Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Eğri Büğrü Sokaklarımız ve Gökküre’nin Rölevesi

Kütahya Belediyesi'nden 'vizyon' projesi: 70 metrelik dev vazo https://bit.ly/3mh5s0s   Bir Şehri yaşamaya değer yapan nedir sizce?  Yerel  Yöneticilerin Ders Alması Gereken  Bir Kentin Planlama Hikâyesi..... İlksöz: Bir Şehri yaşamaya değer yapan nedir sizce? Medeniyet tarihine, kadim değerlere ışık tutacak sürdürülebilir kentler yaratmak....   Şehirleşmede çığır açan, Barselona'nın meşhur ızgara şeklindeki kent planınının hikâyesi... https://goo.gl/VDYWu5 1850'li yıllarda Barselona felaketin eşiğine gelir: Ortaçağdan kalma surlar ile alanı sınırlanmış işlek bir liman kenti olan şehirde, sanayi devrimi ile gelen endüstriyelleşme sonucunda nüfus kontrolsüz şekilde hızla artar..Şehirde boş arazi bulmak olanaksız hale gelir; hatta sokakların genişliği 1 metreye kadar düşer, işçiler ve orta sınıf fabrikalarla iç içe girmiş konutlarda yaşamak zorunda kalır. Tabiri caizse sokaklarda adım atacak yer kalmaz, insanlar nefes almakta bile zorlanır..Haliyle de,187.000 kişinin küçücük bir alanda yaşamak zorunda kaldığı şehirde, hastalıklar hızla yayılmaya başlar. Öyle ki, her salgın hastalık sonrası şehrin ortalama %3'lük nüfusu ölür. Sadece Kolera'dan 1834-65 yılları arasında ölenlerin sayısı 13.000'i bulur. Bu durum ortalama yaşam süresini 30'lara kadar düşürür. Dönemin Londra ve Paris'i ile karşılaştırıldığında çok çok düşük olan bu rakam ve artmaya devam eden nüfus surların yıkılmasını ve şehrin genişletilmesini gerektirmektedir.Akabinde surlar hemen yıkılmaya başlanır. Ancak genişletilecek şehrin nasıl planlanması gerektiği dönemin en önemli sorunu olur. Şehir yönetimi ve merkezi yönetim arasında hayli çekişmeli bir karar verme süreci yaşanır.İşte tam bu süreçte daha önce ismi duyulmamış biri ortaya çıkar: Katalan mühendis Ildefons Cerdà. (Kendisi modern anlamda 'şehirleşme - kentleşme' kavramını kullanan ilk kişi olarak bilinir).Cerdà surlar yıkıldıktan sonra mevcut şehrin çevresindeki alanı içine alan, şehrin alanını yaklaşık dört kat artıracak ve sokakları ızgara şeklinde tasarlanmış şu planla çıkagelir.Peki bu planı özel yapan nedir? Öncelikle Cerdà geçmiş hataları tekrarlamamak için öncelikle bütüncül bir bakış açısıyla insanların özellikle de işçi sınıfının nasıl yaşadığını incelemiştir.Öyle ki, bu çalışması bilimsel anlamda 'modern şehir' anlayışını değiştirir. Yani 'modern şehir' sadece insanlara birlikte yaşayacağı bir alan sunma işlevini değil aynı zamanda insanların yaşam kalitesini iyileştirici bir yaşam alanı sunma işlevini de yerine getirmelidir.Bunun için Cerdà bir insanın ne kadar temiz havaya gereksinim olduğunu hesaplar. Nüfusun hangi iş kollarında çalışabileceği ve çarşılar, okullar, hastaneler gibi hangi hizmetlere gereksinim duyacağını planına işler.Planındaki binalar; standart büyüklükte, ortası bahçe ya da gölgelikli bir meydan olarak kullanılabilecek dörtgen biçimli bloklardan oluşur. Ortası boş bu bloklar evlerin maksimum hava, güneş ve ışık almasını sağlamak içindir.Her bir bölge, tüm toplumsal mağazaları ve hizmetleri içeren 20 bloktan oluşurken, Cerdà, güneş alabilmesi için konut olarak kullanılacak blokları özellikle Kuzeybatı – Güneydoğuya yerleştirmişti.Sınıfsal eşitsizliği minimum tutmak için zengin ve fakire aynı oranda yeşil ve temiz hava gibi temel gereksinimleri sağlayacak ve benzer uzaklıklarda okul, sağlık ve diğer hizmetleri erişilebilir kılacak bir tasarımdı bu..Böylece sosyal sorunların üstesinden gelinilebilecekti. Bu fikrinin arkasında, Cerdà'nın, dönemin sınıfsal mücadelelerinden ve Karl Marx'tan etkilenmesinin olduğu düşünülmektedir.Cerdà'nın planının bir diğer belirgin özelliği ise her bloğun 45 derece açılı köşelere sahip olmasıdır. Böylece sokaklar ulaşım açısından daha rahat kullanılabilecektir.Cerdà'nın buharlı motorun (otomobiller henüz piyasada yokken) bir gün otomobiller ya da tramvaylar şeklinde ulaşımda kullanılacağını öngörmesiyle böyle köşeli sokaklar tasarlaması inanılmaz.Ama tüm bu fikirler o dönem için yeterince ilgi çekici değildir. Şehir meclisi açılan planlama yarışmasını kazanan dönemin şehir baş plancısı Antoni Rovira'nın planını öncelikli olarak düşünür.Ancak yine beklenmedik birşey olur ve merkezi hükümete bağlı yeni kurulan bayındırlık bakanlığı devreye girer ve çekişmeli bir süreç sonunda Cerdà'nın planında karar kılınır.Günümüzde Barcelona’nın Katalonya Meydanı’nın kuzeyinden itibaren başlayıp yaklaşık 8 km2'lik geniş bir alana yayılan, şehrin ızgara planlı modern kısmı Eixample Bölgesi işte böyle oluşur. (Eixample Katalanca’da “uzantı” anlamına gelmektedir.) Alev Alatlı'lının konuyla ilgili çok güzel yazısı...Birlikte okuyalım: Eğri Büğrü Sokaklarımız ve Gökküre’nin Rölevesi(**) Anadolu şehirlerinin hemen hepsi gibi çocukluğumun İstanbul’u da “nizami” mimariden hemen hiç nasibini almamış bir şehirdi. Bugün bile almış olduğu söylenemez. Bizim, bir düzine tankın yan yana geçebileceği cetvelle çizilmiş büyük bulvarlarımız, dört köşe “rayon”larımız, geometrik meydanlarımız, bize tepeden bakan dev binalarımız hemen hiç olmamıştı. Topkapı, Çırağan gibi imparatorluk sarayları bile daha sonraki yıllarda ziyaret etmek fırsatını bulduğum West Minister, Versailles gibi yapıların, Alman şatolarının yanında hayli mütevazıdırlar. Zarif Beylerbeyi Kasrı, St. Petersburg’daki o nefes kesici Çarskoye Selo ile kıyaslandığında, Çariçe Elizabeta’nın giyinme odasından daha büyük ya da daha görkemli değildir. Bizde Kazan Üniversitesi’nin muhteşem bloğunun bir eşi de yok. Dar, dolambaçlı, hatta eğri büğrü sokaklar, kâh birbirlerine abanan, kâh uzaklaşan ahşap yapılar, küçük meydanların ortasında küçük camiler, mescitler, sebiller, çitlembikler, fıstık çamları, ıhlamurlar, erguvanlar… İstanbul, buydu. Şurası muhakkak ki hiç bir zaman bugün gördüğüm görkemli Kazan olmadı. Ve hep merak ettim, neden? Sorunun cevabının ekonomik imkânlarda yatmadığı neredeyse kesindi. Kadırgalarını ipek yelkenlerle donatmaktan bahseden Osmanlı’nın payitahtını bezemekten aciz olmadığı kuşkusuzdu. Osmanlı’nın geometriden mükemmelen anladığı da kuşkusuzdu. O halde neden, ne devasa ovalarda yer almalarına rağmen geometrik düzene itibar etmemiş Anadolu şehirleri ne de İstanbul ısrarla gayri nizamidirler? Neden bizim şehirlerimizde yapılar toprağa rastgele serpilen bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuş gibidirler? Neden, evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovaları uzaklardan seyretmek ister gibiyizdir? Anadolu’da ve Türk unsurunun hâkimiyetini sürdürdüğü hemen her yerde, iç şehirlerde, rastladığım bu yerleşim biçiminin izini sürdüğümde, merakım beni ortak akrabamız Cengiz Han’a ve Orta Asyalı atalarımızın yerleşim anlayışına kadar getirdi ki bugün burada sizinle paylaşmak istediğim, onların büyüleyici dünya görüşlerinin şekillendirdiği şehircilik anlayışlarıdır. Dünyanın gelmiş geçmiş bu en büyük imparatorluğunun “Mavi Moğollar”ın, şehircilik anlayışını önemsiyorum. Çünkü “muhafaza etmek” ve “korumak” eylemlerinin fiziki varlıkların, yani binaların ve kremlinlerin restorasyonundan öte bu eserleri doğuran dünya görüşlerinin araştırılması, anlaşılması ve içselleştirilmesinden geçtiğine inanıyorum. “Sürdürülebilir muhafaza”nın söz konusu fiziki varlıkların “mimarlarının muradı”nı ihlal etmeyen, saptırmayan, düşünce ve inançlarına saygılı koruma olduğuna inanıyorum. Bana öyle geliyor ki giderek monotonlaşan, tek-tip olmak tehlikesiyle karşı karşıya olan dünyamızda, anlamlı koruma, nispeten yeni bir bilim olan arkeolojik astronominin bulgularına kulak vermesi gereken bir faaliyet olmalıdır. 1200’lü yıllarda Çin’in kuzeydoğusundan Hazar’a, daha sonraki yıllarda Kore yarımadasından Polonya’nın başkenti Kraków kapılarına kadar at koşturan rakipsiz Moğol orduları, icazetlerini “Tengri”den alır, kaderlerini “Ebedi Mavi Gök”e emanet ederlerdi. Cengiz Han’ın “Mavi Kurt” ile “Boz Maral”ın birlikteliğinden geldiği şeklindeki efsaneyi bilirsiniz. Mavi Kurt’la Boz Maral, Ulan Batur’un kuzeybatısında, Hentey dağlarından kaynayan Onon ırmağının kenarında kurulan Moğol düğünüyle evlenirler, Cengiz Han doğar. Moğollar, dokuz gün dokuz gece bayram yapar, Sonsuz Gök’ün tanrısına tütsü ve at kurban eder, kımız sunarlar. Mavi Gök’ün süvarileri, dokuz tuğlu mızraklarını parlatırlar. Dokuz Uygur boyu hediyelerini sunarlarken, dokuz Oğuz boyu sıralarını bekler. Cengiz Han, kutsal Hentey dağının önünde dokuz kez diz çöker, dokuz defa secdeye varır. Cengiz Han, babası Ebedi Mavi Gök’ün tanrısının göksel ideolojisini benimser, onun Göksel yasasını eksiksiz uygular. Göksel Ruhlar Divanı’nın 99 üyesini temsilen yeryüzünde 99 üyelik kurultayını oluşturur. Kurultay üyeleri, güçlerini Göksel Ruhlar Divanı’ndan sağarlar. Nitekim Cengiz Han’ın “Bozkırların İmparatoru” ilan edilmesi, Çin takviminin Kaplan Yılı 1206’da, Onon ırmağının kaynağında toplanan Yeryüzü Kurultayı ile gökyüzünde toplanan Göksel Ruhlar Divanı’nın ortak kararıyla olur. İmparatorluğunun adını “Mavi” koyan Cengiz Han’dır. Mavi İmparatorluk, Büyük İskender’in, Romalıların, Napolyon’un topraklarını aşar; Pasifik Okyanusu’ndan Polonya’ya, Kuzey Hindistan’dan Rusya’ya uzanır. Moğol hanları, dünyayı Ebedi Mavi Gök’ün tanrısının himayesinde ve onun göksel ruhlardan oluşan heyetinin semaları yönetim ilkelerine, ideolojilerine sadık kaldıkları sürece Tengri, savaşçı Moğol soyluları ile birlikte hareket eder, halkı düşmanlarından korur. Bu, hepimizin az ya da çok farklılıklarla bildiğimiz bir efsanedir. “Gök”, Moğollarda olduğu gibi Anadolu Türkçesinde de “mavi” demektir. Kul Şerif Camii’nin kubbesinin, minarelerinin külahlarının “mavi” olması, mimarının kişisel tercihinden ibaret değildir. Taşkent’teki Kukuldeş Medresesi’nin, Semerkent’teki Uluğ Bey Türbesi’nin, Buhara’daki camilerin ve daha nicelerinin kubbelerinin “mavi” olmaları da tesadüfen değildir. İstanbul’daki Mavi Camii’nin, İznik çinilerinin, Gagavuzların sancaklarındaki kurt başının gök rengi olması da öyle… Mavi Moğolların torunları için “mavi” kutsal renktir. Dünyanın üçte birini kapsayan imparatorluğun yurttaşlarının gözünde astronomi, resmi bir uğraştır. Çünkü imparatorluğun dizginlerinin Ebedi Mavi Gök’ün ellerinde olduğuna inanırlar. Heyet âlimlerinin yani astronomların (Osmanlılarda astronomiye “heyet ilmi” denirdi), Göksel Ruhların dilek ve niyetlerini izleyebilmeleri, arzularını doğru saptamaları gerekir. 13. yüzyıl uzay araştırmalarını finanse eden dünya hükümdarı Kubilay Han’dır. Cengiz Han’ın torunu, Çin’in doğusundaki Hainan Adası’na kadar toplam 26 gözlemevinden oluşan rasathaneler zinciri kurmuş, en büyük yatırımı astronomiye yapmıştır. Bu rasathanelerde Gökküre’nin rölevesini çıkarılır. Gökküre’nin rölevesinin çıkarılmasından amaçlanan yeryüzünde kurulacak şehirlerinin planlamasının, göksel planlamayı birebir yansıtmasını sağlamaktır. Nitekim atalarımızın şehirleri Gökküre’nin rölevesinin yeryüzünde uygulanması şeklinde gerçekleşir. Uygulamanın yaşayan en iyi örneklerinden birisi, Mavi Moğolların kuzey başkenti Beijing’dir. Efsaneye göre Kubilay Han, Güneş, Su, Toprak ve Ay Tanrılarının arasındaki dayanışmayı onların yeryüzündeki evlerini birbirlerine surlarla bağlayarak güçlendirmeye karar vermiş, böylece oluşan kareyi ufuk çemberinin içine yerleştirmiştir. Güneş, Su, Toprak ve Ay Tanrıları, aynı zamanda kutsal yönleri, yani Dünya’nın dört bucağı olan Güney, Kuzey, Doğu ve Batı’yı temsil ederler. Çemberin ya da karenin merkezinde “Mavi Gök’ün tanrısının yeryüzündeki evi” inşa edilir. Göksel imparatorluğun hakanları, “Ezeli ve Ebedi Mavi”nin, Tengri’nin, gücünü Dünya’ya akıttığı bu evde yaşayacaklardır. Konağın kapısının kayın ağacından oyulmuş olması anlamlıdır. Kayın, Altayların kutsal hayat ağacıdır. Bu muhteşem kapının kuzey steplerinin zararlı Yin etkilerinden koruyacak, Güneş tanrısının cömert Yang sıcaklığını içeri alacak şekilde Güney’e yerleştirilmesi de tesadüfi değildir. İnşaatta madeni çivi kullanılmaz, çatısı masmavi çinilerle örtülür. Günümüzde “En Mükemmel Ahenk Sarayı” diye bilinen bu binada, yeryüzünün İmparatoru Kubilay Han, Mavi Gök’ün Tanrısı ile birlikte yaşayacaktır. Turna, kutsanmışlığı ve uzun ömrü simgeler. Kubilay Han’ın şehri “turnalar” tarafından korunur. Gelenek Osmanlı’da da korunur. 68. Yeniçeri Ortası, turnaların korunmasından sorumludur. Doğrudan padişaha bağlı Kapıkulu Ocakları’nın piyade sınıfı kapsamında turnalardan sorumlu 68. Orta’nın kumandanına Turnacıbaşı; 14, 49, 66 ve 67. ortaların kumandanlarına Haseki Ağaları denirdi. Cuma namazı alaylarında, kıdemlerine göre padişahın atının yanı sıra ikisi sağında, ikisi solunda yürürlerdi. Hanın sarayının yerinin saptanmasından sonra sıra imparatorluğun askeri ve sivil erkânının hüküm sürecekleri malikânelerin yerlerini tespit etmeye gelir. Önce gökyüzünün Güneş ve Ay’dan sonra en parlak yıldızı olan BüyükTazı (Canis Major) kümesinin en görkemli yıldızı Sirius’den bir şakul sarkıtılır. “Cebbar Avcı” dediğimiz Orion’un “Betelgeuse” ve “Rigel” yıldızlarına kanca atılır, böylece ordunun sol ve sağ kanat kumandanlarının karargâhlarının yerleri saptanır. “Arabacı” kümesi Augira’nın oğlağı Capella’nın izi düşürülür. Küçük Arslan, Leo Minor’ın “Regulus”unu, Küçük Köpek’in “Procyon”unu, Boğa takım yıldızı Taurus’un “Aldebran”ını ( (ناربدلا indirirler. Canopus, Kentaurus, Arcturus, Vega, Archernar, Hadar, Acrux, Altair ile devam ederler. 99 yıldızın yeryüzündeki 99 evini işaretlerler. Kubilay Han’ın yeryüzü şehrinin mimari planı, gökyüzünün mimari planının tıpkı basımı olur. Bir diğer akrabamız, Hun yabgusu Teoman’ın büyük oğlu Mete’nin, “Ezeli ve Ebedi Gökyüzü’nün Biricik Kızı” olarak bilinen, çift – bileşkenli süper dev Polaris yani Kutup Yıldızı ile evlendiği anlatılır. Efsaneye göre “Polaris gülse, Mavi Gök güler, Polaris ağlasa Mavi Gök ağlardı. Mete Han, Kutup Yıldızı Polaris’i gebe bıraktı, Oğuzlar, Göksel Ruhlar Divanı ile akraba oldular. Göksel gelinleri yeryüzündeki yaşamını yadırgayıp mahzun olmasın diye atlarını maviye boyadılar. Mavi atlarını Polaris’in yurdunun etrafında dolaştırdılar, takımyıldızları aratmadılar.” Anadolu Türkçesinde Kutup Yıldızı’na “Demirkazık” deriz ve sadece bizim topraklarımızdan beşten fazla “Demirkazık” tepesi ya da dağı vardır. Kutup Yıldızı, Mete Han’a oğulları Gün, Ay ve Yıldız’ı doğurduğunda, göksel akrabaları ona doğum hediyesi olarak gök tüylü, gök yeleli, masmavi bir kurt armağan ederler. Mavi Kurt, yurdun duman deliğinden süzülür, gelir, Mete’nin önüne düşer. Kore Yarımadası’nın kuzeyindeki Tunguz ülkesinden, Hazar’a, Kral Niyatri Tsenpo’nun topraklarından Altın Adam’ın krallığına yürür, Gökoğuzlara öncülük eder. Başları sıkıştığında tanrıdan olmuş tanrıya benzer Bilge’yi tahta çıkarır. Mavi Gök’ün atlıları Bilge’yi altından dökülmüş kurt başı âlemlerini gökyüzüne kaldırarak selamlarlar. Bizimkiler bunları yapa dursunlar, öte yandan, Yüce ve Muhteşem Gök’ün Parlak Ruhu, Japon Amaterasu-omikami, “Kami” dedikleri, Göksel Ruhlar Divanı’nı Kyuşu Adası’nın Honşu Adası’na sokulduğu Yamato topraklarının semalarında toplanmaya çağırır, yeryüzünde bir hanedan başlatmaya karar verdiğini bildirir. Göksel Ruhlar Divanı, Güneş tanrıçasının kararını coşkuyla karşılar, yıldızlar göktaşlarını ateşler, Japon adalarının üzerinde havai krizantemler oluştururlar. Havai krizantemler, Amaterasu- Omikami’nin torunu, Güneş’in veliahdı Prens Ninici-No Mikoto’yu kucaklar, Kyuşu Adası’nın en yüce dağı su- Omikami’nin torunu için seçtiği Fuji Yama dağında ikamet eden ölümlü gelinle evlendirirler. Gökyüzü, yeryüzünü döller, Japonya’nın ilk ölümlü İmparatoru Jimmu Tenno, Honşu Adası’nın Nara Havzası’nda doğar. Tenno’nun doğduğu şehir, Kubilay Han’ın kuzey başkentin planlarını hemen aynen uygular. Tibet’ten Uygur diyarına Orta Asya, benzer efsanelerin diyarıdır. Günümüze dönersek… Nispeten yeni bir bilim dalı olan arkeolojik astronomi bize Ezeli ve Ebedi Gökyüzü ile doğrudan ilişki içinde olan toplumların, dünya görüşlerini şehirlerine yansıttıklarını söylüyor. Kendilerini kâinata gökyüzüne bağlayan toplumların doğayı fethetmek, hükümdarlarının gücünü cismanileştirmek için yola çıkmadıklarına, şehirlerinde geometriye, yada “regulyarnaya” itibar etmediklerine işaret ediyorlar. Bizim yerleşimlerimiz toprağa rasgele serpiştirilmiş bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuşlarsa, nedeni yıldızların da öyle yerleşmiş olmalarıdır. Evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovalara uzaktan bakıyorsak, nedeni dağların ölümsüz göksel ruhların fani insanoğlunu dölledikleri kutsal yerler olmalarıdır. Kendi adıma, ne zaman ata ruhlarının değerlerini reddeden “regulyarnaya”dan bunalırım, gönlüm kaybolan şehirlerimizi arar. Gönül ister ki Avrasya kültür mirasını korumaya yönelik bu fevkalade önemli toplantı, interdisipliner bir toplantı olarak genişletilsin, dilbilimcilerden antropologlara, arkeologlardan astronomlara ve en önemlisi çevre-bilimcilerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsasın. Bu bağlamda hayalimizde ki Kütahya :  i- Toplumsal enerjiyi üretime dönüştürecek mutlu bir kenti yaratmayı şiar edinmiş bir yönetimin olduğu kent, ii- Kayırmacı yönetimlerce dışlanmış yetenekli gençlerin öncülüğünde bir 'teknoloji, sanat ve kültür kenti' kurmayı hedefleyen bir yönetimin olduğu kent. iii- Toplumsal barışın, huzurun, uzlaşmanın gerçekleşebileceğini gösteren öncü kent yaratmayı vizyon olarak benimsemiş bir yönetimin olduğu bir kent, iv- Geçmişteki yaşamın izlerini bugüne ayrımcılık yapmadan taşıyan, yeni değerlere açık, çok kültürlülüğü ve farklılıkları zenginlik gören hoşgörülü bir kent, v- Ulaşım, çalışma koşulları, sağlık, eğitim ve sosyal olanaklarıyla emek dostu bir kent, vi- Güvenli kreş, çocuk yuvası, yaşlı  bakımevleri ve sağlık merkezleriyle çocukların, yaşlıların ve ana-babaların dostu bir kent, vii-- Sosyal hizmet ve gönüllü sivil dayanışma ağlarının eşgüdümünü sağlayan, sosyal yardımları sadaka olmaktan çıkaran, yoksullara onurlu bir yaşamın ve yeniden yaşama sarılmanın mümkün olduğunu gösteren bir dayanışma kent. viii-- 'Ben yaptım oldu' mantığı ortadan kaldırılan; katılımcı yönetim anlayışıyla büyük projeler, uzmanlarla, STK'lerle vb. konuşarak, proje yarışmaları düzenlenerek hazırlayıp uygulamaya koyan bir kent, ix- İlgili tüm STK'ların ve meslek örgütlerinin belediye meclisleri ve çalışma komisyonlarına katılımı sağlandığı bir kent, x-- Kütahya'nın bütçesini Kütahyalının bildiği katılımcı bütçe uygulamalarıyla, açık, şeffaf ve denetlenip hesap verilebilir bir bütçe hazırlayan yönetim,,Adillik, Şeffaflık, Hesap verebilirlik ve Sorumluluk sahip kurumsal yönetime sahip bir kent. xi-- Kütahya'nın tüm ekonomik, fiziksel ve sosyal planları güncelleyen; her uygulamanın bir planının yapılıp uygulamaya konulduğu bir kent. xii- Ulaşımı insana yaraşır bir noktaya taşımak için, ulaşım planlarını hazırlayıp  güncelleyen; toplu ulaşıma, metro ve diğer raylı sistemlere  öncelik verecek; Kütahya'nın ulaşımını tek elden yönetildiği bir kent, xiii- Ormanları, su havzalarını, memba sularını, gölleri, dereleri koruyacak Kütahya'nın çevresel-ekolojik değerlerini geleceğe taşıyacak bir kent, xiv- Aktif yeşil alanlar, parklar arttırılacak; büyük kent parklarının yanı sıra ilçelerde de semt parklarının kurulduğu bir kent, xv-- İlçe ve mahalle düzeyinde uzmanların ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla kentte yaşayanlara imar konularında şeffaf bilgi verecek ve haklarını aktaran danışma merkezlerinin kurulduğu bir kent,.    Son Söz:  Yaşadığımız kentlerin özellikle de renklerin sanata dönüştüğü kadim şehir  Kütahya'nın;  artık bu şehirde yaşayanların hak ettiği yaşamı sürdürülebilir  kent  olması ... Sürdürülebilir Kent anlayışı ile tüm paydaşlar için geleceğe değer  yaratan  bir kent olması dileği ile...Kütahya'yı beraber sevmek, eğrisini düzeltmek, doğrusunu kucaklamak, zor değil. Niyet varsa yol var. Sağlıcakla kalın... Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz tüm insanların,  günleri hep aydınlık olsun! Yüreklerindeki sevgi daim olsun!   -------------------------------------------------- Dipnot: Bu 'uzantı'da yapılacak evler için zenginlerin gittiği isim ise: ünlü mimar Antoni Gaudí. O yüzden Gaudí'nin eserlerinin çoğu Sagrada Família da dahil bu bölgede bulunur. Konuyla ilgili biri İngilizce biri Türkçe iki kaynak: https://www.theguardian.com/cities/2016/apr/01/story-cities-13-eixample-barcelona-(ildefons-cerda-planner-urbanisation … http://www.mimdap.org/?p=34029(*) (**)  Kavram olarak rölöve mevcut hali hazır’ın ölçülmesi ve tescilli taşınır veya taşınmaz kültür varlıklarının mevcut halinin projelendirilmesidir. kısaca ana fikir olarak bunu çıkartabilirsiniz. hepsi bu mu ? tabiki hayır. Devamını teorik ve teknik bilgi olarak aşağıya yazıyorum.  Bir yapının, kent dokusunun veya arkeolojik kalıntının yakından incelenmesi, belgelenmesi, mimarlık tarihi açısından değerlendirilmesi ve restorasyon projeleri hazırlanabilmesi için binanın iç ve dış mimarisine, özgün dekorasyonuna ve taşıyıcı sistemi ile yapı malzemelerine ait mevcut durumunun ölçekli çizimlerle anlatımıdır. Rölöveler yapıyı ve konstrüksüyonu tam olarak anlatacak şekilde plan, kesit ve görünüşleri kapsamalıdır. Yapıya ait iç ve dış fotoğraflar, çekildikleri yer ve yönleri plan üzerine işaretlenir. Rölövelerde malzeme türleri ve mimari bileşenlerin korunma durumları açıklamalarla belirtilir. Bezemelerle ilgili fotoğraf ve ayrıntılı çizimler dosyada yer alır. Tarih kitaplarından, arşiv belgelerinden, özel monografilerden ve gözlemlerden yararlanılarak derlenen bilgiler ışığında tarihi yapının dokusunun daha iyi kavranıp anlaşılması mümkün olur. Binanın daha önce yapılmış rölöveleri, eski fotoğrafları, yöreyle ilgili hava fotoğrafları, haritalar, kent planları, gravürler, yapıyla ilgili vakfiye ve vakfa ait gelir gider kayıt defterleri, onarım keşifleri veya onarım harcamalarının kaydedildiği defterler, gezginlerin notlarında yer alan gözlemler de sağladıkları bilgilerle bazı karmaşık noktaların çözümlene-bilme-sine olanak sağlarlar. Bozulma süreçlerinin ve malzemelerin incelenmesi sonrasında derlenen bilgilerle yapılacak restorasyonu yönlendirecek temel veriler derlenmiş olur. Bu bilgiler ışığında onarım olasılıkları tartışılır ve çabalar binalar mümkün olduğu kadar yıkılmadan ve en az müdahaleyle koruma ilkesine uygun öneri geliştirme üzerinde yoğunlaşır. Rölövenin yapılış amacı onun çizim tekniğini, çalışma ölçeğini etkiler. Bir sokak üzerinde yer alan binaların genel görünümünü, plan ve kütle özelliklerini anlatacak bir rölövenin 1/200 ölçekli olması yeterlidir. 1/100 ölçekteki bir rölöve çalışması yeniden kullanım projeleri için uygun olabilir. Restorasyona yönelik rölöveler ise 1/50 ölçekli olur ve 1/20 ve daha büyük ölçekli plan, kesit ve görünüşlerle desteklenir.

Türkiye’de Yükseköğretim Kurumlarında İngilizce - Bir Durum Analizi

İlksöz: "Öğrenciye bilmediği konuyu, bilmediği dille öğretmeye kalkmak yanlışların en büyüğü. Ezbere zorlar, kavram karmaşasına neden olur, yaratıcı düşünceyi sakatlar. Yabancı dilin önemi zihni zenginleştirmesindedir. Yasak savar gibi değil, ciddiyetle ama ayrıca öğretilmesi gerekir." “Türkiye’de Yükseköğretim Kurumlarında İngilizce - Bir Durum Analizi” çalışması hakkında   TEPAV’la British Council’ın saha çalışmasını birlikte yürüttüğü 400 öğretmen ve 4300 öğrenciyle yapılan anketler, 65 ders gözlemi, 350’den fazla öğretmenin yer aldığı odak grup çalışmaları ve üst düzey yöneticilerle gerçekleştirilen 72’den fazla mülakattan beslenen rapor, pek çok soruyu gündeme getirmekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’de yükseköğretim kurumlarında İngilizce öğretmenleri ve öğrencilerinin sahip olduğu güçlü yönleri ortaya koyuyor ve karşılaştıkları zorlukları ele alıyor. Dahası, Türk üniversitelerinde gerçekleştirilen ve yükseköğretimde İngilizce dili öğretimini iyileştirme taahhüdünü açıkça ortaya koyan çok sayıdaki başarılı girişimi de gözler önüne seriyor. Rapor, British Council web sitesinden     https://www.britishcouncil.org.tr/en/teach/elt-publications/he-research   Raporda öne çıkan bulgular:    Üniversitelerin çoğu, öğrencilerin ihtiyaçları ve müfredatın birbiriyle örtüşmemesi sorununu yaşıyor.  Bu da öğrencilerin ve öğretmenlerin motivasyonunun düşmesine neden oluyor.    Türkiye’deki üniversiteler yabancı öğrenciler tarafından tercih edilmiyor ve global endekslerde alt sıralarda yer alıyor.     Rusya, Çin, Hindistan ve Güney Kore gibi gelişmekte olan diğer G20 ülkelerinde üniversitelerin kalitesini ve sıralamadaki yerini  yükseltmeye yönelik projeler gerçekleştirilirken Türkiye’nin niceliğe odaklanarak üniversite eğitimi alan öğrenci sayısını çok büyük ölçüde artırdığı dile getiriliyor ve Türk hükümetinin üniversitelerin kalitesini artırmaya yönelik benzer bir proje başlatması gerektiği yönünde tavsiyede bulunuluyor.   Rapor, ülkenin ulusal ve uluslararası gelişim hedeflerine ulaşmada İngilizce’nin hangi içerikle, nasıl ve neden yükseköğretimde öğretilmesiyle ilgili önerilerde bulunuyor.    Hazırlık sınıfları seçmeli olmalı ve yalnızca Eğitim dili İngilizce olan üniversitelerde olmalı    Müfredat, Genel Amaçlı İngilzce’den Genel Akademik Amaçlı İngilizce’ye dönüştürülmeli  Türkiye, 2015 İngilizce Yeterlilik sıralamasında 50. sırada yer alıyor. British Council’ın Türkiye’de daha önce gerçekleştirdiği eğitim araştırması hakkında     Rapora göre İngilizce konuşmaya dair çeşitli ölçütler temelinde Türkiye sürekli olarak alt sıralarda yer alıyor. Örneğin, English First tarafından geliştirilen 2013 İngilizce Yeterlik Endeksi’nde (EPI) Türkiye 60 ülke arasında 41. sırada bulunuyor. 2012 yılında anadili Türkçe olan katılımcılarla Türkiye’de yaşayan katılımcıların Test of English as a Foreign Language (TOEFL) toplam ortalama puanı 120 üzerinden 75 ile Sudan ve Etiyopya gibi Latin alfabesi kullanmayan ülkelerle benzer seviyede kaldı. Türkiye sıralamada 2012’den bu yana yükselme gösteremedi. 2015 İngilizce Yeterlik Endeksi’nde ise Türkiye, dünyada 50. oldu.   Sonsöz:“Sorunlarımızı onları yaratan düşünce tarzımızı kullanarak çözemeyiz” diye veciz bir tespiti var. Denenmişi denemekte ısrar etmemek lâzım. Bilgi evrensel, velakin evrensele giden yol yerli.. ------------------------- 27 Eylül 2020 Yabancı dil öğrenimi gerekli mi? Teknolojideki bu gelişmelere bakarak artık çocuklarımıza yabancı dil eğitimini hangi düzeye kadar vermemiz gerektiğini tartışmanın zamanı geldi de geçiyor bile... Biyoakustik teknolojisindeki son gelişmelere kadar yabancı dil öğrenimi son derece önemliydi. Özellikle İngilizce tüm ulusların neredeyse ikinci ya da üçüncü dili olmuştu. Elbette herkesin İngilizceyi anadili gibi konuştuğunu iddia etmiyorum. Ama herkes şu ya da bu düzeyde İngilizce konuşur hale gelmişti. İş arama ilanlarında İngilizce bilmek maddesi neredeyse standart hale gelmişken, son yıllarda bu maddeye ikinci ve üçüncü dil bilmenin tercih nedeni olduğu maddesi de eklendi. Günümüzde uygulama çeviri teknolojisi hızla gelişip, mükemmelleşmekte. Google Çeviri benzeri uygulamalar ilk zamanlardaki yetersiz çeviri aşamasını çoktan geçtiler. Sürekli öğrenme halinde olan bu uygulamalar kendilerini her geçen gün geliştiriyorlar. Önce metinleri çevirmekle başlayan çeviri uygulamaları artık sesli çeviri aşamasına geldiler. Bu uygulamaların yüklü olduğu cihazlarınızın mikrofonlarına, çevrilmesini istediğiniz cümlenizi kaydettiğinizde uygulama cümlenizi istediğiniz dile çevirebiliyor. Yani birbirinin dilini hiç bilmeyen iki insan ellerindeki telefonlar sayesinde iletişim kurabilir hale geldiler. Artık bu sistemlerin çevrimdışı versiyonları da kullanıma sunuldu. Teknolojide bir inovasyon yapıldığında, bu yeniliği takip eden daha gelişmişleri çorap söküğü gibi gelirler. Makine çevirisinin de bir adım ilerisi olan Biyoakustik mühendisliği yepyeni atılımlar içinde; küçük bir kulaklık, konuşulan yabancı dile eşzamanlı olarak kendi ana dilinizde söyleneni size fısıldamaya başladı bile. Gecikme zamanının, sesin hızı olması planlanıyor. Biyoakustik teknolojisi ile üretilmiş kulaklıklar ile yapılan çevirilerde kulağınıza gelen ses bir bilgisayar sesi olmayacak, karşınızdakinin sesi olacaktır. "Biyoakustik mühendisliğinde frekans, dalga boyu, ses şiddeti ve sesin diğer özelliklerini ölçen gelişmelerle beraber kulaklığınıza bağlı buluttaki yazılım karşınızda konuşan kişinin sesini sizin ana dilinizi konuşacak şekilde tekrar yaratacak!"[1] Düşünsenize birbirinin dilini bilmeyen 10 değişik ulustan kişiler bir araya gelecek ve birlikte sohbet edebilecekler. Bu büyük gelişme için yıllarca beklemek zorunda değiliz, uygulamanın beta versiyonları piyasaya çıktı bile. Bu demektir ki, çok yakın zamanda iletişimdeki dil engelini hep birlikte aşacağız. Teknolojideki bu gelişmelere bakarak artık çocuklarımıza yabancı dil eğitimini hangi düzeye kadar vermemiz gerektiğini tartışmanın zamanı geldi sanırım. Şahsi fikrim, yabancı dil eğitiminin çok temel düzeyde olmasının yeterli olacağı yönündedir. Okullarımızda İngilizceye ayrılan ders saatlerinin bir kısmını teknoloji ve yazılım ile derslere ayırmanın daha faydalı olacağına inanmaktayım. Elbette müfredatta bulunan birçok çağdışı derse ayrılan saatlerin de teknoloji ve yazılıma ayrılması gerektiğini de belirtmeden geçmeyeyim. (*)https://bit.ly/2HtSz3u [1] ROSS Alec, Geleceğin Endüstrileri, Orion Kitabevi, Ankara 2017, s 161 [2]    EF'nin 2020 İngilizce Yeterlilik Endeksi (English Proficiency Index) 100 ülkeyi kapsıyor. Türkiye, 100 ülkenin bulunduğu genel listeye 69.sırada girdi ve 'düşük seviye' kategorisinde yer aldı. Listede İngilizceyi en iyi konuşan ilk 5 ülke sırasıyla Hollanda, Danimarka, Finlandiya, İsveç ve Norveç gibi İskandinav ve Kuzey Avrupa ülkeleri olurken, bu ülkeleri Avusturya, Portekiz, Almanya, Belçika ve Singapur takip etti.https://www.ef.com/wwen/epi/ [3] Akademik yayınlarda ve bilimin geleceğinde İngilizce'nin yerine dair tum arastirmacilarin okuması gereken akademik bir makale... .https://bit.ly/397hm99 İngilizcenin uluslararası bilimsel süreli yayın literatüründeki hakimiyeti ve bilimde dil kullanımının geleceği Rainer Enrique Hamel Universidad Autónoma Metropolitana, México, D.F. 20. yüzyıl boyunca, uluslararası iletişim, çeşitli dillerin çoğul kullanımından, özellikle bilim alanında, İngilizcenin açık bir üstünlüğüne kaymıştır. Bu makale, sosyal bilimler ve beşeri konulardaki makalelerin yüzde 75'inden fazlasının ve doğa bilimlerindeki yüzde 90'dan fazlasının İngilizce olarak yazıldığı uluslararası süreli yayınlara odaklanmaktadır. İngilizceye geçiş, ana dili İngilizce olmayan artan sayıda bilim insanının yayınlanmak üzere zaten İngilizceye geçtiği anlamına geliyor. Sonuç olarak, diğer uluslararası diller, yani Fransızca, Almanca, Rusça, İspanyolca ve Japonca bilim dili olarak çekiciliklerini yitirmektedir. Pek çok gözlemci, yalnızca İngilizce olsa bile İngilizce yayın yapmanın kaçınılmaz olduğu sonucuna varmıştır. Temel soru, İngilizcenin gerçek hegemonyasının, en azından uluslararası düzeyde tam bir tekel yaratıp yaratmayacağı veya değişen küresel koşullar ve dil politikalarının alternatif çözümlere izin verip vermeyeceğidir. Makale, kaçınılmaz bir İngilizce tekelinin sonuçlarının nasıl inşa edildiğini ve böyle bir sürecin ne gibi olası dezavantajlara yol açabileceğini analiz ediyor. Son olarak, bilimsel üretim ve iletişimde yeni bir çok dilli yaklaşımın bazı perspektifleri çizilmiştir.

“Radikal Blog“da ki Denemelerimden..(2)../ Bekçi Murtazalar... “Görmüştür Kurs, Almıştır Amirlerinden Takdir!...

Bekçi Murtazalar... İlk söz: Görmüştür kurs, almıştır amirlerinden takdir!... "Radikal Blogda ki denemelerim...http://blog.radikal.com.tr/Bloglar/mansur 13.01.2013 15:26:52 A+ A-      İzmirli inşaat mühendisini  cep telefonundan arayıp, kendini polis olarak tanıtan biri para sızdırmaya çalışmış. Mühendis dosdoğru karakola şikâyete gitmiş... Karakoldaki memur fazla ilgilenmemiş, şikayetçiye "savcılığa git" demiş... Mühendis  savcılığa gitmiş. Savcıya olayı anlatmış. Ancak savcı bir noktaya takılmış: - "Seni polis niye bana gönderdi?" demiş. Savcı öfkeyle bir yazı yazmış ve şikâyetçiye vermiş, karakola geri göndermiş. Şikâyetçi zarfı karakola götürüp amire verince  cıngar kopmuş... Meğer polisin şikâyetçiyi savcılığa göndermek yerine şikâyet başvurusunu alması gerekiyormuş. Savcı bu yüzden karakola soruşturma açmış ve gönderdiği yazıda "savcıya git" diyen polisin tespitini istemiş. Karakol karışmış. Şikâyetçiye "o memuru bize göster" demişler. Yüzünü hatırlamıyorum demiş. Çalışanların fotoğraflarını gösterelim teşhis et diyorlarmış. Hatırlamıyorum, diyormuş, MOBESE kayıtlarını getirtiyorlarmış. Şikâyetçi karakolda daraldıkça daralmış... Sonunda "Savcıya git" diyen memur bulunmuş. Ancak çoluk çocuğu varmış... Başının belaya girmesi istenmiyormuş. Şikâyetçi ifadesini değiştirmiş. Yanlış anlamış gibi yeni bir ifade vermiş. - Savcı seni çağıracak lütfen orada da aynı şeyleri söyle, diye tembihlemiş karakol... O arada kendine polis süsü vererek vatandaşı dolandırmaya çalışan kişi kaynayıp gitmiş... Karakoldaki polisler: "Bunu yapanı tespit edemeyiz, zaten bu işi geçici numaralar kullanarak yapıyorlar, şimdi arasak o numara kullanım dışı olmuştur bile" diyorlarmış... "ipe un seriyorlarmış!..." Savcı ile karakol birbiriyle uğraşırken polis süsü veren kişi telefonla milleti dolandırmaya devam ediyormuş. Kıssadan hisse  !... Bu gerçek hikayeden alınacak ders nedir dersiniz?!... Hani  "Bekçi Murtaza"gibi!... Bilirsiniz "Bekçi Murtaza" Orhan Kemal'in roman kahramanı. Hani beyazperde de çesitli sanatçılar tarafından başarıyla canlandırılmış karakter. Rumeli göçmeni, bir pamuk fabrikasında gece bekçiliği yapmakta; işine o kadar bağlı ki, "fabrika sahibi" bile onun gerisinde kalmakta, ilk bakışta "İşçi düşmanı" ve "patron uşağı" gibi görünse de aslında değil; öylesine işgüzar ki, öylesine kuralcı ki, emir aldıklarından bile geride bırakmakta. Çünkü: "Görmüştür kurs, almıştır amirlerinden takdir!"  Balkanlar' dan gelen bu göçmenlere çeşitli hileli yollar gösterirler. Bu sayede birçok göçmen, memleketlerindeki az emlaklarına karşı, yeni yurtlarında konaklar, tarlalar alırlar. Fakat Murtaza, dürüst bir insandır. Yalana başvurmamış, mal mülk sahibi olmamıştır. Çünkü Kolağası Hasan Bey' in kanını taşıyan bir adamın malda mülkte değil, nam u şanda gözü olur. Böyle de olsa devlet Murtaza' ya Çukurova' da on dönüm bir arazi vermiştir. Murtaza, kardeşi ve annesiyle bir süre ekip biçmiştir tarlayı. Bir süre sonra annesi ölmüş, kardeşiyle araları açılmıştır. Kardeşi bir beslemeyle evlenip ayrılınca Murtaza' da şehirde, pamuk fabrikalarından birinde tartı katipliği bulur. Fakat Murtaza' nın gözü bu işlerde değildir. O, dayısı Kolağası Hasan bey gibi üniformalı bir iş ister. Nitekim Murtaza, kendisini ta memleketten tanıyan bir komiserin yardımıyla mahalle bekçiliğine atanır. Üniforma, kasketi ve çizmeleriyle, dayısı ile özdeşleşen Murtaza, bu görevini, Halk Fırkası - Serbest fırka çatışmalarına kadar sürdürür. Bu arada evlenir. Önce kızı olan Murtaza Kolağası Hasan Bey olacak bir erkek çocuğa sahip olamadığı için üzülür. İlerleyen yıllarda üç kız, iki erkek babası olur. Büyük oğlunun dayısına benzememesi Murtaza' yı çok üzer. Suçu, hep "a be maaş kaç" diyen karısına atar. Ama küçük oğlunda umut var gibidir. Murtaza İkinci Dünya Savaşının fırtınalı günlerinde bakayadan askere gider. Asker dönüşü mahalle bekçiliğine kaldığı yerden devam eder. Murtaza' nın bekçiliği mahalleliyi rahatsız eder. Rahatsız olanların başında mahallede ki ipsiz sapsızları gelse de kendi evinde işinde olan bazı insanlarda Murtaza' nın saat bilmez baskılarından, müdahalelerinden bıkıp usanırlar. Sonunda mahalleli Murtaza' yı şikayet eder. Karakol komiseri, fabrikasının disiplini bozulan bir fen müdürünün kendisini almak istediğini söyleyince, gururla kabul eder ve kızlarının da çalıştığı fabrikaya kontrolör olarak girer. Bekçilik vazifesi ile yetinmeyen Murtaza, fabrikadaki işçisinden ustasına herkesi disipline sokmak ister. Vazifesinde ihmali görülenleri müdüre söyler. Kısa sürede düşman kazanır. Kontrol Nuh' un etrafına toplana işçiler, "Murtaza istifa" diye haykırırlar. Murtaza Demokrat partiye akın eden insanları nankör olarak nitelendirir. İsmet Paşa gibi vatan kurtaran bir adama ihanet etmelerinden acı duyar. Bu arada iş başında uyuyan kızını yere çalar ve ölümüne sebep olur. Muratza' nın küçük oğlu Kolağası Hasan Bey gibi olmaz. Bakkaldan ekmek çalan oğlunu mahkemede sahip çıkmayan Murtaza, "onurlu" hayatına devam etmek üzere mahkemeden çıkar. Murtaza' nın fiziksel görünüşü ile ilgili yapılan tasvirler, çok sınırlı kalır. Öyle ki roman boyunca tekrar edilen tasvirlerin mizahi yapı için yapıldığını anlarız. Murtaza sivri burnu, kalın kapkara kaşları, geniş anlı, kırk beş numara ayakkabılarıyla, irice bir adamdır. Bekçi üniformasını, kasketini, postallarını giyinip kuşanınca başını dik tutup göğsünü öne çıkarır ve kaz adımlarıyla yürür. Bu görünüşüyle kendisini Kolağası Şehit Hasan Bey gibi hisseder. Murtaza' nın fiziksel yapısından, roman boyunca bir kez söz edilir. O da s.8 ‘de Fakat üniforması ve yürüyüşü aynı kelimelerle defalarca tekrar edilir. Burada güdülen maksat, tip oluştururken, kurulan spontane ifadelerle birleşecek bir davranış oluşturmaktır. Bu yanıyla Murtaza, "başı dik, göğsü dışarıda, kaz adımlarıyla yürüyen bir adam" dır. Okur bu davranışı görür ve karikatüre güler. Ancak bu görüntünün şahsın kişiliğiyle de ilgili olduğunu söyleyelim. Yaptığı işi, hayatın manası ve hedefi olarak gören, bekçi urbasını kolağası dayısının urbasıyla özdeşleştiren, bütün bir milleti disipline sokmak isteyen, sokak kedilerine karşı bile vazife ve vatan sevgisini dile getiren birinin, bedenini başka türlü dinlendirilmesi beklenemez. Tahkiyeli eserlerde kimi zaman bir isim, halkın zihninde var olan anlamıyla, kelimenin taşıdığı farklı anlamlarla veya sembolik olarak şahıs hakkında hazır bir bilgi verir. Bu yüzden bazı romancılar için, romanındaki şahıslara isim koymak, tahkiyenin önemli bir unsurudur. Bu tür hassasiyet gösterilen romanlarda genelde isim, şahsın özellikleriyle örtüşür. “Murtaza” bir insan tipi olarak, katı bir ödev ahlakı simgeler. Ödevinde küçük bir sapmaya bile olanak tanımayan bir hoşgörüsüzlükle bağlılığı, Murtaza' nın kişiliğini temellendirir. (...) Ödevine bağlılığın getirdiği bu hoş görmezlik, Murtaza' da bir zorbalığa dönüşerek, olaylara insancıl bir açıdan bakanların küçük sapmalarını jurnallemeyi bile haklı gösterir. Murtaza' nın bu saplantılı ahlaki tavrı, kızının ölümüne neden olur. Kızının dokuma tezgahının başında uyuduğunu haber alan Murtaza onu büyük bir öfkeyle yere çarpar. İnsanilik taşımayan vazife anlayışı, gelip ölüme dayanır. Bu trajik sonuç bile, Murtaza' yı marazi kabullerinden uzaklaştıramaz. Ancak şunu söyleyelim ki, Murtaza' nın vazifesini kutsaması, çıkarlarına dayanmaz. O, vazifesini en sıkı bir şekilde yaptığı için kimseden menfaat dilenmez. Fakat Murtaza' nın vazife anlayışı, salt vazife ile ilgili değildir. Amirlerinden utanmak, sözünü yerine getirememek gibi saiklerde bu anlayışı besler. Mesela; babası yere fırlatınca darbe alan Firdevs evde ölüm döşeğindeyken, Murtaza, "Lakin nasıl bakacağım suratına müdürümün" diye düşünür. Yine "vazifenin aslanı" olmak, Murtaza için bir "kimlik bulma" çabasıdır. O, kimliğinin, vazife sınırları içindeki insanlar tarafından onanmasını önemsemez, asıl istediği, vazifeyi verenlerden takdir almaktır. Bu yüzden açığını yakaladığı her insanı, acımasızca ikaz eder veya müdüre jurnaller. Tekrar edilen bu jurnalleme işini, amirlerinden çıkar sağlamak için değil kişiliğinin kimliğinin onanması için yapar. Murtaza' nın ödev ahlakı, Kantçı bir ahlaktır. Roman boyunca ikide bir ödevinin gereğini yapmanın, erdemlerin en büyüğü olduğunu belirtir biçimde konuşması, ödevin boyutlarını kayıtsız şartsız bir bağlılıkla, körü körüne uygulaması, Çünkü, Murtaza' nın acımasız, jurnalci vazife anlayışını gülünç hale getirmesinin yanında, onu hiç beklenmeyen bir şekilde iç dünyasıyla göstererek okurun acımasını ve onu anlamasını ister. Böylece sucun tek tek şahıslarda değil, bozuk sosyal düzende olduğu sonucuna varılacaktır. Murtaza, evine misafir gelen kardeşine şöyle der: Bilirim her şeyleri. Çeker benim de içim tereyağı kaymak bal. Lakin görürüm camekanlarında bakkalların, geçerim; yetmez almaya gücüm. Ederim kahır kendime ne sanarsın kardaşını (s.205). Murtaza vazife, disiplin, mertlik, namus gibi davranışları ile sabitleşmiş değerlerden sadece bir kere sıyrılır İç dünyasında görünen özelliklerden farklı duygular taşıdığını, sadece o sözlerde buluruz. Fakat bu bilgi, Murtaza' nın "yuvarlak bir tip" e doğru evrilmesini sağlamaz. O, romanın başında neyse sonun da odur. Toplumsal yaşamda karşılığı ve çeşitli türevleri olan gerçek bir varlık. Gerçek bir Prototip!... Unutmamak gerekir ki, her an her yerde Bekçi Murtazalar karşımıza çıkmakta. Gerçek Murtazalar, çeşitli mesleklere mensup olabilmekte ve  mesleki unvan ve kıyafetlerinin altında bozulmamış "bekçi" hüviyetlerini muhafaza edebilmekte. Tedavileri zor hatta olanaksız olan bu insanları, mümkün mertebe yok saymak, boş laflarına kulak tıkamak ve kendi hallerine bırakmak sanırım en akılcı davranış biçimi!... Çünkü sözden anlar fıtrata sahip olmadıkları tecrübelerle/deneyimlerle sabit!...   Çevremizde, çalıştığımız kurumda ,yaşam alanlarımızda   muhakkak karşılaştığımız bu prototiplerin genel Özellikleri nedir acaba?... i- Dar görüşlü olmaları en önemli özelliği. "Hayat, onlar için siyah ve beyazdan ibarettir. Kesinlikle gri yok küçük dünyalarında , günümüz versiyonlarında makam sahibi olan prototiplerde, yandaş, akraba eş dost kayırma ("nepotizm")  olursa ve işine de gelirse bazen olmakta. ii- Uzlaşmacı değil inatçı olmaları temel karakteristik özellikleri. Ancak inatçılıklarının temelinde sağlam bir dünya görüşünün yatmaması ayrı bir handikap. Gerçekte, sağlam bir dünya görüşünü destekleyecek bilgi ve birikimden yoksun olmaları. Kendi dünya görüşlerinin sorgulanmasından korkmaları. Bu bağlamda, içe dönük ve dolayısıyla dışa kapalı bir yaşamı yeğlemeleri bu özelliğin ortaya çıkmasında en önemli etken. iii- Karşıt görüşleri zekalarıyla (!) değil; zor kullanarak, sindirerek, gerekirse terör estirerek bastırmaya eğilimlinde olmaları. Düdük öttürmek için bilgi, birikim ve donanım gerektirmediğini herkes bilmekte. iv- Kasıntı tip olmaları. Varlıkları bile insana kasvet ve sıkıntı vermesi. Duruşlarına ekşimsilik, bakışlarına bönlük hakim olması. Bir de sanki her şeyi ben bilirim edası, empati ve sempatiden yoksun olmaları. v- Kendilerini "nedense" çok önemli görmeleri. Yaptıkları işin dünyanın en önemli işi sanmaları ve herkesin kendilerine hayran olmasını beklemeleri. Gerçekte, aklı başında herkesin ona acı acı güldüğünün farkında olmaması. Her ne yaparsa yapsın bulunduğu orunu / mevkiyi temsil etme yeteneğinden yoksun olması, bu oruna yakışmaması. vi- Hizmet oldukları  ya da yönlendirenleri olmadan yaşayamamaları. Kraldan çok kralcı olmaları. Hizmet  vermek, onlar için su gibi, ekmek gibi yaşamsal zorunluluklardandır. Onlar için "başarı", sadece ve sadece hizmet de oldukları yerden taltif görmektir. Bu anlamda, bir kişilikleri de yoktur zaten. İşin tuhafı, hizmet de oldukları mevkiiler bunları adam yerine bile koymamaları. Tebessüm edilen, alay edilen bir "nesne" olduklarını hiçbir zaman anlayamazlar. Bu yönüyle de "acınacak" insan konumundadırlar. vii- Namuslu ve dürüst görünmek için çok çaba harcarlar. Ancak namus ve dürüstlük anlayışları şekli bir takım davranışların ötesine geçemez ve zaman içersin de ne kadar namuslu olup olmadıkları kesinlikle ortaya çıkar. Bundan hiç şüpheniz olmasın. viii- Düşünerek, analiz ve kıyaslama yaparak değil, "ezberleyerek" öğrenmişlerdir. Bu yüzdendir ki, "ezberlerini bozan" en ufak bir düşünceye kin beslerler. ix- Kendi içlerinde tutarlıdırlar ve çelişkileri yoktur. Çünkü düşüncelerini sınayacak otokontrol mekanizmalarını bile her zaman ellerinin tersiyle iterler. Etrafı mutantan(görkemli) duvarlarla örülü kısır bir düşünce dünyası içinde nefes alıp verdiklerinden, doğal olarak tutarlı bir çizgide yaşamlarını idame ettirme eğilimindedirler. x- Demokrat olmadıklarından şüpheniz olmasın. Karşıt görüşlerin ifade edilmesi, ifade edilmesi ne kelime, karşıt görüşlerin olabileceği bile onları huzursuz kılmaya yettiğinden emin olabilirsiniz.. xi- "Görev" diye bildikleri hizmet ettikleri kişilerin direktiflerinden ibaret. Bu anlamda görev adamı olduklarını söylemek mümkün. "Gözlerini kapar vazifelerini yaparlar". Bu yönüyle idare edilmeye, "güdülmeye" pekala elverişli bir tabiatları olduğundan kuşkunuz olmasın. Hizmet de bulundukları insanlar bir şekilde desteğini çekse, sap gibi ortada kalacaklarından kimsenin şüphesi olmasın. "Kendi başlarına" bir kıymetleri yok. Tıpkı , başka bir sayının yanına geldikçe değer kazanan sıfır sayısı gibi. xii- Özgürlükçü değil yasakçı olduklarından hiç şüpheniz olmasın. İnsanları fiillerine göre değil, kendilerince varsaydıkları "niyetlerine göre" konumlandırırlar. Sorunları kuru bir tahakkümle, tepeden inmeci yöntemlerle halledeceklerini sanırlar, fakat sorunun asıl kendilerinden kaynaklandığını asla anlayamazlar. xiii- Konuştukları kelime sayısı yetmişi geçmez, ki bu yetmiş kelimenin "Seviye" lügatlarında bulunmaz. Yazıyla zaten araları yoktur. “Elifi görseler mertek” sanırlar. xiv- Kindar ve haindirler. İçinden çıktıkları toplum katını küçümser ve hor görürler. Farklılıkları; öze değil, şekle ilişkindir. Düdüksüz, copsuz ve üniformasız olduklarında her anlamda çıplaktırlar. xv- Bekçilik o denli ruhlarına işlemiştir ki, bulundukları her "yerde" gelip geçenleri kontrol etmek, kafa yapısına uymayanları dışarı çıkarmak gibi akla ziyan hareketlerde bulunduklarını yaptıkları icraatlarında görmek mümkün. xvi- Devekuşu tabiatlı olmaları başka bir karakteristik özellikleri. Gerçeklere gözünü yummayı çok kolay başarırlar. Saf tuttukları çevrenin (grubun, topluluğun , cemaatin vs.) ona empoze ettiği kalıpları kör değneğini beller gibi bellemiştir. Sınırları başkalarınca çizilmiş bir alanda yaşadıklarını sanırlar. Özeleştiri yapma yeteneklerinin olmadığını söylemeye gerek yok sanırım.  Kasabalılık, kendisi hiçbir iş yapmayan, iş yapanda da mutlaka kusurlar bulan anlayışın egemen olduğu kültür... Birikimlerim ve ulaştığım bilinç bana sürekli “temas halinde olmanın birbirimizi anlamanın en etkin yolu” olduğunu söylüyor. Son Söz : Kendilerini, makam verilince,Zübde*i âlem sanan…Kendini o kurum için bir şans olarak gören…Hesaptaki parası kendini satın alan,...Erke selam edip, kula ram olan, Nafakası,Nifak olan… Bir ben varım deme, yoksan da olur... Sağlıcakla kalın!... Günleriniz hep aydınlık olsun!.. Yüreklerindeki sevgi daim olsun!.. Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz " Kadar temiz olan tüm insanların!... Orhan ELMACI - 10 Ocak 2013 Radikal Blog --------------------------------------- Bir düşünüre "Dünyanın en zor üç şeyi nedir ? diye sormuşlar. O da "sır tutmak!.... Kusuru bağışlamak!... Başkalarını değerlendirmek!... “Sır tutmayı” zaten geçiniz,genelde günümüz insanına uygun değil. Ama kusur bağışlamakta da, başkalarını değerlendirmekte de insan çok ilginç bir varlık. İnsan kendi dışındakine , ötekine bakarken hep farklılışıyor. Her halde tablolara bakarken; perspektif değiştiğinde, ışık değiştiğinde, tabloda ki her bir çizginin derinliğinin değişmesi gibi!.. Bu perspektif ve ışık oyunlarının izin verdiği ölçüde görebiliriz, her bir çizginin derinliğini ve fark edebildiğimiz oranda dokunuruz gerçeklere... İnsan, aynada kendisini görmekte hep eksik; ötekini değerlendirmekte, yargılamakta çok usta. Bu nedenle başkalarının olumsuzlukları, kendi olumsuzluklarından daha çok ilgilendirir insanı. Başkası düştü mü;” çürük tahtaya basmasaydı” deriz!... Kendimiz düşünce, bastığımız tahtanın çürük olduğundan dem vururuz!... Bu bağlamda “Hayat senin için ne ifade ediyor?” diye sormuşlar bir düşünüre. O da “Sanki ressam renkli bir tablo çizmiş ve içindeki her şey hareket ediyor” diye yanıtlamış. Şimdilerde çok moda, bu şunu demiş, şu bunu demiş, şeklindeki ifadeler. Sosyal medya paylaşımları, cep telefonu mesajları derin sözlerle dolu. Derinlik ise bizim görebildiğimiz kadar. Dolayısıyla, üstat öyle diyor, ama biz ne diyoruz?.. Daha önemlisi, biz ne düşündük ve görebildik, şimdi ne yapacağız? Bir de son zamanlarda ; hemen hemen herkesin dilline pelesenk olmuş, gülünç bir kariyer ve başarı hikayeleri!... Hani özel sektör olsa gam yemeyeceğim, Girişimci risk almış!.. Ama Kamu da üst makamlar da çalışanların rol çalmalar, akla zarar!... Ben şöyle yaptım, ben böyle yaptım!... zamanında şu engelledi!... Yoluma taş koydu!... Öğretmenim başaramazsın dedi!.. Ben çok mağdur oldum!... Ama başardım!... her dönemde mağdurum diye ortaya çıkmak. Ne güzel bir hikaye!.. ya da ne güzel kurnazlık.. Tam bizim gibi ülkelere özgü. Neyse lafı fazla dolandırmadan , izninizle yaşanmış bir olayı sizinle paylaşmak isterim. Dün Berkehan ; hayatı renkli bir tablo olarak tanımlayan ve hatta bu tablonun yaratıcısını da dile getirmeden geçmeyen ifadesi, ruhuma doğrudan temas etti. Anladım ki, küçücük yaştaki bu düşünür, 60 yaşındaki düşünemeyene göre daha keyifli yaşıyor/yaşayacak yüce yaradanın iziniyle!.. Okuduğum onca kitapta bulamayacağım bir bilgi sundu, henüz okumayı bilmeyen "Bilge". Kocaman gözlerinin karasına girip ona ne kadar değerli olduğunu hissettirmek istedim. Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum ama!.. Birlikte onun sevdiği oyunları oynadık. Tertemiz bir tuvalde; her gün, yeni bir güzel resim, desen,eskizler çizer gibi !... Her tablonun bir çizeni, bir de sahibi var. Tablo, her nerede ve ne zamanda olursa olsun çizenin idrakini, gücünü, sevgisini, tutkusunu, gerçeğini yansıttığından dolayı aslında hep ressama ait. Lakin başkalarının beğenisine sunulur ve içinde birçok yaşam hayat bulur. İçindeki her şey hareket eder... Kimi "Kaplumbağa Terbiyecisi’nde" ney üfler, kimi renklerin anlam dünyasında yolculuğa çıkar, kimi dağınık bir odanın tek ışık kaynağına ulaşıp derin bir oh çeker... Kiminin kafası karışır; Mutluluğun Resmi’ni Abidin Dino mu çizmiştir, yoksa Hüseyin Yüce'nin mi? Birileri için bu hiç önemli değildir, önemli olan tabloda ne yaşandığıdır. Öyle ya, sıcacık yatağında mışıl mışıl uyuyan güzellikler mest eder, alır götürür insanı; kimin çizdiği çok mühim değil. Birileri tek sahibi olmak ister tablonun. Ama dedik ya, bu aslında mümkün değildir; o, nereyi süslerse süslesin, gerçekte ressama ait. Görebildiğimiz, her bir çizginin derinliğini fark edebildiğimiz oranda dokunuruz bu gerçeğe... Sonra, ressam yeniler tablosunu dönem dönem... Çünkü vakit bu vakittir, değişmek lazımdır... Sarıklı derviş, bilge bir öğretmendir artık konferans salonlarında. Bizim büyüsüne kapılıp doyamadığımız zamanda, çok hareket olmuştur. Çoğumuz kabul ya da idrak edemeyiz; ama bizim seyre dalışımız, bakışımız, algılayışımız değiştirmiştir tabloyu. İşte burada anlıyorum ki aslında sandığımızdan daha çok elimizde olanlar/olacaklar. Belki gözlük takmamız gerekecek ya da Osman Hamdi Bey’den ödünç almak neyi... Üç buçuk yaşındaki düşünür, tablonun içindeki hareketi görebilmişlerden; ama Mutluluğun Resmi’nde uykuya dalmış görünüyor herkes ilk bakışta. Biraz daha derinde kelebekler uçuşuyor, çiçekler tomurcuktan ayrılıyor... Bak bak! Güneş doğuyor usul usul!... Aslında müthiş bir hareket var o dağınık oyuncak odasında!... Kıyıya geldim son üç noktayla; huzurlu, sevinçli, umutlu ve yaşam dolu... Teşekkür ederim yaşı küçük, yüreği büyük düşünür! “Dünyalar kadar seviyorum!...” diyor bana!... Ben de ona!....            

Endüstri 4.0 Paradigması Çerçevesinde Muhasebe Eğitiminde Temel Yetenekler ve Stratejik Değerler Nasıl Geliştirilir? Kaynak Tabanlı Bir Model Önerisi

 ENDÜSTRĐ 4.0 PARADİGMASI ÇERÇEVESİNDE MUHASEBE EĞİTiMİNDE TEMEL YETENEKLER VE STRATEJİK DEĞERLER NASIL GELİŞTİRİLİR? KAYNAK TABANLI BİR MODEL ÖNERİSİ (https://bit.ly/2UgyPGf ) Public Full-text (34. Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu "Muhasebe Eğitimini Yeniden Düşünmek ve Yapılandırmak")                                                                   Orhan ELMACI  Dumlupınar Üniversitesi, İİBF, Muhasebe – Finansman ABD,   oelmacı@gmail.com    Serafettin Sevim Dumlupınar Üniversitesi, ĐĐBF, Muhasebe – Finansman ABD, serafettin.sevim@dpu.edu.tr   ÖZ Son elli yılda muhasebe eğitimi; uluslararası yakınsamanın bir sonucu olarak, açıkça asimetrik düzlemde yeniden yapılandırması gereği, küresel (global) uzlasmaya dönüserek “küresel bir anlayıs” haline gelmistir. Muhasebe Eğitim faaliyetlerinin genel amacı; tüm dünyada muhasebe mesleğinin yeterlilik, mesleki eğitim, uygulamalı eğitim ve sürekli mesleki gelisim unsurları ile birlikte profesyonel ve akademik gelisimini desteklemektir. Endüstri 4.0 (bilgi toplumunda) muhasebe eğitimi, bilimsel ve yaratıcı kültür üretimi, düsünme becerisi ile birlikte kaynak tabanlı bir yaklasımla tekrar ele alınmasını zorunlu hale getirmistir. Aksi halde, ekonomik aydınlanma, esitlik, seffaflık, hesap verebilirlik, sorumluluk ilkeleri çerçevesinde isletme faaliyetlerinin etkinliğinin ve verimliliğinin arttırılması, isletme ile pay sahipleri dâhil tüm menfaat sahipleri arasındaki liskilerin gelistirilmesi ve hakların korunmasında en yüksek yararın sağlanması, isletmenin finansal tablolarının seffaflığı ve güvenirliğini negatif yönde etkileyecektir. Bu çalısma muhasebe eğitiminin, Uluslararası yakınlasma, Küresel ve bölgesel isbirliği perspektifinde yeni bir paradigma (zihin haritası) çerçevesinde kaynak tabanlı bir modelleme ile ulusal bir muhasebe eğitim model ortaya koymayı amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: Kaynak tabanlı muhasebe eğitim modeli, Muhasebe eğitiminde bilimsel ve yaratıcı kültür, Muhasebe Eğitiminin temel yeteneği, muhasebe eğitiminin stratejik değerleri ABSTRACT Accounting education in the last fifty years; As a result of international convergence, the need to reconfigure clearly asymmetric plane, global (global) transforms to compromise a "global approach" has become. The overall objective of accounting education activities; of worldwide accounting professional qualifications, vocational training is to support the professional and academic development with practical training and continuous professional development elements. Industry 4.0 (in the information society) accounting education, scientific and creative cultural production, with the resource-based thinking has made it mandatory to be revisited with an approach. Otherwise, the economic enlightenment, equality, transparency, accountability, improvement of their business operations within the framework of responsibility principles effectiveness and efficiency, ensuring the best interests of business with shareholders including protection of all the development of relations between the stakeholders and the rights of the entity's financial statements of transparency and reliability in the negative direction will affect. This study of accounting education, international convergence, a new paradigm in global and regional perspective (mind map) source framework based on a national accounting training model aims to put up with a modeling. Keywords: Resource-based accounting model of education, scientific and creative culture in accounting education, basic skills of Accounting Education, the strategic value of accounting education KAYNAKÇA AKDEDE, S. H. ve TURAN, A. H. (2008). “Bilisim Sistemlerinin KOBĐ’lerin Performansına Etkileri: Kaynak Temelli Yaklasım ile Denizli Đlinde Ampirik Bir Uygulama”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı:63-4, Ankara. ÇELiK,Orhan. (2008).”Uluslararası Muhasebe Standartlarına Đliskin Gelismeler: Dünya ve Türkiye” http://dosya.izsmmmo.com/documan/TMSS_XII_BILDIRILER/orhan_celik.doc http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:BrELGGtR9CkJ:dosya.izsmmmo.com /documan  /TMSS_XII_BILDIRILER/orhan_celik.doc+&cd=2&hl=tr&ct=clnk&gl=tr DEMİR, Berna. (2012). "Muhasebeye Yön Veren Gelismeler ve Meslek Yüksekokullarında Verilen Muhasebe Eğitimine Yansımalar", Eğitim ve Öğretim Arastırmalar Dergisi, Cilt: 1, S: 4, http://www.jret.org/FileUpload/ks281142/File/13a.demir.pdf . [Abstract] [Full Text] [PDF] (ErisimTarihi: 14.02.2015). DRUCKER, P. F. (1992). Yeni Gerçekler, (Çev.) KARANAKÇI, B., Türkiye Đs Bankası Kültür Yayınları, Ankara. DRUCKER, P. F. (1993). Gelecek Đçin Yönetim, (Çev.) ÜÇCAN, F., Türkiye İs Bankası Kültür Yayınları, Ankara. DRUCKER, P. F. (1997). Kapitalist Ötesi Toplum, Đnkılap Kitapevi, Ankara. ELMACI, O. (1994). “Küresellesen Pazarlarla Bütünlesmede Stratejik Rekabet Gücünün Verimlilik Eksenli Analizi”, MPM, II. Verimlilik Kongresi, Ankara, 19-21 Ekim 1994. ELMACI, Orhan. (2013). “Đsletme Performans Yönetiminde Kaynak Tüketim Muhasebesi (KTM) Yöntemi ile Bütünlestirilmis Balance Scorecard (BSC) Uygulamasına Đliskin Bir Model Önerisi, International Conference on New Directions in Business, Management, Finance and Economics, 12 – 14 Eylül, Famagusta Northern Cyprus. ELMACI, Orhan. (1993). “Küresel Boyutlu Stratejik Planlama ve Rekabet Gücü Analizi”,Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği, Đstanbul, 7-9 Temmuz 1993. ELMACI, Orhan. ve KURNAZ, N. (2004). “Sürdürülebilir Rekabet Gücüne Yönelik Vizyon Arayıslarında Faaliyet Tabanlı Maliyetleme (FTM) Yaklasımı”, Selçuk Üniversitesi ÜAS’04, IV. Ulusal Üretim Arastırmaları Sempozyumu, Konya. ELMACI, Orhan (1996), “Muhasebe Eğitiminde Konsensüs: Kalite ve Akreditasyon”, XV. Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu, Manavgat-Antalya, Süleyman Demirel Üniversitesi Đ.Đ.B.F., s. 78. ELMACI, Orhan. ve SEVĐM, S. (2013). ”Muhasebe Eğitiminde Hedef 2023: Stratejik Yol Haritası”, Selçuk Üniversitesi, 32. Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu, Antalya, 24-28 Nisan 2013. ERKAN, H. (1998). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelisme, Türkiye Đs Bankası Kültür Yayınları, Đnsan ve Toplum Bilimleri 1992 Büyük Ödülü, 4. Baskı, Ankara. ERKAN, H. (2014). "Bilgi Toplumu", www.ab.org.tr/ab06/bildiri/236.doc  [Abstract][FullText] [PDF] (Erisim Tarihi: 25.04.2014). ERKAN, H. ve ERKAN C. (2008). “Bilgi Bazlı Yenilikçi Gelisme Stratejisi Bağlamında Türkiye’nin Kurumsal Dönüsüm Đhtiyacı” The Journal of Knowledge Economy & Knowledge Management, http://www.arastirmax.com/bilimsel-yayin/bilgi-ekonomisiyonetimi-dergisi/3/1/53-66-bilgi-bazli-yenilikci-gelisme-stratejisi-baglaminda-turkiyeninkurumsal-donusum-ihtiyaci (Erisim Tarihi: 25.04.2014). ERKAN, H. ve ERKAN, C. (2004). “Bilgi Ekonomisinde Teori ve Politika” http://kisi.deu.edu.tr/userweb/selim.sanlisoy/bilgiekonomisinde_teori_politika.doc    (ErisimTarihi: 25.04.2014). ERKAN, H. (1994). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelisme, Đs Bankası Yayınları, Đstanbul. ERKAN, H. ve ERKAN, C. (2007). "Bilgi Toplumu ve Ekonomik Kalkınma" UNAK’07,Sayısal Dünyada Yeni Paradigmalar: Sınırsız Kütüphaneler, http://kisi.deu.edu.tr/userweb/husnu.erkan/BILGI_TOPLUMUNU_ve_EKONOMIK_KALKINMA-_H.ERKAN.doc  (Erisim Tarihi: 25.04.2014). GARY, H. (2000). Leading The Revolution, Harvard Business School Pres, Boston. HENG, S. (2014). Industry 4.0 Upgrading Of Germany’s Đndustrial Capabilities On The Horizon, [Abstract] [Full Text] [PDF]. https://www.dbresearch.com/PROD/DBR_INTERNET_ENPROD/PROD00000000003335 71/Industry+4_0:+Upgrading+of+Germany%E2%80%99s+industrial+capabilities+on+the+ horizon.PDF NAISBITT, J. (1994). Global Prodoks, (Çev.) GÜL, S., Đstanbul. NYE, J. ve JOSEPH, S. (2003). Amerikan Gücünün Paradoksu, (Çev.) KOCA, G., Litaratür Yayınları: 99, Đstanbul. ÖNAL, M. ve PEKDEMĐR, R. (1999). “Bilgi Teknolojisindeki Gelismelerin Muhasebe Mesleğine Etkileri”, IV. Türkiye Muhasebe Denetimi Sempozyumu: 21. Yüzyıla Girerken Muhasebe Denetimi Mesleği ve Teknolojik Gelismeler”, ĐSMMMO Odası Yayın No:30, İstanbul. PAPATYA, N. (2003). Sürdürülebilir Rekabette Stratejik Yönetim ve Pazarlama Odağı Kaynak Tabanlılık Görüsü Kavramsal ve Kurumsal Yaklasım, Nobel Yayın Dağıtım,Ankara. SAVAS, O. ve KARADAL, H. (2014). “Bilgi Toplum Süreçlerini Geleneksel Maliyet Yönetim Anlayısında Olusturduğu Dönüsümler", I. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiriler Kitabı, 685-694, Hereke-Đzmit, 10-11 Mayıs 2002. SENGE, P. M. (1993). Besinci Disiplin, (Çev.) ĐLDENĐZ, A. ve DOĞUKAN, A. Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul, 14-22, 227, Đstanbul. SEVĐM, A. (2007). “Dijital Uygulamaların Muhasebe Eğitimi Üzerine Etkileri”,www.mu.edu.tr/iibf/tmes24/ kitap/2-2.pdf   (Erisim Tarihi: 25.04.2014). SEVĐM, S. ve ELMACI, O. (2008). “Sürdürülebilir Rekabet Gücü Elde Edilmesine Yönelik Maliyet Muhasebesi Bilgi Sistemi Modeli ve Modelin Uygulanabilirliğine Yönelik Amprik Bir Çalısma” 6.Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, 25-28 Mayıs 2008, Calalabat, Kırgızistan. SEVĐM, S., ELMACI, O. ve ÇELĐKKOL, H. (2009). “Đsletme Stratejilerini Eyleme Dönüstürülmesinde Strateji Haritası ve Kurumsal Karne (BSC)'nin Olusturulmasına Yönelik Bir Model Önerisi”, The International Symposium Modern Devolopmental Trends And Turkıc World, Khazar Universıty, Bakü, 29-31 Mayıs, 2009. SEVĐM, S. ve ELMACI, O. (2009). “Sürdürülebilir Rekabet Üstünlüğü Sağlamada Kaynak Tabanlı Yaklasım Modeli ve Basarı Stratejisinin Belirlenmesinde Lojistik Süreç Maliyetlerinin Analizi”, The International Symposium Modern 2011 Devolopmental Trends And Turkıc World, Khazar Universıty, Bakü, 29-31 Mayıs, 2009. SEVĐM, S., ELMACI, O. ve ERGĐN, H. (2011). “Firma Düzeyinde Đnavasyon Gücü Ölçüm Metriklerinin Gelistirilmesi ve Ölçümlenmesine Yönelik Bir Model Denemesi” Prof. Dr.Sabri Bektöre Anısına/Anadolu Üniversitesi Yayınları, Anadolu Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Yayınları: 2211, Eskisehir. SEVĐM, S., ELMACI, O. ve KURNAZ N. (2008). “Muhasebe Mesleğinin Değisen Paradigması ve Bu Paradigma Çerçevesinde Türkiye için Aksiyon Öneriler”, 6.Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, Calalabat - Kırgızistan, 24-28 Mayıs 2008. SÜRMELĐ, F. (2007). “Muhasebe Eğitiminde E-Değisimi Yakalamak”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, Sayı: 33, Bursa. TOFFLER, A. (1996). Üçüncü Dalga, (Çev.) SEDEN, A., Altın Kitaplar Yayınevi, 3.Baskı, Đstanbul. TOFFLER, A. (1974). Sok, (Çev.) SARGUT, S., Koridor Yayıncılık, Đstanbul. TOFFLER, A. (1992). Yeni Güçler Yeni Soklar, (Çev.) ÇORAKÇI, B., Altın Kitaplar Yayınevi, Đstanbul. UYAR, S. ve ÜNLÜSOY, E. (2014). "Uluslararası Eğitim Standartları (IESS) ve Eğitim Uygulamaları Açıklamaları (IEPSS) Çerçevesinde Bilgi Teknolojileri ile Muhasebe ve Denetim Đliskisi" www.suleymanuyar.com.tr/yayinlar/k1.doc (Erisim Tarihi: 25.04.2014). UYAR, S. (2014). Bilgi Teknolojisindeki Gelismelerin Muhasebe Mesleğine Etkileri, Bilgi Ekonomisi, Editör: Nihal Kargı, Ekin Kitabevi, www.suleymanuyar.com.tr/yayinlar/k1.doc (Erisim Tarihi: 25.04.2014). UZAY, S. (2004). “21. Yüzyılın Basında Muhasebe Mesleğini Etkileyen Gelismeler ve Geleceğe Yönelik Değerlendirmeler, Mali Çözüm Dergisi, Sayı: 67, Đstanbul. ÜLGEN, H. ve MĐRZE, S. K. (2004). Đsletmelerde Stratejik Yönetim, Literatür Yayıncılık, Đstanbul. YÜKÇÜ, S. ve ÖZKAN, S. (2003). “Teknolojik Gelismelerin Maliyet Muhasebesine Etkileri”, XXII. Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu, 21-25 Mayıs, Antalya. ZÜZEL, T. ve MERSĐN, Z. (2007). “Bilgi Teknolojilerinin Muhasebe Uygulamalarında Yarattığı Değisim”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, Temmuz 2007, Bursa. http://cemsutcu.files.wordpress.com/2014/02/bilgi-toplumu-sc3bcrec3a7lerinin-gelenekselmaliyet-yc3b6netimi-anlayic59finda-oluc59fturduc49fu-dc3b6nc3bcc59fc3bcmler.pdf (Erisim Tarihi: 25.04.2014). http://www.tuik.gov.tr/prehaberbultenleri.do?id=13569 (Erisim Tarihi: 25.04.2014). http://www.aku.edu.tr/aku/dosyayonetimi/sosyalbilens/dergi/v HYPERLINK     http://www.iticu.edu.tr/uploads/kutuphane/pdf/uas/m01006.pdf  (Erisim Tarihi:25.04.2014). http://journals.istanbul.edu.tr/iuifm/article/viewfile/1023007143/1023006661  (ErisimTarihi: 25.04.2014). http://web.firat.edu.tr/daum/docs/32/19%20bilgi%20toplumunda%20maliyetlerin%20de%c4%9ferlendirilmesi--%c3%b6zcan%20demir---5%20syf--%c3%b6dendi--92-96.doc http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/6123/tez.pdf (http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+ HYPERLINK http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr / usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"& HYPERLINK http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"cd=6 HYPERLINK " http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr / usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"& HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"hl=tr HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr / usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"& HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"ct=clnk HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"& HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp/2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr(Erisi m"gl=tr(Eri HYPERLINK "http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:Y33cwVf4CBgJ:www.tbd.org.tr/ usr_img/temp /2013_TBD_Degerlendirme_Raporu.pdf+&cd=6&hl=tr&ct=clnk&gl=tr (Erisi m"sim   (ErisimTarihi: 25.04.2014). http://journals.istanbul.edu.tr/iuifm/article/viewFile/1023007143/102300666  (ErisimTarihi:25.04.2014). http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/6f292665c405114_ek.pdf?dergi=1491 (Erisim Tarihi: 13.02.2015). http://www.uyk2011.org/kitap/pages/uyk2011_s_1548_1559.pdf http://archive.ismmmo.org.tr/docs/reparis/Module17/modul17_sunum2.doc/ http://siteresources.worldbank.org/EXTECAADVPRO/Resources/1934187-1152207164847/REPARIS_2006.ppt   

Sürdürülebilir Rekabet Üstünlüğü ve Endüstri 4.0

   İlk söz:  Küresel Oyun Kurucular dün olduğu gibi bugünde refahlarını arttırarak sürdürebilmeleri için “dünyayı ben yöneteyim” derdinde."  Dünyayı yönetebilmek için ekonomiyi, ekonomiyi yönetebilmek için de üretimi yönetmek, tüketimi ise yönlendirmek gerekiyor.   "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir. Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."   Geçen hafta sonu (29 Mayıs2014), Süleyman Demirel Üniversitesi'nin organize ettiği 2. Uluslararası Davraz Kongresi'nin Prof. Dr. Lütfü Çakmakçı Kültür Merkezi'nde düzenlenen "İş Dünyasında Yeni Trendler" başlıklı oturumunda  davetli konuşmacı olarak katıldım.  3. Uluslararası Davraz Kongresi'nin 30 Amerikan üniversitesiyle birlikte Şubat 2015' de Miami'de yapılacağını söyleyen Rektör ve düzenleme komite üyeleri bu kongreye bizimde katılmamızı rica ettiler. Özellikle düzenleme komite üyelerine hem bu kongreyi başarı ile düzenlemeleri hem de nazik davetleri için teşekkür etmeyi borç biliyorum. Koşulların aynı kalması durumunda bu nazik daveti geri çevirmeyeceğimi kendilerine ilettim.Bizim de panelist olduğumuz "sürdürülebilir Rekabet ve Girişimcilik' oturumunda Dr.Rüştü Bozkurt(Türkiye Şişe Cam Fabrikaları Genel Sekreteri, ,Prof. Dr. Mustafa ÖZBİLGİN (Brunel Üniversitesi), Prof. Dr. Mustafa TÜMER (Doğu Akdeniz Üniversitesi) oturumda özellikle bu bilim insanları tarafından önemli ve anlamlı saptamalar yapıldı.     "Sürdürülebilir Rekabet ve Girişimcilik'' adlı panelde  biz de “Sürdürülebilir Rekabet Üstünlüğü “ başlıklı sunum yaptık.Sunumum da “sürdürebilir rekabet ve girişimcilik” kavramlarının çerçevesi ve büyümenin yol haritasının işaret taşlarına ilişkin değişkenlere (Maliyet ve Verimlilik Üstünlüğü) değindim. Canlıların uzun ömürlü olanlarının en güçlülüleri olmadığı gibi en akıllılarının da olmadığını, uyum yeteneği yüksek olanlar olduğunu evrim kuramının bunu söylediğini dilimizin döndüğünce ifade ettim. Çevreyi hissetmek ve anlamak gerekiğini. Sadece çevreyi anlamak da yetmeyeceğini, kendi olanak ve kısıtlarını da net bir biçimde tanımlanması gerektiğini. Bunun da yetmeyeceğini, ulaştığı verileri bilgiye, sezgilerini de katarak bilgilerini anlamaya, anladıklarını da bir yarara; maddi ve kültürel zenginliğe dönüştürmesi gerektiğini ilgili kitapların /makalelerin yazdığını vurguladım. Girişimci kaynaklarını etkin ve verimli kullanarak, kaynak erişebilirliğinin üstünlüğünden de yararlanarak rekabet gücü yaratmalıdır ki, sürdürebilir rekabete katkısından söz edebilelim. Ayrıca Uyum yeteneği sadece geliştirici değil, koşullar elvermediği zaman en düşük maliyetle çekilebilme bilgi ve yeteneğine sahip olabilmekten geçtiğini belirttim. Uyum yeteneğinin temel bileşenlerinden birinin, verimlilik. Verimlilik, geniş anlamda kaynak kullanımında kazanımlar yaratabilme. Eğer mal ve hizmet üretiminde zaman kazancı sağlayan, girdi kullanımını azaltan bir gelişme yaratabiliyorsak, rekabet gücümüzü bir basamak ileriye taşıyabileceğimizi. Verimlilik bilinci gelişmemişse, kurum ve kurulluşları canlı, dinamik tutma ve uyumlu hale getirecek can suyu katma işlevinin yerine getirilmesinin çok zor olduğunu belirtim. Rüştü Bozkurt hoca; oturumda, konuşmasını yaparken tüm salona dönerek "Endüstri 4.0" okudunuz mu? diye sorunca, özeleştiri olarak içimden “okumadım” dedim. Öğrenmenin sonu ve yaşı yok...... Kongre dönüşünde ilk işim bunu öğrenmek oldu.. .  Almanya Başbakanı,  merkezi Almanya'da bulunan çok uluslu firmaların, bu konu üzerinde çok ciddi kaynak ayırarak çalışıklarını,  Hamburg'da düzenlenen Milli Bilişim Zirvesinde "Endüstri 4.0 strateji planı" adı altında tüm dünyaya deklare ediyor. Bu deklarasyon. yakın bir hayali olarak yapılan bu duyuru, aslında dünyaya bir meydan okuma.. "Teknoloji emperyalizmi" in dışa vurumu...Diğer bir deyişle“ dünyayı ben yöneteceğim” deklarasyonu.. Bu strateji gerçekleşebilirse, ki yakın gelecekte (20, 30 içinde) gerçekleşeceği tahmin ediliyor, üretimin ve tüketimin iletişimini yöneten ve yönlendirenler tabii olarak ekonomiyi de yönetecek güce sahip olacak...Endüstri 4.0 'ı nedir sorusunun çok basit bir anlatımı  WALL·E - VOL-i, TRT Çocukda yayınlanan - Dinozor Makineler / pak ile Pırpır / Harika kanatları  örnek vermek yanlış olmayacak....Endüstri 4.0 aslında doğal ve evrimsel bir süreç. Devrimsel değil. Endüstri 4.0'ı "4üncü Sanayii Devrimi" diye yutturmaya ve hatta Endüstri 3.0'ın eski üretim hatlarını ülkemize taşımak için teşvik almaya çalışan bazı yabancı teknoloji şirketleri var. Endüstri 4.0 aslında "www"'in icadı ile başlayan bilgi paylaşımının yoğunlaşarak devamı niteliğinde. Devamlılık arz eden birşey ise, tanımı gereği bir devrim olamaz. www'i 1989'da icad edenin de CERN olduğunu hatırlatalım. "Devrim" nedir diye okumak isterseniz, size Thomas Kuhn'un "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" kitabını tavsiye ederim.  Bu kitabı https://bit.ly/2yVJxHM okumadan MIT'den mezun olmak olanaksız. Sosyal bilim seçmelilerinden birinde mutlaka okursunuz. Endüstri 4.0, Toplum 5.0 vb. gibi dışarıdan ithal kavramlar birilerinin kendi markalarını pazarlaması, pazarı yönlendirmesi ve kontrol altına alması için empoze edilmekte. Bu tip ithal kavramlar aslında ön hazırlık aşaması, sonrasında yabancı standartlar ile tüm teknoloji tabanlı ürünlerin belirli kaynaklardan alınması zorunluluğu oluşturulur. Adım adım ele alalım nasıl bağımlılık oluşturulduğunu;Örneğin bir uçak parçası üretmek için bilgisayar kontrollü bir makina alacaksınız. Alanın otoriteleri bu makinanın endüstri 4.0 standardında olmasını şart koşar. Makinayı alıp fabrikanıza kurarsınız ancak makina ağ üzerinden dış şebekelere bağlı durumda.Gün olur size derler ki, bu makinayla uçak parçası yapamazsın bu bizim şartlarımıza aykırı. Bu durumda makinanızı ağ şebekesinden ayırmayı denersiniz ancak o durumda makina çalışamaz hale gelir zira tüm veri tabloları ve ayarları bu ağa bağımlı olma zorunlu kılmaktadır.Yine mesela ülkemizden bir girişim yapay zekâya sahip akıllı araç teknolojisi geliştirmiş olsun. Bunu yurt dışına satışı yapılabilmesi için endüstri 4.0 şemsiyesi altında yabancı otoritelerden izin alınması gerekecek.te bu nedenle sanayi ve teknolojik alt yapımızın dönüşümü ancak milli kavramlar üzerine inşa edilebilir. Ülkemizi teknoloji geliştirme anlamında muasır medeniyetlerin seviyesinin de ötesine taşıyacağına inandığımız bu dönüşüme, "Milli Teknoloji Hamlesi" diyoruz.   Endüstri 4.0.,tamamen vazgeçilmesi mümkün olmayan geleneksel üretim süreçlerini, bilişim teknolojilerinin kazandırdığı pratiklerle geliştirmek için yapılan tüm girişimleri kapsıyor. Nesnelerin İnterneti (IoT)'i olarak da adlandırılıyor., yeni dijital ve akıllı üretim teknolojileri ile tasarım yeniliği oluşturarak günümüzde birçok alan için dönüşüm teknolojisi haline getirilmesi.. .Endüstri 4.0 terimi, ilk olarak dünyanın en büyük endüstri fuarı Hannover Fair 2011'de kullanılmış...Sistemin özü:"Dataizm" diğer bir anlatımla "Eğer yaşam bilginin devinimiyse ve biz yaşamın iyi olduğuna inanıyorsak,o halde evrendeki bilgi akışını arttırmamız,derinleştirmemiz ve yaymamız gerekir.Evrenin,yaşam ağına bağlanmayan ve dahil olmayan hiçbir parçası kalmamalıdır.Veri akışını engellemek günahların en büyüğüdür."Dataist etki hem yaşambilimlerini hem de sosyalbilimleri,sanki yaşam bundan ibaretmişçesine,karar verme süreçlerini takıntılı hâle getiriyor. Evrende veriyi indirgenemeyecek bir şeyler olabilir mi? Kadim zamanlarda güç sahibi olmak,veriye erişim yetkisine sahip olmak demekti. Bugünse güç,neyi görmezden geleceğini bilmek demek.İnsanlar tarih boyunca küresel bir ağ oluşturmuş ve her şeyin değerini bu ağdaki işlevine göre değerlendirmiş.Tümleşik bir bilimsel pardigma kolayca sorgulanamaz bir öğreti haline gelebilir.Bilimsel bir paradigmayı eleştirmek her zaman zor olmuş ancak bu zamana dek bilimsel çevrelerin tamamı tarafından kabul gören bir paradigma olmamış.    Endüstri 4.0 ile tüm nesnelerin haberleşmesi şüphesiz ki daha entegre bir dünyayının oluşumuna öncülük edecek.  Bu entegrasyonun tüm toplumların alt yapı ve üst yapılarında negatif seleksiyona yol açacağını şimdiden söylemek bir kainlik olmasa gerek..Geleceğin üretim vizyonuyla birlikte birbirine bağlı üretim makineleri ve insan etkileşimiyle yeni bir üretim çevresi oluşacak sanayiciler, şehirler, devletler ve araştırmacılar geleceğin dijital fabrikalarını inşa etmek için birlikte çalışacaklar. Başka bir deyişle algoritmaların karşılıklı birbirleri ile iletişim halinde olmaları ve birbirlerini yönetmeleri.. Algoritmaların karşı konulamaz gücü ! Facebook’a geçtiğimiz günlerde nihayet para cezası verildi. Nedeni Facebook kullanıcılarına ait bilgilerin izinsiz olarak Cambridge Analytica şirketine satılması ve bu bilgilerin Amerikan seçmenin tercihlerini etkilemek üzere kullanılması… Tek bir örnek dahi algoritmaların nelere kadir olabildiğini göstermek için yeterli. Finans dünyası dahil hayatın her alanına yayılan algoritmalara ilişkin doğal olarak pek çok soru da akıllara geliyor: Algoritmalar Tarafsız ve Nesnel mi? Hesap Verebilirlik Mümkün mü? Algoritmik etik nedir ? Hangi aşamada kontrol edilmeli ? Yasal düzenlemeler ne olacak ? Hangi amaçlar için kullanılabilir ?.... Bu tür yapay zekâ teknolojilerinin gelişmesi elbette çok önemli ve desteklenmeli. Her şeyden önce tüm kaynakların etkin kullanımını sağlayacak, insanın yaşam kalitesini artıracak olanaklar sağlıyor. Ama kontrol edilmez, gerekli düzenlemeler yapılmazsa bir o kadar da risk içeriyor. Bu noktada Dünyayı robotlardan önce algoritmaların yöneteceği olasılığını hiç de yabana atmamak ve yanlış amaçlarla kullanımını önlemek için ciddi adımlar atmak lazım.Düzenli olarak güncellenen haber siteleri ve bloglar gibi kanalların yeni bilgiler yayınlamak için kullandıkları bir nevi  iletişim protokulü. Kaynaklardaki her güncellemeyi kullanıcılara ileterek bir nevi abonelik sistemi sağlamakta. Gündelik hayatta kullanılan her  türlü fiziki nesnenin çeşitli elektronik düzeneklerle internete bağlanmasıyla yaratılan bir tür iletişim ağı. Bahsi geçen nesnelerin  tekil anahtar adı verilen özgün bir kimlikle internete bağlanabilmesi ve bir sensöre sahip olması gerekir böylece nesne dünyanın herhangi bir noktasından erişilebilir. Daha  somut örnekler vermek  gerekirse ,akla gelebilecek tüm "nesneler" insanla beraber,sokataki araçlar ,mutfaktaki buzdolapları,kümesteki tavuklar ve ormandaki ağaçlar dahil,hepsi ama hepsi,Nesnelerin İnternetine bağlanmasını öngörüyor. Buzdolabı  kalan yumurtaların sayısını tesbit ederek kümesteki tavuğa ne zaman yeni yumurta tedarik edilmesi gerektiğini bildirecek.Araçlar birbirleriyle iletişim halinde olacak,ormandaki ağaçlar da hava durumunu  ve karbondioksit seviyelerini bildirecek. Evrenin,yaşam ağına bağlanmayan ve dahil olmayan hiçbir parçası kalmayacak.Kısacası akıllı telefondan sonra akıllı ev, akıllı araba, akıllı yol, akıllı okul, akıllı masa, sandalye, giysi vs. gibi her şeyin/ürünün akıllısı tüm yaşam alanlarına girecek, önce bireyler ve aileler sonra tüm toplum kontrol altına alınarak tüm yaşam alanları  Endüstri 4.0 için konulan kurallara bağlı olarak sürdürülebilecek olması.İşin ilginç yanı küresel bilişim sistemi her şeyi bilen ve her şeye kadir bir hâle büründükçe,sisteme bağlanmak anlamın tek kaynağı hâline gelecek.İnsanlar veri akışıyla kaynaşmalarını sürdürmede gönüllü olmaktalar. çünkü bu akışın bir parçası olmak kendilerinin çok daha büyük  bir şeyin parçası gibi hissetmelerine neden olmakta... Her birimiz her yeri kaplayan sayısız örümcek ağına yakalanmış vaziyeteyiz..Bu ağlar hareketlerimizi sınırlamakla birlikte en ufak bir kıpırdanışımızı bile çok uzak istkametlere iletiyor.Gündelik alışkanlıklarımız dünyanın öbür ucundaki insanların ve hayvanların hayatını etkiliyor. Şahsi hayatlarımızın böyle küresel bir boyuta taşınması dini ve siyasi önyargılarımızın,ırk ve toplumsal cinsiyet ayrıcaklarımızın , kurumsal zulümlerin farkında  olmaksızın yardım ve yataklık edişiimizin su yüzüne çıkarılmasının her zamankinden daha önemli olduğu anlamına  geliyor.peki bu gerçekçi bir girişim mi? Bu soru bilhassa vahim çünkü tam da bilişim teknolojileriyle  biyoteknolojilerinin  kaynaşması kısa süre sonra milyarlarca insanın iş dünyasının  dışına itebilir ve özgürlükle eşitliği sarsabilir.Büyük veri algoritmaları yüzünden egemenliği elinde tutan bir avuç seçkinin eline geçerek çoğunluğun sadece istismar edebilir değil,çok daha kötüsü,geleceksiz konumuna düşmesine sebep olacak dijital diktatörlükler ortaya çıkarabilir. .20.yüzyılda  New York, Londra,Berlin  ve Moskova'da dünyaya şekil veren seçkinler  tüm dünyanın geçmişini açıklama ve geleceğini öngörme iddiasi taşıyan üç büyük anlatı formüle ettiler.Faşist anlatı,Sosyalist anlatı  ve liberal anlatı.II Dünya Savaşı  Faşist anlatıyı devirdi ve 1940 'ların sonlarından 1980'lerin sonlarına kadar dünya sadece iki anlatının savaş alanıydı.:Sosyalizm ve libaralizm...Sonra sosyalist anlatı çöktü ve liberal anlatı baskın bir biçimde en azından dünya çapındaki seçkinlere göre ,insanlığın geçmişine rehber ve dünyanın geleceğinin olmazsa olmaz kılavuzu haline geldi. "Emperyalizmin altın çağında Avrupalı işgalciler ve tüccarlar renkli boncuklar karşılğında bir adanın ya da ülkenin tamamını satınalabiliyordu.21 yy.kişisel bilgilerimizin belki de hâlâ sahip olduğumuz en kıymetli kaynağımız ve biz de elektronik posta hizmeti ve komik videolar karşılığında bu kaynağı teknoloji devlerine veriyoruz. "COVİD-19 sonrası Yeni Gözetim Sistemleri Anlatısı" na  buradan ulaşabilirsiniz https://bit.ly/3gBKYMi .Ayrıca bu konuşmanın maddeler halinde özeti (*****). Bu notumuz da şimdilik burada kalsın...  Endüstri 4.0' ın tarihsel sürecini kısaca ortaya koyalım. Endüstri Devrimlerinin Zamandizimi 1.0-1780 Makineleşme Buhar gücü 2.0-1870 Elektrifikasyon Kitle üretimi 3.0-1970 Otomasyon Bilgisayar 3.5-1980 Küreselleşme 4.0 (Bugün) Dijitalleşme Veri analizi, yapay zekâ 5.0 (Gelecek) Kişiselleştirme İnsan-bilişsel bilgisayım birleşimi    lk üç sanayi devrimi sonrası gelinen aşamayı Endüstri 4.0 diyerek Almanya isimlendirmiş oldu. Endüstri esas alınarak ilk üç devrim sırasıyla, buhar gücünün üretimde kullanılması, elektriğin kitlesel üretimi sağlayacak biçimde kullanılması ve bilişim ve elektroniğin üretimin otomatikleştirilmesinde kullanılması olarak tanımlanmaktadır.Tanım olarak bakıldığında Endüstri 4.0 yahut diğer adı ile 4. Sanayi Devrimi, birçok çağdaş otomasyon sistemini, veri alışverişlerini ve üretim teknolojilerini içeren kapsamı geniş bir terimdir. Bu devrim nesnelerin interneti, internetin hizmetleri ve siber-fiziksel sistemlerden oluşan bir değerler bütünü olarak da tanımlanabilir. 6 temel prensibe dayanmaktadır. Karşılıklı çalışabilirlik, sanallaştırma, özerk yönetim, gerçek-zamanlı yeteneği, hizmet oryantasyonu ve modülerlik. Endüstri 4.0 temel olarak bilişim teknolojileri ile endüstriyi bir araya getirmeyi hedefliyor. Bugünün klasik donanımlarından farklı olarak düşük maliyetli, az yer kaplayan, az enerji harcayan, az ısı üreten, ancak bir o kadar da yüksek güvenilirlikte çalışan donanımlar     İlk iki devrimi belirleyen nitelik, bir enerjinin (buhar ve elektrik) kullanılmasıdır. Böylece insanın kas gücünü kullanmasını büyük ölçüde elinden alan ilk iki devrim bu yeteneği makinalara aktarmış oldu. İnsanlığın zihinsel becerilerini ve yeteneklerini (mühendislik de denilebilir) daha fazla kullanmasına da olanak tanıdılar. Bütün teknolojik gelişmelerin, üretimin yapılanmasından insanlığın yaşama biçimine, sosyal ilişkilerden toplumların etkileşimine kadar değişik oran ve biçimlerde etkisi olmuştur. Ayrıca elektriğin iletişime sağladığı olanaklarla dünyayı küçülttüğü de söylenebilir.    Bilginin belirleyici “enerji” kaynağı olması nedeniyle Endüstri 4.0’ı diğerlerinden çok daha farklı tanımlamak olası. Bilginin ve bilişimin sunduğu olanaklarla (gelinen noktada yapay zeka-AI, büyük veri – big data, nesnelerin interneti – things of internet, bulut – cloud, ağyapılar – networks) ilk kez bir devrim yine insanların eliyle onu neredeyse kainatta ayrıcalıklı kılan insan zekasına ve aklına rakip olma olasılığını ortaya çıkardı.    Bir anlamda insanlığın, buharlı gemi ya da elektrikli otomobil karşısında duyduğu hayranlığın çok ötesinde ve farklı olarak korku ve şaşkınlığı da içeren karmaşık duygular söz konusudur. Ancak merak insanlık tarihindeki tüm korkuları yine aşarak soru sormaya, yanıtlarını bulmaya ve geliştirmeye devam edecektir. Analatik1.0;verileri analiz ederek,alışkanlık yönetiminden analitik yönetime geçmeyi;analitik 2.0 ise,büyük veriyi özümseyerek,işimize yarayan bilgilerle üretimde farklılık yaratmayı,,analitik3:0 ise üründe bilgi içeriğini rekabet gücünü arttıracak değerli .nadir ve taklit edilemeyen ürüne dönüştürme yeteneğini kazanabilmektir.Kısaca temel yeteneğe sahip olmayı anlatıyor.Endüstri 1.0, organik enerjiden mekanik enerjiye geçiş aşamasını anlatıyor.Endüstri2.0 otomasyona geçişi,kitlesel seri üretimin mekanik hale gelmesini ve bunun iş süreçleri üzerindeki değişiklikleri anlatıyor.Endüstri 3.0,iş süreçlerinde elektronik kontrolleri anlatıyor.Analatik 4:0,makinaların,sistemlerin birbirlriyle iletişim kurarak oluşturdukları ağları ve bu ağlar sayesinde ulaşılan hız,esneklik,farklılığın oluşturduğu yeni üretim,iç örgütlenmesi,,endüstri devlet ilşkileri betimlemede kullanılmakta. "Endüstri 4.0" , “makinelerin birbiriyle iletişim kurduğu bir üretim düzenini simgeleyen otomasyon uygulamaları hızla yayıldığını. İşgücü maliyetlerinden bağımsız üretilebilen mal ve hizmetlerin, büyük talep alanlarına geri dönme eğilimi güç kazandığını anlatıyor”. İnsanoğlu tarım ve zanaat toplumundan endüstri toplumuna 1780 yılındaki endüstri devrimi ile geçiş yaptı. Anılan yıl buhar makinasının kullanılmaya başlaması ve diğer mekanik sistemlerin fabrikalara (o zamanlar fabrikalara değirmen – mill denmekteydi) girmesi hemen fark edilmese de bir devrin adı olacak kadar önemli rol oynadı. Bugün bu döneme Web 1.0’a benzer şekilde Endüstri 1.0 adı verilmekte. 1900 yılında Endüstri Mühendisliğinin kurucusu ve Üretim Yönetimi biliminin temelini atan Frederic Taylor’ın kurguladığı işbölümü (division of labor) konsepti ile dahi Henry Ford’un yarattığı montaj hattı ve kitle üretimi de Endüstri 2.0 periyodunu başlattı. 1979 yılında üçüncü endüstri devrimi yapıldı. Mekanik, pnömatik, hidrolik sistemlere eklenen elektronik cihazlar, elbette başta PLC ve DCS olmak üzere insan yeteneklerinin çok üstünde katkılar getirince Endüstri 3.0 dönemi doğdu. Bugün ABD ile Almanya arasında Endüstri 3.0 dönemini yıkmak için büyük bir yarış devam ediyor. Bu yarışın varış noktası tüm kararların insansız çalışan üretim süreçlerine devredileceği düzey. Bu düzeyde kararlar yalnızca üretimde değil, tasarımı ve üretimin planlanmasını da kapsayacak kadar geniş boyutta. Bugün üretim sistemleri otomatik çalışabiliyor. Ancak neler yapacağı imalat sistemlerine hala daha insan tarafından aktarılıyor. Endüstri 4.0 devrimi paradigmayı değiştirerek bu sorumlulukları da insandan almayı hedefliyor. Özetle kullanılan kavramları tanımlamak gerekirse: (**)https://core.ac.uk/download/pdf/82084599.pdf i.Analitik 1.0: İşlerimizi anadan atadan devraldığımız yöntemlerle, gelenek ve görenekle taşıdığımız alışkanlık ve ezberlerlere dayalı yapma aşamasından; kayıt tutarak, veri oluşturarak, verileri karşılaştırılabilir seriler haline getirerek, işimizle ilgili gerçek ve dinamik veriler oluşturarak yapma aşamasıdır. Bir cümle ile anlatmak gerekirse, “analitik 1.0, işlerimizi alışkanlıkla yönetim aşamasından analizle yönetim aşamasına geçiştir.” ii. Analitik:2.0: Günümüzün bir gerçeği olan “büyük veriyi” ehlileştirerek; işimize yaramayan bilgileri ayıklayıp, bilgilerimizi “rafine ederek” işimize yarayanları kullanabilir mekanizmalar oluşturduğumuz gelişme düzeyidir. iii. Analitik: 3.0: Rafine edilmiş büyük veri bilgilerini mal ve hizmet ürünlerinin içine gömerek, işlevselliklerini ve performanslarını artıran ve rekabet gücü yaratabilen uygulama aşamasına verilen addır. iv. Endüstri 1.0 : Bildiğiniz üzere her şey insanoğlunun buharı keşfetmesi ile başlamıştır ki buharlı trenler ile birlikte sanayi devrimi gerçekleşmiş ve tarih sayfalarında yer almıştır. Bu aynı zamanda Endüstri 1.0 olarak bilinir ve 1750 – 1830 yılları arasında İngiltere’de çıkmıştır. Buharalı makinelerin,içten patlara motorların, elektrik makinelerinin ve benzerlerinin üretim sürecinde kullanılarak, organik enerji döneminde kas gücüne dayalı üretimi; insanın kas gücünün uzantısı olan makine-donanımla daha büyük ölçekli yapabilme aşamasıdır. v.Endüstri 2.0 : 1840 yılı itibari ile elektrik enerjisinin kullanımı ile birlikte seri üretime geçiş süreci başlamıştır ve bu süreçte telefon hatları dahil birçok hat çekilmiştir. Telgraf ve telefon bu dönemde icat olmuştur ve bu dönemde Taylorizm (bilimsel yönetim) akımı başlamıştır. Endüstride “kayan bant sisteminin” kullanıldığı; işgücü veriminin teknolojik bir uygulama ile artırıldığı; iş süreçlerinin hızlandığı, işgücü profillerinin değiştiği aşamadır. vi. Endüstri 3.0: 1969 yılından günümüze kadar gelen süreci kapsar ve elektronik ile bilişim teknolojilerinin bir arada kullanılabilmeye başlanması ile ortaya çıkmıştır. 1971 de Altair 8800 ile 1976 da Apple I üretimi bilgisayarların piyasaya çıkması bu çağın en önemli yapı taşları olmuştur.  İlk kez 1969 yılında üretim süreçlerinde “elektronik ve bilişim teknolojilerinin kullanımının yaygınlaşması, ilk programlanabilir yönetim SPS” kullanılmasına geçiş sürecidir. Bu evre, çizimler ve kağıt üzerinde planlamlarla yürütülen mal ve hizmet üretim süreçlerinin, değişmeye başladığı evredir. vii. Endüstri 4.0: Sanayi devriminin dördüncü jenerasyonu olarak nitelendirilen Endüstri 4.0, ilk kez Almanya'da Hamburg'da düzenlenen Milli Bilişim Zirvesinde "Endüstri 4.0 strateji planı" adı altında tüm dünyaya deklare ediyor. Bu deklarasyon. yakın bir hayali olarak yapılan bu duyuru, aslında dünyaya bir meydan okuma.. "Teknoloji emperyalizmi" in dışa vurumu...Diğer bir deyişle“ dünyayı ben yöneteceğim” deklarasyonu...Endüstri 4.0'ı biraz daha detaylandırmamız gerekirse neden bu kadar önemli olduğunu da kavrayacağımıza eminim. Bilişim teknolojileri ile endüstriyel faaliyetlerin birlikte kullanılması ile endüstri yeni bir gelişime tanık olacaktır. Yeni nesil yazılım ve donanım, yani bugün yüksek maliyetlerle elde ettiğimiz araç gereçlerin aksine daha düşük maliyetli ve daha yüksek performanslı , üstelik az enerji tüketip ısınma problemi olmayan ve belki de en önemlisi yüksek güvenilirlikte çalışan cihazlar endüstri 4.0'ın temel hedefini oluşturmakta.  İlk evresi, elektronik kontrollerle başlayan, sipariş süreçleri, fatura ödemeleri, bilgisayar destekli tasarım, kaynak planlaması şeklinde gelişen; ikinci Akıllı fabrikalar, küresel tedarik zincirinin bir parçası olacak ve nesnelerin internetinin yaygınlaşması, fabrikalara entegre edilen sensörlerin artması ile sürecek. Nihai hedefte akıllı fabrikalar, daha az hata ile daha fazla ve çeşitli ürün üretmiş olurken, üretim maliyetleri düşecek, karlılık artacak.  Türkiye’nin dördüncü sanayi devrimine hazır ve küresel gelişmelerle doğru orantılı ilerleyişini sürdürmesi ve adaptasyon göstermesi gerekiyor. Türkiye'nin öncelikli olarak küresel bağlamıyla izleyen, sürekli bilgileri güncelleştiren ve ihtiyacı olanlarla paylaşan bir “rasyonel otorite merkezi” oluşturulaması gerekiyor.Unutulmaması gereken bu süreç sadece bir sanayi devrimi değil. Ekonomiden istihdam alanlarına, eğitimden fabrikaların işleyişine kadar pek çok alanda yenilikleri zorunlu kılan ve oyun bozan bir siber devrimdir. İlk olarak amaç küresel adaptasyon hızını ve ivmesini yakalamak, ardından dünya arenasında sözü geçen ve ileri teknoloji alanlarında (yazılım, robotik, sensör vb.) ihracat kapasitesini arttırmaya devam eden bir ülke konumuna gelmek.  Dördüncü sanayi devrimini ya da diğer bir adıyla siber devrimi ıskalamayacak kadar kuvvetli insan ve beyin gücümüz, siyasi istikrar ve irademiz ve sanayicilerimiz var. Bu bağlamda Türkiye’nin önü, daha önceki sanayi devrimlerinde olmadığı kadar açık ve parlak. Endüstri 4.0’da Türkiye’nin küresel bir oyuncu olması ve kaçışı olmayan bu siber devrime adapte olabilesi için  küresel ölçekte tedarikçilere erişmeyi sağlayan, yeni kanallar açan ve müşteri etkinliklerini koordine edebilme olanakları yaratması gerekiyor.Bu bağlamda,  Endüstri 4.0 döneminin başlayabilmesi için ulaşılması gereken ara hedefler var. Bunlardan ilki bilgisayarlarla ilgili. Günümüz bilgisayarları nesneleri algılayamıyor. Oysa her şey görüntüde ve diğer duyularda gizli. Dolayısıyla bilgisayarla görme, duyma, dokunma, tatma ve koklama duyularını öğretmek gerekiyor. Bu özellikler bilgisayarlara kazandırıldığında kimyasallar ayırt edilebilecek, kalite kontrol yapılabilecek, sorunlar fark edilebilecek. Bu hedefin tutması için bilişsel programlama (cognitive programming) konusunda biraz daha ilerlemeye gerek bulunuyor.   İkinci ara hedef “akıllı ürünler” yaratmak. Şimdiye dek imalat ekipmanları hammaddeler üzerinde değişiklikler yapmaktaydılar. Akıllı ürünler yaratıldığında ürünler ekipmanlarla iletişim kurup neler yapmaları gerektiğini söylüyor olacak. Diğer ifade ile imalat bilgilerini ekipmanlar doğrudan hammaddelerden alacaklar. Akıllı ürünler bu bilgileri müşterilerin ve satıcıların isteklerini anlayarak, çevre ve yasal kısıtlamaları, yerel koşulları dikkate alarak belirleyecekler. Onlar nasıl başardılar? Bizde sorun nerede?    Yapılması gerekenleri ana başlıklar halinde aşığıda ki gibi özetlemek yerinde olacak: I- Dinamik farkındalık düzeyini yükseltmek için             Mevcut durumun nesnel  envanteri  .Süreç ekosistemlerini değiştirme potansiyelinin tesbiti:  Ürün ekosistemini ve doğasını değiştirme potansiyelinin tesbiti  İşgücü profili ve meslek doğasını değiştirme potansiyel tesbiti  yeni değerler sistemi, kültür ve ekonomi yaratma potansiyelinin tesbiti:  II- İnternet ve bulut altyapılarına yatırım yapmak III- Bilgisayar, sensör üretme ve satın alma stratejisi gerekli Ülkemizin odaklanmak istediği rekabet alanlarına göre bilgisayar ihtiyacı ile sensör ve diğer donanım ihtiyacının yurtiçinde üretilme olanakları, satın alma koşulları belirlenerek ihtiyaç sahibinin erişebilmesi sağlanmalıdır. Endüstri 4.0 aşamasına geçiş sürecini en uygun yol ve yöntemle yapabilmemiz için belirtilen stratejinin ivedilikle saptanması ve paylaşılması gerekmektedir. IV- Rekabet edebilir alan seçimi yapmalı Ülkemizin Endüstri 4.0 aşaması için ivedilikli gündemlerinden biri de, bugünkü birikimlerimizi dikkate alarak rekabet üstünlüğü yaratacak alanların seçilmesidir. Böyle bir seçim, gereksiz ve uzun soluklu olmayacak yatırımlarda boş yere kaynak harcamayı önler. Ayrıca, yatırım malları ve ara mallar satın alınmasında odaklanmayı kolaylaştırır. Doğru yatırım yapılması için yer seçiminden yatırım mallarına, ara mallarından, iç ve dış pazarlara erişilebilirliği sağlamak için aktörlerin işini kolaylaştırır. Birikimlerimizin rekabet edebileceğimiz alanlara yönlendirilmesi ve odaklanması Endüstri 4.0 aşamasına uyum gereklerinden bir diğeri olarak algılanmalıdır. V- Proje-odaklı özel teşvik sistemiyle uyum sürecini hızlandırmalı    Geleneksel üretim alanlarını ileri-teknoloji odaklı yüksek katma değer içeren ürünlere yönlendirmek için de, Endüstri 4.0 aşamasına uyum için de mevcut durumu nesnel anlatan bir “envanter” gerekiyor. Kalkınmanın üç temel kritik  faktörü : Net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma  olduğunu unutmadan, gelişmeler hakkında net bilgi, mevcut durum hakkında net bilgi, geleceği yönlendiren eğilimler hakkında net bilgi sahibi olursak, proje-odaklı, öncelikleri gözeten, yatırım izinleri kadar, yatırım ve işletme dönemlerinde ödünsüz gözetim ve denetim yapabilen mekanizmalar oluşturmak gerekiyor..Strateji kavramını içeren proje- odaklı teşvik sistemleri de etkili bir gelişme aracı olacağıda yadsınamaz bir gerçek...   Endüstri 4.0 yeni bir teknoloji çağı olacak , hem de Joseph Schumpeter’in https://goo.gl/s6Zy4g /    https://goo.gl/n4rSTj  /https://goo.gl/gCWHFS  dediği gibi “yıkıcı Yaratıcılık”… https://goo.gl/LEMmPa (Endüstri Tarihine Kısa Bir Yolculuk) https://goo.gl/ffPMqq (Endüstri 4.0 ile Birlikte Gelecek 10 Yeni Meslek) https://goo.gl/Nsa8Yz ( Endüstri 4.0 Uygulama Stratejileri ) Son Söz:     Devrim, bir toplumun yaşamında önemli işlevi olan kurumların hızlı ve geniş kapsamlı bir biçimde kökten değiştirilmesi ya da yenileştirilmesi, yeniden biçimlendirilmesi ya da belli bir alanda birdenbire gerçekleşen kökten değişiklik olarak tanımlanıyor. Devrimler sosyal ve kültürel alanlardan üretime dönük ekonomik alanlara kadar her alanda ortaya çıkabiliyor. Yukarıdaki tanımdan gidersek bazen devrimlerin belirli bir evrim süreciyle iç içe geçerek geliştiğini görürüz. Mesela birinci sanayi devriminden ikinciye geçiş birdenbire olmuş bir devrim değil. Bu iki devrim bir arada bir süre yaşadıktan birlikte var olduktan sonra ilki ortadan kaybolmaya yöneliyor ve onun sistemleri yerine ikincinin sistemleri geçiyor. Buna karşılık mesela Fransız devrimi çok daha kısa bir sürede gerçekleşmiş ve daha ani ve kökten değişikliklere yol açmış.  Dünya, bugün, Hannover 2011 Fuarında Almanların ortaya attığı Endüstri 4.0 deyimi  Almanya'nın stratejik planı...Belki bir sanayi devriminin başlangıcı. Endüstri 4.0 bizce Yeni bir sanayi devriminin eşiği...   Endüstri 4.0 Türk sanayisini Abad edecek deyip devletten bu teknolojilerin ithali için teşvik beklemek yanlış; bu teşvikler Alman ve şirketlerine yarar. Biz ülkemizin bilimde güçlenmesi, teknoloji girişimcilerimize (Ar-ge) gerekli desteğin verilmesi, Bilgi ekonomisine geçiş için çalışmalıyız. Balık satın alarak balıkçılık geliştirilemiyeceği gibi teknoloji satın alarak da bilim ve teknolojide ilerleyemeyiz. Balık gibi teknoloji de hızla eskir/kokar. “Balık tutmayı” öğrenmekten başka çare yok. O da bu iklimde olmaz! Bilim ve Teknolojide yapısal dönüşüm şart.Bilim ve Teknolojiye para/kaynak ayırmak konusu olarak bakmamak lazım. Sorun bir para/kaynak sorunudeğil; sistem sorunu. Var olan düzende ne kadar para ayırsak da çok fark etmez. Çok daha fazla para ayırsak da yapısal dönüşümleri yapmadıkça fayda vermez.Sadece israf artar.    Endüstri 4.0 ile 4. Sanayi devrimi sanki aynı şey imiş gibi konuşanlar bilerek veya bilmeyerek muhataplarını yanıltıyor. 4. Sanayi devriminin bir parçası olmamızın tek yolu Bilim’e ve teknolojiye dayalı bir sisteme geçmemiz İle mümkündür; robot veya yazılım ithal etmekle değil!   Endüstri 4.0 reklam jargonunu kullanarak, sanki bu çok iyi bir şeymiş gibi, belediye 4.0 ....4.0 reklamları yapılmaya devam ediliyor. Türkiye’nin önceliğini teknoloji ithal etmeye dayandıran yaklaşımlar tuzaklardır. Teknoloji ithal ederek bilim ve teknolojide ilerlemek mümkün değil... Determinizmden,olasılığa; diyalektikten bağlantısal bütünlüğe ulaşmada analitik düşüncenin  yarattigi yeni kültür ikliminde algoritmaların ve verilerin gücünü kavramak..Yaşamakta olduğumuz sorunları bir daha yaşamak istemiyorsak iki alanda kararlılık göstermek zorundayız: Birincisi, “veriye dayalı öngörme ve önlem alma disiplinini” hiç bir alanda ihmal etmemeli. İkincisi de “ödünsüz gözetim ve denetim mekanizmalarına dayalı geri-bildirimler ve düzeltmeler yaparak ilerleme özeninden” asla ödün vermemeli. Aşağıda ki iki  soruya verilecek yanıt,  veriye dayalı analiz ve karar verme noksanlığını aşmadan; analitik yetkinliği küresel düzlemde rekabete taşıyacak düzeye çıkarmadan hangi işimizi tam, doğru ve temiz biçimde yapabileceğimize ışık tutmada yardımcı olacak. Soru 1: Ülkemizde kamu ile diğer kurum ve kuruluşların yayınladıkları verilere güvenerek sağlıklı yatırım yapılabilir mi? Soru 2: Aşağıda sıralayacağımız ölçüleri kullandığınızda, “analitik yetkinliğin” neresinde duruyorsunuz? Analitik 0.0, işlerinizi anadan, atadan gördüğümüz gibi, “alışkanlıkla” yapmaktır. Analitik 1.0, düzgün kayıtlar tutarak, işlerimizi, “alışkanlıktan analize geçerek” yönetmektir. Analitik 2.0, günümüzün gerçeği olan “büyük veriyi ehlileştirerek”, işimize yarayan ve yaramayan verilileri ayıklamaktır. Analitik 3.0, ehlileştirilmiş büyük verinin “işe yarar olanlarından” yeni “araç- gereçler” ya da “iş yapma metotları” geliştirmektir. Analitik 4.0, ürettiğimiz araç-gereç ve metotları uygulamaya sokarak, “rekabet gücü yaratmaktır” Analitik 5.0, rekabet edebilir araç-gereç ve metotlarla ürettiklerimizle “paydaşlarımızın yararını” en üst düzeye çıkarmaktır.    2019-2023 dönemini içeren 11. Kalkınma Planı çerçevesinde Ar-Ge ve yenilik ekosisteminin güçlendirilmesi için teknolojiyi üreten ve katma değere dönüştüren bir ekosistemin tasarımı ve yönetilmesine yönelik çalışmalar yürütüldü. 2023’e kadar Türkiye için yeni inovasyon ve Ar-Ge yol haritasının oluşturulması hedefleniyor. Bunun için öncelikle mevcut ekosistemin incelenerek gelişmiş ülkelerle karşılaştırılması, inovasyon Ar-Ge düzeyi ve rekabet gücü açısından ne durumda olduğumuzu anlamak önemli. Bir ülkenin inovasyon düzeyindeki gelişimi ve rekabet gücünü anlamak için temel olarak Global İnovasyon İndeksi, Global Rekabet İndeksi ve Ar-Ge yoğunluğu gibi göstergelere bakılıyor. Küresel İnovasyon Endeksi, 128 farklı ülkenin ekonomisini, patent başvurularından altyapı ve eğitim harcamalarına kadar birçok somut ölçütü ele alarak inceleyen yıllık bir rapor. Bu raporda 2017’de İsviçre, İsveç, Hollanda, Amerika ve İngiltere ilk beşte yer aldı. Türkiye 43'üncü sırada yer alırken, üst-orta gelir grubundaki ülkeler kategorisinde Çin, Bulgaristan, Malezya ve Romanya'nın ardından 5'inci sırada. Küresel Rekabet Endeksi, bu alandaki ikinci önemli endeks olarak, rekabetçilik düzeyiyle ilgili göstergeler çerçevesinde ülkelerin sıralamasını belirliyor. Rekabet endeksinde İsviçre, Amerika, Singapur, Hollanda ve Almanya ilk beşte yer alıyor. Türkiye 2017’de 137 ülke arasında 2 sıra ilerleyerek 53.’lüğe yükseldi. Ar-Ge Yoğunluğu, Ar-Ge yoğunluğu, Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) içerisinde Ar-Ge faaliyetlerinin hacmini, başka bir ifadeyle Ar-Ge harcamalarının düzeyini gösteriyor. TÜİK’in yayınladığı Ar-Ge Faaliyetleri Araştırması’na göre Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının GSMH içindeki payı 2016`da %0,94’e yükselerek 2001’den itibaren en yüksek düzeyde. Bununla birlikte bu oranın %’1’e dahi ulaşmadığını görmek bu alanda alınması gereken yol olduğunun göstergesi. Endekslerde ilk sıralarda yer alan ülkelerin Ar-Ge ve inovasyona yaptıkları yatırımların boyutu Türkiye ile karşılaştırılabilir düzeyde değil. Güncel verilere göre, Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı açısından İsrail, Kore, Japonya ve İsveç ilk sıralarda yer alan ülkeler. Bu oran İsrail’de %4,26, Kore’de %4,22, Japonya’da %3,28 İsveç’te 3.26. OECD üyesi ülkelerde ise bu oranın %2,54 seviyesinde olduğu görülüyor. Tek başına Samsung’un Ar-Ge ve inovasyona yaptığı yatırımın Türkiye’nin yaptığı yatırımın iki katı düzeyinde olması durumu açıklamak için oldukça çarpıcı bir veri. Temelde inovasyon lideri olan ülke deneyimlerine baktığımızda bu konuda iyi yapılandırılmış ve uygulanabilir ülke politikalarının bulunduğunu gözlemliyoruz. Örneğin, İsveç`de devletin resmi kurumu olan Vinnova, inovasyon koşullarını iyileştirmek ve aynı zamanda ihtiyaç odaklı Ar-Ge ve inovasyon projelerini finanse ederek sürdürülebilir büyümeyi teşvik ediyor. Ayrıca bu alanda başarı için ayrılan kaynaklar, nitelikli fiziksel altyapı olanakları, kaliteli insan gücüne yatırım önemli faktörler olarak öne çıkıyor. Türkiye’deki Firmaların Ar-Ge ve İnovasyon Performansının Stratejik Analizini içeren ve bir proje çerçevesinde yürüttüğümüz çalışmada kapsamlı finansal ve ekosistem analizi sonrası elde edilen bulgulara göre temel sorunlar ve odaklanılması gereken konular olarak şunlar öne çıkıyor; • İyi yapılandırılmış bir Ar-Ge ve inovasyon stratejisi • İnovasyon kültürünün yaygınlaştırılması ve yerleştirilmesi • Yetişmiş nitelikli işgücü ve bu alana yönlendirilmesi • Yaratılıcılığı engelleyen yapısal sorunlar (eğitim sistemindeki boşluklar) • Fonların arttırılması ve teşviklerin beklentilere yönelik olması • Finansal destek mekanizmalarının iyi aktarılması • Üniversite –sanayi işbirliğinin etkin hale gelmesi • Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması • Katma değer yaratan sektörlere geçişin iyi planlanması • İnovatif fikirlerin ticarileşmesine ilişkin sürecin iyi yönetilmesi Başarılı inovasyon yönetiminin temel anahtarı, yenilik için tüm alanlarda iyi tanımlanmış politikalara ve açık bir sürece sahip olmak. Gelişme ve ilerleme için çözüm; tüm bu konuların her birine ayrı ayrı odaklanarak sürdürülebilir ulusal inovasyon politikası oluşturmak.     Bugüne kadar, ülkemizde üretilen verilere güvenerek iş yapılabileceğini söyleyen hemen hemen hiç olmadı. Verilere güvensizlik son derece yaygın. Bilgi toplumu koşullarının hızla geçerli olmaya başladığı “veriden değer üretildiği” bugün geldiğimiz noktada,“veri boşluğunu” doldurmadan, kararlı ve hızlı büyüme iddiaları sözde kalır.    Veri konusundaki boşluğumuz, rekabet gücü yaratmanın temel gücünü oluşturan “analitik yetkinlik” alanına da yansımakta.    Bilim ve Teknolojiye para/kaynak ayırmak konusu olarak bakmamak lazım. Sorun bir para/kaynak sorunu değil; sistem sorunu ... Var olan düzende ne kadar para ayırsak da çok fark etmez. Çok daha fazla para ayırsak da yapısal dönüşümleri yapmadıkça fayda vermez.Sadece israf artar.Bize başkalarının açık pazarı olmamız ile neticelenecek ve teknolojik açıdan tümüyle dışa bağımlı hale getirecek Almanya’nın Endüstri 4.0’ı, Japonya’nın Toplum 5.0’ı, İngiltere’nin Katapult’u değil, Büyük Türkiye’nin "Milli Teknoloji Hamlesi" gerek.Endüstri 4.0'ı anlamamaktan acıklısı, anlayıp da pozisyonel siyasi slogan peşinde koşarken yurda treni kaçırtacak boş laflarla vakit kaybetmektir.Endüstri 4.0 aşamasını yakalamak için Türkiye ne yapmalı?(*)  Sevindirici olan şu: Ülkemizde, daha önce “kümelenme” ve “ inovasyon” konusundaki gelişmelerden farklı bir “Endüstri 4.0 aşaması kavrayışına” tanıklık ediyoruz. Endüstri 4.0 aşamasıyla ilgilenenlerin yaygınlığı kadar bilgi derinliği ve nitelik arayışı da umut verici. Firmalar kendi açılarından çabalarını artırırken, siyasi irade ve bürokrasi de uygun bir yol haritası oluşturma konusunda olumlu bir yaklaşım sergiliyor. Bugüne kadar gözlediğim eksiklik ise, gelişmeleri küresel bağlamıyla izleyen, sürekli bilgileri güncelleştiren ve ihtiyacı olanlarla paylaşan bir “rasyonel otorite merkezi” oluşturulamamış olması. Ne yapmalı? I- Dinamik farkındalık düzeyini yükseltmeliyiz Ülkemizin Endüstri 4.0 aşamasını yakalamasının ivedi sorunu, mevcut durumu nesnel bir envanterle kavramaktır. Uyum sürecinde hızlanacak olan algı ve bakış açılarını yakalamak ancak nesnel bilgi ile mümkün. Çok değişkenli sorunları içerdiği için sade başlıklar halinde değinilen “ dinamik bilgi içeriğinde” nelerin bulunması gerektiğini paylaşalım: i)Bağlantı, iletişim ve işbirliği potansiyeli: Bağlantı, iletişim ve işbirlikleri doğrusal değişmenin ötesinde üstel büyüme aşamasına geçti.Ulaşabilirlik ve erişebilirlik değişmeleri geometrik dizilerle artıyor: Web bağlantıları ve sensörler veri üretimini de üstel büyüyor. Mobil iletişim, erişebilir alanları genişletiyor. Makine öğrenimi ve büyük verinin oluşması kolaylaşıyor. Veri analitiği önem kazanıyor. Verinin değere dönüştürülmesi hayati öneme sahip. İç veri tabanı ve yönetme sistemleri oluşturulması gerekiyor. Bilgi teknolojileri altyapılarına yatırımlar ivedilik arzediyor. Bilgi paylaşma sistemlerinin işletilmesi yeteneklerini geliştirenler rekabet avantajı sağlıyor . Veri kalitesi ve güvenliğini artıran kazançlı çıkıyor. İşbirlikleri alanlarını geliştirmek değer yaratma zincirinde var olmanın gerek şartı haline geliyor. Düzenleyici ortamın iyileştirilmesi/ Yasal çerçeveleri tam zamanında yapmak önem kazanıyor. ii)Süreç ekosistemlerini değiştirme potansiyeli: Süreçlerin hızlanması, süreç kontrolünde ileri düzeylere erişilmesini yakından izleyerek farkındalık düzeyini diri tutmanın önemini artırıyor. Süreçlerin hız ve esnekliklerinin artması, üretimin her aşamasını etkiliyor. Süreç kontrollerinin eşzamanlı yapılması, sabit maliyetler kadar değişken maliyetlerde de önemli düşüşlere yol açıyor; sıfır marjinal maliyetle üretim yapabilme koşulları oluşuyor.Geri-bildirim döngüsü ve ince ayar yapma olanakları artıyor. Süreç optimizasyonunun ileri düzeylere erişmesi vakit ve nakit kazancı sağlıyor. Açığa çıkan sermayenin yönetme stratejisi, hem teknolojik işsizliğe çözüm hem de dengeli bir gelişme için önemli bir yönetim sorunu haline geliyor. iii)Ürün ekosistemini ve doğasını değiştirme potansiyeli: Endüstrinin daha önceki aşamalarında ürün tasarımı, model üretimi, pilot uygulama ve ticarileştirme farklı yapıdaydı. Bugün bilgisayar olanaklarındaki tasarım kolaylığı, üç boyutlu baskı ve eklemeli üretim teknolojisindeki gelişmeler bizi ürün ekosistemi ve ürün doğasındaki değişmerle yüzleştiriyor: Yeni ürün geliştirmenin hızı artıyor. Ürün bileşenleri farklılaşıyor. Ürün bileşenlerinde yeni kombinasyonlar gerekiyor. Her ürün bir algoritma ve yazılım içeriyor. Bağlantı olanakları ürün işlevini değiştiriyor. Ürünler veri üretiminin araçları haline geliyor. Ürünlerin ulaşabilir ve erişebilir alanı genişliyor. Büyük veri, veri analitiği ve veriden değer üretmenin önem kazanıyor. Tüketici- ürün ilişkilerini farklılaştıran yeni bir kültür oluşuyor.Ürünlerin yaşam biçimi ve yaşam tarzlarımızı etkilemesi yaygınlaşıyor. Akıllı ve bağlantılı ürünler her geçen gün yaşamımıza daha derinden dokunuyor. iv)İşgücü profili ve meslek doğasını değiştirme potansiyeli: Bugüne kadar ki gelişmeleri izlediğimizde bazı göstergeler gidişatı bize net biçimde anlatıyor: Teknolojinin insan performasını artırma işlevinin, insanın yerini almaya evrilmesi teknolojik işsizliği önemli bir sorun haline getiriyor. Uzmanlık alanlarının ve derinliklerinin farklılaşması yeni bir eğitim sistemi gerektiriyor.Uzmanlık bilgisinin sürdürebilirlik koşulları değişiyor. Disiplinlerarası ilişkilerin yaygınlaşması da sürekli kendine yatırım ihtiyacını artırıyor. İşgücü eğitim ihtiyaçlarının farklılaşması ekonomideki bütün sektörlerin temel sorunu olarak öne çıkıyor. v)Yeni değerler sistemi, kültür ve ekonomi yaratma potansiyeli: Endüstri 4.0 aşamasının bütün sistemi etkileyen niteliksel değişmeleri sistemleri etkiliyor. Algı, anlama ve değerlendirme koşulları değişiyor. Yeni değerler sistemi, üretim ve tüketim kültürü oluşuyor. Mitolojik bilinç, teolojik bilinç, ideolojik bilinç yanında teknolojik bilinç ve psikolojik bilinç yeni boyutlar kazanıyor. Üretim ve bölüşüm sisteminin farklılaşması, rekabet algısının ve sisteminin değişmesi yeni bir ekonominin oluşmasını hızlandırıyor. II- İnternet ve bulut altyapılarına yatırım yapmalıyız Endüstri 4.0 aşaması internet ve bulut yapıları üzerinde kuruludur. Bağlantı imkanları ve bağlantı maliyetleri sosyo-ekonomik değişkenin itici gücüdür. Bu açıdan bakıldığında ülkemiz, sabit, uydu ve mobil iletişim altyapılarını hızla geliştirmek zorundadır. Bilgi işlem platformları oluşturmak Endüstri 4.0 aşamasına geçişin gerek şartıdır. Bütün dünyada teknolojik öncülerin çabalarıyla “bağlantı maliyetleri” hızla düşmektedir. Bağlantı altyapılarıyla birlikte “bağlantı maliyetlerinde” de uluslararası piyasada iş insanlarımızın “şans eşitliğini koruyan” yatırımlar ve yasal düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Somut bir örnekten yola çıkarsak, Güven Sak’ın yazısında altını çizdiği gibi, G.Kore’ de kilometre karede 6 bin metre fiber optik kablo ağı varken, bizim ülkemizde bu rakam kilometre kare başına 300 metre ise, ülkemizin yatırımlardaki önceliği de bellidir. Bağlantı, iletişim ve işbirliklerinin önünü açacak olan kolektif yatırımların, işyerleri ölçeğindeki yatırımlarla da eşzamanlı desteklenmesi gerekir. Akıllı ve bağlantılı ürünlerde rekabet edebilir gelişme yaratmak istiyorsak, bağlantı altyapılarını rakiplerle eş düzeye çıkarmak da ortak sorumluluğumuzdur. Büyük veriden değer üretme yapılarını oluşturmadan, sağlıklı bir endüstri 4.0 aşaması geçişi çok zordur. III- Bilgisayar, sensör üretme ve satın alma stratejisi gerekli Endüstri 4.0 aşaması bilgisayarlardaki gelişme ve sensör teknolojisine bağlıdır. Ülkemiz, bilgisayar ve sensör üretimi ve satın almaları için stratejilerini hızla belirlemelidir. Geçmiş dönemlerde fuarlarda makine satın alınırken yapılan yanlışları ve kaynak israfını bu aşamada tekrarlamamalıyız. Ülkemizin odaklanmak istediği rekabet alanlarına göre bilgisayar ihtiyacı ile sensör ve diğer donanım ihtiyacının yurtiçinde üretilme olanakları, satın alma koşulları belirlenerek ihtiyaç sahibinin erişebilmesi sağlanmalıdır. Aynı ya da benzer sensörleri bilinçli bir alıcı 100 dolara alırken, bilinçsiz bir alıcı 500 dolar ödeyebilmektedir; ciddi kaynak kaybıdır. Endüstri 4.0 aşamasına geçiş sürecini en uygun yol ve yöntemle yapabilmemiz için belirtilen stratejinin ivedilikle saptanması ve paylaşılması gerekmektedir. IV- Rekabet edebilir alan seçimi yapmalı Ülkemizin Endüstri 4.0 aşaması için ivedilikli gündemlerinden biri de, bugünkü birikimlerimizi dikkate alarak rekabet üstünlüğü yaratacak alanların seçilmesidir. Böyle bir seçim, gereksiz ve uzun soluklu olmayacak yatırımlarda boş yere kaynak harcamayı önler. Ayrıca, yatırım malları ve ara mallar satın alınmasında odaklanmayı kolaylaştırır. Doğru yatırım yapılması için yer seçiminden yatırım mallarına, ara mallarından, iç ve dış pazarlara erişilebilirliği sağlamak için aktörlerin işini kolaylaştırır. Birikimlerimizin rekabet edebileceğimiz alanlara yönlendirilmesi ve odaklanması Endüstri 4.0 aşamasına uyum gereklerinden bir diğeri olarak algılanmalıdır. V- Proje-odaklı özel teşvik sistemiyle uyum sürecini hızlandırmalı . Geleneksel üretim alanlarını ileri-teknoloji odaklı yüksek katma değer içeren ürünlere yönlendirmek için de, Endüstri 4.0 aşamasına uyum için de mevcut durumu nesnel anlatan bir “envanter” gerekiyor. Kalkınmanın üç ayağını unutmayalım: Net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma. Gelişmeler hakkında net bilgi, mevcut durum hakkında net bilgi, geleceği yönlendiren eğilimler hakkında net bilgi sahibi olursak, proje-odaklı, öncelikleri gözeten, yatırım izinleri kadar, yatırım ve işletme dönemlerinde ödünsüz gözetim ve denetim yapabilen mekanizmalar oluşturabiliriz. Strateji kavramını içeren proje- odaklı teşvik sistemleri de etkili bir gelişme aracı olacaktır "Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır." Sağlıcakla kalın! Yüreğinizdeki sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" Kadar temiz tüm insanların, günleri hep aydınlık olsun! ---------------------- Referanslar Aras Güler, Tezcan Nuray, Furtuna, Özlem Kutlu, Aybars Aslı (2015) Firmaların Ar-Ge ve Inovasyon Performansının Stratejik Analizi ITO. (http://www.ito.org.tr/itoyayin/0001762.pdf) TÜİK (2018), “Ar-Ge Faaliyetleri Araştırması, 2018” WIPO (2018), “The Global Innovation Index 2017: Innovation Feeding the World” Report World Economic Forum (2018), “The Global Competitiveness Report 2017-2018” (*) Rüştü Bozkurt,"Endüstri 4.0 aşamasını yakalamak için Türkiye ne yapmalı?" Dünya Gazetesi.03 Ekim 2017 (**) https://core.ac.uk/download/pdf/82084599.pdf   (***)https://journals.fe.up.pt/index.php/IJMAI/article/view/249/145  (****)https://mck.co/2LHZrf2 Retweetledi: Melike Beykoz Okuma önerisi... GAFA (Google,Amazon, Facebook,Apple) geleneksel finans sistemlerini nasıl sallıyor? Dünyada gerçek bir devrim yaşanıyor...https://bit.ly/2ZkqBvf (-----)Davos’da   Biyoloji ve “VERİ”’nin(*) bugünkü bilişim kapasitesiyle bir araya geldiğinde,  yakın gelecekte doğurabileceği benzersiz tehlikelere dikkat çekilmiş.  İşte o konuşmanın önemli başlıkları kolay okunması için derlendi:   i-.​Dolayısıyla “VERİ” 21. Yüzyılın ekonomisinde yeni bir ürüne dönüşecek. ii.​Tekstil, otomobiller ya da silahlar değil; bedenler ve zihinler geliştireceğiz. v.​Yaşamın neye dönüşeceğini “VERİ”yi yönetenler belirleyecek. vi.​”VERİ”yi kontrol edenler sadece insanlığın değil, yaşamın geleceğini tanımlayacak. vii.​”VERİ” dünyanın en önemli varlığı haline gelecek. viii.​Geçmişte bunun karşılığı araziydi. ix.​Ancak bu çok küçük, kısıtlı bir zümreye aitti. x.​Endüstri çağında makinelerin önemi arazinin değerini geride bıraktı. xi.​Çok sayıda makinenin az sayıda insanın hizmetine girmesi insanlar arasında sınıfları doğurdu. Sermaye ve işçi sınıfı böyle doğdu. xii-.​Bugün ise “VERİ”, makinelerin yerini alıyor. xiii.​Ve aynı şekilde “VERİ”nin kontrolü az sayıda insanın eline geçerse insanlık sınıflara değil, farklı türlere ayrılacak. xiv-.​”VERİ” önemli; çünkü, bugün sadece bilgisayarlara değil, organizmalara da müdahale edebiliyor, onları bir anlamda ‘hack’ ediyoruz.