Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Holıstıc Economıcs

  Editörlüğünü yürüttüğümüz Uluslararası İndekslerde taranan ve dizinlenen “Holistic Economics” dergisi için, disiplinlerarası değerli çalışmalarınızı/ araştırmalarınız bekleriz… Holıstıc Economıcs https://journals.gen.tr/index.php/holistecon Başlarken  Merhaba. Antroposen çağında – biraz da iklimsel değişikliğin ve Kovid 19 ve devam edegelen varyantlarının etkisiyle - ekolojik aydınlanmadan söz etmenin zamanı geldi hatta geçti bile. Ekolojik perspektif, insan merkezli bakış açısını bir yana bırakıp eko-merkezli (kimilerince biyomerkezli) bir bakış açısına sahip olmayı ifade ediyor. Bu perspektif eko-toplumsal ve eko-ekonomik boyutları da içeren bir biçimde ele alındığında “sürdürülebilir yaşam” odak noktasına odaklıyor bizi. Dikkat edilirse, “sürdürülebilir kalkınma” kavramının dar anlam kalıbına ve ideolojik tartışmalarına takılıp kalmamak için “sürdürülebilir yaşam” deyimini yeğledik. Holistik nitemi bütün anlamına gelen “holos kökünden gelmektedir. Yunanca’dan kaynaklı bu sözcüğün 1926’da Jan Christiaan Smuts tarafından “Holizm ve Evrim” yapıtında holizm olarak kullanıldığını görüyoruz. SmutsH holizm ile indirgemeci yaklaşıma karşıt bir biyolojik evrim anlayışını ortaya atmıştır: bütünsellik. Batı’da 1960’lardan sonra üç onyıl pek fazla akademik radarlara girmeyen holizm 1990’lardan sonra tekrar gündeme gelmiştir. Oysa Doğu’da bu kavram yaşamın ana felsefesidir. Holistik yaklaşımın dizgesel (sistemik) ve diyalektik bakış açılarıyla birlikte düşünülmesi gereğinin altını çizerek belirtelim. Aksi halde beklenilmedik ekonomik krizler anlamındaki siyah kuğuyu; iklim değişikliğinin getirdiği karmaşık krizler anlamındaki yeşil kuğuyu anlamak olanaklı olmayacaktır. Ekonomik olguları sosyal ve ekolojik boyutlarla birlikte ele almanın gerektiği açıktır. Bu üçgen ilgili kuram ve uygulamada sürdürülebilirlik olarak adlandırılmaktadır. Beri yandan uluslararası ilişkiler ya da siyaset bilimine giriş kitaplarında yaygın bir kavram vardır: MEP üçgeni. Olguları ele alırken ekonomik-siyasal-askeri boyutlarıyla birlikte ele almak gerekliliğini ifade eder. Son dönemde kimi dünya üniversitelerinde multidisipliner çalışmalarla ilgili kürsüler ve çalışmalar (mekatronik mühendisliği, nörobilimler vb.) oluşmaya başladı. Bu çalışmaların bir sonraki adımı “disiplinlerüstü (supradisciplinary)” olacak gözüküyor. Belki olduğunu bile iddia edebiliriz. İşte holistik ekonomi adlı bir dergi çıkarmaya koyulmamızın gerekçesi tam da bu gelişmedir. Dergimizde yer verilmesi düşünülen makaleler de bu bağlamda ekonomiyle ilgili multidisipliner ve giderek disiplinler üstü çalışmalar olduğunda dergi çıkış amacına uygun olacaktır. Bu bağlamda şu konuları belirtebiliriz: a. Ekonominin düşünsel serüveni : holistik ekonomiye doğru giden yol b. Makroekonomik temalara (yerel-ulusal-küresel) holistik yaklaşımlar c. Sektörel (tarım, sanayi ve finansdışı hizmet) ekonomilere ait temalara holistik yaklaşımlar d. Finansal piyasalar ve kurumlara ait temalara holisitik yaklaşımlar e. İşletme anabilim dalında yönetsel fonksiyonlara (planlama-kontrol, örgütlenme, yürütme) ve örgütsel fonksiyonlarına ait (tedarik, üretim, pazarlama, finans-muhasebe, ARGE, insan varlıkları vd.) temalara holistik yaklaşımlar d. Sosyolojik, siyasal, kamu yönetimi ve hukuka ait temaların ekonomiyle ilişkileri bağlamında holistik yaklaşımlar d. Doğrudan sürdürülebilirliğin kendisine ait kuramsal yöntemlere ve uygulamalara ait temalar Son olarak, dileyelim ki, karmaşıklık ekonomisi denizinde denizci söylemiyle pruvamız neta olsun.   https://journals.gen.tr/index.php/holistecon

New Challenges in Accounting and Finance (Ncaf)

  Editörlüğünü yürüttüğümüz "New Challenges in Accounting and Finance (NCAF)"http://www.eurokd.com/journal/jd/7  dergisi için Muhasebe-Finansman Bilim dalında disiplinlerarası değerli çalışmalarınızı/ araştırmalarınız bekleriz… We are the editor of... "New Challenges in Accounting and Finance (NCAF)" for Journal Accounting and Finance Qualified.We are waiting for your articles / research http://www.eurokd.com/journal/jd/7 New Challenges in Management and Business journal which is published by European Association of Knowledge Development (www.EUROKD.com). /http://www.eurokd.com/journal/jd/7 9th International Hybrid Conference on Management Studies (ICMS)      Istanbul, September 10, 2023   Three nights free accommodation in a 5-star Hotel     The aim of the International conference on Management Studies (ICMS-2023), Istanbul, Turkey, 10 September 2023, is to provide a forum for academics and professionals to share experiences and knowledge in the fields of management, business, and economics. Although we focus on the following topics, we invite submission of any paper concerning management, business, and economics.     Our success in publishing accepted articles by our editorial team is 93%. This year we will also publish three special issues in WOS indexed journals.      All accepted articles will be published in Journals. REVISTA CONRADO (WOS)- AS SPECIAL ISSUE EUEOPEAN JOURNAL OF STUDIES IN MANAGEMENT AND BUSINESS (Copernicus Master Journal, MIAR, Google Scholar) KHAZAR JOURNAL OF HUMANITIES AND SOCIAL SCIENCES (WOS)- AS SPECIAL ISSUE NEW CHALLENGES IN ACCOUNTING AND FINANCE (Copernicus Master Journal) Nexo Revista Científica (WOS)- AS SPECIAL ISSUE INTERNATIONAL JOURNAL OF ORGANIZATIONAL LEADERSHIP (WOS)- AS SPECIAL ISSUE INTERNATIONAL JOURNAL OF BEHAVIOR STUDES IN ORGANIZATIONS (EBSCO, COPERNICUS)  OPERATIONS AND SUPPLY CHAIN MANAGEMENT: AN INTERNATIONAL JOURNAL (ESCI, SCOPUS) INDONESIAN JOURNAL OF SUSTAINABILITY ACCOUNTING AND MANAGEMENT (ESCI CLARIVATE) INDONESIAN JOURNAL OF SUSTAINABILITY ACCOUNTING AND MANAGEMENT (ESCI, EBSCO) INTERNATIONAL JOURNAL OF INNOVATIVE TECHNOLOGY AND EXPLORING ENGINEERING INTERNATIONAL JOURNAL OF ENERGY ECONOMICS AND POLICY NEW CHALLENGES IN ACCOUNTING AND FINANCE JOURNAL OF TURKISH OPERATIONS MANAGEMENT INTERNATIONAL JOURNAL SOCIETY SYSTEMS SCIENCE (IJSSS) INTERNATIONAL JOURNAL INFORMATION SYSTEMS AND SOCIAL CHANGE (IJISSC) INTERNATIONAL JOURNAL OF HEALTH SCIENCES (SCOPUS) JOURNAL FOR EDUCATORS, TEACHERS AND TRAINERS (JETT) (ESCI)           Main Themes: Strategic Management Marketing Entrepreneurship Corporate Social Responsibility Finance in Business Organizational Leadership Educational Management International Business Management Human Resource Management Tourism Management Business Performance Management Organizational Communication Accounting and Taxation      Important Dates:  Deadline for abstract Submission: June15, 2023  Notification of Acceptance: 7-10 days after abstract submission Early Registration: May 15, 2023 Deadline for Regular Registration: June 30, 2023 Deadline for Full Paper Submission: July 30, 2023

Mevlid Kandili‘nin Tüm Salih Ameller Taşıyanlara Hayırlara Vesile Olması Dileği İle...... Kandiliniz Kutlu Olsun...

Tüm Kadim Değerlere Bağlı İnsanların ve Türk Dünyasının Mevlid Kandili Mübarek, Duaları Kabul Olsun!...   İlk söz:: Çoğunun, "Allah korkusu" dediği,  Hâl ile değil, mahalle ilgili. Mahal değişince de bir şey kalmıyor zaten... İmtihana girmemiş her fazilet, Haritadaki menzilden ibaret.... Ne yolu anlatıyor ne yolculuğu.... Kimsenin kalbini, din bilgisini, inancını,  bilemezsiniz. Kulluk“ Miracını, Kendince Yargılamak  ne menem bir hadsizlik? Soru Şu: "Salih Amel" nedir? cevap: Mü’min diğer mü’minlerin onun elinden ve dilinden emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir.” (Buhârî, İman 4; Müslim, İman 64-65) diye yazıyor kitaplar …   Amel-i salih; “iyi, güzel ve faydalı iş,” “Allah’ın rızasına uygun amel” demektir. “Asra yemin olsun ki, hiç şüphesiz, insan hüsrandadır. Ancak, iman edip, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr, 103/1-3) Kur'an-ı Kerim'de, imandan sonra hemen amel-i salihin zikredildiği pek çok âyet vardır. Bu bir irşattır, bir dikkat çekmedir. Allah’a iman eden bir insanın, bu imanını, kulluk şuuruyla ve ibadet hayatıyla desteklemesi gerektiği konusunda bir İlâhî ikazdır. İmanla salih amelin birlikte zikredildiği bir başka âyet: “İman eden ve salih amel işleyen mü’minleri müjdele ki, altından nehirler akan cennetler onlarındır.” (Bakara, 2/25) Amelin salih olması büyük önem taşır. Amelin salih olmasının en önemli şartı, ihlastır; yani o işten, o ibadetten, o hayırdan sadece Allah rızasının beklenmesi, başka bir gaye gözetilmemesidir. " Biz kimiz ki ? Kullar içinde edna bir kuluz..."Salih Amel : Mü’min diğer mü’minlerin onun elinden ve dilinden emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir.” (Buhârî, İman 4; Müslim, İman 64-65) “salih amel” tarifi içine girmiştir. İlk bakışta bunun, daha çok, takva mânâsına geldiği sanılırsa da takva ile salih amel arasında kuvvetli bir ilgi olduğu düşünüldüğünde, bu ifadelerin salih amel için de geçerli olduğu hemen anlaşılır. İnsanların ne maddî ne de manevî hukuklarına tecavüz etmeden geçen bir ömür, salih bir ömürdür. Yalan söylememek takva, doğru söylemek salih ameldir. İbadet etmemeyi büyük bir suç görmek takva, ibadet etmek ise salih ameldir. İnsanlar Allah’ın kullarıdırlar. Onların haklarını çiğnemekten Hakkın razı olmadığı açıktır. Kâfire bile zulüm edilmesine Rabbimiz razı değildir. O hâlde, Hakk'ın kullarını incitmemek, onların gıybetlerini yapmamak, onlara iftirada bulunmamak, haset etmemek, canlarına, mallarına kıymamak Hakk'ın razı olduğu fiiller ve hâller olup, salih amelin tarifi içinde yer alırlar. “Hukukullah” denilince, daha çok kişinin itikat ve ibadet hayatı anlaşılır. İtikadı yanlış olan bir insan, Hakk'ın hukukuna tecavüz etmiş olacağı gibi, inancına göre yaşamayan ve Hakk'ın emirlerine uymayan bir insan da hukukullaha riayet etmemiş olur. Kim karşına geçip ben şeyhim diye durursa, bil ki o aslında Hak'kın sözüyle, senin arana girmiş bir baykuştur.. o uğursuz sesiyle Hakk'ın sözünün işitilmesine engel olmaya çalışır." Tapduk Emre Hz. "Vahiy" sözcüğünün İngilizcesi "revelation", . Bu sözcük Latinceden geliyor ve kökünde "velum" var: Örtü, peçe, duvak, perde demek. Dolayısıyla "revelation" aslında "örtüyü, perdeyi kaldırma" anlamındadır. Çok hoş....... Kimileri gelecekten bahsediyor ama kastettikleri geçmiş aslında. Ebedi rücu... Mevlid ,Arapça' da Arapça wld kökünden gelen mawlid مولد z "doğum" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça walada ولد z "doğurdu" fiilinden Türkçe'ye geçmiş ....   “Doğmak”, doğum zamanı” ve “doğum yeri” anlamları olan bir kelime..Öyle Yazıyor Kitaplar....  Bizde kutlu günler ve geceler vardır. Aslında iki bayramımız, iki de mübarek gecemiz var. Ramazan ve Kurban bayramımız, İsra ve Kadir mübarek gecelerimiz. Diğer geceler, zaman içinde şekillenen, bizi Allah’a (c.c) yakınlaştırmasını umduğumuz vesileler olarak güzel bir gelenekten ibarettir. . Gelenekte bu dini hassasiyet gösterilen gün ve geceler sırası ile şöyledir: 3 aylar, Regaib, Mirac, Berat, RAMAZAN VE BAYRAMI, KADİR GECESİ, KURBAN BAYRAMI, Hicri Yılbaşı, Aşure, Mevlid  Kandili.. Bursa Ulucami imamı, mutasavvıf  Süleyman Çelebi‘nin 1409’da “Vesîletü’n Necât” / Kurtuluş Vesilesi isimli taşıyan aruz vezninde, ağırlığı kaside olmak üzere, gazel formunda bölümlerle desteklenen 16 bölüm ve 770 beyitten oluşan Türkçe manzum eser. Türk edebiyatında 63 mevlid yazılmış. Bu eserler, doğuşla başlayan Peygamberimizin hayatını anlatan eserlerdir. Bugün okunmakta olan şekli ile mevlid bestesini, 17. yüzyılda Bursalı Sekbân  isimli bir zat yapmıştır. Aruz veznindeki eserin bestesinde “failatun failatun failun” vezni kullanılmış, ancak “velâdet” bölümünün son on beyiti “mef’ulü-fâilâtü-mefâilü-fâilün” kalıbı ile bestelenmiştir. Süleyman Çelebinin, eserini yazarken, Âşık Paşa’nın “Garibnâme”si, Erzurumlu Darir’in “Siyerü’n - Nebî”, Eb’ul Hasan Bekrî’nin “Siyer”i ve Muhyiddîn el Arâbî’nin “Füsûs-u Hîkem”inden büyük ölçüde faydalandığı anlaşılmaktadır. Mevlid geleneği, hem okunması, hem de gece olarak kutlanması daha çok Anadolu geleneğine has bir durumdur. Sünnet düğünü ya da diğer düğünlerde “Mevlid” okunma geleneği, Osmanlı döneminde “Mevlidhan”ların ortaya çıkmasına sebeb olmuştur. Zaman içinde korolar oluşmuş, araya Kur’an-ı Kerim’den ayetler okunmak sureti ile ve hatta günümüzde fonda ney çalarak bir törene dönüştürülmüştür. Bu şekilde giderek bir “kültürel etkinlik”, şov şekline dönüştürülmektedir. Bu hafta, Diyanet, bütün camilerde peygamberimizin anlatılması, siret ve onun sünneti, nübüvvetin dindeki yeri konusunda vaaz ve hutbeler okunacak. Biliyorsunuz, günümüzdeki bir takım reformistler, Kur’an-ı Kerim’in tarihselliğini ve nübüvvet makamını, sünneti tartışmaya açmaya çalışıyorlar. Son söz :Bu geceler eğer bizi  tüm yaşantımızda Allah’a, resulüne ve kitabı anlama konusunda bir faydası yoksa bizi Allah’a, resulüne ve kitaba yaklaştırmıyorsa bir faydası olmayacaktır.    Kainatın Yaratacısı,  Yerin ve Göğün Tek Sahibi Yüce Rabbim; Hiçbir zaman , hiçbir koşulda senden başka  hiç kimseye kulluk etmeyeceğime...!  Rağbeti sadece sana olan kul olacağıma!... Tüm insanlığı ve Türk Ulusunu her türlü  afetlerden koruman için!... Bizleri, gurur, kibir,  ihtirastan uzak tutman için,  kıskançlık marazına yakalanmışlar dan olmamak için!...  Gerçeği örten nankörlerden / inkârcılardan / riyakarlardan/  münafıklardan / haram ile helal farkı gözetmeyenlerden.... kul hakkı /yetim hakkı yiyenlerden olmamak için!... haksız yere hiç kimsenin ahını almamak için!.. haksızlık karşısında susanlardan olmamak için!..  emanetleri ehline vermiyenlerden sakınmak için!... adaletle hükmetmeyenlerin şerrinden korunmak için!... ahde vefa/ salih amele sahip olmayanlardan uzak durmak için…  adaletten dönüp heva (tutkuları)na uyananlardan olmamak için!... kapalı kapılar altında her türlü fitne ve fesatlık  yapanların şerrinden korunmak ve onlardan olmamak için!... iftira atanların şerrinden korunmak için!... emanet lafz-ı bî-medlûllardan uzak durmak için!..  Sevgiyi paylaşmak için!... dostluğu yaşatmak için!... Kandiller vardır kutlamak  ve af dilemek için!..  bu duygular içinde kutlayacağım!.. “Mevlid kandilinde yaptığım dualarımı ve ibadetlerimi” Yüce Rabbim Kabul eyle!... Mevlid Kandili‘nin Tüm Salih Amel   Taşıyanlara  ve Türk Dünyasına Hayırlar Getirmesini Cenab-ı Allah'tan niyaz ederim .   ..... Kandiliniz Kutlu Olsun.... ------------------------------ (1)Kadrajımdan :Kütahya Ulu Cami --------------------------- Kutsal kitabımızda neler yok!...(*) 1 - Tüm Şefaat sadece Allah'a aittir. Şefaat ya Resullulah, ya Ali, ya Geylani, ya Gavs vs. yok.   2 - Mehdinin geleceği yok...   3 - Kabir hayatı, kabir azabı yok...   4 - Miraç yok.   5 - Kadercilik yok...   6 - Recm cezası yok.   7 - Hac ayları 4 aydır, dileyen 2 günde dileyen daha fazla günde işini bitirir ve döner.         10 günlük hac süresi yok.   8 - Hac’da şeytan taşlama, hacer-ül Esvet taşına el yüz sürme yok.   9 - Mezhepler yok. 10 - Altın/İpek erkeğe haramdır, yok. 11 - Bir şeyhe veya tarikata bağlanma yok. 12 - Kıyamet alametleri yok. 13 - Erkek/Kadın sünnet olmak yok. 14 - Hayızlı/lohusa kadınlara ibadet yasağı yok. 15 - Kuran’ı anlamadan sevap için okumak yok. 16 - Ölüye Kuran okumak, sevap transferi yapmak yok. 17 - Bir insandan Tövbe almak vermek, rabıta yapmak, dönmek, kafa sallamak yok. 18 - İnfakta/zekatta kırkta bir yok. Malın biriktikçe ihtiyacından         fazlasını imanın/samimiyetin/takvan oranında verirsin. 19 - Erkeğin kişisel üstünlüğü, kadının erkeğe itaati yok. Sorgusuz itaat Allah'adır. 20 - Evliya (Allah dostu), keramet sahibi yok. 21 - Mevlit yok. 22 - Salavat yok. 23 - Sünnet namaz zorunluluğu yok. 24 - Arapça dua etmek ve Arapça namaz kılma zorunluluğu yok. 25 - Muska/Büyü/Nazar yok. 26 - Cuma namazı sadece erkeklere farzdır diye birşey yok.         İman eden her erkek ve kadına farzdır. 27 - Kölelik/Cariyeliği teşvik yok. 28 - Kadının uğursuzluğu, cenazeden uzak tutulması, sadece erkeğin cenaze namazı          (duası) kılması yok. Cenaze namazı cenaze duasıdır. 29 - Kaza namazı yok. 30 - Haremlik/Selamlık şartı yok. 31 - Kadının sesi haramdır yok. 32 - Kutsal günler/Kandiller yok. Sadece Kadir gecesi özeldir. 33 - Bazı ayetleri veya duaları belli sayıda okuyup üflemek ve bundan Murad beklemek yok. 34 - Sırat Köprüsü yok. 35 - Kuranın saydığı haram yiyecekler. dışında kalan yiyecekler kültürel,         tercihler ve alışkanlıklar ile ilgili meselelerdir. Kafaya göre haram koymak yok. 36 - Erkeğin kadını dövme yetkisi yok. 37 - Dua ederken el açmak, âmin demek zorunluluğu yok. 38 - Teravih namazı yok 49 - Sağ el / Sağ ayak saçmalığı yok. 40 - Hem askerde veya savaşta ölenin şehit olması gibi bir şey yok. 41 - Boşanma yetkisinin yalnızca erkeğe ait olması yok. 42 - Ölüye telkin ve ıskat yok. 43 - Takva kıyafeti (sakal, cübbe, sarık vs.) yok. 44 - Sorgulamadan bir fikre, bir şahsa tabii olmak yok. 45 - Kuranın tüm emir ve yasakları farzdır. Sadece 32 veya 52 farz yok. 46 - Kuranda 6236 ayet var, 6666 ayet yok. 47 - Çocuk yaşta evlilik yok. 48 - Namus/zinada kadın erkek farkı yok. 49 - 61 gün oruç tutma cezası yok. 50 - Türbede dilek dilemek yok. 51 - Tasavvuf, gavs, kutup, şeyh, seyitlik İslam'da yeri yok. 52 - Kuran anlaşılması zor bir kitaptır, yok. 53 - Deve idrarı içen ve iç diyen bir resul yok. 54 - Resul ve Nebi var, Peygamber kelimesi ise kuranda yok. 55 - Kuran okumak için abdest şartı yok. 56 - Sakala jilet vurmak haramdır diye bir şey yok. 57 - Cehennemde yanıp çıkma yok. 58 - Din değiştirenin (Mürtedin), namaz kılmayanın, içki içenin,         zina yapanın öldürülmesi diye bir şey yok. 59 - Sakalı şerif, nalı şerif, hırkayı şerif, Kabak, hurma, zemzem,         tesbih, seccade vs. kutsaldır diye bir şey yok. 60 - Sevap kazanmak için kertenkele, kara köpek vs hayvanları öldürmek yok.         Uğursuz hayvan yok. 61 - İslami bir isim koymadan ve sünnet olmadan Müslüman olamazsın diye bir şey yok. 62 - Hadisler kesin peygamber sözüdür diye bir şey yok. 63 - Hadis, Fıkıh kitaplarında kuran dışında hükümler vardır diye bir şey yok... (*)  Prof. Dr. GÜNER AKÇA. ---------------------------------- TERS KÖŞE . Fuhuş, Uyuşturucu, Marka ve Lüks Tutkusu Derken, Bizim ‘Modern Muhafazakarların' Geldiği Nokta, Dudaklarınızı Uçuklatacak Hale Geldi; ︎Su geçiren Oje, ︎Abdeste mani olmayan Rujlarımız var artık. ︎Helâl Likör, Bira, Helâl Şampanyalarımız var. Yakında Helâl Etiketli Rakı da Çıkar. Hani Biz başkalarına Benzemeyecektik Siyasilerimiz, Bürokrasimiz ahlak zafiyeti içinde. ︎Bebeğin Cinsiyetini Tahmin Partisi diye bir parti duydunuz mu siz? ︎'After Umre Party' var. ︎Eskiden Hac ve Umreden dönenlerin evinde tebrik ziyaretleri olurdu, tebriğe gelenlere Tesbih ve Seccade hediye edilirdi, ama bu işin bir adabı olurdu.. ︎Rock Müzik eşliğinde Zikir Party'si bile var artık. ︎Yatlarda 'Happy Birthday Party' gibi rezaletler de yok değil. ︎Hepsi Tesettürlü tabii! ︎Ramazan İftarını Party'e dönüştürenler var. Şatafat, müzik, Kadınlı, Erkekli rengarenk giysiler içinde Semazenlerle başlıyor. ︎'Baby Shower Party' çıkmış. ︎Bekarlığa Veda Partisi adı altında fuhuşa özendirenler bile var. Tesettürlü ama, lüks, israf, ne istersen var. Artık bu işler için Ajanslar var, Altın Kaplamalı Pasta sunumlarına kadar, Körfez Ülkelerindeki rezillikleri aratmayacak her şey var; ︎Haram Para cüzdanda durduğu gibi durmuyor. ︎Bu işlerin içinde Siyasiler, Bürokratların yakınları var. Bunlar biliniyor. ︎Yat Partilerinde Konken oynayan Tesettürlü Hanımlar var. ︎Başörtüsü, başörtüsü olmaktan çıktı, aksesuara dönüştü. ︎Namazı Spora, Orucu Diyete dönüştürürlerse, şaşmayın. ︎Hac da Turizm olur. Zaten adı şimdiden belli, Hac ve Umre Turizmi.. ︎Kurban da Kebap Bayramı olunca, bu iş tamam. ︎Sakal bırak, Başörtüsü tak, sonra Onlar ne yapıyorsa aynısını yap. ︎Seremoni, Rituel, İkonalar hepsi aynı.  Aşağılık Kompleksi Bizi mahvediyor. Sadece Makam Sahiplerinin değil, her seviyenin ayağı kayıyor; ︎Yakında Piercingli, Tattolu İmamlar görürsünüz. ︎Kimileri Lale Devri Sosyetesinin yaptıklarını Osmanlı zannediyor, ︎Kimileri Mevlidleri bile Party'lere dönüştürüyor. Artık İlahiyatlarda bile Namaz kılanlar % 50.. İnandığımız Gibi Yaşamayınca, Yaşadığımız Gibi İnanmaya Başladık. Bunun Sorumlusu Kim.? ︎Kırk günlük Bebeğe Tek Taş Yüzük takan Tesettür Sosyetesi var. ︎Ascot Yarışlarındaki Düşeslere, Baroneslere özeniyorlar, türbanın üstüne tüylü şapka takarak, Lale Devri Saraylarında, şatafatlı sofralarla Mevlüt yapıyorlar. ︎Mutaassıp Yaşam Biçiminden, Gösteriş Tüketimine sürüklendiler. ︎Mahremiyet Duygusunun yerini, abartılı görgüsüzlük aldı, para döküp saçarak varolmaya çalışıyorlar, Bedevi Kültürüyle yarışıyorlar. ︎Maneviyattan Maddiyata öylesine hızlı geçtiler, Dünyevi Zevklere kendilerini öylesine kaptırdılar ki, kulaklarından Altınlar, Pırlantalar fışkırdığını herkese seyrettirmek istiyorlar.. ︎Nasıl bir açlıksa artık, Helal Etiketli Şampanya satılıyor. ︎Alkolsüz Mojito var. Sodalı Limonata derse, havalı durmuyor, illâ ki Mojito diyecek. ︎Alkolsüz Bellini var. Alkolsüz Aperol var. Chia Tohumu eşliğinde Ejder Meyveli Smoothie'lerin kaçınılmaz yansımasıdır bu. Demirhindi Şerbetiyle İktidara geldiler, Mojitoya dönüştüler.. “İslami Eğlence” adı altında “Helâl Organizasyon” yapan Şirketlerin sayısında patlama yaşanıyor. ︎Beş Yıldızlı Otellerde tahtırevanla düğün yapan var. ︎Salona tavandan sarkıtılan Gondola binerek giren var. ︎İlahi Ekipleri var, Helâl Müzik yapıyorlar; “Düğün Gecenizi Helâl Çerçevesinde Şenlendiriyoruz” diye Reklam veriyorlar. ︎Sunucusuyla beraber Semazen Ekipleri var. ︎Helal Suşili Düğün Yemekleri, Osmanlı Köşklerindeki varaklı dekorlarda, Swarovski Kristalleriyle süslü Padişah Koltuklarında, Altın Kaplamalı Pastalarla bitiyor, cümle alem görsün diye, videolarını internette yayınlıyorlar. ︎Dini Düğün Palyaçosu var Kardeşim, İslami Animatör var. ︎Helal Selülit Kremiyle İslami esaslara uygun Masaj Salonu var. ︎Taylandlı Masözlere Türban taktırıyorsun, İslami Esaslara uygun olmuş oluyor..    

12 Eylülün 43. Yıldönümünde Darbelerin Toplumsal Maliyeti

Darbelerin Toplumsal Maliyeti  İlksöz: Tüm darbeler ve darbe girişimleri bir yıkımdır ve o yıkımla çoğu insan ruhunu, benliğini, yaşama sevincini-isteğini ve özellikle insanca yaşama şansının yok olmasında bir kilometre taşıdır. Tüm bu süreçlerde birileri kurban olmuş, birileri kurban edilmiş, birileri de kurban etmiştir. En çok bu topraklar ağlamıştır sessizce, sessizlik hüküm sürmüştür dillerde.Bu toprakların genetik yapısına işlemiş bir vahamet ve en çok bu topraklar üstüne çöreklenmiş bir dalalet olmuştur … Türkiye 'de  ki on yılda bir demokrasiden kopmalar,  küresel oyun kurucular "(Yüce Pir)" tarafından kurgulanıp,sahneye konan toplumsal bir mühendislik projesi, toplumsal transformasyon projesi olmuş. Gerçi bu projeler, bu güçler tarafından dünyanın her tarafında kurgulanıp istediklerinde uygulamaya konan  projeler [(Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin (asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile ] küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak, bu çıkarları maksimize etme arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma, zorla modeli revize etme girişimi!..)... Demokrasiden kopartılarak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak, zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, forma sokmuş, işin en acı yanı . Bu süreç içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya kondu.    Küresel Oyun Kurucuların her 10 yılda yapılan askeri darbelerde,15 Temmuz  işgal girişimi de dahil, Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuştur. 1980  öncesinde  toplumu kutuplara bölerek  ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmaya çalışılmış. Toplumu dejenere edilmiş, gençliği pasifize edilmiş, toplum afazi hale getirilmiş. Toplumda ki bu dönüşüm; gençlik kesiminde yabancılaşma ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiş. Dolayısıyla tüm darbe ve kalkışmalar toplumsal transformasyon projesi, '5Y formülü' (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar) ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi olmuş. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesi. Dış ve yerli işbirlikçileri ile planlanan ve uygulamaya konan  askeri darbelere ve kalkışmalar  Ülkemizin dünyayı  ıskalaması için girişilen oyunun bir parçası. 10 Ocak 1980 tarihinde Türkiye ile ABD arasında yeni bir askeri işbirliği anlaşması imzalanmış, ardından 24 Ocak ekonomik kararları, 12 Eylül askeri darbesiyle ABD’nin BOP (GOP) ile öngörülen ekonomik ve siyasal düzenin oluşması gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül rejimi, iktisat alanında 24 Ocak kararlarını devraldı. Bu kararlar, 1977 sonrasının ekonomik tıkanmasını IMF’nin ve burjuvazinin reçete ve talepleri doğrultusunda yönetmeyi hedeflemekteydi. 12 Eylül 1980 sadece bir askeri darbenin tarihi değil. Bir başka deyişle, söz konusu askeri darbe sadece siyasi amaçla gerçekleştirilmiş değil. 12 Eylül'ün perde arkasında kalan gerçek 24 Ocak 1980 ekonomik dönüşüm kararlarının (veya ekonomik darbesinin) uygulanabilmesini sağlamaktı. Bu bağlamda "darbalerin toplumsal maliyetini"  ya da darbelerin ekonomik etkilerini aşağıda ki şekilde ortaya koymak mümkün. Yönetim Değişikliğine Sebep olan Darbe Yılı ve Sonraki Dönem   TÜRKİYE 1960-1965 1971-1976 1980-1985 1997-2002     GSYH (MİLYAR $) 13.99-11.95 16.25-51.28 68.8-67.23 189.83-232.5 KİŞİ BAŞI MİLLİ GELİR($) 508-385 456-1279 1567-1367 3143-3570   Kaynak:TCMB   1960-1980 darbe girişiminden sonraki bu dönemde  milli gelirde önemli ölçüde  azalış. 1971-199 Askeri vesayet altında sivil hükümet döneminde  ekonomik büyüme 1960  ve1980 darbe döneminden sonraki 7 yıl içinde ekonomi toparlanma Darbe ve darbe teşebbüslerinin ekonominin en önemli performans göstergesi olan GSMH’yi yaklaşık %26 düzeyinde olumsuz etkilediğini ve ekonominin darbe dönemlerinde ¼ oranında küçüldüğünü göstermektedir. 15 Temmuz sonrası  ekonomik göstergelere özet olarak birlikte göz atalım: i-Türkiye’nin risk primini gösteren Kredi İflas Takası (Credit Default Swap, CDS) endeksinde 14 Temmuz ile 5 Ağustos arasında 47 baz puan artış (223-270),  borsada ise ilk hafta % 10’a yaklaşan sert düşüş sonrasında bir toparlanma  söz konusu . Bunun iki nedeni var  birincisi uluslararası konjonktür (Özellikle Fed’in faiz artırmaması ve AB ‘nin ve diğer ülkelerin  2008’de n beri  süren Küresel krizin yarattığı  negatif faiz uygulaması varlığının  yarattığı olumsuz ekonomik  durum) ikincisi ekonomi yönetiminin kuvvetli politika tepkisi.( Ani döviz çıkışı  ve bankalarda likidite sıkışıklığı  riskine  karşı karşı ekonomi yönetimi kuvvetli bir politika tepkisi ).(*) Ancak burada temel mesele, ülke ekonomisinin sermaye akımlarına duyarlılık seviyesinin çok yüksek olmasıdır. Kredi değerlendirme kuruluşlarının aldığı kararlar eleştirilebilir. Zira bu kuruluşların verdiği hatalı kararlar, 2008 krizinin patlak vermesinde etkin olan finansal mimarinin önemli bir parçasını oluşturuyordu. Ancak neden kredi derecelendirme kuruluşlarının kararlarına bu kadar hassas bir ekonomik yapımız var diye sormadan, sadece bu kuruluşların aldığı kararları eleştirmek yetersiz kalıyor. Zira Türkiye ekonomisinin sorunları 15 Temmuzla daha erken tetiklenniş oldu. Ekonomide istikrar, iktisat politikası araçları denilen mali araçlar, parasal araçlar, kontrol araçları ve kurumsal araçlardan daha çok iktisadi analizlerde dışsal değişken olarak kabul edilen  siyaset, yargı ve askeri kurumların kararlarından  etkilendiği yadsınamaz bir gerçektir.  Bu kurumlardan bir ya da bir kaçının yanlış kararları ekonomiyi hem makro hemde mikro boyutta negatif yönde  etkilemektedir. Ekonomide dengeler o kadar kırılgan hale gelebilmektedir ki  ekonomistler bunu tarif etmek için “ekonomide bıçak sırtı bir denge” olarak adlandırmaktalar. Siyasi ya da hukuki bir karar ekonomiyi etkilediği gibi askeri kurumların ülke yönetimine ilişkin karar ya da bildirileri de bir ülke ekonomisini temelden sarsmaktadır. Bozulan dengeleri yeniden sağlamak için iktisat politikaları yetersiz kalabilmektedir. Sonuç olarak ekonomik istikrar siyaset kurumundan, yargısal kararlardan ve askeri birimlerin davranış ve bildirilerinden bağımsız değildir.  Tüm bu süreçlerde  Cumhuriyetin niteliklerini ve demokrasiyi içselleştirmiş olan Türk Milleti demokrasiyi  yaşatmayı başarmıştır. Türk Milleti'nin, demokrasinin bir kez daha alınmasına tahammülü yok.. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini asla unutmayın. Unutursanız acınacak hale geliriz.” Türkiye'nin istikbal ve istiklali için demokrasiden öte bir yol yok..... Türkiye dün bir kez daha askeri kalkışmayla karşı karşıya kaldı. Askeri kalkışmalarla ve darbelerle sık sık kesintiye uğramış olsa da Türk Milleti demokrasiyi  yaşatmayı başarmıştır. Cumhuriyetin niteliklerini ve demokrasiyi içselleştirmiş olan Türk Milleti'nin,demokrasinin bir kez daha alınmasına tahammülü yok.. kalkışmada bulunanların bir an önce kışlalarına dönmesi Türk Milleti ve devleti için tek doğru adım olacaktır.Silahlı kuvvetler Türkiye Büyük Millet meclisinin emrindedir.Ve her zaman öyle kalmalıdır. Türkiye'nin yolu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş medeniyet yoludur. Bu yolda ilerlemek ise ancak demokratik, laik cumhuriyetle mümkün... Demokrasinin askıya alındığı 12 eylül de de olduğu gibi bugünde demokrasinin yanındayız ve bundan sonrada demokrasinin yanında olmaya devam edeceğiz. Son söz:  Ulusal egemenliğin hiçe sayıldığı günler…Toplumu dönüştürme, toplumu dizayn etme, toplumu afazileştirme girişimleri!….Türkiye'ye bu geceyi yaşatanları affetmek mümkün değil...... Yazık çok yazık.. Milli İrade’yi, Milli Egemenlik’i örseleyen ‘vesayet’ zincirleri ile Türk Milleti’ni prangalara mahkum etmek isteyen hain oluşumlara ve girişimleri önlemek için başta eğitim kurumlarımız olmak üzere tüm Devlet kurumlarımızda belirli sosyal grup ve sınıfların çekip çevirme anlamında ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarına izin verilmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Bekasına hizmet eden nesiller yetiştirmesini temennisi ile... Aziz Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun ! ... Nurlarda Yatsınlar Cennet Ehli onlar..     Saygılarımla. Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan  ve Bilgehan Deniz" kadar temiz olan tüm insanların!    -------------------------- Referans: (*)TCMB (**) ilki  17 Temmuz “Finansal piyasaların etkin işleyişinin sürdürülmesi amacıyla, bankaların gereksinim duyacağı likiditenin sınırsız olarak sağlanacağının duyurulmasıydı ikincisi de  22 Temmuz’da, BGC Partners, Credit Suisse, Goldman Sachs, HSBC ve JP Morgan ın da katıldığı bilgilendirme toplantıları. İle devam etti..üçüncü olarak  Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)’nın  firmalara herhangi bir limit söz konusu olmaksızın borsada kendi paylarının geri alımını gerçekleştirme hakkı ile  borsadaki  olası  ani düşüşlerin önün kesilmesi. Dördüncüsü, yabancı yatırımları çekebilmek için “piyasa dostu” olarak   gerekli yapısal reformların  yapılacağının deklare edilmesi. Beşincisi   gerekli girişimler sonucu Türkiye’nin Yatırım  notunun   Kredi derecelendirme  Kuruluşları (Moody’s ,Fitch ve  S&P’tarafından ertelenmesi..Altıncısı IMF’in alınan bu önlemleri desteklemesi…https://bit.ly/3h0ssh1 http://aa.com.tr/tr/egitim/yok-sanayi-bursu-verecek/722293 15 Temmuz hain darbe girişimi ve sonrasında, YÖK ve üniversitelerimizin yurt içi ve yurt dışında yapmış olduğu faaliyetlerin anlatıldığı "15 Temmuz ve Türk Yükseköğretimi" adlı bir kitap .http://yok.gov.tr/web/guest/15-temmuz-ve-turk-yuksekogretimi … http://www.alevalatli.com.tr/     Türkiye'nin Bitmeyen Yedi Düvel Savaşı!  POLİTİKA 5,0 12.11.2012 10:00:32 A+ A-   Arka bahçesi‘ olarak kabul ettiği Latin Amerika’dan askerleri ülkesinde eğiterek sonra onlar eliyle darbeler düzenlettiği bilinir ABD’nin… Guatemala’da (1954), Paraguay’da (1954), Brezilya’da (1964), Şili’de (1973), Uruguay’da (1973), Arjantin’de (1976), Nikaragua’da (1979-1984) hepsi de ABD destekli darbeler yaşandı. Ortadoğu’da ise, Suriye’de Cumhurbaşkanı Şükrü Kuvvetli‘yi albay Hüsnü Zaim darbesiyle devirtmiş (1949), Mısır’da (1952) Genç Subaylar darbesine destek çıkmış, İran’da (1953) Başbakan Muhammed Musaddık‘ı sokak hareketleriyle yerinden etmiş, sonra da Irak’ı (1958) kanlı bir darbeyle karıştırmıştı ABD. Bu bölgedeki askeri müdahalelerin hepsinde ABD’nin parmağı var.. Vardır da, karanlık olaylardaki rolünün bilgimiz dahiline girmesi, darbeleri perde gerisinde planlayıp hayata geçiren Amerikan devletinin örgütleri tarafından büyük bir gayretle saklanmasına rağmen, gazetecilerin titiz sorgulamalarının sonucu araştırma eserleri sayesinde gerçekleşmiş. Arada darbelerin planlandığı CIA’de bu işlerle görevlendirilen kişilerin (Ortadoğu’da Kim Roosevelt, Miles Copeland; Latin Amerika’da Philip Agee) tanıklıkları da söz konusu.. Türkiye’nin darbeler tarihinde yer alan askeri müdahalelerde de ABD’nin  parmağı olduğunu sağır sultan bile biliyor. 12 Eylül 1980 darbesinin zamanın ABD başkanı Jimmy Carter‘a “Bizim çocuklar yaptı” tarzında aktarıldığı kitaplara geçmiştir. 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan son uğursuz darbe girişimi sırasında, İstanbul ve Ankara sokaklarında kan dökülürken, sonradan Donald Trump‘a ulusal güvenlik danışmanı olacak Michael Flynn‘in konferansını yarıda kesip, “Biraz önce beni aradılar, Türkiye’de ABD yanlısı askerler gerici iktidarı yerinden ediyor” dediği ise görüntülü bir kanıt olarak arşive geçmiş. Washington, eldeki verilere, tanıklıklara, kitaplara geçen belgelere rağmen, ne zaman bu konu gündeme taşınsa, başka ülkelerin içişlerine müdahale ithamlarını hep yalanlama yolunu seçmiştir. İtiraf gerektiğinde de, konu, ‘CIA’nin ayıbı’ olarak tanıtılmıştır. Şimdiye kadar durum böyleydi. Artık değişti o durum. ABD başka ülkelere doğrudan ve herkesin -dünyanın- gözü önünde müdahale ediyor, rejim değişikliği için ortamı bulandırdığını yetkili ağızların açıklamalarıyla duyuruyor. Ülkeleri dize getirmek, istemediği yöneticileri yerlerinden etmek için her türlü yönteme alenen başvuruyor. Venezuela’da iç-savaşa yol açabilecek bir tahriki başkan düzeyinde başlattı ABD; Beyaz Saray’da ‘ulusal güvenlik danışmanı’ sıfatını taşıyan John Bolton saat be saat devrede, medya da kullanılarak güpegündüz bir darbe hayata geçirilmiş bulunuyor. John Bolton bunu yapıyor ve yaptığı ile ortaya çıkan tabloya ‘darbe’ denilemeyeceğini de yine kendisinden işitiyoruz. ABD yalnız Venezuela’da hükümet darbesi için faaliyete geçmekle kalmıyor, eş-zamanlı olarak ve Venezuela’ya verdiği desteği bahane ederek Küba’yı da kıskaca alma yoluna başvuruyor. Venezuela’daki Maduro rejiminin dünyadaki neredeyse tek destekçisi olan Küba da ABD için bir yan hedef durumunda. [Sıkı destekçi olarak bir de Türkiye var.] Küba’yı da sıkıştırıyor ve orada da rejim değişikliği için ciddi bir faaliyet gösteriyor ABD. Bu kadar mı? Hayır. Farklı bir yöntemle İran’ı da dize getirmek için ciddi gayretler yine ABD’den geliyor. Nedense bizim gazeteler bu gelişmelerle -özellikle bu boyutuyla- fazla ilgili görünmüyor. İlgisizlik had boyutta. Oysa dünya medyası -bazısı taraf tutsa da- gelişmeleri yakından takibe almış durumda. Aşağıdaki haber IMF tarafından resmen açıklanan bilgiye dayandığı için pek çok yabancı yayın organında yer aldı.  Birlikte okuyalım: “IMF’ye göre, Trump yönetiminin uyguladığı yaptırımlar sayesinde İran ekonomisi çökmek üzere. IMF, İran ekonomisinde kesif bir durgunluk yaşandığını ve enflasyonun 1980’den bu yana en yüksek oran olan yüzde 40’a ulaştığını da açıkladı. Cumhurbaşkanı Hassan Rouhani’ yanlıları ve ABD’yle her türlü diplomatik temasa karşı çıkanlar arasındaki uçurumun giderek büyüdüğünü Financial Times gazetesi yazdı.” Haberlerde, ABD yönetiminin petrol ambargosunda istisna uyguladığı Japonya, Güney Kore, Hindistan, Çin ve Türkiye’nin de artık ambargoya uymak zorunda kalacakları, bunun da İran ekonomisine yeni ve büyük bir darbe teşkil edeceği bilgisi de yer alıyor. 12 eylül, diğer demokrasiden kopmalar gibi, küresel oyun kurucular (Yüce Pir) tarafından kurgulanıp, sahneye konan toplumsal bir mühendislik, toplumsal transformasyon projesidir. Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin (asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile, küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak, bu çıkarları en yükseğe çıkarma arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma, zorla modeli revize etme girişimi!.. Demokrasiden koparak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak, zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, şekle sokmuş, işin en acı yanı ; bu sürecin sivil iktidarlarca da devam ettirilmiş olması!? Ve içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya çıkmasına neden olmuştur. Küresel sermayenin çıkarlarını, garanti altına almak amacıyla, tasarlanıp uygulamaya konan bu ekonomik modeli; zorla halka kabul ettirmek için, başta gençlik olmak üzere, halkın her kesimi pasifize edilmiş ve ülkenin yönetiminden dışlanmıştır. Bugün ülkemizde yaşananlar gibi;12 Eylül öncesi dökülen/döktürülen kan, Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuştur. Bu zaman sürecinde bugünde olduğu gibi; toplum İki kutuba ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmıştır. Gençlik sürekli karalanmış ,suçlanmış ve bir günah keçisi durumuna sokulmuştur. YÖK aracılığıyla üniversite gençliğinin ülke sorunları ile olan ilişkisi, duyarlılığı kesilmiş, disiplin adı altında gençlik ve halk demirden bir cendereye sokulmak istenmiştir. Ülke yasaklar ülkesine dönmüş, neredeyse nefes almanın bile suç sayılabileceği bir ortam inşa edilmiştir. "İdeolojiler bitti" sloganı bu döneme ait olup insanların tüm değer sistemini Küresel oyun kurucunun değerlerine teslim edelerek; bir uyuşturma, bir aldatma ve siyasî mücadelenin dışına itme amaçlanmıştır. Her türlü direnme noktaları kontrol altına alınmak suretiyle kırılmış; yağmalanmış, yolsuzluk sıradanlaşmış, sermayedarlar aşırı zenginleşirken halk fakirleşmiştir. Türkiye'nin gelişimi engellendi adeta. Kim engelledi? Darbeciler ve onların ortakları. Darbeler doğal olarak alt yapı da (üretim, istihdam, ticaret, teknoloji, finansal piyasalar vb.) doğal ve zincirleme bir süreç olarak da üst yapılarda (din, kültür, hukuk, sosyal, politik, ahlak vb.) negatif seleksiyona yol açmıştır. Eğer Türkiye'de 1950'den sonra demokrasi darbelerle kesintiye uğramasaydı, 2000 yılında Türkiye'de kişi başına düşen gelirin 144 bin dolar olması gerekiyordu ama sadece 3 bin dolarda kaldı. İşte darbelerin Türkiye'ye maliyeti bu kadar yüksek. Darbeler Toplum zenginliği görmediği için fakirliğe mahkum oldu ve itiraz edemedi. Sistemden geçinmenin yolunu aradı Toplumu dejenere edildi, gençliği pasifize edilerek, toplum afazi hale getirildi. Toplumu afazileştirme faaliyeti, gençlik kesiminde yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirdi. Dolayısıyla 12 Eylül toplumsal transformasyon projesi, '5Y formülü' (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar) ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesi. 5Y formülünün uygulanması ile halkta oluşan tepki, oluşturduğu yüksek enerji ve daha önce; Küresel baş aktör tarafından başlatılan, Sovyetleri güneyden kuşatmaya dönük olan Yeşil Kuşak Projesi, 12 Eylül darbesinin İslam'a karşı daha yumuşak bir tavır takınmasını zorunlu kılmıştır. Devrimin estirdiği heyecanın azalması, Sovyetlerin paramparça olması, NATO konseptinin değişmesi ile Türkiye'de İslam, düşman statüsüne sokulmak istenmiştir. 28 Şubat Postmodern darbesi; bu darbenin bir uzantısıdır. 12 Eylül'ün başaramadığı yabancılaştırma, dejenere etme hareketi, bu darbe ile başarılmak istenmiştir. Çünkü yabancılaşmaya, yozlaşmaya, Batı türü yaşam biçimine toplum muhalefet etmiştir, 28 Şubat Postmodern Darbesi,12 Eylül'ün 5Y formülüne, jurnalciliği eklemiştir. Bizzat sivil ve askeri bürokrasinin öncülüğünde muhbirlik, yeni bir meslek olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu mesleği ihdas edenler, bunun toplumun tüm dayanışma noktalarını yıkarak devlete, sisteme ve insanların birbirine olan güvenlerini de kaybedeceklerini düşünmemişler, düşünmek istememişlerdir. Ülkemizin bugün karşılaştığı sorunların çoğu, geçmişin çözümlerinden kaynaklanmıştır. Küresel oyun kurucular, geçmişte olduğu gibi, önceden hazırladıkları oyunda Türkiye'yi pivot santrafor olarak oyunda görmek istiyorlar! Geleceğimiz üzerine kanlı bir "oyun" oynuyorlar. Dün olduğu gibi, bugün de birbirimize düşerek bu oyunu oynattırmak istiyorlar. O nedenle ; ülkemizin yedi düvele savaşı hala bitmedi!.. Dün yedi düvel, bugün küresel oyun kurucular!.. Bunu asla unutmayın. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini unutmayın. Unutursanız acınacak hale gelirsiniz.” Saygılarımla. Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan  ve Bilgehan Deniz" kadar temiz olanların! Orhan ELMACI 12 Eylül 2012 ------------------------------ (*)Mana Neyestani'nin bu karikatürü çok paylaşılan ve her paylaşan ona kendince anlamlar yüklediği bir karikatür. Bizce; sanki ülkesine yönelen kültürel, ekonomik,sosyal,siyasal hatta silahlı tehditleri görmezden gelen, hatta halka onu şirin göstermeye çalışan,"Bahar"yanlısı ,küresel oyun kurucuların sözcülüğüne soyunmuş, batı özentili , sözüm ona bilim adamları!.. Tatlısu entellerini, görsel, işitsel ve yazılı medyayı anımsattı... (**)Yakın geçmişimizden bir kesit: Türkiye’nin 1970’li Yılları… İletişim Yayınları’nın 2020 tarihli bir derlemesinden söz edeceğim. 48 yazarın makalelerinden oluşuyor. Hazırlayan Mete Kaan Kaynar; ekler hariç 1046 sayfa…  (Kitaba Derleme olarak referans vereceğim.) yazar, sistematik bir sınıflamaya kalkışmamış; ama, bu on yılık zaman aralığının “iki darbe arasına sıkışmış yılları” kapsadığını baştan hatırlatıyor. Siyasal çalkantılar öne çıkıyor; ama, iktisattan spora, dış siyasetten edebiyata; fikir akımlarından gündelik hayata uzanan bir çeşitlilik içinde…  Sonuç, yakın geçmişimizle ilgilenen herkese hitap eden bir başvuru kitabıdır. Başlayıp bitirilen kitaplardan değil; bölümler arasında gezinerek tadı çıkarılacak bir derleme…  Ben de Derleme’nin ekonomik ağırlıklı kesimleri ile başladım. Düşündüklerimi okurlarımla paylaşmak istedim.  Özetle bu derlemede ; Türkiye’nin 1970’li yıllardaki gelişiminin, ülkemize özgü olmasdığına vurgu yapıldıktan sonra, Kapitalist sistemin merkezi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Refah Devleti dönüşümünü yaşayadağı anlatılıyor. Bu modelin, 1970’li yıllar sonunda bölüşüm, sermaye birikimi ve finansallaşma süreçleri arasındaki çelişkileri aşamadığı; tıkandığı tesbittinde bulunuyor..  Refah devletinin çevre ekonomilerinde ve Türkiye’deki karşılığı Kalkınmacı Devlet’tir.  Türkiye’de 1960’ı izleyen yirmi yıla, planlamacı ve korumacı (“ithal ikameci”) politikalar damgasını vuracaktır.  1970’li yıllardaki gelişimi, iki beş yıllık plandan izliyor. 1968-1972 ve 1973-1977 plan dönemlerinde Türkiye, yüksek (yüzde 7 ve 6,5’lik) tempolarda büyüdü. Nihai amaç olan dış bağımlılığı hafifleten bir sanayileşmeye geçiş ise başarılamadı. Dayanıklı tüketim mallarında ithal ikamesi ileri aşamalara taşınamadı; sanayinin ithalata bağımlılığı zaman içinde yoğunlaşıyor.   1970’li yılların sonuna yaklaşıldığında Türkiye’nin ihracatında hâlâ tarım ürünleri öne çıkmakta; ham petrol fiyatlarındaki artış, dış açığı sıçratmakta olduğunun altı çiziliyor. Döneme özgü korumacı politikalar, ithal kotaları, döviz tahsisleri gibi yöntemlerle uygulanıyor.. Ve “dış ticaret kısıtlamalarının yarattığı rantların politik süreçler yoluyla… gelenekselci ve cemaatçi oluşumlara [dağıtılıyor” (s.222) ] Planlı dönemde ithal kotaları, döviz, kredi tahsislerinden kaynaklanan rantlar, özerk, ayrıcalıklı, güçlü bir ekonomi bürokrasisi tarafından denetlendi Bu bürokrasi, yönetmelikler ve kurumsal geleneklerle, rantların planlama önceliklerinin belirlediği sektörlere tahsisini sağladı; şirketlere aktarımında nesnel ölçütleri itinayla gözetildi.  Bu ekonomi bürokrasisini etkisizleştirme, dönemin hükümeti tarafından o döneminde öncelik kazandı. Dış ticaret serbestleştirildi; “koruma rantları” yok oldu. “Alaturka neoliberalizm" yepyeni rant alanları oluşturdu: Özelleştirme, kamu ihaleleri, KÖO yatırımları, imar planları… Astronomik boyutlara ulaşan bu rantlarla cemaatçi sermayenin bütünleşmesi, 1970’li yıllarda değil, daha sonraki hükümetler döneminde gerçekleşti. “1970’li yılların sonunda, dünya yeni neoliberal düzene hazırdı… Ülkemizde de 1970’ler neoliberal İslam’ın temellerinin atıldığı bir dönem[dir]” (s.219). Ama, “şiddetin [bu] toplumsal mühendislik projesinin önemli bir parçası” olduğunu da eklemek gerekiyor (s.227).  Böylece, kapitalizmin egemen sınıfları, neoliberal toplumsal mühendislik projesini dünya çapında “uygulamaya” başlayacaklardır. “Yumuşak bir geçiş” değil, “sert bir kopuş” söz konusudur. Türkiye’yi de içeren Güney coğrafyasında şiddet de içeren kopuşlar. Kopuşun  Türkiye boyutu“Türkiye’de Plancılığın İkinci Onyılı: Yetmişli Yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı” (ss.229-243).başlıyor.Bu çevreler dış bağlantıları da olan sistematik bir saldırı ve “tüm iktidar sermayeye” anlamına gelen bir kampanya sonunda zamanın  hükümetini iktidardan uzaklaştırdı; 24 Ocak ve 12 Eylül’e açılan sert, şiddet içeren bir dönüşüm tetiklendi. Bu ittifak, “bir küçük burjuva radikalizmi içeren cumhuriyetçi orta sınıf hareketi ile işçi sınıfının ilk kez Haziran 1970’te bir bütün olarak sahneye çıkan sınıfsal” gücü arasında oluşmuş; “1980’de bir darbe ile kesilmişti”.  İttifakın “cumhuriyetçi orta sınıf” ayağını temsil eden o dönemin hükümeti uluslararası ve yerli sermayenin müdahalesi ile 1979 sonunda; işçi-emekçi kanadı ise 12 Eylül 1980 darbesi ile çökertildi...       

Malazgirt‘den Büyük Taarruza : Türk Varlığının Sürdürülebilme (Beka) Mücadelesi...

Malazgirt'den Büyük Taarruza : Türk Varlığının Sürdürülebilme(Beka) Mücadelesi...(*) İlk Söz:  Hepimizin zaferi hepimizin bayramı. Tam bağımsızlık ve özgürlük için birlik gerektiğini bilenler sayesinde varız. Minnetle   30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da büyük önder Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz'u, yurdun düşman işgalinden tümüyle kurtarılmasını kutlamak ve bu büyük zaferi bize armağan edenleri saygı ile, sevgi ile, minnet ile anma günü..Bu vesile ile, Cumhuriyetimizin kurucusu  Büyük Önder  olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmet ve minnet ile anıyor; kahraman gazilerimize şükranlarımı sunuyorum...."ortak paydamız" olan vatan sevgimizin simgesi olan Zaferlerimizin  99. yılı  ve 950. yılı kutlu olsun..!..        Bugünler, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın neden yapıldığını, Kurtuluş Savaşı önder kadrosunun neyi amaçladığını, "Kuva-yı Milliye"nin ne olduğunu, hangi ayaklanmaların yaşandığını, bütün bu olaylar içinde silahlı kuvvetlerin ne gibi konum ve işleve sahip olduğunu yeniden anlamanın ve anlatmanın zamanı..Hem de tarihin derinliklerine giderek...Çünkü, tarihini bilmeyen uluslar her zaman kaybetmeye mahkum...Tarih bilinci önemli., Çünkü kanıtlanmıştır ki tarihini unutan, tarihten ders almayan, yani "tarih bilinci" olmayan milletler büyük felaketlere uğramış. Hatta bazıları dağılmış, yok olmuşl... Türk tarihi çok eski tarihlere dayanmakla birlikte, Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmekte... Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Göktürk İmparatorluğu ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklinde gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devlet'inin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Göktürk İmparatorluğu olduğu bilinmekte.. Göktürklerin ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, sonrada Türk milletini ifade etmek için kullanılmaya başlanmış.Türklere Anadolu''nun kapılarının açılışı "Malazgirt zaferi "ile olduğunu ,kitaplar altını kalın çizgilerle çizerek tarihi bir not olarak düşüyor... .     1063 yılında Selçuklu tahtına geçen Alparslan'ın Anadolu dediğimiz coğrafyada ki ilk zaferi 16 Ağustos 1064.. Pakraduni Ermeni Krallığı'nın Bizanslılara teslim olmuş başkenti Ani'yi (bugünkü Kars yakınlarında) şehiri zaptetmesi ile başlıyor Anadolu kapılarının,Türklere açılması. Bizans ordusunun ana gövdesini Ermeniler ve Greklerle paralı asker olarak hizmet veren Normanlar, Kumanlar, Bulgarlar, Cermenler, Peçenekler, Suriyeliler, Uzlar (Oğuzlar) ve Ruslar oluşturuyor. Kısacası 'kozmopolit' yapıda ve iki yüz bin kişi, Türk ordusu ise elli dört bin kişi. Türkler, savaş için gerekli tüm hazırlıkları tamamlıyor.    Tarih, 26 Ağustos 1071 Cuma günü. Alparslan o gün baştan aşağı beyazlar giyiniyor, eski Türk geleneğine uygun olarak atının kuyruğunu bağlıyor, ordusuna Cuma namazını kıldırıyor. Öldüğü yere gömülmeyi vasiyet ediyor. Manzikert'de (bugün Muş'a bağlı Malazgirt) tarihin en büyük meydan savaşı Cuma günü öğleden sonra başlıyor. Savaş akşam üzeri sona eriyor ve Türk ordusu kesin galibiyeti elde ediyor... Romanos Diogenes esir alınıyor. Kendisine bir konuk gibi davranılıyor!    Alparslan'ın bu zaferden kazancının 1,5 milyon altın fidye, yılda 360 bin altın vergi, Müslümanlara ait kimi beldelerin Selçuklulara devri ve Oğlu ile Romanos'un kızının evlenmesi. Malazgirt Savaşı aslın da sadece Karahanlılar ve Fatımilerden gelecek saldırılara karşı Selçuklu devletinin arkasını sağlama almak olduğunu yazıyor kitaplar....    Savaşın esas sonucu, Romanos'un tahtını VII. Mihail'e kaptırması !... Anadolu kapılarının tam olarak; Türklere açılışı, 10 yıl sonra? Malazgirt Savaşı/ Zaferi "Anadolu'nun kapısının Türklere kesin olarak açılmasına neden olan", "Anadolu'yu Türklere ikinci bir vatan yapan" kutlu bir olay !...   Sultan Alparslan'ın adaletli, merhametli ve hoşgörülü yönetim anlayışıyla Anadolu'nun bereketli topraklarında yeşermeye başlayan şuur, kadim medeniyetimizin dayandığı sağlam temellerini oluşturmuş, bu topraklarda farklı inanç, dil, köken ve kültürler yüzyıllarca barış ve huzur içinde bir arada yaşamıştır. 1071'de Malazgirt'te kazanılan büyük zafer, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna uzanan yolun ilk kilometre taşı      Bu kutlu olayın sürekliliğini yok etmek isteyenler!..    Türkler'i Avrupa'dan ve Ön Asya'dan silmek için yüzyıllarca uğraşanlar, tam bu işi başardıklarını sandıklarında, tarih tekerrürden ibarettir derler ya!.. Birden bire Anadolu kapılarının Türklere açılışının 849 'uncu yıldönümünde "Anadolu İhtilâli" gerçekleşiyor. Kurtuluş Savaşı o ihtilâlin içinde, ikisi beraber. Türkiye bir taraftan onu yok etmek isteyen Batı'ya karşı çok ciddî bir savunma gösteriyor, ama öbür taraftan da o kendisini yıkmakta ortak olan yerli işbirlikçilerine karşı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderini etkileyecek olan ve hemen hemen aynı tarihlere denk gelen Rus ihtilâli. Ruslar da Batı'ya karşı tavır takınmışlar,1917 ihtilâlini yapmışlar. Yukarıda bir sosyalist ihtilâl, aşağıda bir demokratik ihtilâl. Bu iki ihtilâl birbiriyle sınırdaş ve onunla da kalmıyor. Beraber; en kısa zamanda ikisi birbiriyle anlaşıyorlar. Bu anlaşma doğrudan doğruya Batı'ya karşı bir anlaşma ve bu İngiltere'nin ondan sonrası için olan planlarını en az İkinci Cihan Harbi'nin sonrasına kadar perişan eder. Üçlü liderin, Sykes-Picot projesini açması, Lloyd George'un, İstanbul'daki çok akıllı halifeyi tasfiye ile Suudlar'dan Türk düşmanı bir halife kurma politikası, Arapları, Türkiye'yi yok etmek üzere, hazırlaması. Karşımızda Türkiye'yi ve Türkleri silmek isteyen bir Büyük Britanya imparatorluğu ...İngiltere'nin Türkiye'nin  Sevr Mudahelesiyle dağılacağını sanmasına rağmen evdeki hesap çarşıya uymaması İngiltere'yi  çok zor durumda bırakır. Hiç hesapta olmayan bir mukavemet başlıyor. Bu mukavemet başlamakla kalmıyor, Türkiye ile Rusya'nın arasını bölen Kafkas seddini yıkarlar ikisi beraber. Beyaz Ordular yenilir, küresel oyun kurucuların destek verdiği Yunanlılarda artık yenilgileri kaçınılmazdır     O tarihlerde İngiltere stratejisini gelişen olaylar karşısında revize etmek zorunda kalır.Strateji değişince taktikte değişir. Taktik olarak  "Türkiye'nin kurtuluşunu Ruslar'a karşı Kullanmak" Bu taktik büyük önderin ölümünden sonra da kullanmaya devam eder. Fakat o zamana kadar, dünyanın tarihinde ilk defa olarak Avrasya bölgesinde iki büyük devlet emperyalizme karşı çok net tavır alır ve çok net olarak halkları  ayaklanır.. Şanlı Anadolu ihtilali; kapitalizm temeli üzerine oturan emperyalizme karşı görkemli bir yenginin, tarihsel bir destanı. "Mazlum" uluslar hesabına yazılan "kutsal" bir isyan. "Misakı Milli (Ulusal Ant)" ilkesinde birleşen; soyu, din ve mezhebi ne olursa olsun "Küçük Asya'yı" Anayurt edinerek kendilerini ulus kabul edenler, canları pahasına bağımsızlık savaşını kazanır.. Bu zaferin ardından TBMM'ce 1920 yılında yayımlanmış olan  bu ilk bildiriyi asker ve sivil, hepimiz yeniden okuması gerekir....çünkü bu mücadelenin ve devlet olmanın genetik kodları bu bildiride saklı.. "TBMM, milletin hayat ve istikbaline suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı savunma ve amaca aykırı hareket edenleri cezalandırma amacıyla kurulan bir orduya sahiptir. Emir ve komuta yetkisi TBMM'nin manevi kişiliğindendir." Kurtuluş Savaşı'nda ordu, bir avuç ulusal kurtuluşçu subay ve "Kuva-yı Milliye" adı verilen sivil örgütlerce oluşturulmuş. Kuva. Arapça'dan geldiğini yazıyor kitapalar..; "kuvvetler" demek... Kuvayı Milliye, "Milli Kuvvetler" anlamında... Bizim tarihimizde Kuvayı Milliye bir ruh; mücadele etme azminin sembolü.. Direnerek vatanı emperyalist boyunduruğundan kurtarmak demek... Kuvayı Milliye, gerçek bir halk destanı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ülküsünden giden büyük halk mücadelesinin simgesi... Kurtluş Savaşı, "asker ? sivil ? aydın halk" üçlüsü ile örgütlenmiş ve kazanılmış. Kurtuluş Savaşı, birçoklarının sandığı gibi kökeninde "asker cumhuriyeti" değil, sivil örgütlenme biçimi olan "Kuva-yı Milliye" örgütleri ve 1921 Anayasası'nda yer alan "Vilayet ve Nahiye şurâları" yer alır. Ordu, TBMM'nin emrindedir. Ordunun da TBMM'nin de o günlerdeki amaçları aynı. -Emperyalist ve kapitalist düşmanlara karşı savaşmak... Silahlı Kuvvetler, Kurtuluş Savaşı'nda TBMM'nin emrinde hem dünyanın o tarihteki en güçlü emperyalist ordularına karşı savaştı, hem iç ayaklanmaları bastırdı. "Kuva-yı Milliye" ve silahlı kuvvetler, o yıllarda kaç ayaklanmayı bastırdı? Trabzon ve çevresinde Pontus... 1919 Mayısı'nda Nusaybin'de Ali Batı... Bozkır... Şeyh Eşref... 1919 Kasımı'nda Anzavur... 1920 Nisanı'nda Düzce, aynı yılın Mayıs ayında Yozgat'ta Çapanoğlu... ve yine aynı yılın Haziran başında Zile ve Ekim ayında Konya'da Zeynelabidin Aralık ayında da Çerkez Etem ayaklanmaları baş gösterir. 1921 Temmuzu'nda da Koçkiri ayaklanması başlar. 1924 Nasturi... 1925 Şeyh Sait... 1925 Raçkotan... 1925 ? 1937 Sason... 1926 1.Ağrı... 1926 Koçuşağı... 1927 Mutki... 1927 2. Ağrı... 1927 Bicar... 1929 Asi Resul... 1929 Tendürük... 1930 Savur... 1930 Zeylan... 1930 Oramar... 1930 3. Ağrı... 1930 Pülümür... 1930 Menemen... 1937 ? 38 Dersim ayaklanmaları yaşanır. TBMM ve silahlı kuvvetler, bir yandan emperyalist ve kapitalist düşmanlarla savaşırken, bir yandan da bu iç ayaklanmaları bastırır.   Kurtuluş Savaşı, bir soylu ayaklanma, "Kuva-yı Milliye", köklü bir sivil direniş ve 30 Ağustos da görkemli bir askeri utkudur."     Savaşı kazanan ve cumhuriyeti kuran, o çilekeş o özverili Anadolu halkıdır, her cephede kan akıtan, can veren Mehmetçiktir, "tam bağımsızlık" inancı ile Anadolu'ya geçen ve emperyalist ordulara karşı savaşan ve ayaklanmaları bastıran yurtsever subaylardır; Mustafa Kemal gibi İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Karabekir Paşa, Refet Paşa, Fahrettin Paşa, Ali Fuat ve Kazım Özalp paşalardır.." Öncesinde Sakarya Zaferi vardır, sonrasında bağımsız Türkiye’yi kuran Lozan Antlaşması... Zaferin kazanılmasından dokuz gün sonra ordular İzmir'e, göksel takımyıldızlarından alınan bir yetki ve hediye, inayet olan bu emirle girdiler: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” İmza: Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan M. Kemal Altında ise Gazi’nin şu sözü yer alıyordu:  “Düşman Anadolu’nun harim-i ismetinde boğulacaktır!” Sonrasını Mustafa Kemal anlatıyor Nutuk’ta: “…26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle taarruz başladı. Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar’ın güneyinde 5 ve doğusunda 20 – 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem mevkilerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (Başkomutan savaşı) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun başkumandanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yol alırken, diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir’in kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyordu.” “Efendiler, Başkomutan Savaşı’nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmi bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey’den (Rauf Orbay), ateşkes konusunda İstanbul’dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.” “Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir’de İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da 9 Eylül 1922’de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı.” Misak-ı Milli, Türk kurtuluş savaşının siyasi manifestosu olan, 6 maddelik bildirinin adıdır. İstanbul’da toplanan son Meclis tarafından 28 Ocak 1920’de oybirliğiyle kabul edildi. Ama iş ilanla kaldı. Olmadı. Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Bu antlaşmayla bütün dünya Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran Türkiye’yi tam bağımsız bir ülke olarak tanıdığını kabul ve ilan etti. Tam bağımsız yeni bir Türk devleti Lozan’da kuruldu ama bu Türkiye topraklarını, sınırlarını genişletmek arzuları başka bahara kaldı......       Dünya uluslarına; günümüzün moda deyimi ile "Baharları" vaat eden küresel aktörlerin yandaşları ve yerli işbirlikçileri o zamanda çoktu. Bugün de çok!.. Bu perspektif den baktığınız zaman büyük önder Mustafa Kemal daha çok daha büyüyor. Son zamanlarda; kurtuluş savaşı olmadı! Yani düveli muazzama değil, Türk-Yunan savaşı diyenler çıkıyor ya!.. Amaç Türk toplumunu hafızasını silmek, afazi hale getirmek için yapılan manipülasyonlar!... Kurgu dışardan, içerdekiler sadece sözcü!.. Mustafa Kemal Paşa aslında İngiltere'yle savaşıyor, Fransa'yla savaşıyor ve hepsini birbirine karşı kullanıyor ve zafere o gün için ulaşılıyor. Bugün Türk Devletinin bekası, sürekliliğine karşı oynanan Küresel oyunlar bitmedi. Bugün, Türkiye sadece Küresel Mafya örgütü ile mücadelesini sürdürmüyor!.. Dün yedi düvel!.. Bugün küresel aktörler!.. Küresel oyun kurucular!. ve küresel oyun kurucular tarafından; Kandil ve Suriye  merkezli kurdurulmuş  örgütler!..      30 Ağustos sadece Afyon'daki Başkumandanlık Meydan Muharebesi'nin değil Malazgirt ve Mohaç gibi önemli zaferlerle dolu bir ayın ifadesidir...        30 Ağustos, Başkumandanlık Muharebesi'nin kazanıldığı, Yunan Orduları'nın askeri ve stratejik anlamda dağınık olarak ricata başladığı gündür...        Herşeyden önemlisi Türkiye'nin kaderini tayin eden büyük günlerden biri bugün. Bize hür bir vatanla birlikte çok şey öğreneceğimiz kahramanlık, fedakârlık, akıl ve diplomasi derslerini bırakan Gazi’yi, Fevzi, İsmet, Karabekir paşaları, bütün Milli Mücadele kumandanlarını, onların kahraman askerlerini saygı ve rahmetle anıyorum. 30 Ağustos, "emperyalizme ve kapitalizme karşı" Türk Ulusu'nun ordusu eliyle kazandığı büyük utku... Son söz: "Elimizden geleni değil, yapılması gerekeni yapmak gerek, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın.. İstihkâmlarınızı güçlendirime, zor zamanları fırsata çevirme zamanı. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun.  Aziz ülkemize gelince; ille bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı âdet edinin. Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır. Bu arada, "Her kim ki Türk'e, Türk adına, Atatürk'e düşmandır biliniz ki onlar Malazgirt'te, İstanbul'un Fethinde, Çanakkale'de, İstiklal Harbinde mağlup ettiklerimizin Anadolu'da kalmış tohumlarıdır.". ""Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."Bu notumuz şimdilik burada kalsın. Vatan , Şehitlerimizin bize emanetidir. Vatan, Sultan Alparslan'dır. Vatan, Sultan Mehmet Han'dır. Vatan, Mustafa Kemal Atatürk'tür...  "Türkiye  Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.” ​Malazgirt, Anadoluda ki bin yıllık varlığımızın sembolü...30 Ağustos  Türk Varlığının sürdürülebilirliğinin (bekasının ) anahtarı..Bu bağlamda Tükiye’nin 2023 hedefleri, sadece bizim değil, tüm coğrafyamızın kurtuluş anahtarı. Türkiye’nin 2053 ve 2071 vizyonları, bizimle birlikte tüm bu coğrafyanın aydınlık geleceğinin müjdecisi”  . Bu utku hepinize kutlu olsun! Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz olan tüm insanların! Orhan Elmacı 27 Ağustos 2012 (*)Radikal Blog 16.11.2012 00:17:53 --------------------------------------------------------- Türk Askerinin dünyaya haykırışı “Ey Mehmetçik 26 Ağustos’ta Kocatepe’den kasırga olup aydınlığa doğan, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da zafer olup ümitsizliği boğan, 9 Eylül’de İzmir’in dağlarında çiçek olup sonsuzluğa yağan Mehmetçik. Bu vatanı kuran, sonuna kadar varolsun diye varlığı toprak olan, toprağa değil, koca bir tarihi dolduran, düşman kurşununa yüreği ile meydan okuyan Mehmetçik. Gövdesi toprakta yatan Mehmetçik. Üstünde biz yeşerelim diye etini, kemiğini kara toprağa katan Mehmetçik. Varlığın varlığımıza, hayatın hayatımıza armağan Mehmetçik. Ey Türk çocuğu, şehit olur bedenimi söndürürüm. Senin gözlerinle ışık olur görürüm. Toprağa vatan diye bürünürüm. Sen soluk aldıkça ben büyürüm. Dağlarda türkülerin için yürürüm. Kefenimle değil, ümitlerimle gömülürüm. Bayram sevincine armağandır ömrüm. Ben 23 Nisanlar bayram olmazsa ölürüm. Ey Türk gençliği, mutluluğun için mutluluğunu toprağa gömenler var. Eğitimin için dağlarda, ovalarda gece gündüz yürüyenler var. Sen bağımsız, özgür yaşa diye yaşamını senin yoluna serenler var. Sen onurlu yetiş diye, vatan sana canım feda deyip sonsuzluğa yürüyenler var. Sevdalıysan aşkını, yaşıyorsan ömrünü, soluk alıyorsan son nefesini bu kara toprağa gömenler var. Sen fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir nesil ol diye geleceğimizi çağdaş uygarlıkların üzerine koy diye dağlarda çarpışan, denizlerde boğuşan, göklerde dalaşan birileri var. Ey anacığım, bayrağın kızılına ana kuzusunu, ay yıldızın parıltısına göz nuru yavrusunu, toprağın beşiğine yavrusunun son uykusunu armağan eder bir ana. Bir ana kuzusu can verir, bir ulus övünsün, çalışsın, güvensin diye. Yüreğinin derinliğine damla damla, alev alev, ağlar bir ana binlercesi gülsün diye. Ey silah arkadaşım, bu kutsal vatana armağınımız, bağımsızlık için akıttığımız kanımız, özgürlük için döktüğümüz canımız, egemenlik adanmış sevdamız, son nefeste vatan sağolsun diye halimizdir. Gecenin derininde gökleri yırtarken, göğün koynunda şehidin soluğu ile dolar uçağımızın köşkü. Bileklerimizde atalarımızın gücü, ellerimizde, bacaklarımızda gazilerimizin dokunuşu. Göğsümüzde Mehmetçiğin yürek atışı, ciğerlerimizde şehidin tükenmez son nefesi, bakışlarımızda ay yıldızın ışığı, varlığımızda bütün ulusun varlığı, birlikte gideriz gecenin karanlık hedefine, milletin egemenliğini imza yapıp atarız, her hedefin merkezine. Ey vatan, her sabah küçük çocuk ciğerlerinle, göğüs kafesime sığmayan yüreğimle bu topraklar için yükselmek, ileriye gitmek dileğimle yüreğimden göklere taşan deli kanımla, bu kutsal vatana adanmış canımla, yurdumu milletimi, özümden çok sevdiğimi defalarca haykırmışsam bir kere her zaman ve her yerde asker olup, vatan, cumhuriyet, vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime, namusum üzerime asker andı içmişsem bir kere 5 yılım, 10 yılım, onlarda yılım değil, ömrüm tümden feda olsun sana, varlığım tümden armağan olsun bölünmez varlığına”  Ey Atatürk, Başkomutan, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Emret başkomutanım, her 19 Mayıs’ta mavi gözlerinde deniz, sarı saçlarında batmayan güneş olup Samsun’dan aydınlığa doğarız. Emret başkomutanım, her 23 Temmuz’da manda ve himayeyi yıkar Erzurum’dan bağımsızlık ateşini alev alev yakarız. Emret başkomutanım her 4 Eylül’de ya istiklal ya ölüm olup Sivas’ta bağımsızlık yoluna canımızı adarız. Emret başkomutanım, her 23 Nisan’da egemenlik olup, yıldız olup Ankara’dan gökyüzüne yağarız. Emret başkomutanım her 13 Eylül’de umut olup, inanç olup, direnç olup Sakarya’da yeniden doğarız. Emret başkomutanım her 30 Ağustos’ta şehit sancaktar olup, kanımızla bayrağımıza can katarız. Vatan olup Dumlupınar’da toprağın yüreğine oluk oluk dolarız. Emret başkomutanım her 9 Eylül’de İzmir’in dağlarında çiçek olup sonsuzluğa yağarız. Emret başkomutanım son kurşun olup Bandırma’da çelik kanatlarımızla istikbal imzasını, Atatürk imzasını gökyüzüne nakış nakış yazarız. Emret başkomutanım, her 29 Ekim’de Cumhuriyet ışığı olup güneşleri ışıl ışıl yakarız. Emret başkomutanım, her 10 Kasım’da hepiniz, hepimiz Mustafa Kemal olup sonsuzluğa akarız”. İlgilenenler için...... Büyük Nutkun 10 adet video ile anlatımı ..  http://feritgezgil.com/SesliNutuk/1.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/2.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/3.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/4.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/5.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/6.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/7.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/8.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/9.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/10.mp4 ----------------------------   Önemli Bir kaç Not: Not::1 Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır... Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir… Altaylar, Tengrici’dir... Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır... Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir... Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir... Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir... Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı. Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu... Macar Türklerini bilir misin?... Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?... Bugün... Gabor Vona‘yı da bileceksin!... Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?... Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!... Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?... Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordunuz mu?... Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?... Evet sen kardeşim!... Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım... Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü... Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem... 1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”. Okudun mu?... Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır. Efsaneyi birlikte okuyalım: Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !... Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar: - Tutsak kişinin saçları iyice kazınır, - Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir, - Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, - Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır, - Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır, - Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar, - Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez, - Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar, - Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker, - Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür, - Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar. - Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur. Artık hafızası yoktur... Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir. Artık düşünemez... İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle... Evet... Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir... Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır... Anadolu’da “mankafa” derler !... Kimbilir... Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir... Anlayana... Bilmeyenler için : Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Ecnebiler de Atatürk’e ‘Mavi gözlü Bozkurt’ diye hitap ederlerdi . Bu minvalde bir kelam daha ekleyeyim : "Tarihte Atatürk'e düşman olup da Türk'e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."