Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Neoliberal Su-enerji Politikalarında ki Ekonomi-politiğe Aykırı Uygulamalar

Çağımızın en önemli küresel sorunlarından biri olan iklim, ekolojik ve sürdürülebilirlik krizi; logaritmik olarak büyüyen bir dairesel permütasyon içinde çok boyutlu ve çok katmanlı paradoksal bir eğilime dönüşmüştür. Küresel ekonomiye egemen olan kurumsal kapitalizmin “Neo liberal” varyantı genişlemesini sürdürmeye devam ediyor olması bu paradoksal yapının en önemli bir göstergesi. Artık Schumpeter'in bir ekonomik inovasyon ve iş döngüsü teorisi olarak tanımladığı “yaratıcı yıkım” konsepti artık ekonomik ve çevresel refah arasındaki potansiyel olarak yıkıcı değiş tokuş “yaratıcı kendi kendini yok etme” konseptine dönüşmüş durumda. Bilim insanlarının, 2009 yılında, küresel çevresel sınırlar olarak önerdikleri 9 Gezegensel sınırın 6’sının aşılmakta olduğu görülmektedir. Yine Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) hazırladığı raporda yer alan iklim projeksiyonları, “insanlık için kırmızı kod” olarak nitelendirilmiştir. Dahası, Dünya Ekonomik Forum’unun 2022 küresel riskler raporu, önümüzdeki 10 yılda küresel ölçekte olası en ciddi krizler olarak aynı konulara dikkat çekmektedir. Gezegen adeta kendisine yapılanlar karşısında insanlığa tepki göstermektedir. Karşımızdaki bu tablo; devletlerin, hükümetlerin ve işletmelerin gezegensel bir sorumluluk anlayışı içinde konuya yaklaşmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.Çağımızın en önemli küresel sorunlarından biri olan iklim, ekolojik ve sürdürülebilirlik krizi; logaritmik olarak büyüyen bir dairesel permütasyon içinde çok boyutlu ve çok katmanlı paradoksal bir eğilime dönüşmüştür. Küresel ekonomiye egemen olan kurumsal kapitalizmin “Neo liberal” varyantı genişlemesini sürdürmeye devam ediyor olması bu paradoksal yapının en önemli bir göstergesi. Artık Schumpeter'in bir ekonomik inovasyon ve iş döngüsü teorisi olarak tanımladığı “yaratıcı yıkım” konsepti artık ekonomik ve çevresel refah arasındaki potansiyel olarak yıkıcı değiş tokuş “yaratıcı kendi kendini yok etme” konseptine dönüşmüş durumda. Bilim insanlarının, 2009 yılında, küresel çevresel sınırlar olarak önerdikleri 9 Gezegensel sınırın 6’sının aşılmakta olduğu görülmektedir. Yine Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) hazırladığı raporda yer alan iklim projeksiyonları, “insanlık için kırmızı kod” olarak nitelendirilmiştir. Dahası, Dünya Ekonomik Forum’unun 2022 küresel riskler raporu, önümüzdeki 10 yılda küresel ölçekte olası en ciddi krizler olarak aynı konulara dikkat çekmektedir. Gezegen adeta kendisine yapılanlar karşısında insanlığa tepki göstermektedir. Karşımızdaki bu tablo; devletlerin, hükümetlerin ve işletmelerin gezegensel bir sorumluluk anlayışı içinde konuya yaklaşmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.Gelişmiş ülkeleri diğerlerinden ayıran en çarpıcı örnek... "21. Yüzyılın iklim krizine büyük ölçüde, sanayi çağının başlangıcından bu yana üretilen sera gazı emisyonlarının yaklaşık üçte ikisini üreten sadece 90 şirket neden oldu". (Clark 2013). , giderek artan sayıda küresel şirket, çevresel sonuçların iyileştirilmesini vurgulayan sürdürülebilirlik programları ve uygulamaları başlatmıştır - ancak belirledikleri hedeflere ulaşamamanın genellikle göz ardı edildiğini belirtmek ilginçtir (Inez Ward, 2014).Bu programlar ve uygulamalar, yeşil girişimci veya “ekoprenör” imajlarıyla birlikte iklim değişikliği konusunda bir iş “liderliği” vizyonuna ve şirketlerin iklim krizinden kurtarıcılar olarak potansiyel rolüne katkıda bulunup bulunamayacağı şüphelidir. (Wright ve Nyberg, 2015, s.17) Hangi ülkelerde musluk suyunu içebilirsiniz...? (Mavi içilebilir kahverengi içilemez ülkeler) Dünya Sağlık Örgütü, güvenli içme suyuna erişimin bir insan hakkı olmasına rağmen, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün su sıkıntısı çeken ülkelerde yaşadığını, zararlı kirleticilerle kirlenmiş su tükettiğini ve maalesef bir ülkelerin neoliberal su-enerji politikalarında ki ekonomi-politiğe aykırı uygulamalarının kritik rol oynadığını söylüyor. .https://l24.im/580B Her türlü teknoloji var ama temiz suyu evlere taşıyamıyoruz. Türkiye’de su pazarının yarısı yabancı ortaklı şirketler tarafından yönetiliyor. Çoğu yabancı su firmalarına, kendi suyumuz için binlerce lira ödüyoruz. Bilmeyenler İçin Bir Not: Türkiye’de su pazarının yarısı yabancı ortaklı şirketler tarafından yönetiliyor. Alaçam (Nestle) Aqua (Pepsi) Damla (Coca Cola) Erikli (Nestle) Evian Fiji Water Hayat (Danone) Nestle Pure Life (Nestle) Sırma (Danone) Saka Su (DyDo Drinco) Turkuaz (Coca Cola) Neden 'hidro-politika' 21. Yüzyıl'ı şekillendirecek? Hidro - Siyaseti not edin. Hindistan - Pakistan. Çin'den daha büyük bir ekonomik alanın ayak sesleri. https://bbc.in/2sz8nt7 --------------------- Referans: Clark, D. (2013) ‘Which Companies Caused Global Warming?’, The Guardian, 21 November, www.theguardian.com/environment/interactive/2013/nov/20/which-fossil-fuel-companies-responsible-climate-change-interactive   Jennifer Inez Ward, 2014)https://www.theguardian.com/sustainable-business/blog/2014/jul/21/sustainability-goals-promise-broken-failure-target-walmart-disney Wright, Christopher and Nyberg, Daniel (2015), Climate Change, Capitalism, and Corporations, Cambridge University Press,s.6-7. https://corpgov.law.harvard.edu/2022/10/10/navigating-the-esg-landscape-comparison-of-the-big-three-disclosure-proposals/

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Vizyon Arayışlarına İlişkin Öngörü Projelerim

         İlk Söz: Büyük Senfoniler,  büyük orkestralarla ve en önemlisi “büyük şefler” ile, iyi orkestralarda iyi  enstürümanlarla  çalanlarla kurulur…Üniversitelerde…..o.e. “Verileri yönetmek için çok fazla güce ihtiyacınız var; öngörüleri eyleme çıkarmak için çok fazla hesaplama gücüne ihtiyacınız var. Mevcut mimariler sadece sürdürülebilir değil!” Eski paradigma yanlış değildir, artık geçersiz hale gelmiştir. Yanlış işleri yapmamaya ve doğru işleri yapmaya başlamalıyız. İşleri doğru yapmak yetmiyor, doğru işleri de yapmak gerekiyor .. Çok genel ama akılda kalır olması için kısa not:Üniversite imajı: Nasıl yaratılır? Reklam kampanyaları ile imajı değiştirme gayretleri boşuna çaba...Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder."  / Kelimeler gördüklerimizi kavrayamıyorsa ya da gördüklerimiz kelimelere sığmıyorsa konuşmak ne işe yarar?     Ünlü bir bilim adamının notu: "Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir."/ “Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değildir; düşünmek için aklın eğitilmesidir.”/"Eğitimin bütün amacı, aynaları pencereye dönüştürmektir."Her memlekette toplumun eğitimsiz katmanlarının nitelikseliz davranışlarda ve tutumlarda bulunması maalesef evrensel bir gerçek..Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedeline bakın”    “Üniversite” çok özel bir yerdir. Toplumun düşünce merkezidir, beynidir. Üniversite, uzmanlar, çok değişik disiplinlerde çalışan bilim insanları topluluğudur. Herkes işini iyi yapabilsin, yani düşünebilsin, araştırma yapabilsin, aykırı soruları sorabilsin diye bütün dünyada kamu yararı olarak akademik özgürlüğe önem verilir, vazgeçilmez bir değer olarak savunulur. Diğer olmazsa olmaz değer ise kurumsal özerkliktir. Kurumsal özerklik ise kanımca üç açıdan önemlidir. Üniversite içinde bilimsel ve akademik özgürlüğün korunması, akademik özgürlüğe dışarıdan gelecek tehditlerin önlenmesi ve son olarak üniversitenin kendine öz bilimsel yapı ve örgütlenmeyi oluşturması ve stratejik planını yapabilmesi. Kısaca özetlediğim bu nedenlerle üniversite hiçbir zaman hiyerarşik bir emir komuta zinciri içerisinde yönetilemez. Ne iş alemindeki şirketlere ne devlet bürokrasisine ne de askeri örgütlenmeye benzer. Üniversiteyi yönetmek garnizon yönetmeye benzemez dersem meramımı çarpıcı olarak anlatmış olacağımı ümit ediyorum. Üniversite yatay bir organizasyondur. Collegiality, yani meslektaşlar örgütü kavramı üniversite yönetimi hakkında bir fikir verir sanırım. Uzmanlığa, bilimsel disiplinlere önem veren, onları ön plana çıkaran aşağıdan yukarı bir yönetim modelidir kanımca. Bu yönetim tarzında akademik birimler ön planda ve bilimsel özerklik odak noktasında olmalıdır. Ben üniversite yönetimini bir senfoni orkestrasına benzetirim. Maestronun da yani rektörün, görevi her kim ne çalıyorsa onu en iyi şekilde ve uyum içerisinde çalmasını sağlamaktır. 1990’lı yıllarda ABD’li bilim insanı Burton Clark’ın o zamanlar çok ses getiren bir kitabı çıktı: Entrepreneurial University, yani Girişimci Üniversite. Kısaca, Clark bu kitabında biraz evvel tarif ettiğim collegial yönetim modelini üniversitelerde akademik tutuculuğa neden olduğu için eleştirir halbuki hızlı bir değişimin yaşandığı çağımızda üniversitelerin girişimci ve yenilikçi liderliğe ihtiyacı olduğunu ileri sürer. Ancak, Clark kitabının sonunda her şeye rağmen üniversitelerin meslektaşlar topluluğu olduğunu vurgular, üst yönetimin bunu unutmaması ve liderliğin başarısının meslektaşlarını, en azından önemli bir nüvesini, değişim için seferber edebilme becerisinden geçtiğini vurgular. Üniversitede eğitim-öğretim bir hocanın öğrencilerine aktardığı materyali geri istemesinden geçmez. Öğrencilerin o materyali, o bilgiyi, sorgulamalarını teşvik etmeniz gerekir. Sual sormaları, sizin yapacağınız yanlışları veya aykırı fikirlerini sizlere rahatlıkla söyleyebilmeleri gerekir. Hatta, ben üniversitede süreci iki yönlü öğrenme süreci diye tanımlarım. Hoca da öğrencisinden çok şey öğrenir. Bu sürecin oluşması için diyalog ve hür düşünceyi teşvik etmeniz gerekir. Araya hiyerarşi sokmamak gerekir. Öğrencilerin sizi bir arkadaş olarak görmelerini, bilginiz ve değişik fikirlere hürmetinizle onların size saygı duymalarını sağlamanız gerek diye düşünüyorum. Bu yaklaşımı üniversitenin de yaşam şekli haline getirmeniz çok önemli. "Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca." Sözcük ve kavramların içini boşaltan, altını oyanlara itibar etmeyiniz. Onlarsız da yaparız ama kavram ve sözcüklerden bağımsız varolamayız.Bu bağlamda  hep ama hep aynı soru: Eğitim nedir?;    “Bugün yaşamak azminde bulunan bir milletin, bir cemiyetin çocuklarının talim ve terbiyede yalnız bir maksadı olabilir, bu maksat onları hayata hazırlamaktır.” [Talim ve Terbiye’de İnkılap]. Asıl olan ‘Mektep için mektep’ değil, ‘Hayat için mekteptir’. “Gerçek maarif, gençleri hayat mücadelesinde başarılı olmaları için kuvvetli, maneviyat sahibi, duygulu, müteşebbis (girişimci), kendine güven duyan, dayanıklı ve cesaretli yapmaktır.” [İsmail Hakkı Baltacıoğlu /Terbiye İlmi]. Başarılı bir işin beş temel bileşeni vardır: Ortak değerlerde birleşme, ortak irade oluşturma, ortak yararlarda uzlaşma, ortak projeler üretme ve ortak kurumlar oluşturma. Bu bağlamda; Üniversite Enstitülerinde ki araştırma projelerine sponsor olmamış hiçbir marka, futbol sponsorluğu yapamamalı....Yerel yönetimler de kendi şehirlerinde ki üniversiteleri desteklemenin şehirleri için;futbol takımlarına verimsizce para harcamaktan çok daha fazla katma değer getireceğininin farkında olmalıdır.Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi İşsizlik değil mesleksizlik..Üniversite kontenjanlarının neden boş kaldığı sorusunun cevabı da burada saklı..Bu sorunun çözümü, İş dünyasına yönelik daha uygun yetkinlik ve beceri bazlı kaliteli eğitim (Metafordan Gerçeğe Üniversite)Türkiye'nin en büyük problemlerden bir taneside Akademik Çalışmaların ülke ekonomisine ( Üretimine ) ne kadar katkı sağladığı ile ilgili..    Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsünü çok önemsiyorum.  Bu ülkü ile “Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etmek bir hayal değil... Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme isteği…. Bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme isteğimiz bizim yol haritamızın kilometre taşları. Çünkü ,Bilim'de ihmalin maliyeti çok çok büyük; bugün ise çok daha büyük, telafisi yok...      Ülkelerin zenginliğini doğal kaynakları, altın stoku değil beşeri sermayeleri, bireylerinin nitelikleri, becerileri, değer yargıları belirliyor. Ülkelerarası farklı doğal kaynaklar, altın, kıymetli maden varlıkları değil, insan yaratıyor. Encyclopedia Britannica, üniversite sözcüğünün kökeninin Latince universitas magistrorum et scholarium sözcüklerinden kaynaklandığını belirtiyor; kabaca eğitmenler ve âlimler topluluğu anlamında... Bugünkü anlamda üniversitenin ilk nüvesinin 9. yüzyılda Salerno’da (İtalya) bir tıp okulu olarak ortaya çıkmış olduğu düşünülüyor. Daha sonra 11. yüzyılda Bologna, 1150’de Paris ve 11. yüzyılın sonunda Oxford, günümüzün çağdaş üniversitelerinin öncülleri olmuş. 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde üniversiteler artık çekirdek bir müfredat çerçevesinde yedi liberal sanat dalında eğitim sunmaktaymış: Gramer, mantık, retorik, geometri, aritmetik, astronomi ve müzik. 1810’a gelindiğinde ise Wilhelm von Humboldt, Berlin Üniversitesi’nin kuruluşuna yol açan üç temel ilkeyi duyurmaktadır: Araştırma ve eğitimin birlikteliği; eğitimin özgürlüğü ve akademinin özerkliği. Humboldt’un son ilkesi net ve açıktır: Akademik faaliyet, devletlerin kontrolünden ve müdahalelerinden korunmalıdır. Kendisinden kırk sene sonra, 1852’de, John Henry Newman ise üniversiteyi şöyle tanımlamaktadır: “Üniversite, her yerden, her bilim dalından öğrencilerin buluştuğu yerdir. (Orası) Binlerce farklı okulun özgürce katkı sağladığı; aklın özgürce dolaştığı ve paylaşıldığı; buluşların kesinleştirildiği ve mükemmelleştirildiği; yanlışların ortaya çıkarıldığı; aklın akıl ile bilginin bilgiyle çatıştığı yerdir.” Dolayısıyla çağdaş üniversiteler, insanlığın bin yılı aşkın bilimsel faaliyetlerinden süzülüp gelen ilkelerce biçimlenmiştir. Kısaca anımsayalım: Çağdaş üniversiteler bilimsel kuşku temelinde çalışır. Hiçbir dogma, hiçbir önyargı, hiçbir koşullandırma üniversiter faaliyeti yönlendiremez. “İnanç” bilime ait değildir, bilimsel olan kuşkudur. Üniversitelerin zaman ufku hem kısa hem de uzun dönemi kapsar. Üniversiteler, bir yandan öğrencileri toplumun her türlü güncel gereksinimine yanıt verecek şekilde, çağdaş sorunları çözümleyebilecek becerilerle donatarak yetiştirir iken öte yandan da soyutlamalar ve belirsizliklerle yoğrulmuş araştırma alanlarında uzun soluklu, sabır ve cefa gerektiren, sonuçları belki on yıllar sonrasında alınabilecek bilim serüvenlerine girişirler. Üniversitelerin bilimsel ve eğitsel faaliyetleri bir bütündür; bölünüp parçalanamaz, bir faaliyeti diğerinin önüne geçirilemez; hiyerarşi üniversitenin doğasına aykırıdır. Üniversiteler, ekonomik çıkar ve maliyet ilkelerine göre standartlaştırılmış bir ürün, fikir ya da tasarım peşinde olan işletmeler değildir. Üniversitelerin toplumsal çıktısı çok yönlü olmak zorundadır: Araştırma alanında yepyeni fikirler, daha evvelce hiç dile getirilmemiş, düşünülmemiş bilimsel uğraşlar verilir iken eğitim alanında yepyeni insanlara yeni bilgiler aktarılır, yepyeni beceriler kazandırılır. Dolayısıyla üniversitelerin temel uğraşı olarak, bilimsel çabanın başarı ölçütü ticari başarı ya da genel olarak ekonomik kazanç değildir. Bu noktada bir anlam karışıklığının önüne geçmek için açık olmak zorundayım: Üniversiteler “bilimin merkezidir” ama faaliyetleri “inovasyonun merkezi ya da yürütücüsü” anlamına indirgenemez. İnovasyon, kâr amacı güden şirketler kesiminin, bilimsel çabanın sonuçlarını piyasa faaliyetlerine uygulama biçimi olarak ortaya çıkar. Ekonomik getiri amacıyla bilimin uygulanma biçimi üniversitelerin değil, piyasada kazanç-maliyet muhasebesi yapan şirketler kesiminin faaliyetidir ve kesinlikle üniversitenin araştırma önceliğine dönüştürülemez. Dolayısıyla günümüzde çok popüler medyatik kavramlar olan “inovasyoncu üniversite” ya da “üniversite - sanayi işbirliği” gibi sözcükler, ancak ve ancak bilimsel çabayı odağına alan, özerk yönetimi olan ve bilimsel kuşkuculuğu ön plana koyan gerçek üniversiter çabanın bir uzantısı olarak şirketler kesiminde anlam taşıyabilir. Bilimin yönlendirilmesi veya daha geniş ifadeyle bilimsel çabaya müdahale, ister kâr amacıyla isterse siyasi çıkarlar ya da inançlar biçiminde olsun, üniversitenin özüne aykırıdır. Fizikteki birleşik kaplar kuralı gereği toplumun hemen her kesiminde düzeyin giderek düştüğünü gözlemlemek mümkün.....İşinin gereğini yapma yerine, “herkesin abisi” olma yolunu tercih edenlerin bilgisizliği, ilkesizliği, kuralsızlığı, ölçüsüzlüğü ile onlara alkış tutanların bolluğu , ülkemizin çok şeyleri yitmesine yol açtı; yol açmaya da devam ediyor...Dün olduğu gibi bugün de tüm kurum ve kuruluşlar da temel parametre zamana uyum kapasitesi. Diğer bir deyişle, Sürdürülebilir yetenekleri geliştirebilme kapasitesi.   "Kalite" insanın ve kurumların  tüm yaptıklarının toplamında ortaya çıkmakta ve sadece yandaşların değil tüm paydaşların mutluluğu; "Ya var ya da yok". "Bunun ortası yok"!... "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. " 01.03.2019 tarihinde Ankara ‘da YÖK'de katıldığım Rektör Adaylarının seçimine ait   toplantıda ” Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız.Bu bağlamda ,."muhatap alarak yüceltmek" veya "meydanı boş bırakarak beslemek" ikilemine düşmemek için ve hak arayan, doğru bildiğini ortam gözetmeden söyleyen, adaleti ve hakkaniyeti arayan, tüm  üniversiteyi; hak bilen meslektaşlarımla birlikte yönetmek için  vermiş olduğum kararın ne kadar doğru bir karar olduğunu bir kez daha teyit ettim. Bu arada  "Yaptığına üzülmek başka, yapmadığına üzülmek bambaşka". Olgu ile olanak farkı..Rektörlerin belirlenme yöntemi dünyadaki akademik gelenekler ve uygulamalar çerçevesinde tartışılması gereken en temel ve öncelikli mesele. Ancak sistemi tartışırken, sorumluluk alanı gereği rektör atamalarında söz sahibi olan Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) aday değerlendirme sürecindeki rolünü de anlamak gerekir.Sonuçta varolan rektör belirleme sisteminin yeniden düşünülmeye muhtaç yönlerini göz ardı edilemeyecek biçimde ortaya koymak gerekir.   Bu notumuz şimdilik burada kalsın.....     Belirli sosyal grup ve sınıfların üniversiteyi çekip çevirme anlamında ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarına Cumhurbaşkanımızın son vereceğine inancım tam. Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Vizyon Arayışlarına İlişkin Öngörü Projelerimin özeti (-): Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi kapsamında, yükseköğretim kurumlarının sürdürülebilirlik konusunda yaptıkları çalışmalar ve imzaladıkları deklarasyonlar incelendiğinde, Türkiye’deki üniversitelerin yaptıkları çalışmaların henüz başlangıç aşamasında olduğu görülmektedir. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi'nin kurumsal sürdürülebilirlik stratejisinin odağında öncelikli olarak yer alması gerektiğini düşündüğümüz projelerin özeti : 1. Sivil Toplum Destekli Girişimci Üniversite Modelini Hayata Geçirmek Üniversite, Üniversite Vakıfı ve Üniversite Mezunlar Derneği; kemale ermiş, para kazanmış mümtaz, toplumda  saygıdeğer konumlarda bulunan kimselerin temsil edildiği bir yer olacak. Dernek ise tüm mezunların eşit temsil edildiği, eşit katkıda bulunduğu, mezunlar arası dayanışmayı ve üniversiteyle özdeşleşmeyi teşvik eden bir kurum olacak. "Sivil toplum destekli girişimci üniversite" modeli ana hatlarıyla bu çerçevede örgütlenmesiyle kurulacak ve Kütahya ile sağlam temelli ilişkiler kurularak kentsel politikaların üretilmesi ve uygulanması noktasında etkin bir akademik/bilgi desteği sağlanacak. Kütahya Dumlupınar üniversitesi; eğitim, kültür, sanat, sağlık, spor, sosyal hizmetler vb. gibi hizmet alanlarında kentin yerel dinamiklerine ve/ya yerel yönetimlere etkin bir akademik destek vermesi planlanmakta. Bunun etkin mecralarını (iş birliği protokolleri vd.) var etmek suretiyle kent ile üniversitenin bütünleşik biçimde bir değer üretmesi amaçlanmakta. Bu destek, etkin ve verimli bir kentsel hizmet anlayışı doğrultusunda gerekli olan bilgisel ve kültürel katkıyı da temin edecek. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, kendine özgü tarihi ve kültürel dokusu ile sosyolojik yapısı olan Kütahya’nın marka değerine farklı bir boyuttan katkı sağlamak. Araştırma ve/veya eğitim-öğretim kapasiteleri açısından markalaşacak Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, yerleşik bulunduğu Kütahya’nın global ölçekte erişilebilirliğine ve uluslararası tanınırlığına anlamlı bir değer katacak. Toplumsal sorumlulukları doğrultusunda Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, kentin, tarihi, doğası ve kültürel varlığını keşfedici bir işlev üstlenecek. Çevre ve enerji ilişkisi ve doğal kaynakların verimli kullanımı gibi konulardaki sosyal ve kültürel sorumluluk projeleri ile kentte yaşam kalitesini artırmaya yönelik bir misyon icra edecek. Bu misyonu gerçekleştirme konusundaki akademik öncülük, kent toplumunda yaygın bir toplumsal bilinçlilik düzeyi var edecek. Girişimci Üniversite Modeli; hemen akla piyasa çağrışımı getirdiği için. Ben bu tanımı o anlamda kullanmıyorum. Üniversite de girişimcilik çok başka. Çünkü üniversite yatay bir organizasyon. Herkesin söz sahibi olma, sorgulama hakkı var. Dolayısıyla çok farklı piyasa girişimciliğinden. Türkiye’de herkes hiyerarşik bir yönetime alışmış. Herkes birbirine şüpheyle bakıyor. Ben ise Kapalıçarşı modeline bakıyorum. Esnafa gidiyorsun, cebinden para çıkmıyorsa ‘’yarın gelir verirsin’’ diyor. İşte bu sistemi izleyerek, beraber çalışarak, yanındakine güvenerek, şeffaf olarak aslında çok güzel işler yapabilirsin. Benim DPÜ’deki yimibeş yıllık -İİBF 24 yıl  Dekan Yardımcılığı /Dekan Vekiliği ve eş zamanlı olarak 12 Yıl Tavşanlı MYO Kurucu Müdürlüğü / Müdürlük -yöneticilik tecrübem budur. Hürmet, şeffaflık, birlikte çalışmak ve güven. İnsanlara bunu verdiğiniz zaman inanılmaz işler yapabilirsiniz. Demokrasi sözü bana çok popülist geliyor. Hürmet, şeffaflık, dinleme gibi kavramları kullanmayı tercih ederim. Çok demokrat gibi olup otoriter de olursun. Demokrat olmak çok özgürlükçü biri olduğunuz anlamına gelmez. İnsanları daima kazanmak gerektiği konusundaki ilkem sadece bir eğitimci olarak değil; bir yönetici olarak kurumsal başarıyı oluşturan arka planı daha iyi anlamamızı sağlıyor İkinci aşamada ana strateji olarak üniversitenin kente yönelimi. ‘Kendini yöneten kentine yönelen bir üniversite” sloganıyla hareket etmek. Sürdürülebilir rekabet için evrensel bilgi ve teknolojiler geliştirerek bölgenin gelişmesine ve ülke kalkınmasına katkı sağlayan bir teknoloji üretim merkezi olmak.Bölgemiz ve ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda, ileri bilgi ve teknolojiye dayalı yüksek katma değerli ürünler üretebilmek için ulusal ve uluslararası şirketleri bir araya getirerek üniversite-sanayi işbirliği ile akademisyen, girişimci, şirket ve çalışanlara, yüksek standartta Ar-Ge ve Teknopark hizmeti sunmak. 2. Üniversite Yönetişim Modelini Kurumsallaştırmak Kurumsallaşma (Reorganizasyon) Yönetsel ve Akademik Rotada Değişim: Yeni Yol Haritası. Üniversitenin öncelikle kendini iyi yönetmesi gerekiyor. Kendini yönetemeyen, iç  dinamiklerini harekete geçiremeyen akdeminin dışsal bir fayda sağlaması imkansız. Bu bağlamda stratejik amaçlarımızın başında üniversitemizin teslim aldığı kültürel mirasa sahip çıkma ve geliştirmeye devam ettirme. Bu çerçevede akademik ilke ve değerleri savunarak Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ni farklı kılan üniversite yönetişim modelini kurumsallaştırmak. Üniversitemizde bilimsel çalışmalarla, akademik programlarla ve yetiştirilen insan gücü ile yaşadığımız toplumun ekonomik refahının yanı sıra sosyal ve kültürel esenliğine katkıda bulunmak. Özgürlük ve medeni ilişkiler çerçevesinde birlikte yaşam. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi bir medeniyet ve sulh ortamında söyleyeceğini söyleyebilen çözüm odaklı bir kurum olacak ve bu konumunu gelecekte de muhafaza edecek.  Birbirine hürmet, şeffaflık ve güven. Hayatta en önemli güç bir yönetici için etrafında olan biteni dinlemek, radarlarını hep açık tutarak kazanılır. Bu nasıl olur? İnsanların arasına karışarak, onları dinleyerek sorunları çözme.Bu bağlamda ,Akademik kurumlardaki yönetimin çok önemli parçası,bilim adamlarına iyi bir araştırma ve öğrenme ortamını sağlamaktır.Bina inşaatı falan değil,en asli görevi,insanların birbirleriyle konuşabildiği,araştırma üretebildiği,dersini iyi verebildiği,öğrencinin mutlu olduğu,çeşitliliğe,değişik fikirlere imkân tanıyan bir ortam yaratmaktır. Ben eğitime yalnız şu kadar matematik, bu kadar fizik diye bakmıyorum. Sorumlu vatandaşlar da yetiştirebilmemiz gerek. Üniversitemizin en büyük ihtiyacı bu. Ben kendime hep şu kuralı koydum: İnsanlar beni bugün alkışlamasın ama 10 sene sonra alkışlasın. Çoğulluk, açıklık ve özgürlük ilkelerini sahiplenerek bilimsel akıl ile sosyal aklı birlikte çoğaltacak çalışmalarla ve etkinliklerle daha demokratik ve kapsayıcı bir gelecek için öğrencilerimize faydalı olmak. Bir kamu üniversitesi olarak farklı toplumsal kesimlere farklı ihtiyaçlarına cevap verebilecek teknolojiler, projeler ve bilimsel eserler üretmek. Ürettiğimiz bilgi ile eğitimin ve bunları üretme yollarımızın kamusal olma özelliğini yitirmemesine özen göstermek. Günümüzün kaotik koşullarında farklı kulvarlarda bu süreçleri birlikte başarıyla götürmek. Bunu yaparken uluslararası sıralamalarda yükselmek, üniversitemize yeni projeler kazandırmak, performans ölçütleri ile uyumlu biçimde sonuca odaklı faaliyetlerde bulunmak. Bununla birlikte yaptığımız işler arasında belki de en önemlisinin yaratıcılığı ön planda tutan, eleştirel düşünceyi ve yeni sorular sorulmasını destekleyecek altyapıyı kurmak. Böylelikle bir yandan akademik anlamda mükemmeliyete ulaşırken bir yandan da toplumsal ve ekolojik anlamda sürdürülebilir bir dünya kurmak için daha demokratik ve kapsayıcı yeni değerler yaratmamız mümkün olacak. Yeni stratejik planımızın oluşumuna katkı sağlayan çok sayıda ve her gruptan üniversite mensubunun, stratejik planda yer alacak faaliyetlerin yürütülmesi, izlenmesi ve değerlendirilmesi konusundaki niyet ve kararlılıklarının planın hayata geçirilmesinin en önemli güvencesi olacağı inancındayım. Akademik, bilimsel ve kültürel faaliyetlerimizle daha iyi bir geleceğin şekillenmesine katkıda bulunmak, Kurumsal değerlerimizi sahiplenen, yaratıcı ve eleştirel düşünen, özgür ve özgürlükçü, etik değerleri önemseyen, doğa ve çevre bilinci gelişmiş, yerele kök salmış, evrensele açık, bilimsel, sosyal ve kültürel formasyonu ve özgüveni ile üstleneceği mesleki ve sosyal sorumlulukları başarıyla yerine getirecek bireyler yetiştirmek; evrensel boyutta düşünce, bilim ve teknoloji üreterek insanlığın hizmetine sunmak ve bilim, sanat ve kültürün toplumda yer bulmasında ve yaygınlık kazanmasında yardımcı ve öncü olmak. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İleri Teknoloji Merkezi  (İLTEM) bünyesinde kurulacak Tarım Ar-Ge Merkezi aracılığı ile özellikle Altıntaş-Aslanapa ovalarında  tohum ıslahı üzerine çalışmalar yapmak. Yerli sermayeli, yerli üretimle piyasada özellikle hastalıklara dayanıklı, verimliliği yüksek ürünler üzerine çalışmak. Dünya Üniversiteler Birliği'ne ve Avrupa Üniversiteler Birliği’ne üye Kadın Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi kurmak. Bu merkez  aracılığı ile Kütahya’ nın el sanat değerleri olan çini işlemeciliği, halıcılık, telkâri vb. geliştirmek. 3.Sürdürülebilir Üniversite Modeli Öncelikle, sürdürülebilir üniversite olmak için birinci aşama olarak sürdürülebilirlik vizyonunu belirlemesi gerekir. Stratejik yönetimin artan önemi, kurumun gelişmesinin sadece bir alt birimde değil tüm alt birimlerde entegre bir şekilde iyileşme sağlamaya bağlı olduğunun anlaşılmasıyla birlikte üniversitelerde yürütülen araştırmalar bütüncül ve yönetimsel bir boyuta ulaşmıştır. Bütüncül bir değerlendirme için yöneticiler üniversitenin performansının ölçülmesine odaklanmaktadırlar. Üniversitelerde hizmet kalitesini artırmak ayrıca kuruluşların faaliyetlerinde kontrol ve takip mekanizması geliştirmek için etkili bir performans değerlendirme sistemine ihtiyaç vardır. Bu nedenle tüm paydaşların çıkarlarını gözeten, stratejik amaçlara hizmet eden, Fakültelerin spesifik özelliklerini dikkate alan bir performans ölçüm sisteminin kurulması gereklidir. Üniversitelerin güncel verilerini ve anket yöntemiyle elde edilecek veriler önem taşımaktadır.- Böylece nicel ve nitel yöntemlerin entegrasyonu yoluyla etkin bir performans yönetim sistemi oluşturmak öncelikli olmalıdır. Üniversiteyi tüm boyutlarıyla ele alan bütüncül bir yaklaşım sergileyen balanced scorecard modeli ve alt boyutlarına ilişkin performans göstergeleri tespit edilerek oluşturulacak performans yönetim sistemi, tüm üniversitenin alt modüllerini dikkate alan ve aynı anda hem analiz ve raporlamaya hem de planlamaya imkân tanıyacak bir karar destek modeli tabanına kurulmasını gerktirmektedir. Bu kapsamda ilk olarak üniversite tüm birimleri- Fakülte /Enstitüler/Yüksekokular/ Meslek Yüksekokulları /Araştırma Merkezleri- bazında  paydaşlarına uygulanacak /arama konferansları, anketler analiz edilerek misyon, vizyon ve temel stratejileri belirlenerek SWOT analizi yapılması gerekir. Yine bu anket  ve arama konferans verileri ile balanced scorecardın her bir alt boyutuna ilişkin anahtar performans göstergeleri ve stratejik amaçlar belirlenmesi hedeflenmektedir. Belirlenen performans göstergeleri ve stratejik amaçlar ikili karşılaştırma anketleri aracılığı ile birbirleriyle kıyaslanarak elde edilen veriler Bulanık AHP yöntemi analiz edilerek üniversitedeki tüm birimlerin entegre olduğu yönetsel süreçlere destek verecek bir karar destek modeli üniversitemizin 2023-2071 hedeflerine ulaşmasında mihenk taşı olacaktır.Bu aşamada üniversitenin kendine özgü özellikleri ve kendi dinamiklerini göz önüne alarak tüm paydaşalrle birlikte arama konferansları ile bir sürdürülebilirlik vizyonu oluşturulması hedeflenmekte.sürdürülebilirliğin tanımı gereği kütahya Dumlupınae üniversitesinin yapacağı hertürlü girişimde çevresel, sosyal ve ekonomik açıdan ortaya çıkabilecek olumsuz etkileri en aza indirmesi hedeflenmekte.Bunu yaparken de topluma öncülük etmek gibi bir yükümlülüğü bulunmaktar.İkinci aşama, misyonun tanımlanması aşaması. Bunun için üniversite, sürdürülebilirlik açısından önce hangi noktada olduğunu fotoğrafı çekilerek (durum  tesbiti) ve vizyonunda belirlediği noktaya hangi paydaşlarla ve nasıl gideceğini ortaya konulacak. 4. Kütahya Politikalar Merkezi (KPM) Bu merkez üniversite ile ilişkili ama özerk bir kurum olacak. Üniversite’nin bürokrasi ve organizasyon şemasında hiyerarşik olarak yer almayacak, hiçbir fakülteye bağlı olmayacak. Müdürünün doğrudan rektöre ve mütevelli heyetine sorumlu olduğu bir yapı olacak. Bu kurum üniversiteye ancak yeteri kadar yakın olacak, sivil toplum kuruluşları ve diğer üniversiteler ile ağ kurabilmesini sağlamak amacıyla da Kütahya Dumlıpınar Üniversitesi'nin bir iç kuruluşu olmayacak. Şeytanın avukatı olabilecek, ülkenin karşılaştığı sorunlarda veri tabanlı ciddi analizler yapabilecek, ayakları yere basan politika alternatifleri üretebilecek, bunu sağlamak içinde sivil toplum ve bilim dünyası arasında köprü olabilecek bir kurum hedefliyorum. Bu proje benim için Türk sivil toplum ve akademik dünyasına sunulabilecek öncü bir proje KPM sivil toplum ve akademik dünya arasında köprü olmayı, bilgi ve veri bazlı uygulanabilir politikalar (siyasa) geliştirmeyi, kamuoyu ve siyasi karar vericilerin dikkatlerine sunmayı amaçlayacak. Merkez özerkliğini koruyabilmesi için de fonlanmasının projelerden ve diğer kaynaklardan sağlanan imkânlarla yapılması öngörülmekte. KPM’nin yapacağı etkinliklerin hemen hepsi projelerden sağlanan gelirlerle gerçekleştirilecek. .Son Söz: Bir "değer sistemi" olmadan, felsefe olmadan bununla ilgili bir zihniyet modeli oluşturmadan,  üniversite eğitiminin somut tarafının ortaya konulabileceğine hiçbir zaman inanmıyorum, "Bu bir zincir meselesi. Zincir aslında genel bir felsefeyle başlar. Eğitim-Öğretim felsefesiyle devam eder. Buna bağlı bir eğitim-öğretim teorisi gerekiyor. Yani bir kavram çerçevesi gerekiyor. Kavram çerçevesinden hareketle model kurulması gerekiyor. Modele bağlı strateji koymak, stratejiye bağlı yöntemler, teknikler ve uygulama zincirini kurmamız gerekiyor. Bu kurulmadığında sadece aktivite olur. Sadece birtakım etkinliklerle projelerle yetinmek zorunda kalırız.    Üniversite de kriter akademik başarı yanında  üniversitede herkese eşit yaklaşacak, katılımcı yönetim anlayışını benimsemiş, yönetimde deneyimli, karizmatik liderlik özelliklerine sahip, tertemiz lekesiz tüm paydaşları dışarıda bırakmayan tek bir bayrak altında toparlama gücü ve iradesi bulanan.kısacası özü sözü bir olan...Gerisi-lafu-guzaf... Dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik olarak "Türk Ulusunu” çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme,bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme,dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde edebilmek için Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirmek.Bu bağlamda; beşeri sermayemizin, aydınlık yarınlarımızın umudu olan gençlerimizi ;Fikri, Vicdanı ve İrfanı Hür olarak Kadim değerlere (İnancına, Tarihine , Kültürüne )bağlı analitik düşünen, tartışan , üreten bireyler olarak yetiştirmek. Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde... Üniversitelerin  özellikle de Türk üniversitelerinin olmazsa olmaz 4A'sı... Akıl, üniversite aklın teminatıdır Ahlak, bilimin olmazsa olmazı Adalet, eşitlikçi eğitimin temeli Adap, kadim Türk kültürüne saygı "Elimizden geleni değil, yapılması gerekeni yapmak gerek, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın.. İstihkâmlarınızı güçlendirime, zor zamanları fırsata çevirme zamanı. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun.  Aziz ülkemize gelince; ille bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı âdet edinin. Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır Türkiye’nin. Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.”   Saygılarımla. Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz"  kadar temiz olanların! Referanslar: https://goo.gl/xLnLQQ https://goo.gl/BKk5eh https://goo.gl/BVJ458 https://bit.ly/2HYkwzu Not:YÖK'ün üniversitelere karne verme kriterleri https://bit.ly/2OPVTWo Yüksek Öğretim kurumunun i-Eğitim-öğretim, ii-araştırma geliştirme,Proje,ve Yayın,iii-uluslararasılaşma,iv-Bütçe ve Finansman,  v-Toplumsal Hizmet ve Sosyal sorumluluk olarak  beş ana başlıkta toladığı kriterler. (*)Rektörlerin belirlenme yöntemi dünyadaki akademik gelenekler ve uygulamalar çerçevesinde tartışılması gereken en temel ve öncelikli meseledir. Ancak sistemi tartışırken, sorumluluk alanı gereği rektör atamalarında söz sahibi olan Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) aday değerlendirme sürecindeki rolünü de anlamak gerekir.Var olan rektör belirleme sisteminin yeniden düşünülmeye muhtaç yönlerini göz ardı edilemeyecek biçimde ortaya koymak gerekir..İlgilenenler için,   İlgilenenler için  diğer önemli bir not: 1 Mart 2019 tarihinde  Ankara ‘da katıldığım  toplantıda Cumhurbaşkanlığı Makamı'na arz edilmek üzere YÖK'e sunduğumuz 100 sayfalık "Öngörü Proje Raporumuz"  Cumhurbaşkanımıza arz edilmek üzere tekrar güncellenmiştir. 

Dünya Üniversitesi Yaratmada Vizyon Arayışları (2)

          İlk Söz: Büyük Senfoniler,  büyük orkestralarla ve en önemlisi “büyük şefler” ile, iyi orkestralarda iyi estürüman çalanlarla kurulur…Üniversitelerde…..o.e. Eski paradigma yanlış değildir, artık geçersiz hale gelmiştir. Yanlış işleri yapmamaya ve doğru işleri yapmaya başlamalıyız. İşleri doğru yapmak yetmiyor, doğru işleri de yapmak gerekiyor . "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. " Üniversiteler dünyanın her ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de toplumun en önemli kurumları olmuştur, olagelmiştir. Çünkü üniversiteler toplumun sosyal, siyasal, ekonomik olduğu gibi bilim, teknoloji, katma değer üretimi, çağdaş medeniyet seviyesine erişme, velhasıl topyekûn kalkınmanın tümünü içeren nadir kurumlardır. Toplumun dinamikleridir.  Üniversiteler, bilginin üretildiği, saklandığı, biriktirildiği ve sonra da o bilginin kullanılarak ete kemiğe büründürüldüğü bu kutsal mekânlar, aynı zamanda demokrasi kültürünün yeşertilip büyütüldüğü mekânlardır. Bu sebepledir ki; üniversitelerin bireyden devlet yönetimine ne kadar basamak var ise hepsine dokunan ve ülke geleceğinin inşası anlamında önemi çok büyüktür  Üniversitelerin dün de bugün de üç önemli görevi ve misyonu olmuştur. Öğrenci Yetiştirmek, Bilimsel Faaliyetlerde Bulunmak (Bilim Üretmek) ve Toplumun Sorunlarına Çareler aramak. Aristo’dan günümüze birçok aşamalardan geçen “üniversite” ler, hep bu üçlüye ilişkin faaliyetlerde bulunmuş ve şekillenmişlerdir..Bu bağlamda, Üniversite rektör adaylarının sadece öğretim üyelerinin katıldığı seçim sistemi ile  belirlenmesi yanlıştı. Kalkması çok iyi oldu. Üniversitede kısır,seviyesiz bir rektörlük seçim kampanya kulislerinin önünü kapattı. Bunun demokrasi ile de alakası yoktu. Mevcut sistem 12 eylülün ürünü bambaşka bir seçimdi..Sadece öğretim üyelerinin  (Yard.Doçent./Doçent ve profesör) oy kullandığı  bir seçim sistemi ...    Bunun "çalışanı" vardı.... "öğrencisi" vardı...Araştırma Görevlisi vardı...Okutmanı vardı...Uzmanı vardı.....(10.02.2019)         Rektör adaylarını belirleme seçiminin kapımızı çaldığı şu günlerde,   oy kullanacak tüm öğretim üyesi arkadaşlarım gibi ben de (mevcut sistemin bir gün değişeceğine olan umudumu yitirmeden) iyi bir rektör adayı arıyorum. Seçimler ve seçim sonrası gelişmeler, demokrasiyi kimin ne kadar anlayıp benimsediğini ortaya koymasıı açısından çok önemli..  "Türkiye Bilgi Toplumu aşamasını da kaçıran tipik ülke" noktasına taşımamak için  Başbakanımızın Yükseköğretim Akademik Arşiv  Projesi Tanıtım Toplantısı konuşması'nı çok önemsiyorum: Encyclopedia Britannica, üniversite sözcüğünün kökeninin Latince universitas magistrorum et scholarium sözcüklerinden kaynaklandığını belirtiyor; kabaca eğitmenler ve âlimler topluluğu anlamında... Bugünkü anlamda üniversitenin ilk nüvesinin 9. yüzyılda Salerno’da (İtalya) bir tıp okulu olarak ortaya çıkmış olduğu düşünülüyor. Daha sonra 11. yüzyılda Bologna, 1150’de Paris ve 11. yüzyılın sonunda Oxford, günümüzün çağdaş üniversitelerinin öncülleri olmuş. 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde üniversiteler artık çekirdek bir müfredat çerçevesinde yedi liberal sanat dalında eğitim sunmaktaymış: Gramer, mantık, retorik, geometri, aritmetik, astronomi ve müzik. 1810’a gelindiğinde ise Wilhelm von Humboldt, Berlin Üniversitesi’nin kuruluşuna yol açan üç temel ilkeyi duyurmaktadır: Araştırma ve eğitimin birlikteliği; eğitimin özgürlüğü ve akademinin özerkliği. Humboldt’un son ilkesi net ve açıktır: Akademik faaliyet, devletlerin kontrolünden ve müdahalelerinden korunmalıdır. Kendisinden kırk sene sonra, 1852’de, John Henry Newman ise üniversiteyi şöyle tanımlamaktadır: “Üniversite, her yerden, her bilim dalından öğrencilerin buluştuğu yerdir. (Orası) Binlerce farklı okulun özgürce katkı sağladığı; aklın özgürce dolaştığı ve paylaşıldığı; buluşların kesinleştirildiği ve mükemmelleştirildiği; yanlışların ortaya çıkarıldığı; aklın akıl ile bilginin bilgiyle çatıştığı yerdir.” Dolayısıyla çağdaş üniversiteler, insanlığın bin yılı aşkın bilimsel faaliyetlerinden süzülüp gelen ilkelerce biçimlenmiştir. Kısaca anımsayalım: Çağdaş üniversiteler bilimsel kuşku temelinde çalışır. Hiçbir dogma, hiçbir önyargı, hiçbir koşullandırma üniversiter faaliyeti yönlendiremez. “İnanç” bilime ait değildir, bilimsel olan kuşkudur. Üniversitelerin zaman ufku hem kısa hem de uzun dönemi kapsar. Üniversiteler, bir yandan öğrencileri toplumun her türlü güncel gereksinimine yanıt verecek şekilde, çağdaş sorunları çözümleyebilecek becerilerle donatarak yetiştirir iken öte yandan da soyutlamalar ve belirsizliklerle yoğrulmuş araştırma alanlarında uzun soluklu, sabır ve cefa gerektiren, sonuçları belki on yıllar sonrasında alınabilecek bilim serüvenlerine girişirler. Üniversitelerin bilimsel ve eğitsel faaliyetleri bir bütündür; bölünüp parçalanamaz, bir faaliyeti diğerinin önüne geçirilemez; hiyerarşi üniversitenin doğasına aykırıdır. Üniversiteler, ekonomik çıkar ve maliyet ilkelerine göre standartlaştırılmış bir ürün, fikir ya da tasarım peşinde olan işletmeler değildir. Üniversitelerin toplumsal çıktısı çok yönlü olmak zorundadır: Araştırma alanında yepyeni fikirler, daha evvelce hiç dile getirilmemiş, düşünülmemiş bilimsel uğraşlar verilir iken eğitim alanında yepyeni insanlara yeni bilgiler aktarılır, yepyeni beceriler kazandırılır. Dolayısıyla üniversitelerin temel uğraşı olarak, bilimsel çabanın başarı ölçütü ticari başarı ya da genel olarak ekonomik kazanç değildir. Bu noktada bir anlam karışıklığının önüne geçmek için açık olmak zorundayım: Üniversiteler “bilimin merkezidir” ama faaliyetleri “inovasyonun merkezi ya da yürütücüsü” anlamına indirgenemez. İnovasyon, kâr amacı güden şirketler kesiminin, bilimsel çabanın sonuçlarını piyasa faaliyetlerine uygulama biçimi olarak ortaya çıkar. Ekonomik getiri amacıyla bilimin uygulanma biçimi üniversitelerin değil, piyasada kazanç-maliyet muhasebesi yapan şirketler kesiminin faaliyetidir ve kesinlikle üniversitenin araştırma önceliğine dönüştürülemez. Dolayısıyla günümüzde çok popüler medyatik kavramlar olan “inovasyoncu üniversite” ya da “üniversite - sanayi işbirliği” gibi sözcükler, ancak ve ancak bilimsel çabayı odağına alan, özerk yönetimi olan ve bilimsel kuşkuculuğu ön plana koyan gerçek üniversiter çabanın bir uzantısı olarak şirketler kesiminde anlam taşıyabilir. Bilimin yönlendirilmesi veya daha geniş ifadeyle bilimsel çabaya müdahale, ister kâr amacıyla isterse siyasi çıkarlar ya da inançlar biçiminde olsun, üniversitenin özüne aykırıdır.  "Üniversite bu anlamda ve üniversitenin kökeni itibariyle geçmiş bütün eğitim kurumları insanlığın en ulvi müesseselerii. Bu ulvi özelliklerini koruyup insan doğasına, insan onuruna, insanın ihtiyaç hissettiği erdeme hitap ettiğinde ve onu tekrar ürettiğinde aslında onun üretildiği toplumlara büyük bir onur kazandırmış. Bunun olmadığı toplumlarda ise maalesef araçsallaşmış ve önemini kaybetmiştir. Bizim gönlümüz, zihnimiz, yüreğimiz bahsettiğim dördüncü harmanlanmada, yani küreselleşmenin getirdiği zihni ve bilgi kompozisyonunda Türk üniversitelerinin insanlığın önüne geçmesi ve tarihin öznesi, bilgi tarihinin öznesi olması. Sadece bilgi aktaran, yorumlayan değil bilgiyi üreten kurumlar haline dönüşmesir. Yeni Türkiye kavramını bugünlerde siyasi olarak çok kullanırken, aslında böylesi yeni Türkiye'nin inşasının da temeli yeni bir bilgi paradigmasının inşası ve yeni bir üniversite geleneğinin bütün o engin tecrübe üzerinde inşa edilmesi.Bilimi yol gösterici olarak,rehber olarak seçmeyen ülkelerin ileriye gidebilmesi mümkün değil.Onun içindir ki  büyük önder,"Benim mirasıma girmek isteyenler var sa,ancak aklı rehber alanlardır.Aklı rehber alanlar benim mirasıma girebilir."diyor.Bu nedenledir ki Türk halkı,bu cumhuriyetin genetik kodlarını oluşturan büyük önderin gösterdiği bu yol haritasını iyi yol haritası olarak seçmiş.Bu yolda ,sendelemeden,sekteye uğramadan yoluna devam edeceğine inancımız tam.Ve ona minettar.Şükran borçlu.Ve onu minnetle ve şükranla her zaman anmakta. Bu nedenle;"Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde.     Bu paradigma çerçevesinde;Türkiye Cumhurieti'nin Bekâsını" önemsiyen, Türkiye Cumhuriyetin genetik kodlarını oluşturan cumhuriyet ilkelerine bağlı ve bu paradigma çerçevesinde Nasıl bir eğitim?" sorusunun yanıtını verebilecek rektör adayı; medeniyet, kültür  ve kâdim değer tasavvurunu ve eğitim-öğretim kavrayışlarını bilen birisine oy verilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Fildişi kulesinde kendi gerçekleriyle yaşayan bir küçük üniversite mi,yoksa Türk eğitim dünyasında ağırlığı olan,toplumla ve diğer kurumlarla irtibatlı,kendine güvenen ve liderlik hedefleyen bir üniversite mi? Eğer "Üniversite" olarak eğitim hayatına ve yaşadığımız kente damga vurmayı düşünüyorsak öncelikli olarak lisansüstü programları güçlendirmeden araştırmaya önem veren bir üniversite olmak mümkün değil..."Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında" Kurumsal yönetimle ilgili  dört temel ilkeyi benimseyen (Adillik, Şeffaflık, Hesap verebilirlik ve Sorumluluk). Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabaları ve bu ülkü ile "Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme inancı tam.  Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme, bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme Üniversitelerde rektör seçimi, adaylar kadar oy verenlerin demokrasi algılarının  bir göstergesi.Bu algıların  neye göre şekilendiği de ayrı bir tartışma konusu. Türkiye'de rektörlerin atanma süreci Yüksek Öğretim Kurulunun tercihi ve Cumhurbaşkanı'nın onayı ile gerçekleşiyor.Kim ne derse desin Cumhurbaşkanlığı ataması da belirli bir seçim sürecinin sonucu. Cumhurbaşkanlığı makamıda  Yükseköğretim Kurumunun   belirlediği  bir adayı  atamakta , Son olarak "Her yönetim kendi ekibiyle çalışır. "Bundan doğal ne olabilir ki? ..   Unutulmaması gereken, insanları "şu şuna oy verdi-bu buna oy verdi" diye ayırıma tabi tutup, bu en kutsal haklarından dolayı onları kınayacak olanlar (böyle bir şey olmayacağı temenni edilir) demokrasiden, hoşgörüden insan haklarından ve hatta insanlıktan nasipsiz kimseler olup olmadığı sizlerin takdiri...İşinin gereğini yapma yerine, “herkesin abisi” olma yolunu tercih edenlerin bilgisizliği, ilkesizliği, kuralsızlığı, ölçüsüzlüğü ile onlara alkış tutanların bolluğu , ülkemizin çok şeyleri yitmesine yol açtı; yol açmaya da devam ediyor...       Bir rektörün görevi pro-aktif liderliktir.Üniversite hem ulusal herm de uluslararısı rekabet ortamında iş yapıyor,hızla değişen bir dünyaya,bilim ve teknoloji paridigmasına ayak uydurmak çalışıyorsa bir rektör kendi düşüncesinden olanlara "Ne istiyorsun? diye sormak şansına sahip değidir. Hedef öğretim üyesi,öğrencisi ve idari personeliyle herkesi bir fikir etrafında motive etmek,ileriye doğru götürebilmektir.Bunu yapıyorsan rektörsün zaten.Yapamıyorsan gündelik idarecisin.Sabah gelip,akşam gidip evrak imzalayan birisindir.En çok yaptığın da senato başkanlığından ileri gitmez.Bir rektörde olması gereken özellikler, bizim toplumun gündemindeki önemli konu ama, inanın bundan çeyrek yüzyıl önce aşmış olmamız gereken olgular. Ne yazık ki, bu çağda bütün üniversitelerin içselleştirmiş olmaları gereken ilkeleri ve kuralları bir rektör seçimi öncesinde anımsatmak zorunda kalıyor insan. Kalkınma ve refahı yaratma iddiasında olan bütün toplumlarda "geleceğin üniversitelerine ilişkin tasavvurlar ve tasarımlar" tartışma gündeminin ilk sıralarında yer almakta.    Türkiye'de akademik hayatı, sayıların, istatistiklerin, kurumsal, hukuksal bakışların dışında daha "küçük ölçekte" ele alacak, "ince antropolojik gözlemler"le betimleyecek çalışmalara da gerek olduğuna inanlardanım..Elbette, akademik yaşam içindeki özürlerin, haksızlıkların dile getirilmesi "akademik namus" açısından gerekli.. Yalnız;sürekli yakınmaların, iç dökmelerin ön plana çıktığı, "bizde bilim de, araştırma da bitmiştir" edebiyatı, "küçük ölçekte" araştırılan akademik hayatın ancak abartılmış bir kaç boyutunu dile getirmekte. Oysa, akademik hayat, bilgisiyle yaşayan, araştırıcı, eğitici insanların hayatı. Kadim değerlerle yaşanır. "Gerçek", "bulgu", "kuram", "gözlem", "yasa", "model"... bu değerlere ışık tutacak kimi kavramlar.....       Ortaya çıkmamış bilgileri gün ışığına çıkaran, eldeki verilere yeni yorumlar katabilen, yapılan yorumlara eleştiriler getirebilen, yeni tartışma, araştırma alanları açabilen Prototiplerin olduğu bir üniversiteyi,Dünya üniversiteleri içiersinde ilk onda olmayı, böyle bir akademik hayatı  düşlemek.bir hayal mi?....       Biz ise sıradan bir üniversite çalışanının bile gölge sadakati ile uyması gereken ilkeleri, üniversiteyi yönetecek olan rektörde arayan bir çıkmaza sürüklenmiş durumda. Kuramsız, çerçevesiz, modelsiz bir içsel dünya ve  bu dünya düşüncesi ile  ya da günübirlik kararlarla üniversiteyi yönetmeye aday olmak....     Bu vesileyle kendi perspektif ve deneyimlerimden esinlenerek tarihe bir not düşmek. Yaptığım için de müsterihim.Başkaları da aynı şeyi yaparsa güzel bir sentez çıkacaktır.Bu bağlamda ,düşündüklerimi 30 madde halinde sizlerle, rektör aday adaylarıyla ve özellikle rektör olarak atanacak şanslı kişiyle paylaşmak ve adayların bildirilerine bir seçmen olarak yanıt vermek  istedim: (NOT:Sıralanacak özellikler üniversaldır. Mevcut adaylardan kimisini öne çıkarmak veya karalamak amacı güdülmemiştir). 1- Toplumun kalkınmasının iki temel bileşeni olan kaynaklar ve değerler konusunda "değer teorisi" ni bilen ve  bu teori ışığında kentsel, bölgesel ve ulusal "fikirleri ve projeleri" olan, 2- "Bilgi teorisi" konusunda önerileri olan? Bu öneriler ışığında; önce bölgenin, sonra ülkenin ve giderek dünyanın gelişmesine katkılar sağlayacak olan, 3-  "insan doğası ve üniversite sorumluluğu" konusunda söyleyecek bir sözü olan, 4-  "öğrenme teorisi" üzerinde  ki düşünceleri perspektifinde (zihin haritasına) göre gelecekle ilgili projeleri geliştirebilen. 5- öğrenme teorisi  çerçevesinde, İş dünyasının haklı ve geçerli serzenişi olan: "Üniversiteler gerekli kalitede işgücü  yetiştirmiyor" uyarısını dikkate alan. Müfredatı arama konferansları ile güncelleyebilen. Kısaca "Stratejik Üniversite plânı" çerçevesinde arama konferansları yapabilen. 6-  "Anlamanın ve anlatmanın" gerekli araçlarından biri olan "aktarım teorisini" zihninde netleştirebilmiş olanı, Üniversitenin tüm yapısal  dokusunun değişmelere uyum yeteneğinii geliştirecek, 7-" Toplum teorisini" açık ve seçik anlatabilen ve bu teoriyle örtüşen tutarlı projeler üretebilecek olan 8-Kolektif kaynakları doğru yerde, doğru zamanda, doğru miktarda .etkili.etkin ve verimli olarak ne kadar harcama yeteneği/beceresini gösterebilen, 9- " Fırsat teorisine" ilişkin net bilgiye sahip olan Eline geçen olanakları rasyonel(fayda/maliyet analizi )koordine edebilen,   10-  Eğitim sisteminin temel işlevlerinden biri olan ve toplumda giderek çeşitlenen, yaygınlaşan ve derinleşen çıkarları dengeleyen birmeşrulaştırma ve uzlaşma temeli yaratan" Uzlaşma teorisi"ine sahip olan. Kısacası "Mehmet'in çıkarları ile Memleketin çıkarlarını dengeleyen" kararlar alabilen, 11-Adaleti, doğruluk, dürüstlük ve kâdim değerlerden ödün vermeyen, Yüksek Öğretim Kurulunun Yayınladığı ve tüm üniversitelere uyulması için gönderdiği "Yüksek Öğretim Kurumları Etik Davranış İlkeleri"yönergesine işine geldiği zaman uyan, işine gelmediği zaman uymayan davranış biçimi geliştirmeyecek, 12-İnsanları "bana yakın olanlar-bana uzak olanlar, bana oy verenler-bana oy vermeyenler, anadan doğma beni destekleyenler-sonradan beni destekleyenler, şucular-bucular diye ayırmayan ve tüm üniversitenin yöneticisi olmayı becerebilen, 13-Temel insan haklarına, yani düşünce inanç ve teşebbüs haklarına, ayrıca, akademik özgürlüğe sözde değil, gerçekten saygılı ve bağlı olan, inanç-ibadet ve düşüncelerinden dolayı insanları kınamayan.."Bekçi Murtaza /....görmüştür Kurs, almıştır amirlerinden takdir!...".olmayan.https://bit.ly/2JeOmRo 4-Etrafında çıkarcılara, dalkavuklara, yağcılara, yalancılara, iftiracılara, ispiyonculara ve tembellere yer vermeyen, 15-Öğretim üyelerini/elemanlarını, idari personeli ve öğrencileri düşüncelerine, sosyal gruplarına ve partilerine göre ayırmayan, Yani, belli bir görüşün,, cemaatin, grubun, derneğin ya da herhangi bir partinin adayı olmayan, 16-İkinci kez seçilip-seçilmeme endişesi taşımayan, 17-İnsanların özlük haklarıyla oynamayan, üniversiteyi "patrimonial" bir tarzda  "babadan kalma" ya da "babasının çiftliği"  sanıp, ulufe dağıtır gibi  kendi yandaşlarına ,yakınlarına,akrabalarına kadro dağıtımı yapmayan, yasalar çerçevesinde hak edene, kadrosunu  hiç bekletmeden  vermeyi  şiar (ilke) edinen...suyu getireni cezalandırıp, testiyi kıranı ödüllendirmeyen, Üniversitenin  Araştırma Geliştirme  ve diğer kaynaklarını hakça, adilce dağıtan.kayırmacılık yapımayan,.Yandaş, akraba eş dost kayırmayan ("nepotizm") yapmayan... https://bit.ly/2JIREZr 18-Tekelci, ben merkezci ve inatçı olmayan, "zat hastalığı" virüsünü taşımayan, 19-Bir iş ve görev için, torpillileri, şu veya bu görüşte olanları değil; sadece ve sadece en ehliyetlileri atayan. İşi ehline veren. 20-Taş üstüne taş koymayı bildiği kadar, omuz üstüne baş koymayı da bilen ve böylece üniversiteye en değerli beyinleri kazandırabilen, 21-Baş ile ayağı karıştırmayan ve bilhassa baş ile ayağı birbirine düşman etmeyen, 22-Genç akademisyenleri yönetici olmaya değil, çok iyi birer araştırıcı olmaya, laboratuarlara ve derslere girmeye teşvik eden, 23-Eleştirilere ve önerilere açık olan, 24- Hatadan dönmesini bilen, 25-Ben yaptım oldu demeyen, 26-Gücünü etkili-yetkili güç odaklarından değil, yasalardan, bilimden üniversiteden ve öğretim üye/elemanlarından alan, 27-Günlük politikada değil, bilim, teknoloji ve eğitim politikalarında vizyon sahibi olan. 28-Oluşturacağı sosyal, bilimsel ve eğitim komitelerini seferber ederek, daha huzurlu ve daha çağdaş bir üniversitenin alt yapısını oluşturan, 29-"Yönettiğim insanların en iyisi, en akıllısı ve en dürüstü benim" zannına kapılmayan, 30- Haksız, adaletsiz, yanlı davranış, tutum ve tasarruflarının karşısında olan.  Haksısızlık karşısında  susup dilsiz şeytan olmayan  İşte böyle bir prototip arıyoruz.... Bütün bu özelliklere sahip olduğuna inandığım bir aday bulabilirsem oyumu gönül rahatlığı ile kullanacağım. Bulamazsam, mevcutlardan en uygun birine ya da boş oy kullanmayı tercih etme zorunda kalacağım. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ne İlişkin Ana Projelerimin özeti (*) : Başarılı bir işin beş temel bileşeni vardır: Ortak değerlerde birleşme, ortak irade oluşturma, ortak yararlarda uzlaşma, ortak projeler üretme ve ortak kurumlar oluşturma.... 1. Sivil Toplum Destekli Girişimci Üniversite Modelini Hayata Geçirmek Üniversite, Üniversite Vakıfı ve Üniversite Mezunlar Derneği; kemale ermiş, para kazanmış mümtaz, toplumda  saygıdeğer konumlarda bulunan kimselerin temsil edildiği bir yer olacak. Dernek ise tüm mezunların eşit temsil edildiği, eşit katkıda bulunduğu, mezunlar arası dayanışmayı ve üniversiteyle özdeşleşmeyi teşvik eden bir kurum olacak. "Sivil toplum destekli girişimci üniversite" modeli ana hatlarıyla bu çerçevede örgütlenmesiyle kurulacak ve Kütahya ile sağlam temelli ilişkiler kurularak kentsel politikaların üretilmesi ve uygulanması noktasında etkin bir akademik/bilgi desteği sağlanacak. Kütahya Dumlupınar üniversitesi; eğitim, kültür, sanat, sağlık, spor, sosyal hizmetler vb. gibi hizmet alanlarında kentin yerel dinamiklerine ve/ya yerel yönetimlere etkin bir akademik destek vermesi planlanmakta. Bunun etkin mecralarını (iş birliği protokolleri vd.) var etmek suretiyle kent ile üniversitenin bütünleşik biçimde bir değer üretmesi amaçlanmakta. Bu destek, etkin ve verimli bir kentsel hizmet anlayışı doğrultusunda gerekli olan bilgisel ve kültürel katkıyı da temin edecek. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, kendine özgü tarihi ve kültürel dokusu ile sosyolojik yapısı olan Kütahya’nın marka değerine farklı bir boyuttan katkı sağlamak. Araştırma ve/veya eğitim-öğretim kapasiteleri açısından markalaşacak Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, yerleşik bulunduğu Kütahya’nın global ölçekte erişilebilirliğine ve uluslararası tanınırlığına anlamlı bir değer katacak. Toplumsal sorumlulukları doğrultusunda Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, kentin, tarihi, doğası ve kültürel varlığını keşfedici bir işlev üstlenecek. Çevre ve enerji ilişkisi ve doğal kaynakların verimli kullanımı gibi konulardaki sosyal ve kültürel sorumluluk projeleri ile kentte yaşam kalitesini artırmaya yönelik bir misyon icra edecek. Bu misyonu gerçekleştirme konusundaki akademik öncülük, kent toplumunda yaygın bir toplumsal bilinçlilik düzeyi var edecek. Girişimci Üniversite Modeli; hemen akla piyasa çağrışımı getirdiği için. Ben bu tanımı o anlamda kullanmıyorum. Üniversite de girişimcilik çok başka. Çünkü üniversite yatay bir organizasyon. Herkesin söz sahibi olma, sorgulama hakkı var. Dolayısıyla çok farklı piyasa girişimciliğinden. Türkiye’de herkes hiyerarşik bir yönetime alışmış. Herkes birbirine şüpheyle bakıyor. Ben ise Kapalıçarşı modeline bakıyorum. Esnafa gidiyorsun, cebinden para çıkmıyorsa ‘’yarın gelir verirsin’’ diyor. İşte bu sistemi izleyerek, beraber çalışarak, yanındakine güvenerek, şeffaf olarak aslında çok güzel işler yapabilirsin. Benim DPÜ’deki yimibeş yıllık yöneticilik tecrübem budur. Hürmet, şeffaflık, birlikte çalışmak ve güven. İnsanlara bunu verdiğiniz zaman inanılmaz işler yapabilirsiniz. Demokrasi sözü bana çok popülist geliyor. Hürmet, şeffaflık, dinleme gibi kavramları kullanmayı tercih ederim. Çok demokrat gibi olup otoriter de olursun. Demokrat olmak çok özgürlükçü biri olduğunuz anlamına gelmez. İnsanları daima kazanmak gerektiği konusundaki ilkem sadece bir eğitimci olarak değil; bir yönetici olarak kurumsal başarıyı oluşturan arka planı daha iyi anlamamızı sağlıyor İkinci aşamada ana strateji olarak üniversitenin kente yönelimi. ‘Kendini yöneten kentine yönelen bir üniversite” sloganıyla hareket etmek. Sürdürülebilir rekabet için evrensel bilgi ve teknolojiler geliştirerek bölgenin gelişmesine ve ülke kalkınmasına katkı sağlayan bir teknoloji üretim merkezi olmak.Bölgemiz ve ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda, ileri bilgi ve teknolojiye dayalı yüksek katma değerli ürünler üretebilmek için ulusal ve uluslararası şirketleri bir araya getirerek üniversite-sanayi işbirliği ile akademisyen, girişimci, şirket ve çalışanlara, yüksek standartta Ar-Ge ve Teknopark hizmeti sunmak. 2. Üniversite Yönetişim Modelini Kurumsallaştırmak Kurumsallaşma (Reorganizasyon) Yönetsel ve Akademik Rotada Değişim: Yeni Yol Haritası. Üniversitenin öncelikle kendini iyi yönetmesi gerekiyor. Kendini yönetemeyen, iç  dinamiklerini harekete geçiremeyen akdeminin dışsal bir fayda sağlaması imkansız. Bu bağlamda stratejik amaçlarımızın başında üniversitemizin teslim aldığı kültürel mirasa sahip çıkma ve geliştirmeye devam ettirme. Bu çerçevede akademik ilke ve değerleri savunarak Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ni farklı kılan üniversite yönetişim modelini kurumsallaştırmak. Üniversitemizde bilimsel çalışmalarla, akademik programlarla ve yetiştirilen insan gücü ile yaşadığımız toplumun ekonomik refahının yanı sıra sosyal ve kültürel esenliğine katkıda bulunmak. Özgürlük ve medeni ilişkiler çerçevesinde birlikte yaşam. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi bir medeniyet ve sulh ortamında söyleyeceğini söyleyebilen çözüm odaklı bir kurum olacak ve bu konumunu gelecekte de muhafaza edecek.  Birbirine hürmet, şeffaflık ve güven. Hayatta en önemli güç bir yönetici için etrafında olan biteni dinlemek, radarlarını hep açık tutarak kazanılır. Bu nasıl olur? İnsanların arasına karışarak, onları dinleyerek sorunları çözme. Ben eğitime yalnız şu kadar matematik, bu kadar fizik diye bakmıyorum. Sorumlu vatandaşlar da yetiştirebilmemiz gerek. Üniversitemizin en büyük ihtiyacı bu. Ben kendime hep şu kuralı koydum: İnsanlar beni bugün alkışlamasın ama 10 sene sonra alkışlasın. Çoğulluk, açıklık ve özgürlük ilkelerini sahiplenerek bilimsel akıl ile sosyal aklı birlikte çoğaltacak çalışmalarla ve etkinliklerle daha demokratik ve kapsayıcı bir gelecek için öğrencilerimize faydalı olmak. Bir kamu üniversitesi olarak farklı toplumsal kesimlere farklı ihtiyaçlarına cevap verebilecek teknolojiler, projeler ve bilimsel eserler üretmek. Ürettiğimiz bilgi ile eğitimin ve bunları üretme yollarımızın kamusal olma özelliğini yitirmemesine özen göstermek. Günümüzün kaotik koşullarında farklı kulvarlarda bu süreçleri birlikte başarıyla götürmek. Bunu yaparken uluslararası sıralamalarda yükselmek, üniversitemize yeni projeler kazandırmak, performans ölçütleri ile uyumlu biçimde sonuca odaklı faaliyetlerde bulunmak. Bununla birlikte yaptığımız işler arasında belki de en önemlisinin yaratıcılığı ön planda tutan, eleştirel düşünceyi ve yeni sorular sorulmasını destekleyecek altyapıyı kurmak. Böylelikle bir yandan akademik anlamda mükemmeliyete ulaşırken bir yandan da toplumsal ve ekolojik anlamda sürdürülebilir bir dünya kurmak için daha demokratik ve kapsayıcı yeni değerler yaratmamız mümkün olacak. Yeni stratejik planımızın oluşumuna katkı sağlayan çok sayıda ve her gruptan üniversite mensubunun, stratejik planda yer alacak faaliyetlerin yürütülmesi, izlenmesi ve değerlendirilmesi konusundaki niyet ve kararlılıklarının planın hayata geçirilmesinin en önemli güvencesi olacağı inancındayım. Akademik, bilimsel ve kültürel faaliyetlerimizle daha iyi bir geleceğin şekillenmesine katkıda bulunmak, Kurumsal değerlerimizi sahiplenen, yaratıcı ve eleştirel düşünen, özgür ve özgürlükçü, etik değerleri önemseyen, doğa ve çevre bilinci gelişmiş, yerele kök salmış, evrensele açık, bilimsel, sosyal ve kültürel formasyonu ve özgüveni ile üstleneceği mesleki ve sosyal sorumlulukları başarıyla yerine getirecek bireyler yetiştirmek; evrensel boyutta düşünce, bilim ve teknoloji üreterek insanlığın hizmetine sunmak ve bilim, sanat ve kültürün toplumda yer bulmasında ve yaygınlık kazanmasında yardımcı ve öncü olmak. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İleri Teknoloji Merkezi  (İLTEM) bünyesinde kurulacak Tarım Ar-Ge Merkezi aracılığı ile özellikle Altıntaş-Aslanapa ovalarında  tohum ıslahı üzerine çalışmalar yapmak. Yerli sermayeli, yerli üretimle piyasada özellikle hastalıklara dayanıklı, verimliliği yüksek ürünler üzerine çalışmak. Dünya Üniversiteler Birliği'ne ve Avrupa Üniversiteler Birliği’ne üye Kadın Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi kurmak. Bu merkez  aracılığı ile Kütahya’ nın el sanat değerleri olan çini işlemeciliği, halıcılık, telkâri vb. geliştirmek. 3. Kütahya Politikalar Merkezi (KPM) Bu merkez üniversite ile ilişkili ama özerk bir kurum olacak. Üniversite’nin bürokrasi ve organizasyon şemasında hiyerarşik olarak yer almayacak, hiçbir fakülteye bağlı olmayacak. Müdürünün doğrudan rektöre ve mütevelli heyetine sorumlu olduğu bir yapı olacak. Bu kurum üniversiteye ancak yeteri kadar yakın olacak, sivil toplum kuruluşları ve diğer üniversiteler ile ağ kurabilmesini sağlamak amacıyla da Kütahya Dumlıpınar Üniversitesi'nin bir iç kuruluşu olmayacak. Şeytanın avukatı olabilecek, ülkenin karşılaştığı sorunlarda veri tabanlı ciddi analizler yapabilecek, ayakları yere basan politika alternatifleri üretebilecek, bunu sağlamak içinde sivil toplum ve bilim dünyası arasında köprü olabilecek bir kurum hedefliyorum. Bu proje benim için Türk sivil toplum ve akademik dünyasına sunulabilecek öncü bir proje KPM sivil toplum ve akademik dünya arasında köprü olmayı, bilgi ve veri bazlı uygulanabilir politikalar (siyasa) geliştirmeyi, kamuoyu ve siyasi karar vericilerin dikkatlerine sunmayı amaçlayacak. Merkez özerkliğini koruyabilmesi için de fonlanmasının projelerden ve diğer kaynaklardan sağlanan imkânlarla yapılması öngörülmekte. KPM’nin yapacağı etkinliklerin hemen hepsi projelerden sağlanan gelirlerle gerçekleştirilecek. .Son Söz:  Bir "değer sistemi" olmadan, felsefe olmadan bununla ilgili bir zihniyet modeli oluşturmadan,  üniversite eğitiminin somut tarafının ortaya konulabileceğine hiçbir zaman inanmıyorum, "Bu bir zincir meselesi. Zincir aslında genel bir felsefeyle başlar. Eğitim felsefesiyle devam eder. Buna bağlı bir eğitim teorisi gerekiyor. Yani bir kavram çerçevesi gerekiyor. Kavram çerçevesinden hareketle model kurulması gerekiyor. Modele bağlı strateji koymak, stratejiye bağlı yöntemler, teknikler ve uygulama zincirini kurmamız gerekiyor. Bu kurulmadığında sadece aktivite olur. Sadece birtakım etkinliklerle projelerle yetinmek zorunda kalırız.      Dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik olarak "Türk Ulusunu” çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme,bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme,dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde edebilmek için Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirmek.Bu bağlamda; beşeri sermayemizin, aydınlık yarınlarımızın umudu olan gençlerimizi ;Fikri, Vicdanı ve İrfanı Hür olarak Kadim değerlere (İnancına, Tarihine , Kültürüne )bağlı analitik düşünen, tartışan , üreten bireyler olarak yetiştirmek. Bir ülkede her türlü: Yolsuzluk, Hukuksuzluk, Adaletsizlik, Kayırmacılık, Milliyetçilik ( SAHTE Milliyetçilik) adı altında ve arkasında aklanıyorsa, O ülke sefilliğe batar... GERÇEK Vatanseverlik, ülkesi için Hukuk, Adalet ve Liyakat istemekle başlar.. Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde...   Üniversitelerin  özellikle de Türk üniversitelerinin olmazsa olmaz 4A'sı... Akıl, üniversite aklın teminatıdır Ahlak, bilimin olmazsa olmazı Adalet, eşitlikçi eğitimin temeli Adap, kadim Türk kültürüne saygı "Elimizden geleni değil, yapılması gerekeni yapmak gerek, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın.. İstihkâmlarınızı güçlendirime, zor zamanları fırsata çevirme zamanı. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun.  Aziz ülkemize gelince; ille bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı âdet edinin. Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır Türkiye’nin. Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.” Saygılarımla. Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz"  kadar temiz olanların! https://goo.gl/BKk5eh https://goo.gl/BVJ458 ---------------------- (*)Rektörlerin belirlenme yöntemi dünyadaki akademik gelenekler ve uygulamalar çerçevesinde tartışılması gereken en temel ve öncelikli meseledir. Ancak sistemi tartışırken, sorumluluk alanı gereği rektör atamalarında söz sahibi olan Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) aday değerlendirme sürecindeki rolünü de anlamak gerekir.Var olan rektör belirleme sisteminin yeniden düşünülmeye muhtaç yönlerini göz ardı edilemeyecek biçimde ortaya koymak gerekir..İlgilenenler için, Cumhurbaşkanlığı Makamı'na arz edilmek üzere YÖK'e sunduğumuz "Öngörü Proje Raporu" nun tamamı  100 sh.dır lgilenenler İçin  Bir not: ABD'de farklı yönetim modelleri uygulanıyor: Amerika Birleşik Devletleri'nde Anglo-sakson yönetim modelini uygulayan üniversitelerde rektör, üniversite yönetim kurulu tarafından ve üniversite dışından seçiliyor. Rektör, Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. Harvard Üniversitesi'nin kendine özgü bir modelinde rektör ataması mezunlar derneği tarafından yapılıyor. New York State Üniversitesi'nde ise rektörü üniversite personeli seçiyor, atanma işlemi mütevelli heyeti tarafından yapılıyor.   İngiltere İngiliz üniversitelerinde rektör, profesörlerin haricinde özel sektör temsilcileri ve öğrencilerin de üye olduğu üniversite komiteleri tarafından aday gösteriliyor ve üniversite konseyi tarafından süresiz olarak atanıyor. AB ülkeleri Almanya: Aralarında öğrenci temsilcilerinin de olduğu üniversite kurulu, rektör adayını belirleyip Eyalet eğitim bakanının onayına sunuyor. Rektör atama yetkisine sahip Eyalet eğitim bakanı, belirlenen adayı veto ederse kurul yeni bir aday belirliyor. Fransa: Rektör, öğretmen, öğrenci ve akademik personelden oluşan kişilerce seçilerek üniversite konseyine sunuluyor. Hollanda: Özel üniversitelerde rektör mütevelli heyeti tarafından atanırken kamu üniversitelerinde adaylar Bakanlar Kurulu tarafından tespit ediliyor ve Kraliçe adına Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. İtalya: Rektör seçimine okul idaresi, akademik kadro ve öğrenci temsilcileri katılıyor ve atama Eğitim Bakanı tarafından yapılıyor. Yunanistan: Seçiciler kurulunun üniversitenin profesör ve doçentleri arasından seçtiği rektör Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. İsveç: Aralarında bir öğrenci temsilcisinin bulunduğu 11 üyeli Üniversite Yönetim Kurulu'nun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından atanıyor.

Fatih Olmak Bilimle, Kültürle, Bilgiyle ve Vizyonla İlgili. ...

  Fatih olmak bilimle, kültürle, bilgiyle ve vizyonla ilgili. ...   II. Mehmed nasıl mı Fatih oldu? Şahsi kütüphanesinde 10 dilde 5 bini aşkın kitap vardı (I. Mahmud camiye kütüphane ekledi kitaplar için). Vefatı 1481. Bügün dünyanın üniversite kütüphanesi olan Harvard 1636’da kurulduğunda 40 kitapla başladı. "Fatih Sultan Mehmed tüm zamanların en entelektüel mareşaliydi.Yunanca okur ve dinlerdi. İtalyanca konuşurdu.Rönesans döneminin Doğu-Batı medeniyetine hakim en renkli münevveriydi... " Fatih tüm zamanların en entelektüel mareşaliydi Şehri kuşatan ordu hakkında bir ittifak yok gibi. 200-300 bin diyen de var, 30 bin diyen de. Kaç kişiyle fethedildi İstanbul? 300 bin asker mümkün değil. Bu kadar askeri ne beslemek mümkün ne de barındırmak... Hastalık yayılırdı; orduda önemli olan hijyen kuralları tatbik edilemezdi... Öyle 20-30 binle de İstanbul alınmaz. Biraz daha fazla olması lazım askerlerin. 50 bini geçmez. Fatih’in merkez kapıkulu askeri devrinde 12 bin civarıdır ama çok düzenlilerdir. Burada esas önemli olan bu düzen ve stratejidir. Fatih tüm zamanların en entelektüel mareşali ve döneminin de en bilgin hükümdarıdır çünkü. Çok anlatılır, gemileri karadan yürüterek mi alındı İstanbul? Hayır, İstanbul esasen kara savaşıyla alındı. Gemi manevrası daha çok bir şaşırtmacadır, şok etkisidir. Hafif gemiler Haliç surlarına pek bir şey yapamaz. 6 Nisan’da kuşatma başladı; 53 gün boyunca bu gördüğünüz surlar top ateşiyle dövüldükten sonra açılan gediklerden içeri 29 Mayıs’ta girildi. Üstelik öyle kötü bir savunma da yoktu Bizans tarafında. Şehri 13’üncü yüzyılda (1261) Haçlı istilasından kurtaran Paleolog soyunun son hükümdarı olan XI. Konstantin Paleologos fedakârca savaşmıştır. Biraz önce söylediğim gibi esas savunma karadaydı; Osmanlı ordusu yine de Haliç’e gerilen zinciri de aşmıştır. Bunu görmek isteyen, Askeri Müze’ye gitsin. Zincirin bir parçası halen orada. “Bu gemiler hiç karadan yürümedi” diyen de var. Nasıl değerlendirirsiniz?  - Gemilerin yürütülmediği iddiaları boş. Tüm tanıklıklar, Bizans, Latin kaynakları gemilerinin yürütüldüğünü anlatıyor. Nasıl bir düzenden bahsediyorsunuz?  - Asya tipi süvarilerin dayanıklılığı var ama önce II. Murat sonra da Fatih gerçek anlamda düzen getirdi. Fatih ayrıca ateşli silahları kullanmayı biliyordu ve iyi bir stratejistti. Boğazlar kesilince düştü İstanbul. Karadeniz’deki Ceneviz kolonilerinden yardım, tahıl, bal gelmesi önlendi.  Fatih Mareşal Hastalığından Öldü Ayasofya’nın Atatürk’ün emriyle müze yapılması için ne diyorsunuz? Camiye çevrilmesi için yıllardır bir tartışma var. - Şimdi kıyamet kopuyor; Türklerin Ayasofya ile ilgili utanacak hiçbir şeyleri olduğunu düşünmüyorum. Ama Kurtuba’daki mescit yüzünden İspanyolların biraz utanması gerekir çünkü İspanya Kralı V. Karlos’un içeriye inşa ettirdiği katedral çirkindir, o sütun ormanını, o Bizans tipi mozaikleri mahvetmiştir. Ayasofya’nın 1934’te müze olması müthiş bir fikirdir. Medeniyete bir hediyemizdir. Böyle bir bina bir daha yapılamadı çünkü. Fatih’e Fetih’ten sonra Hıristiyanlığı kabul etmesinin önerildiği doğru mu? - II. Pius’un Fatih’e bir mektup yazdığı ve bunu ulaştırdığı iddia edildi. Bu tarihçi Babinger’in bir spekülasyonudur. Böyle bir mektup gerçekten var ama Fatih’e gönderilmiş değil,.  Nerede peki? - Vatikan arşivlerinde. Yazılmış evet ama ulaştırılmamış. Vatikan’da oryantalist Peder Vincenzo Poggi bunu tespit etti. II. Pius önce böylesinin kendileri açısından hayırlı olacağını düşünmüş belki ama sonra bu taktiğin işe yaramayacağını, Fatih’e kabul ettiremeyeceğini de anlamış. “Azıcık suya ihtiyacın var” demiş orada, yani vaftiz edilmeye. “Dünyaya hâkim olursun böylece” demiş. Öyle şey olur mu? Alacaktı Fatih Batı’yı ama ayrı bir şekilde teşkilatlandıracaktı. Eh öyle de oldu zaten. Otranto Seferi’ni biliyorsun Gedik Ahmet Paşa’nın... İyonya Adası’nı alarak yola çıktı; İtalya’da Otranto’yu kuşattı ve aldı. Fatih de bir sene sonra karadan geliyordu. Gebze’deydi. Bu ordunun İtalya’ya açılacağı belliydi. Maalesef zehirlendi ve öldü Kim zehirledi? - Rivayet çok. Ağır gut hastalığı vardı Fatih’in. ‘Nekris’ de denir. Tedavisi yoktu; ‘kocakarı tıbbı’ ile palyatif ilaçlarla tedavi olmaya çalışıyordu. Mareşal hastalığıdır zaten bu. Ne demek mareşal hastalığı? - Eti yersin, attan inmezsin, çizme çıkmaz ayağından, şişer bacaklar... Fatih’in ilacı hazırlanıyor ve bu şekilde de “Zehirlendi” deniyor Venedikli bir doktor tarafından... Fatih ölünce bu Batı seferi de akîm kaldı. Rönesans Fetihle Başlamadı Rönesans’ın başlamasını İstanbul’un fethine yorarlar. Şehirden kaçan âlimlerin Batı’da bilimi geliştirdiği söylenir. - Çoktan gitmişti o âlimler zaten. Hem 1452 Konstantinapol ne derece klasik Yunan düşüncesini yaşatıyordu, belli değil. Kütüphaneler ne durumdaydı, belli değil. Kaldı ki Yunan düşüncesi özellikle Doğu’da zaten hep hâkimdi. Enerji nasıl kaybolmuyorsa, medeniyet ve ilim de kaybolmuyor. Doğu Roma’nın kitap zenginliği, uzman nakli 14’ncü asırdan beri yapılıyordu. Peki neye yol açtı İstanbul’un fethi? - Roma İmparatorluğu yeniden kuruldu. Biz Balkanlar ve Anadolu’daydık; rahatça gelişmemizi sağladı. İstanbul’un ekonomik gelişmesi çok arttı. Balkanlar da bu şekilde gelişti. Çok geri bir dünyaydı orası; köprü gördüler, han gördüler... Dünyaya yeniden entegre oldu. Eskiden Şenliklerde Türkçülük Hâkimdi Son dönemde Fetih şenlikleri daha bir coşkuyla kutlanıyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? - 1950’lerde başlandı şenliklere. Milliyetçiler başladı; Nihat Sami Banarlı ya da dinle pek ilgisi olmayan Atsız gibi adamlar başlattı. Ondan sonra durduruldu. Bir başka muhafazakâr, tarihçi ve dışişleri bakanı Fuad Köprülü tarafından Neden? - “Yunanistan bize gücenir” dediler. Niye gücensin? - İkinci harpten sonra Yunanistan ile Türkiye’nin arası muazzam ölçüde iyiydi. Başbakan Çaldaris o zaman Türkiye ile konfederasyondan bahsediyordu. Çünkü komünistleşen Balkanlı devletler çemberinden ürküyordu. Asker bu havaya uydu ve adeta resmen sabotaja uğradı. Bu şekilde bitti şenlikler. Şimdikiler de kendilerine göre değerlendiriyor. O zaman Türkçülük hâkimdi şimdi daha dindar motifler kullanılıyor; fark bu. Edepsizlik İltifattan Cesaret Alır “İstanbul bir umuttur, dirençtir” diyorsunuz son kitabınızda. Neden? - İstanbul her zaman yeni bir atılım, bir umuttur. Birinci harpten sonra da dirençle neredeyse eşanlamlıdır. Gene de onun kültürünü, yapısını korumak için direnmemiz lazım. Neye karşı direnmek lazım? - İstanbul’u estetik açıdan mahvedenlere, menfaat çetelerine, hırsızlara karşı. O çirkin binalarda oturmayacaksın. O binaları yapanlara selam vermeyeceksin, onay veren siyasetçiye oy vermeyeceksin, iltifat etmeyeceksin. Çünkü marifet iltifata tabidir evet ama edepsizlik de iltifattan cesaret alır. Gemiler Beşiktaş’tan Yürüdü Gemilerin yürütülmesi çok önceden planlandı. Bu planda Çifte Sütunlar mevkii çok önemli, o bölgeyi tarif ediyorlar. Orası da Beşiktaş civarına denk düşüyor. Feridun Emecen’in son monografisinde (Fetih ve Kıyamet: 1453) bu böyle... Buradan gemilerin çekilmiş olması da akla daha uygun geliyor. Yolların onarılması, gemilerin hazırlanması, bir ay önceden başlanılan bir işlemdir. Gemileri birden karşısında bulan Bizans tarafı bunun bir gecede olduğunu düşündü. Tabii bu söz konusu değil. Üstelik bu hareketi Galata Kulesi’nden görme şansları da olabilirdi. Fakat Zağanos Paşa’nın kuvvetleri perdelediği için bu mümkün olamadı. İddia edildiği gibi gemileri Tophane kısmından indirmeye başlasalardı, hemen Galata’nın dibi olan bu mevkiden görülmemesi imkânsızdı. (İlber Ortaylı’nın son kitabı Türklerin Tarihi’nden alıntı.)        

“Doğu Hindistan Şirketi, Kurumsal Şiddet ve Bir İmparatorluğun Yağmalanması “ / İngiliz Raj‘ In Muhasebesi

Doğu Hindistan Şirketi, Kurumsal Şiddet ve Bir İmparatorluğun Yağmalanması...  İngiliz Raj'ın Muhasebesi / Bilançosu ... İlk Söz: Küresel güçler; sürdürülebilir refahları İçin, tarih boyunca her zaman kaba kuvvet yoluyla yerküreden daha büyük bir dilim kapma yoluna gitti ve gitmeye de devam ediyorlar. Tüm Dünyada oynan kirli oyun göründüğünden daha karmaşık ve planlı...Çok tehlikeli bir oyun ..Sürdürülebilir Refahları İçin Enerji Savaşları / Bir bölge / Bir Ülke "cambaza bak" ülkesi yapılırken "onlar aslında her yerdeler ...  Bir kıssadan bin hisse  "Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır."[1]https://bit.ly/3IoixSv    Londra’nın bir köşesinde özel bir önemi olmayan küçük bir şirket olarak ortaya çıkan  "Doğu Hindistan Şirketi" nin  emperryal yolculuğu çok sade, sürükleyici ve yer yer de kara mizaha varan bir dille aktarılan  kitabın temel savlarını kısaca tartışmadan vurgulamak gerekiyor. Bir şirketin ‘devlet’e hatta imparatorluğa dönüşmesi, yani, işgal ettiği topraklarda o ülkenin yerlileriyle ‘ordular’ kurması! Belki de insanlığın şu anda içinde bulunduğu tarihsel andan geriye dönük her ayağı yere basan genel muhasebe bu kara mizahi tonu ile algılamak  zorunda.olduğumuzu sade bir dille anlatıyor. Bir örnek vermek gerekirse; yazar  yapılanların öneminin altını çizerken şunu da eklemekte:   “tarihteki en büyük dolandırıcılık / yağmacılık/çökme (ganimet) ” olarak nitelerken yine aynı kara mizahi kitabın tüm satırlarına egemen.  Yazarın temel savlarının ortaya koyulmasında bu tarihi ironilerin altını ustalıkla çizdiğini ve  bir şirketin nasıl emperyal bir güç haline  dönüştüğünün objektif  bir perspektifden dile getiriyor. Zira kitap Doğu Hindistan Şirketinin büyümesini  anlatırken domino ya da kelebek etkisi gibi  “yıkıntıları birbiri üstüne yığan felaketler”i de işaret etmekten geri kalmıyor.    Londra'da  küçük bir ofisten yönetilirken binlerce mil ötede bulunan bir imparatorluğu ve sayısız bölgeyi hâkimiyeti altına alan; elli yıl gibi kısa bir süre içerisinde İngiliz ordusundan neredeyse iki katı büyüklüğünde askeri bir güce ulaşan Doğu Hindistan Şirketi'nin 1600’li yıllardan 1800’e kadar Hindistan’ı nasıl sömürdüğününün sıra dışı hikayesini anlatan bir kitap.  Şirket, 17. yüzyılın hemen başında uzun soluklu Hindistan serüvenine başlayan İngiltere menşeli bu şirket, öncelikli olarak daha ılımlı ve kalıcı ticari ilişkilere yönelir. ve kısa zamanda Babürlü sarayında bir etkinlik sahası rlde eder. Sahip olduğu etkinliği ve  kazanımlarını korumak için askeri yapılanma politikası güder. Özellikle ticari merkezlerin korunması konusunda hassas bir politika güden şirket, İngiliz askerlerin yanında yine İngiliz subayların emri altında olmak üzere asker ihtiyacını yerli halktan karşılamaya başlar (Sepoylar). iki yüz bin kişilik askerî gücüyle birlikte saldırgan bir güce dönüşür ve1765 yılında Babür imparatorunu esir alarak eyaletlerin yönetimini eline geçirir. 18. ve 19. yüzyıllarda Bengal ve Delhi gibi merkezî bölgeleri ele geçiren Doğu Hindistan Şirketi, zaman içerisinde Hindistan'ın neredeyse tamamını kontrolü altına alır..  Doğu Hindistan Şirketi, ılımlı ve kalıcı ticari ilişkilerden elde ettiği kazanımlarını koruma adına İngiliz subayların emri altında yerli halktan devşirdikleri (Sepoylar) ile iki yüz bin kişilik saldırgan askerî güce nasıl dönüştürdüklerini, yerli işbirlikçi burjuva sınıfı ile Hint halkını tam anlamıyla nasıl köle haline getirdiklerini, 1800 yılına kadar çıkarttıkları iç savaşlarla  Dünyanın en zengin ülkesi olan Hindistan’ı, dünyanın en yoksul çaresiz zavallı ülkesi haline nasıl dönüştürdüklerini ve Hindistan’ın bütün zenginliklerini varlıklarını altınlarını, kârlarını  300 yıl boyunca  İngiltere’ye nasıl taşıdıklarının ibretlik hikayesi..  1600 yıllarında ilk İngiliz gemiciler Hindistan’a vardığında, Babür Sultanıyla bir kez olsun görüşebilmek için iki yıl kapıda beklemek zorunda kaldıklarını  ve gördükleri şatafat ve saltanat manzarası karşısında ağızları açık kaldıklarının altı çiziliyor.. İlk gemiciler Hindistan’a vardıklarında o güne kadar dünya tarihinin gelmiş geçmiş en zengin ülkesiyle karşılaşıyor! Ticaret gibi küçük limanlara yanaşma gibi   masum istekler yavaş yavaş büyüyerek toprak isteme , para basma gibi ayrıcalıklara (Kapitülasyonlara) dönüşümünü1800 yılına kadar çıkarttığı iç savaşlarla Hindistan’ı tam anlamıyla köle haline nasıl getirdilerini ve Hindistan’ın bütün zenginliklerini varlıklarını (altınlarını ve kârlarını) nasıl İngiltere’ye taşıdıklarını  öğreniyor ve öğrenmekle de kalmayıp bu tarihsel deneyimden ülkemiz adına nasıl bir ders çıkarmamız gerektiğini sorgulayıp "afazi toplum" olmamayı öğreniyoruz.... Kitabın bizce handikapı ( eksikliği) , 1800 yılında bitmesi ve 1857 yılında Hindistan tarihinin en meşhur isyanı ‘sepoy isyanları’nı konu edinmemesi! İki yüz üç yüz kişilik 20’li 30’lu yaşlarda İngiliz subaylar eşsiz büyüklükteki Babür ordularını nasıl yendi ve yerliler/ Marathalıları nasıl pes ettirdiler? Hindistan sömürge tarihinin üç kırılma anı var: i- Doğu Hindistan Şirketi’nin yani bir şirketin ‘devlet’e hatta imparatorluğa dönüşmesi, yani, işgal ettiği topraklarda o ülkenin yerlileriyle ‘ordular’ kurması, para basma ve kendi bayrağına sahip olma gibi imtiyazları elde etmesi !... ii-, İranlı Nadir Şah’ın Hindistan’ı fethedip yağlaması ve sonrasında ortaya çıkan anarşi ortamından faydalanması! iii-, Babür Sultanı’nı devirmek isteyen Hintli tefeciler-bankerler Doğu Hindistan Şirketi’nin ordusundan yardım istemesi! Yerli burjuvanın yabancı bir şirketten büyük paralar karşılığı yardım istemesi, affedilmez sonuçlara sebep olur ve bu ihanet Hindistan’ın üç yüz yıl boyunca sömürülmesinin kapılarını açar! Doğu Hindistan Şirketi gücü ele geçirince önce iılımlı bir strateji ve taktik izler..Yerli burjuvanın topraklarına el koymadığını ve hatta vergileri dahi onlara toplattırıdığını ancak  daha sonra miras yasası çıkartıp  toprakların burjuvanın oğullarına geçmesinin önüne geçer! Toprağından olan soylular ve köylüler ve açlık ve anarşi ve iç savaşlar bir yüzyıl süren ve dünyanın en zengin ülkesi dünyanın en yoksul çaresiz zavallı ülkesi haline dönüştürür!... Toprağından olmuş köylüler İngiliz ordusuna asker diye yazılır, bunların adına "Sepoy" denilir, kelimenin kökü bizde ki Sipahi’dir! Paralı Hintli asker demektir! 1857 Sepoy ayaklanmasına nedeni ise hala anlaşılamadığını yazar konunun uzmanları., Çünkü milliyetçi Hintliler bu ayaklanmaya "milli isyan"’ adına vermektedirler  ancak tarihçiler bu ayaklanmayı "Sepoy ayaklanması" olarak adlandırmaktadırlar!.. "Sepoy ayaklanması" diyenler tezlerini şöyle savunmaktadırlar, "Sepoylar", İngilizlerden maaşlarını alamadıkları için ayaklandıklarını bazı tarihçiler ise bu sava ek olarak daha da ileri bir sav öne sürerek " Orduda İngilizler gibi terfi alamadıkları ve emekli maaşları alamadıkları yani ikinci sınıf ırkçı muamele gördükleri için diye savunmalarını daha geniş boyutta dille getirir hatta  "Ve iyi okullarda okuma şansları kalmamış ve meslek ve sanatta ve siyasette üst basamaklara çıkma olanakları ellerinden alınmıştır, diye gider!" Açlık kıtlık yılları ve topraksız kalan Hintliler için garanti bir çalışma sadece İngiliz ordusuna "asker-sepoy" yazılmak vardır! "Sepoylar", sömürge tarihinin en trajik öyküsüdür, düşünün, ülkenizi soyan düşman şirketin ordusundan maaş alıyorsunuz, tam üç yüz yıl! İşgal ordularından maaş alan Sepoylar’ın akıllarına Hindistan bizim toprağımızdır vatanımızdır cümlesi ancak " maaşları’" kesildiğinde gelmesi! Son söz: Gönül isterdi ki, ne onlar bu trajedileri yaşamış olsunlar, ne de biz kendimizi kıssadan hisse çıkarmak zorunluluğu hissettiğimiz bir konumda bulalım.        ----------------------- Referans:  [1]https://bit.ly/3IoixSv Walter Benjamin, Pasajlar, çev.: Ahmet Cemal (İstanbul: YKY, 1992), 37. Angelus Novus             Son zamanlarda Paul Klee’nin ‘Angelus Novus’ isimli suluboya çalışması sanat ve düşün tarihi etrafında yeniden konuşulmaya başlandı. Yahudi kökenli ressam Klee’nin savaşın, şiddetin ve Nazizm’in kendisinde bıraktığı acı, şiddet, ölüm ve korkuyu eserlerine taşıması onun tarzının da ekspresyonist, gerçekçi, soyut ve kübist olarak oluşmasına neden olur. En bilinen eserlerinden olan Angelus Novus için Alman düşünür Walter Benjamin, Parıltılar’da, “Klee’nin ‘Angelus Novus’ isimli bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: Gözleri fal taşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarihin meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir. Yüzü geçmişe dönük. Bizim bir olaylar zinciri gibi gördüklerimizi, o ayağının ucuna savrulan ve üst üste yıkıntılardan oluşan tek bir felaket olarak görür. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek... Ama cennetten gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetli yakalamıştır ki, bir daha kapatamaz onları. Bu fırtına karşı konulmaz bir şekilde meleği, arkasını dönmüş olduğu geleceğe doğru savurmaktadır, önünde kalan yıkıntılar yığını ise göğe doğru yükselmektedir. İşte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır” diye bahseder. Sanatçının 1920’de yaptığı bu esere ilk bakışta bu kadar çok anlam atfetmek belki abartı gelebilir, ancak baskıcı yönetim altında kitlelere uygulanan mezalimin yanında Klee’nin akademideki profesörlük görevinden apar topar uzaklaştırılması, yine müzede ki tüm resimlerinin yozlaşmış bir sanatın ifadesi olarak lanse edilmesi ve toplatılmasıyla bir karşı duruş olarak melek tasvirlerine yönelmesi, tarihsel bir anlamı eserin üzerine giydirir.