçişin bir başka ilişki düzlemi de, kaynak-odaklı üretim aşamasını yetenek odaklı üretim aşamasına taşımaktır. Üretimin emek-sermaye ekseninden, yaratıcı-girişimcilik eksenine kaydığının bilincine ulaşmadan da vasatlık tuzağından kurtulmamız mümkün olmaz. Dünya genelinde, satıcı piyasa egemenliğinin alıcı piyasalar egemenliğine kaydığını kavramadan da vasatlığı aşamamız mümkün mü?
Analitik paradigma değişimini algılayamanlar, uygarlık yolunua girmekte zorlanmışlar . Bu toplumlar biat kültüründen çıkamadığı, eğitimi bu paradigma değişimine göre örgütleyemediği için sanayi devrimine de yakalayamamış..Gerçi Batı bilimsel ilerleme ve toplumsal zengilliği sömürgecilikle pekiştirmiş ...Gücünü güç katmış.....Batı bu yapı ile , her gün yeni icatları daha da çoğaltmış ,teknolojide dev adımlar atmış. Buna karşılık az gelişmiş ülkeler ya da gelişmekte olan ülkeler (Üçüncü dünya Ülkeleri) görünürde değişikliklere yol açan bir takım hukuksal düzenlemeler yapmaya çalışsa da altyapısı olmayan bu düzenlemeler, topluma pek bir şey katamamış. Asıl olarak eğitimi, aydınlanma çağının gereklerine göre düzenleyememiş. Ve doğal olarak batı daha ileri gittiği için onlara göre daha da geri kalmış.
Türkiye’yi biat kültüründen çıkaracak olan adımlar Cumhuriyetle birlikte atılmış. Büyük önder Musatafa Kemal Atatürk'ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” (hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir) sözü bu değişimin en temel göstergesi olmuş. Türkiye, uzun bir aradan sonra ve çok geç kalmış olarak paradigma değişimine ayak uydurma yolunda adımlar atmış. Bu adımlar, aslında bugün tartışıp durduğumuz yapısal reformların ta kendisi.. Var olan yasaların çağdaş yasalarla değiştirilmesi, kadın erkek eşitliği, kadının sosyal yaşama ve çalışma yaşamına girmesi, eğitimde dinsel, geleneksel eğitimin yerini bilimsel eğitimin alması, ekonomide devletin önderliğinde sanayileşme için atılan adımlar vd hep bu yapısal dönüşümün halkaları olmuş...
. Türkiye 'de ki on yılda bir demokrasiden kopmalar, küresel oyun kurucular (Yüce Pir) tarafından kurgulanıp, sahneye konan toplumsal bir mühendislik, toplumsal transformasyon projesi olmuş--------------Gerçi bu proje, bu güçler tarafından dünyanın her tarafında kurgulanıp istediklerinde uygulamaya sokulmuş bir proje------ (Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin (asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile, küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak, bu çıkarları maksimize etme arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma, zorla modeli revize etme girişimi!..)... Demokrasiden kopartılarak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak, zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, forma sokmuş, işin en acı yanı ; bu süreç sivil iktidarlarca da devam ettirilmiş olmuş... Ve içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya çıkmış......
Küresel Oyun Kurucuların 15 Temmuz işgal girişiminde ülkemizde yaşananlar gibi; dökülen/döktürülen kan, Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuş.... Bu zaman sürecinde bugünde olduğu gibi; toplumu kutuplara bölerek ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmaya çalışılmş..Toplumu dejenere edilmiş, gençliği pasifize edilmiş, toplum afazi hale getirilmiş. Toplumu afazileştirme faaliyeti, gençlik kesiminde yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiş. Dolayısıyla tüm darbe ve kalkışmalar toplumsal transformasyon projesi, '5Y formülü' (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar) ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi olmuş. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesi...Meselâ siyasetten bağımsız olarak metinlerini analiz edildiğinde, düpedüz cahil olduklarını göreceksiniz, üçyüz kelimeyle konuşan ve hep tekrar yapan ve ülkeye dayatılan proje konularına odaklanan yalan yanlış gerçeklik taşımayan demokrasi özgürlük laflarının peşine düştüklerini. Bir de Ünvanları profesör/Doç/Yard.Doç..vb.sözüm ona şaşalı ünvanlar ..Dış ve yerli işbirlikçileri ile planlanan ve uygulamaya konan askeri darbelere ve kalkışmalar , Ülkemizin dünyayı ıskalamamıza ve paradigma değişiminin bir kez daha dışında kalmmız için girişilen oyunun bir parçası.olmuş...
Bugün geldiğimiz noktada ilk öğretimin, orta öğretimin, yüksek öğretimin,kısaca tüm eğitim-öğretim sistemimizin hali içler acısı. Soru soramayan, sorgulayamayan, büyüklerinin dediğini kayıtsız koşulsuz doğru kabul eden, önüne konulanları sadece ezberleyen, itiraz bile edemeyen bir öğrenci prototipleri oluşmuş... OECD’nin yaptırdığı PISA eğitim yeterliliği testinin sonuçları hangi noktada olduğumuzun açık ve acı bir göstergesi. Türk öğrenciler 65 ülkenin öğrencileri arasında matematikte 44, okuduğunu anlama ve anlatmada 42, fen bilgisinde 43’üncü sırada yer alıyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi Uzakdoğu ülkelerinin öğrencileri en üst sırada... Dünyada son ikiyüz yıldır yaşanan gelişmeler, soru sormayan, sorgulayamayan, analitik düşünemeyen insanların buluş yapamayacağını, teknolojiye katkıda bulunamayacağını göstermiş bulunuyor. Bunun son örneğini Uzakdoğu ülkeleri veriyor. yöntemi kullanarak yani insanları soru soran, sorgulayan, analitik düşünebilen insanlar olarak kendi kültürel yapılarıyla entegrasyonu sağladıkları ve kadim değerlerdende zere kadar ödün vermeden , analitik düşünce ile yetiştirerek sanayileşmiş ülkelerin arasına girmeyi başarmışlar...
Kimsenin baskısı altında olmadığımız, korkunun saptırıcı etkisinden uzakta bulunduğumuz zaman, içimize yolculuk yapıp soralım: “Değer katarak pastayı büyütüp payımı artırma peşinde miyim,yoksa mevcut pastadan pay kapma peşinde olanlardan mı?” İçimizdeki ses, “Değer katmadan değer kapanlardansın” diyorsa, hiç bir kuşkuya yer vermeden “sömürücü” biri olduğumuza karar verebiliriz.
Var olmak için değil de varlıklı olma peşindeysek, yetenek ve beceri-odaklı olma yerine, eş-do...st, dayı-yeğen, kafa-kol ilişkisine dayalı varlık sahibi olmayı kendi vicdanımızda meşrulaştırabiliyorsak, sömürücülük yolunda bir hayli ilerlediğimizden kuşku duymamalıyız.
Yeraltı ve yerüstü kaynakların, fiziki sermaye stokunun, insan kaynağının ve teknolojinin verimini artırma yerine, kısa yoldan zengin olmanın kurnazlığıyla var olanı kapma anlayışı ile kuşatılmışsak, sömürücülükte çıraklığı aşıp kalfalık dönemi başlamış demektir.
Bir hukuk sistemi, yasa önünde herkesin eşitliğini içimize sindirmeyi, hakim bağımsızlığını özümsemeyi, yasalar yürürlükte olduğu sürece uyma zorunluluğunu zihnimizde meşrulaştırmayı gerektirir. Hukuk sistemi gereklerini unutmuş ve adamını bulup her sorunu çözeceğimize kendimizi inandırmışsak; sömürücülükte kalfalık dönemini bitirerek, ustalık dönemine geçiş yaptığımızın resmidir.
Biat, sadakat ve itaata dayalı yaşam yolunu seçmiş, bir güçlünün arkasına takılmışsak; sloganlardan örülmüş ezberlerimizi ciddi fikirlerin yerine koymayı yeğliyorsak; muhataplarımızı fikirle ikna yerine düşman ilan ederek, yandaş cepheleri oluşturmayı yol ve yöntem edinmişsek, sömürücü kişiliğin ustadları arasında yerimiz sağlamdır.
Gözetim ve denetim mekanizmaları yerine, ilkesiz gizliliğin karanlığında işlermizi yürütmeyi benimsiyorsak, sömürücülüğün ordinaryüsü olduğumuza da hükmedebiliriz.
Kendi yanılmazlığımıza inanmış, kendi yarı doğrularmızı hayatın mutlak doğruları mertebesine yükseltmişsek, çevremizi de müritler sarmışsa, kuşkunuz olmasın ki, müritlerin taktığı kanatlarla uçanlar arasına katılır; sömürücülerin ustad-ı azamı mertebesine ulaşırız.
Bildiklerimizle, açık ortamlarda söyleyebildiklerimiz arasındaki makası iyice açmış, dürüstlük limanını çoktan terketmişsek, değrerli olma yerine önemli olmanın tutkusuyla yanıp tutuşuyosak, küçük çıkarlarımız önüne hiçbir değer engel koyamaz, sömürcü kişiliğimizi kutsal şalların altında saklayarak, karanlıkların dostları kervanına katılırız.
Bilmediğini bilmeyen, bildiğinin farkında olmayan, farkında olduğu gerçeklerden yana durmayan, sadece başkalarının hakları üzerinden varlık sahibi olma tutkusuyla yanıp tutuşanlardansak, insanlık sınırlarından çok uzaklaşmış, sömürücülük denizlerine yelken açmış oluruz.
Bir toplumun insanları arasında “sömürücü anlayış” ne kadar yaygınsa, o toplum o kadar verimsizdir; yokluk ve yoksunluk içindedir
Biat kültürü, şehlere/şıhlara/tarikat ya da cemaat liderlerine kayıtsız, koşulsuz bağlı prototipler yetiştirimiş ve yetiştirmeye devam etmekte. Bu Dünyanın en iyi okullarında, en iyi hocalarla okusalar bile buluş yapacak, teknoloji geliştirecek, teoriye katkıda bulunacak adımlar atmaları mümkün değil. Çünkü önceliklerinde hep bağlı oldukları lider ve onun düşünce sistemine biat olacağı kesin....
Türkiye’nin yapması gereken birincil yapısal reform eğitim reformu..temel eğitim. orta öğretim yükseköğretimde köklü değişiklikler yapılması ve okullarda bilim derslerinin ağırlıklı olarak okutulması, soru sorulmasının özendirilmesi, analitik düşünce tarzının geliştirilmesine yönelik bir eğitim sistemine geçilmesi birinci koşul. Hiç kuşkusuz bunu yapabilmek için öncelikle eğiticilerin eğitimini sürekli sağlayacak kursaların açılması, öğretmen okullarında derslerin bu biçime dönüştürülmesi gerekmekte. Biat kültüründen kurtuluşun tek yolu bu. Biat eden değil, analitik düşünceye sahip , bizim dediğimize itaat eden değil bizim dediğimizi sorgulayan kuşaklar yetiştiremediğimiz sürece bu kısır döngüden çıkamaz, ortadoğunun sorgulayamayan, anlayamayan ve dolayısıyla teknoloji üretemeyen üçüncü dünya toplumları gibi olmaktan kurtulamamız mümkün değil.
Cumhuriyetimizin 100. yılında, Türkiye eğer, Cumhurbaşkanımızın gösterdiği "Hedef 2023"'e , ülkeyi buluş yapan, marka yaratan, teknoloji üreten bir ekonomi durumuna getirecek stratejik yol haritasını acilen yürürlüğe koymadığı sürece birinci sınıf bir ekonomi konumuna ulaşması mümkün değil.. Biat kültüründen çıkamadığımız, analiz eden , sorgulayan, araştıran, bulan, eleştiren kuşaklar yetiştiremediğimiz sürece gelişmiş bir toplum konumuna gelmek mümkün değil...http://www.alevalatli.com.tr/
Son söz: Düşünceyi inancın önünde tutan çabayı çocukluğumdan beri savunuyorum. Yaşamımda düz bir çizgi izlemedim; ama temel ilke ve görüşlerimde sezgisel yaklaşımlarım doğruya yakındı.Tarihteki en kötü suçlardan bazıları, insanların inandığı kurgusal hikayeler adına işlendi. Çok az savaş nesnel maddi şeylerle ilgilidir: insanlar hikaye üzerinde anlaşamadıklarında çatışma ortaya çıkar. İnsanlara fayda sağlayacak ortak iyi hikayeleri nasıl yaratabiliriz ve büyük sefalete neden olan kötü hikayeleri nasıl önleyebiliriz? Öncelikle hikayeleri bizim gibi insanların yarattığını anlamamız gerekiyor; böylece biz de onları değiştirebiliriz.
Bilimin kahramanı, özgür düşüncenin yılmaz savaşçısı, umutsuzluğa kendini teslim etmemenin irade simgesi, bir büyük deha Stephen W. Hawking’den, İnançtan düşünceye geçmekle ilgili saptamalarını; hayatı anlamada ve sorgusuz inanmanın bağnazlığından kurtulmanın kritik anahtarı niteliğinde.
Bu saptamaları birlikte okuyalım::
i-“Gerçeklik diye bir şey yoktur; zihni modele göre gerçeklik vardır. Zihni modelinizin varsayımlarını değiştirirsiniz, gerçekliğiniz de değişir!”
ii- kendi gerçekliğinin tek gerçeklik olduğa, kendi yanılmazlığına inanın insanların, en büyük tehlike, olduğu
iii-, çağdaş bilimin giderek artan biçimde tekniğe dayanmasının, mesleki uzmanlığa olan gereksinimi artıracağını, proje-odaklı yeni nesil eğitim-öğretim anlayışının öne çıkacak
iv-sorunları kavrama ve anlamada çok temel araçlarımızdan biri olacak, kuramı, gelişmemiş zihinlerin küçümseneceği
v- inanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğünü ayıramayan birey, topluluk ve toplumların gelişme yoluna yarışı kazanamayacaklar
vi- sonsuz küçük ile sonsuz büyüğü açıklayabilecek “birleşik kuramın” insan yaşamını kolaylaştıracak atımları hızlandıracağı
vii- “İnsanın asıl gücünün, fizik gücü değil, düşünce ve düş gücü” olduğunu...
viii- Analitik düşünce sisteminin ,ekonominin makro ve mikro sorunlarını tam ve bütün olarak kavramada da bir anahtar olduğu
Analitik düşünceden uzak biat kültürü bir mesel gibi: ...Ağaç kovuğundaki mantar.....İçiniz oyulduğunda o boşluğa yerleşen ve sizin eğitilmez cehaletinizle büyüyen bir başkası oluyor özü emen...Sonra?...Sonrası malum!..."Kulla kulluk eden prototipler"...
Son söz:
Milli İrade’yi, Milli Egemenlik’i örseleyen ‘vesayet’ zincirleri ile Türk Milleti’ni prangalara mahkum etmek isteyen hain oluşumlara ve girişimleri önlemek için başta eğitim kurumlarımız olmak üzere tüm Devlet kurumlarımızda belirli sosyal grup ve sınıfların çekip çevirme anlamında ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarına izin verilmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Bekasına hizmet eden nesiller yetiştirmesini temennisi ile Aziz Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun ! ...Nurlarda Yatsınlar Cennet Ehli onlar..
Bunu asla unutmayın. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini unutmayın. Unutursanız acınacak hale gelirsiniz.
Sağlıcakla kalın...
Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz " Kadar temiz tüm insanların, günleri hep aydınlık olsun!..
Yüreğinizdeki sevgi daim olsun!
Umudu hiçbir zaman kaybetmemek dileği ile !....
-----------------------------------
(*) https://goo.gl/MAUJrP )
(**)http://bit.ly/2qROIj3.
(***) Bilgilendirici bir konuşma,: "Devlet-ulema ittifakı: Müslüman ülkeler neden geri kaldı?"https://bit.ly/3mmD9AI
(****) Bilgilendirici bir yazı, Türkiye ve Muhafazakarlık Üzerine Bir Ağıt: 2013-2016 | https://bit.ly/3j3v6GD
(-)“Makale sayımız artıyor. 2013’te 26 bin iken 2016’da 36 bini aştı. Ama çoğu etki düzeyi düşük dergilerde yayımlanıyor ve atıf almıyor. Her bilim alanında etki değeri en yüksek olan ilk yüzde 25’lik dilime giren dergilerde yayımlanan makalelerin dünya ortalaması yüzde 44 iken, Türkiye kaynaklı makalelerde bu oran yüzde 21. En düşük dilime giren makalelerin dünya ortalaması yüzde 20’nin altında iken bu rakam Türkiye için yüzde 34. Türkiye üniversitelerinden çıkan makalelerin çoğu en alt dilimdeki dergilerde yayımlanıyor.“https://goo.gl/mubz4D / https://goo.gl/y8bfWH / https://goo.gl/LRfUJd