Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Vuca Gerçekten Ne İfade Ediyor?

Geçtiğimiz on yıllar boyunca, popüler iş dünyasında ve akademik literatürde, dünyayı kavramak ve çevremizdekilerle ilgilenmek için artan bir yetersizliğe işaret eden çok sayıda terim karşılaşıyoruz. Örnekler belirsizlik, türbülans, hızlı değişim, dinamizm, bozulma, karmaşıklık, hiper-rekabet, yüksek hızlı piyasalar ve akıdır. Birkaç yıl boyunca, “VUCA” kavramı, bu “kontrol edilemez” ortamın çeşitli boyutlarını kapsayan bir terim olarak popülerlik kazanıyor. Çeşitli yazı ve makalelerde, örneğin bir "VUCA Dünyası" ve özellikle "VUCA Dünyasında Liderlik" hakkında okuduk. Fakat bir VUCA dünyasında olmak ve lider olmak gerçekten ne anlama geliyor? Elbette, VUCA bir kısaltmadır. Uçucu, Belirsiz, Karmaşık ve Belirsiz anlamına gelir. Ve tabii ki, Nathan Bennett ve G. James Lemoine'nin Harvard Business Review makalesi https://hbr.org/2014/01/what-vuca-really-means-for-you  ve Wikipedia'daki bir sayfa https://bit.ly/2XQpiTr da dahil olmak üzere birçok açıklama var. Ancak bu açıklamalara rağmen, bazı ek açıklamalar yardımcı olabilir. Bu nedenle, bu makalede ve diğerlerinde, biraz daha derine dalmak ve VUCA'nın ne anlama geldiğini, dünyanın gerçekten de giderek artan bir şekilde VUCA olup olmadığını ve iş için ne anlama geldiğini netleştirmek istiyorum. Dört elementi kısaca tanımlayarak başlayalım: Oynaklık - Oynaklık, bir endüstride, pazarda veya genel olarak dünyadaki değişimin hızını ifade eder. Piyasalardaki talep, türbülans ve kısa sürede yaşanan dalgalanmalar ile ilişkilendirilir ve endüstri dinamizmi literatüründe iyi belgelenmiştir. Dünya ne kadar değişken olursa, o kadar çok ve daha hızlı şeyler değişir. Belirsizlik - Belirsizlik, geleceği güvenle öngörebilmemiz için ne ölçüde belirleyeceğimiz anlamına gelir. Belirsizliğin bir kısmı algılanmakta ve insanların neler olup bittiğini anlamadaki yetersizliği ile ilişkilendirilmektedir. Belirsizlik, aynı zamanda bir çevrenin daha nesnel bir özelliğidir. Gerçekten belirsiz ortamlar, istatistiksel olarak da değil, hiçbir tahminde bulunulmayan ortamlardır. Dünya ne kadar belirsizse, tahmin etmesi o kadar zor olur. Karmaşıklık - Karmaşıklık, dikkate almamız gereken faktörlerin sayısını, çeşitlerini ve aralarındaki ilişkileri ifade eder. Ne kadar fazla faktör olursa, çeşitliliği o kadar fazla ve aralarındaki bağlantı o kadar fazla, bir ortam o kadar karmaşık. Yüksek karmaşıklık altında, çevreyi tamamen analiz etmek ve rasyonel sonuçlara varmak mümkün değildir. Dünya ne kadar karmaşık olursa, analiz etmesi o kadar zorlaşır. Muğlak-Muğlaklık, bir şeyi nasıl yorumlayacağınız konusunda açıklık olmaması anlamına gelir. Bir durum örneğin belirsiz, açık veya net sonuçlara varmak için çelişkili ya da yanlış olduğunda belirsizdir. Daha genel olarak, fikir ve terminolojideki belirsizlik ve belirsizlik anlamına gelir. Dünya ne kadar belirsiz olursa, yorumlaması o kadar zorlaşır. Referans:  Jeroen Kraaijenbrink, "What Does VUCA Really Mean?",Forbes, Dec 19, 2018, 10:21am https://bit.ly/2GNr95M  

Icser Konferansları

  Konferans;  bilgi şöleni,bilgi ziyafeti, bilgiyi kutlamak....Latince kökenli...  ... Fransızca dan Türkçeye girmiş... Danışma toplantısı, kamuya açık bilgilendirme  anlamında … Öyle Yazıyor Kitaplar…  Değerli Akademisyenler ve Araştırmacılar ICONASH: 3rd International Conference on New Approaches in Social Science and Humanities 05-07 Eylül 2019 tarihleri arasında Ukrayna’nın başkenti Kiev'de gerçekleştirilecektir. ICSER-International Center of Social Science & Education Research tarafından düzenlenecek olan konferans IJSSER: International Journal of Social Sciences and Education Research ile JTTR: Journal of Tourism Theory and Research dergileri tarafından desteklenmektedir. Konferansta yazarların tercihine bağlı olarak İngilizce, Türkçe ya da Rusça olarak sunum yapılabilecektir.    Sosyal ve Beşeri Bilimler alanlarındaki araştırma bulguları ve sonuçlarınızı, akademik ve bilimsel çalışmalarınızı paylaşmak üzere ICONASH Kiev 2019 konferansına davet ediyoruz. Verimli bir organizasyon gerçekleştirmek için yapacağınız değerli katkılarınızı önemsiyor ve birlikte olmayı umuyoruz. Organizasyon Komitesi https://www.icser.org/  

Şirket Kapitalizmi, Gezegen Sınırları ve Sinematik Direniş: Türkiye’de Entegre Raporlama ve “Bal Ülkesi“ Üzerinden Eleştirel Bir Sürdürülebilirlik Okuması

Şirket Kapitalizmi, Gezegen Sınırları ve Sinematik Direniş: Türkiye’de Entegre Raporlama ve "Bal Ülkesi" Üzerinden Eleştirel Bir Sürdürülebilirlik Okuması     Giriş Günümüz küresel ekonomik sistemi, şirket kapitalizminin derinlemesine kök saldığı ve yalnızca üretim-tüketim dinamiklerini değil, aynı zamanda toplumsal ilişkileri, doğayla etkileşimleri ve bilgi üretim süreçlerini de şekillendirdiği bir yapıya evrilmiştir. Bu hegemonik yapı, insan faaliyetlerinin ekosistemler üzerindeki yıkıcı etkilerini anlamak için elzem olan gezegen sınırları kavramıyla birlikte ele alındığında, ekolojik sürdürülebilirlik arayışının ne denli karmaşık ve çok katmanlı bir mesele olduğunu daha da görünür kılar. Gezegen sınırları, insanlığın güvenli bir yaşam alanı bulabileceği ekolojik eşikleri tanımlayan bilimsel bir çerçeve sunar (Rockström et al., 2009). Türkiye özelinde, şirket kapitalizminin bu dönüştürücü etkisi; finansal raporlamadan daha kapsamlı bir anlayışa sahip entegre raporlamaya geçişte ve paydaş odaklı kurumsal yaklaşımların benimsenmesinde kendini göstermektedir. Entegre raporlama, kar odaklı bir sistemin sürdürülebilirlik iddialarıyla uzlaşma çabasını temsil ederken, gezegen sınırları bu çabaların ekolojik gerçekliklerle ne ölçüde örtüştüğünü sorgulamamıza olanak tanır. Öte yandan, Kuzey Makedonya yapımı "Bal Ülkesi" (Honeyland) belgeseli, doğayla uyumlu ve paylaşım temelli bir yaşam biçimini savunarak, hem şirket kapitalizmine hem de gezegen sınırlarının aşılmasına karşı bireysel ve toplumsal bir direniş öyküsü sunmaktadır. Bu makale, şirket kapitalizminin hegemonik yükselişini ve gezegen sınırları çerçevesini merkeze alarak, Türkiye'deki entegre raporlama pratiğini ve "Bal Ülkesi" belgeselini karşılaştırmalı olarak analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, sürdürülebilirlik kavramının sistem içi reformlar ve sistem dışı direnişler üzerinden nasıl farklı anlamlar kazandığını tartışmayı hedeflemekte; böylelikle mevcut sürdürülebilirlik yaklaşımlarının sınırlarını belirlemeyi ve daha kapsamlı, dönüştürücü çözümlere duyulan ihtiyacı vurgulamayı amaçlamaktadır. [Şirket Kapitalizmi, Gezegen Sınırları ve Entegre Raporlama ve Bal Ülkesi bölümleri burada özetlenmiştir. Devam eden yeni bölümler aşağıdadır.] Karşılaştırmalı Analiz: Entegre Raporlama, Bal Ülkesi ve Gezegen Sınırları Entegre raporlama ve "Bal Ülkesi" belgeseli, sürdürülebilirlik, şeffaflık ve paylaşım gibi ilkeleri sahipleniyor görünse de, bu kavramları ele alış biçimleri oldukça farklıdır. Kurumsal reformlara dayalı entegre raporlama, sermaye mantığını dönüştürmeden sürdürülebilirliği amaçlarken, "Bal Ülkesi" yerel bilgiye dayalı doğayla uyumlu yaşamı savunarak sistem dışı bir alternatif ortaya koyar. Şeffaflık ve Güven: Entegre raporlama, ESG verilerinin sunumu aracılığıyla yatırımcılara ve paydaşlara güven vermeyi amaçlar. Ancak bu güven, çoğu zaman olumlu göstergelerin parlatılmasıyla ve sorunlu alanların üstünün örtülmesiyle sağlanmaya çalışılır. Oysa "Bal Ülkesi"nde, Hatice'nin doğayla kurduğu ilişki tamamen şeffaftır; hiçbir filtreye veya göstergeye ihtiyaç duymadan doğrudan gözlemlenebilir. Güven, buradaki gibi somut eylemlerde ve ekolojik dengeyi koruyan yaşam pratiğinde tezahür eder. Paylaşım Kültürü: Kurumsal raporlarda "paydaş değeri" genellikle finansal paylaşımı ifade ederken, Hatice'nin "Yarısı sana, yarısı bana" felsefesi, doğayla etik bir karşılıklılığı içerir. Bu durum, paylaşımın sadece insanlar arasında değil, insan ve doğa arasında da gerçekleşmesi gerektiğini vurgular. Bu etik duruş, gezegen sınırlarının korunması için radikal bir dayanak sunar. Evrensel Standartlar ve Yerel Bilgi: Entegre raporlama, ESG çerçevesiyle küresel kıyaslamalar yapmayı kolaylaştırır. Ancak bu standartlar yerel bağlamları çoğu zaman göz ardı eder. "Bal Ülkesi"nde ise, yerel bilgi yüzyılların deneyimiyle şekillenmiştir. Bu bilgi biçimi, agroekolojik bir sürdürülebilirliğin taşıyıcısıdır ve modern endüstriyel aklın göz ardı ettiği etik ve ekolojik bağlantıları görünür kılar. Gelişmekte Olan Ülkeler: Türkiye gibi ülkelerde entegre raporlama, genellikle küresel sermayeye uyum amacıyla uygulanır ve çevresel etkiler ikincil plana itilir. Oysa "Bal Ülkesi" ekonomik marjinallik içinde bile sürdürülebilirliğin olanaklı olduğunu kanıtlar. Bu açıdan belgesel, gelişmekte olan ülkelerin dışsal dayatmalara karşı yerel bilgiyle nasıl direnebileceğini de gösterir. Tartışma: Hegemonya, Direniş ve Gezegen Sınırlarının Dönüşümü Şirket kapitalizmi, sürdürülebilirlik kavramını kendi çerçevesi içinde evcilleştirerek, reformist araçlarla sistemin krizlerini yönetmeyi amaçlamaktadır. Entegre raporlama, bu çabanın görünürdeki en sofistike aracı olarak değerlendirilebilir. Ancak bu araç, iş modelleri ve üretim süreçleri temelden değişmediği sürece, gezegen sınırlarını ihlal eden faaliyetlerin meşrulaştırılmasına hizmet edebilir. Bu noktada sürdürülebilirlik, sistemin kendini yeniden üretme stratejisi haline gelir. "Bal Ülkesi" ise, bu hegemonik kurguya doğrudan bir meydan okumadır. Hatice'nin yaşamı, sistem dışı bir sürdürülebilirlik modeli olarak, yalnızca alternatif değil aynı zamanda dönüştürücü bir potansiyel taşır. Ancak bireysel bir direnişin ölçeklenebilirliği sınırlıdır. Bu nedenle gezegen sınırlarının korunması için hem sistem içi reformlara hem de tabandan gelen kültürel, etik ve politik dönüşümlere ihtiyaç vardır. Sürdürülebilirlik yalnızca kurumsal göstergelerle değil, değer sistemlerinin ve yaşam pratiklerinin dönüşümüyle mümkündür. Sonuç Şirket kapitalizminin gezegen sınırlarını zorlayarak sürdürülebilirlik kavramını araçsallaştırdığı çağımızda, Türkiye'deki entegre raporlama sistem içi reformları temsil ederken, "Bal Ülkesi" belgeseli yerel bilgiye dayalı etik bir direnişi gözler önüne sermektedir. Bu iki farklı yaklaşım, sürdürülebilirlik arayışının sadece teknik değil, aynı zamanda etik ve politik bir mesele olduğunu ortaya koymaktadır. Geleceğin sürdürülebilir dünyası, yalnızca raporlama formatlarıyla değil, aynı zamanda doğayla adil ilişkiler kuran, yerel bilgiyi kıymetlendiren ve gezegen sınırlarına saygılı yaşam pratikleriyle kurulacaktır. Bu makale, şirket kapitalizminin sürdürülebilirlik söylemini yeniden ele alarak, sistem içi reformlar ile sistem dışı direnişlerin birlikte düşünülmesi gerektiğini savunmaktadır. Kaynakça Aras, G. (2016). Türkiye’de Entegre Raporlama: Mevcut Durum, Paydaşların Algı ve Beklentileri. Türkiye'de Entegre Raporlama: Mevcut Durum, Paydaşların Algı ve Beklentileri" araştırmasının sonuçları yayınlandı goo.gl/Kz9FzK Kotevska, T., & Stefanov, L. (Yönetmenler). (2019). Honeyland [Belgesel Film]. Kuzey Makedonya: Apollo Film, Sisters and Brother Mitev Productions. Ljuma, S. (2020). “Honeyland: A Cinematic Reflection on Sustainability and Sharing.” Journal of Environmental Cinema, 12(3), 45-50. Rockström, J., et al. (2009). “A Safe Operating Space for Humanity.” Nature, 461(7263), 472-475.  

Zaferin Başlama Anının Paşası: Kâzım Karabekir Paşa

  Zaferin başlama anının paşası (*) ilksöz:"Tarihini bilmeyenlerin coğrafyasını başkaları çizer. Türkiye Cumhuriyetine beşikten mezara hizmet etmek borcumuz, görevimiz, ibadetimizdir." Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’yla temasa geçti. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul hükümeti tarafından azli ile İstiklal Savaşımızın en muhteşem görünümü ortaya çıktı. Kâzım Karabekir Paşa tevkifiyle görevlendirildiği Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına geçip bütün karargâh ve askerle emirinde olduğunu söyledi. Aslında İstiklal Savaşı’nın o gün kazanılmaya başladığı çok açıktır. 71 yıl önce, 26 Ocak 1948’de Türk askeri tarihinin en müstesna komutanlarından biri olan Kâzım Karabekir Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1946’dan beri deruhte ettiği başkanlığı sırasında ani bir kalp kriziyle vefat etti. Başarılı, fedakâr bir asker, iyi bir kurmay ve entelektüel kişiliğiyle önde gelenlerdendi. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki o kuşağın bütün genç komutanları gibi Türk ordusundaki yeni yüzü temsil eden biridir. Türk subayı o dönemde her zaman olduğu gibi mütevazı ve orta sınıf halk kademelerinden gelir. Hüviyetine baktığımızda bu genç komutanın babasının da paşa olduğu görülüyor. Babası Mehmed Emin Paşa Karamanlı bir Türk çocuğu (Köyü bugün Kâzım Karabekir adını taşıyor). 16 yaşında gönüllü olarak Kırım Savaşı’na katılmış. Zekâsı ve cesaretiyle temayüz etmiş, ordunun subay kadrosu içinde bulunduğu Doğu kentlerinde idarecilik de yapmıştı. Son olarak Mekke’de vali vekiliyken koleradan öldü. Perişan aile dul Refika Havva Hanım’ın yanında uzun bir yolculuktan sonra İstanbul’a döndü. 5 erkek çocuk en iyi şekilde yetişmişlerdi ve tabii burs sistemine dayalı Osmanlı askeri eğitim ve terbiyesi ailenin ayakta kalmasına yardım etmiştir. Bu şekilde yetişen sivil ve asker memurların çok erken yaşlarda devlet fikri ve millete hizmet ülküsü etrafında şekillendikleri açıktır.   3 DİL BİLİYORDU 19. yüzyılda Türk imparatorluğunun geçirdiği en önemli değişiklik bu ideolojik yapıdır. Fatih Askeri Rüştiyesi ve Kuleli İdadisi’nden birincilikle mezun olan Kâzım, asrın başında Pangaltı’da bulunan bugünkü Askeri Müze olan Harbiye Mektebi’ne girmiş, burada Enver Paşa, Fevzi Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Nureddin (sakallı) Paşa gibi matematik ve yabancı dillerde iyi bir eğitim almıştır. Piyade teğmeni olarak mezun olduğunda Kâzım Bey kurmay sınıfına ayrıldı ve Erkân-ı Harbiye mektebini bitirdiği zaman Almanca, Rusça ve Fransızca gibi dilleri biliyordu. Kendi isteğiyle derhal faal kıta görevine tayin edilmiş, Rumeli’de Bulgar ve Rum çeteleriyle mücadele etmiştir ve bu yıllarda hiç şüphe yok ki tarihi kaderin I. Dünya Savaşı’na ve İstiklal Savaşı’na sürüklediği genç komutan sınıfının umumi çizgilerini o da kazandı: Erken yaşta imparatorluk coğrafyasını kan ve ateş içinde tanımak, muasır Avrupa ordularına göre tecrübeli ve genç komutan vasfını edinmiş olmak. ERMENİLERDEN ALDI 31 Mart olayı üzerine o da Selanik’ten gelen Hareket Ordusu’nu içindeydi. 1912’de binbaşı rütbesiyle Balkan Savaşı’nın içinde Edirne müdafaasındaydı. 10. Tümen Kurmay Başkanı olan Binbaşı Kâzım Bey Bulgarların Edirne kuşatması karşısında Şükrü Paşa gibi seçkin komutanın yanında düşmana karşı koydu ve Nisan 1913’te ordu teslim oldu, o da esir düşerek Sofya’ya gönderildi. Edirne’nin istirdadının (geri alınmasının) ve II. Balkan Savaşı’nın bitiminden sonra İstanbul’a geldi. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Muharebesi’nde bulunmuş, albaylığa terfi etmiş, sonra Irak’taki orduya kurmay başkanı olarak gitmiş, Bağdat Savaşı’nın sonuna kadar bu cephede kalmıştır. 1917 başlarında Diyarbakır mıntıkasındaki ikinci kolorduya nakolundu. 18 Şubat 1918’de Erzincan’ı, 12 Mart 1918’de Erzurum’u, Sarıkamış ve Kars’ı Ermenilerin elinden aldı. Rusya’da ihtilal olmuş, Ruslar bu bölgeden çekilince yeni kurulan Ermenistan ordusu burayı ele geçirmişti. Başarılarıyla mirlivalığa yükseltildi ve 15 Mayıs 1918’de Gümrü şehrini işgal etti, oradan Tebriz’e hareket ederek İngilizleri şehirden çıkarmaya muvaffak oldu. EMRİNİZDEYİM PAŞAM Şüphesiz ki Mondros Mütarekesi’yle bu sahalardaki zaferlerin ve hareketin arkası durdu. İstanbul’a geldiğinde payitahtta Genelkurmay’da ve Tekirdağ Kolordu Komutanlığı’ndaki görev tayinlerini değiştirterek doğu cephesine tayin ettirdi. 1919 Nisan ayında Trabzon ve ardından Erzurum’da kolordunun başına geçerek doğu illerinde tekrardan işgale başlayan Ermenistan kuvvetleriyle savaştı. Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’yla temasa geçti. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul hükümeti tarafından azli ile İstiklal Savaşı’mızın en muhteşem görünümü ortaya çıktı. Kâzım Karabekir Paşa tevkifiyle görevlendirildiği ordu müfettişiyle Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına geçip bütün karargâh ve askerle emirinde olduğunu söyledi. Aslında İstiklal Savaşı’nın o gün kazanılmaya başladığı çok açıktır. Doğu cephesindeki muvaffakiyetiyle dolayısıyla sınırlar belirlendi, batıya asker ve silah göndermek mümkün oldu. İtilaf devletleri arasındaki politik ayrılık başladı. Kâzım Karabekir’in doğudaki başarıları, bir taraftan da güney cephesindeki direnişler Fransa’yı genç Türkiye’nin Büyük Millet Meclisi hükümetiyle musalahaya, bir barışa zorladı. GERÇEK BİR MÜNEVVER Kâzım Karabekir Paşa şahsi hırs ve büyüklük duygularından uzak, gerçek bir münevverdi. Çocuk piyesleri yazmaktan tutalım, güzel bir lisanla biyografilerini kaleme almış, üstün bir kurmay olduğunu göstermiştir. İstiklal Savaşı’nın başında Mustafa Kemal Paşa’nın bu işi götürecek tek komutan olduğunu ve onun dehasını tespit edecek derin zekâ sahibidir. İmparatorluğun genç komutan neslinde ister Fevzi Paşa olsun, ister Esat Paşa, ister Enver Paşa ve İsmet Paşa olsun bütün komutanlarla yakın ilişki kurmuş, onları takdir etmek ve takdir edilmek mazhariyetine eren makul bir simadır. Kurtuluştan sonraki siyasi hayatta farklı düşüncelere sahip olması ve çok partili rejimin içinde 1924’te Terakki Perver Fırka’yı, Ali Fuat Paşa ile birlikte kurması son imparatorluğun subay neslinin ne kadar demokratik fikirlere ve siyasi terbiyeye sahip olduğunu göstermektedir. Fikri yapıları ayrı olduğu için Mustafa Kemal Paşa’yla yolları ayrılmıştır. Gazi Paşamızın ölümünden sonra İsmet Paşa bu dargınlığın yaratacağı hüznü ve tahribatı kaldırmak için eski arkadaşını tekrar siyasi hayatın içine çekmiştir. MUAZZEZ ŞAHSİYETLER Menfa (sürgün) döneminde üç çocuk sahibi olan, başta hatıratı olmak üzere sayısız eserler yazan Kâzım Karabekir Paşa, hiç şüphesiz bugünkü maksatlı siyaset bezirgânlığı yapan sahte tarihçiliğin değerlendirip anlayabileceği bir kişi değildir. İstiklal Savaşı komutanlarımız bu gibi mütalaaların dışında muazzez şahsiyetler olarak anlaşılıp şükrana yâd edilmelidirler. YETİMLER BABASI 19. yüzyılda Türk imparatorluğunun geçirdiği en önemli değişiklik bu ideolojik yapıdır. Fatih Askeri Rüştiyesi ve Kuleli İdadisi’nden birincilikle mezun olan Kâzım, asrın başında Pangaltı’da bulunan bugünkü Askeri Müze olan Harbiye Mektebi’ne girmiş, burada Enver Paşa, Fevzi Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Nureddin (sakallı) Paşa gibi matematik ve yabancı dillerde iyi bir eğitim almıştır. Piyade teğmeni olarak mezun olduğunda Kâzım Bey kurmay sınıfına ayrıldı ve Erkân-ı Harbiye mektebini bitirdiği zaman Almanca, Rusça ve Fransızca gibi dilleri biliyordu. Kendi isteğiyle derhal faal kıta görevine tayin edilmiş, Rumeli’de Bulgar ve Rum çeteleriyle mücadele etmiştir ve bu yıllarda hiç şüphe yok ki tarihi kaderin I. Dünya Savaşı’na ve İstiklal Savaşı’na sürüklediği genç komutan sınıfının umumi çizgilerini o da kazandı: Erken yaşta imparatorluk coğrafyasını kan ve ateş içinde tanımak, muasır Avrupa ordularına göre tecrübeli ve genç komutan vasfını edinmiş olmak .     ---------------------------- (*) https://bit.ly/2CMQrxR  Önemli Bir kaç Not: Not::1 Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır... Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir… Altaylar, Tengrici’dir... Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır... Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir... Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir... Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir... Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı. Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu... Macar Türklerini bilir misin?... Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?... Bugün... Gabor Vona‘yı da bileceksin!... Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?... Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!... Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?... Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordunuz mu?... Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?... Evet sen kardeşim!... Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım... Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü... Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem... 1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”. Okudun mu?... Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır. Efsaneyi birlikte okuyalım: Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !... Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar: - Tutsak kişinin saçları iyice kazınır, - Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir, - Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, - Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır, - Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır, - Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar, - Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez, - Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar, - Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker, - Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür, - Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar. - Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur. Artık hafızası yoktur... Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir. Artık düşünemez... İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle... Evet... Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir... Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır... Anadolu’da “mankafa” derler !... Kimbilir... Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir... Anlayana... Bilmeyenler için : Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Ecnebiler de Atatürk’e ‘Mavi gözlü Bozkurt’ diye hitap ederlerdi . Bu minvalde bir kelam daha ekleyeyim : "Tarihte Atatürk'e düşman olup da Türk'e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."

Türkiye’nin En Büyük Dijital Kütüphanesi

  Değerli Meslektaşım;    Merhaba.                    Yıllardır hayalini kurduğumuz bir projemizi hayata geçirdik. Öğretim elemanları ve öğrencilerin buluştuğu dijital bir platform olan Dijital Kütüphanem yayın hayatına başladı. Yüksek lisans tezi, doktora tezi, makale, ders kitabı, ders notu, sesli kitap, sınav soruları, video, müzik, fotoğraf, resim, heykel ve buna benzer eserlerinizi Dijital Kütüphanem’de yayınlayabilir, eserlerinizi yükledikten sonra satış fiyatını belirleyip, telif sözleşmenizi onaylayarak telif geliri elde edebilirsiniz. Dijital Kütüphanem de akademik eserler yanında akademik olmayan eserler de yayınlanmaktadır. Bilgi için www.dijitalkutuphanem.com adresini ziyaret edip, üye olarak çok daha geniş bilgi elde edebilir ve paydaşımız olabilirsiniz. Web sitemizde olası sorularınızın cevaplarını Sıkça Sorulan Sorular bölümü içerisinde bulabilirsiniz.Sıkça Sorulan Sorular’dan 31.’nci soru yüklemeyi nasıl yapacağınız ile ilgilidir. Cevabını bulamadığınız sorularınız, üyelik ve yükleme konularında yardım için ise destek@dijitalkutuphanem.com adresine e-mail gönderebilir veya 0224 441 03 75 numaralı hattımızdan bizlere ulaşabilirsiniz. Türkiye’nin en büyük dijital kütüphanesi için işbirliğinizi ve katkılarınızı bekliyoruz. Saygılarımla. Prof. Dr. Ali Ceylan   Adres: Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. 76B-1 Nilüfer/BURSA Telefon: +90 (224) 441 03 75 Faks: +90 (224) 443 23 03   www.dijitalkutuphanem.com      "iyi insanlar iyi işlerin yanında.. Bir yerde güzel şeyler oluyorsa Orada güzel insanlar var."oe