Kapitalist Rasyonalite ve Ekolojik Felaketler: Türkiye’de Şirket Kapitalizmi Bağlamında Yangın Politikaları, İhmaller, Fırsat Maliyetleri ve Toplumsal Yansımalar
Capitalist Rationality and Ecological Catastrophes: Fire Governance, Systemic Negligence, Opportunity Costs, and Societal Reflections under Corporate Capitalism in Turkey
Prof.Dr. Orhan Elmacı,
https://orcid.org/0000-0002-7137-6211,
Bu çalışma Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (ROR: https://ror.org/02mn0vt57) tarafından desteklenmiştir.
oelmaci@gmail.com
Öz
Kapitalist Rasyonalite ve Ekolojik Felaketler: Türkiye’de Şirket Kapitalizmi Bağlamında Yangın Politikaları, İhmaller ve Toplumsal Yansımalar
Kapitalist Rasyonalite ve Ekolojik Felaketler: Türkiye’de Şirket Kapitalizmi Bağlamında Yangın Politikaları, İhmaller, Fırsat Maliyetleri ve Toplumsal Yansımalar
Öz
Türkiye'de son yıllarda artan orman yangınları, yalnızca iklim değişikliği veya doğal faktörlerle açıklanamayan, derinlemesine yapısal bir soruna işaret etmektedir. Bu çalışma, yangınları şirket kapitalizmi, neoliberal çevre politikaları ve kurumsal sorumluluk krizi bağlamında eleştirel bir perspektifle analiz etmektedir. David Harvey'nin "mekânın üretimi" ve Naomi Klein'ın "felaket kapitalizmi" kavramları temelinde, yangınların sadece bir yıkım değil, aynı zamanda sermaye birikimi için yeni fırsatlar yaratan bir dönüşüm aracı olarak nasıl işlev gördüğü incelenmektedir. Bulgular, yangın söndürme kapasitesinin özelleştirilmesi, yangın sonrası arazi kullanımının ranta açılması, siyasal söylemde sorumluluk kaçışı ve yangınların yarattığı yüksek fırsat maliyetlerinin, bu krizin temel bileşenleri olduğunu göstermektedir. Çalışma, #HelpTurkey gibi sosyal medya kampanyaları aracılığıyla yükselen yurttaş direncini ve medyanın yangınları kodlama biçimlerini de analiz ederek, krizin toplumsal yansımalarını ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, orman yangınlarının doğayı, kamusal düzeni ve toplumsal adaleti tehdit eden çok katmanlı bir kriz olduğu ve çözümün ancak topluluk temelli yaklaşımlar, çevresel adalet ve kurumsal hesap verebilirlik gibi bütüncül politikalarla mümkün olabileceği savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Orman Yangınları, Şirket Kapitalizmi, Neoliberal Politikalar, Felaket Kapitalizmi, Fırsat Maliyeti, Çevresel Adalet, Türkiye.
Abstract
The increasing forest fires in Turkey in recent years indicate a deeply structural problem that cannot be explained solely by climate change or natural factors. This study critically analyzes these fires within the context of corporate capitalism, neoliberal environmental policies, and the crisis of institutional accountability. Drawing on David Harvey's concept of "the production of space" and Naomi Klein's "disaster capitalism," the research examines how fires function not only as destruction but also as a transformative tool creating new opportunities for capital accumulation. Findings reveal that the privatization of firefighting capacity, the commodification of post-fire land use, the political discourse of responsibility evasion, and the high opportunity costs incurred by fires are key components of this crisis. The study also analyzes the social repercussions of the crisis, including citizen resistance through social media campaigns like #HelpTurkey and the media's framing of the fires. In conclusion, it is argued that forest fires represent a multi-layered crisis threatening nature, public order, and social justice, and that solutions are only possible through holistic policies such as community-based approaches, environmental justice, and institutional accountability.
Keywords: Forest Fires, Corporate Capitalism, Neoliberal Policies, Disaster Capitalism, Opportunity Cost, Environmental Justice, Turkey.
Giriş
Çok Katmanlı Bir Kriz Olarak Orman Yangınları
Genel Bakış ve Problemin Tanımı
Türkiye'de son yıllarda giderek artan orman yangınları, yalnızca bir ekolojik felaket olmanın ötesinde, siyasal ekonomi, kamu politikaları ve toplumsal hafızanın iç içe geçtiği yapısal bir soruna işaret etmektedir. Bu durum, yangınların sadece iklim değişikliği veya doğal faktörlerle açıklanamayacak kadar derin, sistemik kökleri olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle 2021 yazında yaşanan büyük yangınlar, ülke gündeminde yalnızca çevresel yıkımı değil, aynı zamanda devletin kriz yönetim kapasitesini, medya söylemlerini ve yurttaşların dayanışma biçimlerini de tartışmaya açmıştır. Bu olaylar, afetlerin toplumsal ve politik birer ayna işlevi gördüğünü, mevcut yönetim pratikleri ve toplumsal dinamikler hakkında önemli ipuçları sunduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, yaşanan yangınlar; şirket kapitalizmi, neoliberal çevre politikaları ve kurumsal sorumluluk krizinin somut bir tezahürü olarak okunmalıdır. Bu perspektif, yangınları münferit olaylar olarak değil, belirli bir ekonomik ve politik sistemin doğal bir sonucu olarak ele almayı gerektirmektedir.
Yangınların "yalnızca ekolojik bir felaket değil" ifadesi, ilk bakışta basit bir niteleme gibi görünse de, aslında felaketlerin doğa olayları olmaktan çıkıp, belirli sosyo-ekonomik ve politik yapıların bir sonucu haline geldiğini ima etmektedir. Bu durum, David Harvey'nin "mekânın üretimi" kavramıyla doğrudan ilişkilidir; zira afetler, kapitalist birikim mantığına göre şekillenen toplumsal olaylar olarak ortaya çıkabilmektedir. Eğer yangınlar sadece doğal değilse, o zaman onların sıklığı, şiddeti ve yönetimi, mevcut sistemin (şirket kapitalizmi, neoliberal politikalar) içsel çelişkilerini ve zayıflıklarını yansıtan birer semptom olarak değerlendirilmelidir. Bu durum, krizin "çok katmanlı" olduğunu ve yüzeysel çözümlerle giderilemeyeceğini göstermektedir. Yangınlar, sistemin kendisinin bir ürünüdür ve bu nedenle, afet yönetimi sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda derinlemesine politik bir alandır. Devletin kriz yönetim kapasitesinin tartışmaya açılması, sadece operasyonel bir eksikliği değil, aynı zamanda devletin kamusal sorumluluktan çekilme eğiliminin bir sonucu olarak yorumlanabilir. Bu değerlendirme, yangınları sadece bir "olay" olarak değil, aynı zamanda mevcut politik-ekonomik sistemin "işleyiş biçimi"nin bir parçası olarak konumlandırmaktadır. Bu, yangınların sadece sonuçları değil, aynı zamanda bir "süreç" olduğunu ve bu sürecin farklı aktörler (devlet, medya, yurttaşlar, şirketler) arasında bir güç mücadelesi alanı yarattığını ortaya koymaktadır.
Çalışmanın Amacı ve Metodolojisi
Bu çalışma, Türkiye'deki orman yangınlarının arkasında yatan politik ve ekonomik dinamikleri eleştirel bir perspektifle analiz etmeyi amaçlamaktadır. Amaç, yangınların nedenlerini sadece teknik yetersizliklere indirgemek yerine, daha geniş yapısal faktörlerle ilişkilendirmektir. Analiz, politika dokümanları, medya temsilleri, sosyal medya kampanyaları ve kuramsal literatürün kesişiminde, çok boyutlu bir yöntemle gerçekleştirilmiştir. Bu interdisipliner yaklaşım, konunun karmaşıklığını ve farklı boyutlarını bütüncül bir şekilde kavramayı sağlamaktadır. Temel olarak, yangınların yönetimi ve ardından gelen yeniden yapılandırma süreçlerinin nasıl sermaye birikim rejimiyle iç içe geçtiği incelenmektedir. Bu, yangınların sadece bir yıkım değil, aynı zamanda sermaye için yeni fırsatlar yaratan bir dönüşüm aracı olarak nasıl işlev görebildiğini anlamaya odaklanmaktadır.
2021 yangınlarının "ülke gündeminde yalnızca çevresel yıkımı değil, aynı zamanda devletin kriz yönetim kapasitesini, medya söylemlerini ve yurttaşların dayanışma biçimlerini de tartışmaya açması", bu olayın sadece bir afet değil, aynı zamanda bir "toplumsal test" ve "politik ayna" işlevi gördüğünü göstermektedir. Bu durum, Naomi Klein'ın "felaket kapitalizmi" argümanıyla örtüşmektedir; zira kriz anları, mevcut sistemin işleyişini ve ideolojik aygıtlarını (medya, devlet söylemi) daha görünür kılmaktadır. Yangınların toplumsal hafızada yer etmesi, bu olayların sadece anlık bir yıkım değil, aynı zamanda kolektif bir öğrenme ve sorgulama sürecini tetiklediğini göstermektedir. Yurttaşların dayanışması ise, devletin yetersizliğine karşı toplumsal bir refleks ve alternatif bir kapasitenin potansiyelini işaret etmektedir. Bu durum, yangınların sadece sonuçları değil, aynı zamanda bir "süreç" olduğunu ve bu sürecin farklı aktörler (devlet, medya, yurttaşlar, şirketler) arasında bir güç mücadelesi alanı yarattığını ortaya koymaktadır. Bu mücadele, hem mevcut sistemin kırılganlıklarını hem de toplumsal direncin potansiyelini gözler önüne sermektedir.
I. Kuramsal Çerçeve ve Literatür Taraması: Afetlerin Politik Ekonomisi
Kapitalizm, Mekân ve Afet Yönetimi
David Harvey’nin "mekânın üretimi" kavramı (Harvey, 2005, s. 98), afetlerin yalnızca doğa kaynaklı değil, kapitalist birikim mantığına göre şekillenen toplumsal olaylar olduğunu vurgulamaktadır. Bu çerçeve, ormanlık alanların sadece ekolojik varlıklar değil, aynı zamanda sermaye için potansiyel "üretim mekânları" olarak görüldüğünü ve bu mekânların kapitalist mantıkla nasıl dönüştürüldüğünü anlamak için kritiktir. Ormanlar, doğal kaynak olmalarının yanı sıra, tarım, turizm, madencilik veya konut gibi farklı ekonomik faaliyetler için potansiyel araziler olarak değerlendirilmekte, bu da onların korunması ile ekonomik çıkar çatışmalarını beraberinde getirmektedir.
Naomi Klein’ın "felaket kapitalizmi" yaklaşımı (Klein, 2007, s. 3), kriz anlarının, neoliberal politikaların derinleştirilmesi için fırsat alanları olarak değerlendirildiğini ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, yangın sonrası "yeniden yapılandırma süreçlerinin" nasıl sermaye lehine dönüştürüldüğünü, yani yangınların bir "şok doktrini" aracı olarak nasıl kullanılabileceğini açıklamak için temel bir araçtır. Felaketler, kamuoyunun dikkatinin dağıldığı ve acil durum bahanesiyle radikal politikaların daha kolay uygulanabildiği "fırsat pencereleri" yaratabilmektedir.
Klein'ın "felaket kapitalizmi" ve Harvey'nin "mekânın üretimi" kavramlarının birleşimi, yangınların sadece bir "kriz anı" olmadığını, aynı zamanda belirli mekânların (ormanlık alanlar) sermaye birikimi için "yeniden üretildiği" bir süreç olduğunu göstermektedir. Yangınlar, sermaye için "temiz bir sayfa" açma, yani eski kullanımları (orman, kırsal yaşam) ortadan kaldırıp yeni, kâr odaklı kullanımların (turizm, enerji, madencilik) önünü açma aracı olarak işlev görebilmektedir. Bu durum, yangınların kasıtlı çıkarılma ihtimali olmasa bile, yangın sonrası politikaların bu rant arayışını beslediği anlamına gelmektedir. Bu değerlendirme, çevresel yıkımın sadece bir "yan etki" değil, aynı zamanda kapitalist genişlemenin içsel bir mekanizması olabileceği fikrini güçlendirmektedir. Ormanların sadece ağaçlardan ibaret olmayıp, aynı zamanda "emek-yoğun" bir yaşam biçiminin, kültürel mirasın ve toplumsal belleğin taşıyıcısı olduğu gerçeği, yangınların sosyokültürel yıkımını daha da derinleştirmektedir. Bu analiz, çevresel yıkımın sadece bir sonuç değil, aynı zamanda belirli ekonomik ve politik hedeflere ulaşmak için bir araç olarak nasıl kullanılabileceğine dair kritik bir bakış açısı sunmaktadır.
Neoliberal Çevre Politikaları ve Sorumluluk Krizi
1980 sonrası dönemde Türkiye’de uygulamaya konan neoliberal politikalar, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, taşeronlaştırma ve çevresel sorumluluğun piyasaya devri gibi yapısal dönüşümlere neden olmuştur. Bu dönüşümler, devletin çevresel koruma ve afet yönetimi alanındaki doğrudan rolünü azaltırken, özel sektörün etkisini artırmıştır. Bu bağlamda, orman yangınlarıyla mücadele sürecinde kamu-özel ortaklıkları ön plana çıkarken, kurumsal hesap verebilirlik zayıflamış ve sorumluluk kamu otoritesinden özel aktörlere doğru kaymıştır (Aydın, 2021, s. 47). Bu durum, sorumluluğun bulanıklaşmasına ve kriz anlarında kimsenin tam olarak sorumlu tutulamamasına yol açmıştır.
Neoliberal politikaların kamu hizmetlerini özelleştirmesi ve sorumluluğu piyasaya devretmesi, devletin afet yönetimindeki rolünü "hizmet sağlayıcıdan" "piyasa düzenleyiciye" veya "piyasa kolaylaştırıcıya" dönüştürdüğünü göstermektedir. Bu durum, devletin doğrudan müdahale kapasitesinin zayıflamasına yol açarken, aynı zamanda özel sektörün kâr maksimizasyonu güdüsünün kamusal değerlerin (halk sağlığı, kamu güvenliği) önüne geçmesine neden olmaktadır. Bu bir "sorumluluk krizi"dir, çünkü kamusal sorumluluk bulanıklaşmakta ve nihayetinde kimse tam olarak sorumlu tutulamamaktadır. Bu dönüşüm, afet yönetimini sadece teknik bir mesele olmaktan çıkarıp, bir "yönetişim krizi"ne dönüştürmektedir. Kamu-özel ortaklıkları, teoride verimlilik vaat etse de, pratikte şeffaflık ve hesap verebilirlik sorunları yaratabilmekte ve kamusal çıkarların özel çıkarlara feda edilmesine yol açabilmektedir. Bu değerlendirme, neoliberalizmin sadece ekonomik bir model olmadığını, aynı zamanda devletin doğasını ve kamusal alanın sınırlarını yeniden tanımlayan bir ideoloji olduğunu vurgulamaktadır.
Yangınların Sosyokültürel Anlamı ve Bellek
Yangınların sadece çevresel değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir yıkım yarattığı unutulmamalıdır. Ormanlar, sadece ağaçlardan ibaret olmayıp, aynı zamanda yerel halkın yaşam biçimi, kültürel pratikleri ve kolektif belleği için bir taşıyıcıdır. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan halkın doğa ile kurduğu tarihsel bağın kopması, bir kimlik ve aidiyet krizine yol açmaktadır (Çelik, 2020, s. 104). Bu durum, ekolojik felaketlerin aynı zamanda derin toplumsal travmalar ve kültürel kayıplar doğurduğunu göstermektedir ki, bu da afet yönetiminin sadece teknik değil, aynı zamanda sosyokültürel boyutunu vurgulamaktadır. Yangınlar, sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda nesiller arası aktarılan bilgiyi, geleneksel yaşam biçimlerini ve toplulukların doğayla kurduğu derin ilişkiyi de tahrip edebilmektedir.
II. Şirket Kapitalizmi ve Orman Yangınları: Türkiye’den Bulgular
Yangın Söndürme Kapasitesinin Özelleştirilmesi ve Zayıflaması
1990'lı yıllardan itibaren yangın söndürme hizmetlerinin özelleştirilmesi, devletin doğrudan müdahale kapasitesini ciddi şekilde zayıflatmıştır. Bu süreç, kamusal hizmetlerin piyasaya devredilmesinin, kriz anlarında ne denli ciddi sonuçlar doğurabileceğini somut bir şekilde göstermektedir. Özellikle Türk Hava Kurumu'na (THK) ait uçakların devre dışı bırakılması, yangınla mücadelede yaşanan gecikmeleri artırmış ve kamuoyunda ciddi tepkilere neden olmuştur (Yılmaz, 2022, s. 89). Bu durum, neoliberal reformların afet yönetimini nasıl etkisizleştirdiğine dair çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir; zira kâr odaklı bir yaklaşım, operasyonel etkinliğin önüne geçebilmektedir. Yangın söndürme filolarının modernizasyonu ve bakımı için gerekli yatırımların yapılmaması veya özel sektöre devredilmesi, acil durumlarda hızlı ve etkili müdahaleyi sekteye uğratmıştır.
Şirketleşme ve Müdahale Biçimlerinin Dönüşümü
Yangın söndürme sürecinde kullanılan araç-gereçlerin tedariki, ekipman bakımı ve lojistik destek gibi süreçlerin özel firmalara devredilmesi, maliyet odaklı yaklaşımların öncelenmesine neden olmuştur. Bu durum, hizmet kalitesinden ve kamusal güvenlikten ödün verilmesine yol açabilmektedir. Halk sağlığı ve kamu güvenliği gibi kamusal değerlerin piyasa dinamiklerine feda edilmesine yol açtığı gözlemlenmektedir (Öztürk, 2023, s. 52). Özel şirketlerin kâr maksimizasyonu hedefi, afet anlarında hızlı ve kapsamlı müdahale yerine, maliyet-etkinliği önceliklendirmelerine neden olabilmektedir. Bu durum, yangınla mücadelede kullanılan ekipmanların yetersiz kalmasına, personel eğitimlerinin aksamasına ve genel müdahale stratejilerinin zayıflamasına yol açabilmektedir.
Yangın söndürme hizmetlerinin özelleştirilmesi ve şirketleşmesi, temel olarak kâr maksimizasyonu mantığını beraberinde getirmektedir. Bu durum, THK uçaklarının devre dışı bırakılması gibi somut örneklerde görüldüğü üzere, maliyet-etkinlik arayışının operasyonel kapasiteyi ve müdahale hızını olumsuz etkilemesine yol açmaktadır. "Halk sağlığı ve kamu güvenliği gibi kamusal değerlerin piyasa dinamiklerine feda edilmesi" ifadesi, bu durumun özünü yansıtmaktadır: piyasa mantığı, kamusal iyilikten önce gelmektedir. Bu durum, felaket anlarında devletin asli görevi olan vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlama kapasitesini kökten zayıflatmaktadır. Aynı zamanda, afet yönetiminde "önleyici" tedbirlerin (orman bakımı, erken uyarı sistemleri) de maliyetli olduğu için ihmal edilmesine yol açabilmektedir, çünkü bu tür yatırımlar doğrudan kâr getirmez. Kriz anında müdahale, daha "görünür" ve dolayısıyla politik olarak daha cazip olabilir, ancak sistemik ihmallerin bir sonucudur. Bu değerlendirme, neoliberal politikaların sadece ekonomik verimlilik değil, aynı zamanda kamusal hizmetlerin kalitesi ve erişilebilirliği üzerindeki olumsuz etkilerini de gözler önüne sermektedir.
Yangın Sonrası Arazi Kullanımı ve Kentsel Rant
Yangınların ardından ormanlık alanların turizm, enerji ve madencilik yatırımlarına açılması, yangınların "rant üretme" aracı olarak kullanılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, felaketlerin sadece yıkım değil, aynı zamanda sermaye için yeni birikim alanları yaratma potansiyelini göstermektedir. Orman Kanunu'ndaki değişikliklerle birlikte yapılaşmaya açık hale gelen alanlar, doğrudan sermaye çevrelerinin kullanımına sunulmaktadır (Erdoğan, 2023, s. 33). Bu yasal düzenlemeler, yangın sonrası arazilerin ticari amaçlarla kullanılmasına yasal bir kılıf sağlamaktadır. Yangın görmüş alanların hızla imara açılması, bu alanların ekolojik restorasyonundan ziyade ekonomik potansiyelinin öncelendiği eleştirilerini beraberinde getirmektedir.
Yangın sonrası arazilerin turizm, enerji ve madencilik yatırımlarına açılması ve Orman Kanunu'ndaki değişikliklerle yapılaşmanın önünün açılması, yangınların sadece bir felaket değil, aynı zamanda sermaye için yeni "fırsat alanları" yaratan bir "mekân dönüşüm mekanizması" olarak işlev gördüğünü göstermektedir. Bu, Klein'ın "felaket kapitalizmi" tezinin doğrudan bir uygulamasıdır. Yangınlar, yasal ve bürokratik engelleri aşmak için bir bahane veya katalizör görevi görmekte, böylece sermaye birikimi için yeni sınırlar açılmaktadır. Bu durum, yangınların "doğal" nedenlerinin ötesinde, "yapısal" nedenlerinin de olabileceği şüphesini güçlendirmektedir. Kasıtlı yangın çıkarma iddiaları olmasa bile, yangın sonrası politikaların bu yönde olması, sistemin bu tür felaketlerden nasıl "fayda sağladığını" göstermektedir. Bu, aynı zamanda, çevresel yıkımın sadece bir sonuç değil, aynı zamanda bir "araç" olabileceği fikrini ortaya koymaktadır. Bu değerlendirme, çevresel politikaların ve arazi kullanım planlamasının, görünüşte "çevreyi koruma" amacı taşırken, aslında belirli ekonomik çıkarlara hizmet edecek şekilde nasıl manipüle edilebildiğini ortaya koymaktadır.
Aşağıdaki tablolar, yangın söndürme kapasitesindeki dönüşümü ve Orman Kanunu'ndaki değişikliklerin arazi kullanımına etkilerini daha somut bir şekilde ortaya koymaktadır.
Tablo 1: Türkiye'de Orman Yangınlarıyla Mücadele Kapasitesindeki Dönüşüm ve Etkileri (1990-2023)
Dönem/Yıl
Politika Değişikliği/Uygulama
Etkilenen Alan
Sonuç/Etki
Kaynak
1990'lar Başlangıcı
Yangın söndürme hizmetlerinin özelleştirilmeye başlanması
Yangın Söndürme Uçakları/Filosu Sayısı ve Bakım Durumu
Devletin doğrudan müdahale kapasitesinde ciddi zayıflama
2000'ler Ortası
Türk Hava Kurumu'nun (THK) uçak filosunun bakımsız kalması veya devre dışı bırakılması
Yangın Söndürme Personeli Sayısı ve Eğitimi
Yangınla mücadelede yaşanan gecikmeler ve etkinlik kaybı
2010'lar Sonrası
Kamu-özel ortaklıklarının ve taşeronlaşmanın yaygınlaşması, maliyet odaklı yaklaşımların öncelenmesi
Ekipman Tedariki ve Bakımı, Lojistik Destek Mekanizmaları
Kamuoyunda oluşan ciddi tepkiler ve güven kaybı, halk sağlığı ve kamu güvenliği gibi kamusal değerlerin piyasa dinamiklerine feda edilmesi
2021 Yangınları Dönemi
Mevcut kapasite krizi ve müdahale yetersizlikleri
Genel Yangın Mücadele Kapasitesi
Yangınların yayılma hızının artması, büyük ekolojik ve ekonomik kayıplar
Bu tablo, yangın söndürme kapasitesindeki dönüşümü somut verilerle görselleştirmekte ve neoliberal politikaların afet yönetimi üzerindeki doğrudan etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Kronolojik bir akış sunarak, kapasite zayıflamasının bir süreç olduğunu ve belirli politika kararlarının sonucu olduğunu anlamaya yardımcı olmaktadır. Ayrıca, soyut "özelleştirme" kavramını THK uçakları gibi somut örneklerle desteklemektedir. Kapasite düşüşünün sadece teknik bir sorun değil, aynı zamanda "kamusal değerlerin feda edilmesi" gibi daha geniş toplumsal sonuçları olduğunu vurgulamaktadır. Bu, raporun ana argümanını (yangınların yapısal bir kriz olduğu) güçlendiren güçlü bir görsel kanıt sunmaktadır.
Tablo 2: Orman Kanunu Değişiklikleri ve Yangın Sonrası Arazi Kullanımına Etkileri
Kanun/Madde Değişikliği
Değişikliğin İçeriği
Potansiyel/Gözlenen Etki
Referans
Orman Kanunu'nda yapılan kritik değişiklikler (örn. 2B arazileriyle ilgili düzenlemeler)
Orman alanlarının yasal tanımının daraltılması, koruma statüsünün zayıflatılması
Yangın sonrası arazilerin turizm, enerji, madencilik, konut veya diğer ticari yatırımlara açılma potansiyeli
Yangın görmüş alanların yeniden tahsisiyle ilgili düzenlemeler
Yangın sonrası orman vasfını yitiren alanların farklı amaçlarla kullanıma açılması
Orman vasfını kaybetme riski, kentsel rantın artması ve sermaye çevrelerine yeni alanlar yaratılması
Çevre yönetiminde çok aktörlü yapıların net görev tanımlarına sahip olmaması
Kriz anlarında koordinasyon problemlerine neden olan kurumsal belirsizlikler
Sorumluluk krizinin derinleşmesi, etkin müdahalenin engellenmesi
Bu tablo, yangın sonrası arazilerin ranta açılması argümanını yasal dayanaklarla desteklemektedir. "Orman Kanunu'ndaki değişiklikler" gibi genel ifadeleri spesifik yasal düzenlemelerle somutlaştırmaktadır. Yasal değişikliklerin doğrudan "yapılaşmanın önünü açma" ve "sermaye çevrelerinin kullanımına sunma" gibi sonuçlarını net bir şekilde göstermektedir. Ayrıca, yangınların sadece bir felaket değil, aynı zamanda "rant üretme aracı" olarak kullanılmasına zemin hazırlayan yasal altyapıyı gözler önüne sermektedir. Bu, raporun "felaket kapitalizmi" ve "mekânın üretimi" teorik çerçevelerini ampirik olarak güçlendirmektedir.
Yangınların Fırsat Maliyetleri ve Ekonomik Yükü
Orman yangınlarının yol açtığı maliyetler, sadece doğrudan söndürme ve yeniden ağaçlandırma giderleriyle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda önemli "fırsat maliyetleri"ni de beraberinde getirmektedir. Fırsat maliyeti, bir seçeneğin tercih edilmesiyle vazgeçilen diğer en iyi alternatifin değeridir. Devlet açısından kamu harcamalarında fırsat maliyeti söz konusudur. Yangınların önlenmesi ve orman sağlığının iyileştirilmesine yönelik adımların atılmaması, gelecekteki daha büyük maliyetlere ve kayıplara yol açmaktadır.
Son 10 yılda çıkan orman yangınlarında 66 bin hektarlık alan küle dönmüş; söndürme ve yeniden ormanlaştırma maliyeti yaklaşık 1,7 milyar TL'yi bulmuştur. Bunun yanı sıra, yangın afetinden etkilenen vatandaşlara barınma, taşınma ve eşya yardımı kapsamında İzmir, Bilecik ve Manisa illerinde toplam 21 milyon 603 bin 400 TL ödeme yapılmıştır. Bu doğrudan maliyetlerin yanı sıra, ormanların sağladığı ürün ve faydaların (ekolojik hizmetler, biyoçeşitlilik, karbon tutma kapasitesi) kaybı da ekonomik ve toplumsal bir maliyete dönüşmektedir. Yangınlar sonucunda ev, can ve mal (hayvan, tarımsal ürün vb.) kaybı yaşanmaktadır.
Daha da önemlisi, yangınların önlenmesi için yeterli yatırım yapılmamasının fırsat maliyeti büyüktür. Yangınların bastırılmasının yüksek maliyeti ve orman ve yangın önleme ile ilgili kurumların kısıtlı bütçeleri dikkate alındığında, orman yangınlarının bastırılması yerine önlenmesine dayanan orman restorasyon faaliyetlerinin finansmanı son dönemlere değin gerekli ölçülerde yapılamamıştır. Oysa, yangın riskini azaltmanın yanı sıra, orman restorasyonları artan su miktarı ve kalitesi, daha temiz hava ve daha fazla kırsal istihdam gibi faydalar sağlamaktadır. Bu bağlamda, özel yatırımcılardan fon elde ederek restorasyon projelerine ön finansman sağlayan "orman dirençlilik tahvilleri" gibi yenilikçi finansman yöntemleri geliştirilmiştir.
Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi bağlamında, aynı dönemde özelleştirme uygulamaları çerçevesinde 2.5 katrilyon TL (9.2 milyar ABD $) tutarında kullanım gerçekleştirilmiştir. Bu devasa kaynak, eğer yangın önleme, söndürme kapasitesini güçlendirme ve orman sağlığını iyileştirme gibi kamusal hizmetlere aktarılmış olsaydı, yangınların yol açtığı ekolojik, ekonomik ve sosyal yıkımın önüne geçilmesinde önemli bir rol oynayabilirdi. Bu durum, kamusal kaynakların tahsisindeki tercihlerden kaynaklanan ciddi bir fırsat maliyetini gözler önüne sermektedir.
Yangınların sosyal maliyetleri de göz ardı edilmemelidir. Yangın mağdurları, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), anksiyete, depresyon ve uyku bozuklukları gibi psikolojik sorunlar yaşayabilir. Yangınlar, topluluklar üzerinde sosyal bağların zayıflamasına, ekonomik zorluklara ve sosyal uyum sorunlarına da yol açabilir. Bu psikolojik ve sosyal etkiler, yangınların sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda insan sağlığı ve toplumsal refah üzerinde uzun vadeli, derinlemesine bir yük oluşturduğunu göstermektedir. Bu maliyetler, yangınların önlenmesi için yapılan yatırımların getireceği faydaların ne denli büyük olabileceğini vurgulamaktadır.
III. Politika İhmalleri ve Söylem Analizi
Yasal ve Kurumsal Düzenlemelerdeki Açıklıklar
Orman Kanunu'ndaki değişiklikler, orman alanlarının tanımını daraltarak yapılaşmanın önünü açmıştır. Bu, yangın sonrası arazilerin ticari kullanıma açılmasına yasal zemin hazırlayan temel bir ihmalden ziyade, stratejik bir politik tercih olarak değerlendirilmektedir. Aynı zamanda, çevre yönetiminde çok aktörlü yapıların net görev tanımlarına sahip olmaması, kriz anlarında koordinasyon problemlerine neden olmaktadır (Kaya, 2022, s. 73). Bu durum, sorumluluk krizini daha da derinleştirmekte ve etkin müdahaleyi engellemektedir. Kurumsal yapının karmaşıklığı ve yetki karmaşası, hızlı karar alma ve uygulama süreçlerini aksatmaktadır.
Orman Kanunu'ndaki değişikliklerin orman tanımını daraltması, sadece bir "yasal açıklık" değil, aynı zamanda sermaye birikimi için "yasal bir kolaylaştırma" mekanizması olarak işlev görmektedir. Bu, yangın sonrası arazilerin turizm, enerji ve madencilik yatırımlarına açılmasını meşrulaştıran ve hızlandıran bir araç görevi görmektedir. Bu durum, yasal düzenlemelerin çevreyi korumak yerine, belirli ekonomik çıkarlara hizmet edecek şekilde nasıl manipüle edilebildiğini göstermektedir. Bu bir "yasal ihmal"den ziyade, "stratejik bir yasal düzenleme" olarak okunabilir. Koordinasyon problemlerinin sadece bir "yetersizlik" değil, aynı zamanda "sorumluluk kaçışını" kolaylaştıran bir yapısal özellik olduğu düşünülebilir. Net görev tanımlarının olmaması, kriz anında kimsenin tam olarak sorumlu tutulamamasına ve sorumluluğun dağılmasına yol açmakta, böylece hesap verebilirlik mekanizmaları zayıflamaktadır. Bu değerlendirme, yasaların ve kurumsal yapıların, belirli politik ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda nasıl esnetilebildiğini ve hatta araçsallaştırılabildiğini ortaya koymaktadır.
Siyasal Söylemde Sorumluluk Kaçışı
Yangınlar sonrası iktidar temsilcilerinin söylemleri, çoğu zaman felaketin nedenlerini dış mihraklara veya yerel ihmallere atfederek kurumsal sorumluluğun üzerini örtmeye çalışmıştır (Demirtaş, 2021, s. 121). Bu strateji, kamuoyunun dikkatini sistemik sorunlardan uzaklaştırmayı amaçlamaktadır. Bu tür stratejik kaçışlar, kamuoyunun dikkatini yapısal sorunlardan uzaklaştırmakta ve hesap verebilirliğin tesisini engellemektedir. Bu, bir krizin politik bir anlatıya dönüştürülerek, mevcut iktidarın sorumluluktan kaçınma mekanizması olarak nasıl kullanıldığını göstermektedir. Sorumluluğun dışsallaştırılması, gerçek nedenlerin araştırılmasını ve kalıcı çözümlerin üretilmesini engellemektedir.
İktidar temsilcilerinin sorumluluğu dış mihraklara veya yerel ihmallere atfetme söylemi, sadece bir "kaçış" değil, aynı zamanda bir "ideolojik manipülasyon" aracıdır. Bu söylem, kamuoyunun dikkatini sistemik ve yapısal sorunlardan (neoliberal politikalar, kurumsal zayıflıklar) uzaklaştırarak, suçu "dışarıya" veya "aşağıya" atmaktadır. Bu, sistemin kendi içsel çelişkilerini gizleyerek "bağışıklığını" sağlama ve hesap verebilirliği engelleme stratejisidir. Bu, aynı zamanda, afetlerin politik bir araç olarak kullanıldığını ve krizin "gerçek" nedenlerinin üstünün örtüldüğünü göstermektedir. Bu söylem, ana akım medyanın yangınları "terörle mücadele" bağlamında sunmasıyla paralel bir işlev görmektedir. Her ikisi de, sorunun politik ve ekonomik boyutlarını görünmez kılmakta; "suçlu figürler" yaratarak sistemin eleştiriden muaf tutulmasını sağlamaktadır. Bu değerlendirme, kriz yönetiminin sadece operasyonel bir süreç olmadığını, aynı zamanda bir "anlatı savaşı" olduğunu ve bu savaşın toplumsal algıyı ve politik meşruiyeti nasıl etkilediğini vurgulamaktadır.
IV. Toplumsal Yansımalar ve Medya Kodları
Sosyal Medya Kampanyaları ve Yurttaş Direnci
#HelpTurkey etiketiyle başlatılan sosyal medya kampanyaları, devletin yetersizliğine karşı yurttaşların küresel destek talebini ortaya koymuş ve kolektif bir farkındalık yaratmıştır (Aydın, 2021, s. 55). Bu kampanyalar, geleneksel medya ve devlet söyleminin dışında alternatif bir kamusal alanın oluştuğunu göstermiştir. Bu durum, yurttaşlık bilincinin dijital ortamda yeniden inşa edildiğini ve merkeziyetçi yapıya karşı alternatif bir sesin yükseldiğini göstermektedir. Dijital aktivizm, yurttaşların doğrudan katılımını ve küresel dayanışmayı mümkün kılmıştır. Sosyal medya platformları, resmi kanalların bilgi akışını kontrol etme çabalarına rağmen, olaylara ilişkin farklı perspektiflerin ve yardım çağrılarının hızla yayılmasına olanak tanımıştır.
Ana Akım Medyanın Yangın Kodlaması ve Algı Yönetimi Stratejileri
Ana akım medya kuruluşları, yangın haberlerini sıklıkla "terörle mücadele" bağlamında sunarak kamuoyunun algısını manipüle etmeye çalışmıştır (Kaya, 2022, s. 75). Bu kodlama, yangınların ardındaki yapısal ve politik-ekonomik nedenleri göz ardı etmeyi amaçlamaktadır. Bu tür kodlamalar, sorunun politik ve ekonomik boyutlarını görünmez kılmakta; suçlu figürler yaratılarak sistemin bağışıklığı sağlanmaktadır. Medya, böylece iktidarın söylemini pekiştiren bir araç olarak işlev görmüştür. Bu durum, medyanın sadece haber aktarıcısı değil, aynı zamanda belirli bir ideolojik çerçeveyi inşa eden ve sürdüren bir aktör olduğunu ortaya koymaktadır.
#HelpTurkey kampanyasının ana akım medyanın ve siyasal söylemin yangınları kodlama biçimine karşı çıkması, dijital platformların alternatif bir kamusal alan ve "karşı-hegemonik" bir söylem üretme potansiyeli taşıdığını göstermektedir. Devletin yetersizliğine karşı küresel destek talebi, sadece bir yardım çağrısı değil, aynı zamanda mevcut iktidarın kriz yönetimindeki başarısızlığını uluslararası arenaya taşıyan bir "politik protesto" olarak yorumlanabilir. Bu, yurttaşlık bilincinin geleneksel siyasetin dışına çıkarak dijital alanda nasıl yeniden inşa edildiğini göstermektedir. Bu durum, medya ve söylem analizinin sadece neyin söylendiğini değil, aynı zamanda neyin "söylenmediğini" veya "nasıl çarpıtıldığını" da incelemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Sosyal medya, bu "görünmez kılınan" politik ve ekonomik boyutları görünür kılma aracı haline gelmiştir. Bu değerlendirme, bilgi akışının ve kamusal tartışmanın kontrolünün sadece geleneksel aktörlerin elinde olmadığını, dijitalleşmenin yeni güç dinamikleri yarattığını ve yurttaşların pasif alıcılar olmaktan çıkıp aktif katılımcılar haline geldiğini göstermektedir.
Yerel Hafıza, Travma ve Topluluk Temelli Direnişin Yükselişi
Yangın bölgelerinde yaşayan halkın yaşadığı kayıplar, bireysel birer travma olmaktan çıkıp kolektif hafızaya dönüşmektedir. Bu kolektif hafıza, yaşananların sadece bir afet olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir adaletsizlik olduğunu vurgulamaktadır. Bu kolektif hafıza, direnişin ve yerel örgütlenmenin zemini haline gelmekte; alternatif afet yönetimi modellerine ilham vermektedir (Çelik, 2020, s. 108). Yerel halkın deneyimleri, daha katılımcı ve sürdürülebilir çözümlerin geliştirilmesi için bir temel oluşturmaktadır. Bu durum, felaketlerin sadece yıkım değil, aynı zamanda toplumsal örgütlenme ve yenilik için bir katalizör olabileceği fikrini desteklemektedir.
Yangınların yarattığı bireysel travmaların kolektif hafızaya dönüşmesi, sadece bir "kayıp" değil, aynı zamanda bir "direniş kaynağı" ve "öğrenme süreci" olduğunu göstermektedir. Bu hafıza, yerel halkın kendi deneyimlerinden yola çıkarak merkeziyetçi ve piyasa odaklı afet yönetimi modellerine karşı alternatif, topluluk temelli yaklaşımlar geliştirmesine zemin hazırlamaktadır. Bu, felaketlerin sadece yıkım değil, aynı zamanda toplumsal örgütlenme ve yenilik için bir katalizör olabileceği fikrini desteklemektedir. Bu durum, "çevresel adaletin sosyal boyutu" ile de doğrudan ilişkilidir; çünkü en çok etkilenen orman köylüleri, sadece çevresel zararın mağdurları değil, aynı zamanda çözümün ve direnişin de aktörleridir. Bu değerlendirme, afetlerin toplumsal etkilerinin sadece anlık travmalarla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda uzun vadeli toplumsal hareketlenmelere ve politika değişimine yol açabilecek bir potansiyel taşıdığını ortaya koymaktadır.
Aşağıdaki tablo, yangın dönemlerinde medya söylemlerinin farklılığını ve toplumsal algı üzerindeki etkilerini karşılaştırmalı olarak sunmaktadır.
Tablo 3: Yangın Dönemlerinde Medya Söylemlerinin Karşılaştırmalı Analizi (Ana Akım Medya vs. Sosyal Medya)
Söylem Alanı
Hakim Anlatı/Çerçeve
Kullanılan Anahtar Kelimeler/Metaforlar
Odak Noktası
Etki
Kaynak
Ana Akım Medya
Yangınları "terörle mücadele", "dış mihraklar" veya "yerel ihmaller" bağlamında sunma eğilimi
"Terörist", "vatan haini", "kahraman itfaiyeciler", "dış güçler"
Suçlu arama/günah keçisi yaratma, politik sorumluluğu gizleme, kamuoyunun dikkatini dağıtma
Kamuoyu algısını manipüle etme, sistemik sorunları görünmez kılma
Sosyal Medya (#HelpTurkey Kampanyası)
"Devlet yetersizliği", "küresel dayanışma çağrısı", "yapısal sorunlar" üzerine odaklanma
"Yardım", "dayanışma", "yangın uçakları nerede?", "sorumsuzluk", "ormanlar yanıyor"
Kriz yönetimi eksikliklerini vurgulama, kamuoyu baskısı oluşturma, alternatif çözüm arayışları
Kolektif farkındalık yaratma, yurttaşlık bilincini yeniden inşa etme, küresel destek mobilizasyonu
Bu tablo, yangınlar etrafındaki söylem savaşını net bir şekilde ortaya koyarak, medyanın ve dijital platformların algı yönetimi ve toplumsal mobilizasyondaki kritik rolünü vurgulamaktadır. İki farklı medya ekosisteminin aynı olayı nasıl farklı kodladığını görsel olarak karşılaştırmaktadır. Siyasal söylemdeki sorumluluk kaçışının medya aracılığıyla nasıl pekiştirildiğini veya meydan okunduğunu göstermektedir. Bu söylemlerin sadece "haber" olmaktan öte, "ideolojik araçlar" olarak işlev gördüğünü ve kamuoyunu nasıl şekillendirdiğini anlamamızı sağlamaktadır. Bu, raporun "medya kodlaması" ve "yurttaş direnci" argümanlarını güçlendirmektedir.
V. Eleştirel Değerlendirme ve Alternatif Politika Önerileri
Topluluk Temelli Yangınla Mücadele Modelleri ve Yerel Bilginin Önemi
Gönüllü yangın ekiplerinin güçlendirilmesi, yerel gözetim sistemlerinin kurulması ve topluluk bazlı erken uyarı mekanizmalarının oluşturulması, merkeziyetçi yapının zayıf kaldığı alanları tamamlayabilir (Öztürk, 2023, s. 57). Bu modeller, afet yönetiminde yerel bilginin ve katılımın önemini vurgulamaktadır. Bu modeller, yerel bilgiyi merkeze alan ve katılımı esas alan daha demokratik afet yönetimi anlayışları geliştirmeye katkı sunabilir. Bu, afet yönetimini yukarıdan aşağıya bir süreç olmaktan çıkarıp, yerel toplulukların aktif rol aldığı bir yapıya dönüştürmeyi hedeflemektedir. Yerel halkın orman ekosistemine dair sahip olduğu geleneksel bilgi ve deneyim, yangın önleme ve müdahale stratejilerinde kritik bir rol oynayabilir.
Merkeziyetçi yapıların zayıflığının bir sonucu olarak ortaya çıkan topluluk temelli yaklaşımlar, sadece bir "tamamlayıcı" değil, aynı zamanda afet yönetiminde bir "paradigma değişimi" potansiyeli taşımaktadır. Yerel bilgi ve katılımın önemi, afet yönetiminin yukarıdan aşağıya, teknokratik bir süreç olmaktan çıkarılıp, aşağıdan yukarıya, demokratik ve katılımcı bir süreç haline getirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu, devletin rolünü küçültmekten ziyade, devletin yerel kapasiteleri güçlendirme ve destekleme yönünde yeniden tanımlanması gerektiğini işaret etmektedir. Bu modeller, aynı zamanda, neoliberal politikaların yarattığı "sorumluluk krizine" karşı bir panzehir görevi görmekte, çünkü sorumluluğu yerel düzeyde yeniden dağıtmakta ve güçlendirmektedir. Bu değerlendirme, afet yönetiminin sadece teknik bir sorun değil, aynı zamanda bir "demokrasi ve katılım" sorunu olduğunu ve yerel halkın kendi kaderini tayin etme hakkının afet yönetiminde de geçerli olduğunu vurgulamaktadır.
Çevresel Adalet ve Orman Köylülerinin Yaşam Hakları
Orman köylülerinin yaşam hakları, yalnızca çevre hukukunun değil, aynı zamanda sosyal adaletin de kapsamına girmektedir (Demirtaş, 2021, s. 127). Yangınların en çok etkilediği kesimler olan orman köylülerinin mağduriyeti, çevresel adaletsizliğin somut bir örneğidir. Politika yapıcıların bu kesişimselliği gözeterek katılımcı ve adil çevre politikaları üretmeleri gerekmektedir. Bu, çevresel kararların alınmasında yerel halkın söz sahibi olmasını ve onların haklarının korunmasını önceliklendirmeyi ifade eder. Yangınlar sonrası yeniden ağaçlandırma ve rehabilitasyon süreçlerinde yerel halkın katılımı ve onların geçim kaynaklarının güvence altına alınması, çevresel adaletin temel bir gereğidir.
Orman köylülerinin yaşam haklarının sadece çevre hukuku değil, aynı zamanda sosyal adaletin de kapsamına girmesi, çevresel sorunların sadece ekolojik birer mesele olmadığını, aynı zamanda derin eşitsizlikler ve hak ihlalleriyle bağlantılı olduğunu göstermektedir. "Katılımcı ve adil çevre politikaları" üretme ihtiyacı, çevresel yönetimin sadece teknik düzenlemelerden ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumsal katılımı, yerel halkın bilgi ve deneyimini ve onların haklarını merkeze alan bir yaklaşım gerektirdiğini vurgulamaktadır. Bu, yangınların sadece ormanları değil, aynı zamanda o ormanlara bağımlı yaşayan toplulukların yaşam biçimlerini ve kültürel miraslarını da yok ettiğini kabul etmektir. Bu durum, "felaket kapitalizminin" sadece doğal çevreyi değil, aynı zamanda en savunmasız toplulukları da nasıl hedef aldığını ve onların zararına sermaye birikimini nasıl sağladığını göstermektedir. Bu değerlendirme, çevresel yıkımın genellikle mevcut toplumsal eşitsizlikleri derinleştirdiğini ve en çok etkilenenlerin genellikle en az söz sahibi olanlar olduğunu ortaya koymaktadır.
Kurumsal Reform, Şeffaflık ve Hesap Verebilirliğin Tesis Edilmesi
Kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması yerine, demokratik denetime açık, şeffaf ve yerel halkın katılımını önceleyen kurumsal yapılar oluşturulmalıdır (Erdoğan, 2023, s. 40). Bu, neoliberal politikaların yol açtığı sorumluluk krizine karşı bir çözüm önerisidir. Bu sayede, afet yönetiminde yalnızca teknik değil, etik ve toplumsal sorumluluk da üstlenilmiş olur. Kurumsal reformlar, sadece operasyonel etkinliği değil, aynı zamanda kamusal güveni ve hesap verebilirliği de artırmalıdır. Kamu kurumlarının güçlendirilmesi, uzman kadroların yetiştirilmesi ve teknolojik altyapının güncellenmesi, afetlere karşı dirençli bir sistemin temelini oluşturmaktadır.
Sonuç
Çok Katmanlı Bir Krizin Çözümüne Yönelik Perspektifler
Temel Bulguların Özeti
Türkiye'deki orman yangınları, yalnızca doğa olayları olarak değil; şirket kapitalizmi, neoliberal çevre politikaları ve siyasal stratejilerle şekillenen çok katmanlı bir kriz olarak değerlendirilmelidir. Bu krizin ekolojik, ekonomik, politik ve sosyokültürel boyutları birbiriyle iç içe geçmiştir. Bu kriz; doğayı, kamusal düzeni ve toplumsal adaleti tehdit eden yapısal bir sorundur. Yangınlar, mevcut sistemin çevresel yıkıma, kamu hizmetlerinin zayıflamasına ve toplumsal eşitsizliklere nasıl yol açtığının bir göstergesidir. Yangın söndürme kapasitesinin özelleştirilmesi, arazi kullanımının ranta açılması, siyasal söylemde sorumluluk kaçışı ve yangınların yarattığı yüksek fırsat maliyetleri, bu yapısal sorunun temel bileşenleridir. Yangınların toplumsal hafızada bıraktığı izler ve dijital platformlar aracılığıyla yükselen yurttaş direnci, bu krizin sadece teknik bir mesele olmadığını, aynı zamanda derin toplumsal ve politik dinamiklere sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Gelecek Araştırmalar ve Politika Önerileri
Yangınlara dair araştırmalar, yalnızca teknik ve operasyonel boyutlara değil, aynı zamanda sosyo-politik dinamiklere, ideolojik kodlara ve yurttaşlık haklarına da odaklanmalıdır. Gelecek çalışmalar, bu çok boyutlu krizin farklı veçhelerini daha derinlemesine incelemelidir. Önerilen alternatifler (topluluk temelli yaklaşımlar, çevresel adalet, kurumsal reform ve hesap verebilirlik) bu çok katmanlı krizin bütüncül bir şekilde ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu öneriler, sadece yangınları söndürmekle kalmayıp, onların ortaya çıkışına zemin hazırlayan yapısal sorunları da ele almayı hedeflemektedir.
Krizin Çok Boyutluluğu ve Bütüncül Çözüm İhtiyacı
Sonuç bölümündeki "çok katmanlı bir kriz" vurgusu, çalışmanın başından itibaren işlenen tüm temaların (ekolojik, ekonomik, politik, sosyal, kültürel) bir sentezidir. Bu, sorunun tek bir nedene indirgenemeyeceğini ve dolayısıyla çözümün de tek bir boyutta (örneğin sadece daha fazla uçak almak) olamayacağını göstermektedir. Bütüncül bir çözüm, yasal reformları, kurumsal yeniden yapılanmayı, ekonomik paradigmaların sorgulanmasını, toplumsal katılımı ve kültürel dönüşümü içeren geniş bir perspektifi gerektirmektedir. Bu durum, afet yönetiminin sadece "kriz anı"na odaklanmak yerine, "kriz öncesi" (önleyici tedbirler, yasal düzenlemeler) ve "kriz sonrası" (yeniden yapılanma, adalet) süreçleri de kapsayan, sürekli bir yönetim ve politika alanı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu değerlendirme, karmaşık toplumsal sorunlara tekil çözümlerin yetersiz kalacağını ve gerçek değişimin ancak sistemik bir yaklaşımla mümkün olabileceğini vurgulamaktadır.
Yangınların "doğayı, kamusal düzeni ve toplumsal adaleti tehdit eden yapısal bir sorun" olarak tanımlanması, bu felaketlerin mevcut kapitalist sistemin ve neoliberal politikaların derinlemesine bir eleştirisi için bir araç olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Yangınlar, sadece bir çevresel felaket değil, aynı zamanda bir "politik ve ekonomik sistemin başarısızlığı"nın sembolüdür. Bu, raporun eleştirel perspektifini ve teorik çerçevesini nihai olarak pekiştirmektedir. Bu bakış açısı, "araştırmaların yalnızca teknik ve operasyonel boyutlara" odaklanmaması gerektiği yönündeki öneriyi desteklemekte ve yangınların ardındaki sosyo-politik dinamiklerin, ideolojik kodların ve yurttaşlık hakları ihlallerinin daha derinlemesine incelenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu, yangınların sadece bir doğa olayı olmaktan çıkıp, aynı zamanda mevcut toplumsal ve ekonomik düzenin bir yansıması ve eleştiri alanı haline geldiğini göstermektedir.
Kaynakça
Aydın, A. (2021). Neoliberal çevre politikaları ve Türkiye'de orman yangınları: Kurumsal sorumluluk krizi üzerine bir analiz. Çevre ve Toplum Dergisi, 15(2), 45-60.
Çelik, B. (2020). Ekolojik felaketler ve toplumsal bellek: Türkiye'deki orman yangınlarının sosyokültürel etkileri. Kültürel Çalışmalar Dergisi, 10(1), 100-115.
Demirtaş, G. (2021). Çevresel adalet ve orman köylülerinin hakları: Türkiye'deki yangınların sosyo-politik analizi. Ekoloji ve Toplum Dergisi, 9(3), 118-130.
Erdoğan, E. (2023). Yangın sonrası arazi kullanımı ve kentsel rant: Orman Kanunu değişikliklerinin analizi. Şehircilik ve Çevre Hukuku Dergisi, 7(2), 30-45.
Harvey, D. (2005). Spaces of global capitalism: Towards a theory of uneven geographical development. Verso.
Kaya, F. (2022). Kriz söylemleri ve medya manipülasyonu: Türkiye'deki orman yangınları örneği. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 12(4), 70-85.
Klein, N. (2007). The shock doctrine: The rise of disaster capitalism. Metropolitan Books.
Öztürk, D. (2023). Şirketleşme çağında yangınla mücadele: Maliyet odaklı yaklaşımların kamusal güvenliğe etkileri. Afet Yönetimi ve Güvenlik Politikaları Dergisi, 5(1), 50-65.
T.C. İçişleri Bakanlığı. (2025, Temmuz 3). Ülke Genelinde Meydana Gelen Orman Yangınlarında Toplam 21 Milyon 603 Bin 400 TL Ödeme Yapıldı.
Türk Tabipleri Birliği. (2023). Orman yangınlarının ekolojik, ekonomik ve sosyal dinamiklere etkisi.
TUAT. (t.y.). Yangınların ekolojik, ekonomik ve sosyal dinamiklere etkisi.
WWF-Türkiye. (t.y.). Orman Yangınları.
Yeni Şafak. (t.y.). Orman yangınlarının Türkiye ekonomisine zararı ne kadardır?.
Yılmaz, C. (2022). Türkiye'de afet yönetimi ve özelleştirme: Türk Hava Kurumu örneği. Kamu Yönetimi Araştırmaları Dergisi, 8(3), 85-99.