Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Ortalama 78 Yıl Yaşayan İnsan Ne Yapıyor?

http://fundersandfounders.com/what-7-billion-world-population-does/ In addition to: 7,163 times they bathe 656 bars of soap are used 198 bottles of shampoos are used 272 cans of deodorant are used 276 tubes of toothpaste are used

Ncm Konferansları

Konferans; bilgi şöleni,bilgi ziyafeti, bilgiyi kutlamak.... Latince kökenli... Fransızca dan Türkçeye girmiş... Danışma toplantısı, kamuya açık bilgilendirme.. Fikirleri bir araya getirme, müşavere" ... sözcüğünden alıntı" … Öyle Yazıyor Kitaplar… Referans: konferans web sitesi http://ncmconferences.com/  

Darbelerin Toplumsal Maliyeti

    İlk Söz: Milli İrade’yi, Milli Egemenlik’i örseleyen ‘vesayet’ zincirleri ile Türk Milleti’ni prangalara mahkum etmek isteyen hain oluşumlara ve girişimleri önlemek için başta eğitim kurumlarımız olmak üzere tüm Devlet kurumlarımızda belirli sosyal grup ve sınıfların çekip çevirme anlamında ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarına izin verilmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Bekasına hizmet eden nesiller yetiştirmesini temennisi ile Aziz Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun ! ...Nurlarda Yatsınlar Cennet Ehli onlar..          Türkiye 'de  ki on yılda bir demokrasiden kopmalar,  küresel oyun kurucular "(Yüce Pir)" tarafından kurgulanıp, sahneye konan toplumsal bir mühendislik, toplumsal transformasyon projesi olmuş.Gerçi bu projeler, bu güçler tarafından dünyanın her tarafında kurgulanıp istediklerinde uygulamaya sokulmuş bir projeler (Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin (asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile, küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak, bu çıkarları maksimize etme arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma, zorla modeli revize etme girişimi!..)... Demokrasiden kopartılarak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak, zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, forma sokmuş, işin en acı yanı ; bu süreç sivil iktidarlarca da devam ettirilmiş... Ve içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya çıkmış.https://bit.ly/3hi0Jby “Devletlerin güç ve zaafı, milletlerin ilerleme ve yozlaşması, yalnızca devlet adamlarının ehil oluşlarından ve yönetim kabiliyetlerinden veya beceriksizliklerinden kaynaklanmaz.Yöneticiler iyi veya kötü olsunlar, kahraman veya zalim olsunlar, onlar kendi milletlerinin birer yansımasıdırlar.Onlar, milli ruhun birer kopyasıdır, halk kitlesinin içinden doğmuştur. Bir millet nasılsa, devlet adamları da onlar gibidir. İşte bu nedenledir ki eskiden beri “Her millet, layık olduğu idareye ve devlet adamlarına sahip olur."Ne yazık ki pek iyi anlaşılmayan bu gerçeği iyice açıklamak için yüzyıllar boyu tartışılan felsefi ve tarihi bir mesele üzerinde durmama müsaade ediniz. Mesele şundan ibarettir:Milletlerin tarihini kim yaratır? Devletlerin ve bütün insanlığın yaşantısındaki en büyük olaylar, kimler tarafından yönlendirilir ve yönetilir? Bağımsız bireyler tarafından mı? Yani bazı tek başına büyük adamlar ünlü bir İngiliz düşünürün dediği gibi kahramanlar tarafından mı, yoksa bütün millet mensuplarının gayreti ve halk ruhunun dirilerek yaygınlaşması sayesinde mi? Carlyle, birinci görüşü savunmuş ve bunu kanıtlamıştır, ikinci görüşü ise Lev Tolstoy savunmuştur. Carlyle “Kahramanlar ve Tarihte Kahramanlıklar” adlı eserinde kahramanları ve meydana getirdiklerik ü l t ü r l e r l e , “culte/kült” ve“culture/kültür” kavramları üzerine duruyor. Carlyle’a göre millet cansız bir kil tabakasından ibarettir. Eğer ona bir sanatçının eli değmeyecekse, sonsuzadek şekilsiz ve hareketsiz kalacaktır. Cengiz Han, Asya’nın steplerinden milyonlarca halk oluşturdu, yönetimi altına aldı. Çin’i, Hindistan’ı, İran’ı,Eski Rusya’yı fethetti. Peder Pierre d’Amiyen, Kudüs’ü Müslümanlar’dan geri almak için bütün Katolik Avrupa’yı ayaklandırdı. Martin Luther reformlar yaptı. Neronlar, Kaligulalar, Roma’yı yakıp yıktılar. Bismarkların ve Hohenzollern’in politikası Almanya’da şiddetli sarsıntılara neden oldu. Kısaca Carlyle’ın düşüncesine göre milletlerin ve hatta tüm insanlığın tarihini oluşturanlar, ruhen güçlü olanlar, zekâ ve yetenek sahibi olan bireylerdir. Yani kahramanlardır. İşte Ramsesler, Themistoklesler, Lutherler, Bismarklar vs. hep bu tür insanlardır.Lev Tolstoy ise tamamen bunun tersini ileri sürerek şunları söylüyor:“Hayatı yaratan, olayların akışını belirleyen ve bunların özellik ve biçimini veren tek başına kişiler, Napoleonlar değil, halk kitlesinin kendisidir.”Öte yandan Thomas Carlyle da:“Halk kütlesi, yerde hareketsiz yatan ve çürüyen bir saman çöpü gibidir. Büyük adamlar ve kahramanlar ise samanları tutuşturan, kitleleri canlandıran ve harekete geçiren, göktendüşen bir yıldırım gibidir.” diyor.Lev Tolstoy bir örnek vererek şunları söylüyor:“Denizlerde büyük ama çok büyük bir geminin, transatlantiğin yol aldığını düşününüz. Hareket esnasında geminin önünden sular bir şerit hâlinde kaçıyor.Bu su şeridinin gemiyi sürüklediğini kim iddia edebilir? Açıktır ki bu su akımını geminin kendisi oluşturuyor, kendi önünde kovalıyor. Güç asıl geminin kendisindedir. Akan su ise bunun sonucudur sadece.”E v e t Tolstoy böyle söylüyor. Bir millette hareket gücü oluşup yürüyünce, kendiliğinden harekete geçmiş oluyor ve önündeki suları kovalıyor. Kendi hayat tarzını, ilgi ve duyarlılığını ifade eden bir kişiyi kendisine önder olarak seçiyor.“Savaş ve Barış” romanının yazarı olan Lev Tolstoy, eğer Thomas Carlyle’ın kahraman yıldırım benzetmesini kabul etmiş olsaydı herhâlde şöyle derdi:“Evet, büyük adam bir kahramandır,bir yıldırımdır. Ama halk kitlesi ne kil tabakası, ne de saman yığını değildir. O,yıldırımı meydana getiren milletin kendisidir. Ne zaman bulut kümesi elektrik oluşturursa yıldırım da kendiliğinden oluşur. Eğer bulutlar elektrikle yüklü değilse, hiçbir zaman şimşek veya yıldırım oluşmaz, yalnızca bulut nemli bir buhar hâlinde kalır. Milletler de böyledir. Eğer bir millet büyüklük ve kahramanlık özelliklerini taşıyorsa ondan yıldırımlar doğar,kahramanlar çıkar. Eğer halk kitlesi nemli bir buhar yığınından ibaretse,hiçbir güç ondan yıldırım çıkartamaz.”İlk bakışta bu iki görüş biribirine zıt ve biribirine uymaz görünüyor.Bunlardan birini seçmek gerekiyor.Carlyle mı haklıdır, yoksa Tolstoymu? Ancak Carlyle ile Tolstoy’un görüşleri arasındaki bu çelişki yüzeyseldir. Gerçekte Carlyle ile Tolstoy birbirlerine karşı değillerdir.İkisi biribirini tamamlamaktadır. Burada ikisinden birini seçmek gerekmez. Bunlara “Carlyle ve Tolstoy”denmeliydi. Carlyle da Tolstoy da haklıdır. Tıpkı paranın iki yüzü gibi, her görüş gerçeğin diğer yarısıdır.Kahraman halkı heyecanlandırır ve alevlendirir. Ancak onu milletinden aldığı ateş ve heyecanla yakar. Örneğin, bir merceği ele alalım.Geniş bir alana dağılmış olan güneş ışığını bir noktada toplama özelliğine sahiptir. Milyonlarca güneş ışığının bir yere toplanmasından parlak bir nokta oluşur. Bu güçlü enerjik nokta, kâğıt, saman gibi yanıcı maddeleri anında tutuşturur; taşı, camı ve demiri kızgın hâle getirir. Milletlerin büyük adamları da tıpkı bir mercek gibidir. O kendi kişiliğinde milletin gücünü ve özelliklerini toplar,bununla milyonlarca insanın ruhunu tutuşturur. Ancak güneş ışığından yoksun bulutlu havalarda hiçbir mercek bir kar taneceğini eritmeye, bir su damlacığını bile ısıtmaya güç yetiremez.İsviçre peyniri yalnızca yüksek dağlarda otlayan ineklerin sütünden yapılır. Çeşitli dönemlerde ve çeşitli milletlerde yetişen büyük adamlar da böyledir. Onlar çiçek açmaya başlayan bir milletin latif rayihasıdırlar.Napoleon, eski barışsever Çin’de değil, Fransa’da yetişmiştir. Rusya ise direnişsizliğin havarisi olan Tolstoy’u yetiştirmiştir. Bunun tersi görülmemiştir.Her zaman ve her yerde hep aynı şey olmuştur. Almanya’yı I. Dünya Savaşı’na sokan II. Wilhelm değildir.Ama Almanlar’ın savaşçı ve zorba ruhu Bismarklarda, Wilhelmlerde,Hindenburglarda ve Ruhrbachlarda bir ifade biçimi bulmuştur. Eski Roma’yı Neronlar, Karakallalar ve Komodlar yıkmamıştır. Ancak her şeyde ihtiras sahibi İspanya, dünyaya Loyola’yı; Almanya ise Krupp’u yetiştirmiştir. Her millet iktidar mekanizmasının başına ya kudretli ya da önemsiz kişileri geçirir. Bunlardan birinin işbaşına gelmesi milletin ahlâkî seviyesi ve yaşantısına bağlıdır.Millette toplanmış iyi bir şey var mı yok mu ya da toplanıyor mu? Milletin aklı, milletin iradesi, milletin vicdanı yükselme gösteriyor mu, yoksa yozlaşıp zehirleniyor mu? Bayağı ve sefil bir hayat içinde yok olup gidiyor mu? Burada her birimizin hayatının özelliği ve çalışma şeklimiz ele alınıyor. Biz kendi ülkemizde ne yapıyoruz? Milletimizin geleceğinde nasıl bir rol oynuyoruz? Güney denizlerinde beş-on mercan adası vardır. Mercanlar alelâde kil türü bir yapıya sahiptir. Küçük polipler vücutlarından bir takım organik maddeler salgılarlar ama bunların farkına varmak güçtür. Ancak bu salgıların birikmesiyle zamanla adına Mercan Adaları denilen işte bu adacıklar meydana gelir. Hatta bu adalarda insanlar bile yaşayabilir. Öte yandan Güney ülkelerinde bir tür küçük karinalar vardır ki, o bölge halkı tarafından tam bir afet olarak görülürler. Halkın barındığı kamış ve ahşaptan evleri ve içindeki mobilya cinsi eşyaları yerler. Bu karıncaların ortaya çıktığı yerlerde insanlar evlerini terk edip başka bölgelere göç etmek zorunda kalırlar.Şimdi de kendi ülkemizin durumunu gözönüne alalım. Ülkede ne tür bir üretim göstermekteyiz? Yapmaya mı,yoksa yıkmaya mı yöneliktir çabamız? Olumlu mu yoksa olumsuz mudur? Ülkenin refah ve mutluluğunun ve toplumun onur ve şerefinin halkın iradesine bağlı olduğunu kanıtlayan çarpıcı bir örnek olması açısından küçük ve yoksul bir ülkeyi gösterebiliriz. Burası iki milyonluk bir nüfusa sahipolan Finlandiya’dır.Avrupa’nın en kuzeyinde bulunan Finlandiya’nın sert bir iklimi vardır.Havası genellikle sislidir. İlkbaharda bile don olayları devam eder.Ağustostan itibaren soğuklar başlar.Arazisi de oldukça kıraçtır. Çoğu yerler sarp granit kayalarla kaplıdır. Kalan yerler ise çukur ve bataklıktır. Ülkede maden namına hemen hemen hiçbir şey yoktur. Tarım çok güçlükle yapılabilmektedir. Halkı da hiçbir zaman tam bağımsızlıklarını elde edememiştir. Kimi zaman bir komşusunun, kimi zaman da diğer komşusunun yönetimi altında bulunmuştur. Finler kendilerine “Suomi” derler ve çok sevdikleri ülkelerini “Suomi” diye tanımlarlar ki bu “bataklık arazi”.Finlerin sahip oldukları büyük kültür ve medeniyet, halkın bizzat kendi çabasının ürünüdür.."    Küresel Oyun Kurucuların her 10 yılda yapılan askeri darbeleler gibi 15 Temmuz  da  işgal girişimi gibi ülkemizde yaşananlar gibi; dökülen/döktürülen kan, Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuş.... Bu zaman sürecinde bugünde olduğu gibi; toplumu kutuplara bölerek  ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmaya çalışılmş..Toplumu dejenere edilmiş, gençliği pasifize edilmiş, toplum afazi hale getirilmiş. Toplumu afazileştirme faaliyeti, gençlik kesiminde yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiş. Dolayısıyla tüm darbe ve kalkışmalar toplumsal transformasyon projesi, '5Y formülü' (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar) ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi olmuş. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesi...Meselâ siyasetten bağımsız olarak metinlerini analiz edildiğinde, düpedüz cahil olduklarını göreceksiniz, üçyüz kelimeyle konuşan ve hep tekrar yapan ve ülkeye dayatılan proje konularına odaklanan yalan yanlış gerçeklik taşımayan demokrasi özgürlük laflarının peşine düştüklerini. Bir de Ünvanları profesör/Doç/Yard.Doç..vb.sözüm ona şaşalı ünvanlar ..Dış ve yerli işbirlikçileri ile planlanan ve uygulamaya konan  askeri darbelere ve kalkışmalar ,https://bit.ly/3h5D26x Ülkemizin dünyayı  ıskalamamıza ve  yeni paradigma değişimlerinin  dışında kalmmız için girişilen oyunun bir parçası.olmuş..Bu notlarımıza şimdilik burada kalsın.  YÖK tarafından düzenlenen "Darbelerin Toplumsal Maliyeti" konulu panelde:       i-Üniversiteler topluma yön verecek, öncülük edecek güce sahip olduğu ve arka arkaya çok sayıda    ö://bit.ly/2ZrDfLgnemli  proje de YÖK sayesinde hayata geçirildiği, .      ii- Darbelerin toplumlar üzerinde çok karmaşık maliyetleri olduğu ve en büyük sorunun ekonomide   görüldüğü, onu sosyal ve kültürel alanın takip ettiği...      iii-Türkiye'nin 14 yılda bölgesinde parlayan bir güç haline geldiği      iv- Darbelerin olumsuzluklarını önlemek  için,Türkiye'nin performansı ve kapasitesini artıracak ulusal  bir tasarım sürecinin, toplumun tüm paydaşları tarafından inşa edilmesi gerektiği....       v- Darbelerin maliyetini azaltacak hem de kültürel ve toplumsal bağı güçlendirilmesi gerektiğinin altı    çizilmiş ... Bu bağlamda "darbalerin toplumsal maliyetini"  ya da " darbelerin ekonomik etkileri "  ni  aşağıda ki şekilde ortaya koymak mümkün. Birlikte okuyalım:     Bir ülkenin yabancı yatırımcı  açısından 'yatırım yapılabilir' olması için pek çok faktör önemli. Ve o ülkenin "demokratik" olup olmaması, bu faktörlerden sadece biri... 15 Temmuz’daki darbe girişimi büyüklüğündeki bir sorunun, ekonomik etkileri olmaması beklenemez. Ancak bu etkilerin 2001 tipi bir çöküş şeklinde olması gerekmiyor. 15 Temmuz sonrasındaki ilk şok, ilk üç haftada ekonomi yönetiminin kuvvetli politika tepkisi sonucunda atlatıldı. Ancak Türkiye ekonomisinin sorunları 15 Temmuz’daki darbe girişiminden ibaret değildi. Öncelikle 15 Temmuz sonrası süreç için özet bir bilânço çıkaralım. 5 Ağustos itibariyle dolar 3 lira sınırının altına geriledi ancak hala 14 Temmuz’daki 2.8 lira seviyesinin üzerinde. Türkiye’nin risk primini gösteren Kredi İflas Takası (Credit Default Swap, CDS) endeksinde 14 Temmuz ile 5 Ağustos arasında 47 baz puan artış (223-270),  borsada ise ilk hafta % 10’a yaklaşan sert düşüş sonrasında ılımı bir toparlanma var. Yaşanan darbe girişiminin büyüklüğü düşünüldüğünde, üç haftada ortaya çıkan bu bilanço oldukça hafif sayılabilir. Bunu mümkün kılan faktörlerden ilki uluslararası konjonktür iken diğeri ekonomi yönetiminin kuvvetli politika tepkisi oldu. 15 Temmuz’daki kanlı darbe girişimi, Avrupa’da ekonomik toparlanmanın hızlandığı, Japonya’da uzun durgunluk sürecinin sonuna gelinip yeniden kuvvetli büyüme dönemine geçildiği, Fed’in faiz artırımına başladığı ve “yükselen piyasalardan” sermaye çıkışlarının hızlandığı bir dönemde gerçekleşmiş olsaydı, ekonomik etkileri kuşkusuz çok daha yıkıcı olacaktı. Ancak Japonya’daki genişleme adımları, Fed’in faiz artırmaması ve AB’de mevcut miktarsal genişlemenin sürüyor olması, değerlenmek isteyen uluslararası fonların Türkiye gibi ülkelere hala akmasına neden oldu. Buna ek olarak dünyanın önde gelen ülkelerinde 2008’de patlak veren küresel krizin etkilerinin halen sürdüğünün en önemli belirtisi olan negatif faiz uygulamasının varlığı, bizim gibi ülkelere yönelen para akışını hızlandırdı. 15 Temmuz, böyle bir konjonktürde gerçekleşti. Kısacası, uluslararası ekonomik atmosfer, Türkiye açısından işlerin daha da kötüleşmemesi için ters yönde çalışan bir dinamik işlevi gördü. Bu anlamda, merkez ülkelerde krizin sürekliliği, aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkeler için hala büyümenin teminatı oldu. 15 Temmuz akşamındaki ilk şokun atlatılması ardından gözler 18’inde başlayacak ilk iş gününe çevrilmişti. Ani döviz çıkışı ihtimali ve bankalarda likidite sıkışıklığı yaşanabileceği olasılığı temel endişe kaynaklarıydı. Bu iki riske.. karşı ekonomi yönetimi kuvvetli bir politika tepkisi geliştirdi ve 18’indeki olası riskler bertaraf edildi. Bunlardan ilki 17’si akşamı Maliye Bakanı'nın çok sayıda uluslararası yatırımcı kuruluşun katıldığı bir telekonferans düzenleyerek dış piyasaları bilgilendirmesiydi. Bu bilgilendirme toplantısının ikincisi Olağanüstü Hal (OHAL) ilanından sonra 22 Temmuz’da, BGC Partners, Credit Suisse, Goldman Sachs, HSBC ve JP Morgan tarafından ortaklaşa şekilde organize edildi. İkinci hamle, yine 17 Temmuz akşamında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan (TCMB) geldi. “Finansal piyasaların etkin işleyişinin sürdürülmesi amacıyla” alınan önlemlerin en önemlisi, bankaların ihtiyaç duyacağı likiditenin sınırsız olarak sağlanacağının duyurulmasıydı. Bankacılık sisteminde oluşabilecek likidite sıkışıklığının önlenmesine yönelik alınan bu önlem, 18’inde bankacılık sisteminin işleyişi açısından kritikti. Üçüncü kritik adım Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından atıldı. Borsa’daki hızlı düşüşün önüne geçebilmek için firmalara herhangi bir limit söz konusu olmaksızın borsada kendi paylarının geri alımını gerçekleştirme hakkı verildi. Dördüncüsü de, OHAL’in “piyasa dostu” olduğunun ilan edilmesi idi. Her ne kadar OHAL yetkilerinin ekonomik konularda kullanılmayacağı ilan edilse de, Şimşek ve Babacan’ın yabancı yatırımları çekebilmek için gerekli olan yapısal reformların bir kısmının bu süreçte hayata geçirilebileceği yönündeki açıklamaları, özellikle kredi derecelendirme kuruluşlarının olumsuz kararlarının önüne geçebilmeyi hedeflemekteydi. 15 Temmuz ve benzeri şokların yaratacağı en önemli ekonomik risk, Uluslararası Para Fonu’nun (Intenational Monetary Fund, IMF) Nisan 2016’daki Türkiye raporunda altını çizdiği “ani duruş” mekanizmasının tetiklenmesidir. IMF’e göre, kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkenin yatırım yapılabilir notunu düşürmeleri, sermaye çıkışlarının yaşanmasına, bu da firmaların borçlarını çevirmelerinin zorlaşmasına neden olabilir. Firmaların borç ödemesinde yaşanabilecek sorunların bankacılık sektörüne yansıması ise sermaye çıkışlarının daha da hızlanmasına neden olabilecek bir mekanizmayı tetikleyebilirdi. Ekonomi yönetiminin çabalarını yoğunlaştırdığı en önemli alan S&P’nin hızlı bir şekilde gittiği not indirimi sonrasında Ağustos’ta Moody’s ve Fitch’ten benzer adımların gelmesinin önüne geçerek, bu ani duruş senaryosunun hayata geçmesini engellemek. 5 Ağustos’ta Moody’s tarafından ülkenin yatırım notu ile ilgili yapılması beklenen değerlendirmenin ertelenmiş olması, ekonomi yönetiminin çabalarının sonuç verdiğinin bir göstergesiydi. 15 Temmuz darbe girişiminin ekonomik etkileri, gerek uluslararası konjonktürün yardımı gerekse ekonomi yönetiminin güçlü politika tepkisi nedeniyle çok büyük hasar vermeden atlatılabildi. Bunda, IMF’in alınan bu önlemleri desteklemesinin etkisi de önemliydi. Ancak burada temel mesele, ülke ekonomisinin sermaye akımlarına duyarlılık seviyesinin çok yüksek olmasıdır. Kredi değerlendirme kuruluşlarının aldığı kararlar eleştirilebilir. Zira bu kuruluşların verdiği hatalı kararlar, 2008 krizinin patlak vermesinde etkin olan finansal mimarinin önemli bir parçasını oluşturuyordu. Ancak neden kredi derecelendirme kuruluşlarının kararlarına bu kadar hassas bir ekonomik yapımız var diye sormadan, sadece bu kuruluşların aldığı kararları eleştirmek yetersiz kalıyor. Zira Türkiye ekonomisinin sorunları 15 Temmuzla daha erken tetiklenniş oldu.  Son olarak bir hatırlatma yapalım: bir ülkenin yabancı yatırımcı açısından “yatırım yapılabilir” olması için pek çok faktör önemli. Ve o ülkenin “demokratik” olup olmaması, bu faktörlerden sadece biri.     Son söz:   Bunları asla unutmayın. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini unutmayın. Unutursanız acınacak hale gelirsiniz.” Esefle izlediğimiz 15 Temmuzu ,cinnetin, yabancılaşmanın kişinin kendi toplumu için kendi kafasıyla düşünemez olmasıyla , biat kültürüyle yakın ilgisini  unutma ve unutturma…https://bit.ly/3h0ssh1 Geçmiş olsun Türkiye! Ulusal egemenliğin hiçe sayıldığı günler… Toplumu dönüştürme, toplumu dizayn etme, toplumu afazileştirme girişimleri!…. Türkiye'ye bu geceyi yaşatanları affetmek mümkün değil...... Yazık çok yazık.. Geçmiş olsun Türkiye! Türkiye'nin istikbal ve istiklali için demokrasiden öte bir yol yok..... Türkiye dün bir kez daha askeri kalkışmayla karşı karşıya kaldı. Askeri kalkışmalarla ve darbelerle sık sık kesintiye uğramış olsa da Türk Milleti demokrasiyi  yaşatmayı başarmıştır.   Cumhuriyetin niteliklerini ve demokrasiyi içselleştirmiş olan Türk Milleti'nin,demokrasinin bir kez daha alınmasına tahammülü yok..    kalkışmada bulunanların bir an önce kışlalarına dönmesi Türk Milleti ve devleti için tek doğru adım olacaktır.Silahlı kuvvetler Türkiye Büyük Millet meclisinin emrindedir.Ve her zaman öyle kalmalıdır. Türkiye'nin yolu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş medeniyet yoludur.Bu yolda ilerlemek ise ancak demokratik, laik cumhuriyetle mümkün... Demokrasinin askıya alındığı 12 eylül de de olduğu gibi bugünde demokrasinin yanındayız ve bundan sonrada demokrasinin yanında olmaya devam edeceğiz. Saygılarımla. Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan  ve Bilgehan Deniz" kadar temiz olan tüm insanların!   ----------------------------- Referans : http://aa.com.tr/tr/egitim/yok-sanayi-bursu-verecek/722293 15 Temmuz hain darbe girişimi ve sonrasında, YÖK ve üniversitelerimizin yurt içi ve yurt dışında yapmış olduğu faaliyetlerin anlatıldığı "15 Temmuz ve Türk Yükseköğretimi" adlı bir kitap .http://yok.gov.tr/web/guest/15-temmuz-ve-turk-yuksekogretimi … http://www.alevalatli.com.tr/     Türkiye'nin Bitmeyen Yedi Düvel Savaşı!  POLİTİKA 5,0 12.11.2012 10:00:32 A+ A-   12 eylül, diğer demokrasiden kopmalar gibi, küresel oyun kurucular (Yüce Pir) tarafından kurgulanıp, sahneye konan toplumsal bir mühendislik, toplumsal transformasyon projesidir. Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin (asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile, küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak, bu çıkarları en yükseğe çıkarma arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma, zorla modeli revize etme girişimi!.. Demokrasiden koparak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak, zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, şekle sokmuş, işin en acı yanı ; bu sürecin sivil iktidarlarca da devam ettirilmiş olması!? Ve içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya çıkmasına neden olmuştur. Küresel sermayenin çıkarlarını, garanti altına almak amacıyla, tasarlanıp uygulamaya konan bu ekonomik modeli; zorla halka kabul ettirmek için, başta gençlik olmak üzere, halkın her kesimi pasifize edilmiş ve ülkenin yönetiminden dışlanmıştır. Bugün ülkemizde yaşananlar gibi;12 Eylül öncesi dökülen/döktürülen kan, Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuştur. Bu zaman sürecinde bugünde olduğu gibi; toplum İki kutuba ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmıştır. Gençlik sürekli karalanmış ,suçlanmış ve bir günah keçisi durumuna sokulmuştur. YÖK aracılığıyla üniversite gençliğinin ülke sorunları ile olan ilişkisi, duyarlılığı kesilmiş, disiplin adı altında gençlik ve halk demirden bir cendereye sokulmak istenmiştir. Ülke yasaklar ülkesine dönmüş, neredeyse nefes almanın bile suç sayılabileceği bir ortam inşa edilmiştir. "İdeolojiler bitti" sloganı bu döneme ait olup insanların tüm değer sistemini Küresel oyun kurucunun değerlerine teslim edelerek; bir uyuşturma, bir aldatma ve siyasî mücadelenin dışına itme amaçlanmıştır. Her türlü direnme noktaları kontrol altına alınmak suretiyle kırılmış; yağmalanmış, yolsuzluk sıradanlaşmış, sermayedarlar aşırı zenginleşirken halk fakirleşmiştir. Türkiye'nin gelişimi engellendi adeta. Kim engelledi? Darbeciler ve onların ortakları. Darbeler doğal olarak alt yapı da (üretim, istihdam, ticaret, teknoloji, finansal piyasalar vb.) doğal ve zincirleme bir süreç olarak da üst yapılarda (din, kültür, hukuk, sosyal, politik, ahlak vb.) negatif seleksiyona yol açmıştır. Eğer Türkiye'de 1950'den sonra demokrasi darbelerle kesintiye uğramasaydı, 2000 yılında Türkiye'de kişi başına düşen gelirin 144 bin dolar olması gerekiyordu ama sadece 3 bin dolarda kaldı. İşte darbelerin Türkiye'ye maliyeti bu kadar yüksek. Darbeler Toplum zenginliği görmediği için fakirliğe mahkum oldu ve itiraz edemedi. Sistemden geçinmenin yolunu aradı Toplumu dejenere edildi, gençliği pasifize edilerek, toplum afazi hale getirildi. Toplumu afazileştirme faaliyeti, gençlik kesiminde yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirdi. Dolayısıyla 12 Eylül toplumsal transformasyon projesi, '5Y formülü' (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar) ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesi. 5Y formülünün uygulanması ile halkta oluşan tepki, oluşturduğu yüksek enerji ve daha önce; Küresel baş aktör tarafından başlatılan, Sovyetleri güneyden kuşatmaya dönük olan Yeşil Kuşak Projesi, 12 Eylül darbesinin İslam'a karşı daha yumuşak bir tavır takınmasını zorunlu kılmıştır. Devrimin estirdiği heyecanın azalması, Sovyetlerin paramparça olması, NATO konseptinin değişmesi ile Türkiye'de İslam, düşman statüsüne sokulmak istenmiştir. 28 Şubat Postmodern darbesi; bu darbenin bir uzantısıdır. 12 Eylül'ün başaramadığı yabancılaştırma, dejenere etme hareketi, bu darbe ile başarılmak istenmiştir. Çünkü yabancılaşmaya, yozlaşmaya, Batı türü yaşam biçimine toplum muhalefet etmiştir, 28 Şubat Postmodern Darbesi,12 Eylül'ün 5Y formülüne, jurnalciliği eklemiştir. Bizzat sivil ve askeri bürokrasinin öncülüğünde muhbirlik, yeni bir meslek olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu mesleği ihdas edenler, bunun toplumun tüm dayanışma noktalarını yıkarak devlete, sisteme ve insanların birbirine olan güvenlerini de kaybedeceklerini düşünmemişler, düşünmek istememişlerdir. Ülkemizin bugün karşılaştığı sorunların çoğu, geçmişin çözümlerinden kaynaklanmıştır. Küresel oyun kurucular, geçmişte olduğu gibi, önceden hazırladıkları oyunda Türkiye'yi pivot santrafor olarak oyunda görmek istiyorlar! Geleceğimiz üzerine kanlı bir "oyun" oynuyorlar. Dün olduğu gibi, bugün de birbirimize düşerek bu oyunu oynattırmak istiyorlar. O nedenle ; ülkemizin yedi düvele savaşı hala bitmedi!.. Dün yedi düvel, bugün küresel oyun kurucular!.. Bunu asla unutmayın. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini unutmayın. Unutursanız acınacak hale gelirsiniz.” Saygılarımla. Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan  ve Bilgehan Deniz" kadar temiz olanların! Orhan ELMACI 12 Eylül 2012   (*)Mana Neyestani'nin bu karikatürü çok paylaşılan ve her paylaşan ona kendince anlamlar yüklediği bir karikatür. Bizce; sanki ülkesine yönelen kültürel, ekonomik,sosyal,siyasal hatta silahlı tehditleri görmezden gelen, hatta halka onu şirin göstermeye çalışan,"Bahar"yanlısı ,küresel oyun kurucuların sözcülüğüne soyunmuş, batı özentili , sözüm ona bilim adamları!.. Tatlısu entellerini, görsel, işitsel ve yazılı medyayı anımsattı... 8**) Yakın geçmişimizden bir kesit: Türkiye’nin 1970’li Yılları… İletişim Yayınları’nın 2020 tarihli bir derlemesinden söz edeceğim. 48 yazarın makalelerinden oluşuyor. Hazırlayan Mete Kaan Kaynar; ekler hariç 1046 sayfa…  (Kitaba Derleme olarak referans vereceğim.) Yazar, sistematik bir sınıflamaya kalkışmamış; ama, bu on yılık zaman aralığının “iki darbe arasına sıkışmış yılları” kapsadığını baştan hatırlatıyor. Siyasal çalkantılar öne çıkıyor; ama, iktisattan spora, dış siyasetten edebiyata; fikir akımlarından gündelik hayata uzanan bir çeşitlilik içinde…  Sonuç, yakın geçmişimizle ilgilenen herkese hitap eden bir başvuru kitabıdır. Başlayıp bitirilen kitaplardan değil; bölümler arasında gezinerek tadı çıkarılacak bir derleme…  Ben de Derleme’nin ekonomik ağırlıklı kesimleri ile başladım. Düşündüklerimi okurlarımla paylaşmak istedim.  Özetle bu derlemede ; Türkiye’nin 1970’li yıllardaki gelişiminin, ülkemize özgü olmasdığına vurgu yapıldıktan sonra, Kapitalist sistemin merkezi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Refah Devleti dönüşümünü yaşayadağı anlatılıyor. Bu modelin, 1970’li yıllar sonunda bölüşüm, sermaye birikimi ve finansallaşma süreçleri arasındaki çelişkileri aşamadığı; tıkandığı tesbittinde bulunuyor..  Refah devletinin çevre ekonomilerinde ve Türkiye’deki karşılığı Kalkınmacı Devlet’tir.  Türkiye’de 1960’ı izleyen yirmi yıla, planlamacı ve korumacı (“ithal ikameci”) politikalar damgasını vuracaktır.  1970’li yıllardaki gelişimi, iki beş yıllık plandan izliyor. 1968-1972 ve 1973-1977 plan dönemlerinde Türkiye, yüksek (yüzde 7 ve 6,5’lik) tempolarda büyüdü. Nihai amaç olan dış bağımlılığı hafifleten bir sanayileşmeye geçiş ise başarılamadı. Dayanıklı tüketim mallarında ithal ikamesi ileri aşamalara taşınamadı; sanayinin ithalata bağımlılığı zaman içinde yoğunlaşıyor.   1970’li yılların sonuna yaklaşıldığında Türkiye’nin ihracatında hâlâ tarım ürünleri öne çıkmakta; ham petrol fiyatlarındaki artış, dış açığı sıçratmakta olduğunun altı çiziliyor. Döneme özgü korumacı politikalar, ithal kotaları, döviz tahsisleri gibi yöntemlerle uygulanıyor.. Ve “dış ticaret kısıtlamalarının yarattığı rantların politik süreçler yoluyla… gelenekselci ve cemaatçi oluşumlara [dağıtılıyor” (s.222) ] Planlı dönemde ithal kotaları, döviz, kredi tahsislerinden kaynaklanan rantlar, özerk, ayrıcalıklı, güçlü bir ekonomi bürokrasisi tarafından denetlendi Bu bürokrasi, yönetmelikler ve kurumsal geleneklerle, rantların planlama önceliklerinin belirlediği sektörlere tahsisini sağladı; şirketlere aktarımında nesnel ölçütleri itinayla gözetildi.  Bu ekonomi bürokrasisini etkisizleştirme, dönemin hükümeti tarafından o döneminde öncelik kazandı. Dış ticaret serbestleştirildi; “koruma rantları” yok oldu. “Alaturka neoliberalizm" yepyeni rant alanları oluşturdu: Özelleştirme, kamu ihaleleri, KÖO yatırımları, imar planları… Astronomik boyutlara ulaşan bu rantlarla cemaatçi sermayenin bütünleşmesi, 1970’li yıllarda değil, daha sonraki hükümetler döneminde gerçekleşti. “1970’li yılların sonunda, dünya yeni neoliberal düzene hazırdı… Ülkemizde de 1970’ler neoliberal İslam’ın temellerinin atıldığı bir dönem[dir]” (s.219). Ama, “şiddetin [bu] toplumsal mühendislik projesinin önemli bir parçası” olduğunu da eklemek gerekiyor (s.227).  Böylece, kapitalizmin egemen sınıfları, neoliberal toplumsal mühendislik projesini dünya çapında “uygulamaya” başlayacaklardır. “Yumuşak bir geçiş” değil, “sert bir kopuş” söz konusudur. Türkiye’yi de içeren Güney coğrafyasında şiddet de içeren kopuşlar. Kopuşun  Türkiye boyutu“Türkiye’de Plancılığın İkinci Onyılı: Yetmişli Yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı” (ss.229-243).başlıyor.Bu çevreler dış bağlantıları da olan sistematik bir saldırı ve “tüm iktidar sermayeye” anlamına gelen bir kampanya sonunda zamanın  hükümetini iktidardan uzaklaştırdı; 24 Ocak ve 12 Eylül’e açılan sert, şiddet içeren bir dönüşüm tetiklendi. Bu ittifak, “bir küçük burjuva radikalizmi içeren cumhuriyetçi orta sınıf hareketi ile işçi sınıfının ilk kez Haziran 1970’te bir bütün olarak sahneye çıkan sınıfsal” gücü arasında oluşmuş; “1980’de bir darbe ile kesilmişti”.  İttifakın “cumhuriyetçi orta sınıf” ayağını temsil eden o dönemin hükümeti uluslararası ve yerli sermayenin müdahalesi ile 1979 sonunda; işçi-emekçi kanadı ise 12 Eylül 1980 darbesi ile çökertildi...

İlgilenenler Okusun Diye....

İlgilenenler okusun diye: "Muhasebe Bilim Dünyası Dergisinde (MODAV)"'  yeni Makalemiz... STATEJİK KARAR ALMA PERSPEKTİFİNDEN FAALİYET TABANLI MALİYETLEME MODELİ VE ZAMANA DAYALI FAALİYET TABANLI MALİYETLEME MODELİNİN KARŞILAŞTIRILMASINA YÖNELİK AMPİRİK BİR ÇALIŞMA    ÖZ  Günümüzde işletmelerin maliyet kompozisyonları büyük bir değişime uğramıştır. Toplam maliyetler içerisinde direkt giderlerin payı azalırken, endirekt giderlerinin payı geometrik dizi biçiminde artmıştır. Bu artış yeni maliyetleme modellerini de beraberinde getirmiştir. Bu çalışmanın amacı, zamana dayalı faaliyet tabanlı maliyetleme modeli ile geleneksel faaliyet tabanlı maliyetleme modelinin kararlarda özellikle de stratejik kararlarda, gerçeğe uygun, doğru ve güvenilir mamul maliyetleri hesaplanmasındaki pozitif katkısını (etkinlik, etkililik ve verimlilik) karşılaştırmalı olarak vurgu yaparak ortaya koymaktır.   Anahtar Kelimeler: Faaliyet Tabanlı Maliyetleme Modeli, Rekabet, Stratejik Karar, Sürdürülebilir Rekabet Gücü, Zamana Dayalı Faaliyet Tabanlı Maliyetleme Modeli Jel Sınıflandırması: M40, M41  Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi Aralık 2016; 18 (4); 825 - 853 

Türkiye “Yüksek ve Sürdürülebilir Gelişme“ Gösteren Ülkeler Grubunda….

   Sayın Cumhurbaşkanımızın belirttiği gibi, OECD, “2015’in orta gelirli ülkeleri Çin, Kolombiya, Kosta Rika, Endonezya, Kazakistan, Meksika, Güney Afrika ve Türkiye’yi büyümedeki başarılarına dayalı olarak “Yüksek ve Sürdürülebilir Büyüyen” ülkeler gurubuna geçirdi.    Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) dünyada son 20 yılda değişen refah ve buna bağlı oluşan göç hareketlerini inceleyen bir rapor yayınladı. 12 Aralık tarihinde “Küresel Kalkınma Hakkında Perspektifler 2017-Değişen Dünyada Uluslararası Göç” adıyla yayınlanan rapora göre, refahın gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kayma trendinin son yıllarda yavaşlamaya başlasa da devam ettiği belirtiliyor....    Dünya ülkelerinin ekonomik büyüklükleri ölçülürken;  i- Toplam milli gelir rakamlarına,  ii- Kişi başına milli gelir rakamlarına,  iii- Milli gelirin yıllık büyüme oranına bakılarak hesaplamaların yapıldığı belirtiliyor....    12 Aralık tarihinde “Küresel Kalkınma Hakkında Perspektifler 2017-Değişen Dünyada Uluslararası Göç” adıyla yayınlanan bu raporda, refahın gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kayma trendinin son yıllarda yavaşlamaya başlasa da devam ettiği belirtilmekte.Türkiye, bu raporda 59 ülkenin bulunduğu “Yüksek ve Sürdürülebilir Büyüyen” ülkeler klasmanında gösterilmekte. Raporun sonunda ise refahın dağılımıyla ilgili farklı olasılıkların değerlendirildiği ve 2030 yılında olabileceklerin anlatıldığı 4 senaryo yer almakta.     Çin, Kolombiya, Kazakistan, Meksika     Bu senaryoların ikincisinde Türkiye’nin de içinde bulunduğu yüksek ve sürdürülebilir büyüyen ülkelerin başarılı olma olasılığı işlenmiş Buna göre, 2015 yılına gelindiğinde düşük gelirden orta gelirli ülkeler kategorisine çıkmayı başaran ülkelerin bazıları 2030 yılına gelindiğinde yüksek gelirli ülkeler kategorisine gireceği belirtiliyor. Ayrıca raporda, 2030’da yüksek gelirli ülkeler kategorisine girecek bu ülkeler Türkiye’nin yanı sıra Çin, Kolombiya, Kosta Rika, Endonezya, Kazakistan, Meksika ve Güney Afrika olarak sıralanmış. Raporda bu ülkelerin 2030 yılındaki olası performansları için “Hedeflerin tümü tam başarılamasa da geçen 15 yılda dev ilerlemeler gerçekleştirildiğine vurgu yapılıyor. Ülkeler arasında kişi başına gelirin eşitlenmesine yönelik ilerleme önemli ölçüde gerçekleştiği de bu raporda belirtilmiş.    Ayrıca bu rapora göre göçmenlere 8.5 milyar dolar harcama yapıldığı belirtiliyor....     Göçmen hareketlerinin kaynak gereksiniminin artırdığına vurgu yapan rapor, “Türkiye Eylül 2015 itibarıyla Suriyeli göçmen akımına karşılık vermek için 8.5 milyar dolar harcadığı” belirtilmiş... Raporda, son dönemde gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle arasındaki gelir farkını kapatma yolunda mesafe kat ettiği belirtilirken, Türkiye de bu anlamda başarılı ülkeler arasında .... Raporda, “Servette değişkenlik gelişmekte olan ülkelerde kişi başına geliri iyileştirdiği vurgusu yapılmış.     IMF değerlemelerine göre, Türkiye 224 ülke sıralamasında, milli gelir büyüklüğü ile 18’inci, kişi başına mili gelir rakamı ile 66’ıncı, büyüme oranı ile 97’inci sırada.     Milli gelir büyüklüğümüz ve geçmişteki büyüme oranımız ile önlerde, ama kişi başı milli gelir rakamımız ile “Gelişmekte Olan Ülkeler” gurubunda yer aldığımız belirtilmiş..      OECD’nin raporu ile Türkiye “Gelişmekte Olan Ülkeler” grubundan gelişmiş ülkeler grubuna geçmediği. ancak “Yüksek ve Sürdürülebilir Büyüme” gösteren ülkeler grubuna katıldığını gözardı etmemek gerekiyor.     Uzun bir dönemdeki büyümeleri değerlendirilerek ülkeler üç  grupta toplannış. Birinci grupta 28 yüksek gelir grubundaki ülke yer almış Ekonomileri bize benzeyen Yunanistan, İspanya, Portekiz de bu grupta. İkinci gruptaki 59 ülke “Yüksek ve Sürdürülebilir Gelir” düzeyindeki ülkeler yer almış....Türkiye'de bu grub da  yer almış... Ayrıntılı Rapor: http://www.keepeek.com/Digital-Asset-Management/oecd/development/perspectives-on-global-development-2017_persp_glob_dev-2017-en#.WGT13vmLRPY