Tüm Bilgi Paylaşımlarım

2023-2024 Bahar Dönemi Maliyet Muhasebesi Ayrıntılı Ders Planı (Syllabus)

  Bazı öğretim üyeleri pek önemsemese de İlk günden öğrenciye syllabus,yani ayrıntılı ders planı dağıtılmasının çok önemli olduğuna inananlardanım..İlgilenenler için; 2023-2024 Bahar Dönemi Maliyet Muhasebesi Dersi Ayrıntılı Planı (syllabus)                                                                                              T.C.                                           KÜTAHYA DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ                                             İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ                                                             İŞLETME BÖLÜMÜ                            MALİYET MUHASEBESİ DERSİ AYRINTILI DERS PROGRAMI                                                               Bahar  2023-2024   Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Orhan ELMACI Dersin Yeri & Zamanı:  N.Ö. Pazartesi  14:00 -17:00 D6  İÖ Pazartesi 17:00-20:00   D2   Öğretim Üyesi Oda No: İşletme Binası - 308 Görüşme Saati: Her gün 1100 -1300 (Randevu almak koşuluyla ) Oda tel no: 265 21 93 - 2004 E-posta: oelmaci@gmail.com orhan.elmaci@dpu.edu.tr Web Adresi: http://www.orhanelmaci.com Dersin Tanımı: Üretim işletmelerinde birim ve toplam üretim maliyetlerinin maliyet muhasebesi sistemleri ile hesaplanması, kayıt altına alınması ve raporlanmasıdır. Dersin Amacı: Genelde: Birim – Toplam üretim/ürün maliyetini hesaplamak Özelde: üretim işletmelerinde gelirin doğru bir şekilde nasıl ölçümleneceğini, maliyetlerin nasıl azaltılacağını ve planlama/karar almada maliyetlerin etkin bir şekilde nasıl kullanılacağını ortaya koymaktır. Dersin İşlenme Esasları: Ders, “öğretim elemanının tamamen aktif olduğu” metotla ders konularıöğrencilere teorik ve uygulamalı olarak anlatılır. Öğrencinin Yükümlülükleri: İşlenecek tüm konular birbirine bağımlı olması nedeniyle, öğrencilerin dersleri düzenli olarak takip etmeleri zorunludur. Derse ilişkin konuların daha iyi anlaşılması ve kavranması özümsenmesi için, öğrencilerin dersten önce konuya hazırlanmaları gerekir. Ders sonunda özümsenmiş olan konular, kitaptaki problem örneklerinin çözümlenmesi ile daha da pekişmesi sağlanmış olacaktır. Öğrenciler, öğretim elemanının vermiş olduğu haftalık ödevleri yapmaları da konuların daha da pekişmesine yardımcı olacaktır. KAYNAKÇA   1. Temel Kaynaklar   Kitap ELMACI, Orhan, (2018), Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’ne Göre Maliyet Muhasebesi, Gazi kitabevi, Yayın No: 20, Ankara https://www.gazikitabevi.com.tr/arama/orhan+elmac%C4%B1   ELMACI, Orhan, (2018), Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’ne Göre İmalat Sektörü İşletmelerinde Maliyet Muhasebesi Uygulamaları, Gazi kitabevi, Yayın No: 20, Ankara https://www.gazikitabevi.com.tr/arama/orhan+elmac%C4%B1 Makaleler - 2. Yardımcı Kaynaklar   Kitaplar ÜSTÜN, Rıfat; (1994), Maliyet Muhasebesi, Bilim Teknik Yayınevi, ESKİŞEHİR ÜSTÜN, Rıfat; (1994), İmalat İşletmelerinde Çözümlü Maliyet Muhasebesi Problemleri, Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 13, ESKİŞEHİR AKDOĞAN, Nalan; (2018), Tekdüzen Muhasebe Sisteminde Maliyet Muhasebesi Uygulamaları, Gazi Kitabevi,ANKARA BÜYÜKMİRZA, Kamil; (2021), Maliyet ve Yönetim Muhasebesi,Gazi Kitabevi , ANKARA KARAKAYA, Mevlüt; (2007), Maliyet Muhasebesi, Gazi Kitabevi, ANKARA YÜKÇÜ, Süleyman; (1999), Yönetim Açısından Maliyet Muhasebesi, Cem Ofset, İZMİR BASIK, Feryal Orhan, vd.; (2006), Maliyet Muhasebesi Çözümlü Problemler ve Test Soruları, Nobel Yayını, No:964, ANKARA     BURSALNasuhi, ERCAN,Yücel, (2018), Maliyet Muhasebesi İlkeler ve Uygulama, Der Yayınları, ANKARA CİVELEK, Muzaffer, (2000), Maliyet Muhasebesi, (A) Ajans,  KAYSERİ ÖZER ERTUNA, İbrahim, (1974),Maliyet Muhasebesi, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İSTANBUL Makaleler -     HAFTALIK KONULAR VE İLGİLİ ÖN HAZIRLIK İÇİN DERS KİTABINDAKİ SAYFALAR Hafta Konular Hazırlık Sayfa     1     Maliyet Muhasebesinin Temel Kavramları ELMACI 1-16, ÜSTÜN 1-26, ÜSTÜN- Problem 1-12, AKDOĞAN 1-25, KARAKAYA 7-22, YÜKÇÜ 39-72, BASIK 1-11, BÜYÜKMİRZA 3-64, CİVELEK 2-46     2     Maliyet Muh. Sistemleri / SMM / Gelir Tablosu /Bilanço ELMACI 19-22, ÜSTÜN 32-35, ÜSTÜN-Problem 13-32, AKDOĞAN 5- 48, KARAKAYA 25-80, YÜKÇÜ 3-36, BASIK 1-47, BÜYÜKMİRZA 58-63, CİVELEK 16-46     3   Tekdüzen Muhasebe Sisteminde Maliyet Hesapları ve İşleyişi ELMACI 33-133, ÜSTÜN 86-101, ÜSTÜN-Problem 1-32, AKDOĞAN 53- 75, KARAKAYA 83-130, YÜKÇÜ 3- 36, BASIK 53-74, BÜYÜKMİRZA 69- 111, CİVELEK 2-46     4     Direkt İlk Madde ve Malzeme Giderleri ELMACI 133-170, ÜSTÜN 116-165, ÜSTÜN-Problem 33-55, AKDOĞAN 197-273, KARAKAYA 133-178, YÜKÇÜ 75-130, BASIK 132-154, BÜYÜKMİRZA 113-122, CİVELEK 47-115     5     İlk Madde ve Malzeme Stok Değerleme Yöntemleri ELMACI 133-170, ÜSTÜN 116-165, ÜSTÜN-Problem 33-55, AKDOĞAN 197-273, KARAKAYA 133-178, YÜKÇÜ 75-130, BASIK 132-154, BÜYÜKMİRZA 113-122, CİVELEK 47-115     6   Direkt İşçilik Giderleri ve Özel Sorunların Çözümüne İlişkin Yaklaşımlar ELMACI 171-200, ÜSTÜN 166-219, AKDOĞAN 273-317, KARAKAYA 181-232, YÜKÇÜ 105-130, BASIK 155-176, BÜYÜKMİRZA 122-142, CİVELEK 89-118 7 Örnek Problem Çözümleri ELMACI 1-200, ÜSTÜN 1-75, BASIK 1-78     8     Genel Üretim Giderleri ELMACI 200-275, ÜSTÜN 220-309, ÜSTÜN-Problem 76-146, AKDOĞAN 353-484, KARAKAYA 363-427, YÜKÇÜ 163-216, BASIK 177-260, BÜYÜKMİRZA 143-182, CİVELEK 119-176     9     Genel Üretim Giderlerinin Dağıtım Yöntemleri ile Gider Merkezlerine Dağıtımı ELMACI 200-275, ÜSTÜN 220-309, ÜSTÜN-Problem 76-146, AKDOĞAN 353-484, KARAKAYA 363-427, YÜKÇÜ 163-216, BASIK 177-260, BÜYÜKMİRZA 143-182, CİVELEK 119-176 10 Genel Üretim Giderlerinin Hizmet Gider Merkezlerinden Esas Üretim Gider Merkezlerin Yüklenmesi ELMACI 200-275, ÜSTÜN 220-309, ÜSTÜN-Problem 76-146, AKDOĞAN                 353-484, KARAKAYA 363-427, YÜKÇÜ 163-216, BASIK 177-260, BÜYÜKMİRZA 143-182, CİVELEK 119-176     ELMACI 257-283, ÜSTÜN 266-348,     ÜSTÜN-Problem 147-201, AKDOĞAN 11 Genel Üretim Giderlerinin Ürünlere Yüklenmesi ve Sipariş Maliyet Sistemi 353-484, KARAKAYA 462-526, YÜKÇÜ 219-284, BASIK 261-290,     BÜYÜKMİRZA 183-199, CİVELEK     227-278     ELMACI 291-315, ÜSTÜN 349-390,     ÜSTÜN-Problem 201-249, AKDOĞAN 12 Safha (Evre) Maliyet Sistemi ve İşleyişi (Tek Safha) 454-484, KARAKAYA 503-576, YÜKÇÜ 287-377, BASIK 291-354,     BÜYÜKMİRZA 199-217, CİVELEK     276-410     ELMACI 291-315, ÜSTÜN 349-390,     ÜSTÜN-Problem 201-249, AKDOĞAN 13 Safha (Evre) Maliyet Sistemi ve İşleyişi (Birden Fazla Safha) 454-484, KARAKAYA 503-576, YÜKÇÜ 287-377, BASIK 291-354,     BÜYÜKMİRZA 199-217, CİVELEK     276-410     ELMACI 373-381, ÜSTÜN 391-425,     ÜSTÜN-Problem 251-343, AKDOĞAN 14 Üretim Kayıpları (Fire) / Bozuk / Kusurlu Mamul / Yan Mamul / Birleşik Mamul 413-430, KARAKAYA 421-457, YÜKÇÜ 421-457, BASIK 355-379,     BÜYÜKMİRZA 444-456, CİVELEK     361-410   Ölçme ve Değerlendirme Sınavın Türü Değerlendirme Şekli Yüzdesi Tarih Ara Sınav Klasik Sınav   % 40 01-07  Nisan 2024 (tahmini) Yüz Yüze Final Sınavı Klasik Sınav   % 60 07-12  Haziran 2024 Yüz Yüze                                                                                                                                                                               

“Radikal Blog“da ki Denemelerimden..(5) “Bir İnsanı Ahlaken Eğitmeden Yalnızca Zihnen Eğitmek İnsanlık İçin En Büyük Kötülüktür“

  İlk Söz:Yeni bir ahlak inşa edeceğim diye gelip, çocukları gençleri ahlaki ve vicdani tüm değerlere yabancılaştırmanın sonucu büyük bir toplumsal güvensizlik, sür-git çatışmadır. Buna Anomi dendiğini yazıyor kitaplar. "Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca." – "Nerede utanç varsa orada korku da var." çok Yalanla eğitilmiş, yalanla büyütülmüş, yalana inandırılmış, yalandan medet ummuş, yalanla yükselmiş insanların epeyce çok olduğu bir ülkeyiz. Bu toplumda makbul olan kendi gibi olmak değil “mış gibi” yapmaktır. Yalan gündelik yaşamımızın her an içinde. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar deyişi, toplumsal gerçeğimizin ifadesi, yalana sığınmanın da gerekçesi. Onuncu köyü arayıp bulmak hiç de kolay değil ve muhtemelen coğrafi sınırlarımız dahilinde olmadığı gibi zihniyet dünyamızda, etik anlayışımızda da öyle bir köy yok. Kendileri de yalanlarla yetişmiş, söyledikleri yalanlara kendileri de inanan ve toplumu inandırabilen en usta yalancılar en tepelere çıkmakta. Kitleler kendi kumaşlarından olan bu kişileri zirveye taşmakta. Aldatabilme gücü arttıkça yandaşları, alkışçıları, müritleri artmakta. yarattıkları, vaadettikleri ve insanları inandırdıkları yalan dünyalar üzerinde yükselmekteler. Ahlakın, insanoğlunun var oluşundan beri aynı kalan ve insan değişip farklı bir yaratık olana kadar da değişmeyecek birkaç evrensel ilke dışında her zaman her toplumda herkes için geçerli normları yok. Ahlak anlayışı topluma, zamana, kültürlere göre değişmekte. Ahlakın evrensel ilkeleri: insanı, canlıyı, doğayı korumaya, barışı sağlamaya, insanların birbirine zarar vermesini engellemeye yönelik, “öldürmeyeceksin”le başlayan, “canlıya eziyet etmeyeceksin, çalmayacaksın, komşunun malına göz dikmeyeceksin, yalan söyleyip nifak çıkarmayacaksın” gurur, kibir, ihtirastan uzak olacaksın!.. gerçeği örten nankör olmayacaksın!.. inkârcı olmayacaksın!.. riyakar olmayacaksın!.. münafıklardan olmayacaksın!... Hiçbir zaman hiçbir koşulda takkiye yapmayacaksın!... haram nedir ile helal nedir bileceksin!.. kul hakkı /yetim hakkı yemiyeceksin!... haksızlık karşısında susmayacaksın emanetleri ehline vereceksin!... adaletle hükmedeceksin!... insanları ötekileştirmeyeceksin!.. yandaşlarına her türlü menfaatleri sağlamıyacaksın!. Dil, din, ırk farkı gözetmeden, İnanmış inanmamış ayrımı yapmadan, İnsanları yaradandan dolayı seveceksin!... ahde vefa/ salih amele sahip olmacaksın… adaletten dönüp heva (tutkuları)na uyananlardan olmıyacaksın!... kapalı kapılar altında her türlü fitne ve fesatlık yapmayacaksın!..!... iftira atmayacaksın!... kısaca "...mış gibi yapmıyacaksın!..." göründüğün gibi olacaksın!... diye süren bir kaç ortak yaşam düsturu. Bunun dışındaki her “genel ahlak” muktedirlerin ister dinsel, ister kendi iktidarlarını korumak üzere yarattıkları, kandırmacalar silsilesi bir özel ahlak. İnsanı, canlıyı, doğanın dengesini, barışı, özgürlüğü sözde değil özde içeren gerçek ahlak “genel ahlak” tekerlemesine galebe çalmadan toplumdaki aşınmayı önlemek mümkün değil ... Güzel sözler ama ne yapılabilir, diye soracak olursanız ilk adım, kendi yalanlarımızdan ve genel ahlaka teslimiyetimizden kurtulmaya çabalamak derim!.... ""Bir İnsanı Ahlaken Eğitmeden Yalnızca Zihnen Eğitmek İnsanlık İçin En Büyük Kötülüktür" https://bit.ly/2XoXarT .... Yazar ne güzel betimlemiş "Bir insan dindar bilindiği halde, ahlaklı değilse, ya batıl bir inanca din adı vermektedir, ya da sahtekardır." "Tarihin bize öğrettiği bir şey var: İster en mükemmel yönetim sistemini, ister ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun; bir medeniyetin ahlak terbiyesi dumura uğramış, manevi enerjisi tükenmişse; o medeniyet çökmeye mahkümdur. "Geçmişten günümüze kadar eğitimin başlıca amaçlarından biri Kendimizi geçmişten geleceğe koruyarak geçmişle gelecek arasında köprü kurarak,iyi karaktere sahip bireyler yetiştirmek olmuş.. Nedir korumak? Korumak, tazelenmemizi, canlılığı, yaratmayı gerektirir.  Tutarak geliştirmeyi, geçmişten geleceğe açılmayı. Geçmişle geleceğe, geçmişi yorumlayarak geleceğe. Ne var korunacak kültürümüzde?  "Hak" kelimesinin Türkiye insanındaki geleneksel tasarımı "doğru, gerçek, adil, harcanmış emeğe karşılık olan" gibi değerlerdir. "Dalavere" kelimesinin geleneksel tasarımı ise, "el altından yürütülen kötü iş"tir. Küresel kapitalist ahlâk, önce "kötü iş" kavramını yeniden tanımlar: Kötü iş yoktur; başarısız iş vardır. Bu yerleşince, Türkiye mağdurlarının birikim, servetini "dalavere" ile "emek sarf etmeden" edinmiş, ama başarılı olmuş birinin mülkiyet hakkını gönül rahatlığıyla savunmaya başlar. Diğer bir kısmı neden söz edildiğini anlamadığı için "yabancılaşmaya" başlar. Böylece "hak", kendine ilişkin geleneksel tasavvurları yavaş yavaş kaybeder. Bu noktada insanların zihinlerinde kavram karmaşası o boyutlara ulaşmıştır ki afazilik hayatın her alanını etkilemekte ve sonuçta tepkisizleşmek."... Edep. Önce edep.  Edep, bizi geçmişe çağıran.  Bizi köklere bağlayan.  Bizi insana saygıya çağıran en kadim değer. Devşirdiğimiz, geçmişten kattığımız anlamlarıyla. Bu nedenle eğitim ile karakter geliştirme arasında sıkı bir bağ olduğu gerçeği...   Eğitim bilimcilere göre karakter, belli ahlak ölçütlerine göre değerlendirilen kişilik, kişinin sahip olması gereken ahlaki ve akli değerler bütünü olduğu...  Bir insanın; davranış, alışkanlık, güç ve yetenekleri/becerileri; değer ve düşüncelerini şekillendirmekte... onu başka insanlardan bir bütün olarak farklılaştırmakta... O İnsanın Karekterini ortaya çıkarmakta karakter, doğuştan insanla birlikte gelmediğini, sonradan sosyal çevrede kazanıldığını. İnsanların çok yönlü özelliklerini tanımaya yarayan davranışlar bütünü...   -iyiyi bilme, -iyiyi sevme - iyiye ulaşma düşünce, hissetme ve davranış ... Bu nedenle; İyi insanlar iyi işlerin yanında bir yerde iyi işer oluyorsa bilink ki orada iyi insanlar var.  Karakter, elinden gelenin en iyisini yapma ve başkalarının iyiliğini isteme.... eleşitirel düşünme ve ahlaki akıl yürütme...  düşünsel kapasiteleri; dürüst ve sorumlu olma... Adil olmayan uygulamalara  karşı durabilme ... Başkalarıyla etkili bir biçimde iletişim kurma ve topluma katkı sağlama duyarlılığı.... İyi ve erdemli insan olma.... sağlam karakterli bireyler yetiştirmek her ailenin, okulun ve toplumun en önemli hedefi....... Çünkü sağlam karakterlilik sadece bireyleri değil, toplumun da huzurlu ve mutlu olmasını yapı taşı.... Bu  toplumsal kültür değerlerinin gelecek kuşaklara aktarılmasına bağlı.. Karakter, kişiiliğin üzerine giydirilen bir elbise ...  Bu elbisenin iyi olması  eğitime bağlı... .. İyi eğitilmeyen bireylerin gelecekte ortaya koyacakları her türlü olumsuz davranış bütün topluma negatif seleksiyon  / olumsuz seçilime üst ve alt yapı da karşılıklı bozulma ve yozlaşma toplumsal afazileşmeyi beraberinde getirmekte... .Çünkü medeniyetlerin gelecekte varlıklarını sürdürebilme olanakları; ancak evrensel ve toplumsal kültür değerlerini genç kuşaklarına aktarabilmelerine bağlı.. Önemli olan ahlaki değerlerden nasibini almamış diplomalar mı, söylenen sözler mi? Ya da nasıl bir aileden geldiği mi, etnik kökeni mi? Söylevlere bakarsanız hepsi zeki ... Ama tek başına zeka yeterli mi ? Ya da yurt içi ve yurt dışında bitirilen ahlaki temelden yoksun  okullar,diplomalar  ? O kişinin doğru insan olduğunu ortaya koyar mı? iyi bir liderin nasıl olması gerektiği konusunda biraz araştırma yaptğımızda ortak özellikler: Yaratıcılık, disiplinli olmak, yetenek, zeki olmak, planlama yeteneğine sahip olmak, stratejik olmak, deneyimli ve kültürlü olmak, sosyal olmak,takım ruhuna sahip olmak, yenilikçi olmak, enerjik olmak... Bu listeyi sayfalarca uzatmak olası..... Hatta yapılan araştırmalara göre liderlerde olması gereken binin üzerinde özellik bulunmuş. Bu durumda işimiz zor elbette. Ama bir liderde olması gereken en önemli özellik aynı zamanda bizim karar vermemizi kolaylaştıracak en önemli öğe.... Binin üzerinde maddenin yer aldığı bir listede "en önemli özellik" hangisidir sizce? Araştırdığımız kaynakların tümünde "Dürüstlük ve sağlam karakter" en önemli özellik olarak belirtilmiş. Elbette sadece dürüst ve sağlam karakterli olmak yetmez, listedeki diğer özelliklerde olmalı ancak bu birinci ve en önemli maddeyi listeden çıkardığımızda geriye kalan binin üzerindeki özellik tüm önemini yitirmekte... Acaba sadece liderlikte mi en önemli özellikler dürüst ve sağlam karakter sahibi olmak? Yoksa yaşantımızın her alanında  karşılaştığımız insanlarda da aramamız gereken en önemli özellik olabilir mi ? olması gerekir mi?  Dünyanın en zeki, en eğitimli, en iyi aileden gelen, en enerjik, en yenilikçi, en yetenekli, en güzel sözleri söyleyen, yazan,en sosyal, en deneyimli,en kültürlü kişisi ile karşılaştığımızı  düşünelim bir an için. Hatta bu listeye sevecen, saygılı ,çözüm üretici, stratejik gibi pek çok yeni nitelikler de ekleyebiliriz sayfalarca. Dürüst ve sağlam bir karaktere sahip olmayan bu kişiye işinizi emanet edebilir misiniz? Ya ülkenizi?.. Evinizi? Ya da kalbinizi?.. "Hayır, asla." O halde dürüst ve sağlam bir karaktere sahip olmak bir insanın sahip olması gereken en önemli özellik....  Bir yönetici;  "Bir insanı ahlaken eğitmeden yalnızca zihnen eğitmek bir topluma bir bela kazandırmaktır" diye konuyu özetlemiş. Dünya tarihine baktığmızda insanların başına korkunç felaketler getiren, toplumları yok olmaya, savaşlara sürükleyen liderlerin ortak özelliği ahlaken yetersiz olmaları... Ahlaki gelişimini tamamlamamış insanların zeka ve eğitimle desteklenmeleri saydığımız diğer  tüm özelliklere sahip olsalar da bizi yalnızca felaketlere ve düş kırıklıklarına sürükleyeceği aşikar... Yaşamımızın her alanında; çevremiz ağzı  iyi laf yapan, modayı yakından takip edip en şık giyinen, eli iyi kalem tutan, zihinsel eğitimini en iyi okullarda tamamlamış, en gösterişli diplomalara sahip,titrini her nasılsa en kısa sürede tamamlamış, ancak içi  kof ve ne yazık ki ahlaki gelişimini tamamlamamış, her an patlamaya hazır canlı bomba gibi dolaşan tehlikeli insanlarla dolu. Doğru kararı alabilmek ve dönüşü olmayan bedeller ödememek için sadece gözümüzü, kulağımızı dört açmamız yeterli değil.  insanı mı ? insanlığı mı ? yok etmeye çalıştıklarını anlayabilmemiz için diplomalarıına, işlerindeki hızlı yükselişlerine değil, insanlık adına yaptıkları olumlu çalışmalara , dürüst, sağlam karakterli olup olmadıklarına bakmalıyız öncelikle. Ardında onarılmaz düş  kırıklıkları,maddi ve manevi zararlar bırakan insanlardan uzak olmanız için gönül gözünüzün ardına dek açık olması ..... Son Söz: İyi insan demek vatanını seven, vatanı için doğruları ve yanlışları tarafsız ve objektif bir şekilde insanlarına anlatan demektir. Kurallar menfaat için eğilip bükülüyorsa, ahlaksızlık imrenilen bir konu haline gelir.. Bu bağlamda dini sahiplenirken ona hangi manayı atfettiğiniz, mensup olduğunuz inancı nasıl özümsediğiniz, sizi diğer din mensuplarından farklı kılar. Üstelik bu kadim bir hadisedir. “İnsanlar bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar.” Oysa ahlaktan arındırılmış bir din yorumunun kimseye faydası olmadığı gibi çokça zararı vardır. Onun için din dahil mensup olduğumuz tüm kimlikleri sahiplenirken önce kendimizle ve toplumumuzla yüzleşmemiz gerek. Bu kimlikleri bir rütbe, ikbal için mi taşıyoruz; yoksa gerçekten o kimliklerde gördüğümüz değerleri yaşamak için mi? Önce burada anlaşalım... Hak etmeden elde edilen mevki ve makamların beraberinde getirdiği bir takım ahlak erozyonu kaçınılmaz... Ahlak erozyonu, değerlerin kaybı, tepkisizleşmek... Bu yerleştikten sonra, zaten ört ki ölem. "Kamış ses verince Ney oldum sanır, İp gerilince Yay oldum sanır, Sarayda oturan Padişah oldum sanır; Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.." Gökten zembille inip her şeyi bilenler… Kendilerinden başka “hiçbir kimsenin önemi olmayanlar ….. Burunları havada gezenler …, Küçük dağları yaratmış tavırlar… Herkesi küçümseyen bakışlar... Ön yargılar.ve Kadim değerlerden yoksun İnsan manzaraları..... Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreklerindeki sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" Kadar temiz olan tüm insanların! OE -09.08.2013    ----------------------------------------------------- Referans:  Kevin Ryan ve Karen E. Bohlin (2004)  “Building Character in Schools: Practical Ways to Bring Moral Instruction to Life” adlı kitaplarında Amerika’daki genç insan karakterinin gelişimlerinden bahsetmekte... Hem Ryan, hem de Bohlin daha çok etik ve karakter eğitimi üzerine çalışmışlar... Bu eserlerinde gençlerin karakter gelişimi üzerinde dururken, değer gelişimi ve değer eğitiminin öneminden de bahsetmektedirler. Çalışmalarında idealizmin yerini beklentilerin aldığından, halkın günlük hayatta hayal kırıklığına uğramakta olduğundan, insanların geleneksel rol örnekleri sergilemeye devam ettiklerinden bahsediyorlar. Birçok gencin kendilerinden büyük insanlardan doğruları almak için çalıştığını, çabaladığını anlatıyorlar. Okul ve ebeveynlerin çocuğun karakter gelişimindeki rolü üzerinde durmakta ve çocuklara karakter eğitimi konusunda rehber olmak istediklerinin görüldüğüne vurgu yapmaktadırlar. Karakter eğitimi, öğrencilerimize nasıl iyi karar vereceklerini ve ona göre nasıl davranacaklarını öğretmekle ilgilidir. Karakter eğitimi, öğrencilerin sorumluluklarını taşıyabilecekleri uygun seçim yapabilmelerine imkân sağlayan bilgi, beceri ve yeteneklerin geliştirilmesidir. “Bireyin karakter gelişimi, sosyal bir faaliyettir. Birey insani ilişkiler ağından oluşan sosyal çevre içerisinde vardır ve yetişmektedir. Bizim bu insani ilişkiler ağında temasa girdiğimiz insanlar, karakterli bireyler olmamıza katkı sağlamaktadırlar.”  "sorumluluğu görevlerimizi yapma konusundaki alışkanlıklarımız ile kararlarımızın ve  hatalarımızın sonuçları ile yaşamak" olarak tanımlamaktadırlar.    Aubrey Scheopner Torres kaleminden Kitap incelemesi https://bit.ly/41H5GSJ

“Sahada: Cumhuriyetin Harcında Bilim ve Kadınlar”

  “Sahada: Cumhuriyetin Harcında Bilim ve Kadınlar”(*)   Önümde uzun bir not listesi var bu kitabı okurken tuttuğum. Bu notların bir kısmı çalışma alanımı ilgilendiriyor, bir kısmı dünya görüşümü, bir kısmı ülkede bilimsel araştırma yapmanın zorluklarıyla ilgili geçmişten gelen makus talihimizi. En severek yazdığım blog yazılarımdan biri olacağını şimdiden biliyor ve başlıyorum…En severek yazdığım blog yazılarımdan biri olacağını şimdiden biliyor ve başlıyorum…   Kitap 12 şahane bilim kadınının cumhuriyetin harcındaki rolünü anlatıyor. Bu anlatıyı o kadar güzel yapıyor ki kendinizi bazen iç çekerken, bazen gurur duyarken, sıklıkla cevabı yıllardır aranan ama bulunmayan, belki de bulunması pek de istenmeyen sorular sorarken buluyorsunuz. Kitabın kapsadığı 12 kadının ana amacını şöyle açıklıyor Müsemma:   … Henüz ulaşılamamış yerlerin bitkilerini toplarken, henüz çalışılmamış yerlerde milyonlarca yıl evvel yaşamış canlıların fosillerini bulmaya çalışırken, henüz tanımlanmamış balık türlerine isimler verirken, henüz gün ışığına çıkmamış binlerce yıl önceden kalma yaşamların izlerini kazı alanlarında ortaya çıkarırken, köylerde, kasabalarda yaşayanlara, buradaki hayatlara bilimsel gözle bakarken, kendilerinden önce kimsenin yapmadığı ve bir ülkenin harcını oluşturacak işler yaparken aslında ortak amaçlar peşinde koşuyordu bu isimler: Tam da tanınmayan bir ülkenin olanaklarını tespit etmek, yeni kurulan cumhuriyet idaresinin, çağdaş değerlerin hayata ne derece geçtiğini ölçmek, daha iyisini aramak, olmayacak gibi görüneni son derece zor koşullarda oldurmak ve bir ülkenin geleceğinden kendini sorumlu tutmak.   (s. 13) Kitabın sonunda deprem bağlamında kullanılan bir “harç” sözcüğü daha var. Diyor ki “harcın cinsi ve kalitesi sağlamsa binalar depreme dayanabilirler” (s. 291). Cumhuriyetin harcı bu kadınlar. Bilimsel ve entelektüel düzeyleri, karşılaştıkları zorluklar ve onca şeye rağmen asla yılmamaları bu harcın ne denli sağlam olduğunu gösteriyor. Işıldayan bilim kadınları Bilimde ve bilimsel iletişimde eşitsizlikler temalı etkinliklere davet edildiğimde bilimdeki cinsiyet eşitsizliklerini göstermek için seçtiğim görsel Marie Curie’nin içindeki tek kadın olduğu popüler fotoğraftı şimdiye kadar. Bugün aşağıdaki fotoğrafı gördüğüm anda değişti fikrim. Sahada’nın 290. sayfasına gelene kadar zaten gözümün hemen pınarındaydı bir damla. Fotoğrafı görünce düştü. Bu fotoğrafla başlamak istedim yazıya. Fotoğrafta ışıldayan Nuriye Pınar Erdem. 1956’da University of California, Berkeley’de düzenlenen ilk dünya deprem mühendisleri konferansında Erzincan’da yıkılmayan binaları anlatıyor. Oradaki tek kadın. Türkiye depremleri izahlı kataloğunu yayınlamış bir deprem bilimci. Bu kitapta Nuriye Pınar Erdem gibi 11 kadının daha hikayelerini bulacaksınız.   Yol yapan ve yol olan ‘ayrıcalıklı’ kadınlar Kitaptaki 12 kadın ailelerinden gelen kültürel ve ekonomik sermaye sayesinde hayata önde başlamış ayrıcalıklı kadınlar. Kitap da, kitapta bahsedilen kadınların hikayeleri de bunu reddetmiyor. Aksine, bunun gerekçelerini açıklıyor. Cumhuriyetin harcı onlar. Cumhuriyet bu ‘seçilmiş’ kadınlara bir sorumluluk yüklüyor. Kimini yurtdışına okumaya gönderiyor, kimine ikinci dünya savaşının da etkisiyle en iyi danışmanları getirebiliyor. Halet Çambel kendilerinin ‘kurucu kuşak’ olarak yetiştirildiğini söylüyor ve cumhuriyetin omuzlarına yüklediği sorumluluktan bahsediyor. Mübeccel Kıray, Behice Boran, Fatma Başaran gibi bilim insanlarının kökenleri köy değil, hepsi kentliler. Kitap hem bu gerçeği bilmemizi, hem de bu gerçeğin bize açtığı yolu görmemizi istiyor. Bu sorumluluk sebebiyle 12 kadının hepsinin ana odağı eğitim. Eğitimde fark yaratıyorlar. Kimsenin gitmediği, gitmeye cesaret etmediği, gitmeye değer görmediği yerlere gidiyorlar. Anlamaya çalışıyorlar. Behice Boran “gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüzdür demeyelim. Köy bizimse bizim köye bir el atalım” diyor misal. Mübeccel Kıray hiç tanımadığımız insanlarla tanışmamız gerek diyerek saha araştırmaları yapıyor. Kimsenin uğramadığı köylerde kadınlarla konuşuyor Fatma Başaran. Hafta sonları köy enstitülerinde eğitim veriyorlar hiç usanmadan. Bekçinin kız çocuğunun nasıl yetişeceğini düşünüyor Jale İnan. Kitapları ezberlemenin değil, bilgiye ulaşmanın ve onu değerlendirmenin öneminden bahsediyor Halet Çambel. Düşünmeyi öğretiyor öğrencilerine. Bilimsel iş yapmak yanında yaptıkları işi topluma kazandırmaya çalışıyorlar, farkındalık yaratıyorlar. Yani arkadan gelen için yol yapıyorlar. Yol yoksa yolun kendisi oluyorlar. Meslektaş yetiştiriyor, onlara destek oluyor, düştüklerinde ellerinden tutuyorlar. Yani cumhuriyetin ışığı oluyorlar. Kurumların desteğiyle, toplumsal değişim için, hedef odaklı ‘sakin’ bilim Kitapta en çok hayıflandığım şey bilimsel araştırmaların bir zamanlar yükselme veya teşvik için değil, toplumsal değişim için yapılabildiğini görmek. MTA, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Turizm Bakanlığı gibi kurumlar tarafından desteklenen bilimsel araştırmaların süreçlerini okumak, basımı senelerce süren gerçek bilimsel kitapların hikayelerini öğrenmek, bir mektuba cevap alabilmek için üç ay bekleyebilmek gibi her türlü gerçek yüzüme çarptı. Geçen onca senenin ardından daha iyi bir noktaya gelmiş olmalıydık. Halbuki biz piyasalaşan akademinin rekabetçi dünyasında hayatta kalabilmek için her gün kimsenin okumadığı yüzlerce yeni içerik üretiyor ve “bilimsel araştırma neden yapılır” sorusunu neredeyse hiç sormuyoruz. Kayıp koleksiyonlar ve bilimsel miras Yüzüme çarpan bir diğer gerçek de Fahire Hoca’nın kavanozlarının, Atıfe Hoca’nın fosil koleksiyonunun veya diğerlerinin ürettiği onca bilimsel mirasın yeterince korunamamış olması. Bilimsel mirasımızı koruyamıyoruz. Zannediyoruz ki bilimsel üretim yalnızca bilimsel yayınlarla sınırlı. Kişiler birer kaynak. O kişilerin laboratuvar notları, günlükleri, taslakları… Hepsi birer kaynak ve korunması gerek. Bilimin birikimli doğasına inanıyorsak koruyabilmeliyiz. Bu noktada Mübeccel Kıray bölümündeki altını kalın çizgilerle çizdiğim “bir sosyoloğun arşivi nedir” tartışmasını anmam gerek. Botanikçi bitki biriktiriyor, paleontolog fosil. Sosyal bilimci ne biriktirir? Ne biriktirmelidir? Somutları bile koruyamamışken somut olmayan bu birikimleri nasıl koruruz? Koruyor muyuz? Kitap çok soru sorduruyor demiştim :=) Bilimde ölçme sorunu ve bilimsel pratiklerde farklılıklar Her çalışmamda, her konuşmamda her alanın, hatta her alt alanın birbirinden farklı özelliklere sahip olduğunu söylüyor ve daha çeşitli/kapsayıcı araştırma değerlendirme sistemleri yaratılması gerektiğini iddia ediyorum. Bu kitapta da bunun şahane örnekleri var. Örneğin, dünyada araştırma değerlendirme alanında son yıllarda en çok sorulan sorulardan biri sanat eserlerinin nasıl değerlendirileceği (örnek bir okuma için: pdf). Yıllar yıllar önce de Leman Cevat Tomsu bir sürü ev yapıyor ama bilim sayılmıyor hiçbiri. Çünkü çıktısı makale değil. Yapı. Botanikçi Asuman Baytop’un çalışmalarını bir fizikçiden ayıran çizgi disiplinlerarası farklılıklar. Kazı esnasında yarısını bulduğu heykelin diğer yarısının ABD’den getirilmesini sağlayan, ne pahasına olursa olsun heykelleri ayağa kaldıran Jale İnan’ın emeğini ölçecek bir mezura yok. Olmayacak. Mezuralar alından akan teri ölçme kapasitesine sahip değil. Ulusal bilimsel literatürü geliştirme çabaları Neredeyse tüm hikayelerde ulusal bilimsel literatürün gelişimi için atılan adımlar var. Türkçeleştirilen mesleki jargonlar, hazırlanan sözlükler, ders kitapları, dernekler veya kurumlar tarafından tamamen gönüllülük esasıyla çıkarılan ulusal dergiler. Şimdi olduğu gibi bir zorunluluk değil (doçent olmak için en az üç TR dizinli makale yazmak zorunlu şimdi), tamamen mesleklerin gelişimi için. Gerçek bilimsel iletişim için. Yukarılarda bahsettiğim sorumluluktan gelen bir misyon bu. Toplumu ilgilendiren konularda İngilizce yazılmış ve kimsenin okumadığı bir koleksiyon oluşturmak yerine hedefi belli ve ülkenin bilimsel altyapısını geliştirmeye yönelik çabalar bunlar. Dil bilmediği için değil (ki hepsi kıskandıracak düzeyde çok dil biliyor), ülke bilimini geliştirmek için çabalamışlar. Başarmışlar da. Bugün geldiğimiz noktada hala tam olarak açıklayamamış olsak da elmas açık erişim hareketinin yapmaya çalıştığı şey tekel yayınevleri tarafından domine edilmeyen o kıymetli zamanlara geri dönebilmek. Yaklaşık dört yıldır bilimde çok dilliliğin ve derneklerce/kurumlarca üretilen yerel/bölgesel çıktıların önemini anlatıyorum. Bunu anlattığım aydın kesimden bile “bilim dili (lingua franca) İngilizce, İngilizce bilmeyenin/yazmayanın bilimde işi yok” cevabı alıyorum bazen. Önümüzdeki yıllarda yapay zekanın da katkısıyla bilimde çok dilliliği yaygınlaştıracağız ve o zaman keyifle geri döneceğim bu yazıya. Keyifle eski çalışmaları anacağım (umarım). Siyaset… Bilinçli bir tercih mi bilmiyorum ama kitapta Behice Boran ve Nuriye Pınar Erdem’in hikayeleri hemen arka arkaya. Dünya görüşleri farklı olan bu iki kadın inanılmaz akademik çalışmalara imza atmışlar. Bunun yanında inanması güç süreçler yaşamışlar. İşlerini kaybetmiş, sürülmüş, hapis yatmışlar. Siyasette kadın yok diyoruz hep. Az da olsa varlarmış. İstememişler. Çeşitliliği burada da sevmemişiz pek. Tahammül edememişiz. Hala sevmiyoruz. Kitapta bu isimlerle ilgili çok doğru bir çıkarım var. Çabaları siyaset için değil, bilime duydukları inanç için olduğundan birlikte bir sürü kaliteli iş yapabilmişler. Ülke sayesinde değil, ülkeye rağmen yapmışlar bazen. Hala öyle. Önünü sonunu düşünmeden akademisyenlere vuranlara sürekli diş göstermem bundan. Kötüler var evet. Ancak onca zorluğa ve engellemeye rağmen bir köşede sessizce işini yapanlar sayesinde ayaktayız hala. İmposter sendromu izleri mi? Akademi uzunca süredir özellikle kadın akademisyenler arasında yaygın olan imposter sendromundan bahsediyor. Yetersizlik hissinden. Sahtekar gibi hissediyor olmaktan. Kitapta Tomsu’nun “bu işteki kabiliyetimin azlığını biliyorum, cüretimin hüsnüniyetimden dolayı mazur görüleceğini ümit ederim”, kuşların ecesi Saadet Ergene’nin hikayesindeki “eksikliklerimin bağışlanmasını dilerim” ifadeleri ile Halet Çambel’in “çok gerekli değilse başarılarınla övünme” tavsiyesi bunun çok eskiden gelen bir duygu olabileceğini hissettirdi bana. Müsemma bunu “mütevazı gözüpeklik” olarak tanımlamış hemen girişte. Hepsi tuttuğunu koparan gerçekten gözüpek kadınlar. İşte o yüzden gelecekte yapılabilecek bir söylem analizi beni çok heyecanlandırıyor. Birileri cumhuriyetin yetiştirdiği erkeklerle kadınların kurdukları cümleler arasındaki farka baksa da anlasak gerçekten böyle bir eğilim var mı. Varsa bunların sebeplerini tartışsak uzun uzun. Bu arada tam Mart ayı ortasında çok şahane bir etkinlikte tartışacağız bu konuları hep. Hazır olun, kemerlerinizi bağlayın. Teknolojinin nimetleri Yabancı dilde yayınlanan eserlerin erişilemez olmasından, literatür takibinin zor olmasına kadar eskiden sorun olan ama bugün çözülen pek çok unsuru bulacaksınız kitapta. Teknolojinin nimetlerine şapka çıkaracaksınız. Çünkü artık yeni çıkan yayınlara anında ulaşabiliyor, bir mesajı saniyeler içinde ilgilisine ulaştırabiliyoruz. Örneğin, kuş seslerinin transkripsiyonuyla ilgili sorunlar artık sorun sınıfına girmiyor bile. Ancak şimdiki sorunlar daha başka. Doğru bilgiye erişmek, bu bilgiye erişimdeki eşitsizlikler vs. Her dönemin zorlukları var ve bu zorlukları takip edebilmenin en iyi yolu böyle kitaplar/eserler. Tarihe izlerimizi bırakmak lazım böyle. Bu kitabın böyle bir misyonu da var. Bilimin sınıflandırılması Uzun yıllardır Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü lisans programı üçüncü sınıf öğrencilerine bilimsel ve teknik bilgi yönetimi dersini veriyorum ve dersin ana amacı öğrencilere fen bilimleri ve mühendislik araştırmacılarının bilgi davranışlarını öğretmek. Örneğin, dersi alan bir öğrenci bir botanik araştırmacısına hizmet sunacağı zaman botanik alanında taksonomilerin önemini biliyor, ona göre bilgi hizmeti sunabiliyor. Bu kitabın bence bir diğer misyonu pek çok bilimsel alan için mükemmel bir bilgi kullanımı ve bilgi davranışı rehberi sunması. Bu da bu kitabı bilgi bilimi alanı için ekstra kıymetli hale getiriyor. İsim karmaşası Yüksek lisans tez konum bilimsel araştırmalarda kişi ve kurum isimlerinin standardizasyonundan kaynaklanan erişim sorunlarıydı. Örneğin aynı isimli araştırmacıların yayınlarının birbirine karışması, hatalı yazımlar, editör veya dizinci hatasıyla yanlış etiketlenmiş yayınlar nedeniyle erişilemeyen bibliyografik kayıtlar vs. uzmanlık alanımdı bir dönem. Kadın araştırmacıların sahip olduğu en büyük dezavantajlardan biri soyadı değişimleri. Tıpkı kitaptaki Fahire Battalgazi örneğinde olduğu gibi. O dönemin sorunlarına bir de soyadı kanunu öncesi/sonrası dahil olduğu için iş daha da dallanıp budaklanmış. Fahire Akif, Fahire Battalgil, Fahire Battal ve son olarak Fahire Battalgazi hep aynı kişi. Zehra Taşkın ve Zehra Yanar’ın aynı kişi olması gibi. Her ne kadar günümüzde bu sorunlar yazar ID’si ile çözüldüyse de cumhuriyet tarihinin hemen hemen ilk yazar adı karmaşası hikayesini öğrendiğim ve çalışmalarımda kullanabileceğim için mutluyum. Kitaptan elde ettiğim katma değer bitmiyor gördüğünüz üzere. Adeta benim için yazmışlar :=) Doçentlik tezlerinin jüri raporlarının açılması Okumaktan en keyif aldığım bölümlerden biri de hocaların doçentlik değerlendirmelerindeki ifadelerdi. Bu da benim sürekli sayıkladığım açık ve şeffaf hakem değerlendirmesi fikrimi cilaladı yeniden. Keşke kimin kime ne değerlendirme yazdığını görebilsek. Ben bana yazılanların görülmesini isterim, başkalarına yazdıklarımın da. Ayrıca hakem raporları inanılmaz kıymetli bir eğitim materyali. Kitapta görüyoruz ki arşivsel değeri de var. Keşke politika yapıcılar sık değiştirilen doçentlik sisteminde asıl buna el atsalar. Canan (Atılgan) Hoca’nın sordugu sorular… Kitap size sürekli soru sorduruyor. Zaten Canan Hoca’nın takdimi sizi bu sorulara baştan hazırlıyor. En sevdiğim kısımlardan biri bu: … Eğer sosyoloji bölümlerinde hocalar muhtelif müdahalelerle dağıtılmasaydı, devlet bu bölümlerden aldığı görüşleri politikalarını yönlendirmekte kullanmayı sürdürseydi ve hatta kurumsallaştırsaydı, bugün megapoller yerine dengeli gelişmiş, daha mutlu insanları barındıran çok sayıda kentimiz olur muydu? Depremlerin afetlere dönüşmesi böylelikle çok daha sınırlı kalır mıydı? Ya sahada çalışan hocaların -kadın olsun erkek olsun- yerelde yaşayanlarla kurdukları ilişki biçimleri üniversite içine yayılabilseydi, hocalara atfedilen ve halkta yaygın olabilen seçkincilik algısı kırılabilir miydi?… (s. 9) Cevapları biliyorsunuz. Cevapları bildiğinizi biliyorum. Ancak geçmiş geride kaldı. Önümüzde uzun ve sancılı bir gelecek var. Bir yerden başlamak lazım. Tıpkı “hayatımda hiç arkama bakmadım” diyen Mübeccel Kıray gibi. Arkamıza hayıflanmak için değil de sadece dersler çıkarmak için bakmak, geleceğimizi o dersler ışığında aydınlatmak gerek. Çok istemesine rağmen okuması engellenmiş kadınlara ithaf edilen eser… Kitap “ailelerimizde de bulunan, çok istemesine rağmen okuması engellenmiş kadınlar” için. Yani köyünde lise olmadığı için liseye gitmesi abisi tarafından engellenen ama dört kızında tüm hayalini gerçekleştirmiş annem için. Okul yüzü görmese de kendi kendine okuma yazma öğrenmiş ve kafadan matematik işlemleri yapabilen rahmetli adaşım babannem için. Onlar ayrıcalıklılardan değillerdi. Ben öyleyim. Okutulmamış kadınların okutulmuş kızları olabildiysek cumhuriyetin kazanımları sayesinde. Cumhuriyet vizyonu bu. Okuyun, okutun. Ben kendi adıma tüm ekibe teşekkür ederim. ----------------- Referans: Zehra Taşkın,Hacettepe University, Department of Information Management, Ankara, Turkey,https://shorturl.at/cmyN3

Eğitimin Kalitesi !..

   İlksöz:    "Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder." / Eğitimdir ki; bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı ve yüce bir toplum halinde yaşatır ya da onu köleliğe ve yoksulluğa iter. "     Ünlü bir bilim adamının notu: "Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir."/ “Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değildir; düşünmek için aklın eğitilmesidir.” Dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik olarak "Türk Ulusunu” çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme,bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme,dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde edebilmek için Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirmek.Bu bağlamda; beşeri sermayemizin, aydınlık yarınlarımızın umudu olan gençlerimizi ;Fikri, Vicdanı ve İrfanı Hür olarak Kadim değerlere (İnancına, Tarihine , Kültürüne )bağlı analitik düşünen, tartışan , üreten bireyler olarak yetiştirmek. "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."       Eğitim, belirli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris, tedrisat, talim anlamına geliyor. Öğretim ise öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi olarak tanımlanıyor. Eğitim, daha çok insanın ailesinden, çevresinden öğrendiklerini, öğretim ise daha çok okullarda öğrenilen bilgileri kapsıyor. O nedenle ikisi arasındaki farkı en iyi belirten ifade Albert Einstein’in şu sözünde yer alıyor: “Eğitim, insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.”  Cumhurbaşkanımızın 10.09.2017 tarihinde İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 1. Bilim ve Teknoloji Zirvesi’nin açılış konuşmasında altını kalın çizgilerle çizdiğimiz önemli satırbaşları..http://bit.ly/2xtNgdy Birlikte okuyalım: "Bugün İslam dünyasındaki nüfusun yüzde 55’i okuma yazma dahi bilmiyor. OECD ülkelerinde milli gelirden eğitime ayrılan payın ortalaması yüzde 5,2 iken bu oran İslam dünyasında yüzde 1’i dahi bulmuyor. En başarılı çocuklarımızı, en parlak beyinlerimizi Batılı kurumlara ve ülkelere kaptırıyoruz. Günümüzün en önemli güç kaynağı olan enformasyon ve bilgi teknolojileri konusunda üreten değil tüketen konumundayız. Bu durum bizi milli güvenliğimiz başta olmak üzere birçok açıdan kırılgan hale getiriyor. Altını çizerek ifade etmek isterim ki dün olduğu gibi bugün de güçlü ülke olmak, bilgiyi üretmekten ve bilgiyi en iyi şekilde işleyebilmekten geçiyor.”     Öğretimin insana bilim öğretmesi gerekiyor. Gerisi eğitimin işi olmalı. Yani matematik, fizik, psikoloji, ekonomi, tıp gibi konularda insanı geliştirme ve uzman yapmak öğretimin görevi. Buna karşılık genel ahlâk, terbiye, alçakgönüllülük, dini inanç, yemek adabı, insanlarla ilişkiler, fedakârlık gibi konular eğitimin kapsamına giriyor. Bizim burada ele alacağımız konu öğretim konusu.     Ama üniversitelerin bu kadar zayıf mezunlar vermesinin en önemli nedenlerinin başında aslında bir kenara bıraktığımız ilk ve ortaöğretimdeki kalite düşüşünün bir sonucu.     Üniversite sözcüğünün aslı Latince ‘bütün’ anlamını taşıyan Universitas’dan geliyor. Bugünkü karşılığı; çeşitli akademik dallarda akademik unvanlar veren yükseköğrenim ve araştırma kurumu demek oluyor. Batıda üniversiteler katedral okullarının biat kültüründen soyutlanıp bilime dönük bağımsız kurumlar halini almasıyla ortaya çıkarken bizde de medreselerden dönüşerek batılı üniversitelere benzer kurumlar halini almış. Cumhurbaşkanımızın ;26.07.2017 tarihinde Yükseköğretim Kurulu tarafından düzenlenen, İslam Dünyası Yükseköğretim Alanının Oluşturulması Konferansının ​ açılış konuşmasından http://bit.ly/2tYyeXO “Soran, sorgulayan, geleceğe dair iddiaları olan bir nesil yetiştirmekte gereken başarıyı gösteremediğimizde ortaya geçici hevesler peşinde koşan, maalesef bir nesil çıkıyor. Hâlbuki kendine özgü eğitim sistemlerini geliştiremeyen milletlerin istikbali tayin edemeyecekleri gerçeğiyle karşı karşıyayız”     Yine Cumhurbaşkanımızın; 09.02.2017 tarihinde, "Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülleri" töreninde yaptığı konuşmadan http://bit.ly/2k78CTA altını çizdiğimiz, eğitimle ilgili olarak önemli başlıklar.Birlikte okuyalım: i- Kültür ve Sanatı Küçümseyen Toplumlar, Kaybetmeye Mahkûmdur. ii- Türkiye'nin Yeni Değerler Yetiştirmesi  Var Olan Değerlerine Sahip Çıkmasıyla Mümkün. iii- Teknolojiyi Üreten,Kültür ve Sanata da Hakim Olur. iv-Eğitim ve Kültür Alanında Eksiğimizi Gidermeliyiz. v-Gençlerin Sahip Çıkmadığı, İçinde Olmadığı Hiçbir Proje ve Faaliyetin, Toplumlar İçin Kalıcı Kazanıma Dönüşmesinin Mümkün Değildir.            "Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında" ;Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabalar. Bu ülkü ile "Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme çabaları.. Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme isteği.. Bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme çabası.Bu çabaların elli yıllık panoroması. Sonra ...Sonrası malum!.       Ülkelerin zenginliği nasıl belirleniyor, zenginlik nasıl ölçülüyor? Merkantilist yaklaşımla, kıymetli maden, döviz stoku ile mi? Doğal kaynakları, altın madeni, petrol, doğalgaz yataklarının varlığı ile mi? Beşeri sermayesi, bireylerinin niteliği, becerisiyle mi zenginlik ölçülüyor.       Ülkelerin zenginliğini doğal kaynakları, altın stoku değil beşeri sermayeleri, bireylerinin nitelikleri, becerileri, değer yargıları belirliyor. Ülkelerarası farklı doğal kaynaklar, altın, kıymetli maden varlıkları değil, insan yaratıyor. Doğal kaynak fakiri yüzlerce irili ufaklı adaya sıkışmış, yüzölçümü Türkiye'nin yarısından az olan Japonya, dünya sıralamasında önde de, Türkiye niçin hep gerilerde. Farkı insan öğesi yaratığı kesin.. .      Milletlerin zenginliğinin doğasını ve nedenlerini araştıran Adam Smith, insan faktörünün öneminin belirleyiciliğini yüzyıllar öncesi görmüştür. A. Smith'e göre, milletlerarası zenginlik farkını, işgücünün beceri, nitelik farkı ile işgücünün üretime katılma oranı belirler. Adam Smith ayrıca zenginlik bağlamında adalet, emniyet, hukuka bağlılığın önemini vurguluyor, bunları çağdaş bir devletin temelleri olarak görüyor. Adam Smith, zenginliğin ölçüsünün toplam değil, topluluğun bireylerinin ortalama zenginliği olarak görüyor. Adam Smith'e göre milletlerin zenginliği için, bireylerin becerisi yükseltilmeli, nitelikli işgücünün istihdamı artırılmalı, zenginlik dengeli dağılmalıdır. Adam Smith, günümüzün neoliberal, refah, zenginlik anlayışına kıyasla çok daha ileride.     Bakanlık adındaki değişim anlayış değişiminin de göstergesi: "Maarif": irfandan geliyor "Eğitim": eğmekten geliyor...    Eğitimimiz eğmekle öğmek arasına mı sıkışmış? Eğitiyoruz, eğitiyoruz ki adam edelim; eğiyoruz ki yola sokalım? Doğru olan yola. Haklı olan yola. Daha önce kuralları konmuş olan yola. Yoksa eğiriyor muyuz? Yün ya da pamuktan iplikler elde etmeye mi çalışıyoruz? İplikleri dokumaya mı? Dokutma mıdır, eğitmek? Öğerek, öğrenci dalkavukluğu ile mi eğitimi yürütelim?   Bana "eğitim" sözcüğü hep "tuhaf" gelmiştir. Bu "tuhaflık" ürkütücü bir tuhaflıktır. Boyun mu eğdiriyoruz? Latin kökenli dillerde kullanılan "éducation", "education" sözcüklerinde de, "yol göstermek", "sevk etmek", "kılavuzluk yapmak" anlamlarına karışmış "yönlendirme", itip, çekip, "yola koyma", "yola getirme" iması yok mu?       Diyeceksiniz ki bu doğal! Cahil, şaşkın ya da masum, bilgisiz biri geliyor. Yol gösterip, onu bilgilendirecek, onu "şekle" sokacaksınız. "Şekle sokmak" "zorla olur. Öğrenciyi kendi haline bırakırsanız, serseri olur, "havai" olur. Eğitim bir çiledir. Sıkıntı çekilecektir ki öğrenme, biçimlenme tam olsun! Eğiteceğimiz kişi "biçimi olmayan", "düz" belki de "dümdüz", yola girmemiş biridir. Öyle olmasaydı, eğitilmeye "talebi" olmazdı; talebe olamazdı! Öğrenci, eğitilirken eğilmelidir; biçimlenmeye hazır olmalıdır! Yoksa, öğrenemez; gelişemez! Sürekli "talim" ettirmeli, ona "olumlu" alışkanlıklar, "istendik" davranışlar kazandırılmalıdır.Eğitimin , doğru dürüst yapılabilmesi için bundan sorumlu herkesin önce 'education' ile 'training' arasındaki büyük farkı bilmesi gerekir. Education'un amacı statükoyu eleştirip alternatif üretebilecek aydınlar yetiştirmektir. Training ise kişinin işinde gösterdiği performansını yükseltmek amacına hizmet eder. Bu ikisi tamamen ayrı şeyler..... Ülkemiz dahil bir çok ülkede, özellikle  bu ikisi çorba edilmiştir. Türkçe her iki İngilizce kelimenin karşılığı aynı; 'eğitim' diye geçiyor. Tartışmayı fazla derinleştirmeden  "education" kelimesini eğitim, "training" kelimesini talim olarak çevirelim....       "Seneca'nın gençlik yıllarında Homines dum docent discunt (İnsanlar öğretirken Öğrenirler)dediği söylenir. , Bu fikir atasözü olarak "docendo discimus" kelimeleri ile ifade edilir. Bu eski gerçeğe ben, öğretmek durumunda olduğum şeyleri evvelâ kendim öğrenmek zorunda kalarak, katkıda bulunmuş oldum?" "Buna da ek olarak bir nokta daha vardı: Temel teorik yön, mukayeseli hukuk olduğu halde, ders reforumunun canalıcı özelliklerinden biri de, pratikle bağın kurulmasaydı?" "Daha Üniversitenin törenle açılışından önce, teorik derslerinin uslûbu ve yöntemi üzerine önceki dekan ile gayet ciddî tartışmıştım. Dekanlığa yaptığım bir ziyaret sırasında kendisi açmıştı bu konuyu. Frankfurt am Main'da nasıl ders verdiğimi, kürsüde ayakta durduğumu, serbest konuştuğumu, öğrencilere sürekli soru sorduğumu anlattım. Buradaki derslerin veriliş tarzı Paris örneğine uygundu; profesör kürsüde oturur ve evde itinayla hazırlamış olduğu ders metnini okurdu. Öğrencilere soru sormak, ya da öğrencilerin soru sorması caiz değildi. Profesörün okuduklarını öğrenciler yazarak not tutarlardı, bu notları ezberlemek ve sene sonu imtihanında bilmek zorundaydılar. Dolayısıyla benim vazifem, derslerimi yazılı olarak hazırlamak ve çevirmene her seferinde zamanında vermekti ki, çevirmen Türkçe metni hazırlayabilsin ve derste okusun. Nitekim, kamu hukukçusu Fransız meslektaşımız profesör Charles Crozat da, yıllardır dersleri böyle vermiyor muydu? Cevap olarak bu yöntemi bir türlü benimseyemediğimi söyledim. Çünkü bu durumda hiç ağzımı açmama gerek kalmayacaktı. Dolaysıyla öğrencilerle hiçbir kişisel bağ kuramayacaktım. Asıl önemlisi de okunan dersin, gerçekten doğru anlaşılıp kavrandığını kontrol edemeyecektim? Fazıl Pelin (Dekan) dehşetle telaşlandı. Tekrar tekrar bunun âdetten olmadığını, caiz olmadığını, üstelik gerçekleştirilmesinin de mümkün olmadığını söyledi, durdu. Üstelik, şayet bu plânımda ısrar edecek olursam, profesörler kurulunun da bu konuda zorunlu olarak bir prensip kararı almak durumunda kalacağını, ama tabii bu konunun ancak Hukuk Fakültesi için Çağrılmış olan öteki yabancı meslektaşlar da geldikten sonra ele alınabileceğini bildirdi" Bu satırlar, Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda ki Üniversite reformu sonrası İstanbul Üniversitesine gelen Türk vatandaşlığına geçen ünlü Alman hukukçusu Ernst E. Hirsch'e ait [1]. 1933 yılında Türkiye'ye gelen ve önce İstanbul, daha sonra Ankara Üniversitelerinde 20 yıla yakın ders veren, Türk Ticaret Kanunu başta olmak üzere nice düzenlemenin mimarı olan bu değerli öğretim üyesinin, İstanbul'a geldiğinde karşılaştığı ders verme sistemi işte buydu. 1932 yılında bir Üniversite reform önerisi hazırlamak üzere Türk Hükümeti tarafından resmen davet edilen, İsviçreli Pedogog Prof. Albert Malche de, Türkçe bilimsel yayınların eksikliği, düşük ücretlerin yan görevlere yönlendirmesi vb. eksikliklerin yanında en önemli husus olarak ders verme metodunun hiçbir şey vaat etmeyecek kadar eskimiş olduğunu belirtmiş ve bu hususu eleştirilerinin en ağır maddesi olarak kabul etmiştir[2]. Dersin ansiklopedik Bugün, üzerinden seksen yıl geçtikten sonra, kürsüde oturarak sadece ders kitabını ya da PowerPoint slaytlarını okuyan ya da kitabın yazarını, yılını, basımevini, öğrencilerin görmeyeceği şekilde kapatılmış kitaplardan satır satır dikte ettiren, öğrencilere soru sormayan, onların soru sormasına izin vermeyen bir öğretim üyesi davranışına hayret etmemek mümkün değil. İyi ama ya seksen yıl sonra bizlerin ders verme biçimimizin de aynı hayretle karşılanmayacağı kim iddia edebilir? O öğretim üyeleri de büyük bir olasılıkla, o yıllarda yaptıklarının doğru olduğuna inanmışlardı Ülkemizde muhasebe eğitiminde kaliteyi etkileyen, daha iyi ders verilmesini engelleyen birçok kritik faktör bulunmakta. Ancak özellikle, muhasebenin "Kariyer Mesleği" hedefine ulaşmada, teorinin pratikle bütünleştirildiği muhasebe eğitim sistemi eksikliği en büyük handikap. Teorik-pratik dengesinin gözetilememesi, hatta bu dengenin hiç olmaması ve tam 20 yıl eğitim görüp, iş hayatına atılmış birine "okulda öğrendiğin her şeyi unut" sözü en büyük hayal kırıklığı olduğundan emin olabilirsiniz. Ülkemizde çok değişik düzeylerde verilen muhasebe eğitimlerinde, herhalde bir eğitimcinin ilk sorması gereken soru şudur: "Muhasebe bilgisi hangi düzeyde, nasıl ve ne şekilde verilmeli? Teorik olarak mı? Pratik olarak mı? Yoksa teori pratik dengesini sağlayan teorinin pratikle bütünleştirildiği Mesleki Uyum Eğitim sistem ile mi? [3]. Muhasebe eğitimini yalnızca gelecekte muhasebe alanında (ve de özellikle vergi beyannamesi düzenlemeye yönelik muhasebe faaliyetlerinde) çalışacak kişiler için ele alınması ve bu perspektif de eğitim yapılması yanılgıların en büyüğü. Bu yanılgıya düşen eğitimcileri gelecek kuşakların bağışlamayacağından kimsenin kuşkusu olmasın[4]. Çünkü, telefon rehberi ezberletir gibi hesap numarası ezberleten bir eğitimcinin, "Muhasebe bilimini" belirli kalıplarla öğrencilere aktarması ve kendisinin ezberindeki bu bilgileri tekrar sınavlarda harfiyen geri istemesi için fazla yetkin bir kişi olmaya gerek olmadığı açık. Eğitimde herhalde yapılması en kolay şey, bilgi tekrarı. Zaten buna eğitim demek de ne kadar doğru? Bilinenleri tekrar etmenin en büyük tehlikesi; "neden, niçin, nasıl" sorularını soran bilimsel düşüncenin temelini teşkil eden "analitik düşünce sistemi"nin önüne duvar örülmesi. "Muhasebe"yi bilim olmaktan çıkarılarak tekdüzen kalıplara sokma isteği. "Zaten çoğu kişi aynısını yapmıyor mu? Bizde aynı davranış biçimini tekrarlayarak görevimizi yapmış oluruz" düşüncesi "Muhasebe Bilimi "nin gelişmesinde en önemli engel. Seksen yıl öncesinden bir farkla; eğitimde çağ atladığınızı, teknolojiyle ne kadar bütünleştiğinizi göstermek için, notlarınızı Power Point slaytlarına dönüştürüp aynen okumakla, dün olduğu gibi görevinizi layıkıyla tamamlamış olmanın en büyük hazını yaşayabilirsiniz. Belki de, ekonomimizi dünyayla entegrasyonu kolaylaştıracak, ekonomik yapınıza uygun "Muhasebe Standartları" geliştirememeniz, teorisyeninde, meslek mensubunun da, uygulayıcının da ortak dili olamaması hep bundandır kim bilir. Muhasebede teori, konuları sistematik olarak ele almak, tartışmak suretiyle yön vermek, daha iyi ifadeyle daha yararlı uygulamalar yapabilmeleri için katkıda bulunmayı hedeflerken, "Teorinin Pratikle Bütünleştirildiği Eğitim sisteminde" uygulama üzerinde çalışılması gereken konuları belirlemek suretiyle teoriye katkıda bulunur. İkisinin birbiriyle uzlaşmaz değil, tam aksine uyumlu olduğunu kabul etmek bir muhasebe eğitimcisi için temel ilke olmalıdır. Vak'a, gerçek bir işletme probleminin tarafsız bir tarzda tasvir edildiği ve gerçek olaylara ışık tutan bir metin. Vak'a çalışması. teori-pratik(uygulama) entegrasyonunu içeren, öğrenciye teorik bilgiler verildikten sonra, bu bilgilerin uygulanmasını ve pekiştirilmesini sağlamak amacı ile, eğitim- öğrenim veriminin maksimum kılınmasında önemli eğitim araçlarından bir tanesi. Öğrencinin gerçek iş hayatında bir muhasebecinin karşılaştığı problemlerle karşı karşıya bırakılması ve bu problemleri uygulamada kullanılan metod ve teknikler aracılığı ile çözmeye yöneltilmesi, iş hayatına atıldığında mesleği ile ilgili daha verimli ve başarılı olmasını sağlayacağı açık. Vak'a metodunun uygulandığı derslik/amfi bir simülasyon merkezi niteliğinde ve öğrenci bu merkezde üzerinde çalıştığı ve bir çözüme ulaştığı vak'a problemini gözden geçirmek, çalışmalarında ulaştığı sonuçların yeterliliğini test etme, sınama olanağını bulmakta. Vak'a; hız verici, yönetim usullerini tasvir edici, sistemli analize olanak sağlayan vakalar olarak sınıflandırılabilmekte. Çalışmada geliştirilmeye çalışılan vak'a "Satışların Maliyetinin Hesaplanmasına Yönelik Amprik Bir Çalışma" iki farklı sektörde faaliyet gösteren kurumsallaşmış popüler iki firmanın gerçek verilerini içermekte olup, öğrencilere gelir tablosunun önemli unsurunun nasıl hesaplanacağını öğretmeyi hedeflemekte. Vak'a bilgileri bizzat bu firmalara gidilerek elde edilmiş gerçek verilerden oluşmaktadır.   SONSÖZ Vak'a yazımını çok ciddi bir iş olduğunun bilincinde olarak, İki farklı sektörde faaliyet gösteren iki firmaya ait gerçek verilerle geliştirilmeye çalışılan Vak'a çalışmamız amatörce yapılmış, bir deneme niteliğinde. Teori ve Pratiğin entegre edilerek eğitime taşınması çok önemli. Günümüzde muhasebe eğitimini veren üniversitelerde dahil tüm kurumlar, muhasebe mesleğinin kalite imajını sürdürülebilir kılmaları, hatta arttırmaları ancak muhasebe eğitim kalitesini arttırmaktan geçtiği yadsınamaz bir gerçek. Muhasebe eğitiminde bu vizyon vazgeçilmez bir paradigma olarak herkesçe kabul edilmek zorunda. Bu şekilde eğitim görme olanağını elde edenler, mesleği en iyi bir biçimde temsil etme yeteneğine (gerekli bilgi, donanım, yetenek ve becerilere) sahip olacağı tartışmasız bir gerçek. Muhasebe eğitiminin; bilimsel olarak sürdürüldüğü, yükseköğretim kurumlarından da aynı beklenti fazlası ile bulunmakta. Bu çalışmayı yazanların hayali ve özlemi, özellikle öğretim elemanlarının "Üniversite-Sanayi "işbirliği kapsamında, firmaların sorunları çözüme kavuşturmalarını sağlayacak sistemlerin en kısa sürede kurulup, işletilmesidir. Üniversitelerde gerçekleştirilecek üretime yönelik bu yeni yapılanma; piyasadan edinilen bilgi ve tecrübelerin üniversiteye taşınmasına, daha yetkin öğrencilerin yetiştirilmesine, uygulamaya dönük bilimsel çalışmaları ortaya konmasına, kısaca üniversitelerin çıktı değerlerinin ülke ekonomisine sinerjik katkı sağlayacaktır. [1] Hirsch, Ernst E. , Anılarım, Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi (Aus des Kaisers Zeiten durch Weimarer Republik in das Land Atatürks, Eine unzeitgämesse Autobiographie), Çev:F. Suphi, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 5. Basım, Nisan 2000, s. 245-249. [2] http://guncel. tgv. org. tr/journal/35/pdf/364. pdf, http://www. muhasebevergi. com/content. aspx?id=271 [3] http://www. gokselyucel. net/muhasebe-egitiminin-kalitesini-artirmada-egitimcinin-rolu/ [4] Agk.  http://blog.radikal.com.tr/bilim-teknoloji/egitimin-kalitesi-28633  Bazı öğretim üyeleri pek önemsemese de İlk günden öğrenciye syllabus,yani ayrıntılı ders planı dağıtılmasının çok önemli olduğuna inananlardanım.. İlgilenenler için;  Maliyet Muhasebesi ve Yönetim Muhasebesi Dersi Ayrıntılı Planı (syllabus) https://bit.ly/3o51GYt                                                                                                             

İnternette Dakika Başına Neler Yapıyoruz ?

         İnternette  Dakika  Başına Neler Yapıyoruz ? 187 milyon E-mail 481 bin Tweet 3.7 milyon Google araması 973 bin Facebook girişi 4.3 Milyon YouTube video izleme 38 Milyon WhatsApp mesajı 375 bin Apple uygulama indirimi 2.4 Milyon Snaps yaratımı 174 bin Instagram...              http://www.visualcapitalist.com/internet-minute-2018