Tüm Bilgi Paylaşımlarım

5th International Icndbm Conference: New Dırectıons In Busıness, Management, Fınance and Economıcs

5THINTERNATIONAL CONFERENCE ON NEW DIRECTIONS IN BUSINESS, MANAGEMENT, FINANCE AND ECONOMICS https://icndbm.com/ 5th International ICNDBM Conference: NEW DIRECTIONS IN BUSINESS, MANAGEMENT, FINANCE AND ECONOMICS The Canadian Institute for Knowledge Development (CIKD)is pleased to announce the call for abstracts for the 5th International ICNDBM Conference on New Directions In Business, Management, Finance And Economics on June 22 th , 2021. Main Themes of the conference are focused but not limited to the following: Management Marketing Accounting Banking Economics Finance Public Policy Leadership Globalization Creativity Complex Systems Communications and Media Human Resources E-commerce Keynote Speakers: Will be announced   Publishing opportunities: Only abstracts that will be presented at the conference will be published in proceedings. The authors will be informed about the success of their submission 7 days later. Submission of an article to different conferences held by CIKD does not necessarily mean publishing that article in different journals mentioned in the publication opportunity section of the event. After an article has passed the initial acceptance criteria, it becomes qualified for being presented in the conference and published in the proceedings. The accepted articles are then sent to double-blind peer reviewers in relevant areas of expertise and if approved, they will be offered different opportunities and facilitation, including fast-tracking by CIKD, for publishing in the following journals: International Journal of Organizational Leadership (ISSN 2383-1103, ISI Thomson Reuters, EBSCO, ProQuest) China Finance Review International (ISSN 2044-1398, Scopus, Thomson Reuters,…) (Emerald Publishing) Journal of Surveillance, Security and Safety Marketing and Branding Research (ProQuest) Management Issues in Healthcare System (ProQuest) Civil And Environmental  Engineering Reports (ISI) ACM Transactions On Software  Engineering  And  Methodology   (TOSEM) Jordan  Journal Of  Mechanical And  Industrial  Engineering (Scopus) International Journal on Technical and Physical Problems of Engineering (Scopus) International Journal of Management and Enterprise Development(Scopus) Global Business and Organizational Excellence(SCOPUS ) Quality – Access to Succes Journal of Turkish Operations Management Technology Audit and Production Reserves “EUREKA: Social and Humanities” journal (Google Scholar,Copernicus) Applied Marketing Analytics (Scopus) Organization Technology And  Management In Construction (ISI, ProQuest) International  Journal Of Educational  Management (ISI) Pacific  Business Review International(ISI) Social  Responsibility Journal(ISI) Journal of Financial Reporting and Accounting (ISI) Lecturas de Economia (ISI) Technology  Analysis & Strategic Management (ISI) International Journal of Knowledge Management Journal of Global Operations and Strategic Sourcing The abstracts submission will stay open until April 30 th , 2021. Late submissions will not be accepted. To submit your abstracts please visit: https://icndbm.com/submission-5th-icndbm-conference Important Deadline: Early Bird Registration: 31March 2021 Abstract submission deadline: 30 April 2021 Notification of Acceptance after review process:7 May 2021 Regular registration Payment Deadline: 21May  2021 Deadline for Full Paper Submission:  4 June 2021 Day of Conference: 22 June 2021 You can also contact us by: info@icndbm.com CIKD is looking forward to many interesting contributions!

“Gelecek 10 Yıl İçin Güçlü Nesiller Yetiştirme Projesi“ / 100/2000 YÖK Doktora Bursu

Ülkemizin ihtiyaç duyduğu alanlarında doktoralı insan kaynağını yetiştirmeyi hedefleyen, “Yeni YÖK”ün bir Türkiye projesi olarak kurguladığı “YÖK 100/2000 Doktora Projesi” 4. yılını doldurmuş, gördüğü yoğun ilgi neticesinde öncelikli alanlarda sisteme dâhil olan ve şu ana kadar desteklediğimiz doktora öğrenci sayısı 5 bini geçmiştir. İlk mezunlarını vermeye başlayan proje, ülkemizdeki 1000 kişi başına düşen doktora mezunu sayısının üst seviyelere çıkması yönünde katkı sağlamakla birlikte ülkemizin güncel sorunlarının çözümüne yönelik yetişmiş nitelikli insan kaynağını da yetiştirmektedir.   - Ülkemizin ihtiyaç duyduğu güncel alanlarda yetişmiş doktoralı insan gücü desteği sağlandı Bilindiği üzere YÖK 100/2000 Doktora Projesi, “Geleceğin Türkiye’si için Güçlü Nesiller Yetiştirme Projesi” olarak yola çıkmış ve ülkemizin küresel alandaki rekabet gücünü artırmak amacıyla önümüzdeki 10 yılda ihtiyaç duyulacak alanlarda geleceğe yatırım yapmayı hedeflemiştir. Ayrıca gelinen noktada güçlü nesiller yetiştirmek için geleceğe yatırım yapmakla kalmayıp, günümüzde ihtiyaç duyulan güncel alanlarda da nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesini misyon edinmiştir. Bu kapsamda “Türkiye'nin Otomobili” projesinin üretiminde ihtiyaç duyulacak doktoralı insan gücünün yetiştirilmesi için YÖK 100/2000 Doktora Projesi kapsamına 3 yeni bilim alanı eklenirken, ülkemizin savunma sanayinde “Yerli ve Milli Teknoloji Hamlesine” katkı sağlamak amacıyla da 7 yeni bilim alanı daha projeye eklenmiştir. Ayrıca ülkemizin Küresel Covid-19 Salgını ile mücadelesine katkı sağlamak amacıyla “Pandemi Dönemi Özel Çağrısı”na çıkılmıştır. Bu bağlamda bilhassa “aşı ve ilaç” çalışmalarına katkıda bulunan YÖK 100/2000 Doktora Projesi bursiyerleri de gurur kaynağı olmuştur.  ​ - Projeye ülkemiz için çok önemli olan konularda yeni alt alanlar eklendi Son olarak bugün ilan edilen “2020-2021 Eğitim Öğretim Dönemi Bahar Dönemi Çağrısı” ile ülkemizin gündemindeki konulara katkıda bulunmak amacıyla projeye önemli yeni alt alanlar eklenmiştir. Ülkemizde sıkça yaşanmakta olan ve ne yazık ki can kayıplarına da yol açabilen depremlere yönelik olarak bu alanda nitelikli insan kaynağının yetişmesi adına “Deprem Çalışmaları (Sismik İzolasyon Yöntemleri, Depreme Dayanıklı Malzeme Teknolojileri, Entegre Teknolojiler, Pratik Güçlendirme Teknolojileri, Jeofizik Çalışmalar-Diri Fayların Tespiti, Deprem Risk Çalışmaları, Zemin Yapısının Tespitine Yönelik Çalışmalar, Deprem Yapı Sönümleyicileri, Yapı Operasyonel Modal Testler, Deprem Erken Uyarı Sistemleri, Tsunami Erken Uyarı Sistemleri, IoT Tabanlı Akıllı Deprem Uyarı Sistemleri dâhil)” ile “ Afet ve Acil Durum Yönetimi” alt alanları eklenmiştir. Ülkemizin enerji kaynaklarını etkin kullanabilmesi ve var olan enerji ihtiyacının denizlerde yürütülen çalışmalarla sorunsuz bir şekilde tespit edilebilmesi adına “ Yeraltı Enerji Kaynakları Yönetimi (Derin Deniz Sondajı ve Üretim Teknikleri, Doğal Gaz Üretim/Depolama Teknolojileri, Jeotermal Rezervuar, Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliğinde Yapay Zeka ve Makine Öğrenmesi, Deniz ve Kara Sismik Ölçüm Teknolojileri dâhil)”, Deniz Jeolojisi ve Jeofiziği (Deniz Sismolojisi, Deniztabanı Deprem ve Tsunami Gözlem Teknolojileri, İnsansız Sualtı Araçları dâhil) eklenmiştir. Gelecekteki ihtiyaç olmaktan çıkıp günümüzü tehdit eden su kaynağı sıkıntılarının çözümüne yönelik çalışmaların artması ve yaygınlaşmasını teşvik etmek adına “ Sürdürülebilir Su Kaynakları (Su Tasarruf Teknolojileri ve Arıtma Teknolojileri dahil) ” alt alanında yeniden çağrıya çıkılmıştır. YÖK 100 /2000 Doktora Projesi, gündeme uyum sağlanarak süreçleri dinamik olarak yürütmenin yanı sıra gelecekteki ihtiyaçlara yönelik yatırım yaparak güçlü bir Türkiye için katkıda bulunmaya devam edecektir.   “YÖK 100/2000 Doktora Bursu 2020-2021 Eğitim Öğretim Yılı Bahar Dönemi (9. Çağrı) Başvuruları” na ilişkin duyuru için tıklayınız​.  

Küresel İnovasyon Endeksi ve Türkiye

Türkiye, Küresel İnovasyon Endeksi’nde neden 51’incidir? Günümüz iş yaşamında, ekonomi jargonunda yaygın kullanılan sözcüklerden, terimlerden biri de “inovasyon”dur. Bu konuda toplantılar düzenleniyor, demeçler veriliyor, makaleler yazılıyor, inceleme ve araştırmalar yapılıyor, ödül törenleri düzenleniyor, ödüller dağıtılıyor. İnovasyon, yenilikçilik sözcüğü bu kavramı tam karşılıyor mu? İnovasyon, algılayabildiğimiz kadarı ile yeni ürün, yeni teknoloji, yeni bilgi, yeni üretim süreçleri geliştirmekten daha geniş kapsamlı bir kavram. Kuşkusuz inovasyon sözcüğü tüm bunları kavramakla beraber, mevcut bilgilerden yararlanarak yeni malzeme, araç üretmeyi, mevcut alanları geliştirmeyi, pazarlara hizmet ve mal sunuşunda yeniliği, değişikliği, işyerlerinde yerleşim ve iş akımı planlarını daha etkin hale getirmeyi, tasarımı da içermekte. Konu yalnız işletmelerin başarısı açısından değil, ekonomilerin krizden çıkışı açısından da önem taşımakta. Yeni ürünlerin, yeni hizmetlerin, yeni teknolojilerin geliştirilmesinin, yeni sunuş tekniklerinin, ekonomide canlılık yaratacağı savunuluyor. Serbest piyasa ekonomisi düzenin sürmesi açısından, yenilikçilik yaşamsal önem taşıyor. Ülkeler, devlet ve işletmeler olarak araştırma geliştirme faaliyetine büyük kaynaklar ayırıyorlar. Şirketlerin, araştırma geliştirme giderlerine ayırdıkları kaynakların GSYH’ye oranı bazı ülkelerde yüzde 3.0 düzeyine yaklaşıyor, hatta aşıyor. İsrail ve Güney Kore bu konuda ilk iki sırayı alıyor. Şirketlerin Ar-Ge harcamalarının ulusal gelire oranı sıralamasında İsrail, Güney Kore, Finlandiya, Japonya, İsveç, İsviçre, Danimarka, Almanya, ABD, Avusturya ilk ona giriyor. 2011 verilerine göre Türkiye’nin bu ölçüte göre dünya sıralamasındaki yeri, Güney Afrika’dan da sonra, ancak 33’üncülük. Türkiye’de işletmelerin Ar-Ge harcamalarının ulusal gelire oranı ancak binde 37. Bu konuda devletin de katkıları var. Devlet özellikle KOBİ’lere Ar-Ge konusunda doğrudan destek veriyor. Ayrıca Kurumlar Vergisi Kanunu’nda kapsamlı Ar-Ge vergi indirimi var. Kurumlar, işletmeleri bünyesinde gerçekleştirdikleri yeni teknoloji ve bilgi arayışına yönelik araştırma geliştirme harcamalarının yüzde 100’ünü Ar-Ge indirimi olarak kurum kazancından indirebiliyor, vergi avantajı desteği sağlıyorlar. Yaygın toplantılara, demeçlere, ödüllere, teşviklere karşın Türkiye’nin dünya çapında bir markası olmadığı gibi geliştirdiği, ihraç ettiği yeni ürün, yeni teknoloji, yeni üretim süreci de yok. Yeni ürün, yeni teknoloji ihracının yokluğu bir yana, ileri teknoloji ürünlerinin ihracat içindeki payı da son derece düşük. Türkiye daha çok geleneksel sanayi ürünlerini, onların da büyük ölçüde montajını yaparak dışarıya satıyor. Türkiye’nin ihracatında ortalama kg. değeri 1.46 ABD Doları (USD) olarak hesaplanıyor. Bu değer, teknoloji ürünü satan Ar-Ge harcamalarının yüksek olduğu Güney Kore’de 3.0 USD, Japonya’da 3.5 USD, Almanya’da 4.1 USD’ye değin yükseliyor. Bu bağlamda diğer gösterge ve verilere de bakıldığında Türkiye’nin dünya sıralamasında çok gerilerde olduğu görülüyor. Prof. Dr. Güven Sak’ın 4 Kasım 2013 tarihli Dünya gazetesinde yayımlanan makalesinden öğrendiğimize göre Türkiye, küresel inovasyon endeksinde 68’inci sırada( http://www.dunya.com/turkiye-kuresel-inovasyon-endeksinde...) Dünya Ekonomik Forumu Küresel Rekabet Gücü Raporu’na göre 2013 yılında Türkiye, 148 ülke arasında rekabet gücü sıralamasında 44’üncü. İşgücü etkinliği açısından durum daha da iç karartıcı; sıra ancak 130’unculuk. Sözünü ettiğimiz konularda dünya düzeyinde niçin bu denli geri sıralardayız? Yanıtı, nitelikli insan azlığı. Kapitalist düzende girişimci en etkili aktördür, ünlü ekonomist Joseph Schumpeter’in girişimci tanımını anımsayalım. Girişimci, üretim faktörlerini bir araya getiren, örgütlenmeyi yapan, yeni ürünler geliştiren, yeni teknolojiler uygulayan, yeni pazarlar bulan, yaratıcı bir kişidir. Türkiye’de bu tanıma uyan kaç girişimci, hatta işadamı var? İnovasyonda niçin geri sıralardayız diye yakınmadan önce olaya doğru tanı koymak gerekiyor. Dünya ekonomilerini inovasyon yeteneklerine göre sıralayan Küresel İnovasyon Endeksi, İngilizce ifadeyle Global Inovation Index (GII)’in 2020 yılı raporu 2 Eylül 2020 tarihinde Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Örgütü (WİPO) tarafından yayınlanmıştır. Endeks her yıl düzenli olarak Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Örgütü (WİPO), INSEAD ve Cornell Üniversitesi iş birliğinde hazırlanmaktadır. İnovasyon girdileri ve çıktıları olarak gruplandırılmış yaklaşık 80 göstergeden oluşan endeks, inovasyonun çok boyutlu yönlerini incelemektedir. Küresel İnovasyon Endeksinin çerçevesi gözünüzde canlanması adına Şekil 1’de verilmiştir. Şekil 1: Küresel İnovasyon Endeksi (GII)’nin Yapısı Kaynak: WIPO Küresel İnovasyon Endeksi’ne göre 2020 yılında ilk 20’ye giren ülke ekonomileri Tablo 1’de sunulmuştur. Tablo 1’e göre öne çıkan bulgular şöyledir: İlk 3 sırayı 2019 yılında olduğu gibi sırasıyla İsviçre, İsveç ve ABD paylaşmıştır.  Tabloda yer alan skorlara bakıldığında genel olarak skorlarda bir artış görülmediği, aksine azalış meydana geldiği görülmektedir. Ancak skorlardaki bu azalmanın bazı ülkeler hariç sıralamaları genel olarak değiştirmediği gözlemlenmiştir. Bunun nedeni raporda belirtildiği üzere Covid-19 pandemisinin ülke ekonomilerinde neden olduğu daralma ve araştırma ve geliştirme yatırımlarında neden olduğu kesintilerdir. İlk 20 ülke içerisinde en yüksek gelişme gösteren ülke ekonomisi 4 sıra birden yükselen Fransa ekonomisi olmuştur. Yeni durumda Fransa listeye 12. sıradan girmiştir. Diğer taraftan en yüksek gerileme gösteren ülke ekonomileri ise İsrail ve İrlanda olmuştur.  İsrail 2019 yılında 10. sıradan 13. sıraya, İrlanda ise 12. sıradan 15. sıraya gerilemiştir.   Birleşik Krallık 2020 yılında 1 sıra yükselerek Hollanda ile Danimarka 1 sıra yükselerek Finlandiya ile yer değiştirmiştir. Tablo 1: Küresel İnovasyon Endeksi, 2020 Kaynak: WIPO Raporda Türkiye ile ilgili olarak yer alan son 3 yıla ilişkin istatistikler Tablo 2’de sunulmuş olup, bu tabloya göre öne çıkan bulgular şöyledir: Türkiye 2020 yılında Küresel İnovasyon Endeksinde bir önceki yıla göre 2 sıra düşüş göstererek 131 ülke ekonomisi arasında 51. sırada yer almıştır. İnovasyon girdi alt endeksinde ise bir önceki yıla göre artış göstererek 56. sıradan 52. sıraya yükselmiştir. İnovasyon çıktı alt endeksinde ise bir önceki yıla göre düşüş göstererek 49. sıradan 53. sıraya gerilemiştir. 2020 yılında inovasyon girdi alt endeksi inovasyon çıktı alt endeksinden daha iyi durumdadır. İnovasyon girdi alt endeks sıralamasında son 3 yılda en iyi performans 2020 yılında gösterilmiştir. Diğer taraftan inovasyon çıktı alt endeks sıralamasında son 3 yılda en düşük performans ise aynı yılda gözlemlenmiştir. Küresel İnovasyon Endeksi sıralamasında ise son 3 yılda en düşük performans 2020 yılında görülürken, en yüksek performans 2019 yılında görülmüştür. Tablo 2: Küresel İnovasyon Endeksi Bulguları, Türkiye Kaynak: WIPO   Küresel İnovasyon Endeksi’ne göre Türkiye, 37 üst orta gelir grubu ülke ekonomisi arasında 8. sırada yer alırken, Kuzey Afrika ve Batı Asya'daki 19 ülke ekonomisi arasında ise 4. sırada bulunmaktadır. Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin performansı gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında beklentilerin altında seyretmektedir. Çıktı alt endeks puanının girdi alt endeksi puanına oranı anlamına gelen inovasyon etkililiği rasyosu, ingilizce ifadeyle Innovation Efficiency Ratio bir ülkenin girdileri ile ne kadar inovasyon çıktısı ürettiğini göstermektedir. Türkiye inovasyon etkililiği rasyosunda 2020 yılında 131 ülke arasında 0,6’lık oranla 131 ülke arasında 54. sırada yer almıştır. İnovasyon etkililiği rasyosu 2020 yılından itibaren Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Örgütü (WİPO) tarafından yayınlandığından önceki yıllarla birlikte bir karşılaştırma sağlanamamaktadır. Girdi ve çıktı inovasyon endekslerinin alt endekslerinde de 2019 ve 2020 yılları karşılaştırılmış olup, öne çıkan bulgular Tablo 3’te verilmiştir. Tablo 3’e göre; En yüksek performans gösterilen alt endeks 2020 yılında 28. sırayla “Pazar gelişmişliği” iken 2019 yılında 40. sırada “Yaratıcı çıktılar” olmuştur. En düşük performans gösterilen alt endeks 2020 yılında 94. sırayla “Kurumlar” iken 2019 yılında 2020 yılına benzer olarak 85. sırada “Kurumlar” olmuştur. Bu bulgudan aynı zamanda en düşük performans gösterilen “Kurumlar” alt endeksinin 9 sıra birden düşerek 2020 yılında daha da düştüğü görülmektedir. Bir önceki yıla göre en yüksek gelişme gösteren alt endeks 24 sıra yükseliş gösteren “Pazar gelişmişliği” alt endeksidir. Bu endeksi sırasıyla 14 sıra yükseliş gösteren “İş gelişmişliği” ve 4 sıra yükseliş gösteren “İnsan sermayesi ve araştırma” endeksi izlemiştir. Bir önceki yıla göre en düşük performans ortaya koyan alt endeks 13 sıra gerileme gösteren “Altyapı” alt endeksidir. Bu endeksi sırasıyla 10 sıra gerileyen “Yaratıcı çıktılar” ve 9 sıra gerileyen “Kurumlar” endeksi takip etmiştir. Tablo 3: Girdi ve Çıktı İnovasyon Alt Endeksleri, Türkiye Kaynak: WIPO 5 nolu “İş gelişmişliği” bölümünde 5.2. kodlu “İnovasyon bağlantıları” altında 5.2.1 kod ile yer alan Üniversite/Sanayi Araştırma İşbirliği endeksinde Türkiye’nin son iki yıllık gelişimi ise şöyledir: Türkiye Üniversite/Sanayi Araştırma İşbirliği alt endeksinde 2019 yılında 37 puanla 88. sırada yer alırken 2020 yılında 18 sıra birden yükselerek 40,6 puanla 70. sıraya yerleşmiştir. Bu bulgudan Üniversite-Sanayi İşbirliği programlarının endekse önemli katkı sunduğu anlaşılmaktadır. Raporda Dünyayı etkisi alan Covid-19 pandemisinden dolayı 2020 yılında dünya ülkeleri araştırma ve geliştirme (AR-GE) yatırımlarına ayırdıkları pay düşüş göstermiştir. Diğer taraftan küresel olarak bazı ülkeler hariç ülke ekonomik büyüme hızlarında düşüş trendi öngörülmektedir. Bu nedenle Türkiye özelinde sunulan yukarıdaki bulgular çok olumsuz bir tablo çizmemelidir. Ancak bu durum ülkemizi ilerlemeden ve daha ön sıralara girmeden alı koyacağı anlamı taşımamalıdır. Türkiye nitelikli personel istihdamını ve şeffaflığı ilke edinerek ve verimsiz veya nispeten verimli alanlardan yüksek katma değerli alanlara daha fazla kaynak aktararak daha üst sıralara yükselmesi ve uluslararası arenada söz sahibi olması her zaman mümkündür. Ayrıca, 80 göstergeden oluşan endeks görev alanları itibarıyla neredeyse bütün kamu kurum ve kuruluşlarını ilgilendirdiğinden ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının bilimi rehber edinerek eş güdümlü çalışması ve süreci görmek adına belirli aralıklarla ilerleme raporları hazırlaması gerektiği unutulmamalıdır.  Raporun ana ve alt endeksler açısından detaylı bir şekilde incelenmesi, atılacak adımlar ve alınacak politika tedbirleri açısından yol gösterici olacaktır. Üretilen yeni bilgi ve yöntemlerin sahada uygulanması anlamına gelen inovasyon ile inovasyon yetenek ve becerileri geliştiği ölçüde ülke ekonomileri gelişim göstereceği ve refah seviyelerinin artacağı aşikardır. Faydalı olması ve farkındalık oluşturması dileğiyle. Bilimle, teknolojiyle ve inovasyonla kalınız. Not: Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz veya kopyalanamaz. Note: It can not be cited or copied without referencing. Yararlanılan Kaynaklar Cornell University, INSEAD, and WIPO (2020). The Global Innovation Index 2020: Who Will Finance Innovation? Ithaca, Fontainebleau, and Geneva. WİPO, https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_gii_2020.pdf. Global Innovation Index, https://www.globalinnovationindex.org/analysis-indicator. https://tevfikbulut.com/2020/09/12/kuresel-inovasyon-endeksinde-turkiye-ne-durumda/ OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==> https://www.sanayigazetesi.com.tr/kuresel-inovasyon-endeksinde-turkiye-ne-durumda-makale,1871.html     Her yıl hazırlanan “Global Innovation Index Report– Küresel İnovasyon Endeksi Raporu” yayınlandı. Türkiye olarak; 2011- 2019 arasında ortalama 36.93 Endeks puanımız bulunmakta olup; en düşük puanı 2011 yılında 34.1 ile; en yüksek puanı ise 2016 yılında 39 puanla aldık. 2019 yılında 131 ülke arasında 36.31 puanla 49. sırada yer alan ülkemiz, 2020 yılı raporuna göre 34.90 puanla 51. Sırada yer almıştır. Endekste 66.88 puanla İsviçre ilk sırada yer alırken; son sırada 19.85 puan ile Yemen yer almakta olup, Endeksin medyanı 30.94’tür. Geçmiş dönemlere bakıldığında yapılan ar-ge yatırımlarının ülkelerin gayri safi milli hasılaları ile doğru orantılı arttığı veya azaldığı görülmekte olup, son 6 aydır pandeminin de etkisi ile azalmaktadır. 2021 yılında da bu sürecin devam edebileceği öngörülmektedir. Diğer taraftan kendine rota arayan boştaki risk sermayesinin (venture capital) özellikle kişi başı milli geliri 32.000 dolar üzerinde olan; Singapur, İsrail, Hong Kong, ABD, Lüxemburg, İngiltere gibi ülkelere yöneldiği görülürken diğer taraftan, kişi başı milli gelir düzeyi 0-6.000 Dolar arasında olan ülkeler içinden Hindistan’a; 6.000 – 15.000 Dolar arasında olan ülkeler içinde Çin’e; 15.000 – 32.000 Dolar kişi başı milli geliri olan ülkelerden ise Güney Kore ve Estonya’ya yöneldiği görülmektedir. Maalesef bu sermayelerin ülkemize yönelmediği görülmektedir. Şimdi gelin gelir seviyesine göre endeksteki sıralamalara bakalım; Yüksek gelir grubunda yer alan ülkeler içinde; İsviçre (1)*, İsveç (2), ABD (3) Orta – üst gelir grubunda ilk üç; Çin (14), Malezya (33), Bulgaristan (37), Düşük – orta gelir grubunda ilk üç; Vietnam (42), Ukrayna (43), Hindistan (48) Düşük gelir grubunda ilk üç; Tanzanya (88), Ruanda (91), Nepal (95) *parantez içindeki (sayı) ülkenin endeks içindeki genel sıralamasını göstermektedir. Son dönemde yapılan Ar-ge yatırımlarının sektörel olarak dağılımına yüzdesel baktığımızda; Donanım ve elektronik ekipman (23.5%) İlaç ve bioteknoloji (18.8%) Otomobil (15.6%) Yazılım ve hizmetler (14.4%) Ar-ge ve İnovasyon konusunda en fazla yatırım yapan firmalara baktığımızda; Alphabet, Huawei, Samsung,Volkwagen ve Roche ilk sıralarda yer alırken, Yatırım tutarına göre en etkin sonuca ulaşan firmalar ise; DouDupont, China State Enginering, Accenture, Airbus ve Panasonic yer almaktadır. İnovasyon ve gelişmişlik seviyesi arasındaki korelasyona bakıldığında; gelişim düzeyine göre innovatif açıdan en düşük performansı sergileyen ülkeler sırası ile; Rusya, Türkiye, Şili, Suudi Arabistan ve Arjantin olarak tablolara yansımış durumda! Geçen hafta Sanayi ve Teknoloji Baknalığımız; sivil toplum örgütlerimizin temsilcileri ile bu konuyu ayrıntılı olarak masaya yatırarak önümüzdeki dönem yol haritasını değerlendirdiler; sonrasında mutlaka bir yol haritasını yazılı olarak kamuoyu ile paylaşacaklardır. Geçen on yılda, inovasyon konusunda onlarca etkinlik yapılmasına, birçok girişimde bulunulmasına rağmen, olumlu bir noktaya konuyu taşıyamamış oluşumuz da manidar tabi; işin görsel tarafını bırakıp ödevimizi doğru yapmaz isek, yazılan raporlar uygulama alanı bulamaz ise bu yazıyı bu içerikle yazmaya devam ederiz.     Geçenlerde kendi şirketini kurmuş, iş kovalayan bir genç girişimci ile Türkiye’de girişimciliğe yönelik devlet desteklerini konuşuyorduk. Karışık duygular içindeydi. Bir yandan fazlasıyla cömert bir sürü maddi destek imkanı olmasından son derece memnundu. Bir yandan da “neredeyse üzerinde çalışacağım masanın ebatını da desteğe hak kazanmak için sağlanması gereken kriterler listesine ekleyecekler” diye şikayet ediyordu. Merak ediyordu. Neden girişimcileri desteklemek için son derece cömert davranan bir devlet, bir taraftan da ek külfet getiren manasız kriterler koyuyordu? Üstelik neden yeni girişimlere verilen destek kriterleri AR-GE projeleri için destek kriterlerine benziyordu?  Starbucks 1971 yılında kuruldu. Bugün 62 ülkede 149 bin kişi istihdam ediyor. Adam bildiğiniz kahve satıyor. Kahveyi icat filan etmedi. Sadece daha güzel sunuyor. Ben de her sabah içiyorum. Chobani yoğurtlarının kurucusu Hamdi Ulukaya geçen yıl ABD’de yılın girişimcisi seçildi. Hamdi Bey bildiğiniz bizim yoğurtları ABD’de satıyor. Yoğurdu filan bulmadı. Hatta nasıl satılacağını da bulmadı. Bizim burda başarıyla uygulanan satış yöntemlerini dünyanın en büyük pazarına taşıdı. Starbucks ve Chobani bizim çoğu akademisyenlerden kurulu jürilere gelse devletten destek alabilirler miydi emin değilim. Bizim girişimci destekleme sistemimizdeki ana problem galiba tam da bu noktada yer alıyor. Aslında devletin öyle kendi başına doğrudan girişimci seçmemesi gerekiyor. Teknik olarak, devletin, özel kesimle rekabete girmemesinde de fayda var. Ama bakın öyle oluyor. Neden böyle oluyor? Müsaadenizle önce bana bu soruyu soran genç girişimciye ne dediğimden başlayayım. Girişimci destekleri konusunda karışık duygular içinde olan genç girişimciye o gün “ama İdare ne yapsın?” dedim, “gel birlikte bir düşünelim: bir bürokrat, kamu kaynağını kullanarak, özel bir projeye fon aktaracak. Bugünkü cömert destelerin en sonunda manası bu oluyor.Ötekilerin arasında tek bir girişimciye arka çıkacak. Her ne kadar şimdilik Sayıştay raporları Meclise sunulmayıp, sümen altı ediliyor olsa da, denetim işi fiilen ortadan kalkmış filan değil. Yarın mecbur desteği veren kuruma Sayıştay’dan bir müfettiş gelecek. Kamu kaynağı doğru aktarılmış mı diye bir bakacak. İşte o gün hesap verebilmek için şimdiden kaynak dağıtımını somut ve sayılabilir kriterlere bağlamakta fayda var. Gelen müfettiş zaten yalnızca o sayılabilir kriterlere bakacak.” Öyle değil mi? Aynen böyle olmuyor mu? “İlgili konuda doktoralı elemanı var mı?” bakabilirler. “Masalar belirtilen ebatlarda tasarlanmış ve çalışabilir durumda mı?” bakabilirler. “Bilgisayarlar aman Apple filan olmasın en ucuzundan olsun” bakın buna da bakabilirler.  Uyduruyorum elbette ama işte böyle kriterler geliveriyor iş doğrudan devlet desteği dağıtmaya gelince. Halbuki devletin mümkün olduğunca doğrudan destek vermekten kaçınması gerekiyor. Özellikle erken aşama desteklerinde, tek tek projelere kaynak aktarmak yerine, erken aşama girişimcileri destekleyen ekosistem unsurlarını hareketlendirmekte fayda bulunuyor. Mesela bir erken aşama girişim sermayesi fonu özel yatırımcılardan para bulabiliyorsa, bu fona kaynak aktarmak.  Böylece bir özel yatırımcının kendi elini taşın altına koyduğu, güvendiği girişimcilere destek verilmiş oluyor. Hazine’nin bugünlerde yasal çerçevesini tamamlamaya çalıştığı Fonların Fonu düzenlemesinin özü işte tam da bu. Devlet bir fon kuruyor, bununla özellikle erken aşamaya kendi kaynaklarıyla destek veren girişimcilik fonlarına ek bir finansman imkanı sağlıyor. Peki, problem nedir? Problem bir nevi tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar problemidir. Memlekette erken aşamaya destek veren girişimcilik fonları zaten yoktur. Memlekette nitelikli yeni girişim sayısı da çok azdır. Bunların sayısını artırmayı hedefleyen kuluçka merkezlerine destek verilmemektedir. Melek yatırıcımcılık düzenlemesi ise yine Hazine tarafından daha yenilerde yapılmıştır. Fonların fonu düzenlemesi daha yapılacaktır. Memleketin girişimcilik ekosistemi daha inşa halindedir. Nasıl Sibirya kaplanlarının Sibirya’nın ta en doğusunda Amur nehrinin güneyinde, Japonya’nın kuzeyindeki Sakhalin adasının tam karşısında,  yaşayabilmeleri için avlayacakları hayvanlara, o av hayvanlarının da rahatça otla beslenecekleri bir ortama ihtiyaçları varsa, girişimcilerin de işte öyle bir ortama ihtiyaçları vardır. Uygun ekolojik ortam yoksa Amur nehrinin güneyinde Sibirya kaplanı, Türkiye’de de girişimci olmaz.  Mesele şudur: Bir. Yeni fikirleri hayata aktaracak mekanizmalar bu yeni girişimci ekosisteminin ayrılmaz bir parçasıdır. İki. Türkiye’de bu eko sistemin tüm unsurları daha yerine oturmuş değildir. Üç. İnşaat ortamında etrafımızda bir hercümerç hali vardır. Sıkıntı buradadır. Konuyla ilgili olarak, TEPAV araştırmacısı İpek Beril Benli’nin çalışmalarına bir bakmanızı öneririm. Yoksa bu kadar desteğe rağmen, INSEAD, Cornell Üniversitesi ve WIPO’nun Küresel İnovasyon indeksinde neden Türkiye 142 ülke arasında 2012 yılında 74’üncü, 2013 yılında da hala 68inci sıradadır? İşte  bundan. Neden listenin ilk 10, hatta ilk 20, ülkesi pek değişmemektedir. Yine bundan.

The Global Conference on Services and Retail Management (Gloserv 2021)

  The Global Conference on Services and Retail Management (GLOSERV 2021) https://gloserv.org/ Welcome to the official website of the Global Conference on Services and Retail Management (GLOSERV 2021), which will be held during May 11-13, 2021 as a virtual conference. The services and retail management has become one of the main aspects of academia to research on. There is a multitude of studies in this field, bringing its importance even more to the attention of academia in recent years. There is a great demand among scholars who are studying in this field to share their findings with their fellow colleagues. Therefore, GLOSERV conference invites researchers who resonate with this topic to share their findings and ideas. GLOSERV 2021 will be  organized by the University of Naples Federico II, Naples, Italy and the University of South Florida, Tampa, Florida, USA. Attending or presenting at GLOSERV 2021 is %100 free.  GLOSERV 2021 aims to bring together researchers, scientists, scholar and graduate students to exchange and share their experiences, new ideas, and research results about all aspects of Services and Retail Management and discuss the practical challenges encountered and the solutions adopted. English is the official language of the conference. We welcome paper submissions. Prospective authors are invited to submit full or abstract only (and original research) papers (which are NOT submitted/published/under consideration anywhere in other conferences/journal) in electronic format. All papers will be double-blind reviewed by experts in the relevant fields.

Emperyalizimin / Neoliberalizmin “Covid-19 Aşı Miliyetçiliği“

COVID-19 salgını, küresel düşünmeyi gerektiren küresel bir sorun..     İlk Söz: "1955’te Jonas Salk ... Çocuk felci aşısının kime ait olduğu sorulduğunda şu cevabı vermiş: “Herhalde insanlık derdim. Patenti yok. Güneşi patentleyebilir misin?’ (*) ’https://bit.ly/2JXpxLk "Covid-19 aşılarının hızlı gelişimi gerçekten etkileyici bir başarı olsa da, küresel aşı tedariki üzerindeki kısıtlamalar ve dağıtımdaki ilgili eşitsizlikler nedeniyle lekelenmiştir. 4 Mayıs itibariyle, dünya nüfusunun yüzde 8'inden daha azı herhangi bir Covid-19 aşısından bir doz bile almıştı, oysa sadece on zengin ülke tüm aşıların yüzde 80'ini oluşturuyordu. Bunun nedeni sadece zengin ülkelerin mevcut tüm dozları satın alması değil, aynı zamanda dolaşmak için yeterli doz olmamasıdır.. Ancak bu kıtlığın kendisi büyük ölçüde yapaydır. Aşı üretimi, ilaç şirketlerinin bilgi ve teknolojiyi paylaşmayı reddetmesi nedeniyle sınırlandırılmıştır. Onaylanmış aşıları üreten şirketler, kamu sübvansiyonlarından ve kamu tarafından finanse edilen araştırmalardan yararlanarak geliştirdikleri bu aşıyı , bir tekeli sürdürmek için patent korumalarından yararlandılar, üretimi kendi fabrikalarıyla ve lisans verdikleri birkaç başka şirketle sınırlandırdılar"..https://bit.ly/3oMLOeU Koronavirüsle mücadele için aşının umutla beklediği bir dönemde, istatistikler düşük gelirli 70 ülkedeki nüfusun sadece yüzde 10’unun aşıya erişebileceğini gösteriyor. Bu da milyarlarca insanın yıllarca aşı olamayacağı anlamına geliyor. Pandeminin görünür kıldığı eşitsizliğin neden ve sonuçları:  Dünyayı bir yılı aşkın bir süredir etkisi altında tutan yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) etkisi sonbahar itibarıyla bir kez daha azami noktaya ulaştı. Kovid-19 vaka sayısı toplamda 70 milyona dayanırken ve ölü sayısı da 1.5 milyonu aşmışken; kritikleşen bu tablodan Türkiye de nasibini aldı. İlk defa Kasım ayının son çeyreğinde vaka sayılarını açıklamaya başlanan Türkiye’de günlük vaka sayısı 30 binin altına düşmüyor. Sağlık Bakanlığı, Perşembe günü yaptığı açıklamada Türkiye’de 10 Aralık itibarıyla toplam vaka sayısını 1 milyon 748 bin 567 olarak açıkladı.  Hem Türkiye’de hem de dünya genelinde vaka ve ölüm sayıları hızla artarken, salgının hız kesmesi için gözler Rusya, İngiltere, Çin, Almanya ve ABD’nin piyasaya süreceği aşılarda. Ancak salgınla beraber eşitsizlik de tırmanıyor. Zira, Halkların Aşı İttifakı dünya nüfusunun yüzde 14’ünü oluşturan gelişmiş ülkelerin, geliştirilen aşıların yüzde 53’ünü istiflemiş olduğuna işaret ediyor. Gelişmiş ülkelerin aşı istifçiliği nedeniyle düşük gelirli 70 ülkede nüfusun sadece yüzde 10’u aşıya erişebilecek. Bu tabloya göre de milyarlarca insan yıllarca aşı olamayacak. “Eşitsizlik konusunu geniş bir perspektiften ele almak zorundayız. Kovid-19 öncesindeki dünyaya bakacak olursak, Kovid-19 sonrasının da nasıl bir dünya yaratacağını görebiliriz. Küreselleşme yaşandı. Süreç tüm dünyada refah artışı sağlanacağı, iş imkanlarının küresel boyutta oluşacağı, kültürlerin kaynaşacağı gibi tezler ile başladı. Bunların hepsi bir ölçüde gerçekleşti. Örneğin, komünist sistemden çıkan Çin’de büyük bir orta sınıf yaratıldı. Gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonomide göreceli ağırlığı artmaya başladı. Ancak, eş anlı olarak önemli başka gelişmeler de oldu. Küreselleşen dünyanın yarattığı değişimler ve ortaya çıkan bazı avantajlara karşın eş anlı olarak gelişen çok önemli bazı sorunlar karşısında dünya yeteri kadar sorun çözücü olamadı. 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan küresel nitelikli örgütlerin tanım ve misyon değiştirmesi gerekiyordu. Bu süreç, oluşan sorunlara yanıt bulmaya yetecek hızda ve nitelikte olmadı” diyor.  ‘Gelişmiş ülkelerde gelir adaletsizliği arttı, gelişmekte olan ülke konumuna gelemeyenler dünyanın kalanından koptu’   “Küreselleşme, çok sayıda unsurun küreselleşmesini beraberinde getirdi ama hiçbiri finans kapital kadar güçlü, baskın ve yaygın bir süreç yaşamadı. Dünyanın ve insanlığın içinden geçtiği sürece ilişkin her sorunun piyasa tarafından çözülebileceği gibi bir anlayışın gelişmesiyle tekelleşme eğilimi güçlenen ve teknolojik gelişmelerle beraber ‘insan’ faktörünü kenarda bırakan bir sermaye oluşumu ve bu sermayenin yine insan faktörünü dışlayan noktalarda tahsis edildiği bir süreç yaşandı. Gelişmiş ülkelerde gelir adaletsizliği yayılırken, gelişmekte olan ülke konumuna gelemeyen ülkelerin dünyanın geri kalanından süratle koptuğu bir dünya oluştu”   Bu süreçte teknolojinin gelişiminin insanın olmadığı bir üretim sürecini mutlak kılma yolunda ilerledi ve teknolojinin yok ettiği iş sahalarının açtıklarından fazla oldu.  “Geçtiğimiz günlerde, Daron Acemoğlu tarafından yapılmış bir sunumun teknoloji ile beraber ABD’de yarattığı işgücü talebi dönüşümü anlatılıyor. Yapay zeka ile beraber bugüne kadar görülmemiş bir ölçekte algoritmaların insanın yerine geçtiği ve bu nedenle içinde bulunduğumuz teknolojik gelişmelerin bugüne kadar gördüklerimize benzemediğini dile getiriyor. Teknoloji kullanımı konusunda devletin insanı korumak adına müdahaleci olması gerektiğini söylüyor. Yani, regülasyonlar yoluyla kısıtlayıcı bir rol üstlenmekten söz ediyor. Yapay zeka ile gelen teknolojilerin yeni iş sahaları açacağı kesin ama yok ettiği işler çok daha fazla. Dolayısıyla, net olarak insanın olmadığı bir üretim yapısı gelişiyor.” Dünya kaynaklarının yetersizliğine ve bu sonuçlarına “Dünyada herkesin aynı standartta yaşaması mümkün değil. New York’ta yaşayan bir insanın yaşam koşullarını Kigali’de yaşayan bir insana da sunduğunuzda, dünyanın kaynakları bu dünya nüfusuna yetmiyor. Ancak, ortada büyük bir adaletsizlik var ve bu adaletsizlik çevresel faktörler üzerinden çok çarpıcı olarak varlığını hissettiriyor” . ‘Dünyanın en zenginlerinin oluşturduğu çevresel kirliliğin sonuçlarıyla en fakirleri baş etmek zorunda kalıyor’ Zenginlerin oluşturduğu bu çevresel kirliliğin sonuçlarıyla dünyanın en fakir kesiminin baş etmek zorunda kaldığına işaret eden Tunca “Paris Antlaşması ile küresel ısınmanın 1.5 derece santigrad ile sınırlandırılması hedefleniyordu ki bu seviyeye sadık kalınamayacağı tahmin ediliyor. 1990-2015 arasında dünyanın karbon salımı yüzde 60 oranında arttı. 1800’lü yılların ortalarından bu yana ise iki katlık bir artış söz konusu. Ortaya çıkan çevresel etkilerin yaratıcısı gelişmiş zengin ülkeler ama bu etkilerin sonuçlarını kuraklık, sel, kasırga gibi doğal afetlerle yüzleşmek zorunda kalarak yaşayanlar dünyanın en fakir 3.5 milyar nüfuslu kesimi. Paris Antlaşması’na göre oluşturulmuş bir karbon bütçesi bulunuyor. Karbon bütçesi, küresel ısınmayı 1.5 derece santigrad seviyesinde sınırlamak için salınabilecek karbon miktarını ifade ediyor. Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin kişi başına yarattığı karbon ayak izi 2030 için hedeflenen değerlerin yaklaşık olarak 35 katına, en fakir kesimin yüzde 50’sinin ise 100 katına ulaşmış bulunuyor. Dünyanın en zengin kesiminin yarattığı bu kirlilik dünyanın fakir kesimlerine yardım etmek amacıyla değil, kendi tüketimlerini artırmak amacına yönelik çalışıyor. Ancak, sonuçlarıyla baş etmek zorunda kalanlar fakir kesimler. Ortada korkunç bir eşitsizlik bulunuyor. Kaldı ki, AB üyesi ülkelerin refah düzeyi göreceli olarak daha yüksek ve düşük olanları arasında da karbon salımı konusunda eşitsizlik söz konusu”.  En fakir 64 ülkenin yaptığı toplam borç ödemesinin kendi sağlık sistemleri için harcadıklarının üzerinde. “2019’da dünyanın en fakir 64 ülkesinin gelişmiş ülkelere ve onların finansal kuruluşlarına yaptıkları borç geri ödemesi toplamı sağlık sistemleri için gerçekleştirdikleri harcamaların üzerindeydi. Şimdi, Kovid-19 krizinin 2 temel noktada zorlayıcılığı söz konusu: mevcut finansal yapıları kullanarak salgınla mücadelede yeterli olabilmek ve zayıflayan ekonomik koşullarda salgının yeni dalgalarını göğüsleyebilmek. Yani, salgın ile ilgili süreç uzadıkça, mücadele gücü zayıflıyor.   ‘Kovid-19 pandemisi, eşitsizliğin 3 temel kaynağı olan ekonomik yapı, teknolojik gelişmeler ve çevreyi daha görünür kıldı’  Eşitsizliğin 3 temel kaynağının ‘ekonomik yapı, teknolojik gelişmeler ve çevre’ olduğunu, Kovid-19 pandemisinin ise bu eşitsizliğin görünür olmasında rol oynadığını söyledi. Tunca aynı zamanda küreselleşmenin sağlıksız bir ekonomik felsefesi anlayışı ve siyasette popülist yaklaşımları beslemekte.  “Yukarıdaki anlatım, eşitsizliğin üç temel kaynağına odaklanıyor: ekonomik yapı, teknolojik gelişmeler ve çevre. Kovid-19 yerküredeki herkese dokunabilecek bir felaketin nedeni olunca, yaşanan ve yaşanabilecek eşitsizlikler bambaşka bir boyutta, tüm dünyanın eş anlı olarak sesini çıkardığı bir konu olma özelliğine büründü. Eşitsizliğin temel kaynaklarına odaklanınca, ulusal ve uluslararası siyaset kavramına ve uygulamalarına ister istemez çıkıyoruz. Küresel sorunların küresel bakış açılarıyla çözülebileceği aşikar. Aksi takdirde, yönetsel bir asimetri söz konusu. 2. Dünya Savaşı sonrasında Einstein tarafından da sürekli gündeme getirilmiş bir konu başlığı bu. Ancak, küreselleşmenin getirdiği sağlıksız bir ekonomi felsefesi anlayışı ile finans kapitalin küresel hakimiyeti 2008 krizini ve ardından da siyasette popülist bakış açılarını beraberinde getirdi. Popülizm, iç siyasette de, uluslararası ilişkilerde de kutuplaşma anlamına geliyor ki pek çok toplum kendi içinde, dünya ülkelerinin de pek çoğu kendi aralarında kutuplaştı. Sosyolog Elise Boulding, modern toplumların ana odaklanmaktan dolayı geleceğe odaklanacak zaman ve enerji bulamadıklarını 1978’de dile getiriyor. Bugün, 1978’in koşullarından çok farklı bir noktadayız. Teknolojik gelişmelerle hızlanan dünyada gelecek düşünülmüyor ve siyaset de toplumların kısa vadeciliğine popülist bir ayak uydurma sağlıyor. Küresel iklim değişikliğinin ulaşacağı boyut daha 1950’lerde, teknolojik gelişmelerin nerelere ulaşacağı ise 1960’larda, 1970’lerde dile getiriliyor. İnsanlık, bu felaketlerle karşılaşacağını yeni öğrenmiyor.” Yaşanan tüm bu sorunların çözümünün “dünyanın, ‘insan’ unsurunu öne çıkaran yaklaşımlarla ve demode kalmış küresel örgütleri ivedi olarak yeniden dizayn ederek ilerlemesi” olduğunu söyleyen Tunca “Devlet kavramının insanı koruyan bir sosyal anlayışa sarılması gerekiyor. İş imkanları, çevresel felaketler, gelir adaleti konularında ulusal ve uluslararası düzeyde ortak anlayışların geliştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, yukarıdaki verilerde görülen yüzde 1 ve dünyanın kalanına ilişkin çarpıcı karşılaştırmalar yapılmaya devam edecek ama çok cepheli bir felaketle karşı karşıya kalınacak. Nasıl olabileceği konusu ise büyük bir soru işareti. Bazı ülkelerin ve liderlerin G7, G20 gibi platformlarda bu işlere önderlik etmesi gerekiyor. Fakat, bu platformların da ne kadar sorun çözmeye niyetli olduğu yine büyük bir soru işareti. Medeniyetin gideceği yeri konuşuyoruz artık. Cambridge Üniversitesi’nden Luke Kemp tarafından “Medeniyetlerin Çöküşüne Giden Yolda mıyız?” başlıklı bir makale okudum geçtiğimiz günlerde. Benzer bir eseri yıllar önce Çöküş adlı kitabında Jared Diamond ele aldı. Bu şartlar altında, Kovid-19 sürecinin adil bir aşılama ile devam edeceğini düşünmek mümkün mü? Kovid-19, insanlığı çok yönlü bir teste tabi tuttu.” ‘Kovid-19, sadece bu salgının yönetimini değil, arkadan gelen sorunların çözülmesini hatırlatıyor’  “Sağlığa ve aşıya topyekün erişim olmaması salgınları sürekli hale getirir mi?” sorusunun yanıtını aşağıdaki şekilde vermek mümkün.Birlikte okuyalım:    “Bu konu, daha çok tıbbın konusu ama yaygın aşılama yapılması gerektiğini bilmek için tıp okumuş olmak gerekmiyor sanırım. Aşı bulunduysa da, bu aşıya herkesin ulaşması için daha uzun bir süreç var önümüzde. Tarihteki başka salgın hastalıklarda olduğu gibi aşının yayılmasıyla beraber salgın elbette baskılanacak ve yılını tahmin edemediğimiz bir gün kontrol altına alınmış olacaktır. Ancak Kovid-19, sadece bu salgının yönetimini değil, arkadan gelen çok büyük başka sorunların da çözülmesi gerektiğini çok güçlü olarak hatırlattığı için, 2020 yılı geleceği çok önemli boyutta etkileyecek bir yıl olma özelliğine sahip oldu.” Bu bağlamda ;Pfizer, Moderna veya korona virüs aşısı üzerinde çalışan herhangi bir ilaç firmasını kahramanlaştırmamaya dikkat etmeliyiz. Bunlar, kolektif araştırmadansa bile isteye seçtikleri rekabetçi araştırmayla meşgul, pazara oynayan özel kuruluşlardır. Milyonlarca insanın öleceği küresel bir salgından edilecek muazzam kârlar, bu şirketlerin oyun sonu kurgusunun bir parçası. Kimseye “ücretsiz” aşı sundukları da yok—ücretsiz derken, milyarlarca dolar değerindeki imtiyaz anlaşmalarıyla bağladıkları zengin ulusların vatandaşları için kullanılan ücretsizi kastetmiyorsak tabii. Önde gelen tüm aday aşı dozlarının ‰50'den fazlası, hâlihazırda bu tür ikili anlaşmalar yoluyla satın alınmış durumda. Yoksul ülkeler ise 2022’den önce kendi nüfuslarını aşılayamayacakları düşüncesiyle kendilerini çoğunlukla bu kurgunun dışında buluyorlar. Pfizer, koronavirüs aşısından kâr etmeyi planladığını açıkça belirtti. Pfizer’in çok daha küçük ortağı olan BioNTech, aşı duyurusunun ardından piyasa değerini 25,8 milyar dolara (Deutsche Bank’tan daha fazla) kadar artırdı. Morgan Stanley analistleri, Pfizer ve BioNTech’in yalnızca önümüzdeki yıl aşıdan yaklaşık 13 milyar dolar kazanacağını tahmin ediyorlar. Pfizer ve Moderna, kendi aşısı için ödeme yapacak bütçesi olmayan olan yoksul ülkelerle ortaklık kurmaktan kaçındı. Koronavirüs aşı denemelerine katılan diğer bazı ilaç şirketlerinin aksine, Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF, Dünya Bankası ve Bill & Melinda Gates Vakfı tarafından koordine edilen bir aşı ittifakı olan COVAX’ı henüz imzalamadılar. COVAX, katılımcı ülkelere daha geniş bir aday aşı yelpazesine erişim olanağı sağlarken aynı zamanda daha yoksul ülkelerin paylarını güvence altına almalarına da yardımcı olan bir aşı havuzu organize ediyor. Pfizer, şu anda COVAX ittifakıyla görüşmelerde bulunduğunu açıkladı. Fakat bir yandan da Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği ile aşısının ilk dozları için imtiyaz sözleşmeleri imzaladı. Moderna da COVAX ile görüşmelerde bulunduğunu söylüyor (şirket, Coalition for Epidemic Preparedness Innovations’tan çok erken bir fon almıştı); Warp Speed Operasyonundan 1 milyar dolarlık Ar-Ge parasını kabul ettiğinden, şirketin ilk dozlarından yüz milyonlarcası hâlihazırda ABD ile bir tedarik anlaşmasına bağlı durumda. Pfizer ve Moderna’nın, aşılarını sermayeye çevirmek istemeleri şaşırtıcı değil. İlaç şirketleri, hayat kurtaran ilaçların arzını kısıtlamak ve fiyatlarını şişirmek için uzun süre katı patent rejimleriyle kurulan tekelleri kullandılar. Ancak, COVID-19 salgını tam da küresel liderleri elzem ilaçların geliştirilmesinde kullanılan bu modeli yeniden düşünmeye yönlendirmesi gereken türden bir felakettir. Küresel bir salgının ortasında, tüm gezegenin sağlığını ve ekonomik çıktılarını neden ilaç şirketlerinin iş planları belirliyor? Amerika Birleşik Devletleri gibi zengin ülkeler, Pfizer gibi şirketlerin patent ve fiyatlandırma haklarının tartışmaya açılmasına müsaade etmeyerek, aşı dağıtım araçlarını şirketlerin belirlemesinin etkin bir biçimde önünü açıyor. Yakın zamanlı diğer sağlık krizleri, bu statükonun gerçekte ne kadar ölümcül ve eşitsiz olduğunu çoktan gösterdi. Aşı şirketlerine gelişimleri ve buluşları için tazminat verilmeli fakat şirketlerin kâr marjları küresel dağıtımı belirlememelidir. Uzun vadede, COVAX tarafından önerilen türde bir küresel ağ altyapısının oluşturulması ve desteklenmesi son derece önemlidir. Bu salgın son salgınımız olmayacak. İleriyi düşündüğümüzde, en yüksek teklifi verene öncelik veren mevcut sistemden, küresel halk sağlığının gerçeklerine ve gereklerine eğilim gösteren başka bir sisteme geçmemiz gerekiyor.Bu notumuz şimdilik burada kalsın.  Başka bir perspektifden ve içinde bulunulan konjonktüre uygun konun analizini yapmakta fayda var. Bu bağlamda; en tehlikeli dezenformasyon türü, yanlış/yanıltıcı bir bilgiyi yoktan üreten değil, doğru bir bilgiye yönelik kitlesel kuşku yaratan; doğrunun itibarını sarsmayı hedefleyendir. Bu nedenle WHO esas tehlikenin “pandemi” değil; güven duygusunu zedeleyen “infodemi”olduğunu söylüyor https://bit.ly/2IbZFKK. "Menşei ne olursa olsun, COVID-19 aşısı hakkında sorgulayıcı düşünüp samimi tereddütleri gidermeye emek vermek doğaldır. Ancak, şüphe yaratıp umut kırmak için, bundan lezzet alarak, doğruluğu bilinmeyen iddialar ortaya atmak, ölüme yoldaşlık etmektir. Insan hayatı ile oynamaktır." Bu bağlamda, "İnfodemi" öyle bir hal aldı ki insanların bazıları: - Virüse inanmıyorlar - Salgına inanmıyorlar - Teste inanmıyorlar - Aşıya ve ilaca inanmıyorlar - Bilime, bilim insanına ve hekimlere inanmıyor ... Sanki ülkede resmi verilere göre ; günlük vaka sayısı 30 bin değil!... her gün  yaklaşık 200 ölüm vakası yok, 60 yaşın üzerindekilerin covid19 ölüm riski gençlere göre 50 kat değil! Sanki, riskleri görememe/anlayamamanın toplumsal maliyetinin  maksimum nereye varabileceğine yönelik, tüm toplumun dahil edildiği acımasız bir deneyin içinde değiliz. Koronavirüs aşısı: Aşıyla ilgili komplo teorileri neler, bilim insanları bunları nasıl çürütüyor? Koronavirüs aşısıyla ilgili her gün yeni bir ilerleme sağlanırken özellikle sosyal medyada aşılarla ilgili söylentiler yaygın olarak ilgi çekiyor ve paylaşılıyor. Genetik kodların değiştirilmesinden, milyonlarca kişinin bedenine mikroçipler yerleştirmeye kadar birçok söylenti 'kulaktan kulağa' yayılıyor. Aşağıda ki yazıda bu yanlış iddialardan bazılarınının bilim adamları tarafından nasıl çürütüldüğü anlatılıyor.Birlikte okuyalım:  i-Oxford Üniversitesi'nden Jeffrey Almond, "mRNA'yı bir insana enjekte etmek insan hücresindeki DNA'ya hiçbir etkide bulunmaz" diyor. ii- koronavirüsle mücadele için mikroçipleri kullanacağı iddası.Gates Vakfı'nın desteklediği bir çalışmaya da atıf yapıyor. Çalışma, kişilerin aşı bilgilerinin özel bir mürekkep enjekte edilerek deri yüzeyinde saklanabilmesini sağlayabilecek bir teknolojiye ilişkin.Oysa çalışmada bahsi geçen uygulama bir mikroçip değil, daha çok görünmez bir dövmeye benzetmek mümkün. iii-'Cenin dokusu' dedikodusu. Aşıların insan ve hayvan ceninlerindeki bazı dokuları, özellikle de akciğer dokularını içerdiğine yönelik söylentilere de rastlanıyor. Bu iddialar bazen de "anne karnındaki 3-6 aylık bebeklerin kürtajla alınıp bedenlerinin aşı çalışmaları için kullanılması" şeklinde paylaşılıyor. Southampton Üniversitesi'nden Dr. Michael Head, bu söylentiyi net ifadelerle yanıtlıyor: "Herhangi bir aşı üretim sürecinde cenin hücresi kullanılmıyor." iv-'İyileşme oranı' argümanı Sosyal medyada yer alan aşı karşıtı argümanlardan birisi de, "Eğer koronavirüsten ölme oranı bu kadar az ise aşı olmak gereksizdir" şeklinde formüle edilebilir. Aşı olmaya karşı insanlar tarafından paylaşılan bir görselde, Covid-19 hastalığında iyileşme oranının yüzde 99,97 olduğu söylenerek, koronavirüs kapmanın aşı olmaktan daha güvenli bir seçenek olduğu ileri sürülüyor. Öncelikle bu görsellerde yer alan "iyileşme oranı", yani virüs kaparak iyileşenlerin oranı doğru değil. Oxford Üniversitesi'nden istatistik uzmanı Jason Oke, koronavirüsten enfekte olanların yüzde 99'unun kurtulduğunu söylüyor. Yani her 10 bin kişiden 100'ü yaşamını yitirecek ve bu sayı, görselde yer aldığı haliyle her 10 bin kişiden 3 kişinin yaşamını yitirmesinden oldukça fazla. https://www.bbc.com/news/54893437 Bir de   emperyalist /neolibaral ülkelerin COVID-19 salgınını, küresel bir sorun olarak görmeyip "Aşı Milliyetçiliği" yapmaları.  Oxfam International tarafından Eylül ayının başında yayımlanan raporda,   AstraZeneca, Gamaleya/Sputnik, Moderna, Pfizer ve Sinovac’ın aşı stoğunun yüzde 51’inin dünya nüfusunun yalnızca yüzde 13’üne sahip olan zengin ülkeler tarafından satın alındığını belitilmiş, kalan yaklaşık 7 milyar insanın 2 buçuk milyar doz aşıyla yetinmek zorunda kalacak. Hesaplamalar, ilaç şirketlerinin tekellerini ve kârlarını koruyan ve zengin ulusları destekleyen, üretimi yapay olarak kısıtlayan ve dünya nüfusunun çoğunu aşı için gereğinden fazla bekleten çarpık bir sistem… Oxfam International Geçici İcra Direktörü'nün  çok önemli tesbitleri var. COVID-19 aşısı ihtiyacını karşılayamayacak. İşte bu nedenle, onları, herkesi güvende tutmak için bilgilerini patentsiz olarak paylaşmaya ve üretimde bir kuantum sıçramasının arkasına geçmeye çağırıyoruz. "Bir Halk Aşısına ihtiyacımız var, kâr aşısı değil. " https://bit.ly/33J3Aqa https://bit.ly/37ALbwD https://bit.ly/37CFsX1 https://bloom.bg/31bdy2z / https://bit.ly/2NOBp0o   Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), aralık ayı ekonomik görünüm raporunu yayınladı https://bit.ly/3gdjQEK ve salgın son aşamaya girerken küresel ekonomik iyileşme için ilginç bir senaryo ortaya koydu. Hâlihazırda küresel Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'nın (GSYİH), aşılama kampanyaları, uyumlu sağlık politikaları ve hükümetin mali desteği sayesinde 2020'de 4,2'lik bir düşüşün ardından 2021'de yüzde 4,2 artması bekleniyor. Rapora göre, Covid-19 aşısının yaygınlaşması hızlı olursa, küresel ekonomi daha hızlı bir artış görebilir. Eğer bu gerçekleşebilirse, koordineli bir aşılama kampanyası sayesinde virüs üzerindeki belirsizlikler ortadan kalktığı için güven roket gibi fırlayacaktır. Bu büyük bir "eğer". Tünelin sonunda gerçekten bir ışık olduğunu ve dünyanın en acil toplu meselesinde iş birliği yaparak bu ışığı daha da parlak hale getirebileceğini görmek güven verici olsa da, bazı çok şaşırtıcı olmayan engeller yolumuza çıkıyor. Sözde "aşı milliyetçiliği", Covid-19 Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından salgın ilan edilmeden önce bile sorun olmuştur. Bilim insanları hemen bir aşı üzerinde çalışmaya başladı ve birçok zengin hükümet, potansiyel bir adayı belirlemede hızlı davrandı. Bu azınlık ülkeler için iyi olsa da, fon eksikliği nedeniyle bu tür anlaşmalardan çıkarılan yoksul ülkeler için yıkıcı olacağı açıktır. Bu, aşılara öncelikli erişimden mahrum bırakılacaklara nazaran, küresel nüfusun çoğunun gelişmekte olan dünyada yaşadığı göz önüne alındığında salgını uzatacaktır. DSÖ, Gavi (Aşı İttifakı) ve Salgın Hazırlık Yenilikleri Koalisyonu (CEPI) tarafından ortak bir kamu-özel ortaklığı girişimi olan Aşıları Küresel Erişim Programı (COVAX), aşıya erişim için eşit şartların sağlanmasında önemli bir araçtır. Bununla birlikte, plana özgü bazı sorunlar vardır; örneğin, programa girecek ülkelerin, fiyatlandırma ve erişim açısından ilerleyen aşamalarda sorunlar yaratabilecek bağımsız anlaşmalara girmelerine hâlâ izin verilecek olması gerçeği ve aşı adaylarının iki doza ihtiyaç duyacak olmaları nedeniyle 2021 yılına kadar 2 milyar aşı dozuna ulaşmak pek de yüce olmayan bir hedeftir.   Asıl sorun politiktir. COVAX, değişen derecelerde etkililiğe ve farklı geliştiricilere sahip dokuz aşı adayı tarafından destekleniyor, bu da bazı ülkelerin aldıkları aşının siyasi bir hasmı tarafından geliştirildiyse üzülmesine veya güvensizliğe yol açabilir. Özellikle, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) COVAX'tan vazgeçti ve aşılar pazara girmeye başladığında herkes kendi başının çaresine baksın politikasını benimsemek isteyebilecek diğer zengin ülkeler için gidişatı belirledi. Bu zihniyet, potansiyel olarak kötü bir aşı milliyetçiliğinden aşı korsanlığına dönüşebilir. Bunun emsali bahar ayında ABD'nin, Almanya'nın satın aldığı bulunması zor yüz binlerce FFP2 maskesini "korsanlık eylemi" olarak nitelendirerek el koymasıyla yaşanmıştı. Son derece öngörüsü olmayan bu tür davranışlar, dünyanın salgını yönetmedeki kolektif çabalarına zarar veriyor. DSÖ'nün devamlı tekrarladığı gibi, herkes güvende olana kadar kimse güvende değildir. Salgın, herkesin aşıya adil erişimi olana kadar sona ermeyecektir. Bu nedenle, çok taraflı bir çerçevenin desteğiyle bir aşının hızlı ve etkili bir şekilde hayata geçirilmesi her kamu görevlisinin asıl odak noktası olmalıdır, çünkü bu konuyu önce ele almadan uzun vadeli küresel (bırakın ulusal) ekonomik beklentiler de dâhil olmak üzere geleceği ciddi bir şekilde tartışmak anlamsızdır. "Aşı milliyetçiliği" doğru gibi görünebilir. Bu zihniyet, liderlerin vatandaşlarının ve ekonominin güvenliğini sağlamak için sorumlu olarak yapması gereken bir şey gibi görünebilir, ancak bu o kadar basit değil. Covid-19 salgını, küresel düşünmeyi gerektiren küresel bir sorundur ve bu düşüncenin sonunda büyük faydalar sağlayacaktır. OECD'nin aralık raporundaki sert uyarı da, aşıların yaygınlaştırılması yavaş olduğu takdirde küresel ekonominin sıkıntı yaşayacağıdır. Maalesef, kriz sırasında dikkate alınmayan birçok uyarı oldu. Örneğin, uzmanlar tam kesin olmamakla birlikte neredeyse uzun bir süre gerçekten de çok sayıda koronavirüs dalgası olacağı uyarısında bulundular, fakat birçok ülke bir şekilde, ilk seferde başarılı olsalar bile ikinci dalga için hazırlık yapamadı. Açık bir somut teşvikin bu özel uyarıyı politika yapıcılar için biraz daha ciddi hale getireceğine dair umut var. Halk sağlığı kurumlarına olan inanç, "para konuşur" sözü gibi krizin talihsiz bir zayiatı oldu. Güçlü bir ekonomik iyileşme ihtimali en inatçı politikacıyı bile kazanmak için yeterli olamıyorsa, o zaman gerçekten hiçbir şey olamaz.     Türkiye'nin almayı planladığı Çin merkezli şirket Sinovac Biotech’in geliştirdiği aşının faz 3 çalışmalarında son raporun önümüzdeki hafta açıklanması bekleniyor. Türkiye’de yaklaşık 13 bin kişide denenen aşıdan ilk etapta 50 milyon doz sipariş edildi ve uygulamanın 11 Aralık’ta kademeli şekilde başlaması bekleniyor. Ülkemizde yaklaşık 13 bin kişide denenen aşı faz 3 çalışmaları Çin, Endonezya ve Brezilya’da da yürütüldü ve şimdiye kadar ciddi bir yan etkinin gözlemlenmediği duyuruldu.Türkiye’deki Ulusal Referans Laboratuvarları’nda biyogüvenlik testlerine alındıktan sonra aşı uygulamasına geçilecek. Konunun uzmanı bir bilim adamının uyarılarını gözardı etmemek gerekiyor: i-“Aşılar en güvenilir tıbbi – biyolojik ürünlerdir ve uzun on yıllardır bu gerçek kanıtlanarak gelinmektedir. Bilimsel olmayan savlarla insanları aşıdan soğutmak ağır bir sorumluluk hatta suçtur!”  ii-Olumlu Evre 3 raporları yayınlanmadan hiçbir aşı uygulanmayacağı koşulu temel madde olarak mutlaka konulmaktadır,  iii-- Aşı dış alımını Ticaret Bakanlığı doğrudan yapmalı, aracı şirket kullanılmamalıdır.‘Test edilmeli’ iv-- Dış alımı koşullu olarak yapılan aşılardan çekilecek uygun örneklem, ülkenin Ulusal Referans Laboratuvarları’nda biyogüvenlik testlerine alınmalıdır.  v-- Sinovac yetkilileri hafta içinde Evre 3 raporunu yayınlayacaklarını bildirdiler. Bu aşı Türkiye’de de 12.500 dolayında gönüllüde uygulanmış ve önemli sorun gözlenmemiştir. Brezilya, Endonezya, Çin’de de Evre 3 uygulamaları yapılmıştır. Hatta Çin’de 1 milyona yakın sağlık çalışanı aşı olmuştur ve erken sonuçlar olumludur. vi- Türkiye’de de zaman kazanmak için süreç hızlandırılmıştır, çünkü salgın tüm hızıyla can almaktadır. Atılan her adımın saydam, katılımcı, kamuoyuna açık – denetlenebilir olması zorunludur.  vii- Aşılama hizmetleri toplum katılımı ile düzenlenmeli, önceliklendirme uluslararası bilimsel – etik kurallara uygun yürütülmelidir. Önceki gün Bilim Kurulu’nca saptanan ilkeler yerindedir. ‘Yüzde 90 koruyucu’ viii- Sinovac yüzde 90’a yakın koruyucudur. Fiyatı 30 dolar / doz olarak belirtilmiştir, ancak Sağlık Bakanlığı dış alım bedelini açıklamalı ve ülkemizde herkese ücretsiz ulaştırmalıdır. ix- 18 yaş altındaki çocuklara aşı uygulanmayacaktır! Kalan 70 milyon nüfusa iki-üç hafta ara ile iki doz gereklidir. İdeal koşullarda 70 milyon X yüzde 90 = 63 milyon kişi aşı ile bağışıklanmış olacaktır. Salgın halen çok şiddetlidir ve Ro değerinin 5 dolayında olduğu kestirilebilir. Dolayısıyla yüzde 63 toplum bağışıklığı oranı bile, salgını bütünüyle ve hızla sönümlendirmeye yetmeyebilir. Bu bakımdan, hedef kitlede bir kişi bile aşılanmamış kalmamalıdır. Yüzde 60’ı aşkın toplum bağışıklığına yaygın aşılama ile erişebilirsek, salgının hızını epey düşürebilir, hastalanmaları ve ölümleri azaltabiliriz. x- Yirmi milyon dolayında 0-18 yaş çocuğumuz bulaşı alabilecek, taşıyıcı ve bulaştırıcı olabileceklerdir. Bu durum önemli bir kırılgan halkadır, okulların bir süre daha kapalı tutulması dahil, gerekli önlemler sürdürülecektir. ‘Sinovac ölü bir aşı’ xi- Akıldan çıkarılmaması gereken; aşılanma ile sorunun bitmeyeceğidir. Eldeki aşılar hastalığın bulaşmasını -yayılmasını önlemeden çok, hastalananların ağır geçirmesini, komplikasyonları ve ölümleri azaltma yönündedir. Sinovac bir ölü aşıdır ve hastalığın aşı ile bulaştırılması riski yoktur. Ne denli güçlü bağışık yanıt oluşturacağı ve kalıcılığı, öbür aşılarda olduğu gibi, gerçekte, zamanla öğrenilecektir. Açıklanan koruma oranları deneyseldir ve sınırlı nüfus kümelerine ilişkin ön verilerdir. Maske- uzaklık- temizlik devam! xii-- mRNA teknolojisi ile üretilen aşılarda viral RNA’nın insan DNA’sına eklemlenebileceğine ilişkin (integrasyon) bilimsel veri yoktur. Ancak eksi 70-80° sıcaklık gerektirmesi ciddi bir lojistik engeldir. Türkiye’nin bu bağlamda bir altyapısı yoktur. Eldeki soğuk hava depoları -21° içindir ve SINOVAC bu koşullara uyumludur. xiii- Yetmiş milyon insanımıza iki dozdan 140 milyon doz aşı, 30 dolar/doz hesabıyla 4.2 milyar dolar gibi muazzam bir tutara erişmektedir. Tartışmasız biçimde halkın sağlığı seçilerek bu kaynak yaratılmalı ve herkes aşıya ücretsiz erişebilmelidir. Zamanla aşı fiyatları düşer. Biz, nüfusun %30'una yetecek kadar Çin aşısı edinmişiz. Yeşil ülkeler nüfusunun 2 katını aşkın aşı edinenler. Benzer durumdaki ülkeler listesi şu.https://www.bloomberg.com/graphics/covid-vaccine-tracker-global-distribution/ ​Son Söz:Hepimizin sağlığı, çocuklarımızın eğitimi, ekonomimizin rekabetçiliği, turizm potansiyelimiz, hepsi bu aşıyı zamanlı yapmamıza bağlı.  Referans: (*) ’https://bit.ly/2JXpxLk Stephanie DeGooyer and Srinivas Murthy , (November 18, 2020). "Don’t Heroize Pfizer and Moderna" , https://bit.ly/2VJePKP Arda Tunca,https://sptnkne.ws/ECtv NOT: Türkiye'nin koronavirüs aşısı satın aldığı Çinli Sinovac şirketinin rüşvet geçmişi gündemde iken "tencere dibin kara,seninki benden kara" BigPharma sektörü kirlidir.  Ukrayna, Tayland turları, ev, araba hediyeleri vb rüşvetler. Buyrun Pfizer https://www.bbc.com/turkce/haberler/2009/09/090903_pfizer  /  ABD'nin pandemiyle mücadelesinin önde gelen üyelerinden, Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Dr. Anthony Fauci, İngiltere'deki sağlık yetkililerinin aşı deneme verilerini, Amerikalı yetkililerin yaptığı gibi 'dikkatli' incelemediğini söyledi. https://www.bbc.com/news/topics/crjr0y4n0z9t/anthony-fauci