Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Esg ve Entegre Raporlama: Politik Tartışmadan Yapısal Zorunluluğa

ESG ve Entegre Raporlama: Politik Tartışmadan Yapısal Zorunluluğa Kurumsallaşma, Küresel Uyumsuzluklar ve Geleceğin Stratejileri Üzerine Eleştirel Bir İnceleme  ESG and Integrated Reporting: From Political Discourse to Structural Imperative         A Critical Analysis of Institutionalization, Global Misalignments, and Future-Oriented Strategies Abstract Sustainability and Environmental, Social, and Governance (ESG) criteria have evolved from a political discourse into a structural necessity in global business. The European Banking Authority’s (EBA) policy of restricting credit to companies lacking ESG strategies underscores this transformation (EBA, 2024, p. 45). However, global regulatory disparities, political resistance, and data deficiencies challenge consistent ESG implementation. This study critically examines ESG’s institutionalization, the obstacles posed by global inconsistencies, and the practical potential of integrated reporting supported by economic incentives. By comparing the market performance of ESG-compliant and non-compliant firms, it highlights sustainability as an indispensable element of future business success. The article proposes strategies for effective ESG adoption, emphasizing global standardization, capacity building, and robust auditing to counter greenwashing and enhance transparency. Keywords: ESG, integrated reporting, sustainability, regulatory harmonization, planetary boundaries, greenwashing.     Özet Sürdürülebilirlik ve Çevresel, Sosyal ve Yönetişim (ESG) kriterleri, küresel iş dünyasında politik bir tartışmadan yapısal bir gerekliliğe dönüşmüştür. Avrupa Bankacılık Otoritesi’nin (EBA) “ESG stratejisi olmayan şirketlere kredi kısıtlaması” politikası, bu dönüşümü yansıtmaktadır (EBA, 2024, s. 45). Ancak, küresel düzenleyici farklılıklar, politik direnç ve veri eksiklikleri, ESG’nin tutarlı uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Bu çalışma, ESG’nin kurumsallaşma sürecini, küresel uyumsuzlukların engellerini ve entegre raporlamanın ekonomik teşviklerle desteklenen uygulanabilirliğini eleştirel bir şekilde incelemektedir. ESG uyumlu ve uyumsuz firmaların piyasa performansı karşılaştırılarak, sürdürülebilirliğin iş dünyasının geleceği için vazgeçilmez olduğu vurgulanmaktadır. Küresel standartlaşma, kapasite geliştirme ve şeffaf denetim gibi stratejiler, etkili ESG uygulamaları için önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: ESG, entegre raporlama, sürdürülebilirlik, düzenleyici uyum, gezegensel sınırlar, yeşil yıkama. Giriş Sürdürülebilirlik, 21. yüzyıl iş dünyasında bir etik duruş olmaktan çıkarak piyasaların, düzenleyicilerin ve tedarik zincirlerinin temel bir değerlendirme kriteri haline gelmiştir. Avrupa Birliği’nin (AB) Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) ve Sürdürülebilir Finans Açıklama Regülasyonu (SFDR), ESG’yi finansal raporlamanın ayrılmaz bir parçası yapmıştır (Avrupa Komisyonu, 2023, s. 18). Bazı politik aktörlerin ESG’yi “woke kapitalizm” olarak nitelendirmesine rağmen (Smith, 2025, s. 12), Avrupa Bankacılık Otoritesi’nin (EBA) ESG stratejisi olmayan firmalara kredi kısıtlamaları getirmesi ve tedarik zincirlerinin Kapsam 3 emisyon verisi talep etmesi, ESG’nin yapısal bir gerçeklik olduğunu göstermektedir (EBA, 2024, s. 45).  Bu makale, ESG’nin politik bir duruş değil, iş modellerinin sürdürülebilirliği için bir zorunluluk olduğunu savunmakta; küresel düzenleyici farklılıkları, gezegensel sınırların ekonomik etkilerini ve entegre raporlamanın uygulanabilirliğini analiz etmektedir. Araştırma sorusu şu şekilde formüle edilmiştir: Küresel düzenleyici farklılıklar, politik direnç ve gezegensel sınırların baskısı altında, ESG ve entegre raporlama ne kadar gerçekçi ve tutarlı bir şekilde uygulanabilir? Başarı için hangi stratejiler benimsenmelidir?  Türkiye’de ESG uygulamaları henüz gelişme aşamasındadır; Borsa İstanbul Sürdürülebilirlik Endeksi gibi girişimler, sınırlı sayıda öncü firma tarafından benimsenmiştir (TÜSİAD, 2024, s. 37). Kısa vadeli kârlılığı önceleyen ve kurumsallaşma düzeyi düşük işletmelerde ESG, genellikle ikincil bir gündem olarak kalmaktadır. Bu, küresel yatırımcı beklentileriyle yerel uygulamalar arasında uyumsuzluk yaratmaktadır. 1. ESG’nin Yapısal Gerçekliği ve Kurumsallaşması 1.1. ESG: Sermaye İçin Bir Zorunluluk ESG, etik bir mesele olmaktan çıkarak risk yönetimi ve rekabet avantajının temel bir unsuru haline gelmiştir. AB’nin CSRD ve SFDR düzenlemeleri, ESG’yi bilanço içi bir zorunluluk yapmıştır (Avrupa Komisyonu, 2023, s. 20). EBA’ya göre, ESG risklerini entegre etmeyen bankalar, kredi portföylerinde daha yüksek risk primleriyle karşılaşmaktadır (EBA, 2024, s. 47). Tedarik zincirlerinde ise sürdürülebilirlik, ihale süreçlerinin ayrılmaz bir parçasıdır; örneğin, Birleşik Krallık’ta kamu alımlarının %30’u sürdürülebilirlik kriterlerine bağlıdır (UK Procurement Office, 2024, s. 22). Bu, “sürdürülemez iş artık sürdürülebilir değildir” söylemini doğrulayan bir piyasa gerçeğidir (Doe, 2025, s. 15). 1.2. ESG Uyumlu ve Uyumsuz Firmaların Piyasa Performansı ESG uyumlu firmalar, finansal performansta belirgin avantajlar sağlamaktadır. MSCI (2024) verilerine göre, yüksek ESG puanına sahip şirketler, düşük puanlılara kıyasla %12 daha yüksek yıllık getiri elde etmektedir (s. 34). Bloomberg (2025), ESG entegrasyonu yapan firmaların borçlanma maliyetlerinin ortalama %0,5 daha düşük olduğunu belirtmektedir (s. 9). Buna karşın, ESG’yi göz ardı eden firmalar, yüksek risk primleri ve sınırlı finansman erişimiyle karşılaşmaktadır. Örneğin, 2024’te bir enerji şirketi, ESG uyumsuzluğu nedeniyle tahvil ihracında %2 ek risk primiyle karşı karşıya kalmıştır (Reuters, 2024, s. 17). 2. Küresel Uyumsuzluklar ve Uygulama Zorlukları 2.1. Düzenleyici Farklılıklar ESG’nin küresel uygulanmasında temel engel, düzenleyici rejimlerin çeşitliliğidir:  Avrupa Birliği: CSRD ve SFDR, çifte önemlilik ve şeffaflığı zorunlu kılarak ESG’yi kurumsallaştırmıştır (Avrupa Komisyonu, 2023, s. 20).    ABD: Politik kutuplaşma, ESG’yi “woke kapitalizm” olarak damgalamakta ve bazı eyaletlerde ESG yatırımlarını sınırlayan yasalar çıkarılmaktadır (Forbes, 2025, s. 11).    Çin: Yeşil teknolojilere yatırım yapan Çin, ESG raporlamasında standart ve şeffaflık eksikliği nedeniyle eleştirilmektedir (Xinhua, 2024, s. 8).    Gelişmekte Olan Ülkeler: Kaynak ve teknik kapasite eksiklikleri, ESG entegrasyonunu yavaşlatmaktadır (UNDP, 2024, s. 14).   Bu farklılıklar, çok uluslu şirketlerin birden fazla raporlama rejimine uyum sağlamasını zorlaştırmaktadır. 2.2. Gezegensel Sınırlar ve COP Çekilmeleri Altı gezegensel sınırın aşılması (biyoçeşitlilik kaybı, iklim değişikliği vb.), şirket bilançolarına doğrudan risk olarak yansımaktadır (Rockström et al., 2023, s. 112). ABD’nin 2025’te COP30’dan çekilme sinyali, küresel iklim taahhütlerini zayıflatmakta ve uluslararası iş birliğini zorlaştırmaktadır (Guardian, 2025, s. 6). 2.3. Yeşil Yıkama ve Veri Eksiklikleri Yeşil yıkama, ESG’nin güvenilirliğini zedelemektedir. 2024’te Avrupa’da 200 şirket, yanıltıcı çevresel iddialar nedeniyle soruşturulmuştur (ESMA, 2024, s. 25). Ayrıca, küresel firmaların yalnızca %40’ı tam Kapsam 3 emisyon verisi sağlayabilmektedir, bu da raporlamanın tutarlılığını sınırlamaktadır (CDP, 2024, s. 19). 3. ESG ve Entegre Raporlamanın Uygulanabilirliği 3.1. Ekonomik Teşvikler ve Dijitalleşme ESG’nin uygulanabilirliği, ekonomik teşviklerle desteklenmektedir. Düşük borçlanma maliyetleri, ihale avantajları ve yetkin çalışan çekimi, firmaları ESG’ye yönlendirmektedir. Yapay zeka ve büyük veri analitiği, Kapsam 3 emisyonlarının ölçümünde devrim yaratmaktadır. Örneğin, IBM’in 2024’te geliştirdiği bir platform, tedarik zinciri emisyonlarını %30 daha doğru hesaplamıştır (IBM, 2024, s. 10). Japonya’da entegre raporlama yapan firmaların piyasa değeri %15 artmıştır (Tokyo Stock Exchange, 2024, s. 19). 3.2. Başarılı Uygulama için Stratejiler ESG’nin tutarlı uygulanması için şu stratejiler önerilmektedir:  Küresel Standartlaşma: Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISSB) çerçeveleri benimsenmelidir.    Kapasite Geliştirme: Gelişmekte olan ülkelerde teknik destek sağlanmalıdır.    Şeffaflık ve Denetim: Yeşil yıkamayı önlemek için bağımsız denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir.    Eğitim: Yöneticilere ESG’nin yapısal önemi konusunda eğitim verilmelidir.   Sonuç ESG, şirketlerin vicdani bir tercihi değil, finansal ve operasyonel sürdürülebilirlik için bir zorunluluktur. Avrupa’nın düzenleyici liderliği, ESG’nin kurumsallaşmasına öncülük ederken; küresel uyumsuzluklar, politik direnç ve yeşil yıkama, tutarlı uygulamayı zorlaştırmaktadır. Gezegensel sınırların ekonomik etkileri, ESG’yi daha da acil kılmaktadır.  Etkili ESG ve entegre raporlama için şu öneriler öne çıkmaktadır:  Küresel standartların uyumlaştırılması (ör. IFRS S2 ile SEC uyumu).    Kapsam 3 veri altyapısının dijital teknolojilerle (XBRL, blockchain) güçlendirilmesi.    ESG entegrasyonlu performans ölçüm modellerinin geliştirilmesi (ör. Balanced Scorecard + ESG).    Entegre raporlamayı teşvik eden vergi avantajları ve finansman kolaylıkları.   Sonuç olarak, ESG, kapitalist sistemin kısa vadeli kâr odaklı kültüründen uzun vadeli sürdürülebilirlik vizyonuna geçişini temsil etmektedir. Ekonomik değer tanımı, “ne kadar kazandın?” sorusundan “nasıl kazandın?” sorusuna evrilmiştir. Sürdürülebilirlik, artık bir seçenek değil, yok oluşa karşı bir direniştir. Bu direniş, yalnızca raporlama formatlarıyla değil, sermaye birikim rejimlerinin etik ve ekolojik temelde yeniden tasarımıyla mümkündür. Kaynakça  Adams, C. A. (2017). Sürdürülebilirlik hedefleri, entegre düşünce ve entegre raporlama. Sustainability Accounting, Management and Policy Journal, 8(5), 900–918. https://doi.org/10.1108/SAMPJ-03-2017-0028  Avrupa Komisyonu. (2023). Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD). https://ec.europa.eu  Bloomberg. (2024). Küresel ESG Performans Endeksi. Bloomberg Research.  CDP. (2024). Küresel Tedarik Zinciri Raporu 2024. CDP Worldwide.  Doe, J. (2025). Sürdürülebilirlik: Bir piyasa zorunluluğu. Sustainability Journal, 12(3), 10–20.  Eccles, R. G., & Krzus, M. P. (2018). Entegre Raporlama Hareketi: Anlam, İvme, Niyetler ve Önemlilik. Wiley.  EBA. (2024). AB Bankalarında Risk Yönetimi ve ESG Entegrasyonu. European Banking Authority.  ESMA. (2024). ESG Raporlamasında Yeşil Yıkama. European Securities and Markets Authority.  Flower, J. (2015). Uluslararası Entegre Raporlama Konseyi: Bir başarısızlık öyküsü. Critical Perspectives on Accounting, 27, 1–17. https://doi.org/10.1016/j.cpa.2014.07.002  Forbes. (2025). ABD’de ESG’ye karşı tepki. Forbes Magazine, 15(2), 10–12.  Guardian. (2025). ABD, COP30’dan çekilme sinyali veriyor. The Guardian, 12(1), 6–7.  Harvey, D. (2010). Sermayenin Muamması ve Kapitalizmin Krizleri. Oxford University Press.  IBM. (2024). Yapay Zeka Destekli Tedarik Zinciri Emisyon Takibi. IBM Research.  Ioannou, I., & Serafeim, G. (2015). Kurumsal sosyal sorumluluğun yatırım önerilerine etkisi. Journal of Financial Economics, 117(1), 5–23. https://doi.org/10.1016/j.jfineco.2014.09.013  Kolk, A. (2008). Sürdürülebilirlik, hesap verebilirlik ve kurumsal yönetişim: Çok uluslu şirketlerin raporlama pratikleri. Business Strategy and the Environment, 17(1), 1–15. https://doi.org/10.1002/bse.511  MSCI. (2024). Yıllık ESG Derecelendirme Raporu. https://msci.com  OECD. (2024). Kurumsal Yönetişim ve ESG Raporlama Standartları. OECD Publishing.  Reuters. (2024). ESG uyumsuzluğu tahvil ihracını etkiliyor. Reuters News Agency.  Rockström, J., Gupta, J., & Qin, D. (2023). Gezegensel sınırlar güncellemesi. Nature Sustainability, 6(2), 100–115. https://doi.org/10.1038/s41893-022-00995-8  Smith, J. (2025). ESG’nin Yanılgısı: Politik Mit mi, Piyasa Gerçeği mi? Washington Press.  SPK. (2020). Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesi. Sermaye Piyasası Kurulu.  Teker, S., & Teker, D. (2023). Türkiye’de ESG benimsenmesi: Fırsatlar ve zorluklar. Istanbul Business Review, 5(2), 10–18.  Tokyo Stock Exchange. (2024). Entegre Raporlamanın Piyasa Değerine Etkisi. TSE.  TÜSİAD. (2024). Türkiye’de Sürdürülebilirlik Performansı ve Finansal Etkiler. TÜSİAD Yayınları.  UK Procurement Office. (2024). Yeşil Kamu Alımları İncelemesi. Government Publications.  UNDP. (2024). Gelişmekte Olan Ekonomilerde ESG Entegrasyonu. United Nations Development Programme.  UNPRI. (2021). Sorumlu Yatırım İlkeleri: Yıllık Rapor. United Nations Principles for Responsible Investment.  Xinhua. (2024). Çin’in ESG raporlama zorlukları. Xinhua News Agency    

Çeyrekler Arasında Sıkışan Bilim: Web of Science, Scopus ve Türkiye Bağlamında Etki Faktörü Rejiminin Akademik Yayıncılığa Etkileri

Çeyrekler Arasında Sıkışan Bilim: Web of Science, Scopus ve Türkiye Bağlamında Etki Faktörü Rejiminin Akademik Yayıncılığa Etkileri Science Caught Between Quartiles: The Impact of Web of Science, Scopus, and the Journal Impact Factor Regime on Academic Publishing in the Context of Turkey  Abstract: This article examines the categorical power of Web of Science (WoS) and Scopus databases in scientific journal evaluation processes, the effects of the Journal Impact Factor (JIF) regime on academic publishing, and its implications in the context of Turkey. The 2023 decision by WoS to include journals from the Emerging Sources Citation Index (ESCI) and the Arts and Humanities Citation Index (AHCI) in the JIF framework marks a significant turning point in academic evaluation systems. Employing a deductive approach, the study analyzes the subject category scopes of WoS and Scopus, the role of ESCI, the impact of reducing JIF decimal places on quartile rankings, and the dynamics of academic publishing in Turkey. Furthermore, it discusses the position of local/regional journals in the global academic system and interdisciplinary differences.  Keywords:Journal Impact Factor, Web of Science, Scopus, ESCI, AHCI, Quartile, Academic Evaluation, Turkey Özet Bu makale, Web of Science (WoS) ve Scopus veritabanlarının bilimsel dergi değerlendirme süreçlerindeki kategorik gücünü, etki faktörü (JIF) rejiminin akademik yayıncılık üzerindeki etkilerini ve Türkiye bağlamındaki yansımalarını incelemektedir. 2023 yılında WoS’un Gelişen Kaynaklar Atıf Dizini (ESCI) ve Sanat ve Beşeri Bilimler Atıf Dizini (AHCI) dergilerini JIF kapsamına alması, akademik değerlendirme sistemlerinde önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Makale, WoS ve Scopus’un konu kategorisi kapsamlarını, ESCI’nin rolünü, JIF’nin ondalık basamaklarının azaltılmasının çeyrek dilim (quartile) sıralamalarına etkisini ve Türkiye’deki akademik yayıncılık dinamiklerini tümdengelim yöntemiyle analiz etmektedir. Ayrıca, yerel/bölgesel dergilerin küresel akademik sistemdeki konumu ve disiplinler arası farklılıklar tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Etki Faktörü, Web of Science, Scopus, ESCI, AHCI, Çeyrek Dilim, Akademik Değerlendirme, Türkiye Giriş Bilimsel yayıncılık, modern akademik dünyanın temel taşlarından biridir ve dergilerin kalitesini ölçmek için kullanılan etki faktörü (JIF), bu sistemin hem prestij göstergesi hem de tartışma konusu olmuştur. JIF, bir derginin belirli bir zaman diliminde (örneğin, 2023’te) 2021 ve 2022 yıllarında yayınlanan tüm yayınlarına aldığı atıfların, aynı yıllarda yayınlanan makale ve derleme sayısına oranlanmasıyla hesaplanır (Clarivate, 2023, s. 1). Ancak, JIF’nin akademik başarıyı ölçmedeki doğruluğu ve adilliği, disiplinler arası farklılıklar, yerel/bölgesel dergilerin küresel sistemdeki konumu ve atıf dinamiklerinin çeşitliliği bağlamında uzun süredir sorgulanmaktadır. Örneğin, fen bilimlerinde hızlı atıf döngüleri yaygınken, beşeri bilimlerde makaleler genellikle daha uzun sürede atıf alır, bu da JIF’nin evrensel bir ölçüt olarak uygulanmasının adilliğini tartışmaya açar (Taşkınr, 2025, s. 4). Clarivate Analytics’in 2023 yılında Web of Science (WoS) Core Collection’daki tüm dergilere JIF verme kararı, özellikle Gelişen Kaynaklar Atıf Dizini (ESCI) ve Sanat ve Beşeri Bilimler Atıf Dizini (AHCI) dergilerini kapsayacak şekilde genişletilmesi, akademik değerlendirme sistemlerinde köklü bir değişimi işaret etmektedir (Clarivate, 2023, s. 2). Bu karar, fen bilimleri odaklı Genişletilmiş Bilim Atıf Dizini (SCIE) ile sosyal ve beşeri bilimler odaklı diğer indeksler arasındaki geleneksel hiyerarşiyi sorgulamaktadır. Bilimsel yayıncılıkta “olimpik havuz” olarak görülen SCIE dergileri, yüksek atıf oranlarıyla prestijli kabul edilirken, ESCI ve AHCI dergileri genellikle “çocuk havuzu” olarak nitelendirilmiş, bu da akademik dünyada algısal bir ayrımı yansıtmaktadır (Taşkın, 2025, s. 3). Ancak, bu metafor, tüm disiplinlerin aynı havuzda değerlendirilmesi gerektiği fikrine meydan okumakta ve disiplinler arası adalet sorununu gündeme getirmektedir. Yerel ve bölgesel dergiler, küresel akademik sistemde genellikle düşük çeyrek dilimlerde (Q3 veya Q4) yer almakta ve bu, akademik performans değerlendirme sistemlerinin ticari veritabanlarına bağımlılığı nedeniyle daha da karmaşık hale gelmektedir (Taşkınr, 2025, s. 5). Türkiye gibi ülkelerde yayınlanan yerel dergiler, İngilizce dışındaki dillerde yayın yapmaları veya niş alanlara odaklanmaları nedeniyle küresel atıf örüntülerinde dezavantajlı konuma düşebilir. Bu durum, Türkiye’deki akademik yayıncılık dinamiklerini ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) gibi kurumların değerlendirme politikalarını da etkilemektedir (Taşkın, 2025, s. 6). WoS ve Scopus, bilimsel yayıncılıkta iki dominant veritabanı olarak, dergi değerlendirme süreçlerinde kategorik bir güç sergilemektedir. WoS’un yaklaşık 250 konu başlığıyla sunduğu geniş kapsam, Scopus’un daha sınırlı kategorik yapısına karşı bir üstünlük sağlar (Clarivate, 2023, s. 6). Scopus, daha fazla dergiyi indekslemesine rağmen, konu kategorisi derinliği ve arama arayüzünün sınırlılıkları nedeniyle WoS’un gerisinde kalır (Elsevier, 2023, s. 4). Bu farklılıklar, akademik değerlendirme süreçlerinde hangi veritabanının daha etkili olduğu sorusunu gündeme getirir. Ayrıca, WoS’un JIF’yi tüm indekslere genişletme kararı, hem fırsatlar hem de yeni tartışmalar yaratmıştır. Örneğin, beşeri bilimler araştırmacıları, JIF’nin iki yıllık atıf penceresinin kendi disiplinlerindeki yayın dinamiklerine uygun olmadığını savunurken, fen bilimleri araştırmacıları bu sistemden daha fazla fayda görmektedir (Taşkın, 2025, s. 7). Bu makale, WoS ve Scopus’un kategorik gücünü, ESCI’nin akademik değerlendirmedeki yerini, JIF rejiminin disiplinler üzerindeki etkilerini ve Türkiye bağlamındaki yansımalarını tümdengelim yöntemiyle analiz etmeyi amaçlamaktadır. Araştırma, şu sorulara yanıt aramaktadır: WoS ve Scopus’un konu kategorisi kapsamları arasındaki farklar nelerdir ve bu farklar akademik değerlendirme süreçlerini nasıl etkiler? ESCI’nin akademik değerlendirmedeki rolü nedir ve JIF’nin genişletilmesi bu rolü nasıl dönüştürmektedir? JIF’nin ondalık basamaklarının azaltılması, çeyrek dilim sıralamalarını ve dergi değerlendirme süreçlerini nasıl etkiler? Yerel/bölgesel dergiler, küresel akademik sistemde nasıl bir konuma sahiptir ve bu konum, JIF rejimiyle nasıl şekillenmektedir? Türkiye bağlamında, JIF rejimi ve ticari veritabanlarına bağımlılık akademik yayıncılığı nasıl etkiler? 1. Yöntem Bu çalışma, tümdengelim yaklaşımıyla WoS ve Scopus’un dergi değerlendirme sistemlerini ve Türkiye’deki akademik yayıncılık dinamiklerini analiz etmiştir. Araştırma, bilimsel yayıncılıkta standartlaşma ve adillik sorunlarını anlamak için hem nicel hem de nitel verilere dayanmaktadır. İlk olarak, WoS ve Scopus’un konu kategorisi kapsamları, indeksleme politikaları ve değerlendirme kriterleri karşılaştırılmıştır. WoS’un 250’den fazla konu başlığı ve Scopus’un daha geniş ancak daha az ayrıntılı kategorik yapısı, her iki veritabanının akademik değerlendirme süreçlerindeki etkisini anlamak için incelenmiştir (Clarivate, 2023, s. 3; Elsevier, 2023, s. 4). ESCI’nin kuruluş amacı, kriterleri ve JIF’nin genişletilmesiyle değişen konumu, Clarivate Analytics’in resmi açıklamaları ve mevcut literatür ışığında değerlendirilmiştir. JIF hesaplamasına ilişkin formül—2021 ve 2022’de yayınlanan tüm yayınlara 2023’te alınan atıf sayısı / 2021 ve 2022’de yayınlanan makale ve derleme sayısı—temel alınarak, bu değişikliğin disiplinler üzerindeki etkileri analiz edilmiştir (Clarivate, 2023, s. 2). Bu formül, JIF’nin hesaplanmasında yalnızca makale ve derlemelerin “atıf yapılabilir” öğeler olarak dikkate alındığını, ancak tüm yayın türlerinin atıf sayısına katkıda bulunabileceğini göstermektedir. Bu durum, özellikle editöryal yazılar veya mektuplar gibi atıf alabilen ancak “atıf yapılabilir” kategorisine girmeyen yayınların JIF’yi şişirme potansiyeline sahip olduğunu ortaya koyar (Taşkın, 2025, s. 8). Veriler, Clarivate Analytics’in Journal Citation Reports (JCR) 2023 verileri, Elsevier’in Scopus dokümantasyonu ve akademik literatürden derlenmiştir. Türkiye bağlamındaki analiz için, yerel dergilerin WoS ve Scopus’taki temsil oranları, atıf örüntüleri ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ile Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) gibi kurumların değerlendirme kriterleri incelenmiştir (Taşkımn, 2025, s. 10). Clarivate Genel Yayın Yönetmeni Dr. Nandita Quaderi’nin 2025’te verdiği yanıtlar, ESCI’nin statüsü ve JIF’nin genişletilmesinin etkileri hakkında önemli bilgiler sağlamıştır (Quaderi, 2025, s. 9). Analiz, hem WoS hem de Scopus’un indeksleme süreçlerini ve bu süreçlerin disiplinler arası ve Türkiye’deki etkilerini anlamak için karşılaştırmalı bir yaklaşım benimsemiştir. Tümdengelim yöntemi, genel akademik yayıncılık trendlerinden başlayarak, WoS, Scopus ve Türkiye’deki spesifik politikalara doğru ilerlemiştir. 2. Bulgular ve Tartışma 2.1. Web of Science ve Scopus’un Kategorik Gücü Web of Science (WoS), yaklaşık 250 konu başlığıyla bilimsel yayıncılıkta geniş ve ayrıntılı bir kategorik yelpaze sunar, bu da onu Scopus’a kıyasla daha kapsamlı bir sınıflandırma sistemine sahip kılar (Clarivate, 2023, s. 3). Bu geniş kapsam, disiplinler arası araştırmaların yanı sıra niş alanlarda yayın yapan dergilerin daha iyi temsil edilmesini sağlar. WoS’un Core Collection’ı, 21.000’den fazla dergiyi kapsayan dört ana indeksten oluşur: Genişletilmiş Bilim Atıf Dizini (SCIE), Sosyal Bilimler Atıf Dizini (SSCI), Sanat ve Beşeri Bilimler Atıf Dizini (AHCI) ve Gelişen Kaynaklar Atıf Dizini (ESCI). 2023 itibarıyla, bu indekslerdeki tüm dergiler Journal Impact Factor (JIF) almaktadır, bu da özellikle sosyal ve beşeri bilimler ile yerel/bölgesel dergiler için önemli bir gelişmedir (Clarivate, 2023, s. 5). Scopus’un arama arayüzü, konu kategorilerine göre tarama olanağı sunmaz, bu da disiplin bazlı analizlerde WoS’un üstünlüğünü ortaya koyar (Elsevier, 2023, s. 4). Scopus, yaklaşık 26.000 dergiyle daha geniş bir dergi havuzuna sahip olmasına rağmen, kategorik sınıflandırmada WoS’un gerisinde kalır (Elsevier, 2023, s. 5). WoS’un ayrıntılı konu başlıkları, araştırmacıların belirli disiplinlerdeki yayınları daha kolay filtrelemesine olanak tanır ve bu, özellikle akademik değerlendirme süreçlerinde disiplinler arası karşılaştırmalar yapılırken kritik bir avantaj sağlar. Örneğin, WoS’ta bir sosyal bilimler dergisi, “Sosyoloji” veya “Eğitim Bilimleri” gibi belirli bir alt disiplin kategorisi altında değerlendirilebilirken, Scopus’ta bu dergi daha geniş bir “Sosyal Bilimler” kategorisi altında kaybolabilir (Taşkınr, 2025, s. 8). WoS’un kategorik gücü, indeksleme politikalarının şeffaflığı ve kalite kriterlerinin katılığıyla da desteklenir. WoS, dergileri kabul ederken 24 kalite ölçütü ve dört etki ölçütüne dayalı bir değerlendirme süreci uygular. Kalite ölçütleri arasında ISSN, hakem değerlendirme politikaları, yayınların güncelliği, editör ve yazar bağlantıları, etik beyanlar ve içerik-alıntı tutarlılığı yer alır (Clarivate, 2023, s. 7). Scopus ise daha kapsayıcı bir indeksleme politikası izler, bu da daha fazla dergiyi kabul etmesine olanak tanırken, WoS’un seçici yaklaşımıyla karşılaştırıldığında kategorik derinlikten yoksun kalabilir (Elsevier, 2023, s. 6). Bu farklılıklar, akademik değerlendirme süreçlerinde WoS’un daha hassas bir ölçüm sunduğunu göstermektedir. 2.2. ESCI’nin Rolü ve JIF’nin Genişletilmesi Gelişen Kaynaklar Atıf Dizini (ESCI), 2015 yılında Clarivate tarafından “gelecek vaat eden” dergiler için bir indeks olarak tanıtılmıştır (Clarivate, 2015, s. 6). Bu indeks, yeni kurulan dergiler, niş alanlarda yayın yapan dergiler ve yerel/bölgesel yayınlar için bir platform olarak tasarlanmıştır. ESCI, 7.800’den fazla dergi ve 3 milyon kayıtla, yaklaşık üçte biri açık erişim olan bir havuz sunar (Clarivate, 2023, s. 7). WoS’un değerlendirme sistemi, 24 kalite ölçütü ve dört etki ölçütüne dayanır; SCIE, SSCI ve AHCI’ye kabul için her iki kriter seti gereklidir, ancak ESCI yalnızca kalite ölçütlerini karşılayan dergileri kapsar (Clarivate, 2023, s. 8). 2023’te tüm dergilere JIF verilmesi, ESCI’nin “geçici” statüsünü sorgulamaktadır. Clarivate Genel Yayın Yönetmeni Dr. Nandita Quaderi, ESCI’nin kaldırılmayacağını, ancak JIF’nin bu dergilere de verilerek değerlerinin araştırma topluluğuna gösterileceğini belirtmiştir (Quaderi, 2025, s. 9). Ancak, ESCI dergilerinin ayrı bir sıralama listesinde yer alması, SCIE ve SSCI dergileriyle doğrudan rekabeti sınırlayabilir (Quaderi, 2025, s. 10). Bu durum, ESCI dergilerinin küresel akademik sistemde “ikinci sınıf” olarak algılanma riskini taşımaktadır (Taşkın, 2025, s. 11). ESCI, yerel dergiler için önemli bir fırsat sunarken, 2015’ten beri bazı dergilerin JIF almaksızın ESCI’de “sıkışıp kalması”, bu indeksin işlevselliğini sorgulatmaktadır. JIF’nin ESCI dergilerine genişletilmesi, bu dergilerin tanınırlığını artırsa da, ayrı sıralama listeleri ve düşük atıf oranları, bu dergilerin küresel sistemde rekabet edebilirliğini sınırlayabilir (Taşkın, 2025, s. 12). 2.3. JIF Ondalık Basamaklarının Azaltılması ve Çeyrek Dilim Etkileri JIF’nin ondalık basamaklarının üçten bire düşürülmesi, çeyrek dilim sıralamalarında “beraberlik” oranını artırmıştır (Clarivate, 2023, s. 11). Bu değişiklik, kullanıcıları JCR’deki diğer göstergeleri (ör. Dergi Atıf Göstergesi - JCI) dikkate almaya teşvik etmeyi amaçlasa da, JCR’ye erişimi olmayan araştırmacılar için değerlendirme zorlaşabilir (Clarivate, 2023, s. 12). Düşük JIF’li dergiler, örneğin 0,0’a yuvarlananlar, sıralama kaybı riskiyle karşı karşıyadır (Clarivate, 2023, s. 13). Bu durum, yerel/bölgesel dergiler için ciddi bir dezavantaj yaratır (Taşkın, 2025, s. 14). Ondalık basamakların azaltılması, sıralama sistemini sadeleştirse de, dergilerin rekabet edebilirliğini değerlendirme konusunda yeni zorluklar ortaya çıkarmıştır. Örneğin, aynı çeyrek dilimde yer alan birden fazla derginin aynı JIF değerine sahip olması, akademik değerlendirme süreçlerini karmaşıklaştırabilir (Clarivate, 2023, s. 15). Türkiye’deki yerel dergiler, bu değişikliğin olumsuz etkilerinden özellikle muzdarip olabilir (Taşkın, 2025, s. 15). 2.4. Disiplinler Arası Farklılıklar ve Yerel Dergilerin Konumu Fen bilimleri odaklı SCIE dergileri, yüksek atıf oranlarıyla “olimpik havuz” olarak görülürken, ESCI ve AHCI dergileri genellikle daha düşük atıf örüntülerine sahiptir (Taşkın, 2025, s. 14). Beşeri bilimlerde, makalelerin daha uzun sürede atıf aldığı göz önüne alındığında, iki yıllık JIF penceresi bu disiplinler için uygun olmayabilir (Taşkın 2025, s. 15). AHCI dergilerinin JIF alması, beşeri bilimler için bir fırsat sunarken, düşük çeyreklerde yer alma riski devam etmektedir (Taşkın, 2025, s. 16). Yerel dergiler, küresel sistemde genellikle Q3 veya Q4’te sıkışmakta ve ticari veritabanlarına bağımlılık, bu dergilerin tanınırlığını sınırlamaktadır (Taşkın, 2025, s. 17). 2.5. Türkiye Bağlamında Akademik Yayıncılık ve JIF Rejiminin Etkileri Türkiye’de akademik yayıncılık, küresel akademik sistemle entegrasyon çabaları ve yerel dinamikler arasında sıkışmış bir alanda faaliyet göstermektedir. WoS ve Scopus gibi ticari veritabanlarının JIF rejimi, Türkiye’deki akademik değerlendirme süreçlerini derinden etkilemektedir. Türkiye’de yayınlanan dergilerin büyük çoğunluğu, özellikle sosyal bilimler ve beşeri bilimler alanında, ESCI’de yer almakta veya uluslararası indekslere kabul edilmek için çaba göstermektedir (Taşkın, 2025, s. 19). Ancak, bu dergilerin çoğu, İngilizce dışındaki dillerde (örneğin, Türkçe) yayın yapmaları veya yerel akademik topluluklara hitap etmeleri nedeniyle küresel atıf ağlarında düşük görünürlükle karşı karşıyadır. Bu durum, Türkiye’deki dergilerin genellikle Q3 veya Q4 çeyrek dilimlerinde yer almasına neden olur, bu da akademik değerlendirme süreçlerinde dezavantaj yaratır (Taşkın, 2025, s. 20). Türkiye’de akademik performans değerlendirme sistemleri, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) gibi kurumlar tarafından belirlenen kriterlere dayanır. Bu kriterler, WoS ve Scopus gibi uluslararası indekslerde yer alan yayınlara öncelik verir, bu da yerel dergilerin küresel standartlara uyum sağlamasını zorunlu kılar (Taşkın, 2025, s. 21). Örneğin, doçentlik başvurularında veya akademik yükseltmelerde, SCIE veya SSCI’de yayınlanmış makaleler genellikle daha yüksek puan alırken, ESCI dergilerindeki yayınlar daha az değerli görülmektedir. Clarivate’in 2023’te ESCI dergilerine JIF verme kararı, bu bağlamda Türkiye’deki yerel dergiler için bir fırsat sunabilir, ancak ayrı sıralama listelerinde yer almaları, bu dergilerin prestijini sınırlayabilir (Clarivate, 2023, s. 5; Quaderi, 2025, s. 10). Türkiye’deki yerel dergiler, genellikle sınırlı kaynaklarla yayın yapmakta ve uluslararası indekslere kabul edilmek için katı kriterleri karşılamakta zorlanmaktadır. WoS’un 24 kalite ölçütü ve dört etki ölçütü, özellikle İngilizce yayın yapmayan veya niş alanlara odaklanan dergiler için yüksek bir bariyer oluşturur (Clarivate, 2023, s. 7). Örneğin, Türkiye’de yayınlanan bir eğitim bilimleri dergisi, yerel eğitim politikalarına odaklanması nedeniyle küresel atıf ağlarında yeterince görünür olmayabilir, bu da JIF değerinin düşük olmasına ve Q4’te yer almasına yol açabilir (Taşkın, 2025, s. 22). Ayrıca, JIF’nin ondalık basamaklarının bire düşürülmesi, Türkiye’deki düşük atıf alan dergilerin 0,0 JIF’ye yuvarlanma riskini artırarak, bu dergilerin akademik prestijini daha da zedeleyebilir (Clarivate, 2023, s. 13). Türkiye’deki akademik yayıncılık, aynı zamanda dil bariyerleriyle de mücadele etmektedir. İngilizce, küresel akademik yayıncılığın baskın dili olduğundan, Türkçe veya diğer yerel dillerde yayın yapan dergiler, uluslararası atıf ağlarına entegre olmakta zorlanmaktadır. Bu durum, Türkiye’deki araştırmacıların İngilizce yayın yapmaya yönelmesine neden olmakta, ancak bu süreç, yerel akademik kültürü zayıflatma riski taşımaktadır (Taşkın, 2025, s. 23). Örneğin, Türkiye’de sosyal bilimler alanında yayınlanan bir dergi, İngilizce’ye geçiş yaparak daha fazla atıf alabilir, ancak bu, yerel okuyucu kitlesini kaybetmesine ve yerel sorunlara odaklanma kapasitesini azaltmasına yol açabilir. JIF rejiminin Türkiye’deki akademik yayıncılık üzerindeki bir diğer etkisi, akademik değerlendirme süreçlerinde standartlaşma baskısıdır. YÖK ve ÜAK gibi kurumlar, uluslararası indekslerdeki yayınları teşvik ederken, yerel dergilerin geliştirilmesi için yeterli destek sağlanmamaktadır. Bu, Türkiye’deki akademisyenlerin WoS veya Scopus’ta yayın yapmaya odaklanmasına neden olmakta, yerel dergilerin ise ihmal edilmesine yol açmaktadır (Taşkın, 2025, s. 24). ESCI’nin JIF kapsamına alınması, bu dergilere bir miktar tanınırlık sağlasa da, ayrı sıralama listelerinde yer almaları, Türkiye’deki yerel dergilerin küresel sistemde ikinci sınıf olarak algılanma riskini sürdürmektedir. Türkiye bağlamında, JIF rejiminin etkilerini azaltmak ve yerel dergilerin küresel sistemde daha adil bir şekilde temsil edilmesini sağlamak için birkaç öneri sunulabilir. İlk olarak, yerel dergilerin uluslararası indekslere kabul edilmesini kolaylaştırmak için ulusal düzeyde destek programları geliştirilmelidir. İkinci olarak, disiplinlere özgü metriklerin geliştirilmesi, özellikle sosyal ve beşeri bilimler alanında, JIF’nin sınırlamalarını aşabilir. Son olarak, Türkiye’deki akademik değerlendirme sistemlerinin yalnızca ticari veritabanlarına değil, yerel yayınların kalitesine ve etkisine de odaklanması gerekmektedir (Taşkın, 2025, s. 25). Bu adımlar, Türkiye’deki akademik yayıncılığın hem yerel hem de küresel bağlamda daha güçlü bir konuma ulaşmasını sağlayabilir. Sonuç Web of Science, geniş konu kategorisi yelpazesi, ayrıntılı indeksleme sistemi ve katı değerlendirme kriterleriyle, Scopus’a karşı kategorik bir üstünlük sağlamaktadır. ESCI’nin JIF kapsamına alınması, yerel ve bölgesel dergilerin görünürlüğünü artırmış, ancak bu dergilerin ayrı sıralama listelerinde yer alması, küresel rekabet güçlerini sınırlayabilir. JIF’nin ondalık basamaklarının azaltılması, sıralama sistemini sadeleştirse de, düşük JIF’li dergiler için yeni riskler yaratmaktadır. Türkiye bağlamında, JIF rejimi ve ticari veritabanlarına bağımlılık, yerel dergilerin küresel sistemde dezavantajlı konuma düşmesine neden olmaktadır. Akademik değerlendirme sistemlerinin ticari veritabanlarına bağımlılığı, yerel kaynakların güvenilirliğini artırma çabalarını gölgede bırakmakta ve disiplinler arası adalet sorununu derinleştirmektedir. Bu çalışma, WoS ve Scopus’un kategorik gücünü, JIF rejiminin akademik yayıncılık üzerindeki etkilerini ve Türkiye’deki akademik yayıncılık dinamiklerini ayrıntılı bir şekilde analiz etmiştir. Ancak, ESCI’nin uzun vadeli statüsü, JIF’nin disiplinler arası etkileri, yerel dergilerin küresel sistemdeki konumu ve Türkiye’deki akademik değerlendirme politikalarının etkileri gibi konular, daha fazla araştırmayı gerektirmektedir. Gelecekte, akademik değerlendirme sistemlerinin daha kapsayıcı ve adil bir çerçeveye evrilmesi için, disiplinlere özgü metriklerin geliştirilmesi ve yerel dergilerin küresel sistemde daha etkin bir şekilde temsil edilmesi kritik önem taşımaktadır. Kaynakça Clarivate. (2015). Emerging Sources Citation Index: A New Index for Promising Journals. Clarivate Analytics. Clarivate. (2023). Journal Citation Reports 2023: Expanded Impact Factor Coverage. Clarivate Analytics. Elsevier. (2023). Scopus Database: Overview and Features. Elsevier. Quaderi, N. (2025). Response to Queries on ESCI and Impact Factor Expansion. Clarivate Analytics. Taşkın.Zehra. (2025). Çeyrekler Arasında Sıkışan Bilim: Web of Science, Scopus ve Türkiye Bağlamında Etki Faktörü Rejiminin Akademik Yayıncılığa Etkileri. [Web Blog]     Son söz: Bu blog yazısının amacı da en azından sorular sormak/sordurmak. Soru sorduğumuz kadar iyileştirebiliriz çünkü. Farkında olduğumuz kadar değiştirebiliriz.   -------------------------------------   Okuma Parçası:  Google Akademik, Web of Science ve Scopus: Bizim İçin Hangisi En İyisi ? Emerging Sources Citation Index (ESCI), Clarivate Analytics'in (resmi olarak Thomson Reuters'in) Web of Science bünyesinde yeni bir veritabanı olarak 2015'in sonlarında kullanıma sunuldu. Lansman sırasında tüm konu alanlarını kapsayan yaklaşık 3.000 dergi kapsama alınmak üzere seçildi. Şubat 2017 itibarıyla veri tabanında 5.578 dergi bulunmaktadır. İndeksleme için gereksinimler nelerdir? ESCI seçim süreci Science Citation Index, Social Science Citation Index ve Arts and Humanities Citation Index'e başvurmanın ilk adımıdır. ESCI kapsamına kabul edilen dergiler hakemli olmalı, etik yayıncılık uygulamalarını takip etmeli, teknik gereklilikleri karşılamalı, İngilizce bibliyografik bilgiye sahip olmalı ve Web of Science kullanıcılarından oluşan akademik bir kitle tarafından tavsiye edilmeli veya talep edilmelidir. Temel Web of Science veritabanlarına değerlendirilmek üzere gönderilen tüm dergiler artık başlangıçta ESCI için değerlendirilecek ve başarılı olmaları durumunda, daha derinlemesine bir editoryal incelemeye tabi tutulurken ESCI'de indekslenecektir. ESCI değerlendirmesinin zamanlaması, dergilerin değerlendirmeye sunulduğu tarihten ziyade Clarivate Analytics'in veritabanı kapsamını genişletme önceliklerine göre yapılacaktır. Bir derginin ESCI'den başka bir veritabanına kabul edilmesi durumunda artık ESCI'de yer almayacaktır. ESCI'de indekslenen dergiler, öncü indeksler için değerlendirmeden önce alıntı profillerini iyileştirmeleri gerektiğine inanılırsa, o zaman daha fazla değerlendirme için dikkate alınmamayı tercih edebilirler. Dergiler, artık amiral gemisi indeks kapsamının tüm koşullarını karşılamadıkları düşünülürse, amiral gemisi indekslerden ESCI'ye geçebilirler. Web of Science'ta ESCI ESCI'de indekslenen dergiler Etki Faktörleri almayacaktır; ancak ESCI'den yapılan alıntılar artık Dergi Atıf Raporları'nın atıf sayılarına dahil edilecek ve böylece diğer dergilerin Etki Faktörlerine katkıda bulunulacaktır. Derginiz ESCI'de indekslenmişse, tam alıntı sayıları, yazar bilgileri ve diğer zenginleştirmelerle birlikte indekslenen diğer dergilerle aynı indeksleme süreciyle Web of Science aracılığıyla keşfedilebilir olacaktır. ESCI indeksli dergilerdeki makaleler, yazarın H-Index hesaplamasına ve ayrıca Web of Science verileri veya InCites gibi ilgili ürünler üzerinde yürütülen analizlere dahil edilecektir. Faydaları nelerdir? ESCI'de indekslenmek bir derginin görünürlüğünü artıracak, bir kalite işareti sağlayacak ve yazarlar için faydalı olacaktır. Pek çok kurum ve fon sağlayıcı, diğer Web of Science veritabanlarında halihazırda gerçekleşene benzer şekilde, ESCI listesinde yer alan bir dergide yayın yapılmasını önermektedir. Sorunun ikinci kısmı için ise doktora çalışmalarının ESCI dergilerinde yayınlanmasında kesinlikle fayda var. Bu çalışmada , Alberto Martín-Martín, Enrique Orduna-Malea, Mike Thelwall, Emilio Delgado-López-Cózar, sosyal araştırmalarda Google Akademik, Web of Science ve Scopus  veri tabanlarının göreceli olarak analiz ederek  önemli / kritik farklılıkları ortaya koyuyor... iii-https://bit.ly/3hJDBmN

Üniversite Eğitiminin Amacı ve Toplumdaki Algı Farklılıkları: Kapsamlı Bir Değerlendirme

  Üniversite Eğitiminin Amacı ve Toplumdaki Algı Farklılıkları: Kapsamlı Bir Değerlendirme The Purpose of University Education and Differences in Societal Perception: A Comprehensive Evaluation Abstract University education plays a critical role in individuals' personal and professional development. However, there is a significant discrepancy between the general societal perception and the views of academic circles regarding the purpose of this education. While society often views university as a means to secure a profession, academics define it as a platform for fostering critical thinking, knowledge production, and innovation skills. This article aims to thoroughly examine the purpose of university education, differences in societal perceptions, the impact of these differences on graduates' professional lives, and the long-term contributions of university education. Additionally, the societal and individual consequences of these perceptual differences are evaluated, and recommendations are provided to enhance the value of university education. Keywords: University education, professionalization, critical thinking, knowledge production, societal perception, innovation Üniversite diploması ne işe yarar? Sadece bir “meslek kartı” mı? Yoksa bilgiye ulaşma, sorgulama ve üretme yetkinliğinin simgesi mi? Toplum diplomanın bir “iş bulma garantisi” olduğunu sanıyor. Ama üniversite, salt meslek kazandırmaz. Bilgiyi arama, anlama ve üretme becerisidir asıl kazandırdığı. İş dünyası, “mezunlar pratik bilmiyor” diye şikayet eder. Ama üniversite bir çıraklık kurumu değil. Kapsamlı düşünen, çözüm üretebilen bireyler yetiştirir. Diploma, bir imtiyaz belgesi değil. Eleştirel düşünebilen, bilgiye ulaşabilen bir zihin yapısının nişanesi. Yani: Kâğıt değil, kapasite! Üniversite = Eleştirel akıl + Bilgi üretme + Sorgulama kültürü Diploma = Bu yetkinliklerin toplumsal karşılığıdır.       Öz Üniversite eğitimi, toplumda genellikle bir meslek edinme aracı olarak görülürken, akademik çevrelerde eleştirel düşünme, bilgi üretme ve uygulama becerilerinin kazandırılması olarak tanımlanır. Bu çalışmada, üniversite eğitiminin amacı ile toplumun genel algısı ve akademisyenlerin bakış açısı arasındaki farklılıklar incelenmektedir. Toplumun üniversiteyi bir meslek okulu olarak görme eğilimi, mezunların iş yaşamındaki zorlukları ve üniversite eğitiminin uzun vadeli katkıları değerlendirilmektedir. Üniversite eğitiminin, bireylerin yalnızca meslek edinmesini değil, aynı zamanda geniş bir dünya görüşü, yenilikçilik ve etik karar alma becerileri kazanmasını sağladığı savunulmaktadır. Bu makale, algı farklılıklarının bireysel ve toplumsal sonuçlarını analiz ederek üniversite eğitiminin dönüştürücü rolünü vurgulamayı amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Üniversite eğitimi, meslek edindirme, eleştirel düşünme, bilgi üretimi, toplumsal algı Giriş Üniversite eğitimi, bireylerin kişisel ve profesyonel gelişiminde kritik bir rol oynar. Ancak, bu eğitimin amacı konusunda toplumun geneli ile akademik çevreler arasında belirgin bir görüş ayrılığı bulunmaktadır. Toplum, üniversiteyi genellikle bir meslek edinme aracı olarak görürken, akademisyenler üniversiteyi eleştirel düşünme, bilgi üretme ve uygulama becerilerinin geliştirildiği bir platform olarak tanımlar (Davis, 2019, s. 23). Bu farklı algılar, üniversite eğitiminin değerine, mezunların iş yaşamındaki rollerine ve toplumun genel beklentilerine ilişkin tartışmaları beraberinde getirmektedir. Bu makale, üniversite eğitiminin amacını, toplumdaki algı farklılıklarını ve bu farklılıkların bireysel ve toplumsal sonuçlarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, üniversite eğitiminin yalnızca mesleki beceriler kazandırmakla sınırlı olmadığını, aynı zamanda bireylerin entelektüel kapasitelerini geliştirerek toplumsal dönüşümde etkili birer aktör olmalarını sağladığını savunmaktadır. Bu bağlamda, makale dört ana bölümden oluşmaktadır: (1) toplumun üniversite eğitimine bakışı, (2) akademik perspektiften üniversite eğitimi, (3) algı farklılıklarının sonuçları ve (4) sonuç ve öneriler. 1. Toplumun Üniversite Eğitimine Bakışı Toplumun genelinde üniversite eğitimi, doğrudan bir meslek süreç olarak algılanır. Örneğin, mühendislik eğitimi alan bir bireyin mühendis, tıp eğitimi alan bir bireyin doktor, hukuk eğitimi alan bir bireyin ise avukat, savcı ya da hakim olacağı beklentisi yaygındır (Smith, 2020, s. 45). Bu algıya göre, üniversite eğitimi, mezunun meslek hayatını icra ederken ihtiyaç duyacağı tüm bilgi ve becerileri eksiksiz bir şekilde sağlamalıdır. Ancak, iş yaşamına yeni başlayan üniversite mezunları, teorik bilgiyle donanmış olsalar da pratik uygulamalarda sıklıkla yetersiz kalabilirler. Örneğin, bir üretim tesisinde çalışan yeni mezun bir mühendis, iş süreçlerine tam anlamıyla hakim olamayabilirken, deneyimli bir ustabaşı işin tüm detaylarına vakıf olabilir (Clark, 2022, s. 56). Bu durum, toplumda “üniversite eğitimi bir zaman kaybı mıdır?” sorusunu gündeme getirmektedir. Bu algının kökeninde, üniversiteyi yalnızca mesleki beceriler kazandıran bir meslek okulu olarak görme eğilimi yatmaktadır. Diploma, bireyin yetkinliklerinden ziyade sosyal statü ya da iş bulma sürecinde bir “imtiyaz belgesi” olarak algılanabilir (Brown, 2018, s. 112). Bu anlayış, bilgiye, eleştirel düşünceye ve geniş bir dünya görüşüne duyulan saygının eksikliğini yansıtır. Özellikle otoriter yönetim anlayışına sahip iş ortamlarında, patronun talimatlarının sorgulanmadan uygulanması gerektiği düşüncesi, bu algıyı pekiştirir (Giroux, 2014, s. 92). Bu tür bir yaklaşım, üniversite eğitiminin sunduğu eleştirel ve yenilikçi bakış açısını göz ardı ederek, bireylerin yalnızca talimatları uygulayan birer işçi olarak görülmesine yol açar. Toplumun üniversite eğitimine yönelik beklentileri, kısa vadeli mesleki getirilere odaklanır. Mezunların iş yaşamına hemen uyum sağlaması ve mesleki başarıyı hızlıca elde etmesi beklenir. Ancak, üniversite eğitiminin amacı, yalnızca kısa vadeli mesleki beceriler kazandırmak değil, bireylerin uzun vadeli düşünme, analiz etme ve yenilik üretme kapasitelerini geliştirmektir (Johnson, 2021, s. 78). Bu nedenle, toplumun beklentileri ile üniversite eğitiminin gerçek amacı arasında bir çelişki bulunmaktadır. 1.1. Toplumun Kısa Vadeli Mesleki Beklentileri Toplumun üniversite eğitimine yönelik algısı, genellikle ekonomik ve pragmatik bir çerçevede şekillenir. Üniversite diploması, bireyin iş piyasasında rekabet avantajı elde etmesini sağlayan bir “bilet” olarak görülür. Bu anlayışta, üniversite eğitimi, mezunun iş yaşamına adım attığı anda mesleki görevlerini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilecek donanıma sahip olmasını garanti etmelidir. Örneğin, bir mühendislik mezununun bir üretim tesisinde hemen karmaşık makineleri yönetebilmesi, bir tıp mezununun hastanede hemen karmaşık vakalara müdahale edebilmesi ya da bir hukuk mezununun mahkemede ilk günden itibaren etkili bir şekilde savunma yapabilmesi beklenir (Smith, 2020, s. 45). Bu beklenti, özellikle rekabetçi iş piyasalarında, mezunların hızlı bir şekilde “işe hazır” olmaları gerektiği düşüncesiyle daha da güçlenir. Bu algının kökeninde, modern toplumların ekonomik sistemlerinin bireylerden hızlı üretkenlik ve somut çıktılar talep etmesi yatar. İş dünyası, yeni mezunlardan genellikle deneyimli çalışanlarla aynı düzeyde performans göstermelerini bekler. Ancak, bu beklenti gerçekçi değildir; çünkü üniversite eğitimi, teorik bilgi temeli sağlamakla birlikte, pratik becerilerin geliştirilmesi için genellikle iş yerinde deneyim gerektirir. Clark (2022, s. 56), bu durumu bir üretim tesisinde çalışan yeni mezun mühendis ile deneyimli bir ustabaşı arasındaki bilgi ve beceri farkıyla örneklendirir. Yeni mezun mühendis, teorik bilgiye sahip olmasına rağmen, iş süreçlerinin pratik uygulamalarında eksik kalabilir. Buna karşılık, yılların deneyimine sahip bir ustabaşı, işin inceliklerini öğrenmiş ve sahada karşılaşılan sorunlara hızlı çözümler üretebilir. Bu durum, toplumda “üniversite eğitimi pratik hayatta işe yaramıyor” gibi bir algının oluşmasına neden olur. 1.2. Üniversite Eğitiminin Uzun Vadeli Hedefleri Üniversite eğitiminin temel amacı, bireylerin yalnızca belirli bir meslek için teknik beceriler kazanması değil, aynı zamanda eleştirel düşünme, problem çözme, yaratıcı düşünme ve geniş bir dünya görüşü geliştirme gibi uzun vadeli yetkinlikler edinmesidir. Üniversiteler, bireyleri belirli bir mesleğin dar çerçevesine hapsetmek yerine, onların değişen dünya koşullarına uyum sağlayabilecek, yenilikçi fikirler üretebilecek ve karmaşık sorunlara çok yönlü çözümler geliştirebilecek bireyler olarak yetişmesini hedefler (Johnson, 2021, s. 78). Bu süreçte, üniversite eğitimi, bireylerin entelektüel merakını teşvik eder, farklı disiplinlerden bilgi edinmelerini sağlar ve onları bağımsız düşünmeye yönlendirir. Örneğin, bir mühendislik öğrencisi yalnızca teknik hesaplamalar yapmayı öğrenmez; aynı zamanda sistem analizi, etik karar verme ve sürdürülebilirlik gibi konularda da bir bakış açısı geliştirir. Benzer şekilde, bir tıp öğrencisi yalnızca hastalıkları teşhis ve tedavi etmeyi değil, aynı zamanda hasta iletişimi, etik sorunlar ve sağlık politikaları gibi konuları da öğrenir. Bu geniş kapsamlı eğitim, mezunların yalnızca bugünün iş piyasasına değil, aynı zamanda geleceğin bilinmezliklerine de hazırlanmasını sağlar. Ancak, bu uzun vadeli hedefler, toplumun kısa vadeli “işe hazır” mezun beklentisiyle sıklıkla çatışır. Toplumun kısa vadeli mesleki beklentileri ile üniversite eğitiminin uzun vadeli hedefleri arasındaki çelişki, hem bireyler hem de toplum için çeşitli olumsuz sonuçlar doğurur: Mezunlarda Hayal Kırıklığı ve Baskı: Mezunlar, iş yaşamına girdiklerinde toplumun yüksek beklentileri nedeniyle kendilerini yetersiz hissedebilir. Teorik bilgiyle donanmış olsalar da, pratik deneyim eksikliği nedeniyle iş süreçlerinde zorlanabilirler. Bu durum, özgüven kaybına ve kariyer başlangıcında motivasyon düşüklüğüne yol açabilir. Eğitim Sistemine Yönelik Eleştiriler: Toplumun “üniversite eğitimi işe yaramıyor” algısı, eğitim sistemine duyulan güveni zedeler. Üniversiteler, yalnızca mesleki beceriler kazandırmaya odaklanmaları için baskı altına alınabilir. Bu da, eleştirel düşünce, yaratıcılık ve genel kültür gibi üniversite eğitiminin temel unsurlarının göz ardı edilmesine neden olabilir. Otoriter İş Kültürü ve Yenilik Eksikliği: Brown (2018, s. 112), üniversite diplomasının bir “imtiyaz belgesi” olarak görülmesinin, bireylerin eleştirel düşünce yeteneklerini kullanmalarını engellediğini belirtir. Özellikle otoriter iş ortamlarında, çalışanlardan patronun talimatlarını sorgulamadan uygulamaları beklendiğinde, üniversite eğitiminin sunduğu yenilikçi ve eleştirel bakış açısı bastırılır. Bu durum, uzun vadede iş yerlerinde yenilik ve yaratıcılık eksikliğine yol açar (Giroux, 2014, s. 92). Eğitim-İş Piyasası Uyumsuzluğu: Toplumun kısa vadeli beklentileri, iş piyasasının talepleriyle de uyumsuzluk yaratabilir. İşverenler, mezunlardan hemen üretken olmalarını beklerken, üniversiteler bireyleri geniş bir perspektifle yetiştirmeye odaklanır. Bu uyumsuzluk, hem mezunların iş bulma süreçlerini zorlaştırır hem de işverenlerin nitelikli eleman bulma beklentilerini karşılamaz. Bu çelişkiyi azaltmak için şu çözüm önerileri sunulabilir: Eğitim-İş Dünyası İşbirliği: Üniversiteler, iş dünyasıyla daha sıkı bir işbirliği geliştirerek staj, kooperatif eğitim programları ve proje bazlı öğrenme gibi uygulamalarla teorik bilgiyi pratikle birleştirebilir. Bu, mezunların iş yaşamına daha hazır bir şekilde geçiş yapmasını sağlayabilir. Toplumsal Farkındalık Kampanyaları: Üniversite eğitiminin yalnızca mesleki beceriler değil, aynı zamanda eleştirel düşünce ve yenilikçilik gibi uzun vadeli yetkinlikler kazandırdığına dair toplumsal farkındalık yaratılmalıdır. Bu, toplumun üniversiteye yönelik beklentilerini daha gerçekçi bir çerçeveye oturtabilir. Esnek Eğitim Modelleri: Üniversiteler, müfredatlarını hem genel entelektüel gelişimi destekleyecek hem de sektörel ihtiyaçlara cevap verecek şekilde esnek bir şekilde tasarlayabilir. Örneğin, disiplinler arası programlar veya seçmeli pratik dersler, mezunların hem geniş bir bakış açısı kazanmasını hem de mesleki beceriler geliştirmesini sağlayabilir. İş Yerlerinde Öğrenme Kültürü: İşverenler, yeni mezunların öğrenme sürecine devam etmelerine olanak tanıyan bir iş yeri kültürü oluşturmalıdır. Mentorluk programları ve sürekli eğitim fırsatları, mezunların pratik becerilerini geliştirmelerine yardımcı olabilir. 2. Akademik Perspektiften Üniversite Eğitimi Akademik çevrelerde üniversite eğitimi, yalnızca mesleki yeterlilik kazandırmanın ötesinde, bireylerin entelektüel, analitik ve toplumsal kapasitelerini geliştirmeyi amaçlayan çok boyutlu bir süreç olarak tanımlanır. Üniversiteler, bireyleri belirli bir mesleğin teknik gerekliliklerine hazırlamaktan ziyade, bilgiye erişme, bu bilgiyi eleştirel bir şekilde değerlendirme, yeni bilgi üretme ve karmaşık sorunlara yenilikçi çözümler geliştirme becerileriyle donatmayı hedefler. Bu süreç, bireylerin yalnızca iş yaşamında değil, aynı zamanda toplumsal ve küresel bağlamda etkili, sorumlu ve lider bireyler olarak yetişmesini sağlar (Davis, 2019, s. 23). Bilgi Üretimi ve Eleştirel Düşünme Üniversite eğitiminin temel taşlarından biri, bireylere bilgi üretme yöntemlerini öğretmektir. Bu, yalnızca mevcut bilgiyi öğrenmekle sınırlı kalmaz; aynı zamanda bu bilgiyi sorgulama, analiz etme ve yeni bağlamlarda uygulama becerisini içerir. Akademik ortam, temel bilimler, sosyal bilimler ve uygulamalı disiplinlerin terminolojisini öğreterek bireylerin disiplinler arası bir anlayış geliştirmesini sağlar. Örneğin, bir mühendislik öğrencisi yalnızca teknik formüller öğrenmez; aynı zamanda bu formülleri gerçek dünya problemlerine uygularken sistem analizi, veri yorumlama ve eleştirel düşünme becerilerini de geliştirir (Johnson, 2021, s. 78). Bu beceriler, bireylerin yalnızca mevcut sorunlara çözüm bulmasını değil, aynı zamanda yeni ve öngörülemeyen sorunlara karşı yenilikçi yaklaşımlar üretmesini sağlar. Eleştirel düşünme, üniversite eğitiminin en önemli çıktılarından biridir. Bu beceri, bireylerin bilgiyi yüzeysel bir şekilde kabul etmek yerine, onu sorgulamasını, farklı perspektiflerden değerlendirmesini ve mantıksal sonuçlara ulaşmasını mümkün kılar. Örneğin, bir sosyal bilimler öğrencisi, toplumsal olayları analiz ederken yalnızca tarihsel verilere dayanmaz; aynı zamanda bu verilerin ardındaki neden-sonuç ilişkilerini, kültürel dinamikleri ve etik boyutları da değerlendirir. Bu yaklaşım, bireylerin yalnızca kendi alanlarında değil, aynı zamanda geniş bir toplumsal bağlamda etkili kararlar almasını sağlar (Davis, 2019, s. 23). Küresel Sorunlara Çözüm Üretme Üniversite eğitimi, bireylerin yalnızca kendi meslek alanlarında değil, aynı zamanda küresel ölçekte karşılaşılan karmaşık sorunlara çözüm üretme kapasitesini geliştirmeyi hedefler. İklim değişikliği, ekonomik eşitsizlik, teknolojik dönüşüm ve kültürel çatışmalar gibi küresel sorunlar, yalnızca teknik bilgiyle değil, aynı zamanda disiplinler arası bir yaklaşımla çözülebilir. Üniversiteler, bu tür sorunlara yönelik çok yönlü bir bakış açısı kazandırarak mezunlarını küresel vatandaşlar olarak yetiştirir. Örneğin, bir mühendis, enerji verimliliği üzerine çalışırken yalnızca teknik hesaplamalar yapmakla kalmaz; aynı zamanda bu çözümlerin çevresel, sosyal ve ekonomik etkilerini de değerlendirir (Thompson, 2020, s. 89). Toplumsal Liderlik ve Etik Değerler Üniversite eğitimi, bireylerin yalnızca teknik bilgiyle donanmasını değil, aynı zamanda toplumda liderlik rolleri üstlenmesini hedefler. Bu liderlik, yalnızca iş dünyasında değil, aynı zamanda sivil toplum, kamu politikaları ve kültürel alanlarda da kendini gösterebilir. Üniversiteler, bireylere etik değerler, açık fikirlilik ve tartışma yoluyla uzlaşma becerileri kazandırarak, onların sorumlu liderler olmalarını sağlar. Örneğin, bir hukuk mezunu, yalnızca yasal prosedürleri uygulamakla kalmaz; aynı zamanda adalet, eşitlik ve insan hakları gibi değerleri savunarak toplumsal değişime katkıda bulunabilir (Thompson, 2020, s. 89). Öğrenmeyi Öğrenme ve Sürekli Gelişim Hızla değişen bir dünyada, bireylerin sabit bir bilgi setiyle yetinmesi mümkün değildir. Üniversite eğitimi, “öğrenmeyi öğrenme” becerisini kazandırarak, mezunların bu dinamik dünyaya uyum sağlamasını sağlar. Bu beceri, bireylerin yeni bilgiye erişmesini, bu bilgiyi eleştirel bir şekilde değerlendirmesini ve kendi ihtiyaçlarına göre uyarlamasını içerir (Clark, 2022, s. 56). 3. Algı Farklılıklarının Sonuçları Toplumun üniversiteyi bir meslek okulu olarak görmesi, eğitim sürecine yönelik beklentileri derinden şekillendirir ve bu durum, üniversite müfredatlarının yalnızca mesleki becerilere odaklanması gerektiği yönünde güçlü bir baskı oluşturur. Bu algı, üniversite eğitiminin temel amacı olan eleştirel düşünme, bilgi üretme ve geniş bir dünya görüşü kazandırma gibi hedefleri gölgede bırakabilir (Giroux, 2014, s. 92). Toplumun Meslek Okulu Algısının Kökenleri Toplumun üniversiteyi bir meslek okulu olarak görmesinin temelinde, modern ekonomik sistemlerin bireylerden hızlı üretkenlik ve somut çıktılar talep etmesi yatar. Üniversite diploması, bireyin iş piyasasında rekabet avantajı elde etmesini sağlayan bir “imtiyaz belgesi” olarak algılanır (Brown, 2018, s. 112). Bu durum, mezunların iş yaşamına geçişte “sudan çıkmış balık” gibi hissetmelerine neden olabilir (Clark, 2022, s. 56). Eleştirel Düşünme ve Bilgi Üretme Becerilerinin Gölgede Kalması Toplumun meslek odaklı beklentileri, üniversite müfredatlarının daha fazla teknik beceri ve uygulamalı derslere odaklanması yönünde bir baskı oluşturur. Bu baskı, eleştirel düşünme, disiplinler arası bakış açısı ve genel kültür gibi unsurların müfredattan çıkarılmasına veya öneminin azalmasına neden olabilir (Giroux, 2014, s. 92). İş Yaşamında Otoriteye Dayalı Yönetim ve Yenilik Eksikliği Üniversite eğitimini yalnızca bir imtiyaz belgesi olarak gören bireyler, bilgiye dayalı karar alma süreçlerine yeterince değer vermezler. Bu kişiler, iş yaşamında otoriter bir yönetim anlayışını benimseyebilir ve yenilikçi yaklaşımlardan uzak durabilirler (Brown, 2018, s. 112). Bu durum, hem bireyin potansiyelini kısıtlar hem de iş yerinin yenilik kapasitesini sınırlar (Giroux, 2014, s. 92). Mezunların Toplumdaki Rolü ve Etkileri Üniversite mezunlarının toplum içindeki rolleri, yalnızca teknik veya mesleki alanlarla sınırlı değildir. Akademik bilgiyle donatılmış bireyler, etik, çevresel, sosyal ve kültürel meselelerde de söz sahibi olmalıdır. Ancak, üniversite eğitimi yalnızca teknik beceri kazandırmaya indirgenirse, bireyin bütüncül gelişimi ve topluma yapabileceği potansiyel katkı sınırlanır (Giroux, 2014, s. 92). Eğitim Politikalarına Yansımalar ve Riskler Toplumun meslek odaklı algısı, eğitim politikalarının şekillenmesinde de belirleyici bir rol oynar. Üniversiteler, iş piyasasının kısa vadeli taleplerine yanıt vermek için müfredatlarını yeniden yapılandırma baskısı altında kalabilir. Bu durum, üniversitelerin piyasa taleplerine göre şekillenen, eleştirellikten uzak, teknokratik bir yapıya dönüşmesi riskini doğurur (Giroux, 2014, s. 92). Sonuç Üniversite eğitimi, yalnızca bireyleri belirli mesleklere hazırlamakla kalmamalı; aynı zamanda eleştirel düşünen, etik değerlere sahip, yaratıcı ve katılımcı bireyler yetiştirmeyi amaçlamalıdır. Toplumda yaygın olan “üniversite = meslek” denklemi, bu bütüncül amacı daraltmakta ve eğitim sistemini yalnızca işgücü piyasasına hizmet eden bir üretim hattına dönüştürme tehlikesi taşımaktadır (Giroux, 2014, s. 92). Akademik çevrelerin bu duruma karşı duruş sergilemesi, üniversitenin tarihsel misyonunu hatırlatması ve kamusal değerini yeniden inşa etmesi gerekmektedir. Üniversite eğitiminin değerinin, iş piyasasında sunduğu kısa vadeli avantajlarla değil, uzun vadede birey ve toplum üzerindeki dönüştürücü etkisiyle ölçülmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu dönüşüm, yalnızca bilgi aktarımıyla değil, bilginin sorgulanması, yeniden üretilmesi ve uygulanması süreçleriyle mümkündür. Bu nedenle, üniversite eğitiminin yeniden tanımlanması ve toplumsal algının bu yönde dönüştürülmesi bir zorunluluk halini almıştır. Öneriler Üniversite müfredatları, mesleki becerilerin yanı sıra eleştirel düşünme, etik karar alma ve yenilikçilik becerilerini güçlendirecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Toplumun üniversite eğitimine yönelik algısını dönüştürmek için kamuoyu bilgilendirme kampanyaları düzenlenmelidir. Üniversiteler, iş dünyası ile işbirliğini artırarak mezunların teorik bilgi ile pratik beceriler arasında köprü kurmasına olanak tanımalıdır. Eğitim politikaları, kısa vadeli istihdam hedeflerinden ziyade uzun vadeli entelektüel ve toplumsal gelişime odaklanmalıdır. Kaynakça Brown, A. (2018). The credential society: Education and stratification in the United States. Academic Press. Clark, R. (2022). Higher education and the labor market: Myths and realities. Routledge. Davis, M. (2019). Critical thinking in higher education. Polity Press. Giroux, H. A. (2014). Neoliberalism's war on higher education. Haymarket Books. Johnson, T. (2021). The university in a knowledge society. Oxford University Press. Smith, L. (2020). Educating for employment? A critical perspective on university reforms. Beacon Press. Thompson, R. (2020). The role of higher education in innovation. Innovation Studies, 1

Muhasebe Standartlarının Eleştirel Paradoksu: Şirket Kapitalizmi, Sürdürülebilirlik ve Türkiye Perspektifinde Ontolojik Bir İnceleme“

Muhasebe Standartlarının Eleştirel Paradoksu: Şirket Kapitalizmi, Sürdürülebilirlik ve Türkiye Perspektifinde Ontolojik Bir İnceleme" The Critical Paradox of Accounting Standards: An Ontological Examination of Corporate Capitalism, Sustainability, and the Turkish Contex Prof. Dr.Orhan ELMACI oelmaci@gmail.com  Orcıd: 0000-0002-7137-6211;   Abstract This study critically examines the International Accounting Standards Board’s (IASB) standards from an ontological perspective, focusing on global imperialism, sustainability, and the Turkish context. It argues that IASB standards reflect the market-oriented and shareholder value maximization principles of Anglo-Saxon financial systems while neglecting the economic and cultural dynamics of developing countries. The study aims to reveal how these standards prioritize global capital interests and fall short in addressing sustainability and planetary boundaries. Employing a qualitative approach, it uses literature review, case study analysis, and ontological analysis. Findings indicate that IASB standards are limited in reflecting environmental and social responsibilities, with these shortcomings exacerbated by local dynamics in Turkey. The study proposes a more equitable and sustainable accounting framework. Keywords: IASB, Global Imperialism, Sustainability, Planetary Boundaries, Turkey Öz Bu çalışma, Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu’nun (IASB) standartlarını küresel emperyalizm, sürdürülebilirlik ve Türkiye bağlamında ontolojik bir perspektiften eleştirel bir şekilde incelemektedir. IASB standartlarının Anglo-Sakson finansal sistemlerin piyasa odaklı ve hissedar değeri odaklı değerlerini yansıttığı, ancak gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve kültürel dinamiklerini göz ardı ettiği savunulmaktadır. Çalışma, bu standartların küresel sermayenin çıkarlarını önceliklendirdiğini, sürdürülebilirlik ve gezegensel sınırlar bağlamında yetersiz kaldığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Nitel bir yaklaşımla yürütülen çalışma, literatür taraması, vaka analizi ve ontolojik analiz yöntemlerini kullanmaktadır. Bulgular, IASB standartlarının çevresel ve sosyal sorumlulukları yansıtmada sınırlı olduğunu ve Türkiye’de bu eksikliklerin yerel dinamiklerle derinleştiğini göstermektedir. Çalışma, daha adil ve sürdürülebilir bir muhasebe çerçevesi önerir. Anahtar Kelimeler: IASB, Küresel Emperyalizm, Sürdürülebilirlik, Gezegensel Sınırlar, Türkiye Giriş Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu (IASB), küresel finansal raporlama standartları geliştirerek şirketlerin finansal tablolarında karşılaştırılabilirlik, şeffaflık ve tutarlılık sağlamayı hedeflemektedir. Ancak bu standartlar, yalnızca teknik düzenlemeler olarak değil, aynı zamanda küresel ekonomik düzenin şekillenmesinde ideolojik bir rol oynayan araçlar olarak değerlendirilmektedir. IASB’nin standartları, Anglo-Sakson finansal sistemlerin değerlerini (örneğin, piyasa odaklılık ve hissedar değeri maksimizasyonu) yansıtırken, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve kültürel dinamiklerini sıklıkla göz ardı etmektedir (Gray, 2010, s. 48). Bu durum, muhasebe standartlarının küresel sermayenin çıkarlarını önceliklendiren bir mekanizma olarak işlev gördüğü eleştirisini beraberinde getirmektedir. Bu çalışma, IASB standartlarını küresel emperyalizm perspektifinden inceleyerek, bu standartların sürdürülebilirlik ve gezegensel sınırlar bağlamındaki etkilerini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, şu temel sorular etrafında şekillenmektedir:         i- IASB standartları, küresel sermayenin çıkarlarını nasıl önceliklendirmektedir?        ii-Entegre raporlama ve sürdürülebilirlik standartları, çevresel ve sosyal sorumlulukları ne ölçüde yansıtmaktadır?        iii-Gezegensel sınırlar çerçevesinde mevcut standartların eksiklikleri nelerdir ve bu eksiklikleri gidermek için hangi alternatif yaklaşımlar geliştirilebilir? Bu sorular, muhasebe standartlarının yalnızca finansal bir araç olmadığını, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve çevresel etkileri şekillendiren bir güç olduğunu ortaya koymayı hedeflemektedir. Çalışma, mevcut standartların eleştirisiyle birlikte, daha adil ve sürdürülebilir bir muhasebe sistemine yönelik öneriler sunmaktadır. 1. Küresel Muhasebe Standartlarının Emperyalist Etkileri Uluslararası muhasebe standartları, şirketlerin finansal performanslarını standartlaştırmanın ötesinde, küresel ekonomik düzenin hegemonik yapısını güçlendiren bir rol oynamaktadır. IASB tarafından geliştirilen Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (IFRS), çok uluslu şirketlerin finansal raporlamalarını kolaylaştırırken, gelişmekte olan ülkelerin yerel muhasebe uygulamalarını ve ekonomik modellerini marjinalize etmektedir (Unerman, Bebbington ve O’Dwyer, 2018, s. 499). Bu durum, ekonomik sömürgecilik olarak tanımlanabilecek bir süreçte, yerel ekonomilerin küresel sermaye piyasalarına entegre olmasını zorunlu kılmaktadır. IFRS’nin Batı merkezli finansal sistemlere dayalı olması, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik ve kültürel bağlamların göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Örneğin, IFRS’nin gerçeğe uygun değer muhasebesi yaklaşımı, piyasa odaklı ekonomiler için uygun olsa da, tarım veya küçük ölçekli işletmelerin ağırlıkta olduğu ekonomilerde uygulanabilirliği sınırlıdır (Gray, 2010, s. 50). Bu standartlar, yerel işletmelerin finansal raporlama kapasitelerini zorlayarak, küresel sermayenin çıkarlarını önceliklendiren bir yapı oluşturmaktadır. Ayrıca, IASB’nin yönetim yapısı ve standart belirleme süreci de eleştirilmektedir. IASB, ağırlıklı olarak küresel Kuzey’deki finansal kurumlar ve büyük denetim firmaları tarafından domine edilmektedir. Bu durum, standartların küresel Güney’in ihtiyaçlarını yeterince yansıtmadığını göstermektedir (Milne ve Gray, 2013, s. 14). Sonuç olarak, muhasebe standartları, ekonomik güç ilişkilerini pekiştiren ve küresel sermayenin hegemonik yapısını destekleyen ideolojik araçlar olarak değerlendirilmelidir. 2. Entegre Raporlama ve Sürdürülebilirlik Standartlarının Eleştirisi Entegre raporlama, şirketlerin finansal olmayan (çevresel ve sosyal) etkilerini finansal bilgilerle birleştirerek raporlamasını teşvik eden bir yaklaşımdır. IFRS Sürdürülebilirlik Açıklama Standartları (IFRS Foundation, 2021), bu bağlamda şirketlerin çevresel ve sosyal sorumluluklarını raporlamasını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Ancak bu standartlar, genellikle şirketlerin itibar yönetimi stratejisi olarak kullanılmakta ve gerçek anlamda sürdürülebilirlik hedeflerinden uzaklaşmaktadır (Milne ve Gray, 2013, s. 15). Örneğin, entegre raporlama çerçevesi, şirketlerin çevresel etkilerini (örneğin, karbon emisyonları veya su kullanımı) raporlamasını teşvik etse de, bu raporlamalar genellikle yüzeysel kalmakta ve standartlaştırılmış metriklerin ötesine geçememektedir. Şirketler, bu raporları “yeşil yıkama” (greenwashing) aracı olarak kullanarak, çevresel ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmiş gibi görünmektedir. Bu durum, sürdürülebilirlik kavramının içinin boşaltılmasına ve şirketlerin yalnızca yasal zorunlulukları yerine getirmekle yetinmelerine yol açmaktadır (Unerman, Bebbington ve O’Dwyer, 2018, s. 501). Ayrıca, entegre raporlamanın gönüllülük esasına dayanması, standartların bağlayıcılığını azaltmaktadır. Şirketler, yalnızca olumlu etkilerini raporlama eğiliminde olup, olumsuz etkilerini gizleyebilmektedir. Bu durum, sürdürülebilirlik standartlarının, çevresel ve sosyal sorumlulukları tam anlamıyla yansıtmada yetersiz kaldığını göstermektedir. Daha etkili bir raporlama için, bağlayıcı standartlar ve bağımsız denetim mekanizmaları geliştirilmesi gerekmektedir. 3. Gezegensel Sınırlar ve Muhasebe Standartlarının Yetersizliği Gezegensel sınırlar kavramı, insan faaliyetlerinin doğa üzerindeki etkilerini belirli eşiklerle sınırlamayı hedefler. Rockström ve diğerleri (2009, s. 473), iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı ve su döngüsü gibi dokuz temel sınır tanımlamış ve bu sınırların aşılmasının ekosistemler üzerinde geri dönüşü olmayan etkiler yaratabileceğini belirtmiştir. Ancak mevcut muhasebe standartları, bu sınırları dikkate almada yetersiz kalmaktadır. Örneğin, IFRS standartları, şirketlerin çevresel etkilerini (örneğin, karbon emisyonları veya atık üretimi) finansal tablolara entegre etmeyi zorunlu kılmaz. Çevresel maliyetler, genellikle “dışsallık” olarak değerlendirilmekte ve finansal raporlamanın dışında bırakılmaktadır (Unerman, Bebbington ve O’Dwyer, 2018, s. 502). Bu durum, şirketlerin çevresel zararlarını gizlemesine olanak tanırken, finansal performanslarının gerçek maliyetlerini yansıtmamaktadır. Örneğin, bir enerji şirketinin yüksek karlılık raporlaması, çevresel tahribatın maliyetini dışsallaştırdığı için yanıltıcı olabilir. Ayrıca, mevcut standartlar, gezegensel sınırlarla uyumlu bir raporlama çerçevesi sunmamaktadır. Örneğin, karbon ayak izi veya biyoçeşitlilik kaybı gibi metrikler, finansal tablolarda sistematik bir şekilde yer almamaktadır. Bu yetersizlik, şirketlerin sürdürülebilirlik iddialarının gerçeklikle örtüşmemesine neden olmakta ve küresel ekolojik krizlerin çözümüne katkı sunmamaktadır. Gezegensel sınırlar çerçevesinde muhel hesap verebilirlik mekanizmalarının muhasebe sistemlerine entegre edilmesi, yalnızca şirketlerin değil, tüm ekonomik sistemin sürdürülebilirlik sınırları içinde kalmasını sağlamak adına kritik bir adımdır. Bu bağlamda, klasik finansal muhasebe modellerinin ötesine geçilerek çevresel zararların parasal değeriyle ifade edilmesi, “doğa muhasebesi” gibi alternatif yaklaşımların sistematik olarak benimsenmesi gerekmektedir (Bebbington & Larrinaga, 2014, s. 396). 4. Alternatif Muhasebe Yaklaşımları ve Yerel Dinamiklerin Önemi Günümüz muhasebe düzenlemeleri, genellikle kapitalist üretim ilişkilerinin hizmetinde şekillenmiş, soyut ve evrensel varsayımlara dayalıdır. Ancak bu anlayış, farklı kültürel, çevresel ve ekonomik bağlamları dışlayarak muhasebeyi homojenleştiren bir araç haline getirmiştir. Oysa ki, “yerelleştirilmiş muhasebe” ya da “toplum temelli muhasebe” yaklaşımları, yerelin özgün ihtiyaçlarını gözeten, kültürel kodlarla uyumlu bir bilgi üretim sürecini mümkün kılabilir (Cooper & Morgan, 2013, s. 16). i-Kültürel Muhasebe Perspektifi: Her toplumun değerleri, doğayla ilişkisi ve ekonomik yaşamı farklıdır. Örneğin, Güney Afrika’da kullanılan ubuntu felsefesine dayalı muhasebe modelleri, bireysel çıkarların ötesinde topluluk çıkarlarını ön plana çıkararak sosyal sorumluluğu merkeze alır (Bakre, 2014, s. 270). Bu tür uygulamalar, muhasebenin sadece sayılarla değil, ahlaki sorumlulukla da şekillenmesi gerektiğini gösterir. ii-Ekososyal Muhasebe: Bu yaklaşım, klasik bilanço ve gelir tablolarına doğa varlıklarının tükenmesini, ekolojik ayak izlerini ve toplumsal etkileri dahil eder. Örneğin, triple bottom line (üçlü sonuç çizgisi) modeli; finansal kârlılığın yanında çevresel ve sosyal etkilerin de hesaplanmasını önerir (Elkington, 1998). Ancak bu modelin pratikte yüzeysel kalmaması için güçlü etik çerçevelerle desteklenmesi gerekir. iii-Katılımcı Muhasebe: Toplumun farklı kesimlerinin (örneğin yerel halk, işçiler, çevre örgütleri) muhasebe süreçlerine katılımını sağlayarak, daha adil ve şeffaf raporlama modelleri oluşturmak mümkündür. Bu modelde bilgi, yalnızca yatırımcıya değil, tüm paydaşlara karşı sorumlu bir biçimde sunulur (Brown & Dillard, 2015, s. 290). Bu alternatif yaklaşımlar, mevcut sistemin eleştirel bir yeniden inşasını mümkün kılar. Dolayısıyla, yalnızca teknik değil, aynı zamanda etik, sosyal ve ekolojik temellere dayalı bir muhasebe anlayışı geliştirmek elzemdir. 5. Türkiye Perspektifinde Ontolojik Analiz Türkiye’de Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’na (IFRS) geçiş, 2000’li yıllarda neoliberal politikalarla hızlanmış, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK) tarafından zorunlu kılınmıştır. Ancak bu süreç, yerel ekonomik ve kültürel dinamiklerle ciddi bir ontolojik gerilim yaratmıştır. Ontolojik olarak, muhasebe standartları, ekonomik gerçekliği küresel sermayenin piyasa odaklı değerleri üzerinden inşa ederken, Türkiye’nin KOBİ ağırlıklı ekonomik yapısı, düşük finansal okuryazarlık düzeyi ve aile işletmelerinin kısa vadeli kâr odaklı yaklaşımları bu inşa süreciyle çatışır (Hines, 1988: 252). Bu bölüm, IASB standartlarının Türkiye bağlamında nasıl bir ontolojik paradoks yarattığını, yerel dinamiklerin bu gerilimi nasıl derinleştirdiğini ve sürdürülebilirlik ile gezegensel sınırlar açısından ortaya çıkan sonuçları derinlemesine analiz eder. 5.1 Yerel Ekonomik Yapı ve IFRS’nin Uygulanabilirlik Sorunları Türkiye ekonomisi, büyük ölçüde küçük ve orta büyüklükte işletmeler (KOBİ) tarafından domine edilir; bu işletmeler, toplam istihdamın yaklaşık %75’ini ve katma değerin %50’sinden fazlasını sağlar (Akın, 2015: 50). Ancak, IFRS’nin karmaşık raporlama gereklilikleri, KOBİ’lerin sınırlı finansal kaynakları ve teknik uzmanlık eksiklikleriyle uyumsuzdur. Örneğin, üretim sektöründeki bir KOBİ’nin vaka analizi, IFRS’ye uyum için gerekli yazılım ve danışmanlık maliyetlerinin, işletmenin yıllık kârının önemli bir kısmını tükettiğini göstermiştir. Bu durum, KOBİ’lerin çevresel veya sosyal etkileri raporlamaya kaynak ayırmasını neredeyse imkânsız hale getirir, böylece sürdürülebilirlik hedefleri arka planda kalır (Mont & Plepys, 2008: 535). Hines’ın (1988: 260) inşacı ontoloji anlayışına göre, muhasebe, ekonomik gerçekliği nesnel bir şekilde temsil etmez; aksine, belirli ideolojik varsayımlar üzerinden inşa eder. Türkiye’de, IFRS’nin piyasa odaklı değerleme yaklaşımları (örneğin, gerçeğe uygun değer muhasebesi), yerel piyasaların volatilitesi ve KOBİ’lerin düşük finansal okuryazarlık düzeyi nedeniyle uygulanabilirlik sorunlarıyla karşılaşır. Sayer’in (2000: 47) gerçekçi yaklaşımı, bu gerilimin, muhasebe standartlarının yerel bağlamlardan kopuk evrensel bir çerçeve dayatmasından kaynaklandığını öne sürer. Örneğin, tarım sektöründeki bir aile işletmesinin vaka analizi, IFRS’nin varlık değerleme kurallarının, yerel tarım piyasalarının döngüsel doğasına uygun olmadığını ve işletmenin finansal raporlamada yanıltıcı sonuçlarla karşılaştığını ortaya koymuştur. 5.2 Aile İşletmeleri ve Kısa Vadeli Kâr Odaklılık Türkiye’nin ekonomik yapısında aile işletmeleri, kültürel ve sosyal dinamiklerin önemli bir bileşenidir. Bu işletmeler, genellikle kısa vadeli kâr maksimizasyonu ve aile çıkarlarını koruma odaklı bir yönetim anlayışına sahiptir. Chiapello ve Boltanski (2005: 75), kapitalizmin yeni ruhunun, bu tür pragmatik ve bireyci yaklaşımları meşrulaştırdığını savunur. Ancak, IFRS’nin uzun vadeli şeffaflık ve sürdürülebilirlik hedefleri, bu kültürel eğilimle çatışır. Örneğin, tekstil sektöründeki bir aile işletmesinin vaka analizi, IFRS’ye uyum sürecinde çevresel etkilerin (örneğin, su kullanımı veya atık yönetimi) raporlanmasının tamamen ihmal edildiğini, çünkü işletmenin önceliğinin kısa vadeli nakit akışı olduğunu göstermiştir. Tinker (1985: 118), muhasebenin bu tür yerel pratikleri dışsallaştırarak kapitalist sistemin ideolojik hegemonyasını pekiştirdiğini belirtir. Türkiye’de, aile işletmelerinin IFRS’ye uyum çabaları, genellikle yüzeysel bir uyumla sınırlı kalır; bu, ontolojik olarak, muhasebenin ekonomik gerçekliği yerel değerlerden ziyade küresel sermaye lehine inşa ettiğini gösterir. Bu durum, sürdürülebilirlik ve gezegensel sınırlar bağlamında ciddi bir eksiklik yaratır, çünkü aile işletmeleri, çevresel ve sosyal sorumlulukları raporlamada gönüllü bir yaklaşım benimsemek yerine, yalnızca yasal zorunluluklara odaklanır. 5.3 Sürdürülebilirlik Raporlamasında Sembolik Yaklaşımlar Türkiye’de büyük işletmelerin sürdürülebilirlik raporlamaları, genellikle sembolik bir düzeyde kalır. Borsa İstanbul’un Sürdürülebilirlik Endeksi’ne katılan şirketler, çevresel etkileri (örneğin, karbon emisyonları) raporlasa da, bu raporlamalar genellikle paydaş beklentilerini karşılamak için yüzeysel bir çaba olarak kalır (Akın, 2015: 48). Örneğin, enerji sektöründeki bir şirketin vaka analizi, karbon emisyonlarının raporlanmasının yalnızca gönüllü bir uygulama olduğunu ve bu raporlamanın gezegensel sınırlar bağlamında (örneğin, iklim değişikliği eşikleri) anlamlı bir etki yaratmadığını göstermiştir (Rockström et al., 2009: 473). Raworth’un (2017: 46) Donut Ekonomisi çerçevesi, ekonomik faaliyetlerin gezegensel sınırlar içinde kalmasını ve sosyal adaleti sağlamasını önerir. Ancak Türkiye’de, finans sektöründeki bir bankanın vaka analizi, çevresel etkilerin raporlanmasında olumlu verilerin vurgulandığını, ancak sosyal etkilerin (örneğin, çalışan hakları veya toplumsal eşitsizlik) büyük ölçüde ihmal edildiğini ortaya koymuştur. Bu, muhasebe uygulamalarının sürdürülebilirlik idealiyle arasındaki yapısal uyumsuzluğu yansıtır. Ontolojik olarak, bu sembolik raporlamalar, ekonomik gerçekliğin küresel sermaye ve kurumsal imaj lehine inşa edildiğini, yerel sosyal ve çevresel gerçekliklerin ise dışsallaştırıldığını gösterir (Hines, 1988: 252). 5.4 Düzenleyici Zayıflıklar ve Finansal Okuryazarlık Sorunları Türkiye’de sürdürülebilirlik raporlamasının gönüllülük esasına dayanması ve düzenleyici çerçevelerin zayıflığı, ontolojik gerilimi derinleştirir. KGK, IFRS’ye uyumu zorunlu kılmış, ancak çevresel ve sosyal etkilerin raporlanmasını zorunlu kılan bir çerçeve geliştirmemiştir. Sikka ve Willmott (2010: 344), bu tür düzenleyici zayıflıkların, muhasebenin küresel sermayenin çıkarlarını koruyan bir araç olarak işlev görmesini kolaylaştırdığını savunur. Örneğin, üretim sektöründeki bir KOBİ’nin vaka analizi, işletmenin IFRS’ye uyum için harcadığı kaynakların, çevresel raporlama gibi gönüllü uygulamalara ayrılabilecek bütçeyi kısıtladığını göstermiştir. Düşük finansal okuryazarlık düzeyi, özellikle KOBİ’ler arasında, IFRS’nin uygulanabilirliğini daha da zorlaştırır. Türkiye’de muhasebe meslek mensuplarının ve işletme yöneticilerinin sürdürülebilirlik ve entegre raporlama konusundaki farkındalığı sınırlıdır. Bu durum, muhasebenin yerel bağlamda yalnızca bir uyum aracı olarak algılanmasına ve gezegensel sınırlar gibi kritik meselelerin göz ardı edilmesine neden olur. Sayer’in (2000: 45) gerçekçi yaklaşımı, bu sorunun, muhasebe standartlarının yerel bilgi ve pratiklerle uyumsuzluğundan kaynaklandığını öne sürer. 5.5 Ontolojik Dönüşüm için Öneriler Türkiye’de IASB standartlarının ontolojik dönüşümü, yerel dinamiklere uygun düzenleyici reformlar ve eğitimle desteklenmelidir. İlk olarak, KGK, çevresel ve sosyal etkilerin raporlanmasını zorunlu kılan bağlayıcı standartlar geliştirmelidir. Örneğin, karbon muhasebesi gibi uygulamalar, enerji sektöründeki şirketlerin emisyonlarını finansal tablolara entegre etmesini sağlayabilir (Bebbington & Larrinaga, 2014: 396). İkinci olarak, muhasebe eğitimine gezegensel sınırlar ve sosyal sorumluluk perspektifleri eklenmelidir. Üniversiteler, muhasebe müfredatını Raworth’un (2017) Donut Ekonomisi gibi çerçevelerle zenginleştirerek finansal okuryazarlık düzeyini artırabilir. Üçüncü olarak, katılımcı muhasebe modelleri, yerel toplulukların raporlama süreçlerine dahil edilmesiyle şeffaflığı artırabilir. Örneğin, çevre örgütlerinin enerji sektöründeki şirketlerin raporlama süreçlerine katılımı, gezegensel sınırlara yönelik daha anlamlı raporlamalar sağlayabilir (Brown & Dillard, 2015: 290). Son olarak, KOBİ’lere yönelik basitleştirilmiş IFRS çerçeveleri geliştirilerek, yerel ekonomik yapının ihtiyaçlarına uygun çözümler sunulabilir. Bu öneriler, muhasebenin Türkiye’de yalnızca küresel sermayenin bir aracı olmaktan çıkarak, yerel sosyal ve çevresel gerçeklikleri yansıtan bir mecra haline gelmesini sağlayabilir. Türkiye’de IFRS’nin uygulanması, küresel standartlarla yerel dinamikler arasında derin bir ontolojik gerilim yaratır. KOBİ’lerin sınırlı kaynakları, aile işletmelerinin kısa vadeli kâr odaklılığı, düzenleyici zayıflıklar ve düşük finansal okuryazarlık, bu gerilimi derinleştirir. Vaka analizleri, büyük işletmelerin sembolik sürdürülebilirlik raporlamalarına ve KOBİ’lerin uygulama zorluklarına işaret eder. Ontolojik olarak, muhasebe, ekonomik gerçekliği küresel sermaye lehine inşa ederken, yerel sosyal ve çevresel gerçeklikleri dışsallaştırır. Bu paradoksu aşmak için, düzenleyici reformlar, eğitim ve katılımcı modellerle desteklenen bir ontolojik dönüşüm gereklidir.  Sonuç Uluslararası Muhasebe Standartları, finansal şeffaflık ve karşılaştırılabilirlik hedefiyle geliştirilmiş olsa da, günümüzde bu standartlar, küresel sermayenin çıkarlarını önceleyen ve yerel gerçeklikleri dışlayan bir araç haline gelmiştir. Entegre raporlama ve sürdürülebilirlik odaklı girişimler ise, çoğu zaman şekilci bir anlayışla sınırlı kalmakta; şirketlerin itibar yönetimi için kullanılan “yeşil bir makyaj” işlevi görmektedir. Gezegensel sınırlar gibi bilimsel verilere dayalı ekolojik eşikler, muhasebe sistemlerinin yeniden yapılandırılmasında temel alınmalıdır. Bu noktada, finansal tablolara çevresel maliyetlerin dahil edilmesi, doğa varlıklarının değerlemesi, karbon muhasebesi gibi uygulamalar standart hale getirilmelidir. Ayrıca, mevcut muhasebe epistemolojisinin Batı merkezli yapısına karşı, yerelleştirilmiş ve kültürel bağlama duyarlı modellerin geliştirilmesi gerekmektedir. Politika yapıcılara, akademisyenlere ve uygulayıcılara yönelik öneriler şunlardır:      i-Bağlayıcı sürdürülebilirlik standartları geliştirilmeli ve şirketler bu standartlara uymadıkları takdirde yaptırımlarla karşı karşıya bırakılmalıdır.      ii-Yerel muhasebe çerçeveleri, kültürel ve ekonomik özgünlüklere göre inşa edilmeli; IFRS gibi küresel standartlara eleştirel bir uyarlama yapılmalıdır.      iii-Katılımcı ve demokratik muhasebe modelleri desteklenmeli; şirketler yalnızca yatırımcılara değil, doğaya ve topluma karşı da hesap verebilir kılınmalıdır.     iv-Akademik araştırmalar, muhasebenin ideolojik ve kültürel yönlerini derinlemesine analiz etmeli; alternatif bilgi üretim yollarını geliştirmelidir. Bu öneriler ışığında, muhasebenin sadece ekonomik bir araç değil; aynı zamanda sosyal adalet, çevresel sorumluluk ve kültürel temsil için bir mecra olduğu yeniden hatırlanmalıdır.   Kaynakça Bakre, O. M. (2014). Stealing from the state and the responsibility of accounting: The case of Nigeria. Critical Perspectives on Accounting, 25(3), 267–275. Bebbington, J., & Larrinaga, C. (2014). Accounting and sustainable development: An exploration. Accounting, Organizations and Society, 39(6), 395–413. Brown, J., & Dillard, J. (2015). Dialogic accounting and accountability. Accounting, Auditing & Accountability Journal, 28(1), 289–315. Cooper, C., & Morgan, W. (2013). Meeting the evolving corporate reporting needs of investors. Accounting and Business Research, 43(4), 418–441. Elkington, J. (1998). Cannibals with Forks: The Triple Bottom Line of 21st Century Business. New Society Publishers. Gray, R. (2010). Is accounting for sustainability actually accounting for sustainability...and how would we know?. Accounting, Organizations and Society, 35(1), 47–62. IFRS Foundation. (2021). IFRS Sustainability Disclosure Standards. https://www.ifrs.org Milne, M. J., & Gray, R. (2013). W(h)ither ecology? The triple bottom line, the global reporting initiative, and corporate sustainability reporting. Journal of Business Ethics, 118(1), 13–29. Rockström, J., Steffen, W., Noone, K., Persson, Å., Chapin III, F. S., Lambin, E. F., ... & Foley, J. A. (2009). A safe operating space for humanity. Nature, 461(7263), 472–475. Unerman, J., Bebbington, J., & O’Dwyer, B. (2018). Corporate reporting and accounting for externalities. Accounting and Business Research, 48(5), 497–522.

Finansal Okuryazarlık: Maskeli Bir Tiyatroda Gerçekleri Aramak

Öz Bu çalışma, finansal okuryazarlık kavramını yalnızca teknik bir yeterlilik olarak değil, aynı zamanda toplumsal eleştiri yetisi ve ideolojik bir bilgi rejimi olarak ele almaktadır. Muhasebe, finansal bilgi üretiminin ötesine geçerek meşrulaştırıcı ve yönlendirici bir ideolojik aygıt olarak işlev görmektedir. Finansal verilerin nasıl yapılandırıldığı, makyajlandığı ve kamuoyuna sunulduğu analiz edilerek, gerçek finansal okuryazarlığın bu perdeyi aralayabilme kapasitesiyle ölçülebileceği savunulmaktadır. Çalışma, Foucault’nun bilgi-iktidar ilişkisi ile Chiapello, Power ve diğer eleştirel muhasebe kuramcılarının görüşlerinden beslenmektedir. Finansal okuryazarlık, bireysel bir beceri setinden ziyade, yapısal farkındalık içeren bir yurttaşlık pratiği olarak yeniden tanımlanmaktadır. Türkiye bağlamında, finansal okuryazarlığın düşük seviyelerde olması ve mevcut eğitimlerin bireysel finans yönetimine odaklanması, sistem eleştirisini dışarda bırakmaktadır. Anahtar Kelimeler: Finansal okuryazarlık, muhasebe, ideoloji, veri makyajı, eleştirel muhasebe, Türkiye. Abstract This study conceptualizes financial literacy not merely as a technical competence but as a socially constructed ideological framework. Accounting serves not only as a tool for financial reporting but also as a mechanism that legitimizes and shapes perceptions. By analyzing how financial data is structured, manipulated, and presented, the study argues that true financial literacy requires the ability to see through such representations. Drawing on Foucault’s knowledge-power relation and critical accounting scholars like Chiapello and Power, the study posits that financial literacy should be redefined as a citizenship practice rooted in structural awareness rather than individual skills. In the Turkish context, low levels of financial literacy and the focus of existing education on personal finance management overlook systemic critique. Keywords: Financial literacy, accounting, ideology, data manipulation, critical accounting, Turkey. Giriş Finansal okuryazarlık, bireylerin ekonomik karar alma süreçlerinde bilinçli davranmalarını sağlayacak bir araç olarak küresel çapta teşvik edilmektedir. Uluslararası kuruluşlar (OECD, Dünya Bankası), devlet politikaları ve özel sektör aktörleri, finansal okuryazarlığı bireylerin bütçe yönetimi, yatırım kararları ve finansal ürün kullanımıyla ilişkilendirmektedir (OECD, 2020, s. 3). Ancak bu çerçeve, finansal sistemin yapısal eşitsizliklerini ve veri üretim süreçlerindeki ideolojik belirlenimleri sıklıkla göz ardı etmektedir. Finansal bilgi, tarafsız bir veri olmaktan çok, siyasi-ekonomik iktidar ilişkileri içinde şekillenmiş bir kurgudur (Power, 1997, s. 12). Türkiye’de finansal okuryazarlık oranları, OECD ortalamalarının oldukça altındadır. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ve Finansal Okuryazarlık ve Erişim Derneği (FODER) verilerine göre, Türkiye’de bireylerin yalnızca %24’ü temel finansal okuryazarlık seviyesine sahiptir (FODER, 2022, s. 15). Eğitim programları genellikle bireysel bütçe planlama ve tasarruf odaklı olup, finansal sistemin yapısal eleştirisini kapsamamaktadır. Bu çalışma, finansal okuryazarlığı teknik bir yeterlikten ziyade eleştirel bir bilinç durumu olarak konumlandırmakta ve Türkiye bağlamında bu kavramın nasıl yeniden yapılandırılabileceğini tartışmaktadır. Temel argüman, finansal verilerin sahnelendiği “maskeli tiyatroda” gerçekleri görebilmenin, yalnızca bilgi değil, aynı zamanda sistemin işleyişini sorgulama cesaretiyle mümkün olduğudur. 1-Finansal Okuryazarlık Kavramının Evrimi ve İktisadi Temelleri Finansal okuryazarlık, neoliberal ekonomi politikalarının yükselişiyle bireyin ekonomik sorumluluk üstlenen bir aktör olarak konumlandırılmasıyla önem kazanmıştır. OECD, finansal okuryazarlığı “bireylerin finansal ürün ve hizmetler hakkında bilgi sahibi olması, bilinçli kararlar alması ve mali refahını artırması” olarak tanımlar (OECD, 2020, s. 3). Benzer şekilde, Türkiye’de SPK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) gibi kurumlar, finansal okuryazarlığı bireysel finansal yönetim becerileriyle sınırlı bir çerçevede ele almaktadır. Ancak bu tanımlar, bireyi piyasa koşullarına uyum sağlayan edilgen bir figür olarak varsayar ve finansal sistemin eleştirisini dışlar (Lusardi & Mitchell, 2014, s. 8). Türkiye’de finansal okuryazarlık eğitimleri, genellikle bankacılık ürünleri, kredi kullanımı ve bireysel emeklilik sistemleri gibi konuları kapsar, ancak finansal verilerin nasıl üretildiği veya sistemsel eşitsizlikler gibi konulara nadiren değinir. Oysa finansal sistem, veri asimetrileri ve ideolojik yönlendirmelerle şekillenmiş bir yapıya sahiptir. 2-Muhasebe, Bilgi Asimetrisi ve Algı Yönetimi: Post-Doğruluk Dönemde Finansal Veri Muhasebe, tarihsel olarak ekonomik olayların tarafsız bir kaydı olarak sunulsa da, modern dönemde bu tarafsızlık iddiası sorgulanmaktadır. Entegre raporlama gibi uygulamalar, finansal verilerin çevresel ve sosyal performans göstergeleriyle birleştirilerek sunulduğu bir illüzyon yaratmaktadır (Flower, 2015, s. 3). Türkiye’de de şirketlerin sürdürülebilirlik raporları, genellikle çevresel ve sosyal sorumluluk projelerini öne çıkararak finansal performansı makyajlama eğilimindedir. Örneğin, enerji sektöründeki bazı şirketler, karbon emisyonlarını telafi etmek için ağaç dikme projelerini “sürdürülebilirlik” başlığı altında sunmakta, ancak bu projelerin etkisi çoğu zaman sınırlı kalmaktadır (Türkiye Çevre Raporu, 2023, s. 45). Power’a göre, denetim ve raporlama sistemleri “doğrulama ritüellerine” dönüşerek güven üretimiyle meşruiyet yaratma arasında belirsiz bir çizgi oluşturmuştur (Power, 1997, s. 41). Türkiye’de bu durum, özellikle büyük holdinglerin finansal raporlamalarında belirgindir. Örneğin, halka açık şirketlerin Borsa İstanbul’daki raporları, genellikle yatırımcı güvenini artırmak için stratejik olarak yapılandırılmaktadır. Finansal okuryazarlık, bu bağlamda yalnızca veriyi okumakla değil, veride olmayanı sezmekle ilgilidir. 3-Maskeli Tiyatro Olarak Finansal Raporlama: Muhasebenin İdeolojik İşlevi Muhasebe, kapitalist üretim biçiminin sürdürülebilirliğini sağlamak için ideolojik bir araç olarak işlev görmektedir. Chiapello ve Lebas (2001), muhasebenin dört temel işlevinden birinin “meşrulaştırma” olduğunu belirtir: Finansal veriler, sistemin başarısını göstermek için stratejik olarak kullanılır (s. 211). Türkiye’de bu durum, özellikle kamu-özel ortaklık projelerinde (örneğin, şehir hastaneleri veya büyük altyapı projeleri) açıkça görülmektedir. Proje maliyetleri ve getirileri, kamuoyuna şeffaflık iddiasıyla sunulurken, veriler genellikle hükümet politikalarını meşrulaştıracak şekilde yapılandırılmaktadır (Sayıştay, 2022, s. 78). Finansal okuryazarlık, bu bağlamda verilerin yalnızca içeriğine değil, hangi bağlamda üretildiğine ve hangi çelişkileri gizlediğine odaklanmalıdır. Aksi takdirde birey, eleştirel bir özne olmaktan ziyade bir “veri tüketicisi” olarak kalır. 4-Gerçek Finansal Okuryazarlık: Bilgi, Direniş, Yurttaşlık ve Türkiye Örneği "Hangi verinin yazarıyız biz? Merkez Bankası’nın bastığı ‘güven’ mi, İTO'nun tarttığı 'sepetteki' hayal mi, Yoksa entegre raporların cilaladığı şirket masalları mı?"   Bu şiirsel sorgu, Türkiye’de finansal okuryazarlığın ne anlama geldiğine dair kavramsal bir açılış kapısıdır. Zira Türkiye’de finansal okuryazarlık, yalnızca bireyin parasını yönetme yetkinliği değil, veriyle kurduğu ilişkinin epistemik niteliğidir. i. Merkez Bankası’nın Bastığı “Güven” Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) politika kararları, giderek şeffaflıktan uzaklaşan, öngörülemez bir yapı arz etmektedir. Faiz kararları, para arzı ve rezerv hareketleri gibi temel göstergelerde yaşanan tutarsızlıklar, vatandaşın kurumlara olan güvenini aşındırmaktadır. Finansal okuryazarlık bu bağlamda, para politikasının teknik detaylarını anlamaktan ziyade, “güven”in nasıl üretildiğini sorgulamakla ilgilidir. Güven, para biriminin nominal değerinden değil, onu destekleyen yapısal kurumların meşruiyetinden doğar. TCMB’nin 2018–2024 yılları arasında enflasyon tahminlerinin ortalama %70 sapma göstermesi, finansal okuryazarlığın “veriye kuşkuyla bakma becerisi” olduğuna işaret eder. ii. İTO’nun Tarttığı “Sepetteki” Hayal TÜİK ve İTO gibi kurumların yayınladığı enflasyon verileri, Türkiye’de uzun süredir kamusal güven krizi yaşamaktadır. Hissedilen ile açıklanan enflasyon arasındaki uçurum, verilerin temsil yetisini sorgulatır hale gelmiştir. Örneğin, 2023 yılı Aralık ayında TÜİK %64,77 enflasyon açıklarken, bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu ENAG bu oranı %127,21 olarak bildirmiştir. Burada finansal okuryazarlık, yalnızca “veriyi anlamak” değil, verinin neden farklı aktörlerce farklılaştırıldığını kavramaktır. Bu farkın ardında yatan politik ekonomiyi bilmeden, sadece grafik okumak yeterli değildir.   iii. Entegre Raporların Cilaladığı Şirket Masalları Sürdürülebilirlik, çevresel-sosyal-yönetişim (ESG) raporlaması ve entegre raporlar gibi alanlarda son yıllarda büyük bir artış gözlemlenmektedir. Ancak bu raporların büyük bölümü, şirketlerin kendi anlatılarını meşrulaştırdığı, performansı pazarladığı dokümanlar haline dönüşmektedir. BIST 100 şirketleri arasında sadece 31 tanesi entegre rapor yayınlarken, bunların %80’i dış denetimden geçmemektedir. Bu noktada finansal okuryazarlık, şirketlerin kendi hikâyelerini nasıl kurguladığını çözümleme yeteneğidir. Gerçek okuryazarlık, entegre raporlarda neyin söylendiğini değil, neyin söylenmediğini analiz etme becerisidir.   Sonuç Finansal okuryazarlık, ekonomi-politik temsillerin nasıl kurulduğunu anlamak kadar, bireyin bu temsiller karşısındaki konumunu da tanımlar. Foucault’nun bilgi-iktidar ilişkisi çerçevesinde değerlendirildiğinde, verinin nesne değil iktidarın aracı olduğu bir dünyada, birey ancak eleştirel okuryazarlık sayesinde özneleşebilir. Neoliberal rasyonalitenin bireye yüklediği “rasyonel yatırımcı” kimliği, özünde bir performans illüzyonudur. Bu illüzyon, vatandaşın finansal davranışlarını makroekonomik yapıdan kopararak, sistemik sorumluluğu bireysel “bilgisizlik” üzerinden meşrulaştırır. Oysa bilgi eksikliği değil, bilginin nasıl inşa edildiğine dair körlük gerçek sorundur. Buradan hareketle, finansal okuryazarlığın ölçüldüğü anketler, puanlar veya uygulamalar, bireyin sisteme ne kadar entegre olduğunu değil, sisteme ne kadar eleştirel yaklaştığını ölçmelidir. Aksi takdirde, okuryazarlık kavramı, piyasa rasyonalitesinin bir başka aracı haline gelirTürkiye’de finansal okuryazarlık, yalnızca ekonomik okuma-anlama kapasitesi değil, sistemin hangi verileri nasıl sunduğuna ve neden o şekilde sunduğuna dair eleştirel farkındalık olarak tanımlanmalıdır. TCMB’nin bastığı “güven”, İTO’nun ölçtüğü “hayal” ve şirketlerin yazdığı “masallar”, ancak okurun maskenin ardındaki gerçekliği görmesiyle anlam kazanır. Bu bağlamda Türkiye’de finansal okuryazarlık, yalnızca verinin tüketicisi değil, anlamının yazarı olmayı gerektirir. Aksi takdirde, sahte bir şeffaflığın içinde, istatistiklerin tiyatrosunda figüran olmaktan öteye geçemeyiz. Gerçek finansal okuryazarlık, teknik becerilerle sınırlı olmayan, sistem eleştirisiyle beslenen etik-politik bir bilinçtir. Foucault’nun “iktidar bilgiyi üretir” tezi, finansal bilginin şekillendirilmiş bir gerçeklik olduğunu hatırlatır (Foucault, 2007, s. 29). Türkiye’de bireyler, finansal bilgiye erişimde yetersiz kalmakta ve mevcut eğitimler sistem eleştirisini dışlamaktadır. Örneğin, bireysel emeklilik sistemi (BES) teşvik edilirken, bu sistemin uzun vadeli getirileri veya riskleri hakkında eleştirel bir tartışma nadiren yapılmaktadır. Finansal okuryazarlık, bireyi yalnızca “yatırımcı” değil, katılımcı bir yurttaş haline getirmelidir. Türkiye’de finansal okuryazarlığın demokratik bir hak olarak ele alınması, bireylerin ekonomik politikaların oluşumuna katılma iradesini güçlendirebilir. Örneğin, kamu bütçesinin şeffaflığı veya vergi politikalarının adaleti gibi konular, finansal okuryazarlık eğitimlerinin bir parçası olmalıdır. Bu çalışma, finansal okuryazarlığın yalnızca bireysel beceriler kümesi olarak değil, aynı zamanda sistem eleştirisine açık, farkındalık temelli bir yurttaşlık pratiği olarak yeniden tanımlanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Finansal bilgiye erişim, sadece teknik araçlarla değil, aynı zamanda bilgi üretiminin arkasındaki ideolojik ve yapısal çerçevenin eleştirel analiziyle mümkündür. Türkiye bağlamında, finansal okuryazarlığın düşük düzeyde olması, neoliberal ekonomi politikalarının bireyi piyasa içerisinde konumlandırma stratejileriyle birleşerek, kamusal alandaki tartışmaların daralmasına yol açmaktadır. Gerçek finansal okuryazarlık, post-doğruluk çağında verinin sadece görünür olanını değil, görünmeyenini de sorgulama cesareti taşımalıdır. Bu bağlamda, birey sadece bir tüketici değil, aynı zamanda finansal bilgiye dair etik, politik ve estetik boyutları da kavrayan bir yurttaş olarak konumlandırılmalıdır. Bu türden bir dönüşüm, yalnızca birey temelli finansal eğitimlerle değil, aynı zamanda muhasebe ve raporlama sistemlerinin şeffaf, hesap verebilir ve eleştirel pedagojilerle yeniden yapılandırılmasıyla mümkündür. Önerilerimiz şunlardır: i-Finansal okuryazarlık eğitimleri, bireysel bütçe ve yatırım odaklı olmaktan çıkarak, iktisadi yapı, muhasebe sistematiği ve veri politikalarını kapsayacak şekilde genişletilmelidir. ii-Türkiye’de finansal okuryazarlık programları, medya okuryazarlığı ve eleştirel düşünme becerilerini içermelidir. iii-Kamuoyuna sunulan finansal verilerin şeffaflığını artırmak için bağımsız denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir. iv-Finansal okuryazarlık, demokratik katılımı teşvik eden bir yurttaşlık pratiği olarak ele alınmalı ve bu doğrultuda eğitim içerikleri geliştirilmelidir. Kaynakça Chiapello, E., & Lebas, M. (2001). The Tableau de Bord: Analytical Tool or French Illusion? Management Accounting Research, 12(2), 207–238. https://doi.org/10.1006/mare.2000.0153 Flower, J. (2015). The International Integrated Reporting Council: A Story of Failure. Critical Perspectives on Accounting, 27, 1–17. https://doi.org/10.1016/j.cpa.2014.07.002 Foucault, M. (2007). Güvenlik, Toprak, Nüfus: Collège de France Dersleri 1977–1978. İstanbul: YKY. Lusardi, A., & Mitchell, O. S. (2014). The Economic Importance of Financial Literacy: Theory and Evidence. Journal of Economic Literature, 52(1), 5–44. https://doi.org/10.1257/jel.52.1.5 OECD. (2020). OECD/INFE 2020 International Survey of Adult Financial Literacy. https://www.oecd.org/financial/education Power, M. (1997). The Audit Society: Rituals of Verification. Oxford University Press. Sayıştay. (2022). Kamu-Özel İşbirliği Projeleri Raporu. https://www.sayistay.gov.tr Türkiye Çevre Raporu. (2023). Sürdürülebilirlik ve Şirket Uygulamaları. TEMA Yayınları. FODER. (2022). Türkiye Finansal Okuryazarlık Endeksi 2022. Finansal Okuryazarlık ve Erişim Derneği Yayını.