Tüm Bilgi Paylaşımlarım

İnternette Dakika Başına Neler Yapıyoruz ?

         İnternette  Dakika  Başına Neler Yapıyoruz ? 187 milyon E-mail 481 bin Tweet 3.7 milyon Google araması 973 bin Facebook girişi 4.3 Milyon YouTube video izleme 38 Milyon WhatsApp mesajı 375 bin Apple uygulama indirimi 2.4 Milyon Snaps yaratımı 174 bin Instagram...              http://www.visualcapitalist.com/internet-minute-2018  

“Biat Kültürü ve Günümüze Yansımaları“

      İlk söz "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. " "Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca.Sözcük ve kavramların içini boşaltan, altını oyanlara itibar etmeyiniz. Onlarsız da yaparız ama kavram ve sözcüklerden bağımsız varolamayız.    Ünlü bir düşünürün  : .:“Bir ağacın yapraklarında eğer sararma varsa, bu sararmayı itekleyen ya da destekleyen bir kök sistemi var demektir."  diye bir  özdeyiş ( motto) var.    Bu bağlamda  Boğaziçi Üniversiteliler Derneği 14. Genel Kurulunun açılış konuşmasından altını kalın çizgilerle çizdiğim  önemli satırlar  birlikte okuyalım (*): “Bilimin Olmadığı Yerde Sadece Cehalet Değil, Vahşet de Kök Salmaya Başlar” Cumhurbaşkanımızın bu konuşmanın ana teması ,bir yandan çağdaş bilimin ve akılcılığın ülkemizde gelişmesine, diğer yandan sosyal, politik ve ekonomik disiplinler arasılık ve Ulusal irade Sesleniş Yetenekleriyle gerçekleştirme Koşullarının yaratılmasına ne kadar öncülük ettiğinizi sorgulayan,Ülke ekonomisinin  büyümesine / üretimine ne derece katkı sağlayıp /sağlayamadığınızı” “vatan ve ülkü” kavramına gönderme yaparak doğru bir paradigmayla sorgulamak.Yoksa  Yükseköğretim derecelendirme kuruluşları tarafından sıralamada kaçıncı olduğunuzu değil Patent ve patentlerin ürüne dönüşümü konusunda yüzde kaçlık başarı elde ettiğiniz,ne kadarını katma değere dönüştürdüğünüze  bakmak lazım... Yoksa gerisi Laf’ı güzaf..    “Üniversite bu anlamda ve üniversitenin kökeni itibariyle geçmiş bütün eğitim kurumları insanlığın en ulvi müesseselesi... Bu ulvi özelliklerini koruyup insan doğasına, insan onuruna, insanın ihtiyaç hissettiği erdeme hitap ettiğinde ve onu tekrar ürettiğinde aslında onun üretildiği toplumlara büyük bir onur kazandırmıştır. Bunun olmadığı toplumlarda ise maalesef araçsallaşmış ve önemini kaybetmiştir. Bizim gönlümüz, zihnimiz, yüreğimiz  küreselleşmenin getirdiği zihni ve bilgi harmanlanmasında Türk üniversitelerinin insanlığın önüne geçmesi ve tarihin öznesi, bilgi tarihinin öznesi olmasıdır. Sadece bilgi aktaran, yorumlayan değil bilgiyi üreten kurumlar haline dönüşmesidir. Yeni Türkiye kavramını bugünlerde siyasi olarak çok kullanırken, aslında böylesi yeni Türkiye’nin inşasının da temeli yeni bir bilgi paradigmasının inşası ve yeni bir üniversite geleneğinin bütün o engin tecrübe/deneyim üzerinde inşa edilmesidir.Bilimi yol gösterici olarak,rehber olarak seçmeyen ülkelerin ileriye gidebilmesi mümkün değildir.Onun içindir ki  büyük önder,"Benim mirasıma girmek isteyenler var sa,ancak aklı rehber alanlardır.Aklı rehber alanlar benim mirasıma girebilir."diyor.Bu nedenledir ki Türk halkı,bu cumhuriyetin genetik kodlarını oluşturan büyük önderin gösterdiği bu yol haritasını iyi yol haritası olarak seçmiştir.Bu yolda ,sendelemeden,sekteye uğramadan yoluna devam edecektir.Ve ona minettardır.Şükran borçludur.Ve onu minnetle ve şükranla her zaman anar.Bu nedenle;”Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."    “Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında” ;Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabalar… Bu ülkü ile “Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme çabaları…… Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme isteği…. Bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme çabası…Bu çabaların elli yıllık panoroması… Sonra ...Sonrası malum!…Tarihteki örnekleri ile defalarca görülebileceği gibi Bilim'de ihmalin maliyeti çok çok büyük; bugün ise çok daha büyük, telafisi yok...(-).   Yine aynı mealde   "Uluslararası Münazara Turnuvası ödül" töreninde yapılan  konuşmadan altını çizdiğimiz satırlar.Birlikte okuyalım:     “Bize sorgusuz, sualsiz biat eden, cahil bir gençlik değil; neye inandığını, neyi savunduğunu, neyin mücadelesini verdiğini bilen, bunun için gereken her türlü donanıma sahip bir gençlik lazımdır. 15 Temmuz gecesi gördük ki işte bu vasıflara sahip gençlik, gerektiğinde ülkesi ve milleti için, istiklali ve istikbali için gözünü kırpmadan canını dahi ortaya koyabilmektedir”     Biat her anlamda ;sosyal,siyasal ve ekonomik güçlüden  yana olma..., Biat kültürüne sahip kişiler için ;güçlünün dini,inancı,milliyeti hiç önemli değil....!.  Amaca giden her yol mübah....Aynı zamnada Neo-Liberal Yükselen Değerlerin  genetik kodu olan Pragmatist / Makyavelist / Oportünist Düşünce Sistemi biat kültüründe de  hakim.... Öztürkçesi: kasaba kültüründen beslenen, hayatın özgerçeği yerine kendi gerçeğini öne çıkaran ilke ve kuraldan çok, anlık gelişmelere,- konjonktürel etkilere göre kendini ayarlayanlara için kullanılan bu düşünce sistemi, biat kültürünün de özünü oluşturmakta..Bu düşünce sisteminde tek önemli olan iktidar. Güç, yani iktidar kimdeyse onun önünde eğilimek...Arapça bir sözcük olan biat, hükmeden  ile hükmedilen arasında yazılı olmaksızın var olduğu kabul edilen itaat anlaşması anlamına gelmekte ....Biat (sorgusuz sualsiz söyleneni kabul) etmeyi bir alışkanlık haline getirmek....  Biat kültürünün olduğu yerde adalete de vicdana da yer yok.. Haklılık haksızlık aranmaz. Tartışma, sorgulama, eleştiri kabul etmez. Örnek: “Ya taraf olursun ya bitaraf” söylemi… Biat  kültürü, analitik düşünme yeteneğinin yok olması demek..; Böyle olunca artık güdümlenmeye, yönetilmeye hazır hale gelmiş demek ..... Tarihsel sürece  bakıldığında,  biat geleneği olan toplumlarda insanlar hep bilinçsiz olarak yönlendirilmiş, güdümlenmiş..Toplum afazileşmiş. Metaforik olarak, afazileşmiş toplumsal yapıda; insanlar anlamlandırma yeteneğinden mahrum hale gelmiş. .Yani bir anlamda, toplumca bir şuursuzluk hali içinde olmuş..Feodal yapılarda yaygın olan biat, çoğu kez rızaya dayansa da bazen zorla da söz konusu olmuş. Cemaat,tarikat, teba, tabiyet, tabi gibi sözcükler  de  aynı kökten geldiğini, birisine biat eden, ona tabi hale gelen;  onun  cemaatına,onun tebasına (biat edenleri) girdiğini  yazıyor kitaplar.....     Biat kavramı ,başlangıçta daha çok dinsel bir tema taşımış olmasına rağmen ; sonraları siyasal bir nitelik kazanmış ve  hükmedenle  hükmedilen arasında, yazılı olmayan ama zımnen (üstü kapalı) yapıldığı kabul edilen, bir bağlılık sözleşmesi anlamına dönüşmüş..Biat kültürü kendi içinde ve karşıtlarına karşı savaşlar Avrupa da 1542’de Alman köylülerinin ayaklanması ile başlamış ve 106 sene sürmüş ve en önemlisi bu savaşların nedeni günümüzde de olduğu gibi  Hükmeden sınıf (eskiden ruhban sınıfı) yani halkın sırtından geçinen sınıf, lüks içinde yaşayan bir aristokrasi olma isteklerinin kaynaklanmış.. Her anlamda sömürme Kula kulluk etmeden kaynaklanmış...      O dönemde Avrupa’nın büyük Hristiyan devletleri olan İspanya, Portekiz, Fransa, Avusturya, İsveç, Almanya, Hollanda,  İngiltere ve İrlanda savaşın bir parçası olmuş. Bir ara 300 bin köylünün katıldığı ayaklanma bu ülkeleri harabeye çevirmiş.   Biat  Savaşları'nın en kanlı olanı Otuz Yıl Savaşları... . Katolik ve Protestan devletler arasında başlayan çatışma daha sonra Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu da içine alarak Avrupa’ya hakim olma savaşına dönüşmüş.     Almanya bu savaşta nüfusunun yüzde kırkını kaybetmiş.     Din Savaşları’nda ölenlerin sayısının 6 ile 19 milyon arasında olduğu tahmin ediliyormuş.    Ayaklanmanın ve ardından gelen savaşın birçok nedeni vardı. Ama en önemlisi Martin Luther ve John Calvin’in Hristiyanlıkta reform yapma girişimlerinden sonra ortaya çıkan Protestanlık ve Kalvenizm ile Katoliklerin onları tehdit olarak algılaması olmuş.   Bin beş yüz yıl Hristiyanlığa egemen olan Katolikler dinde reformu kabul etmemişler. Rakip kiliselere ait olanları ezmişler.  Biat ve Din savaşları, Westphalia Barış Antlaşması ile sona ermiş. Katolik kilisesinin din üstündeki tekeli sonlandırılmış. Hristiyanlıkta üç ayrı kilise olduğu tescil edilmiş:  Katolik, Protestan ve Kalvenizm. Bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde Hristiyanlığın her kolu düşüşte. Bazı tarihçiler, bu düşüşün Avrupa’daki Din Savaşları ile başladığını yazıyorlar. Birçok insan, akıl almaz gaddarlık ve yıkıma neden olan biat kültürünün, insanın yararına olmadığını o tarihten itibaren düşünmeye başlamış. Özetle; İlk çağ ve Ortaçağ da Biat kültürünün  zirve yapmış....Sonra etkisi azalarak devam etse de ,Fransız devrimi ve ardından gelen sanayi devrimine kadar   tüm  Avrupa’da egemen olan feodal düzende dıotoriteye bağlılık usulü geçerli  olmuş..Biat kültürünün  temelinde "sömürü"yatmakta ve ekonomik...... Neden ekonomik ,çünkü aydınlanmış toplum tüm değerlerini (maddi ve maddi olmayan) koruma eğiliminde olmuş tarih boyunca....Ekonomik ve kültürel değerlerini koruyan ulusalar tarih sahnesinden silinmemiş.Biz, batının bir zamanlar yaptığı, dogmalarımızı azaltacak, yani biat kültürünü değiştirecek reformlar yapmaya kalkışsak bile, göreceksiniz, uygar batı, demokrasi yaygarası ile bu girişimimizi önleyeceğinden hiç şüpheniz olmasın....    Bu arada bir not ekliyelim ve şimdilik burda dursun.. Küresel oyun kurucu kimdir ve nasıl oyun kurucudur? diyenlere yanıt olarak İngiliz/ABD/Fransız/Alman. ve diğerleri.…İşte size küresel  biat  kültürel yapılanması örneği:YÜCE PİR/ Vasıllar/salıkler/ Müridler/ ve Talipler...   Postnişinde YÜCE PİR'in oturduğu Yeni Dünya Düzeni tarikatı iktidarını Tarikatı oluşturan Vasıl, Salik, Mürid ve Talipler,  dün olduğu gibi bugünde sinsi savaş  stratejileri...…  Yeni Dünya Düzeni tarikatı iktidarı tüm İnsanlık tarihinde yaptıkları katliamları,işkenceleri,talanları,kan ve gözyaşlarını,,hırsızlıklarını,,sömürülerini ve bunun üzerine inşaa  ettikleri ve halen bununla beslenen “Sosyo Ekonomik ve Kültürel “yapı… Ve bu oyun kurucular geçmişte  oynadıkları oyunlardan bazıları nelerdir derseniz...Bunlar saymakla bitmez...İsterseniz kitaplarda yazanların bazılarını özetliyelim...Birlikte okuyalım:      Bir zamanlar Hindistan’da bir yönetici, protein kıtlığından kırılan halka, sığır etini de yiyebileceklerini öğütlemeye başlayınca, Hindistan’ın İngiliz Valisi çok sert tepki göstererek, “halkın inançları ile oynanmasına izin vermem” söylemi ile adamın sesini hemen kesmiş....  Daha sonra bu vali yazmış olduğu hatıralarında, “eğer halkın sığır eti yemesini destekleseydim, proteinle beslenen halk daha sağlıklı-bilinçli olacaktı ve dogmalarının kırıldığında beklenen felaketlerin ortaya çıkmayacağını görünce de, İngiliz çıkarları Hindistan’da tehlikeye girebilirdi” diye yazıyor.,   Oradakilerin inancına bu denli saygılı olduğunu beyan eden İngiltere İmparatorluğu, uzun yıllar İngiliz Kumaşı olarak bilinen ve tercih edilen tekstil ürünlerinin Hindistan’da çok daha ucuza üretildiğini görünce ve çıkarları tehlikeye düşünce, Hindistan’daki tekstil işçilerinin (bir rakama göre 5.000 kişinin) sağ kolunu, tezgâhlarda artık çalışamasınlar diye Bethoven’in senfonisini dinleterek kestirmiş bir ülke..  Uzun zaman (Mao’ya kadar) yönetiminde tutuğu Çin’i, tüccarlarının aracılığıyla afyon-esrar bağımlısı yapan ve uyutan İngiltere, yollarda ser sefil yatan esrarkeşleri görmemezlikten gelmiş ve imparatorluğunun zenginliğini bu cesetlerin üzerine kurmuş.... Bir yöneticinin çıkıp da Çin’de esrar içilmesini yasaklamasıyla, kızılca kıyamet kopmuş; İngiliz İmparatorluğu yandaşları ile birlikte tüm gücüyle Çin’e saldırmış ve Pekin, Şangay’ı topa tutmuştur. Bu savaşın adı, tarihte “Afyon Savaşı” olarak geçmiş.   Sonuçta yenilen Çin, İngiliz tüccarlarını rahatsız ettiği için, özür dilemeye mecbur edilmiş ve “bundan böyle İngiliz tüccarları, tütün, esrar ve afyonu hiçbir kısıtlama ve engellemeye tabi olmadan satabilecektir” ibaresini taşıyan anlaşmayı yutkunarak imzalamak zorunda kalmıştır. Yetmedi, ceza olarak da, İngiliz Armadasını ve tüccarlarını rahatsız ettiği için, Hong-Kong’u 100 yıllığına İngilizlere vermiş. Yakın zamanlara kadar Hong-Kong’un bir İngiliz şehri olmasının nedeni bu iğrenç anlaşma..   Bu iki örnek de  de biat kültürünün temelinde i"sosyo-ekonomik,sosyo kültürel sömürü"görmek mümkün...    Batıda yavaş yavaş biat kültürünün yok olmasına ve analitik düşünce nin yerleşmesine yol açmış...       Dünya da zaman zaman, biat kültürünr karşı  çıkılsa da  biat kültüründen uzaklaşıldığı görünümü doğsa da otoriteye bağlılık anlamındaki biat kültürü şekil değiştirerek günümüze kadar devam etmiş.. Bunda bilimsel, sorgulayıcı, analitik eğitimin  yaşama geçirilememesinin büyük etkisi olmuş.. Macchiavelli, hükmedilenlerin mevcut otoriteye bağlılığı konusundaki şu saptamayı yüzyıllar önce Hükümdar (Prens) adlı kitabında yapmış: “Hükmedilenleri kolay kolay liderleri aleyhine ayartamazsınız. Ama bir kez ayartırsanız bu kez bağlılıklarını sizin otoritenize bağlılık şeklinde gösterecekler.”       Kısaca özetlersek , 17. yüzyıla kadar biat kültürü feodal  yapıların  gücünün temel taşlarından birini oluşturmuş. ve bütün savaşlar bu kültür büzerine inşaa edilmiş.....      Fransız Devrimi  sonrası görünüm değişmeye başlamış. Keşifler ve icatların ardısıra gelmesi ve sonuçta her şeyde olduğu gibi savaş araçlarında ve yöntemlerinde de yenilikler ortaya çıkmasına neden olmuş... Kol gücüne dayalı savaşların yerini yeni beyin gücüne dayanan ve bunların somut göstergeleri olarak  icat edilen araçların kullanıldığı savaşların  almış..   Buluş yapabilmek, teknolojiyi değiştirebilmek veya geliştirebilmek için bilimsel eğitim ve onun getirdiği özgür, sorgulayıcı, analitik düşünce sistemi öne çıkmış.  Biat kültürü, bilimselliği dışlayan  eğitime ağırlık vermiş..Öyle olunca da buluş yapmak, teknolojiye katkıda bulunmak pek mümkün olmamış.Analitik 1.0 den  Analitik 2.0’e ve  Analitik 3.0 yöneliş: Çağımızı yönlendiren  karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin  ulaştığı  son nokta  analitik    gereksinimdir. Yaygın biçimde  tartışıldığı gibi, bir toplumun kuruluş ve kurumları  “alışkanlıktan analize geçmiş” ise, insanlar iş yaparken  verileri derliyor; analiz ediyor, verilerin nesnel göstergelerine dayalı  karar üretiyorsa   “analitik 1.0 aşamasını” içselleştirmiştir diye yazıyor kitaplar ve devam ediyorlar.Birlikte okuyalım: "Analitik 1.0" işlerimizi, anadan, atadan, sokaktan, komşudan gördüklerimizle, alışkanlıkla yapma yerine, verilere erişme, verileri malumata dönüştürme, malumatları uygun yöntemlerle bilgi haline getirme, bilgilere sezgileri de katarak anlama derinliğine ulaşma. İşyeri kayıtlarını resmi makamlardan gelenlere göstermek için değil de, işlerin gidişatını görmek için analiz etmektir;kendimize ayna tutmaktır. Analitik 1.0 alışkanlıkla değil, analizle iş yapmak. "Analitik 2.0", büyük veriyi ehlileştirerek,gereksinim duyulan bilgileri, bilgi gürültüsü ve kirliliklerinden ayıklama işidir. Ünlü araştırmacı Bill S. Hansson'un uyarısı,tam da bu işlemlerin yapılmasının önemini anlatıyor. gereksinim duyulan verileri ayıklayabilecek insanlar hızla kritik alanlarda istihdam edilmeye başlanması Geleceğin parlak işleri analitik gerektiriyor. Ehlileşmiş bilgiyi elimizin menzili altında tutabiliyorsak,analitik 2.0 aşamasındayız; Analitik yeteneklerimizi yaygınlaştırmadan ve derinleştirmeden gelişmeleri kavramak mümkün değil. "Analitik 3.0" ise gereksinim duyulan ve uygun yöntemlerle erişilebilen ehlileştirilmiş bilgileri bir ürünün içine sindirerek, farklı, rekabet edebilir ve piyasası olan mal ve hizmet üretimine dönüştürme ve piyasada tutturabilme aşaması "Analitik 4.0" Bugünün dünyasında "öncü olanların" gündemlerinde analitik tartışmaları ilk sıralarda yerini korumakta... Analitik süreçlere hakim, bu süreçlerin gerektirdiği teknik araçları ustalıkla kullanabilen ve bu süreçleri şeffaflaştırabilen kişiler veri bilimci & veri analisti olabileceği konunu uzmanları tarafından belirtiliyor.. Analitik kavramı üzerinde bu kadar durma nedenimiz başta da belirttiğimiz gibi, dijital çağın bilgi üretme süreçlerinde merkezi öneme kavuşmuş olması... Şeffaflaşabilen ve büyük veriyi kucaklayabilen analitik geçerlidir bugün. Analitik konusunu merak edenler, bu kısa anlatım üzerinde bir kez daha düşünmeli. Eğer açıklamaları yeterli bulmayanlar varsa, kavramları açıkladığımız daha ayrıntılı yazılarımıza erişebilecekleri gibi, dünyada konuyu analiz eden bir dizi uzmanın makalelerine de okuyarak gerekli netliğe ulaşabilirler. Analitik, geleceğin insan kaynakları yönetimini bir numaralı sorun alanı Eğitim sistemleri yakın gelecekte "analitik-odaklı" olacağı kesin; bundan en küçük kuşkunuz olmasın.  Çağın gereksinimine  uygun bir değerler sistemine  kafa yormayan,  bilginin yeterli olmadığı  ve anlama derinliğine erişmenin gerektiğini kavramadan, bilgi   kuramına sahip olmak mümkün değil.İnsan doğasından kalkarak  günün gerçeklerine uygun  eğitim-öğretim sistemleri kurgulamayan bir toplum  vasatlık batağına  doğru gideceğinden de kimsenin şüphesi olmasın. Hatta,  yeni tekniklere uygun öğrenme sistemi  çerçeveleri  netleşmeyen, yeni araç-gereçlerle  uygun aktarma metotları geliştirmeyen, toplum yapısına ilişkin bir uzlaşma zemini bulmayan, fırsat yaratma konusunda  bir uygarlık tasavvuru ortaya koymayan bir toplum da   vasatlık tuzağından uzak duramaz. Bir ortak  akılda  uzlaşma sağlanamazsa, vasatlıktan  ileri toplum olmaya  gidemez. Özellikle de  vasatlıktan kurtulmanın  eğitim-öğretim bağlamının hayati önemi kavranmalıdır ki, çağı yakalayalım; proje-odaklı programlarla eğitim sistemimizi  alternatif tepki biçimleri üretebilen bir düzeye taşıyabilelim. Bu arada unutmdan Stephen W.  Hawking’den, çağdaş bilimin giderek artan biçimde tekniğe dayanmasının, mesleki uzmanlığa olan gereksinimin artıracağını, proje-odaklı yeni nesil eğitim-öğretim anlayışının öne çıkacağını söylüyor.    Kaynak-odaklı üretimden yetenek –odaklı üretime geçiş: Vasat toplum olmaktan ileri toplum aşamasına geçişin bir başka  ilişki düzlemi de, kaynak-odaklı üretim aşamasını  yetenek odaklı üretim aşamasına  taşımaktır.  Üretimin emek-sermaye ekseninden, yaratıcı-girişimcilik eksenine kaydığının  bilincine ulaşmadan da vasatlık tuzağından kurtulmamız mümkün olmaz. Dünya genelinde, satıcı piyasa egemenliğinin alıcı piyasalar egemenliğine kaydığını kavramadan da   vasatlığı  aşamamız mümkün mü?   Analitik  paradigma değişimini algılayamanlar, uygarlık yolunua girmekte zorlanmışlar . Bu toplumlar  biat kültüründen çıkamadığı, eğitimi bu paradigma değişimine göre örgütleyemediği için sanayi devrimine de yakalayamamış..Gerçi Batı bilimsel ilerleme ve toplumsal zengilliği sömürgecilikle  pekiştirmiş ...Gücünü güç katmış.....Batı bu yapı ile , her gün yeni icatları   daha da çoğaltmış ,teknolojide dev adımlar atmış.  Buna karşılık az gelişmiş ülkeler ya da gelişmekte olan ülkeler (Üçüncü dünya Ülkeleri) görünürde değişikliklere yol açan bir takım hukuksal düzenlemeler yapmaya çalışsa da altyapısı olmayan bu düzenlemeler, topluma pek bir şey katamamış. Asıl olarak eğitimi, aydınlanma çağının gereklerine göre düzenleyememiş. Ve doğal olarak batı daha ileri gittiği için onlara göre daha da geri kalmış.    Türkiye’yi biat kültüründen çıkaracak olan adımlar Cumhuriyetle birlikte atılmış. Büyük önder Musatafa Kemal Atatürk'ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” (hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir) sözü bu değişimin en temel göstergesi olmuş. Türkiye, uzun bir aradan sonra ve çok geç kalmış olarak paradigma değişimine ayak uydurma yolunda adımlar atmış. Bu adımlar, aslında bugün tartışıp durduğumuz yapısal reformların ta kendisi.. Var olan yasaların çağdaş yasalarla değiştirilmesi, kadın erkek eşitliği, kadının sosyal yaşama ve çalışma yaşamına girmesi, eğitimde dinsel, geleneksel eğitimin yerini bilimsel eğitimin alması, ekonomide devletin önderliğinde sanayileşme için atılan adımlar vd hep bu yapısal dönüşümün halkaları olmuş... . Türkiye 'de  ki on yılda bir demokrasiden kopmalar,  küresel oyun kurucular (Yüce Pir) tarafından kurgulanıp, sahneye konan toplumsal bir mühendislik, toplumsal transformasyon projesi olmuş--------------Gerçi bu proje, bu güçler tarafından dünyanın her tarafında kurgulanıp istediklerinde uygulamaya sokulmuş bir proje------ (Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin (asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile, küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak, bu çıkarları maksimize etme arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma, zorla modeli revize etme girişimi!..)... Demokrasiden kopartılarak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak, zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, forma sokmuş, işin en acı yanı ; bu süreç sivil iktidarlarca da devam ettirilmiş olmuş... Ve içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya çıkmış......    Küresel Oyun Kurucuların 15 Temmuz işgal girişiminde ülkemizde yaşananlar gibi; dökülen/döktürülen kan, Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuş.... Bu zaman sürecinde bugünde olduğu gibi; toplumu kutuplara bölerek  ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmaya çalışılmş..Toplumu dejenere edilmiş, gençliği pasifize edilmiş, toplum afazi hale getirilmiş. Toplumu afazileştirme faaliyeti, gençlik kesiminde yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiş. Dolayısıyla tüm darbe ve kalkışmalar toplumsal transformasyon projesi, '5Y formülü' (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar) ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi olmuş. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesi...Meselâ siyasetten bağımsız olarak metinlerini analiz edildiğinde, düpedüz cahil olduklarını göreceksiniz, üçyüz kelimeyle konuşan ve hep tekrar yapan ve ülkeye dayatılan proje konularına odaklanan yalan yanlış gerçeklik taşımayan demokrasi özgürlük laflarının peşine düştüklerini. Bir de Ünvanları profesör/Doç/Yard.Doç..vb.sözüm ona şaşalı ünvanlar ..Dış ve yerli işbirlikçileri ile planlanan ve uygulamaya konan  askeri darbelere ve kalkışmalar , Ülkemizin dünyayı  ıskalamamıza ve paradigma değişiminin bir kez daha dışında kalmmız için girişilen oyunun bir parçası.olmuş...    Bugün geldiğimiz noktada ilk öğretimin, orta öğretimin, yüksek öğretimin,kısaca  tüm eğitim-öğretim sistemimizin hali içler acısı. Soru soramayan, sorgulayamayan, büyüklerinin dediğini kayıtsız koşulsuz doğru kabul eden, önüne konulanları sadece ezberleyen,  itiraz bile edemeyen bir öğrenci prototipleri oluşmuş... OECD’nin yaptırdığı PISA eğitim yeterliliği testinin sonuçları hangi noktada olduğumuzun açık ve acı bir göstergesi. Türk öğrenciler 65 ülkenin öğrencileri arasında matematikte 44, okuduğunu anlama ve anlatmada 42, fen bilgisinde 43’üncü sırada yer alıyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi Uzakdoğu ülkelerinin öğrencileri en üst sırada... Dünyada son ikiyüz yıldır yaşanan gelişmeler, soru sormayan, sorgulayamayan, analitik düşünemeyen insanların buluş yapamayacağını, teknolojiye katkıda bulunamayacağını göstermiş bulunuyor. Bunun son örneğini Uzakdoğu ülkeleri veriyor. yöntemi kullanarak yani insanları soru soran, sorgulayan, analitik düşünebilen insanlar olarak kendi kültürel yapılarıyla entegrasyonu sağladıkları ve kadim değerlerdende zere kadar ödün vermeden , analitik düşünce ile yetiştirerek sanayileşmiş ülkelerin arasına girmeyi başarmışlar... Kimsenin baskısı altında olmadığımız, korkunun saptırıcı etkisinden uzakta bulunduğumuz zaman, içimize yolculuk yapıp soralım: “Değer katarak pastayı büyütüp payımı artırma peşinde miyim,yoksa mevcut pastadan pay kapma peşinde olanlardan mı?” İçimizdeki ses, “Değer katmadan değer kapanlardansın” diyorsa, hiç bir kuşkuya yer vermeden “sömürücü” biri olduğumuza karar verebiliriz. Var olmak için değil de varlıklı olma peşindeysek, yetenek ve beceri-odaklı olma yerine, eş-do...st, dayı-yeğen, kafa-kol ilişkisine dayalı varlık sahibi olmayı kendi vicdanımızda meşrulaştırabiliyorsak, sömürücülük yolunda bir hayli ilerlediğimizden kuşku duymamalıyız. Yeraltı ve yerüstü kaynakların, fiziki sermaye stokunun, insan kaynağının ve teknolojinin verimini artırma yerine, kısa yoldan zengin olmanın kurnazlığıyla var olanı kapma anlayışı ile kuşatılmışsak, sömürücülükte çıraklığı aşıp kalfalık dönemi başlamış demektir. Bir hukuk sistemi, yasa önünde herkesin eşitliğini içimize sindirmeyi, hakim bağımsızlığını özümsemeyi, yasalar yürürlükte olduğu sürece uyma zorunluluğunu zihnimizde meşrulaştırmayı gerektirir. Hukuk sistemi gereklerini unutmuş ve adamını bulup her sorunu çözeceğimize kendimizi inandırmışsak; sömürücülükte kalfalık dönemini bitirerek, ustalık dönemine geçiş yaptığımızın resmidir. Biat, sadakat ve itaata dayalı yaşam yolunu seçmiş, bir güçlünün arkasına takılmışsak; sloganlardan örülmüş ezberlerimizi ciddi fikirlerin yerine koymayı yeğliyorsak; muhataplarımızı fikirle ikna yerine düşman ilan ederek, yandaş cepheleri oluşturmayı yol ve yöntem edinmişsek, sömürücü kişiliğin ustadları arasında yerimiz sağlamdır. Gözetim ve denetim mekanizmaları yerine, ilkesiz gizliliğin karanlığında işlermizi yürütmeyi benimsiyorsak, sömürücülüğün ordinaryüsü olduğumuza da hükmedebiliriz. Kendi yanılmazlığımıza inanmış, kendi yarı doğrularmızı hayatın mutlak doğruları mertebesine yükseltmişsek, çevremizi de müritler sarmışsa, kuşkunuz olmasın ki, müritlerin taktığı kanatlarla uçanlar arasına katılır; sömürücülerin ustad-ı azamı mertebesine ulaşırız. Bildiklerimizle, açık ortamlarda söyleyebildiklerimiz arasındaki makası iyice açmış, dürüstlük limanını çoktan terketmişsek, değrerli olma yerine önemli olmanın tutkusuyla yanıp tutuşuyosak, küçük çıkarlarımız önüne hiçbir değer engel koyamaz, sömürcü kişiliğimizi kutsal şalların altında saklayarak, karanlıkların dostları kervanına katılırız. Bilmediğini bilmeyen, bildiğinin farkında olmayan, farkında olduğu gerçeklerden yana durmayan, sadece başkalarının hakları üzerinden varlık sahibi olma tutkusuyla yanıp tutuşanlardansak, insanlık sınırlarından çok uzaklaşmış, sömürücülük denizlerine yelken açmış oluruz. Bir toplumun insanları arasında “sömürücü anlayış” ne kadar yaygınsa, o toplum o kadar verimsizdir; yokluk ve yoksunluk içindedir    Biat kültürü, şehlere/şıhlara/tarikat ya da cemaat  liderlerine kayıtsız, koşulsuz bağlı prototipler  yetiştirimiş ve yetiştirmeye devam etmekte. Bu   Dünyanın en iyi okullarında, en iyi hocalarla okusalar bile buluş yapacak, teknoloji geliştirecek, teoriye katkıda bulunacak adımlar atmaları mümkün değil. Çünkü önceliklerinde hep bağlı oldukları lider ve onun düşünce sistemine biat olacağı kesin....      Türkiye’nin yapması gereken birincil yapısal reform eğitim reformu..temel eğitim. orta öğretim yükseköğretimde köklü değişiklikler yapılması ve okullarda  bilim derslerinin ağırlıklı olarak okutulması, soru sorulmasının özendirilmesi, analitik düşünce tarzının geliştirilmesine yönelik bir eğitim sistemine geçilmesi birinci koşul. Hiç kuşkusuz bunu yapabilmek için öncelikle eğiticilerin  eğitimini  sürekli sağlayacak kursaların açılması, öğretmen okullarında derslerin bu biçime dönüştürülmesi gerekmekte. Biat kültüründen kurtuluşun tek yolu bu. Biat eden değil, analitik düşünceye sahip , bizim dediğimize itaat eden değil bizim dediğimizi sorgulayan kuşaklar yetiştiremediğimiz sürece bu kısır döngüden çıkamaz, ortadoğunun sorgulayamayan, anlayamayan ve dolayısıyla teknoloji üretemeyen üçüncü dünya toplumları gibi olmaktan kurtulamamız mümkün değil.     Cumhuriyetimizin 100. yılında, Türkiye eğer, Cumhurbaşkanımızın gösterdiği "Hedef 2023"'e ,  ülkeyi buluş yapan, marka yaratan, teknoloji üreten bir ekonomi durumuna getirecek stratejik yol haritasını acilen yürürlüğe koymadığı sürece   birinci sınıf bir ekonomi konumuna ulaşması mümkün değil.. Biat kültüründen çıkamadığımız, analiz eden , sorgulayan, araştıran, bulan, eleştiren kuşaklar yetiştiremediğimiz sürece  gelişmiş bir toplum konumuna gelmek mümkün değil...http://www.alevalatli.com.tr/ Son söz: Düşünceyi inancın önünde tutan çabayı çocukluğumdan beri savunuyorum. Yaşamımda düz bir çizgi izlemedim; ama temel ilke ve görüşlerimde sezgisel yaklaşımlarım doğruya yakındı.Tarihteki en kötü suçlardan bazıları, insanların inandığı kurgusal hikayeler adına işlendi. Çok az savaş nesnel maddi şeylerle ilgilidir: insanlar hikaye üzerinde anlaşamadıklarında çatışma ortaya çıkar. İnsanlara fayda sağlayacak ortak iyi hikayeleri nasıl yaratabiliriz ve büyük sefalete neden olan kötü hikayeleri nasıl önleyebiliriz? Öncelikle hikayeleri bizim gibi insanların yarattığını anlamamız gerekiyor; böylece biz de onları değiştirebiliriz.   Bilimin kahramanı, özgür düşüncenin yılmaz savaşçısı, umutsuzluğa kendini teslim etmemenin irade simgesi, bir büyük deha Stephen W.  Hawking’den,  İnançtan düşünceye geçmekle ilgili  saptamalarını; hayatı anlamada  ve sorgusuz inanmanın bağnazlığından kurtulmanın kritik anahtarı niteliğinde.   Bu saptamaları birlikte okuyalım:: i-“Gerçeklik diye bir şey yoktur; zihni modele göre gerçeklik vardır. Zihni modelinizin varsayımlarını değiştirirsiniz, gerçekliğiniz de değişir!”   ii-   kendi gerçekliğinin tek gerçeklik olduğa, kendi yanılmazlığına inanın insanların, en büyük tehlike, olduğu  iii-, çağdaş bilimin giderek artan biçimde tekniğe dayanmasının, mesleki uzmanlığa olan gereksinimi artıracağını, proje-odaklı yeni nesil eğitim-öğretim anlayışının öne çıkacak  iv-sorunları kavrama ve anlamada çok temel araçlarımızdan biri olacak, kuramı, gelişmemiş zihinlerin küçümseneceği v- inanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğünü ayıramayan birey, topluluk ve toplumların gelişme yoluna yarışı kazanamayacaklar  vi- sonsuz küçük ile sonsuz büyüğü açıklayabilecek “birleşik kuramın” insan yaşamını kolaylaştıracak atımları  hızlandıracağı  vii- “İnsanın asıl gücünün, fizik gücü değil, düşünce ve düş gücü” olduğunu...  viii- Analitik düşünce sisteminin ,ekonominin makro ve mikro sorunlarını tam ve bütün olarak kavramada da bir anahtar olduğu  Analitik düşünceden uzak biat kültürü bir mesel gibi: ...Ağaç kovuğundaki mantar.....İçiniz oyulduğunda o boşluğa yerleşen ve sizin eğitilmez cehaletinizle büyüyen bir başkası oluyor özü emen...Sonra?...Sonrası malum!..."Kulla kulluk eden prototipler"... Son söz:       Milli İrade’yi, Milli Egemenlik’i örseleyen ‘vesayet’ zincirleri ile Türk Milleti’ni prangalara mahkum etmek isteyen hain oluşumlara ve girişimleri önlemek için başta eğitim kurumlarımız olmak üzere tüm Devlet kurumlarımızda belirli sosyal grup ve sınıfların çekip çevirme anlamında ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarına izin verilmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Bekasına hizmet eden nesiller yetiştirmesini temennisi ile Aziz Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun ! ...Nurlarda Yatsınlar Cennet Ehli onlar..   Bunu asla unutmayın. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini unutmayın. Unutursanız acınacak hale gelirsiniz. Sağlıcakla kalın... Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz "  Kadar temiz tüm insanların, günleri hep aydınlık olsun!.. Yüreğinizdeki sevgi daim olsun! Umudu hiçbir zaman kaybetmemek dileği ile !.... ----------------------------------- (*) https://goo.gl/MAUJrP )  (**)http://bit.ly/2qROIj3.  (***)  Bilgilendirici bir konuşma,: "Devlet-ulema ittifakı: Müslüman ülkeler neden geri kaldı?"https://bit.ly/3mmD9AI (****)  Bilgilendirici bir yazı,   Türkiye ve Muhafazakarlık Üzerine Bir Ağıt: 2013-2016 |  https://bit.ly/3j3v6GD (-)“Makale sayımız artıyor. 2013’te 26 bin iken 2016’da 36 bini aştı. Ama çoğu etki düzeyi düşük dergilerde yayımlanıyor ve atıf almıyor. Her bilim alanında etki değeri en yüksek olan ilk yüzde 25’lik dilime giren dergilerde yayımlanan makalelerin dünya ortalaması yüzde 44 iken, Türkiye kaynaklı makalelerde bu oran yüzde 21. En düşük dilime giren makalelerin dünya ortalaması yüzde 20’nin altında iken bu rakam Türkiye için yüzde 34. Türkiye üniversitelerinden çıkan makalelerin çoğu en alt dilimdeki dergilerde yayımlanıyor.“https://goo.gl/mubz4D / https://goo.gl/y8bfWH / https://goo.gl/LRfUJd

Başın Sağolsun Türkiye..... Dualarımız Türk Milleti‘nin ve Türkiye Cumhuriyeti‘nin Bekası İçin!..“

İlksöz: Vatan , Şehitlerimizin bize emanetidir. Vatan, Sultan Alparslan'dır. Vatan, Sultan Mehmet Han'dır. Vatan, Mustafa Kemal Atatürk'tür... Hicran, yeis, yok-sun'luk... Teröre ve destekleyenlere lanet olsun. Baş" eski Türkçe'de yara demek...  "Başın sağolsun" yaran iyileşsin,  "acın dinsin" demek.... Başın sağolsun Türkiye!... Türk Ulusunun Büyük Acısı İçimizde; Yüreğimiz Kan Ağlıyor!... Aziz Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun ! ... Nurlarda Yatsinlar Cennet Ehli onlar... BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! . Şehitlerimize Allah’tan rahmet yaralılara ise acil şifalar diliyorum.  Tüm Güvenlik Güçlerimizin  Allah yar ve yardımcısı olsun. "Bu milletin evlatlarının fedakarlıkları, kahramanlıkları için kıyaslanacak örnek bulunamaz" Vatanı böldürmemek, bayrağı indirmemek, ezanları susturmamak, ocaklar söndürmemek için Şanlı Türk Ordusunun Türkiye'nin kendi güvenliği için oluşturduğu  üstlere küresel güçlerin desteği ile  yapılan kaleşçe  saldırlarda hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara şifa, sevenlerine sabır diliyorum..... "Avrupa Parlamentosunda  boyunlarınızda ki   terör örgütünü simgeleyen fularla  Uluslararası Mafya Örgütü oldunuz, peki ne zaman  "Müttefikimiz" olacaksınız?.... Herkesin bildiği ve görmezden geldiği.Kök neden işte budur.. .Küresel güçler de kimmi diyorsunuz ? ABD,AB ( İngiltere başta olmak üzere Fransa, Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Hollanda, İrlanda, İspanya, İsveç  diye devam eden Avrup ülkeleri ) , Rusya ve  Çin... Bazen düşünüyorum da küresel güçler, tüm bu coğrafyayı yağmalarken, Uluslararası mafya örgütleri kurup her türlü lojistik destek sağlarken…... İnsanları vatanlarından ederken.. insanlık medeniyetinin hafızasını silimeye çalışılırken neden  tek kelime söylenmiyor? Neden NATO'yu toplantılara çağırılmıyor? Neden o zaman kendilerinin kurup besleyip büyütükleri terör örgütleri ile kol kola olamya devam ediliyor ? Neden?  Yanıtı m? Küresel güçlerin sürdürülebilir refahları İçin,... Tarih boyunca küresel oyun kurucular her zaman kaba kuvvet yoluyla yerküreden daha büyük bir dilim kapma yoluna gittiler. Doğu Akdeniz'de oynan kirli oyun göründüğünden daha karmaşık ve planlı... Çok tehlikeli bir oyun .. Filistinde yapılan soykırım "vadedilmiş topraklar" için... sürdürülebilir Refahları İçin yapılan  Enerji Savaşları / Ortadoğu "cambaza bak" ülkesi yapılırken " onlar aslında başka yerlerde ..: Güney Çin Denizi, "gelen" olmaktan çıkıp "olan" durumunda... Şimdilik bu notlarımız burada kalsın... https://goo.gl/YXBRNb ------------------------------------- Bundan daha güzel anlatılamazdı... ABD'nin dahil olduğu savaşların bitmesini istemeyen Askeri-endüstriyel kompleks ABD'yi yönetiyor... "Düşmanımız, bu ülkeye yüz milyonlarca ve trilyonlarca dolar soyan askeri sanayi kompleksleridir..." https://l24.im/EHjFdcw

Ramazanı Müjdeleyen Regâib Kandili Tüm Salih Ameller Taşıyanlara Mübarek Olsun

İlksöz:"Vahiy" sözcüğünün İngilizcesi "revelation", malum.. Bu sözcük Latinceden geliyor ve kökünde "velum" var: Örtü, peçe, duvak, perde demek. Dolayısıyla "revelation" aslında "örtüyü, perdeyi kaldırma" anlamında. Çok hoş... Kimileri gelecekten bahsediyor ama kastettikleri geçmiş aslında. Ebedi rücu... Regâib,arapça bir kelime "reğa-be" kökünden geldiğini yazıyor kitaplar... "Reğa-be", kelime olarak, herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarf etmek demek. "Reğîb" kelimesi ise, "reğabe"'den türemiş olan bir isim ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, taleb edilen şey demek. Müennesi, "reğîbe"dir. "Reğîbe"nin çoğulu da "reğâib" dir. Kelime olarak "Regâib"in aslı bu ... . Regaib, sahip olmayı isteyip, rağbet edip, itibar ettiğimiz, yani bizim için muteber olan, arzu ettiğimiz, herhangi bir şeyi ifade eder.   Elde etmek için çabaladığınız, bedel ödemeye hazır olduğunuz her şey bu çerçevede değerlendirilir. Burda unutulmaması gereken.Unutmayalım ki, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz, Allah bilir. Şunu aklımızdan çıkarmayalım: İhtirasla istediğimiz her şey imtihanımız olur. Rıza’yı bir kenara bırakırsanız, bakarsınız o şey “dua ile istenen bela”ya dönüşmüş.... Kendimizi kurtarmanın en emin yolu, başkalarının kurtuluşuna vesile olmaktır. Bunun en güvenilir yolu ise “El emin” olmaktır. Başkaları bizim elimizden, dilimizden, yaptıklarımızdan ve yapacaklarımızdan emin olmalıdır. Öyle ki, uzak bir yere giderken, evlerinin anahtarlarını bize emanet etmekte tereddüt etmemelidirler. Öyle ki, dün onlar, bırakın evlerinin anahtarını, kutsal kabul ettikleri mabedlerinin anahtarlarını bile bize emanet ettiler. Bu anlamda Resullerin ahlakı ile ahlaklanmamız ve veresetül enbiya ahlakına sahip olmamız gerek. Her yaşanan günde bir Şeb-i Arûs var.. Ama bugünlerde daha çok var.. Salih ameller taşıyan tüm inananların gönlünde  bir kandil yanacak bu gece  ta ki güneş doğup gönülerinii aydınlatana dek... Elinden, dilinden zarar görmediğimiz, can ve mallarımızı emanet edebildiğimiz Tüm kadim değerlere bağlı İnsanların ..... nice kandillere , sevdikleriyle, sağlıklı ve mutlu ulaşmaları dileği ile... Ragaip kandiliniz hayırlara vesile olsun... Son Söz: "Geceleyin gözün ışığı söndüğünde insan bir kandil yakar kendine; yaşarken ölüye dokunur uykusunda; uyanıkken uyuyana".. "Mü'minler imanlarından dolayı namaz kılar, oruç tutar, zekat verir, hacceder ve Allah'ı anarlar. Yoksa namaz, zekat, oruç, haccetmekten dolayı iman etmiş olmazlar." Kadrajımdan Eyüp Sultan Camii

2024 Yılının Ülkemize, Dünyamıza Sağlık, Barış, Huzur ve Mutluluk Getirmesi Dileğiyle

2024 yılının tüm dostlarıma, Bizlere artı değerler katan tüm güzel insanlara, sağlıklı mutlu ve huzurlu günler olsun.. Akılarında , hayallerinde, kalplerinde ne varsa ömürlerine yazılsın. Tüm dünya yarının bugünden farklı olmayacağının bilincinde olarak herkes,her yıl aynı anda daha iyisi için umudunu haykırıyor. Yarınları daha iyi kılan da o umut.. Bir şiirde olduğu gibi; birlikte okuyalım: "Umut binbir ayaklı, umut güneşte saklı. Umut edenler haklı, umut insanın hakkı.” 2024 yılı Umutlarımızın gerçekleştiği bir yıl olsun.. Yeni yılınız kutlu olsun!... (*)kadrajımdan ateşte açan çiçekler kentinden objektifime takılan bir kare.   ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ Bir not: Yeni yılda; Bir silgi olup kimleri sileceğinizi  Kalem olup kimleri  eklyeceğinizi?" Bir düşünün !...  ve siz siz olun: "Negatif enerjili insanları hayatınızdan çıkarın" Aynı matematikte olduğu gibi... Negatif bir sayıdan, pozitif bir sonuç elde etmenin tek yolu çıkarma işlemi yapmaktır. Mesela siz 1 olun. Hayatınızdaki diğer kişi de -1 olsun. Bu ikisini çarptığınızda -1 elde edersiniz. Böldüğünüzde de öyle. Toplamaya çalıştığınızda ne olur? Sıfır. Sizi etkisizleştirirler. Ama çıkarma… 1 den -1 çıkardığınızda, işlem pozitife döner 2 sonucunu elde edersiniz. Bu notumuz  şimdilik burada kalsın...   ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯   Eski Türkler, "kaç yaşındasın yerine, kaç bahar gördün?" derlermiş. Özünde “Yaş” olan kelimeler, hayat, can ve yeşerme anlamı taşımakta .Bu sebeple canlılığı devam eden, yaş alan insana “Yaşlı”, canlı bitki rengine de “Yaşıl” yani "Yeşil" denmekte olduğunu yazıyor tarih kitapları.. Her yıl ömrümüzün bir başka baharına erer, yeşeririz... Bizi ne kadar yeşerdik derseniz yeşerttiklerimize bakın derim! … Hani bir  şiir var: "adı, soyadı / açılır parantez / doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti/... / parantezin içindeki çizgi / ne varsa orda." Benim parantez ne zaman kapanır bilmem ama, o kısa çizgide;  giderayak işlerim var bitirilecek,  yapacak, yapmak istediğim, çok şey var... Doğduğum gün sanki söz verdim dünyaya: öylesine yaşıyormuş gibi olmayacağım. “Önemli olan hayatımdaki Yıllar değil, yıllarımdaki "Hayat" ilkesi ile yoldayım ve öğreniyorum hala... Amacım dokunduğum her yere, her kişide güzel, yararlı izler bırakmak, yer değiştirdiğimde ise; "her daim hatırlanmak". Nedenine gelince "Hatırlanma şeklinizi karşınızdakiler değil, yaşamda bıraktığınız izler belirleyecek" Bir Bilge kişi, bir zamanlar şöyle yazmış: "Herkes, yüreğini verdiği şeyin değeri kadar değerlidir.” Benim değerlerim; Vatanım, Bayrağım, Atatürk'üm Ve Adaletli Bir Yaşam... Ölünceye kadar da bu değerlere bağlı yaşayacağım...   https://bit.ly/38UGheO ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯   Radikal Blogda ki denemelerimden ....Vaktiniz olupta okursanız sevinirim...(yazının kaleme alınış tarihi 30.12.2013 / güncelleme 31.12.2023)  Yeni Yıla Girerken Pagan Kültürü...(*) İlk Söz: 1964’te Nobel Edebiyat ödülünü kapitalist ve Burjuva işi diye reddeden yazarın dediği gibi; ‘insan kendinden ne yaratırsa, ondan ibaret’. Aslında ne giden yılda kusur var, ne gelen yılda marifet! Meselenin özü bizde.Bugün, yarın, gelecek yıl bu değişmez.... Umarım hoşgelir 2024... Bu arada söylemeden edemiyeciğim: Maalesef bizde zaman ve mekan kavramı çok zayıftır. Dünya haritası sübliminal mesajlarla doludur. Mesela birçok insan “Rumi takvim”in ya da Şemsi ve Kameri takvimlerin özelliklerini bilmez. Bilmediğini de bilmez. Mesela hicri ayların isimlerini birçok insan bilir, ama bu defa da bildiğini bilmez. Ocak, şubat diye saymasını bilir ama bunlardan kaç tanesi Türkçe desen, onun üzerinde de düşünmemiştir. Mesela Tanrı Kral, Roma imparatoru Agustus neden bizim aylarımızdan birinin adıdır? Mesela Ankara’da Hacıbayram Camii’nin yanındaki tarihi eser kalıntısı, Agustus tapınağına aittir. Ne güzel (!?) mi, kendini Tanrı kabul eden bir sapkının adına “yerli ve milli” bir ayımız var!? Aralık, Ocak, Ekim dışında bir tane Türkçe ay adı yok. Yeni yıl deyince en çok bilinen isim, “Noel baba”, ama ne gariptir ki, o zatı ne sevenler ve ne de ona karşı çıkanlar, gerçek kimliği ile tanımlıyorlar. Noel Baba artık bir tüketim pazarında iş tutan Coca Cola’nın ürettiği bir tüketim ajanı! Öz yurdunda garip bir ademoğlu. Dünyanın en iyi bilinen markası hakkında maalesef bu ülkenin insanlarının yeterli bilgisi yok. Siyaset, bürokrasi, iş dünyası, akademi, sivil toplum, medya da konuyu ucuz bir magazin konusu ya da sekülerleşme / batılılaşma aracı olarak kullanıyorlar.  Neyse sözü fazla uzatmadan, Noel; çocukların başına oyuncak dağıtanların değil, bombalar yağdıran küresel oyun kurucuların ürünü.. Bu da böyle biline...  Bu notumuz da şimdilik burada kalsın... Bu yıla girerken de "küresel devşirme, eğlence ve afaziliğin" simgesi haline gelen "havai fişek" gösterilerini izleme olanağını bulacağız. Kutlayanlar medenileşmiş ,sosyal! Kutlamayanlar ise, “asosyal” ya da bazılarının anlamını bile bilmediği, kaba bir deyimle “denyo”… Yeni yıl dolayısıyla meydanlarda düzenlenen geleneksel Kutlamalarda her zaman olduğu gibi katılanlar saat 24.00'e bir dakika kala insanların çoğu hep birlikte geriye doğru sayacak ve yeni yıla girildiğinde, çığlıklar atarak, ışıl ışıl yanan rengarenk yılbaşı kristal toplarının yüksekten düşer ken çıkardıkları renk ve ışık gösterileri ile masallar dünyasında hayallere dalacak. Hem de ne hayaller! "Çalışmadan, üretmeden, emek harcamadan ulaşabileceklerini sandıkları rahat /refah yaşam düzeyleri! Hani sözlerini büyük Türk şairin yazdığı, Cemal Reşit Rey tarafından bestelenmiş, Türk tiyatrosunun klasik eserlerinden birisi olmuş Şişli'de bir Apartıman” ya da diğer adıyla “Lüks Hayat” şarkısının sözleri gibi… “Hey lüküs hayat, lüküs hayat Bak keyfine Yan gel de yat Ne güzel şey, Oh ne rahat Yoktur eşin lüküs hayat” Bu “halet-i ruh” haliyle gösterileri izlerken, Türk-İş tarafından yapılan "açlık ve yoksulluk sınırı" araştırmasını da umarım ıskalamazlar! Yılbaşını kutlamamak… Dinsel anlamda mı? Yoksa eğlence anlamında mı? Yoksa yozlaşmış, tüm kadim değerlerini kaybetmiş, afazi olarak mı? Yoksa da eşik altı büyücülerin zihinsel Subliminal stratejileri sonucu mu? Bir ritüel yapılıyorsa içeriğini de bilmek gerekir. Yoksa tam bir afazi hale geldiğinizin resmidir! Hıristiyanlığın otantik ve kutsal bir figürü olmayan Noel Baba'nın popülerleşmesi ile kapitalist tüketim kalıplarının yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılması arasında sıkı bir ilişki var… Batı dillerinde Santa Claus, bizde Aziz Nikola denen Noel Baba’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı, yaşadıysa nerede ve ne zaman yaşadığı, onu önemli kılan özelliklerinin neler olduğu gibi sorulara henüz bilimsel açıdan doyurucu yanıtlar verilemedi ama Noel Baba’nın gündelik hayata girişi ilk kez, 1863 yılında Thomas Nast adlı bir grafikçinin, yoksullara, gereksinim sahiplerine yardım eden bir Hıristiyan azizinden esinlenerek hayali bir beyaz sakallı tonton bir dede resmi çizmesi ile başladı… Ve bu resim Harper’s Weekly adlı bir derginin 3 Ocak 1863 tarihli kapağında yayımlandı. 1924 yılında da siyah-beyaz Noel Baba figürü, kapitalist tüketimin sembol içeceği Coca-Cola için reklamlar tasarlayan İsveçli grafikçi Haddon Sundlom; Noel Baba’sını, kırmızı-beyaz elbiseli güleç yüzüyle sekiz atlı bir rengeyiğinin çektiği kızağa bindirmek suretiyle renklendirdi. Neden renklendirdi acaba? Tabi ki Coca-Cola’nın kış aylarında da tüketilmesini sağlamak. Ürünü çocuklar dünyasına sokmak ve bu ürünün içeriğinin iyi olduğunu bilinçaltına işlemek… Artık ‘kızakla dolaşan neşeli Noel Baba’ figürü 1939’da, Denver Gillen’in çizgileri ve Robert May’in şiirinden oluşan bir broşür o yıl tam 2.4 milyon basılıp dağıtıldı. Neden dağıtılmış dersiniz? Tabi ki kapitalist tüketim kalıplarının yerleştirilmek ve yaygınlaştırmak için… Artık 1947 Noel Baba’nın tam olarak popüler hale geldiği yıl olmuş… Rusya 1918 yılında, yunanistan 1923 yılında, Türkiye 1926 yılında “Gregoryen Takvimi” resmi takvim olarak kullanır olmuş. Açık anlatımıyla 1 Ocak günü, 1926 yılından bu yana Türkler için yeni bir yılın başlangıcı olmuş.. Türkiye’nin Noel Baba ile tanışması ise, Demokrat Parti’nin Türkiye’yi ‘Küçük Amerika’ yapmaya soyunduğu 1950’lerin başında... Bu tarihten sonra yıllardır hasetle seyredilen Beyoğlu eğlenceleri hızla yurda yayılmış. Dergiler, özel yılbaşı sayıları çıkarmaya, gazinolar balolar düzenlemeye, ‘Tayyare Piyangosu’ özel çekilişleri yapılmaya başlanmıştı bile… Sadece büyük şehirlerde değil, Anadolu'da , her gelir grubundan aileler, yılbaşında bir sofra etrafında toplanarak yeni yıl yemeği yemeyi, radyo dinlemeyi, gece yarısı Milli Piyango çekilişini izlemeyi âdet edinmiş. Televizyon yayını başladıktan sonra da gece saat 24.00’te “Zeki Müren konser verecek mi? Dansöz (oryantal)  çıkacak mı?” havasına girilmiş. Kuruyemiş, tombala bu gecenin sembolü haline gelmiş. Gelirdeki farklılaşmaya ve değişime bağlı olarak yılbaşı eğlenceleri gazinolara, lokallere, otellere taşınmış. E ne de olsa o tarihlerde siyasilerin belirlediği hedefe ulaşılmış… ve medenileşmiştik! Nasıl bir medenileşmek ise?! Gerçi ‘medenileşme’ projemiz 1935’te ‘bütün medeni milletlerce’ tatil günü olarak kabul edilen 31 Aralık öğleden sonrasıyla 1 Ocak günlerinin uygulanmakta olan tatil günlerine eklenmesi’ teklifi kabul edildiğinde olmuş! 1951-1955 arasında Noel Baba figürlü posta pullarının basılmasıyla başlamış bu furya… Artık Türkiye Radyoları’nın hazırladığı özel yılbaşı programları, şöhretli sanatçıların rol aldığı skeçler, şarkılar ve türkülerden oluşan konserler, oyun havaları ve Milli Piyango çekilişi yılbaşı kutlamalarının tipik unsurları olmuş…   30 Aralık 1958 tarihinde Tercüman gazetesinde Ayhan Hünalp tarafından çizilen Noel Baba portresi ile doruk noktasına ulaşmış … Hünalp’in Noel Baba’sı, 342 yılında Fethiye yakınlarında bir antik kent olan Patara’da doğmuş. Çeşitli mucizeler göstererek (örneğin vaftiz edildiği leğenden ayağa kalkarak Allah’a şükretmiş, Hıristiyanların oruç günlerinde ve her cuma annesinin sütünü emmeyerek perhiz yapmış) azizlik mertebesine ulaşmıştı. Daha sonra darda kalanlara yardım etmeyi gelenek haline getirmiş olan Aziz Nikola, ömrünün son yıllarını Demre’de (Antalya’nın Kale ilçesinin antik adı) piskopos olarak geçirmiş. Noel Baba adını alması, hayırseverlik işini iki kez üst üste 26 Aralık’ta yapmış... 1960’lardan itibaren açılan ‘Amerikan Pazarları’ Amerikan malları, otomobilleri, dergileri, Amerika’nın Sesi Radyosu (VOA), Hollywood filmleri ve ‘Barış Gönüllüleri’ ile Amerikan kültürünün topluma nüfuz etmesiyle 1970’li yıllara gelindiğinde büyük otellerde ve çocuk yuvalarında Noel Baba’lı kutlamalar başlamış. Kimse de Antalya gibi sıcak bir yerden nasıl olup da rengeyiğinin çektiği kar kızağında hediyeler dağıtan bir Noel Baba çıktığını sorgulamamış! Patara ile Demre bir süre Noel Baba için yarıştılarsa da Noel Baba’nın Patara’da doğduğu, Demre’de yaşadığı şeklindeki formülde uzlaşılmış ve böylece iki şehrimizin de bu kutlu olayın meyvelerini toplaması mümkün olmuş. Batı kültürü artık iyiden iyiye tüm ülkeye nüfuz etmiş... 1960’lar, 1970’lerde Hilton, Park ve Divan otellerinde serpantinli ve konfetili yılbaşı kutlamaları giderek yaygınlaşmış. 1980’lerde yılbaşını kış tatili ile birleştirip ‘ bir yerlere kaçma’ modası başlamış. 1990’larda Noel Baba’ya Noel Anne ve Noel Köpekleri eklenmiş… 2000’li yıllarda ise Noel Baba artık ailemizden biri olmuş…  Öyle ki bir Noel Baba’yı anlatan 2009 tarihli ‘Neşeli Hayat’ adlı filmi, kısa sürede bir milyonu aşkın izleyicinin ilgisini çekmeyi başarmış...  2014 yılına gelindiğinde; Türkiye'de Asgari Ücret 16 yaş altı ve üstü uygulamasına son verilirken ilk altı ay için aylık brüt 1071 TL, net 846TL.  İkinci altı ayın brüt 1131 TL, net 891 TL olarak belirlendi. Bir karşılaştırma olarak, "5 yıldızlı" otellerde yeni yılı karşılamanın bedeli kişi başı 900 lira! Milyoner'le zilyoner arasındaki uçurumun ne kadar derinleştiğini gösteren bir karşılaştırma... Buzdağına çarpan Titanic'in güvertesinde keman çalmaya devam edenlerle, güverte altında üçüncü sınıf yolcusu olarak seyahat edenler gibi! Bu  notumuz şimdilik burada kalsın... Her neyse "5 yıldızlı" otellerde... Yeni yılı karşılamanın bedeli o yıllarda kişi başı 900 lira dedik ya! Buna limitsiz yerli içki dahil! Masa üzerinde (Amuse Bouche/Meze Fransızca) Zeytinyağlı yaprak ve midye dolma, dometes carpaccio Sebzeli Crostini, peynir tabağı pastırmalı mutabbel Menü İstakoz madalyonları, Andiv yaprakları, Tabuleh salata ve siyah havyar ile Bloody Mary çorbası, yeşil kereviz ve tava edilmiş Tarak balığı ile Kaz ciğeri, Akdeniz yeşilliği, karamelize tarçın ve kestaneli ayva sotesi ve Balsamik şurubu ile Balmoral steak, Ratatouuille sebze, Fondina peynirli polenta ve çikolata aromalı sosu ile The Maria sorbe Çikolatalı ve Citrus Meyveli Kestaneli Terrin Çay/kahve Mevsim meyveleri tabağı, karışık kuru meyveler, çikolatalı dondurma topları, zencefilli kek...   Gece yarısından sonra işkembe çorbası ikramı…  Ve filmin koptuğu..... Nirvana’ya ulaşıldığı an!... Kafada püskülü sauka/katyon,, Ağzında kaynana dilli ile gece ısınacak ve DJ müziği eşliğinde gönüllerince dans edilecek. Yılbaşının vazgeçilmez muhteşem oryantal şovun da sunulacak galada, misafirlere gece için özenle hazırlanan Türk ve Dünya mutfağından farklı lezzetleri tatma olanağı da bulacak.  Parası olana,  o yıllarda 900 lira çerez parası olana sözümüz yok! Adamın parası var harcıyor! Parası olan için, lüksün sınırı yok. Adam köpeğine kürk giydirir, pırlanta kolye takar! Altın banyo muslukları yaptırır! Pırlantalı şarap kadehleri, iPhone kılıflarını çeşitli mücevherler ile süsler! Aslında zenginliğin, lüksün ve bir anlamda şımarıklığın sonu yok! Amerikan gazeteleri yazıyordu üç dört sene evvel... Havadan para kazananlar   Wall Street Restoranların da kedi dışkısıyla filtre edilmiş kahvenin(**) fincanına 100 dolar, bir burger’e 175 dolar öder.... Köftesi Kobe bifteğinden Trüf mantarı ve kaz ciğeri sosuyla tepesinde altın yaprağıyla servis ediliyormuş. Dedik ya! Parası olana ne sözümüz olabilir. Var harcıyor! İsrafta, lüks düşkünlüğünde, çar çur'da üstlerine yok ama… Egoları altın varaklı. Kültürleri teneke.  Ama "aç tavuk olup da kendini buğday ambarında" sananlara ne demeli?! Bunlara özenenlere, içten içe iç geçirenlere ve yapanlara ne demeli?! Herhalde Kerizlikte Nirvana! Farkında mısınız? Bu Prototiplerin çoğu "Hem kel, hem fodul" olanlar. Yaşamımızın çoğunu başkaları ne der diye düşünerek inşa edenler. Yani kendilerinden, örf ve adetlerinden git gide uzaklaşanlar!. Umut başka, kendini kandırma başka.. Umut gerçekleşmedikçe yara halini alıyor. Çirkin kalın bir yara...    Bilimsel olarak ifade edecek olursak topluma ve kendine" yabancılaşanlar" "..mış gibi yaşayanlar" Ama burada dikkat edilmesi gereken kritik nokta: Bu âdetin sadece eğlence tarafını almış olmamız.. Zira bizdekinin Hıristiyanlardaki gibi dinle alakası yok… Hayır ve hasenat işlemekle de hele bir hafta evvel gelen Noel’le de! Tuhafı şudur ki, tek geleneğimize dayanmayan bu yeni âdete, yani yılbaşı sabahlamasına, bütün âdet ve bayramlarımızdan fazla gayretle, dört elle sarılmış haldeyiz! son söz olarak  size güzel iki hikaye…   Birinci hikaye:    Adamın biri köyüne doğru yola koyulmuş, heybesine iki tane karpuz koymuş evine götürmeye. Eski zaman tabii yollar uzun, güneş yakıcı... Yolda yorulmuş adamcağız, heybesinden çıkardığı karpuzun birini kesmiş, yemiş. Kabuklardan arta kalan kırmızı kısımlara bakıp, "Desinler ki bunu bir ağa yemiş." deyip, kabukları bir kenara bırakmış. Sonra yan gelip yatmış. Biraz sonra kalkıp, kabuklardaki kırmızı kısımları iyice kazımış. Beyaz kabukları bırakırken, kendi kendine söylenmiş: "Desinler ki yanında bir de hizmetkârı varmış. " Yorgunluk kolay çıkmaz. Ağacın altında uzanmış kalmış. Bir de doğrulmuş ki vakit epeyce ilerlemiş. Bu arada terleyip susamış da. Yine kabuklara bakmış ve başlamış yemeye. Hem yiyip hem söylenmiş: "Desinler ki bir de eşeği varmış."  İkinci hikaye:   Adamın biri aç mı aç, sefil mi sefil, zavallı mı zavallı...   Ev kirasını ödese, bakkalı ödeyemeyecek, bakkalı öderse, ev kirasını...    Tutmuş kira için ayırdığı parayla at yarışlarında oynamaya kalkmış. Ola ki kazanırım, ola ki benim de cebim para görür, ola ki çoluğuma çocuğuma birer kat elbise alırım, bir eğlence yerine götürürüm onları, borçlarımı öderim...  Ve oynamış. Kaybetmiş bütün parayı.   “Çekiver kuyruğunu,” demiş adam, “şu dünyanın” ve akşam saatlerinde sokaklardan el etek çekilince, şehrin en yüksek köprüsünün korkuluklarını aşarak, suya atlamaya hazırlanmış.    Bir el dokunmuş omzuna. Saçları yapış yapış, burnu çenesine değen bir kocakarı: - Ne yapıyorsun evladım? demiş. - Hiç, ne yapacağım, kuyruğunu çekmeye hazırlanıyorum dünyanın. - Bir sıkıntı mı var ? - Bir sıkıntı olsa mesele yok. Ne ev kirasını ödedik, ne bakkal borcunu, alacaklıların suratları, karının dırdırı, çocukların yalvaran bakışları... Sıkıldım yaşamaktan. Kocakarı: - Ben cadıyım, demiş. Vazgeç bu işten. Ev kirası bankaya yattı, bakkalın borcu ödendi, karın neşeyle seni bekliyor. Adam: - Ne olacak, demiş, bir dahaki aya yine aynı hikâye değil mi? Kocakarı: -Peki, açıktan bir de yüz bin liralık çek bulacaksın masa örtüsünün altında, demiş. Şimdi tamam mı? Adam duraklamış, korkuluğun ön tarafına geçmiş: - Niye yapıyorsun bunu bana? - Hiç, gençsin, yaşamak hakkın, onun için. Yalnız bir tek şey rica ediyorum senden, bu geceni benimle geçireceksin. Kabul etmiş adam ve gitmişler kocakarının kulübesine...    Gece öyle geçmiş, sabahleyin kocakarı yatağın ortasında pörsük göğüslerini sallayarak, yağlı, yapışık saçlarını tarıyormuş. Adamın ise midesi bulanıyor, yüreğini tarif edilmez bir pişmanlıkla iğrenme duygusu sıkıştırdıkça sıkıştırıyormuş. Olanları bitenleri şöyle bir hatırlamaya çalışmış. Bir teselli bulmak için: - Neyse, demiş, artık ev kirası da yok, bakkal borcu da; yüz bin liralık çek ise hazır. Kocakarı kahkahalarla gülmeye başlamış: - Ne, ne dedin bakayım? - Kurtuldum sayende sıkıntılardan, şimdi giyinecek, insan gibi, yaşamaya başlayacağım.   Kocakarı, saçlarının üzerinden traktör geçirir gibi hart diye çekmiş tarağı aşağıya: - İlahi evladım, diye sormuş, sen kaç yaşındasın? - Otuz sekiz civarı... - Bu yaşa gelmişsin bak. Hâlâ cadılara inanıyor musun?   Cadılara, Noel babalara inanmamak gerektiğini öğrenmeden göçüp gidiyoruz.... son söz: Bir yıl dediğin nedir...? Güneş etrafında kat edilen 940 milyon kilometrecik!... Ne çabuk geçti değil mi ? Hiç bir şey anlamadık. Bi' de anlasaydık n'olurdu acaba?   Demek ki neymiş? Takvim zaman demek değilmiş. Bitiyor çünkü ve hiçbir şey olmuyor. Oysa zaman bitince varoluş kalmaz... Pagan kültüründen esinlenerek ortaya çıkarılan Noel kutlamalarının asıl önemi tarihsel mantığı değil, çok kazançlı bir iş olduğu…. Başka bir deyişle, ticari bir festival olarak icat edilmesi. Noel kutlamalarının  başından beri pazarlama amaçlı olduğu gerçeği.… Umut başka, kendini kandırmak başka... Umut, yarındır...  Sessizce kırlır: Kalp, umut, hayal... Sağlıcakla Kalın! Yüreği "Berkehan" ve "Bilgehan  Deniz " Kadar temiz tüm insanların, günleri, gelecek yılları hep aydınlık olsun! Yüreklerindeki sevgi daim olsun! O.E. 30.12.2013 http://blog.radikal.com.tr/yasam/havai-fisek-gosterileri-altinda-kuresel-devsirme-eglence-ve-afazilik-9691  01.01. 2013  Kadrajıma takılanlardan.... Kuruluştan Kurtuluşa Ateşte Açan Şehrin Saat kulesi https://bit.ly/3GyiAek (*)(2013 'de yazılmış ancak günümüz için de geçerli yeni Yıla ilişkin bir deneme)...Yukarıda ki verileri güncellemek isteyenler için, 30.12.2013  1$ =2,119 ₺... Bu da böyle... (**) Endonezya'da bulunan Sumatra adası ve çevresindeki birkaç adada bulunan palmiye misk kedisinin kahveyi yemesi ve sonrasında dışkılaması sayesinde elde edilen ve yılda 380 kilo üretilebilen kopi luwak kahvesi 350 dolar ile 500 dolar arasında satılıyor