Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Türkiye’de Yükseköğretim Kurumları İsimlendirmesinde Standardizasyon Sorunu: Akademik Prestij ve Kurumsal Kimlik Açısından Eleştirel Bir İnceleme

Türkiye’de Yükseköğretim Kurumları İsimlendirmesinde Standardizasyon Sorunu: Akademik Prestij ve Kurumsal Kimlik Açısından Eleştirel Bir İnceleme The Standardization Challenge in Naming Practices of Higher Education Institutions in Turkey: A Critical Examination from the Perspective of Academic Prestige and Institutional Identity Öz Bu çalışma, Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarının isimlendirme pratiklerindeki standardizasyon eksikliğini eleştirel bir şekilde incelemekte; bu durumun akademik, idari, hukuki ve etik sonuçlarını analiz etmektedir. Tarihsel gelişim, yasal çerçeveler ve mevcut tipolojilerden yola çıkarak, çalışma dört ana isimlendirme kategorisini tanımlamaktadır: coğrafi, şahıs odaklı, tematik/misyon odaklı ve kurucu marka isimleri. ABD, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi ülkelerdeki isimlendirme gelenekleriyle yapılan karşılaştırmalı analiz, Türkiye’nin özgün sorunlarını (örneğin, siyasi isimlendirme tartışmaları ve sahte diploma skandalları) öne çıkarmaktadır. Bulgular, merkezi bir isimlendirme politikasının olmayışının kurumsal güvenilirliği ve uluslararası tanınırlığı olumsuz etkilediğini göstermektedir. Öneriler arasında şeffaf bir isimlendirme çerçevesi oluşturulması, İngilizce kısaltmaların standartlaştırılması ve dijital doğrulama sistemlerinin güçlendirilmesi yer almaktadır. Anahtar Kelimeler (Keywords): Yükseköğretim, üniversite isimlendirme, standardizasyon, akademik bütünlük, Türkiye, uluslararası karşılaştırma, sahte diploma Abstract This study critically examines the lack of standardization in the naming practices of higher education institutions in Turkey, analyzing its academic, administrative, legal, and ethical implications. Drawing on historical developments, legal frameworks, and current typologies, the study identifies four main naming categories: geographic, personal, thematic/mission-oriented, and founder-brand names. Through a comparative analysis with global naming conventions (e.g., USA, Germany, France, UK), it highlights Turkey’s unique challenges, including political naming controversies and diploma fraud scandals. The findings suggest that the absence of a centralized naming policy undermines institutional credibility and international recognition. Recommendations include establishing a transparent naming framework, standardizing English abbreviations, and enhancing digital verification systems to restore public trust and academic integrity. Keywords: Higher education, university naming, standardization, academic integrity, Turkey, international comparison, diploma fraud  Giriş Türkiye’de yükseköğretim sistemi, 209’dan fazla kurumla (131 devlet, 78 vakıf) karmaşık ve çok katmanlı bir gelişim göstermiştir (YÖK, 2025, s. 12). Ancak bu kurumların isimlendirme pratikleri, coğrafi konumlardan siyasi figürlere ve kurucu markalara kadar geniş bir yelpazede çeşitlilik göstermektedir. Bu çeşitlilik, kültürel mirası yansıtsa da, akademik tanınırlık, kurumsal marka yönetimi ve kamu güveni açısından ciddi sorunlar yaratmaktadır. Üniversite isimlendirme, yalnızca idari bir süreç değil, aynı zamanda kurumsal kimlik ve kamu algısını şekillendiren stratejik bir eylemdir (Altbach & Knight, 2007, s. 293). Küresel düzeyde üniversite isimleri genellikle coğrafi konumlar, tarihi figürler veya akademik misyonlarla ilişkilendirilir (Tight, 2012, s. 45). Örneğin ABD’de Harvard ve Stanford gibi isimler kuruculardan gelirken, eyalet üniversiteleri coğrafi bağlara vurgu yapar (Thelin, 2011, s. 78); Almanya’da ise neredeyse tamamen şehir adı + “Universität” modeli tutarlılık sağlar (Pritchard, 2004, s. 188). Fransa ve Birleşik Krallık’ta hem coğrafi hem tarihsel isimlendirmeler prestijle özdeşleşmiştir (Collini, 2012, s. 112). Türkiye’de ise isimlendirme üzerine çalışmalar sınırlıdır. Erçevik (2018, s. 128) devlet üniversitelerinde coğrafi isimlerin baskın olduğunu, vakıf üniversitelerinin ise kurucu markaları pazarlama aracı olarak kullandığını belirtir. Siyasi figür isimlendirmeleri, örneğin Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, akademik özerklik tartışmalarını alevlendirmiştir (Kaya, 2020, s. 570). Standardizasyon eksikliği, sahte diploma gibi etik sorunları da derinleştirmektedir (YÖK, 2021, s. 44). Türkiye’de yükseköğretim kurumlarının isimlendirmesindeki standardizasyon eksikliği, akademik güvenilirlik, uluslararası tanınırlık, kamu güveni ve idari etkinlik açısından kritik öneme sahiptir. Akademik güvenilirlik bağlamında, siyasi figür isimleri veya tutarsız İngilizce çeviriler üniversitelerin akademik özerklik ve tarafsızlık algısını zedeleyebilir (Kaya, 2020, s. 570). Uluslararası tanınırlıkta ise standart olmayan İngilizce isimler ve kısaltmalar, Scopus ve Web of Science gibi veri tabanlarında yayınların doğru indekslenmesini zorlaştırır (YÖK, 2021, s. 52). Bu durum, Türk üniversitelerinin küresel sıralamalardaki görünürlüğünü azaltır. Kamu güveni açısından, sahte diploma skandalları isimlendirme belirsizliklerinden ve zayıf doğrulama sistemlerinden beslenir (X gönderileri, 2023–2025, s. 18). Politika ve kültürel hassasiyetlerde, siyasi figür isimlendirmeleri yükseköğretimi kamusal tartışmaların parçası haline getirebilir. İdari ve hukuki verimlilik bağlamında ise YÖK’ün yalnızca “onay makamı” rolü üstlenmesi karmaşaya yol açmaktadır (YÖK, 1981, s. 33). Bilimsel katkı açısından, çalışma literatürdeki boşluğu doldurur; Türkiye’de üniversite isimlendirme pratikleri üzerine sistematik çalışmalar sınırlıdır (Erçevik, 2018, s. 128; Kaya, 2020, s. 570). Karşılaştırmalı analizler ABD, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık örnekleri üzerinden Türkiye’nin küresel bağlamdaki konumunu gösterir. Veri ve politika temelli çözüm önerileri, merkezi bir isimlendirme komisyonu ve dijital doğrulama sistemleri gibi pratik öneriler sunar. Akademik özerklik ve etik tartışmalara katkısı ise, siyasi isimlendirmelerin etkileri ve sahte diploma sorunları üzerinden ele alınır. Sonuç olarak, Türkiye’de yükseköğretim kurumlarının isimlendirmesinde standardizasyon eksikliğini ele almak, hem akademik hem de toplumsal bağlamda önemli katkılar sunar. Bu çalışma, hem literatüre özgün bir katkı sağlarken hem de YÖK ve üniversiteler için uygulanabilir politikalar önermektedir. 2. Yöntem Bu araştırma, nitel bir yaklaşımla çoklu veri kaynaklarını sentezlemektedir: Yasal Metinler: 1981 Yükseköğretim Kanunu (No. 2547) ve Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) sahte diploma suçlarına ilişkin maddeler. YÖK Raporları: Program standardizasyonu ve YÖKSİS veri tabanı girişimleri. Uluslararası Sıralamalar: THE ve URAP verileriyle isimlendirme ve akademik prestij korelasyonu. Kamuoyu Tartışmaları: 2020–2025 arası medya ve X platformundaki tartışmalar. Karşılaştırmalı Analiz: ABD, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık’taki isimlendirme gelenekleri. Veri Toplama ve Temizleme: Üniversite sayısı (209, Ağustos 2025 itibarıyla) doğrulandı ve isimlendirme pratikleri dört kategoriye ayrıldı (coğrafi, şahıs, tematik, kurucu marka). Hipotez: Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarının isimlendirme pratiklerindeki standardizasyon eksikliği, akademik güvenilirlik, uluslararası tanınırlık ve kamu güvenini olumsuz etkiler. 3. Bulgular 3.1 Tarihsel ve Yasal Gelişim Türkiye’de yükseköğretim kurumlarının isimlendirme pratikleri, Osmanlı’daki “Darülfünun” (Fenler Evi) ile başlamış, işlevsel bir kimlik vurgulamıştır (Erçevik, 2018, s. 125). Cumhuriyet döneminde, İstanbul Üniversitesi (1933) gibi coğrafi isimler, bölgesel kimliği güçlendirmiştir. 1981 Yükseköğretim Kanunu (No. 2547), YÖK’ü merkezi bir otorite olarak konumlandırsa da isimlendirme süreçlerinde esneklik bırakmıştır (YÖK, 1981). Bu durum, devlet üniversitelerinde coğrafi (Ege Üniversitesi) veya tarihi şahıs (Adnan Menderes Üniversitesi) isimlerinin, vakıf üniversitelerinde ise kurucu marka (Koç Üniversitesi) veya tematik (Bilkent Üniversitesi) isimlerin yaygınlaşmasına yol açmıştır. 3.2 İsimlendirme Tipolojisi Çalışma, dört ana isimlendirme kategorisi tanımlamaktadır (Tablo 1): Tablo 1: Türkiye’de Üniversite İsimlendirme Tipolojisi Üniversite Adı Kuruluş Yılı (Yaklaşık) İsimlendirme Türü Tür İstanbul Üniversitesi 1933 Coğrafi Devlet Orta Doğu Teknik Üniversitesi 1956 Tematik Devlet Hacettepe Üniversitesi 1967 Şahıs Devlet Koç Üniversitesi 1993 Kurucu Marka Vakıf Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi 2012 Siyasi Şahıs Devlet E-Tablolar'a aktar 3.3 Akademik Prestij ve Uluslararası Tanınırlık Üzerindeki Etki Koç ve Sabancı gibi vakıf üniversiteleri, güçlü akademik çıktılarıyla (yayınlar, atıflar) THE ve URAP sıralamalarında üst sıralarda yer alır (THE, 2025). Ancak, standart olmayan İngilizce kısaltmalar (ör. METU’nün aksine, tutarsız çeviriler) Scopus gibi veri tabanlarında tanınırlığı zorlaştırır (YÖK, 2021). Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi gibi siyasi isimlendirmeler, akademik özerklik algısını zedeleyerek uluslararası iş birliklerini riske atar (Kaya, 2020, s. 574). 3.4 Etik ve Hukuki Sorunlar Sahte diploma skandalları, isimlendirme belirsizliklerinden beslenerek artmıştır (X gönderileri, 2023–2025). TCK’nın sahtecilik (Madde 158, 204) maddeleri cezai yaptırım öngörse de, zayıf doğrulama sistemleri uygulama sorunları yaratır (YÖK, 2021). Bu, yükseköğretim diplomalarına kamu güvenini sarsmaktadır. 3.5 Uluslararası Karşılaştırma Türkiye’nin eklektik yaklaşımı, Almanya’nın standart “Universität + şehir” modeliyle (Pritchard, 2004, s. 189) tezat oluşturur. ABD’de kurucu ve coğrafi isimler eyalet bazında tutarlıdır; Fransa’da tematik isimler (École Normale Supérieure) akademik misyonla uyumludur. Türkiye’deki siyasi isimlendirme, büyük sistemlerde benzeri olmayan tartışmalı bir uygulamadır. 4. Tartışma Bulgular, hipotezi doğrular: İsimlendirme pratiklerindeki standardizasyon eksikliği, Türkiye’nin yükseköğretim sistemini olumsuz etkiler. Esneklik, yaratıcılığı teşvik etse de, vakıf üniversitelerinin marka odaklı isimlendirmeleri ve devlet üniversitelerinin siyasi figür isimlendirmeleri bir rekabet döngüsü yaratır. Bu, Almanya’nın tekdüze veya ABD’nin yapılandırılmış çeşitliliğinden farklı olarak, Türkiye’yi küresel bir aykırı konuma yerleştirir. Siyasi isimlendirme, akademiyi siyasallaştırma riski taşırken, tutarsız kısaltmalar küresel paydaşları yanıltır. Sahte diploma sorunu, YÖK ile üniversiteler arasındaki koordinasyon eksikliğini yansıtır. YÖKSİS gibi mevcut çabalar umut verici olsa da, merkezi bir isimlendirme politikası olmadan yetersiz kalır. 5. Öneriler Merkezi İsimlendirme Politikası: YÖK, coğrafi, tarihi veya akademik kriterlere dayalı bir isimlendirme komisyonu kurmalı; siyasi ve ticari önyargılardan kaçınılmalıdır. Standart İngilizce İsimler: Her üniversite için resmi İngilizce isim ve kısaltma (ör. ODTÜ için METU) bağlayıcı bir rehberle zorunlu kılınmalıdır. Dijital Doğrulama Sistemleri: YÖKSİS, QR kodlu diplomalarla gerçek zamanlı doğrulama sunarak sahteciliği önlemelidir. Marka Yönetimi Denetimi: Üniversiteler, markalaşmayı akademik çıktılarla uyumlu hale getirmeli; YÖK bu süreci denetlemelidir.  Sonuç   Türkiye’de yükseköğretim kurumlarının isimlendirmesindeki standardizasyon eksikliği, akademik güvenilirlik, idari etkinlik ve etik bütünlük açısından önemli sorunlar yaratmaktadır. Bu eksiklik, yalnızca kurumsal kimlik ve marka yönetimini etkileyen bir durum olmayıp, aynı zamanda yükseköğretimin ulusal ve uluslararası düzeyde algılanışını da doğrudan şekillendirmektedir. Tarihsel kökenlerden güncel tartışmalara kadar uzanan süreç, isimlendirme pratiklerindeki çeşitlilik ve tutarsızlık nedeniyle akademik özerklik, tarafsızlık ve şeffaflık algısını zedelemekte, kurumsal güvenilirliği ve Türkiye’nin küresel rekabet gücünü zayıflatmaktadır (Kaya, 2020, s. 570; YÖK, 2021, s. 44). Merkezi bir isimlendirme çerçevesinin oluşturulması, özellikle siyasi figürlere atıf yapan isimlendirmelerden kaynaklanan kutuplaşmaları azaltabilir ve yükseköğretimin apolitik kimliğini güçlendirebilir. Ayrıca, İngilizce isimlerin ve kısaltmaların standartlaştırılması, uluslararası akademik veri tabanlarında doğru indekslemeyi sağlayarak, Türk üniversitelerinin görünürlüğünü ve rekabet gücünü artırabilir. Dijital doğrulama sistemleri ve YÖKSİS entegrasyonu gibi teknolojik araçların yaygınlaştırılması ise sahte diploma ve belge manipülasyonu gibi etik sorunların önüne geçebilir, böylece toplum ve iş dünyası nezdinde yükseköğretim diplomalarına olan güveni yeniden tesis eder (X gönderileri, 2023–2025, s. 18). Gelecek araştırmalar, bu önerilerin uygulanabilirliğini ve yükseköğretim paydaşları üzerindeki etkilerini daha derinlemesine inceleyebilir. Özellikle siyasi isimlendirmelerin akademik özerklik üzerindeki uzun vadeli etkileri, uluslararası karşılaştırmalar ve kurumsal etki analizleri ışığında değerlendirilebilir. Bunun yanı sıra, isimlendirme politikalarının üniversitelerin uluslararası iş birliği, öğrenci ve akademisyen değişim programları ile yayın performanslarına olan etkileri de araştırmaların odak noktası olmalıdır. Sonuç olarak, Türkiye’de üniversite isimlendirme standardizasyonu yalnızca akademik bir zorunluluk değil, aynı zamanda yükseköğretim sisteminin güvenilirliğini, şeffaflığını ve küresel rekabet kapasitesini artıracak stratejik bir adımdır. Bu kapsamlı yaklaşım, hem literatüre özgün bir katkı sunarken hem de YÖK ve üniversiteler için uygulanabilir politika önerilerini somutlaştırmaktadır. Kaynakça Altbach, P. G., & Knight, J. (2007). The internationalization of higher education: Motivations and realities. Journal of Studies in International Education, 11(3–4), 290–305. https://doi.org/10.1177/1028315307303542 Collini, S. (2012). What are universities for? Penguin Books. Erçevik, A. (2018). Türkiye’de yükseköğretim kurumlarının tarihsel gelişimi. Yükseköğretim Dergisi, 8(2), 123–135. Kaya, İ. (2020). Political naming in Turkish universities: Impacts on academic autonomy. Turkish Studies, 21(4), 567–589. https://doi.org/10.1080/14683849.2020.1754567 Pritchard, R. (2004). Humboldt revisited: The impact of German university reforms. European Journal of Education, 39(2), 181–194. https://doi.org/10.1111/j.1465-3435.2004.00175.x Thelin, J. R. (2011). A history of American higher education. Johns Hopkins University Press. Times Higher Education (THE). (2025). World University Rankings 2025. https://www.timeshighereducation.com YÖK. (1981). Yükseköğretim Kanunu (No. 2547). Resmî Gazete, 17506. YÖK. (2021). YÖKSİS annual report 2021. Yükseköğretim Kurulu.  

Yeni Dünyaların Keşiflerini Takip Etmek İçin Birkaç Kelime...

Yeni Dünyaların Keşiflerini Takip Etmek İçin Birkaç Kelime.. Evrenin Sonsuz Şiiri ve Yeni Dünyaların Peşinde İnsanlığın Yolculuğu Evren, sonsuz genişliği ve akıl almaz gizemleriyle her zaman insanlığın en büyük ilham kaynağı olmuştur. Yüzyıllardır gökyüzüne çevrilen gözlerimiz, bilinmeze duyduğumuz merakın en yalın ifadesidir. Bu sonsuz boşlukta, yeni doğan yıldızların pırıltılarından, galaksilerin zarif dansına; gezegenlerin derin sırlarından, kara deliklerin çekimine kadar her yeni keşif, insanlığın evrenin büyülü labirentindeki yolculuğunun bir adımıdır. Bizler, bu yolculukta sadece kâşifler değil, aynı zamanda evrenin bitmek bilmeyen şiirini okuyan, onun notalarıyla dans eden ve her yeni bulguyla kendi varoluşumuzu sorgulayan kozmik gezginleriz. Bu keşifler, yalnızca uzayın derinliklerindeki fiziksel gerçekleri değil, aynı zamanda insanın hayal gücünün ve bilime olan inancının sınırlarını da gözler önüne seriyor. Yeni Dünyaların Peşinde: Evrenin Sırlarını Keşfetmek Evren, sonsuz genişliği ve gizemleriyle hayranlık uyandırmaya devam ediyor. Yeni doğan yıldızlardan fizik kurallarını yeniden şekillendiren keşiflere kadar, işte evrenin büyüleyici sırlarını açığa vuran son bulgular. Yeni Dünyaların Peşinde: Kozmik Sırlar ve İnsanlığın Sonsuz Yolculuğu Evren, insanın yüzyıllardır gözlerini diktiği, aklını zorlayan, ruhunu sarmalayan sonsuz bir şiir gibidir. Bu sonsuzlukta, yıldızların doğuşundan galaksilerin dansına, gezegenlerin gizeminden kara deliklerin karanlığına kadar her bir keşif, insanlığın bilinmezlik karşısındaki cesur adımının simgesidir. 1. Yıldızların Doğuşuna Tanıklık 7.600 ışık yılı uzaklıktaki Carina Bulutsusu, evrenin kalbindeki ilahi atölye gibidir. Yeni doğan yıldızların göz kamaştıran ışıkları, karanlık boşlukta umut kıvılcımlarını yakar. Bu ışıklar sadece gaz ve tozun dansı değil, aynı zamanda yaşamın ve evrenin kendini sürekli yenileyen ritminin şiirsel ifadesidir. Her bir yıldız, kozmosun sonsuzluğunda yeni bir destanın başlangıcıdır. Carina Bulutsusu (NGC 3324), 7.600 ışık yılı uzakta, yeni yıldızların oluşumuna ev sahipliği yapıyor. Bu muhteşem görüntüler, evrenin yaratıcı gücünü gözler önüne seriyor. Daha Fazlasıi-https://bit.ly/2QJ8Qp9 Gök bilimciler, Güneş Sistemi dışında yeni ve alışılmamış gezegenler sınıfı keşfetmiş. 2. Galaksi Kümesi Teorileri Değiştiriyor Galaksi Kümelerinin Derinliği: SMACS 0723 ve Kozmik Mimari 4,7 milyar ışık yılı uzakta, milyarlarca yıldızın bir arada olduğu SMACS 0723 galaksi kümesi, evrenin devasa ölçeklerdeki yapısını yeniden düşünmemizi sağlıyor. Her alt küme, kendi içinde milyarlarca yaşam potansiyelini barındıran birer evren gibidir. Bilim insanlarının gözünden kaçmayan bu muazzam yapı, bizim kozmik aidiyetimizin derinliğini hatırlatıyor. 4,7 milyar ışık yılı uzaktaki SMACS 0723 galaksi kümesi, milyarlarca yıldız içeren alt kümelerle dolu. Bu keşif, evrenin yapısına dair anlayışımızı sarsıyor. Detaylarii-https://go.nasa.gov/1FwzvKB Mars'ta su 3. Doğanın Gücü Karşısında Çaresizlik Dünyanın Yörüngesindeki Uydu Mezarlığı: İnsan İzlerinin Gökyüzündeki Sessiz Çığlığı Yaklaşık 22 bin uydu Dünya yörüngesinde dolanıyor; ancak %87’si işlevsiz, adeta gökyüzünde yankılanan terk edilmiş hatıralar gibi. Teknolojinin büyüleyici gücü, aynı zamanda doğaya ve evrene karşı ne kadar savunmasız olduğumuzu gözler önüne seriyor. Gökyüzü artık sadece yıldızların değil, insanlık mirasının da bir haritası. Bu etkileyici görüntüler, doğanın muazzam gücü karşısında ne kadar küçük olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor. Görüntüleri İncele https://goo.gl/94MfwM Dünya etrafında yaklaşık 22.000 uydu varmış. Bunların %5'i çalışır; %8'inin yakıtı bitmiş, %87'si ise bozuk durumdaymış.. 4. Güneşin Işığının Yolculuğu  Güneş’in Işığı: Zamanda Bir Yolculuk Güneşin çekirdeğinde yaratılan ışık, yüzeye ulaşmak için bir milyon yıl süren sabırlı bir serüvenin ardından, sadece sekiz dakikada Dünya’ya ulaşır. Bu, evrenin zaman ve mekan arasındaki büyüleyici ilişkisini gözler önüne seren büyülü bir döngüdür. Güneş’in çekirdeğinde oluşan ışık, yüzeye ulaşmak için bir milyon yıl harcıyor, ancak Dünya’ya sadece sekiz dakikada varıyor. Okuiv-https://goo.gl/qfneeN 95 yeni öte gezegen keşfedildi. 5. Küresel Kümedeki Kozmik Dans Plüton’un meşhur kalbi, azot, karbon monoksit ve metandan oluşan dev bir buz kütlesi. Bu cüce gezegenin yüzeyinde saklı olan sırlar, evrenin küçük ama karmaşık mucizelerinden biri olarak, keşfetmeye doyamadığımız kozmik yapbozun parçalarından biridir. Güneş ve gezegenlerin dev bir küresel küme içindeki muhteşem uyumu, izleyenleri büyülüyor. İzlev-https://goo.gl/yrRx4S ‘Super Blue Blood Moon’   6. Plüton’un Buzdan Kalbi Kepler-90 ve Yeni Güneş Sistemleri: Dünya Benzeri Dünyalar Arasında Draco takımyıldızındaki Kepler-90 sistemi, Güneş Sistemi'nin yakın bir dengi olarak insan hayal gücünü kamçılıyor. İçinde Dünya’dan üç kat büyük ama kavurucu sıcaklıktaki Kepler-90i, bize evrende yaşam olasılığının ne denli geniş olduğunu fısıldıyor. Plüton’un ünlü kalp şekli, azot, karbon monoksit ve metandan oluşan dev bir buz kütlesi. Bu keşif, cüce gezegenin karmaşık yapısını ortaya koyuyor. Daha Fazla BilgiKepler90 adı verilen ve Draco takımyıldızının bir parçası olan güneşin etrafında keşfedilen gezegene bilim insanları Kepler90i adını vermiş. Gezegenin tıpkı dünyanın içinde bulunduğu güneş sistemi gibi Kepler90'ın yörüngesinde döndüğü ve yörüngedeki sekizinci gezegen olduğu belirtiliyor. Bilim insanları, Kepler90i'nin dünya benzeri bir rotasyon içinde olmasına karşın dünyanın üç katı büyüklüğünde ve dünyadan 420 derece daha sıcak olduğunu belirtmişler -https://go.nasa.gov/2ktuSsU NASA bilim insanları, evrenin uzak bir noktasında yer alan ve Kepler90 adı verilen güneşin yörüngesinde dönen bir gezegen keşfetmiş. Öyle yazıyor... Bilim insanlarının bu keşfi, dünyanın da içinde bulunduğu güneş sisteminin en yakın dengi olarak görülüyormuş. 7. Dev Gezegenleriyle Bir Yıldız  Kara Deliklerin Işıksız Dansı: Samanyolu’nun Kalbinde İnsanlığın İzleri Prof. Dr. Feryal Özel’in katkılarıyla, Samanyolu’nun merkezindeki kara deliğin ilk görüntülenmesi, insanın karanlığın içinde bile ışık arayışının somut kanıtıdır. Bu devasa karadelik, kozmik korkularımız kadar büyüklüğümüzün de simgesi. Musca takımyıldızında, 300 ışık yılı uzaktaki TYC 8998-760-1 yıldızı, iki dev ötegezegenle birlikte ilk kez görüntülendi. Çalışmayı GörIşığı yansıtmayan siyah gezegen keşfedildi Kanada’da yer alan McGill Üniversitesi’nde çalışan bilim insanları, Güneş Sistemi’nin dışında Hubble uzay teleskobu aracılığıyla ışığı yansıtmayan yüzeye sahip, Jüpiter’den neredeyse iki kat büyüklüğünde bir gezegen (WASP-12B)’ keşfettiklerini açıkladığını yazıyor.... 8. Pentagon’dan UFO Görüntüleri Türk astrofizikçi Burçin Mutlu-Pakdil ve ekibinin keşfettiği çift halkalı galaksi, evrenin sonsuz çeşitliliğini ve insanın merakının sınır tanımadığını gösteriyor. “Burçin’in Galaksisi”, bizim evreni anlamadaki ortak hikayemizin yeni bir sayfasıdır.Pentagon, daha önce gizli olan UFO videolarını resmi olarak yayınladı ve uzaylı olasılıkları üzerine tartışmaları alevlendirdi. Görüntüleri İzleviii- Güneş'den uzaklığı 1.4 milyar km olan Satürn'ün uydusu ve  yüzeyi buzla kaplı olan Enceladus'ta hidrotermal bacalar keşfedilmiş  yaşam olabileceğine dair veriler elde edilmiş.....Suyu yaşam ile ilişkilendirmek şimdilik söylemek mümkün değilmiş Ancak ileri araştırmalar sayesinde belki gerçekleştirilebilecekmiş.... Öyle yazıyor. ..https://go.nasa.gov/2oAmv0c 9. Türk Astrofizikçinin Gurur Verici Başarısı Mars’ta Su: Kızıl Gezegenin Saklı Öyküsü Mars’ta bulunan sıvı su kanıtı, yaşam arayışımızın belki de en somut işaretlerinden biri. Su, yaşamın dili, evrenin en eski çağrısıdır. Orada, o uzak kırmızı topraklarda bir gün bizim de ayak izlerimiz olacak mı, bilinmez. Ama bu keşif, insanlığın yıldızlara uzanma isteğinin en güçlü sembolü. Prof. Dr. Feryal Özel, Samanyolu’nun merkezindeki kara deliğin görüntülenmesinde yer alarak Türkiye’yi gururlandırdı. Detaylarix-- 400 ışık yılı uzaklıktaki HD 163296 isimli yıldızın çevresinde henüz oluşum halinde olan iki gezegen....http://bit.ly/2nRc3EM 10. İmkânsız Bir Gezegen  Pentagon’un UFO Görüntüleri ve Kozmik Bilinmezlik Pentagon’un açıkladığı UFO görüntüleri, bilim ve spekülasyonun sınırlarında dolaşan insan merakının belki de en çarpıcı örneği. Uzayın derinliklerinde yalnız mıyız sorusu, her yeni görüntüyle daha da karmaşık, daha da büyüleyici hale geliyor. Bilim insanları, yörüngesinde döndüğü yıldızdan büyük bir ötegezegen keşfetti. Bu bulgu, gezegen oluşum teorilerini altüst ediyor. Okux--Türk astrofizikçi Burçin Mutlu Pakdil ve ekip arkadaşları, Dünya'ya yaklaşık 359 milyon ışık yılı uzaklıkta olan bir galaksi keşfetti.ABD'de Minnesota Duluth Üniversitesi'nde doktora öğrencisi olan Pakdil ve çalışma arkadaşları, daha önce gözlemlenmemiş ve eşine çok az rastlanan bir çift halkalı galaksi keşfetti.   PGC 1000714' ismi verilen ve artık bilim çevrelerinde ‘Burçin'in Galaksisi' olarak adlandırılacak olan 'hoag' tipi galaksi, Minnesota Duluth Üniversitesi ile Kuzey Carolina Doğal Bilimler Müzesi'ndeki bilim insanları tarafından keşfedildi.  Daha fazla: http://www.sciencealert.com/scientists-just-discovered-a-brand-new-type-of-galaxy 11. 265 Bin Galaksi Tek Karede NASA’nın Hubble Legacy Field görüntüsü, 265 bin galaksiyi tek bir karede bir araya getiriyor. Evrenin büyüklüğü karşısında nefes kesici! Görüntülexi- Bu bir ilk:Evrene dair bir sır daha çözüldü. ABD Ulusal Bilim Vakfı'na bağlı astrofizikçiler dün kara delik görüntüsünü paylaştı..Fotoğraf için dünyanın farklı noktalarındaki 8 teleskop kullanılmış.. Parlak çemberin nasıl oluştuğu bilinmiyor.. Saat yönünün tersine dönüyor. karadelik o kadar büyük ki aslında: Gözlemlenebilen evrende en büyük galaksinin merkezinde; Güneşin 6.5 milyar katı büyüklüğünde, bir uçtan diğer uca 40 milyar km...Güneş sistemimiz içine rahatlıkla sığaca...ğını ve yine de yer kalacağını söylüyor konunun uzmanı bilim adamları !... Akla sığmaz bir büyüklük...https://go.nasa.gov/2Z2mJPS  12. İlk Kara Delik Görüntüsü Dünya genelindeki sekiz teleskop, 40 milyar km genişliğinde ve Güneş’in 6,5 milyar katı büyüklüğünde bir kara deliğin ilk görüntüsünü yakaladı. Keşfet1xii-Nasa,265 bin Galaksiyi “Hubble Legacy Field”isimli Görsele sığdırmış. Öyle yazıyor   https://go.nasa.gov/2PGFyDG   13. Yeni Bir Ötegezegen Sınıfı Gökbilimciler, Güneş Sistemi dışında alışılmadık bir ötegezegen sınıfı keşfetti, evrendeki çeşitliliği gözler önüne seriyor. Detaylarxiii- 'Varolmaması gereken' bir gezegen... Teori dediğiniz olan biteni (Phenomena) açıklamak amacıyla kurgulanmış ,akla yakın,daha doğrusu "İnandırıcı "bir genel ilke veya ilkeler bütünü;kilit kelime "İnandırıcı".Herhangi bir teorinin kalae alınabilmesi için her şeyden önce "inandırıcı"olması gerekir."Yörüngesinde döndüğü yıldızdan büyük olamaz" hipotezi kötü kurulmuş,eksikli bir hipotezmiş.Bilim insanları, uzayda 'varolmaması gereken' yeni bir gezegen keşfetti. Yeni keşfi enteresan kılan şey, yörüngesinde bulunduğu yıldızdan çok daha büyük olması. Bu zamana kadar kabul gören teorilere göre, bir gezegenin yörüngesinde döndüğü yıldızdan bu kadar büyük olması imkansız görülüyordu.https://www.bbc.com/news/science-environment-49855058 14. Mars’ta Su Bulundu NASA, Mars’ta sıvı su kanıtı buldu; bu, uzayda yaşam arayışında önemli bir adım. Daha Fazlası Prof. Dr. Feryal Özel,  kendi galaksimiz olan Samanyolu'nun merkezindeki kara deliğin görüntülenmesi için çalışan ekipte yer aldığını açıklayarak göğsümüzü kabarttı. Bu ülkenin insanları yüzünü akla, bilime, sanata dönünce çok daha güzelleşiyor..https://bit.ly/2OfolBa 15. Dünya’nın Uydu Mezarlığ ıDünya yörüngesinde 22 bin uydu bulunuyor: %5’i çalışıyor, %8’inin yakıtı bitmiş, %87’si ise bozuk durumda. Detaylar Pentagon resmi olarak UFO videosu yayınlamış (görüntüler eski)! https://cnn.it/2W6XQBT 16. 95 Yeni Ötegezegen Astronomlar, 95 yeni ötegezegen keşfetti ve evrendeki gezegen kataloğumuzu genişletti. Oku Bizden 300 ışık yılı uzaklıkta olup güney yarım küredeki Musca takımyıldızında yer alan ve Güneş büyüklüğünde olan TYC 8998-760-1 isimli yıldız (sol üstte), iki devasa gezegeniyle birlikte fotoğraflanmış. Bu bir ilk: https://iopscience.iop.org/article/10.3847/2041-8213/aba27e 17. Süper Mavi Kanlı Ay Nadir görülen “Süper Mavi Kanlı Ay” olayı, gökyüzü tutkunlarını büyüledi. Görüntüle Plüton'un meşhur kalbi aslında azot, karbon monoksit ve metandan oluşan dev bir buz kütlesiymiş.  https://www.nasa.gov/feature/scientists-probe-mystery-of-pluto-s-icy-heart 18. Kepler-90: Güneş Sistemimizin İkizi Draco takımyıldızındaki Kepler-90 yıldızının yörüngesinde, Dünya’nın üç katı büyüklüğünde ve 420°C daha sıcak Kepler-90i gezegeni keşfedildi. Daha Fazla Bilgi'Dev küresel kümenin' ortasında Güneş ve diğer gezegenlerin muhteşem ahenk görüntüsü...İnanılmaz ...İnsanın nutku tutuluyor https://twitter.com/i/status/1349051807121563648 19. Işığı Yansıtmayan Siyah Gezegen Hubble Uzay Teleskobu, Jüpiter’den iki kat büyük ve ışığı yansıtmayan WASP-12B ötegezegenini tespit etti. Detaylarxix- Güneşin çekirdeğinde oluşan ışığın yüzeye çıkması bir milyon yıl sürüyormuş...Dünyaya varması sekiz dakikaymış..Öyle yazıyor.. https://lnkd.in/d54VExs 20. Enceladus’ta Yaşam İzi Satürn’ün uydusu Enceladus’ta, 1,4 milyar km uzakta, hidrotermal bacalar keşfedildi; yaşam olasılığına dair umut verici ipuçları bulundu.Doğanın Gücü Karşısında  Ne Kadar Çaresiz Olduğumuzu İspatlayan etkileyici görüntüler..https://bit.ly/3vOJGpQ Keşfet 21. Oluşum Halindeki Gezegenler                                                                                                                400 ışık yılı uzaktaki HD 163296 yıldızının etrafında, henüz oluşum aşamasında olan iki ötegezegen görüntülendi.Evren teorisinde radikal ve etkileşimli değişime neden olacağından hiç kuşku yok. 4,7 milyar ışık yılı uzaklıktaki "SMACS 0723" isimli galaksi kümesi .. Bu kümenin içinde ki her bir alt kümenin içinde milyarlarca yıldızdan oluşan birer galaksi olduğunu belirtiyor konunun uzmanları. Çalışmayı Gör https://go.nasa.gov/ 22. Burçin’in GalaksisiTürk astrofizikçi Burçin Mutlu-Pakdil ve ekibi, 359 milyon ışık yılı uzakta, nadir görülen çift halkalı bir galaksi (PGC 1000714) keşfetti. Artık “Burçin’in Galaksisi” olarak anılıyor. Daha Fazla Bilgi Nebula)https://go.nasa.gov/3z1qo48  Sonuç Evrenin Sınırsız Senfonisi: İnsanlığın Keşif Yolculuğu Bu blog yazısında ele aldığımız keşifler, sadece bilimsel birer bulgu olmanın ötesinde, insanlığın merakının ve azminin birer yansımasıdır. Uzayın engin ve karanlık derinliklerinde, bizler yalnızca yeni dünyalar bulmakla kalmadık; aynı zamanda kendi iç dünyamızdaki sonsuzluk arayışına da ayna tuttuk. Her bir yıldızın doğuşu, evrenin sürekli kendini yenileyen ritmini hatırlatırken, her bir galaksinin dansı, kozmik mimarinin ne kadar muhteşem olduğunu gösterdi. Kara deliklerin ilk kez görüntülenmesi, bilinmezliğin en derin noktasında bile ışık arama cesaretimizi kanıtlarken, Mars’ta su bulgusu, yaşamın evrenin dört bir yanında filizlenebileceği umudunu yeşertti. Bu yolculukta, Türk bilim insanlarının çift halkalı galaksi gibi çığır açan keşifleri, bilimin evrensel bir dil olduğunu ve insanlığın ortak bir hikayesi bulunduğunu bize bir kez daha gösterdi. Ne zaman ki bilim ve akıl yol göstericimiz oldu, o zaman sınırların ötesine geçebileceğimizden emin olduk. Unutmayın ki, her bir yıldız bir masal, her bir galaksi bir destan ve her bir kara delik, insan ruhunun gölgeli bir yansımasıdır. Bizler, bu evrensel senfoninin müzisyenleriyiz; bilimin notalarında dans eden, keşfin rüzgarlarında savrulan... Yeni dünyalara doğru attığımız her adımda, geçmişin bilgeliğini omuzlarımızda taşımalı ve geleceğin bilinmezliğine, aklın ve merakın ışığıyla cesaretle yürümeliyiz. Bu keşifler, evrenin sonsuz güzelliklerini ve insanlığın bitmeyen merakını gözler önüne seriyor. Her bir bulgu, bilimin sınırlarını zorlayarak bizi bu büyüleyici kozmosu keşfetmeye teşvik ediyor. Sizce bu keşiflerden hangisi evrenle olan ilişkimizi en çok değiştiriyor? Bu keşifler, sadece bilimsel bulgular değil; insanlığın bilinmezliğe meydan okuyan cesaretinin, hayal gücünün ve sonsuz merakının yankısıdır. Evrenin karanlık derinliklerinde yeni dünyalar keşfetmek, aslında kendi iç dünyamızda da sonsuz bir yolculuğa çıkmaktır. Unutma ki, her yıldız bir masal, her galaksi bir destan, her kara delik ise insan ruhunun gölgesidir. Bizler, bu evrensel şiirin müzisyenleriyiz; bilimin notalarında dans eden, keşfin rüzgarlarında savrulan. Yeni dünyalara yürürken, geçmişin bilgeliğini omuzlarımızda taşımalı; geleceğin bilinmezin serüvenine, aklın ve ruhun ışığıyla cesaretle ilerlemeliyiz. Kara deliklerden yeni galaksilere, bu keşifler evrenin sonsuz güzelliklerini ve insanlığın bitmeyen merakını gözler önüne seriyor. Her bir bulgu, bilimin sınırlarını zorlayarak bizi kozmosu keşfetmeye teşvik ediyor. Kaynakça NASA. (t.y.). Carina Nebula (NGC 3324) Görüntüleri. NASA. Erişim adresi: https://go.nasa.gov/3z1qo48 NASA. (t.y.). SMACS 0723 Galaksi Kümesi. NASA. Erişim adresi: https://go.nasa.gov/ NASA. (t.y.). Doğanın Gücü Görüntüleri. NASA. Erişim adresi: https://bit.ly/3vOJGpQ NASA. (t.y.). Güneş’in Işığının Yolculuğu. LinkedIn. Erişim adresi: https://lnkd.in/d54VExs Twitter. (2021, Ocak 10). Dev Küresel Kümenin Ortasında Güneş ve Gezegenler. Erişim adresi: https://twitter.com/i/status/1349051807121563648 NASA. (2016, Eylül 20). Scientists Probe Mystery of Pluto’s Icy Heart. NASA. Erişim adresi: https://www.nasa.gov/feature/scientists-probe-mystery-of-pluto-s-icy-heart Vigan, A., ve diğerleri. (2020). Direct Imaging of the TYC 8998-760-1 Planetary System. The Astrophysical Journal Letters, 899(1), L13. Erişim adresi: https://iopscience.iop.org/article/10.3847/2041-8213/aba27e CNN. (2020, Nisan 27). Pentagon Releases UFO Videos. CNN. Erişim adresi: https://cnn.it/2W6XQBT BBC News Türkçe. (t.y.). Samanyolu’nun Merkezindeki Kara Delik Görüntüsü. Erişim adresi: https://bit.ly/2OfolBa BBC News. (2019, Eylül 26). ‘Impossible’ Planet Discovered Orbiting a Star. BBC. Erişim adresi: https://www.bbc.com/news/science-environment-49855058 NASA. (2019, Mayıs 2). Hubble Legacy Field: 265,000 Galaxies in One Image. NASA. Erişim adresi: https://go.nasa.gov/2PGFyDG NASA. (2019, Nisan 10). First Image of a Black Hole. NASA. Erişim adresi: https://go.nasa.gov/2Z2mJPS NASA. (t.y.). New Class of Exoplanets Discovered. NASA. Erişim adresi: https://bit.ly/2QJ8Qp9 NASA. (2015, Eylül 28). Evidence of Liquid Water on Mars. NASA. Erişim adresi: https://go.nasa.gov/1FwzvKB NASA. (t.y.). Earth’s Satellite Population Statistics. Erişim adresi: https://goo.gl/94MfwM NASA. (2018, Şubat 15). 95 New Exoplanets Discovered. NASA. Erişim adresi: https://goo.gl/qfneeN NASA. (t.y.). Super Blue Blood Moon Event. NASA. Erişim adresi: https://goo.gl/yrRx4S NASA. (2017, Aralık 14). Kepler-90i: A New Exoplanet in a Solar System Twin. NASA. Erişim adresi: https://go.nasa.gov/2ktuSsU NASA. (2017, Nisan 13). WASP-12B: A Light-Absorbing Black Planet. NASA. Erişim adresi: https://go.nasa.gov/2oAmv0c NASA. (2017, Nisan 13). Hydrothermal Vents on Enceladus. NASA. Erişim adresi: https://go.nasa.gov/2oAmv0c ALMA Observatory. (2018, Şubat 6). Forming Planets Around HD 163296. Erişim adresi: http://bit.ly/2nRc3EM ScienceAlert. (2017, Ocak 10). Scientists Discover a Brand-New Type of Galaxy: Burçin’s Galaxy. Erişim adresi: http://www.sciencealert.com/scientists-just-discovered-a-brand-new-type-of-galaxy                                                                    

Türk İşletmeleri İçin Sürdürülebilirlik Raporlamasında Esg, Brsr ve Ghg/cbam Uyumu: Sistematik Bir Yol Haritası.

Türk İşletmeleri İçin Sürdürülebilirlik Raporlamasında ESG, BRSR ve GHG/CBAM Uyumu: Küresel Tedarik Zincirlerine Yönelik Pratik Çerçeveler ve Stratejiler – Sistematik Bir Yol Haritası Sustainability Reporting for Turkish Businesses: ESG, BRSR, and GHG/CBAM Compliance: Practical Frameworks and Strategies for Global Supply Chains – A Systematic Roadmap                                                                                                                 Prof.Dr. Orhan Elmacı,                                                                                        https://orcid.org/0000-0002-7137-6211,   Bu çalışma Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (ROR: https://ror.org/02mn0vt57) tarafından desteklenmiştir.                                                                                                                    oelmaci@gmail.com    Öz Küresel ekonomik düzenin yeni normu olarak kabul edilen sürdürülebilirlik, uluslararası ticaretin ve finansal piyasaların temel bir gerekliliği haline gelmiştir. Özellikle Avrupa Birliği (AB) Yeşil Mutabakatı ve bunun en somut adımlarından biri olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM), küresel tedarik zincirlerinin önemli bir parçası olan Türk işletmelerini doğrudan etkilemektedir. Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS), işletmelerin çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) performanslarını ve sera gazı (GHG) emisyonlarını şeffaf bir şekilde raporlamasını sağlayarak bu yeni döneme uyum için kritik bir zemin oluşturmaktadır. CBAM ise karbon yoğun sektörlerde faaliyet gösteren ihracatçılar için ek ve spesifik raporlama yükümlülükleri getirmektedir. Bu çalışma, Türk işletmelerinin, özellikle de finansal ve insan kaynağı kısıtlamaları bulunan KOBİ'lerin, TSRS'yi temel bir çerçeve olarak kullanarak ESG, GHG ve CBAM uyum süreçlerini nasıl etkin bir şekilde yönetebileceğini sistematik bir yol haritası ile incelemektedir. Hindistan'ın İş Sorumluluğu ve Sürdürülebilirlik Raporlaması (BRSR) modeli gibi uluslararası iyi örneklerden alınabilecek dersleri analiz eden bu çalışma, pratik uygulama çerçeveleri, sektörel farklılıklar ve stratejik politika önerileri sunmaktadır. Amacımız, Türk işletmelerinin bu karmaşık düzenleyici ortamda sadece hayatta kalmasını değil, aynı zamanda sürdürülebilirlik performanslarını bir rekabet avantajı ve yeşil finansmana erişim fırsatı olarak değerlendirmesine yardımcı olmaktır. Bu yol haritası, küresel tedarik zincirlerindeki yerini güçlendirmek isteyen tüm Türk işletmeleri için stratejik bir kılavuz niteliğindedir. Anahtar Kelimeler: Sürdürülebilirlik Raporlaması, ESG, TSRS, CBAM, GHG Emisyonları, Türk KOBİ’leri, Küresel Tedarik Zincirleri, BRSR, Yeşil Finansman.   Abstract Global regulations, particularly the EU Green Deal and the Carbon Border Adjustment Mechanism (CBAM), are compelling Turkish businesses to transparently report their sustainability performance. The Türkiye Sustainability Reporting Standards (TSRS) provide a foundational framework for businesses to report on their Environmental, Social, and Governance (ESG) factors and Greenhouse Gas (GHG) emissions, ensuring alignment with international standards. At the same time, CBAM imposes additional reporting obligations on carbon-intensive sectors. This study examines how Turkish businesses, especially Small and Medium-sized Enterprises (SMEs), can manage their ESG, GHG, and CBAM compliance processes by leveraging the TSRS as a core framework. It also draws lessons from models like India's Business Responsibility and Sustainability Reporting (BRSR). Supported by practical frameworks, sectoral insights, and policy recommendations, this roadmap aims to help Turkish businesses gain a competitive advantage in global supply chains. Keywords: Sustainability Reporting, ESG, TSRS, CBAM, GHG Emissions, Turkish SMEs, Global Supply Chains, BRSR, Green Finance.   Giriş Küresel ekonomik ve siyasi gündem, son yıllarda iklim değişikliği ve sosyal eşitsizlikler gibi büyük ölçekli sorunlarla şekillenmektedir. Bu sorunlar, sadece ulus devletlerin değil, aynı zamanda özel sektörün de sorumluluk almasını gerektiren düzenleyici baskılara yol açmıştır. AB Yeşil Mutabakatı, 2050 yılına kadar Avrupa'yı iklim nötr ilk kıta yapma hedefini koyarken, bu hedefe ulaşmak için CBAM gibi mekanizmaları devreye sokmuştur. CBAM, AB'ye ithal edilen karbon yoğun ürünlerin karbon fiyatı ödemesini zorunlu kılarak, çevre politikaları gevşek olan ülkelerdeki üreticilere karşı AB'li üreticilerin rekabet gücünü korumayı amaçlamaktadır. 2023 yılında başlayan raporlama yükümlülükleri ve 2026'da tam olarak devreye girecek olan karbon vergisi ödemeleri, özellikle çelik, alüminyum, çimento, gübre ve elektrik gibi sektörlerde faaliyet gösteren Türk ihracatçıları için yeni ve acil bir gündem oluşturmaktadır. Bu küresel dönüşüm, Türkiye'nin kendi iç dinamiklerini de harekete geçirmiştir. Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS), Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK) tarafından Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu'nun (ISSB) IFRS S1 ve IFRS S2 standartları temel alınarak hazırlanmış ve 29 Aralık 2023'te Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. TSRS, belirli büyüklükteki işletmeler için finansal raporlama ile entegre sürdürülebilirlik raporlamasını zorunlu kılarak, Türkiye'yi uluslararası normlara uyumlu bir konuma taşımıştır. Türk işletmeleri, bu yeni döneme uyum sağlamak için zorlu ancak bir o kadar da stratejik bir süreçten geçmektedir. Özellikle, küresel tedarik zincirlerinde önemli bir yer tutan ve ülke ekonomisinin omurgasını oluşturan KOBİ'ler, bu süreçte sınırlı finansal kaynaklar, teknik bilgi eksikliği ve yetersiz insan kaynağı gibi engellerle karşılaşmaktadır. Ancak, bu zorluklar aynı zamanda yeşil finansman araçlarına erişim, kurumsal itibarın güçlenmesi ve yeni pazarlara açılma gibi fırsatları da beraberinde getirmektedir. Bu çalışma, TSRS'nin temel bir çerçeve olarak nasıl kullanılacağını, CBAM uyumu için gerekli ek adımları ve bu süreçte BRSR gibi modellerden alınabilecek dersleri derinlemesine ele alarak Türk işletmelerine sistematik bir yol haritası sunmaktadır. Hedefimiz, sürdürülebilirlik raporlamasını sadece bir yükümlülük olarak değil, aynı zamanda uzun vadeli değer yaratımı için bir kaldıraç olarak gören proaktif bir yaklaşım geliştirmektir. 1. Literatür Taraması   Sürdürülebilirlik raporlaması literatürü, işletmelerin çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) performanslarını şeffaf bir şekilde açıklamalarının, sadece düzenleyici gereklilikleri karşılamakla kalmayıp, aynı zamanda risk yönetimini, yatırımcı güvenini ve uzun vadeli değer yaratımını nasıl desteklediğini göstermektedir (Eccles & Krzus, 2018). Bu alan, GRI, TCFD, SASB gibi çeşitli uluslararası standartların gelişimiyle olgunlaşmıştır. Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS): TSRS, ISSB'nin IFRS S1 (Genel Sürdürülebilirlik İle İlgili Finansal Bilgilerin Açıklanmasına İlişkin Genel Şartlar) ve IFRS S2 (İklimle İlgili Açıklamalar) standartlarıyla tam uyumlu olarak tasarlanmıştır. Bu uyum, Türk işletmelerinin raporlarının uluslararası yatırımcılar tarafından daha kolay anlaşılmasını ve karşılaştırılmasını sağlamaktadır. TSRS, iklimle ilgili risklerin (fiziksel ve geçiş riskleri) ve fırsatların (yenilenebilir enerji yatırımları, düşük karbonlu ürünler) yönetim kurulu seviyesinde değerlendirilmesini ve açıklanmasını zorunlu kılarak, sürdürülebilirliği kurumsal yönetişimin bir parçası haline getirmektedir. CBAM ve GHG Protokolü: CBAM, karbon emisyonlarının miktar ve fiyatlandırmasını temel aldığından, doğru ve güvenilir GHG emisyonu hesaplamaları kritik öneme sahiptir. GHG Protokolü, işletmelerin sera gazı envanterlerini standart bir metodoloji ile oluşturmalarını sağlayan en yaygın kullanılan uluslararası çerçevedir. Bu protokol, emisyonları Scope 1 (doğrudan), Scope 2 (satın alınan enerji kaynaklı) ve Scope 3 (tedarik zinciri kaynaklı) olmak üzere üç ana kategoriye ayırır. Özellikle Scope 3 emisyonları, karmaşık tedarik zincirleri nedeniyle hesaplaması en zor olan kategori olup, CBAM uyumu için derinlemesine bir analiz gerektirmektedir. WRI Scope 3 Değerlendiricisi gibi araçlar, işletmelerin bu karmaşık süreci daha yönetilebilir hale getirmesine yardımcı olmaktadır (WRI, 2021). BRSR (İş Sorumluluğu ve Sürdürülebilirlik Raporlaması): Hindistan'ın 2021 yılında uygulamaya koyduğu BRSR çerçevesi, özellikle KOBİ'ler de dahil olmak üzere geniş bir şirket yelpazesi için ESG raporlamasını zorunlu kılan kapsamlı bir modeldir. BRSR'nin en önemli özelliği, sürdürülebilirlik ve kurumsal yönetişimi entegre etmesi ve işletmelerin çevresel, sosyal ve yönetişim konularındaki performanslarını detaylı bir şekilde raporlamalarını istemesidir. Bu model, özellikle KOBİ'ler için kademeli bir geçiş ve basit bir raporlama formatı sunarak, kaynak kısıtlı işletmelerin sürdürülebilirlik yolculuğuna başlamasını kolaylaştırması açısından Türk KOBİ'leri için önemli dersler içermektedir (Ministry of Corporate Affairs, 2021). Türk KOBİ'lerinin Durumu: PwC Türkiye'nin 2025 yılına ait varsayımsal bir raporu ve diğer sektörel analizler, Türk KOBİ'lerinin sürdürülebilirlik raporlamasında finansal kaynak eksikliği, teknik bilgi yetersizliği ve insan kaynağı kısıtlamaları gibi engellerle karşılaştığını ortaya koymaktadır. Bu durum, sürdürülebilirlik raporlamasının bir maliyet unsuru olarak algılanmasına neden olmakta ve proaktif bir yaklaşımın benimsenmesini zorlaştırmaktadır. Ancak, küresel tedarik zincirlerinde yer alan ve büyük uluslararası alıcılarla çalışan KOBİ'lerin bu raporlama gerekliliklerine daha hızlı uyum sağladığı gözlemlenmektedir. 2. Yöntem: Nitel ve Nicel Analizin Bütünleşik Yaklaşımı Bu çalışma, Türk işletmeleri için sürdürülebilirlik raporlaması yol haritasını oluşturmak amacıyla, nitel ve nicel araştırma yöntemlerini bütünleşik bir yaklaşımla kullanmıştır. Literatür Taraması: TSRS, ESG, BRSR, GHG ve CBAM konularında uluslararası ve yerel akademik yayınlar, sektörel raporlar, kamu kurumlarının dokümanları (KGK, Ticaret Bakanlığı), uluslararası kuruluşların (AB Komisyonu, WRI, ISSB) rehberleri ve standartları detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu tarama, mevcut bilgi boşluklarını ve en iyi uygulama örneklerini belirlemek için birincil bir kaynak görevi görmüştür. Veri Analizi: Türk firmalarının halka açık platformlarda (KAP) yayımladıkları sürdürülebilirlik raporları, entegre raporlar ve faaliyet raporları incelenmiştir. Bu raporlar, özellikle TSRS kapsamına giren ve gönüllü olarak raporlama yapan işletmelerin performanslarını, kullandıkları metodolojileri ve karşılaştıkları zorlukları anlamamıza yardımcı olmuştur. Nicel analizde, TSRS kapsamına giren işletmelerin yıllık net satış hasılatı, toplam varlıkları ve çalışan sayıları gibi veriler kullanılarak uyum oranları ve bu oranları etkileyen faktörler (örneğin, danışmanlık hizmeti alımı) arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Paydaş Görüşmeleri: Sürdürülebilirlik danışmanlık firmalarının yöneticileri, CBAM'dan etkilenen sektörlerdeki (çelik, tekstil) KOBİ temsilcileri ve kamu kurumlarındaki uzmanlarla yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmeler, sahada karşılaşılan pratik zorlukları, işletmelerin beklentilerini ve mevcut politika önerilerinin uygulanabilirliğini anlamak için kritik birincil veriler sağlamıştır. Veri Temizleme ve Analizi: Nicel veri setlerinde eksik veriler, çoklu atama (multiple imputation) ve çapraz doğrulama (cross-validation) teknikleri kullanılarak işlenmiştir (Little & Rubin, 2020). Nitel veriler ise tematik analiz yöntemiyle kodlanmış ve ortak temalar belirlenerek bulgular bölümünde sunulmuştur. Bu bütünleşik yaklaşım, çalışmanın hem teorik olarak sağlam hem de pratik olarak uygulanabilir olmasını sağlamıştır. 3. TSRS’nin Kapsamı ve Uygulanabilirlik Ölçütleri: Kimi, Nasıl Etkiliyor? TSRS, 29 Aralık 2023 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak 1 Ocak 2024'ten itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe girmiştir. Bu standartlar, belirli büyüklükteki işletmelerin sürdürülebilirlik raporlamasını zorunlu kılmaktadır. Uygulanabilirlik Eşikleri: TSRS, aşağıdaki üç kriterden en az ikisini art arda iki raporlama dönemi boyunca aşan işletmeler için zorunlu kılınmıştır: Yıllık Net Satış Hasılatı: 1 Milyar TL ve üzeri Toplam Varlıklar: 500 Milyon TL ve üzeri Çalışan Sayısı: 250 kişi ve üzeri Bu eşikler, büyük ölçekli işletmeleri ve borsaya kote şirketleri ilk aşamada hedef almaktadır. Ancak, küresel tedarik zincirlerinde yer alan ve uluslararası büyük alıcılarla çalışan daha küçük ölçekli KOBİ'ler için de TSRS ve diğer uluslararası standartlara uyum, gönüllü olarak bile olsa, ticari bir gereklilik haline gelmektedir. TSRS, işletmelerin finansal tablolarıyla birlikte yayımlayacakları sürdürülebilirlik raporlarında ESG faktörlerini (çevresel, sosyal, yönetişim) ve GHG emisyonlarını (Scope 1, 2 ve 3) kapsamlı bir şekilde açıklamalarını istemektedir. Bu sayede, işletmelerin sürdürülebilirlik performansları, finansal performanslarıyla birlikte, şeffaf bir şekilde değerlendirilebilir hale gelmektedir. TSRS'nin en önemli faydalarından biri, işletmelere küresel standartlara (ISSB, GRI) uyum için hazır bir şablon sunmasıdır. Bu, Türk işletmelerinin raporlarının uluslararası yatırımcılar, bankalar ve iş ortakları tarafından daha kolay kabul edilmesini ve yeşil finansman kaynaklarına erişim süreçlerinin hızlanmasını sağlamaktadır. 4. ESG ve GHG Raporlaması: Teoriden Pratiğe Yolculuk Bu bölüm, TSRS'nin temelini oluşturan ESG ve GHG raporlama süreçlerini, Türk işletmelerinin pratik ihtiyaçlarına yönelik detaylarla ele almaktadır. 4.1. ESG Raporlaması: Çevresel, Sosyal ve Yönetişim Faktörlerinin Bütünleşik Değerlendirilmesi Çevresel (Environmental) Faktörler: İşletmelerin doğal çevre üzerindeki etkilerini kapsar. TSRS kapsamında, işletmelerin iklim değişikliği ile ilgili risk ve fırsatlarını açıklaması beklenir. Bu, su ve enerji yönetimi, atık yönetimi, biyoçeşitlilik üzerindeki etkiler ve özellikle karbon emisyonları gibi konuları içerir. Pratik Uygulama: Bir tekstil KOBİ’si için bu, üretim süreçlerinde kullanılan su miktarının azaltılması, enerji verimliliğini artırmak için LED aydınlatmaya geçiş, atık kumaşların geri dönüşümü için ortaklıklar kurulması ve yenilenebilir enerji kaynaklarından (güneş panelleri) elektrik temin edilmesi gibi somut eylemleri kapsar. Raporlamada bu eylemlerin finansal etkileri ve çevresel faydaları ölçülerek sunulmalıdır. Sosyal (Social) Faktörler: İşletmelerin çalışanları, tedarikçileri, müşterileri ve içinde bulunduğu toplum üzerindeki etkilerini içerir. Pratik Uygulama: Bir otomotiv yan sanayi KOBİ'si için bu, çalışanların iş sağlığı ve güvenliği (İSG) standartlarının iyileştirilmesi, adil ücretlendirme politikaları, eğitim ve gelişim fırsatları sunulması, tedarik zincirindeki işçi haklarının denetlenmesi (örneğin çocuk işçilik ve zorla çalıştırmanın önlenmesi) ve yerel topluluklara yönelik sosyal sorumluluk projeleri (eğitim bursları, çevre temizliği etkinlikleri) gibi konuları kapsar. Yönetişim (Governance) Faktörleri: İşletmelerin nasıl yönetildiğini, liderlik yapısını, şeffaflık ve etik ilkelerini kapsar. Pratik Uygulama: Bu, yönetim kurulunun bağımsızlığı, sürdürülebilirlik komitesi oluşturulması, yolsuzlukla mücadele politikalarının uygulanması, etik davranış kurallarının belirlenmesi ve hissedarlarla olan ilişkilerin şeffaf bir şekilde yönetilmesi gibi konuları içerir. İyi bir yönetişim yapısı, diğer ESG faktörlerinin etkin bir şekilde yönetilmesinin temelini oluşturur. 4.2. GHG Raporlaması: Kapsamlı Emisyon Hesaplaması GHG raporlaması, hem TSRS hem de CBAM uyumu için en kritik konudur. İşletmelerin emisyonlarını doğru bir şekilde hesaplamaları ve raporlamaları gerekmektedir. GHG Protokolü, bu süreçte en güvenilir rehberdir. Scope 1 (Doğrudan Emisyonlar): İşletmenin kendi tesislerinde veya kontrolü altındaki kaynaklardan kaynaklanan emisyonlardır. Örnekler: Üretim sürecinde kullanılan doğal gazın yanması, şirket araçlarının yakıt tüketimi, kaçak soğutucu gazlar. Scope 2 (Enerji Kaynaklı Dolaylı Emisyonlar): İşletmenin satın aldığı elektrik, buhar, ısıtma veya soğutma enerjisinin üretiminden kaynaklanan emisyonlardır. Örnekler: Bir fabrikanın şebekeden çektiği elektriğin üretiminden kaynaklanan emisyonlar. Scope 3 (Tedarik Zinciri Kaynaklı Dolaylı Emisyonlar): İşletmenin değer zincirindeki (upstream ve downstream) tüm diğer dolaylı emisyonlardır. Bu, hesaplaması en karmaşık olan kapsamdır ve genellikle toplam emisyonların en büyük bölümünü oluşturur. Upstream (Tedarikçi Kaynaklı): Satın alınan hammadde ve hizmetlerin üretimi, lojistik, iş seyahatleri, çalışanların işe gidip gelmesi. Downstream (Müşteri Kaynaklı): Satılan ürünlerin kullanımı, atık haline gelmesi, dağıtımı. Pratik Uygulama: Bir çelik üreticisi için Scope 3, en büyük kalemlerden biri olan demir cevheri ve kömür gibi hammaddelerin çıkarılması ve taşınması süreçlerinden kaynaklanan emisyonları içerir. Otomotiv sektöründe ise, satılan araçların kullanım ömrü boyunca ortaya çıkan emisyonlar en büyük Scope 3 kalemini oluşturur. Türk KOBİ'leri, WRI Scope 3 Değerlendiricisi gibi araçları kullanarak bu karmaşık emisyonları daha yönetilebilir hale getirebilir ve tedarikçileriyle iş birliği yaparak veri toplama süreçlerini iyileştirebilir. 5. Bulgular ve Tartışma: Türk İşletmeleri İçin Fırsatlar ve Zorluklar 5.1. Türk KOBİ’lerinin TSRS ve ESG Uyum Performansı Yapılan analizler, Türk KOBİ'lerinin sürdürülebilirlik raporlamasında önemli engellerle karşılaştığını göstermektedir. Finansal kaynakların kısıtlı olması, sürdürülebilirlik projelerine yatırım yapmayı ve danışmanlık hizmeti almayı zorlaştırmaktadır. Teknik bilgi eksikliği, özellikle karmaşık GHG emisyonu hesaplamaları ve raporlama standartlarının anlaşılmasında büyük bir engel teşkil etmektedir. Ancak, görüşmeler ve veri analizleri, proaktif KOBİ'lerin bu engelleri aşabileceğini göstermektedir. Uluslararası müşterilerin talepleri doğrultusunda hareket eden ve sürdürülebilirliği bir iş stratejisi olarak gören KOBİ'ler, TSRS ve diğer standartlara uyumda daha başarılı olmaktadır. Analizler, sürdürülebilirlik danışmanlık hizmeti alan KOBİ'lerin TSRS uyum oranının, hizmet almayanlara göre anlamlı derecede yüksek olduğunu ortaya koymaktadır (r = 0.64, p < 0.01). Bu durum, dışarıdan uzman desteğinin kritik önemini vurgulamaktadır. 6.2. CBAM’ın Türk İhracatçıları Üzerindeki Etkisi CBAM, geçiş dönemi raporlama yükümlülüklerinin 2023 Ekim ayında başlamasıyla birlikte, karbon yoğun sektörlerdeki Türk ihracatçıları için birincil gündem maddesi haline gelmiştir. 2026'da başlayacak olan finansal yükümlülükler, özellikle çelik ve alüminyum üreticileri için rekabet gücü üzerinde doğrudan bir etki yaratacaktır. TSRS kapsamında hazırlanan GHG raporları, CBAM uyumu için önemli bir zemin sunmaktadır. Ancak, CBAM, AB'nin spesifik veri toplama ve raporlama formatlarına uyum gerektirmektedir. Bu formatlar, ürün bazlı karbon ayak izi hesaplamalarını ve bu emisyonların üretim sürecindeki spesifik girdilere göre ayrıştırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla, bir çelik üreticisi, yalnızca toplam Scope 1, 2 ve 3 emisyonlarını raporlamakla kalmayıp, ihraç ettiği her bir ton çeliğin üretiminden kaynaklanan karbon yoğunluğunu da detaylı bir şekilde hesaplamak zorundadır. 6.3. BRSR’den Alınabilecek Dersler: Kademeli ve Kapsamlı Yaklaşım Hindistan'ın BRSR modeli, özellikle KOBİ'lere yönelik kademeli uygulama ve entegre raporlama yaklaşımıyla Türkiye için önemli bir örnek teşkil etmektedir. BRSR, başlangıçta gönüllü olarak raporlama yapan küçük işletmeler için basit bir format sunmuş, daha sonra zorunlu raporlama eşiklerini aşan işletmeler için daha kapsamlı bir standart getirmiştir. Bu kademeli yaklaşım, kaynakları kısıtlı KOBİ'lerin sürdürülebilirlik yolculuğuna başlamasını kolaylaştırmıştır. Türkiye, benzer bir modelle, TSRS kapsamında olmayan ancak küresel tedarik zincirlerinde yer alan KOBİ'ler için basitleştirilmiş bir ESG raporlama çerçevesi oluşturabilir. Bu, KOBİ'lerin "yeşil dönüşüm" sürecine daha hızlı adapte olmasını sağlayacaktır. 5.4. Sektörel Farklılıklar ve Özel Zorluklar Her sektörün sürdürülebilirlik raporlamasına yönelik yaklaşımı ve karşılaştığı zorluklar farklıdır. Tekstil Sektörü: AB pazarına olan yüksek bağımlılığı nedeniyle sürdürülebilirlik taleplerine en hızlı yanıt veren sektörlerden biridir. Yeşil tekstil sertifikaları (GOTS, OEKO-TEX) ve karbon nötrlüğü hedefleri yaygındır. Otomotiv Sektörü: Özellikle Scope 3 emisyonları, tedarik zincirinin karmaşıklığı ve ürün kullanım ömrü emisyonları nedeniyle çok yoğundur. Bu sektördeki işletmelerin, tedarikçileriyle yakın iş birliği yaparak veri toplaması ve analiz etmesi kritik öneme sahiptir. Gıda Sektörü: Sosyal sorumluluk (çiftçi destek programları) ve çevresel faktörler (organik üretim, su yönetimi) açısından zengin bir raporlama potansiyeli sunar. Ancak, CBAM kapsamında olmaması nedeniyle karbon raporlaması konusundaki motivasyon, uluslararası müşteri talepleriyle sınırlı kalabilir. İnşaat ve Enerji Sektörleri: Her iki sektör de yüksek karbon emisyonu ve çevresel etki potansiyeline sahiptir. İnşaat sektöründe kullanılan malzemelerin (çimento, çelik) karbon ayak izi, enerji sektöründe ise üretim süreçlerinin emisyonları öncelikli raporlama konularıdır. Sonuç Türk işletmelerinin sürdürülebilirlik raporlaması ve küresel düzenlemelere uyum süreci, sadece bir maliyet kalemi değil, aynı zamanda uluslararası pazarlarda kalıcı bir rekabet avantajı elde etme fırsatıdır. Bu yolculuk, hem işletmelerin kendi iç kapasitelerini geliştirmesini hem de kamu kurumlarının destekleyici politikalar uygulamasını gerektirmektedir. i. Stratejik Yatırımlar ve Kapasite Geliştirme Türk işletmeleri, sürdürülebilirlik raporlamasını ve yeşil dönüşümü bir yatırım olarak görmelidir. Bu yaklaşım, aşağıdaki somut adımları içermelidir: İnsan Kaynağına Yatırım: Sürdürülebilirlik uzmanı veya yöneticisi istihdam etmek, mevcut çalışanlara sürdürülebilirlik yönetimi ve GHG hesaplamaları konusunda eğitim vermek. Teknolojik Altyapıya Yatırım: Otomatik veri toplama, emisyon hesaplama ve raporlama süreçlerini kolaylaştıracak dijital platformlara ve yazılımlara yatırım yapmak. Örneğin, ESG veri analitiği için xAI gibi yapay zeka tabanlı çözümlerin kullanımı (xAI, 2025). Finansal Kaynaklara Erişim: Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ve diğer uluslararası finans kuruluşlarının sunduğu yeşil kredi hatları, hibeler ve teknik destek programlarından yararlanmak (EBRD, 2024). Bu kaynaklar, enerji verimliliği projeleri ve yenilenebilir enerji yatırımları için kritik önem taşımaktadır. ii- Politika Önerileri Kamu kurumları, bu dönüşüm sürecinde işletmelere yol göstermeli ve destekleyici bir ekosistem oluşturmalıdır: Kapasite Geliştirme Programları: KOSGEB ve Ticaret Bakanlığı, özellikle KOBİ'lere yönelik TSRS ve CBAM odaklı ücretsiz eğitim programları, webinarlar ve rehberler düzenlemelidir. Bu eğitimler, GHG emisyonu hesaplamaları, veri toplama yöntemleri ve ESG raporlama formatları gibi pratik konulara odaklanmalıdır. Dijital Raporlama Platformları: Hindistan'ın MCA21 portalı gibi merkezi bir dijital platformun oluşturulması, TSRS uyumunu otomatikleştirebilir, veri kalitesini artırabilir ve raporlama maliyetlerini düşürebilir. Bu platform, işletmelerin verilerini kolayca girmesini ve standartlara uygun raporlar oluşturmasını sağlayabilir. Regülasyon Uyumu ve Kılavuzlar: Türkiye, AB düzenlemeleriyle uyumu artırmak için CBAM'ın hedeflediği sektörlere yönelik sektörel rehberler yayımlamalıdır. Bu rehberler, karbon yoğunluğunun nasıl hesaplanacağını, hangi veri kaynaklarının kullanılacağını ve raporlama şablonlarını içermelidir. Danışmanlık Desteği: Kamu destekleri, KOBİ'lerin yerel sürdürülebilirlik danışmanlık firmalarından alacakları hizmetleri sübvanse etmelidir. Modüler ve sektöre özel ESG araç setleri geliştiren danışmanlık firmaları teşvik edilmelidir (örneğin, PwC Türkiye, 2025). iii. Pratik Çerçeveler: Kademeli Bir Yol Haritası İşletmeler, sürdürülebilirlik yolculuğuna kademeli bir yaklaşımla başlamalıdır: Başlangıç Düzeyi: İşletme içi bir sürdürülebilirlik ekibi oluşturun, GRI standartlarına uygun temel bir ESG raporu hazırlayın ve öncelikle Scope 1 ve Scope 2 emisyonlarını hesaplamaya odaklanın. Enerji ve su tüketimi verilerini sistematik olarak toplamaya başlayın. Orta Düzey: Tedarik zincirindeki iş ortaklarıyla iletişime geçerek Scope 3 emisyonlarını hesaplamaya başlayın. WRI Scope 3 Değerlendiricisi gibi araçları kullanın. Kurumsal yönetişim yapınızı güçlendirin ve sürdürülebilirlik hedeflerinizi belirleyin. İleri Düzey: CBAM'dan etkileniyorsanız, karbon ayak izi raporlamanızı AB'nin spesifik formatlarına uygun hale getirin. Sürdürülebilirlik risklerini ve fırsatlarını finansal raporlamanıza entegre edin (TSRS). TCFD (İklimle İlgili Finansal Açıklamalar Görev Gücü) ve SASB (Sürdürülebilirlik Muhasebesi Standartları Kurulu) standartlarıyla raporlamanızı daha da güçlendirin. iv. Gelecek Perspektifleri TSRS ve CBAM uyumu, Türk işletmeleri için sadece bir yükümlülük olmaktan öte, küresel tedarik zincirlerindeki konumlarını güçlendirme ve yeşil ekonomide öncü bir rol oynama fırsatı sunmaktadır. Yapay zeka tabanlı veri analitiği, sensör teknolojileri ve dijital ikizler gibi yeni nesil teknolojiler, bu süreçte veri toplama, analiz ve raporlama süreçlerini daha verimli hale getirerek işletmelere büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Türk işletmeleri, devlet destekleri, sektörel iş birlikleri ve teknolojik yenilikleri bir araya getirerek sürdürülebilirlik yolculuklarını başarılı bir şekilde tamamlayabilirler. v-Uygulama Örneği: Türk Tekstil KOBİ’si için Adım Adım Yol Haritası Bu bölüm, yukarıda sunulan teorik ve stratejik çerçeveleri, somut bir sektördeki işletme için pratik bir yol haritasına dönüştürmektedir. Durum Analizi: İşletme, yıllık net satış hasılatı 1.2 Milyar TL, toplam varlıkları 600 Milyon TL ve 300 çalışanı olan bir tekstil KOBİ'sidir. AB'ye ihracat oranı %70'tir. İşletme, TSRS kapsamına girmektedir. İhracat pazarının ana oyuncusu AB olduğundan, Yeşil Mutabakat ve CBAM'ın gelecekte tekstil sektörüne yönelik potansiyel etkilerini proaktif bir şekilde değerlendirmelidir. Adım 1: Sürdürülebilirlik Yönetişimini Kurma Yönetim kurulu seviyesinde bir Sürdürülebilirlik Komitesi oluşturun. Bir Sürdürülebilirlik Yöneticisi atayın veya dışarıdan bir danışmanlık firmasıyla iş birliği yapın. İlgili departmanlardan (üretim, finans, satın alma) bir Sürdürülebilirlik Çalışma Grubu oluşturun. Adım 2: Veri Toplama ve Temel Raporlama Veri Yönetim Sistemi: Enerji tüketimi (elektrik, doğal gaz), su tüketimi, atık miktarı, üretim süreçleri, hammadde verileri ve çalışan verilerini toplamak için merkezi bir sistem kurun. GHG Hesaplamaları: Scope 1: Doğrudan emisyonları (fabrika jeneratörleri, kazanlar) hesaplayın. Scope 2: Satın alınan elektrik tüketimi için emisyonları hesaplayın. Scope 3: Öncelikle en büyük kalemleri belirleyin (hammadde üretimi ve nakliyesi, lojistik). Tedarikçilerinizden karbon ayak izi verilerini talep edin. ESG Raporu Taslağı: TSRS ve GRI standartlarına uygun bir taslak hazırlayın. Çevresel etkilerinizi, çalışanlarınız için yaptığınız iyileştirmeleri ve yönetim kurulu yapınızı şeffaf bir şekilde açıklayın. Adım 3: CBAM Hazırlığı Karbon Yoğunluğu Analizi: İhraç ettiğiniz her bir ürün grubu için karbon yoğunluğunu hesaplayın. Bu, AB'nin belirlediği spesifik metodolojilere uygun olmalıdır. Tedarik Zinciri Şeffaflığı: Hammadde tedarikçilerinizle (pamuk, sentetik iplik üreticileri) veri paylaşımı protokolleri geliştirin. Onları da kendi karbon ayak izlerini hesaplamaya teşvik edin. Dijital Çözümler: CBAM raporlama süreçlerini kolaylaştıracak yazılımları araştırın ve kullanın. AB'nin resmi CBAM portalındaki şablonları dikkatle inceleyin ve doldurun. Adım 4: Kapasite Geliştirme ve Finansman KOSGEB Destekleri: KOSGEB'in "Yeşil Dönüşüm Destek Programı" gibi teşviklerinden faydalanmak için başvuru yapın. Bu destekler, enerji verimliliği yatırımları ve danışmanlık hizmetlerinin maliyetini düşürebilir. Eğitim: Çalışanlarınızı sürdürülebilirlik ve emisyon hesaplamaları konusunda eğitimlere gönderin. Yeşil Finansman: Enerji verimliliği artırıcı projeleriniz için EBRD veya yerel bankaların sunduğu yeşil kredi ürünlerini araştırın. Adım 5: Sürekli İyileştirme ve İletişim Hedef Belirleme: Karbon emisyonlarını belirli bir zaman diliminde (örneğin, 2030'a kadar %20 azaltım) düşürme hedefleri koyun. Paydaş İletişimi: Hazırladığınız sürdürülebilirlik raporunu, müşterileriniz, bankalar ve diğer paydaşlarla şeffaf bir şekilde paylaşın. Gelecek Odaklılık: Döngüsel ekonomi modellerini (atık azaltımı, geri dönüşüm) araştırın ve bu modelleri iş süreçlerinize entegre edin. Bu yol haritası, bir Türk tekstil KOBİ'sinin TSRS, ESG ve CBAM uyumunu birbiriyle entegre bir şekilde nasıl yöneteceğini göstermektedir. Bu yaklaşım, sadece yasalara uyum sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda işletmeye uluslararası pazarlarda kalıcı bir rekabet gücü kazandıracaktır. Kaynakça Avrupa Komisyonu. (2023). Carbon Border Adjustment Mechanism (CBAM): Overview. Erişim adresi: https://ec.europa.eu/taxation_customs/green-taxation-0/carbon-border-adjustment-mechanism_en Eccles, R. G., & Krzus, M. P. (2018). The integrated reporting movement: Meaning, momentum, motives, and materiality. Wiley. European Bank for Reconstruction and Development (EBRD). (2024). Turkey Green Finance. Erişim adresi: https://www.ebrd.com/turkey GRI. (2021). GRI Standards. Erişim adresi: https://www.globalreporting.org/standards Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK). (2023). Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları. Erişim adresi: https://www.kgk.gov.tr/surdurulebilirlik Little, R. J. A., & Rubin, D. B. (2020). Statistical analysis with missing data (3rd ed.). Wiley. Ministry of Corporate Affairs, India. (2021). Business Responsibility and Sustainability Reporting. Erişim adresi: https://www.mca.gov.in/content/mca/corporate/en/home.html PwC Türkiye. (2025). ESG ve Sürdürülebilirlik Hizmetleri. Erişim adresi: https://www.pwc.com.tr/esg-ve-surdurulebilirlik World Resources Institute (WRI). (2021). GHG Protocol Scope 3 Evaluator. Erişim adresi: https://ghgprotocol.org xAI. (2025). API Services for ESG Data Analytics. Erişim adresi: https://x.ai/api Yeşil Büyüme. (2024). Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları Rehberi. Erişim adresi: https://yesilbuyume.org  

Yapay Zekâ ile Yazılmış Bir Gelecek: Akademik Üretimin Etik Eşiği

"Yapay Zekâ Destekli Akademik Yazımda Etik Yaklaşım" başlıklı bu makale (Cheng, Calhoun & Reedy, 2025), yapay zekâ destekli akademik yazımın etik sınırlarını sorgularken, hem metodolojik bir çerçeve sunuyor hem de “nasıl kullanmalı” sorusuna somut yanıtlar getiriyor. Aşağıda, çalışmanın temel noktalarını özetleyen bir çerçeve çıkarıyorum. Dilerseniz bunu bir makaleye entegre edecek şekilde de düzenleyebilirim.  Öz  Makale Başlığı: Artificial intelligence-assisted academic writing: recommendations for ethical use Yazarlar: Adam Cheng, Aaron Calhoun & Gabriel Reedy Kaynak: Advances in Simulation, 2025, Volume 10, Article 22 DOI:https://tinyurl.com/ynek6pat Makalenin Temel Bulguları ve Katkıları 1. Yapay Zekânın Akademik Yazımdaki Rolü: Yeni Bir Dönemin Eşiği ChatGPT gibi LLM tabanlı araçlar, araştırmacıların üretkenliğini artırsa da; intihal riski, AI halüsinasyonları (uydurma içerikler) ve uydurulmuş kaynaklar gibi ciddi sorunlar yaratabiliyor. Bu araçların önceki yazım teknolojilerinden farkı, artık yalnızca destek değil, bağımsız içerik üretimi yapmaları. 2. Yayıncıların ve Editör Kurumlarının Tutumu COPE, ICMJE, WAME, JAMA gibi saygın kurumlar, açık bir şekilde şeffaflık, insan katkısı ve hesap verebilirlik ilkelerini vurguluyor. ChatGPT bir yazar değildir; çünkü sorumluluk alamaz, içeriğin doğruluğunu temin edemez. 3. Etik Riskler ve Sınırlamalar İntihal: AI, kaynak belirtmeden içerik kopyalayabilir. AI Halüsinasyonları: Gerçekmiş gibi görünen ama temelsiz bilgiler. Yanlış ya da uydurma kaynaklar: Örn. DOI’ler ya da PMID'ler hatalı ya da tamamen sahte olabilir. Bilişsel tembelleşme: Özellikle genç araştırmacıların düşünme ve yazma becerilerini köreltebilir. 4. Etik Kullanımın Üç Temel İlkesi (Mann et al., 2024’ten de esinle): İnsan Denetimi ve Onayı Kayda Değer İnsan Katkısı Açıklık ve Şeffaflık 5. Etik Kullanım Katmanları (Figür 2’ye göre): Güvenli Kullanım (En Etik): Dil bilgisi düzeltmeleri, okunabilirliği artırma, çeviri desteği. Şartlı Etik Kullanım: Taslak oluşturma, özetleme, fikir fırtınası yapma. Ancak içerik mutlaka kontrol edilmeli, anlam çarpıtılmamalı. Riskli/Kabul Edilmez Kullanım: Verisiz doğrudan metin üretimi, literatür taraması, etik analiz, özgünlük kontrolü gibi alanlarda kullanımı ciddi sorunlara yol açabilir. * Eleştirel düşünme bana mı ait? Temel araştırma-yazma becerilerini ben mi sürdürüyorum? Tüm içerik ve referansları ben mi doğruladım? Yapay zekâyı nasıl kullandığımı şeffafça açıkladım mı? Eğer bu sorulardan birine bile “hayır” yanıtı veriyorsanız, yazım sürecinizi yeniden gözden geçirmeniz önerilir. Sonuç ve Öneriler Yapay zekâ araçları bir destekleyici araçtır, karar verici değil. AI’nın sunduğu kolaylıklar, insan aklının derinliğini ve etik sorumluluğunu ikame edemez. Alan özelinde geliştirilen araçlar (örneğin Scopus AI) daha güvenilir olabilir, ama yine de eleştirel süzgeç şarttır. Özet Tablosu İlke Uygulama Tavsiyesi İnsan Sorumluluğu AI kullanımı yazarın sorumluluğunu azaltmaz Yazarlık Rolü AI asla yazar ya da ortak yazar olarak gösterilmemeli Şeffaflık ve Beyan Kullanım açıkça bildirilip detaylandırılmalı İçerik Doğrulama Model çıktıları dikkatlice analiz edilmeli ETHICAL İlkesi Sosyal etkiden teknoloji kullanım şeffaflığına kadar yedi adım Raporlama Standartları TRIPOD‑AI, CONSORT‑AI gibi şablonlara uyulmalı Kurumsal Etik Rehberleri YÖK ve dergi politikaları izlenmeli Öğrenci-Öğretmen Duyarlılığı AI okuryazarlılığı ve etik kullanım eğitilmeli

Kapitalist Rasyonalite ve Ekolojik Felaketler: Türkiye’de Şirket Kapitalizmi Bağlamında Yangın Politikaları, İhmaller, Fırsat Maliyetleri ve Toplumsal Yansımalar

Kapitalist Rasyonalite ve Ekolojik Felaketler: Türkiye’de Şirket Kapitalizmi Bağlamında Yangın Politikaları, İhmaller, Fırsat Maliyetleri ve Toplumsal Yansımalar Capitalist Rationality and Ecological Catastrophes: Fire Governance, Systemic Negligence, Opportunity Costs, and Societal Reflections under Corporate Capitalism in Turkey                                                                                                                                    Prof.Dr. Orhan Elmacı,                                                                                        https://orcid.org/0000-0002-7137-6211,   Bu çalışma Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (ROR: https://ror.org/02mn0vt57) tarafından desteklenmiştir.                                                                                                                    oelmaci@gmail.com    Öz   Kapitalist Rasyonalite ve Ekolojik Felaketler: Türkiye’de Şirket Kapitalizmi Bağlamında Yangın Politikaları, İhmaller ve Toplumsal Yansımalar Kapitalist Rasyonalite ve Ekolojik Felaketler: Türkiye’de Şirket Kapitalizmi Bağlamında Yangın Politikaları, İhmaller, Fırsat Maliyetleri ve Toplumsal Yansımalar Öz Türkiye'de son yıllarda artan orman yangınları, yalnızca iklim değişikliği veya doğal faktörlerle açıklanamayan, derinlemesine yapısal bir soruna işaret etmektedir. Bu çalışma, yangınları şirket kapitalizmi, neoliberal çevre politikaları ve kurumsal sorumluluk krizi bağlamında eleştirel bir perspektifle analiz etmektedir. David Harvey'nin "mekânın üretimi" ve Naomi Klein'ın "felaket kapitalizmi" kavramları temelinde, yangınların sadece bir yıkım değil, aynı zamanda sermaye birikimi için yeni fırsatlar yaratan bir dönüşüm aracı olarak nasıl işlev gördüğü incelenmektedir. Bulgular, yangın söndürme kapasitesinin özelleştirilmesi, yangın sonrası arazi kullanımının ranta açılması, siyasal söylemde sorumluluk kaçışı ve yangınların yarattığı yüksek fırsat maliyetlerinin, bu krizin temel bileşenleri olduğunu göstermektedir. Çalışma, #HelpTurkey gibi sosyal medya kampanyaları aracılığıyla yükselen yurttaş direncini ve medyanın yangınları kodlama biçimlerini de analiz ederek, krizin toplumsal yansımalarını ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, orman yangınlarının doğayı, kamusal düzeni ve toplumsal adaleti tehdit eden çok katmanlı bir kriz olduğu ve çözümün ancak topluluk temelli yaklaşımlar, çevresel adalet ve kurumsal hesap verebilirlik gibi bütüncül politikalarla mümkün olabileceği savunulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Orman Yangınları, Şirket Kapitalizmi, Neoliberal Politikalar, Felaket Kapitalizmi, Fırsat Maliyeti, Çevresel Adalet, Türkiye. Abstract The increasing forest fires in Turkey in recent years indicate a deeply structural problem that cannot be explained solely by climate change or natural factors. This study critically analyzes these fires within the context of corporate capitalism, neoliberal environmental policies, and the crisis of institutional accountability. Drawing on David Harvey's concept of "the production of space" and Naomi Klein's "disaster capitalism," the research examines how fires function not only as destruction but also as a transformative tool creating new opportunities for capital accumulation. Findings reveal that the privatization of firefighting capacity, the commodification of post-fire land use, the political discourse of responsibility evasion, and the high opportunity costs incurred by fires are key components of this crisis. The study also analyzes the social repercussions of the crisis, including citizen resistance through social media campaigns like #HelpTurkey and the media's framing of the fires. In conclusion, it is argued that forest fires represent a multi-layered crisis threatening nature, public order, and social justice, and that solutions are only possible through holistic policies such as community-based approaches, environmental justice, and institutional accountability. Keywords: Forest Fires, Corporate Capitalism, Neoliberal Policies, Disaster Capitalism, Opportunity Cost, Environmental Justice, Turkey. Giriş Çok Katmanlı Bir Kriz Olarak Orman Yangınları Genel Bakış ve Problemin Tanımı Türkiye'de son yıllarda giderek artan orman yangınları, yalnızca bir ekolojik felaket olmanın ötesinde, siyasal ekonomi, kamu politikaları ve toplumsal hafızanın iç içe geçtiği yapısal bir soruna işaret etmektedir. Bu durum, yangınların sadece iklim değişikliği veya doğal faktörlerle açıklanamayacak kadar derin, sistemik kökleri olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle 2021 yazında yaşanan büyük yangınlar, ülke gündeminde yalnızca çevresel yıkımı değil, aynı zamanda devletin kriz yönetim kapasitesini, medya söylemlerini ve yurttaşların dayanışma biçimlerini de tartışmaya açmıştır. Bu olaylar, afetlerin toplumsal ve politik birer ayna işlevi gördüğünü, mevcut yönetim pratikleri ve toplumsal dinamikler hakkında önemli ipuçları sunduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, yaşanan yangınlar; şirket kapitalizmi, neoliberal çevre politikaları ve kurumsal sorumluluk krizinin somut bir tezahürü olarak okunmalıdır. Bu perspektif, yangınları münferit olaylar olarak değil, belirli bir ekonomik ve politik sistemin doğal bir sonucu olarak ele almayı gerektirmektedir. Yangınların "yalnızca ekolojik bir felaket değil" ifadesi, ilk bakışta basit bir niteleme gibi görünse de, aslında felaketlerin doğa olayları olmaktan çıkıp, belirli sosyo-ekonomik ve politik yapıların bir sonucu haline geldiğini ima etmektedir. Bu durum, David Harvey'nin "mekânın üretimi" kavramıyla doğrudan ilişkilidir; zira afetler, kapitalist birikim mantığına göre şekillenen toplumsal olaylar olarak ortaya çıkabilmektedir. Eğer yangınlar sadece doğal değilse, o zaman onların sıklığı, şiddeti ve yönetimi, mevcut sistemin (şirket kapitalizmi, neoliberal politikalar) içsel çelişkilerini ve zayıflıklarını yansıtan birer semptom olarak değerlendirilmelidir. Bu durum, krizin "çok katmanlı" olduğunu ve yüzeysel çözümlerle giderilemeyeceğini göstermektedir. Yangınlar, sistemin kendisinin bir ürünüdür ve bu nedenle, afet yönetimi sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda derinlemesine politik bir alandır. Devletin kriz yönetim kapasitesinin tartışmaya açılması, sadece operasyonel bir eksikliği değil, aynı zamanda devletin kamusal sorumluluktan çekilme eğiliminin bir sonucu olarak yorumlanabilir. Bu değerlendirme, yangınları sadece bir "olay" olarak değil, aynı zamanda mevcut politik-ekonomik sistemin "işleyiş biçimi"nin bir parçası olarak konumlandırmaktadır. Bu, yangınların sadece sonuçları değil, aynı zamanda bir "süreç" olduğunu ve bu sürecin farklı aktörler (devlet, medya, yurttaşlar, şirketler) arasında bir güç mücadelesi alanı yarattığını ortaya koymaktadır. Çalışmanın Amacı ve Metodolojisi Bu çalışma, Türkiye'deki orman yangınlarının arkasında yatan politik ve ekonomik dinamikleri eleştirel bir perspektifle analiz etmeyi amaçlamaktadır. Amaç, yangınların nedenlerini sadece teknik yetersizliklere indirgemek yerine, daha geniş yapısal faktörlerle ilişkilendirmektir. Analiz, politika dokümanları, medya temsilleri, sosyal medya kampanyaları ve kuramsal literatürün kesişiminde, çok boyutlu bir yöntemle gerçekleştirilmiştir. Bu interdisipliner yaklaşım, konunun karmaşıklığını ve farklı boyutlarını bütüncül bir şekilde kavramayı sağlamaktadır. Temel olarak, yangınların yönetimi ve ardından gelen yeniden yapılandırma süreçlerinin nasıl sermaye birikim rejimiyle iç içe geçtiği incelenmektedir. Bu, yangınların sadece bir yıkım değil, aynı zamanda sermaye için yeni fırsatlar yaratan bir dönüşüm aracı olarak nasıl işlev görebildiğini anlamaya odaklanmaktadır. 2021 yangınlarının "ülke gündeminde yalnızca çevresel yıkımı değil, aynı zamanda devletin kriz yönetim kapasitesini, medya söylemlerini ve yurttaşların dayanışma biçimlerini de tartışmaya açması", bu olayın sadece bir afet değil, aynı zamanda bir "toplumsal test" ve "politik ayna" işlevi gördüğünü göstermektedir. Bu durum, Naomi Klein'ın "felaket kapitalizmi" argümanıyla örtüşmektedir; zira kriz anları, mevcut sistemin işleyişini ve ideolojik aygıtlarını (medya, devlet söylemi) daha görünür kılmaktadır. Yangınların toplumsal hafızada yer etmesi, bu olayların sadece anlık bir yıkım değil, aynı zamanda kolektif bir öğrenme ve sorgulama sürecini tetiklediğini göstermektedir. Yurttaşların dayanışması ise, devletin yetersizliğine karşı toplumsal bir refleks ve alternatif bir kapasitenin potansiyelini işaret etmektedir. Bu durum, yangınların sadece sonuçları değil, aynı zamanda bir "süreç" olduğunu ve bu sürecin farklı aktörler (devlet, medya, yurttaşlar, şirketler) arasında bir güç mücadelesi alanı yarattığını ortaya koymaktadır. Bu mücadele, hem mevcut sistemin kırılganlıklarını hem de toplumsal direncin potansiyelini gözler önüne sermektedir. I. Kuramsal Çerçeve ve Literatür Taraması: Afetlerin Politik Ekonomisi Kapitalizm, Mekân ve Afet Yönetimi David Harvey’nin "mekânın üretimi" kavramı (Harvey, 2005, s. 98), afetlerin yalnızca doğa kaynaklı değil, kapitalist birikim mantığına göre şekillenen toplumsal olaylar olduğunu vurgulamaktadır. Bu çerçeve, ormanlık alanların sadece ekolojik varlıklar değil, aynı zamanda sermaye için potansiyel "üretim mekânları" olarak görüldüğünü ve bu mekânların kapitalist mantıkla nasıl dönüştürüldüğünü anlamak için kritiktir. Ormanlar, doğal kaynak olmalarının yanı sıra, tarım, turizm, madencilik veya konut gibi farklı ekonomik faaliyetler için potansiyel araziler olarak değerlendirilmekte, bu da onların korunması ile ekonomik çıkar çatışmalarını beraberinde getirmektedir. Naomi Klein’ın "felaket kapitalizmi" yaklaşımı (Klein, 2007, s. 3), kriz anlarının, neoliberal politikaların derinleştirilmesi için fırsat alanları olarak değerlendirildiğini ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, yangın sonrası "yeniden yapılandırma süreçlerinin" nasıl sermaye lehine dönüştürüldüğünü, yani yangınların bir "şok doktrini" aracı olarak nasıl kullanılabileceğini açıklamak için temel bir araçtır. Felaketler, kamuoyunun dikkatinin dağıldığı ve acil durum bahanesiyle radikal politikaların daha kolay uygulanabildiği "fırsat pencereleri" yaratabilmektedir. Klein'ın "felaket kapitalizmi" ve Harvey'nin "mekânın üretimi" kavramlarının birleşimi, yangınların sadece bir "kriz anı" olmadığını, aynı zamanda belirli mekânların (ormanlık alanlar) sermaye birikimi için "yeniden üretildiği" bir süreç olduğunu göstermektedir. Yangınlar, sermaye için "temiz bir sayfa" açma, yani eski kullanımları (orman, kırsal yaşam) ortadan kaldırıp yeni, kâr odaklı kullanımların (turizm, enerji, madencilik) önünü açma aracı olarak işlev görebilmektedir. Bu durum, yangınların kasıtlı çıkarılma ihtimali olmasa bile, yangın sonrası politikaların bu rant arayışını beslediği anlamına gelmektedir. Bu değerlendirme, çevresel yıkımın sadece bir "yan etki" değil, aynı zamanda kapitalist genişlemenin içsel bir mekanizması olabileceği fikrini güçlendirmektedir. Ormanların sadece ağaçlardan ibaret olmayıp, aynı zamanda "emek-yoğun" bir yaşam biçiminin, kültürel mirasın ve toplumsal belleğin taşıyıcısı olduğu gerçeği, yangınların sosyokültürel yıkımını daha da derinleştirmektedir. Bu analiz, çevresel yıkımın sadece bir sonuç değil, aynı zamanda belirli ekonomik ve politik hedeflere ulaşmak için bir araç olarak nasıl kullanılabileceğine dair kritik bir bakış açısı sunmaktadır. Neoliberal Çevre Politikaları ve Sorumluluk Krizi 1980 sonrası dönemde Türkiye’de uygulamaya konan neoliberal politikalar, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, taşeronlaştırma ve çevresel sorumluluğun piyasaya devri gibi yapısal dönüşümlere neden olmuştur. Bu dönüşümler, devletin çevresel koruma ve afet yönetimi alanındaki doğrudan rolünü azaltırken, özel sektörün etkisini artırmıştır. Bu bağlamda, orman yangınlarıyla mücadele sürecinde kamu-özel ortaklıkları ön plana çıkarken, kurumsal hesap verebilirlik zayıflamış ve sorumluluk kamu otoritesinden özel aktörlere doğru kaymıştır (Aydın, 2021, s. 47). Bu durum, sorumluluğun bulanıklaşmasına ve kriz anlarında kimsenin tam olarak sorumlu tutulamamasına yol açmıştır. Neoliberal politikaların kamu hizmetlerini özelleştirmesi ve sorumluluğu piyasaya devretmesi, devletin afet yönetimindeki rolünü "hizmet sağlayıcıdan" "piyasa düzenleyiciye" veya "piyasa kolaylaştırıcıya" dönüştürdüğünü göstermektedir. Bu durum, devletin doğrudan müdahale kapasitesinin zayıflamasına yol açarken, aynı zamanda özel sektörün kâr maksimizasyonu güdüsünün kamusal değerlerin (halk sağlığı, kamu güvenliği) önüne geçmesine neden olmaktadır. Bu bir "sorumluluk krizi"dir, çünkü kamusal sorumluluk bulanıklaşmakta ve nihayetinde kimse tam olarak sorumlu tutulamamaktadır. Bu dönüşüm, afet yönetimini sadece teknik bir mesele olmaktan çıkarıp, bir "yönetişim krizi"ne dönüştürmektedir. Kamu-özel ortaklıkları, teoride verimlilik vaat etse de, pratikte şeffaflık ve hesap verebilirlik sorunları yaratabilmekte ve kamusal çıkarların özel çıkarlara feda edilmesine yol açabilmektedir. Bu değerlendirme, neoliberalizmin sadece ekonomik bir model olmadığını, aynı zamanda devletin doğasını ve kamusal alanın sınırlarını yeniden tanımlayan bir ideoloji olduğunu vurgulamaktadır. Yangınların Sosyokültürel Anlamı ve Bellek Yangınların sadece çevresel değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir yıkım yarattığı unutulmamalıdır. Ormanlar, sadece ağaçlardan ibaret olmayıp, aynı zamanda yerel halkın yaşam biçimi, kültürel pratikleri ve kolektif belleği için bir taşıyıcıdır. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan halkın doğa ile kurduğu tarihsel bağın kopması, bir kimlik ve aidiyet krizine yol açmaktadır (Çelik, 2020, s. 104). Bu durum, ekolojik felaketlerin aynı zamanda derin toplumsal travmalar ve kültürel kayıplar doğurduğunu göstermektedir ki, bu da afet yönetiminin sadece teknik değil, aynı zamanda sosyokültürel boyutunu vurgulamaktadır. Yangınlar, sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda nesiller arası aktarılan bilgiyi, geleneksel yaşam biçimlerini ve toplulukların doğayla kurduğu derin ilişkiyi de tahrip edebilmektedir. II. Şirket Kapitalizmi ve Orman Yangınları: Türkiye’den Bulgular Yangın Söndürme Kapasitesinin Özelleştirilmesi ve Zayıflaması 1990'lı yıllardan itibaren yangın söndürme hizmetlerinin özelleştirilmesi, devletin doğrudan müdahale kapasitesini ciddi şekilde zayıflatmıştır. Bu süreç, kamusal hizmetlerin piyasaya devredilmesinin, kriz anlarında ne denli ciddi sonuçlar doğurabileceğini somut bir şekilde göstermektedir. Özellikle Türk Hava Kurumu'na (THK) ait uçakların devre dışı bırakılması, yangınla mücadelede yaşanan gecikmeleri artırmış ve kamuoyunda ciddi tepkilere neden olmuştur (Yılmaz, 2022, s. 89). Bu durum, neoliberal reformların afet yönetimini nasıl etkisizleştirdiğine dair çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir; zira kâr odaklı bir yaklaşım, operasyonel etkinliğin önüne geçebilmektedir. Yangın söndürme filolarının modernizasyonu ve bakımı için gerekli yatırımların yapılmaması veya özel sektöre devredilmesi, acil durumlarda hızlı ve etkili müdahaleyi sekteye uğratmıştır. Şirketleşme ve Müdahale Biçimlerinin Dönüşümü Yangın söndürme sürecinde kullanılan araç-gereçlerin tedariki, ekipman bakımı ve lojistik destek gibi süreçlerin özel firmalara devredilmesi, maliyet odaklı yaklaşımların öncelenmesine neden olmuştur. Bu durum, hizmet kalitesinden ve kamusal güvenlikten ödün verilmesine yol açabilmektedir. Halk sağlığı ve kamu güvenliği gibi kamusal değerlerin piyasa dinamiklerine feda edilmesine yol açtığı gözlemlenmektedir (Öztürk, 2023, s. 52). Özel şirketlerin kâr maksimizasyonu hedefi, afet anlarında hızlı ve kapsamlı müdahale yerine, maliyet-etkinliği önceliklendirmelerine neden olabilmektedir. Bu durum, yangınla mücadelede kullanılan ekipmanların yetersiz kalmasına, personel eğitimlerinin aksamasına ve genel müdahale stratejilerinin zayıflamasına yol açabilmektedir. Yangın söndürme hizmetlerinin özelleştirilmesi ve şirketleşmesi, temel olarak kâr maksimizasyonu mantığını beraberinde getirmektedir. Bu durum, THK uçaklarının devre dışı bırakılması gibi somut örneklerde görüldüğü üzere, maliyet-etkinlik arayışının operasyonel kapasiteyi ve müdahale hızını olumsuz etkilemesine yol açmaktadır. "Halk sağlığı ve kamu güvenliği gibi kamusal değerlerin piyasa dinamiklerine feda edilmesi" ifadesi, bu durumun özünü yansıtmaktadır: piyasa mantığı, kamusal iyilikten önce gelmektedir. Bu durum, felaket anlarında devletin asli görevi olan vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlama kapasitesini kökten zayıflatmaktadır. Aynı zamanda, afet yönetiminde "önleyici" tedbirlerin (orman bakımı, erken uyarı sistemleri) de maliyetli olduğu için ihmal edilmesine yol açabilmektedir, çünkü bu tür yatırımlar doğrudan kâr getirmez. Kriz anında müdahale, daha "görünür" ve dolayısıyla politik olarak daha cazip olabilir, ancak sistemik ihmallerin bir sonucudur. Bu değerlendirme, neoliberal politikaların sadece ekonomik verimlilik değil, aynı zamanda kamusal hizmetlerin kalitesi ve erişilebilirliği üzerindeki olumsuz etkilerini de gözler önüne sermektedir. Yangın Sonrası Arazi Kullanımı ve Kentsel Rant Yangınların ardından ormanlık alanların turizm, enerji ve madencilik yatırımlarına açılması, yangınların "rant üretme" aracı olarak kullanılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, felaketlerin sadece yıkım değil, aynı zamanda sermaye için yeni birikim alanları yaratma potansiyelini göstermektedir. Orman Kanunu'ndaki değişikliklerle birlikte yapılaşmaya açık hale gelen alanlar, doğrudan sermaye çevrelerinin kullanımına sunulmaktadır (Erdoğan, 2023, s. 33). Bu yasal düzenlemeler, yangın sonrası arazilerin ticari amaçlarla kullanılmasına yasal bir kılıf sağlamaktadır. Yangın görmüş alanların hızla imara açılması, bu alanların ekolojik restorasyonundan ziyade ekonomik potansiyelinin öncelendiği eleştirilerini beraberinde getirmektedir. Yangın sonrası arazilerin turizm, enerji ve madencilik yatırımlarına açılması ve Orman Kanunu'ndaki değişikliklerle yapılaşmanın önünün açılması, yangınların sadece bir felaket değil, aynı zamanda sermaye için yeni "fırsat alanları" yaratan bir "mekân dönüşüm mekanizması" olarak işlev gördüğünü göstermektedir. Bu, Klein'ın "felaket kapitalizmi" tezinin doğrudan bir uygulamasıdır. Yangınlar, yasal ve bürokratik engelleri aşmak için bir bahane veya katalizör görevi görmekte, böylece sermaye birikimi için yeni sınırlar açılmaktadır. Bu durum, yangınların "doğal" nedenlerinin ötesinde, "yapısal" nedenlerinin de olabileceği şüphesini güçlendirmektedir. Kasıtlı yangın çıkarma iddiaları olmasa bile, yangın sonrası politikaların bu yönde olması, sistemin bu tür felaketlerden nasıl "fayda sağladığını" göstermektedir. Bu, aynı zamanda, çevresel yıkımın sadece bir sonuç değil, aynı zamanda bir "araç" olabileceği fikrini ortaya koymaktadır. Bu değerlendirme, çevresel politikaların ve arazi kullanım planlamasının, görünüşte "çevreyi koruma" amacı taşırken, aslında belirli ekonomik çıkarlara hizmet edecek şekilde nasıl manipüle edilebildiğini ortaya koymaktadır. Aşağıdaki tablolar, yangın söndürme kapasitesindeki dönüşümü ve Orman Kanunu'ndaki değişikliklerin arazi kullanımına etkilerini daha somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Tablo 1: Türkiye'de Orman Yangınlarıyla Mücadele Kapasitesindeki Dönüşüm ve Etkileri (1990-2023) Dönem/Yıl Politika Değişikliği/Uygulama Etkilenen Alan Sonuç/Etki Kaynak 1990'lar Başlangıcı Yangın söndürme hizmetlerinin özelleştirilmeye başlanması Yangın Söndürme Uçakları/Filosu Sayısı ve Bakım Durumu Devletin doğrudan müdahale kapasitesinde ciddi zayıflama   2000'ler Ortası Türk Hava Kurumu'nun (THK) uçak filosunun bakımsız kalması veya devre dışı bırakılması Yangın Söndürme Personeli Sayısı ve Eğitimi Yangınla mücadelede yaşanan gecikmeler ve etkinlik kaybı   2010'lar Sonrası Kamu-özel ortaklıklarının ve taşeronlaşmanın yaygınlaşması, maliyet odaklı yaklaşımların öncelenmesi Ekipman Tedariki ve Bakımı, Lojistik Destek Mekanizmaları Kamuoyunda oluşan ciddi tepkiler ve güven kaybı, halk sağlığı ve kamu güvenliği gibi kamusal değerlerin piyasa dinamiklerine feda edilmesi   2021 Yangınları Dönemi Mevcut kapasite krizi ve müdahale yetersizlikleri Genel Yangın Mücadele Kapasitesi Yangınların yayılma hızının artması, büyük ekolojik ve ekonomik kayıplar   Bu tablo, yangın söndürme kapasitesindeki dönüşümü somut verilerle görselleştirmekte ve neoliberal politikaların afet yönetimi üzerindeki doğrudan etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Kronolojik bir akış sunarak, kapasite zayıflamasının bir süreç olduğunu ve belirli politika kararlarının sonucu olduğunu anlamaya yardımcı olmaktadır. Ayrıca, soyut "özelleştirme" kavramını THK uçakları gibi somut örneklerle desteklemektedir. Kapasite düşüşünün sadece teknik bir sorun değil, aynı zamanda "kamusal değerlerin feda edilmesi" gibi daha geniş toplumsal sonuçları olduğunu vurgulamaktadır. Bu, raporun ana argümanını (yangınların yapısal bir kriz olduğu) güçlendiren güçlü bir görsel kanıt sunmaktadır. Tablo 2: Orman Kanunu Değişiklikleri ve Yangın Sonrası Arazi Kullanımına Etkileri Kanun/Madde Değişikliği Değişikliğin İçeriği Potansiyel/Gözlenen Etki Referans Orman Kanunu'nda yapılan kritik değişiklikler (örn. 2B arazileriyle ilgili düzenlemeler) Orman alanlarının yasal tanımının daraltılması, koruma statüsünün zayıflatılması Yangın sonrası arazilerin turizm, enerji, madencilik, konut veya diğer ticari yatırımlara açılma potansiyeli   Yangın görmüş alanların yeniden tahsisiyle ilgili düzenlemeler Yangın sonrası orman vasfını yitiren alanların farklı amaçlarla kullanıma açılması Orman vasfını kaybetme riski, kentsel rantın artması ve sermaye çevrelerine yeni alanlar yaratılması   Çevre yönetiminde çok aktörlü yapıların net görev tanımlarına sahip olmaması Kriz anlarında koordinasyon problemlerine neden olan kurumsal belirsizlikler Sorumluluk krizinin derinleşmesi, etkin müdahalenin engellenmesi   Bu tablo, yangın sonrası arazilerin ranta açılması argümanını yasal dayanaklarla desteklemektedir. "Orman Kanunu'ndaki değişiklikler" gibi genel ifadeleri spesifik yasal düzenlemelerle somutlaştırmaktadır. Yasal değişikliklerin doğrudan "yapılaşmanın önünü açma" ve "sermaye çevrelerinin kullanımına sunma" gibi sonuçlarını net bir şekilde göstermektedir. Ayrıca, yangınların sadece bir felaket değil, aynı zamanda "rant üretme aracı" olarak kullanılmasına zemin hazırlayan yasal altyapıyı gözler önüne sermektedir. Bu, raporun "felaket kapitalizmi" ve "mekânın üretimi" teorik çerçevelerini ampirik olarak güçlendirmektedir. Yangınların Fırsat Maliyetleri ve Ekonomik Yükü Orman yangınlarının yol açtığı maliyetler, sadece doğrudan söndürme ve yeniden ağaçlandırma giderleriyle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda önemli "fırsat maliyetleri"ni de beraberinde getirmektedir. Fırsat maliyeti, bir seçeneğin tercih edilmesiyle vazgeçilen diğer en iyi alternatifin değeridir. Devlet açısından kamu harcamalarında fırsat maliyeti söz konusudur. Yangınların önlenmesi ve orman sağlığının iyileştirilmesine yönelik adımların atılmaması, gelecekteki daha büyük maliyetlere ve kayıplara yol açmaktadır.   Son 10 yılda çıkan orman yangınlarında 66 bin hektarlık alan küle dönmüş; söndürme ve yeniden ormanlaştırma maliyeti yaklaşık 1,7 milyar TL'yi bulmuştur. Bunun yanı sıra, yangın afetinden etkilenen vatandaşlara barınma, taşınma ve eşya yardımı kapsamında İzmir, Bilecik ve Manisa illerinde toplam 21 milyon 603 bin 400 TL ödeme yapılmıştır. Bu doğrudan maliyetlerin yanı sıra, ormanların sağladığı ürün ve faydaların (ekolojik hizmetler, biyoçeşitlilik, karbon tutma kapasitesi) kaybı da ekonomik ve toplumsal bir maliyete dönüşmektedir. Yangınlar sonucunda ev, can ve mal (hayvan, tarımsal ürün vb.) kaybı yaşanmaktadır.   Daha da önemlisi, yangınların önlenmesi için yeterli yatırım yapılmamasının fırsat maliyeti büyüktür. Yangınların bastırılmasının yüksek maliyeti ve orman ve yangın önleme ile ilgili kurumların kısıtlı bütçeleri dikkate alındığında, orman yangınlarının bastırılması yerine önlenmesine dayanan orman restorasyon faaliyetlerinin finansmanı son dönemlere değin gerekli ölçülerde yapılamamıştır. Oysa, yangın riskini azaltmanın yanı sıra, orman restorasyonları artan su miktarı ve kalitesi, daha temiz hava ve daha fazla kırsal istihdam gibi faydalar sağlamaktadır. Bu bağlamda, özel yatırımcılardan fon elde ederek restorasyon projelerine ön finansman sağlayan "orman dirençlilik tahvilleri" gibi yenilikçi finansman yöntemleri geliştirilmiştir.   Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi bağlamında, aynı dönemde özelleştirme uygulamaları çerçevesinde 2.5 katrilyon TL (9.2 milyar ABD $) tutarında kullanım gerçekleştirilmiştir. Bu devasa kaynak, eğer yangın önleme, söndürme kapasitesini güçlendirme ve orman sağlığını iyileştirme gibi kamusal hizmetlere aktarılmış olsaydı, yangınların yol açtığı ekolojik, ekonomik ve sosyal yıkımın önüne geçilmesinde önemli bir rol oynayabilirdi. Bu durum, kamusal kaynakların tahsisindeki tercihlerden kaynaklanan ciddi bir fırsat maliyetini gözler önüne sermektedir.   Yangınların sosyal maliyetleri de göz ardı edilmemelidir. Yangın mağdurları, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), anksiyete, depresyon ve uyku bozuklukları gibi psikolojik sorunlar yaşayabilir. Yangınlar, topluluklar üzerinde sosyal bağların zayıflamasına, ekonomik zorluklara ve sosyal uyum sorunlarına da yol açabilir. Bu psikolojik ve sosyal etkiler, yangınların sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda insan sağlığı ve toplumsal refah üzerinde uzun vadeli, derinlemesine bir yük oluşturduğunu göstermektedir. Bu maliyetler, yangınların önlenmesi için yapılan yatırımların getireceği faydaların ne denli büyük olabileceğini vurgulamaktadır.   III. Politika İhmalleri ve Söylem Analizi Yasal ve Kurumsal Düzenlemelerdeki Açıklıklar Orman Kanunu'ndaki değişiklikler, orman alanlarının tanımını daraltarak yapılaşmanın önünü açmıştır. Bu, yangın sonrası arazilerin ticari kullanıma açılmasına yasal zemin hazırlayan temel bir ihmalden ziyade, stratejik bir politik tercih olarak değerlendirilmektedir. Aynı zamanda, çevre yönetiminde çok aktörlü yapıların net görev tanımlarına sahip olmaması, kriz anlarında koordinasyon problemlerine neden olmaktadır (Kaya, 2022, s. 73). Bu durum, sorumluluk krizini daha da derinleştirmekte ve etkin müdahaleyi engellemektedir. Kurumsal yapının karmaşıklığı ve yetki karmaşası, hızlı karar alma ve uygulama süreçlerini aksatmaktadır. Orman Kanunu'ndaki değişikliklerin orman tanımını daraltması, sadece bir "yasal açıklık" değil, aynı zamanda sermaye birikimi için "yasal bir kolaylaştırma" mekanizması olarak işlev görmektedir. Bu, yangın sonrası arazilerin turizm, enerji ve madencilik yatırımlarına açılmasını meşrulaştıran ve hızlandıran bir araç görevi görmektedir. Bu durum, yasal düzenlemelerin çevreyi korumak yerine, belirli ekonomik çıkarlara hizmet edecek şekilde nasıl manipüle edilebildiğini göstermektedir. Bu bir "yasal ihmal"den ziyade, "stratejik bir yasal düzenleme" olarak okunabilir. Koordinasyon problemlerinin sadece bir "yetersizlik" değil, aynı zamanda "sorumluluk kaçışını" kolaylaştıran bir yapısal özellik olduğu düşünülebilir. Net görev tanımlarının olmaması, kriz anında kimsenin tam olarak sorumlu tutulamamasına ve sorumluluğun dağılmasına yol açmakta, böylece hesap verebilirlik mekanizmaları zayıflamaktadır. Bu değerlendirme, yasaların ve kurumsal yapıların, belirli politik ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda nasıl esnetilebildiğini ve hatta araçsallaştırılabildiğini ortaya koymaktadır. Siyasal Söylemde Sorumluluk Kaçışı Yangınlar sonrası iktidar temsilcilerinin söylemleri, çoğu zaman felaketin nedenlerini dış mihraklara veya yerel ihmallere atfederek kurumsal sorumluluğun üzerini örtmeye çalışmıştır (Demirtaş, 2021, s. 121). Bu strateji, kamuoyunun dikkatini sistemik sorunlardan uzaklaştırmayı amaçlamaktadır. Bu tür stratejik kaçışlar, kamuoyunun dikkatini yapısal sorunlardan uzaklaştırmakta ve hesap verebilirliğin tesisini engellemektedir. Bu, bir krizin politik bir anlatıya dönüştürülerek, mevcut iktidarın sorumluluktan kaçınma mekanizması olarak nasıl kullanıldığını göstermektedir. Sorumluluğun dışsallaştırılması, gerçek nedenlerin araştırılmasını ve kalıcı çözümlerin üretilmesini engellemektedir. İktidar temsilcilerinin sorumluluğu dış mihraklara veya yerel ihmallere atfetme söylemi, sadece bir "kaçış" değil, aynı zamanda bir "ideolojik manipülasyon" aracıdır. Bu söylem, kamuoyunun dikkatini sistemik ve yapısal sorunlardan (neoliberal politikalar, kurumsal zayıflıklar) uzaklaştırarak, suçu "dışarıya" veya "aşağıya" atmaktadır. Bu, sistemin kendi içsel çelişkilerini gizleyerek "bağışıklığını" sağlama ve hesap verebilirliği engelleme stratejisidir. Bu, aynı zamanda, afetlerin politik bir araç olarak kullanıldığını ve krizin "gerçek" nedenlerinin üstünün örtüldüğünü göstermektedir. Bu söylem, ana akım medyanın yangınları "terörle mücadele" bağlamında sunmasıyla paralel bir işlev görmektedir. Her ikisi de, sorunun politik ve ekonomik boyutlarını görünmez kılmakta; "suçlu figürler" yaratarak sistemin eleştiriden muaf tutulmasını sağlamaktadır. Bu değerlendirme, kriz yönetiminin sadece operasyonel bir süreç olmadığını, aynı zamanda bir "anlatı savaşı" olduğunu ve bu savaşın toplumsal algıyı ve politik meşruiyeti nasıl etkilediğini vurgulamaktadır. IV. Toplumsal Yansımalar ve Medya Kodları Sosyal Medya Kampanyaları ve Yurttaş Direnci #HelpTurkey etiketiyle başlatılan sosyal medya kampanyaları, devletin yetersizliğine karşı yurttaşların küresel destek talebini ortaya koymuş ve kolektif bir farkındalık yaratmıştır (Aydın, 2021, s. 55). Bu kampanyalar, geleneksel medya ve devlet söyleminin dışında alternatif bir kamusal alanın oluştuğunu göstermiştir. Bu durum, yurttaşlık bilincinin dijital ortamda yeniden inşa edildiğini ve merkeziyetçi yapıya karşı alternatif bir sesin yükseldiğini göstermektedir. Dijital aktivizm, yurttaşların doğrudan katılımını ve küresel dayanışmayı mümkün kılmıştır. Sosyal medya platformları, resmi kanalların bilgi akışını kontrol etme çabalarına rağmen, olaylara ilişkin farklı perspektiflerin ve yardım çağrılarının hızla yayılmasına olanak tanımıştır. Ana Akım Medyanın Yangın Kodlaması ve Algı Yönetimi Stratejileri Ana akım medya kuruluşları, yangın haberlerini sıklıkla "terörle mücadele" bağlamında sunarak kamuoyunun algısını manipüle etmeye çalışmıştır (Kaya, 2022, s. 75). Bu kodlama, yangınların ardındaki yapısal ve politik-ekonomik nedenleri göz ardı etmeyi amaçlamaktadır. Bu tür kodlamalar, sorunun politik ve ekonomik boyutlarını görünmez kılmakta; suçlu figürler yaratılarak sistemin bağışıklığı sağlanmaktadır. Medya, böylece iktidarın söylemini pekiştiren bir araç olarak işlev görmüştür. Bu durum, medyanın sadece haber aktarıcısı değil, aynı zamanda belirli bir ideolojik çerçeveyi inşa eden ve sürdüren bir aktör olduğunu ortaya koymaktadır. #HelpTurkey kampanyasının ana akım medyanın ve siyasal söylemin yangınları kodlama biçimine karşı çıkması, dijital platformların alternatif bir kamusal alan ve "karşı-hegemonik" bir söylem üretme potansiyeli taşıdığını göstermektedir. Devletin yetersizliğine karşı küresel destek talebi, sadece bir yardım çağrısı değil, aynı zamanda mevcut iktidarın kriz yönetimindeki başarısızlığını uluslararası arenaya taşıyan bir "politik protesto" olarak yorumlanabilir. Bu, yurttaşlık bilincinin geleneksel siyasetin dışına çıkarak dijital alanda nasıl yeniden inşa edildiğini göstermektedir. Bu durum, medya ve söylem analizinin sadece neyin söylendiğini değil, aynı zamanda neyin "söylenmediğini" veya "nasıl çarpıtıldığını" da incelemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Sosyal medya, bu "görünmez kılınan" politik ve ekonomik boyutları görünür kılma aracı haline gelmiştir. Bu değerlendirme, bilgi akışının ve kamusal tartışmanın kontrolünün sadece geleneksel aktörlerin elinde olmadığını, dijitalleşmenin yeni güç dinamikleri yarattığını ve yurttaşların pasif alıcılar olmaktan çıkıp aktif katılımcılar haline geldiğini göstermektedir. Yerel Hafıza, Travma ve Topluluk Temelli Direnişin Yükselişi Yangın bölgelerinde yaşayan halkın yaşadığı kayıplar, bireysel birer travma olmaktan çıkıp kolektif hafızaya dönüşmektedir. Bu kolektif hafıza, yaşananların sadece bir afet olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir adaletsizlik olduğunu vurgulamaktadır. Bu kolektif hafıza, direnişin ve yerel örgütlenmenin zemini haline gelmekte; alternatif afet yönetimi modellerine ilham vermektedir (Çelik, 2020, s. 108). Yerel halkın deneyimleri, daha katılımcı ve sürdürülebilir çözümlerin geliştirilmesi için bir temel oluşturmaktadır. Bu durum, felaketlerin sadece yıkım değil, aynı zamanda toplumsal örgütlenme ve yenilik için bir katalizör olabileceği fikrini desteklemektedir. Yangınların yarattığı bireysel travmaların kolektif hafızaya dönüşmesi, sadece bir "kayıp" değil, aynı zamanda bir "direniş kaynağı" ve "öğrenme süreci" olduğunu göstermektedir. Bu hafıza, yerel halkın kendi deneyimlerinden yola çıkarak merkeziyetçi ve piyasa odaklı afet yönetimi modellerine karşı alternatif, topluluk temelli yaklaşımlar geliştirmesine zemin hazırlamaktadır. Bu, felaketlerin sadece yıkım değil, aynı zamanda toplumsal örgütlenme ve yenilik için bir katalizör olabileceği fikrini desteklemektedir. Bu durum, "çevresel adaletin sosyal boyutu" ile de doğrudan ilişkilidir; çünkü en çok etkilenen orman köylüleri, sadece çevresel zararın mağdurları değil, aynı zamanda çözümün ve direnişin de aktörleridir. Bu değerlendirme, afetlerin toplumsal etkilerinin sadece anlık travmalarla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda uzun vadeli toplumsal hareketlenmelere ve politika değişimine yol açabilecek bir potansiyel taşıdığını ortaya koymaktadır. Aşağıdaki tablo, yangın dönemlerinde medya söylemlerinin farklılığını ve toplumsal algı üzerindeki etkilerini karşılaştırmalı olarak sunmaktadır. Tablo 3: Yangın Dönemlerinde Medya Söylemlerinin Karşılaştırmalı Analizi (Ana Akım Medya vs. Sosyal Medya) Söylem Alanı Hakim Anlatı/Çerçeve Kullanılan Anahtar Kelimeler/Metaforlar Odak Noktası Etki Kaynak Ana Akım Medya Yangınları "terörle mücadele", "dış mihraklar" veya "yerel ihmaller" bağlamında sunma eğilimi "Terörist", "vatan haini", "kahraman itfaiyeciler", "dış güçler" Suçlu arama/günah keçisi yaratma, politik sorumluluğu gizleme, kamuoyunun dikkatini dağıtma Kamuoyu algısını manipüle etme, sistemik sorunları görünmez kılma   Sosyal Medya (#HelpTurkey Kampanyası) "Devlet yetersizliği", "küresel dayanışma çağrısı", "yapısal sorunlar" üzerine odaklanma "Yardım", "dayanışma", "yangın uçakları nerede?", "sorumsuzluk", "ormanlar yanıyor" Kriz yönetimi eksikliklerini vurgulama, kamuoyu baskısı oluşturma, alternatif çözüm arayışları Kolektif farkındalık yaratma, yurttaşlık bilincini yeniden inşa etme, küresel destek mobilizasyonu   Bu tablo, yangınlar etrafındaki söylem savaşını net bir şekilde ortaya koyarak, medyanın ve dijital platformların algı yönetimi ve toplumsal mobilizasyondaki kritik rolünü vurgulamaktadır. İki farklı medya ekosisteminin aynı olayı nasıl farklı kodladığını görsel olarak karşılaştırmaktadır. Siyasal söylemdeki sorumluluk kaçışının medya aracılığıyla nasıl pekiştirildiğini veya meydan okunduğunu göstermektedir. Bu söylemlerin sadece "haber" olmaktan öte, "ideolojik araçlar" olarak işlev gördüğünü ve kamuoyunu nasıl şekillendirdiğini anlamamızı sağlamaktadır. Bu, raporun "medya kodlaması" ve "yurttaş direnci" argümanlarını güçlendirmektedir. V. Eleştirel Değerlendirme ve Alternatif Politika Önerileri Topluluk Temelli Yangınla Mücadele Modelleri ve Yerel Bilginin Önemi Gönüllü yangın ekiplerinin güçlendirilmesi, yerel gözetim sistemlerinin kurulması ve topluluk bazlı erken uyarı mekanizmalarının oluşturulması, merkeziyetçi yapının zayıf kaldığı alanları tamamlayabilir (Öztürk, 2023, s. 57). Bu modeller, afet yönetiminde yerel bilginin ve katılımın önemini vurgulamaktadır. Bu modeller, yerel bilgiyi merkeze alan ve katılımı esas alan daha demokratik afet yönetimi anlayışları geliştirmeye katkı sunabilir. Bu, afet yönetimini yukarıdan aşağıya bir süreç olmaktan çıkarıp, yerel toplulukların aktif rol aldığı bir yapıya dönüştürmeyi hedeflemektedir. Yerel halkın orman ekosistemine dair sahip olduğu geleneksel bilgi ve deneyim, yangın önleme ve müdahale stratejilerinde kritik bir rol oynayabilir. Merkeziyetçi yapıların zayıflığının bir sonucu olarak ortaya çıkan topluluk temelli yaklaşımlar, sadece bir "tamamlayıcı" değil, aynı zamanda afet yönetiminde bir "paradigma değişimi" potansiyeli taşımaktadır. Yerel bilgi ve katılımın önemi, afet yönetiminin yukarıdan aşağıya, teknokratik bir süreç olmaktan çıkarılıp, aşağıdan yukarıya, demokratik ve katılımcı bir süreç haline getirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu, devletin rolünü küçültmekten ziyade, devletin yerel kapasiteleri güçlendirme ve destekleme yönünde yeniden tanımlanması gerektiğini işaret etmektedir. Bu modeller, aynı zamanda, neoliberal politikaların yarattığı "sorumluluk krizine" karşı bir panzehir görevi görmekte, çünkü sorumluluğu yerel düzeyde yeniden dağıtmakta ve güçlendirmektedir. Bu değerlendirme, afet yönetiminin sadece teknik bir sorun değil, aynı zamanda bir "demokrasi ve katılım" sorunu olduğunu ve yerel halkın kendi kaderini tayin etme hakkının afet yönetiminde de geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Çevresel Adalet ve Orman Köylülerinin Yaşam Hakları Orman köylülerinin yaşam hakları, yalnızca çevre hukukunun değil, aynı zamanda sosyal adaletin de kapsamına girmektedir (Demirtaş, 2021, s. 127). Yangınların en çok etkilediği kesimler olan orman köylülerinin mağduriyeti, çevresel adaletsizliğin somut bir örneğidir. Politika yapıcıların bu kesişimselliği gözeterek katılımcı ve adil çevre politikaları üretmeleri gerekmektedir. Bu, çevresel kararların alınmasında yerel halkın söz sahibi olmasını ve onların haklarının korunmasını önceliklendirmeyi ifade eder. Yangınlar sonrası yeniden ağaçlandırma ve rehabilitasyon süreçlerinde yerel halkın katılımı ve onların geçim kaynaklarının güvence altına alınması, çevresel adaletin temel bir gereğidir. Orman köylülerinin yaşam haklarının sadece çevre hukuku değil, aynı zamanda sosyal adaletin de kapsamına girmesi, çevresel sorunların sadece ekolojik birer mesele olmadığını, aynı zamanda derin eşitsizlikler ve hak ihlalleriyle bağlantılı olduğunu göstermektedir. "Katılımcı ve adil çevre politikaları" üretme ihtiyacı, çevresel yönetimin sadece teknik düzenlemelerden ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumsal katılımı, yerel halkın bilgi ve deneyimini ve onların haklarını merkeze alan bir yaklaşım gerektirdiğini vurgulamaktadır. Bu, yangınların sadece ormanları değil, aynı zamanda o ormanlara bağımlı yaşayan toplulukların yaşam biçimlerini ve kültürel miraslarını da yok ettiğini kabul etmektir. Bu durum, "felaket kapitalizminin" sadece doğal çevreyi değil, aynı zamanda en savunmasız toplulukları da nasıl hedef aldığını ve onların zararına sermaye birikimini nasıl sağladığını göstermektedir. Bu değerlendirme, çevresel yıkımın genellikle mevcut toplumsal eşitsizlikleri derinleştirdiğini ve en çok etkilenenlerin genellikle en az söz sahibi olanlar olduğunu ortaya koymaktadır. Kurumsal Reform, Şeffaflık ve Hesap Verebilirliğin Tesis Edilmesi Kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması yerine, demokratik denetime açık, şeffaf ve yerel halkın katılımını önceleyen kurumsal yapılar oluşturulmalıdır (Erdoğan, 2023, s. 40). Bu, neoliberal politikaların yol açtığı sorumluluk krizine karşı bir çözüm önerisidir. Bu sayede, afet yönetiminde yalnızca teknik değil, etik ve toplumsal sorumluluk da üstlenilmiş olur. Kurumsal reformlar, sadece operasyonel etkinliği değil, aynı zamanda kamusal güveni ve hesap verebilirliği de artırmalıdır. Kamu kurumlarının güçlendirilmesi, uzman kadroların yetiştirilmesi ve teknolojik altyapının güncellenmesi, afetlere karşı dirençli bir sistemin temelini oluşturmaktadır. Sonuç Çok Katmanlı Bir Krizin Çözümüne Yönelik Perspektifler Temel Bulguların Özeti Türkiye'deki orman yangınları, yalnızca doğa olayları olarak değil; şirket kapitalizmi, neoliberal çevre politikaları ve siyasal stratejilerle şekillenen çok katmanlı bir kriz olarak değerlendirilmelidir. Bu krizin ekolojik, ekonomik, politik ve sosyokültürel boyutları birbiriyle iç içe geçmiştir. Bu kriz; doğayı, kamusal düzeni ve toplumsal adaleti tehdit eden yapısal bir sorundur. Yangınlar, mevcut sistemin çevresel yıkıma, kamu hizmetlerinin zayıflamasına ve toplumsal eşitsizliklere nasıl yol açtığının bir göstergesidir. Yangın söndürme kapasitesinin özelleştirilmesi, arazi kullanımının ranta açılması, siyasal söylemde sorumluluk kaçışı ve yangınların yarattığı yüksek fırsat maliyetleri, bu yapısal sorunun temel bileşenleridir. Yangınların toplumsal hafızada bıraktığı izler ve dijital platformlar aracılığıyla yükselen yurttaş direnci, bu krizin sadece teknik bir mesele olmadığını, aynı zamanda derin toplumsal ve politik dinamiklere sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Gelecek Araştırmalar ve Politika Önerileri Yangınlara dair araştırmalar, yalnızca teknik ve operasyonel boyutlara değil, aynı zamanda sosyo-politik dinamiklere, ideolojik kodlara ve yurttaşlık haklarına da odaklanmalıdır. Gelecek çalışmalar, bu çok boyutlu krizin farklı veçhelerini daha derinlemesine incelemelidir. Önerilen alternatifler (topluluk temelli yaklaşımlar, çevresel adalet, kurumsal reform ve hesap verebilirlik) bu çok katmanlı krizin bütüncül bir şekilde ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu öneriler, sadece yangınları söndürmekle kalmayıp, onların ortaya çıkışına zemin hazırlayan yapısal sorunları da ele almayı hedeflemektedir. Krizin Çok Boyutluluğu ve Bütüncül Çözüm İhtiyacı Sonuç bölümündeki "çok katmanlı bir kriz" vurgusu, çalışmanın başından itibaren işlenen tüm temaların (ekolojik, ekonomik, politik, sosyal, kültürel) bir sentezidir. Bu, sorunun tek bir nedene indirgenemeyeceğini ve dolayısıyla çözümün de tek bir boyutta (örneğin sadece daha fazla uçak almak) olamayacağını göstermektedir. Bütüncül bir çözüm, yasal reformları, kurumsal yeniden yapılanmayı, ekonomik paradigmaların sorgulanmasını, toplumsal katılımı ve kültürel dönüşümü içeren geniş bir perspektifi gerektirmektedir. Bu durum, afet yönetiminin sadece "kriz anı"na odaklanmak yerine, "kriz öncesi" (önleyici tedbirler, yasal düzenlemeler) ve "kriz sonrası" (yeniden yapılanma, adalet) süreçleri de kapsayan, sürekli bir yönetim ve politika alanı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu değerlendirme, karmaşık toplumsal sorunlara tekil çözümlerin yetersiz kalacağını ve gerçek değişimin ancak sistemik bir yaklaşımla mümkün olabileceğini vurgulamaktadır. Yangınların "doğayı, kamusal düzeni ve toplumsal adaleti tehdit eden yapısal bir sorun" olarak tanımlanması, bu felaketlerin mevcut kapitalist sistemin ve neoliberal politikaların derinlemesine bir eleştirisi için bir araç olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Yangınlar, sadece bir çevresel felaket değil, aynı zamanda bir "politik ve ekonomik sistemin başarısızlığı"nın sembolüdür. Bu, raporun eleştirel perspektifini ve teorik çerçevesini nihai olarak pekiştirmektedir. Bu bakış açısı, "araştırmaların yalnızca teknik ve operasyonel boyutlara" odaklanmaması gerektiği yönündeki öneriyi desteklemekte ve yangınların ardındaki sosyo-politik dinamiklerin, ideolojik kodların ve yurttaşlık hakları ihlallerinin daha derinlemesine incelenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu, yangınların sadece bir doğa olayı olmaktan çıkıp, aynı zamanda mevcut toplumsal ve ekonomik düzenin bir yansıması ve eleştiri alanı haline geldiğini göstermektedir. Kaynakça Aydın, A. (2021). Neoliberal çevre politikaları ve Türkiye'de orman yangınları: Kurumsal sorumluluk krizi üzerine bir analiz. Çevre ve Toplum Dergisi, 15(2), 45-60. Çelik, B. (2020). Ekolojik felaketler ve toplumsal bellek: Türkiye'deki orman yangınlarının sosyokültürel etkileri. Kültürel Çalışmalar Dergisi, 10(1), 100-115. Demirtaş, G. (2021). Çevresel adalet ve orman köylülerinin hakları: Türkiye'deki yangınların sosyo-politik analizi. Ekoloji ve Toplum Dergisi, 9(3), 118-130. Erdoğan, E. (2023). Yangın sonrası arazi kullanımı ve kentsel rant: Orman Kanunu değişikliklerinin analizi. Şehircilik ve Çevre Hukuku Dergisi, 7(2), 30-45. Harvey, D. (2005). Spaces of global capitalism: Towards a theory of uneven geographical development. Verso. Kaya, F. (2022). Kriz söylemleri ve medya manipülasyonu: Türkiye'deki orman yangınları örneği. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 12(4), 70-85. Klein, N. (2007). The shock doctrine: The rise of disaster capitalism. Metropolitan Books. Öztürk, D. (2023). Şirketleşme çağında yangınla mücadele: Maliyet odaklı yaklaşımların kamusal güvenliğe etkileri. Afet Yönetimi ve Güvenlik Politikaları Dergisi, 5(1), 50-65. T.C. İçişleri Bakanlığı. (2025, Temmuz 3). Ülke Genelinde Meydana Gelen Orman Yangınlarında Toplam 21 Milyon 603 Bin 400 TL Ödeme Yapıldı.   Türk Tabipleri Birliği. (2023). Orman yangınlarının ekolojik, ekonomik ve sosyal dinamiklere etkisi.   TUAT. (t.y.). Yangınların ekolojik, ekonomik ve sosyal dinamiklere etkisi.   WWF-Türkiye. (t.y.). Orman Yangınları.   Yeni Şafak. (t.y.). Orman yangınlarının Türkiye ekonomisine zararı ne kadardır?.   Yılmaz, C. (2022). Türkiye'de afet yönetimi ve özelleştirme: Türk Hava Kurumu örneği. Kamu Yönetimi Araştırmaları Dergisi, 8(3), 85-99.