Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Türkiye‘nin Bitmeyen Yedi Düvel Savaşının“sakıncalı Piyadesi “

“Radikal Blog“da ki Denemelerimden..(8). Türkiye‘nin Bitmeyen Yedi Düvel Savaşının“Sakıncalı Piyadesi "  Gençlik yıllarımın kahramanı!..." İlk söz:Bugün bir yandan büyük bir vatanseverin ve yorulmaz bir devrimcinin katledişinin, bir yandan da ülkemizi ucuz bir işgücü deposuna dönüştürerek emperyalist tekellerin sömürüsüne  açan ekonomik darbenin yıl dönümü. Yaşadığı, gazeteciliği sürdürebildiği bir Türkiye çok farklı olurdu... Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında..."HakIıdan yana değiI, güçIüden yana oIanIar korkak ve kaypak oIurIar.. Güç merkezi değiştikçe dönerIer; fırıIdak oIurIar." Yitirilmiş değerlerden içimizdeki bir iz: Uğur Mumcu.... Saygıyla... "Sakıncalı piyade" kitabının son satırları.Birlikte okuyalım... "Patnos'da çok şey kazandım. Orada, «halk» dediğimiz soyut kavramın ne olduğunu canlı örneklerle anladım. Siirtli Maşallah Çavuşu, Trabzonlu Osman Çavuşu, Denizlili Havancı Niyazi'yi, Kırklarelili Recep'i, Mersinli Mithat'ı, Ankaralı Dinçay'ı tanıdım. Her biri, birer insanlık simgesi gibi çevremizde, bizlere, «Hoca Nasrettin gibi ağlayan, Bayburtlu Zihni gibi gülen» halkın en taze güllerini sundular. Yüreklerimize duygu pınarlarından şelâleler akıttılar. Erlik işleminden sonraki aşamalar, işleri büsbütün arap saçına döndürdü. Şimdi ne er sayılıyorum ne de yedeksubay.. Böyle olunca, ikisinin arası, astsubay yapacaklar galiba!. Evet, evet. ne olursa olsun, ben Patnos dağlarında halk çocuklarıyla er olarak askerlik yapmayı, emekli olduktan sonra, siyasal iktidarın uzattığı yönetim kurullarında, onbinlerce lira para alan orgeneral olmaya değişmem! " Bu arada bizim için çok önemli  ve  anlamlı bir notumuzu birlikte okuyalım: Şırnak'ın Uludere ilçesi Gülyazı köyünde, askerleri taşıyan minibüs şarampole yuvarlandı. Kazada 9 asker ve 1 korucu şehit oldu, çok sayıda asker yaralandı. İlk yardım Gülyazı köyünde yaşayanlarından geldi. Türk Milletinin birliğini ve beraberliğini istemeyen bu Küresel Güçlerin ve Küresel Mafya Örgütünün istemediği bir görüntüydü. İşin ilginç yanı Ortasu Muhtarı Haşim Encü Bombardımanda ölen köylülerden 8’ine akraba olmasına rağmen, dün kazada yaptığı yardım https://bit.ly/39icHzQ için eleştiride bulunanlara , Encü'nün verdiği yanıt manidar ve herkese ders olacak nitelikte, “Niye ilginç bulmuşlar ki! Bu asker de bu vatanın evladıdır, biz de... Bizim 34 insanımızın ölmesiyle bu askerlerin yaralanmasının ne ilgisi var? Ne yapacaktık? Elimizi kolumuzu bağlayıp oturacak mıydık? İlginç bir şey değil insani bir görevdir” diye konuşması. Ayrıca ,Irak sınırındaki operasyonda ölen 34 kişi arasında oğlu da bulunan Emine Ürek kaza ile ilgili yaşadıklarını anlattı. Ürek, “Ana yüreği benimkisi, aynı acıyı hissettim . Yaralı bir askerin başını, yardım gelene kadar dizime koydum. Yerde yaşamını yitiren askerleri görünce oğlum aklıma geldi" dedi. Etle tırnak gibi olan bu halkın sağduyusu ile emperyalistlerin ve onların uzantılarının oyunu her zaman olduğu gibi bozuldu. Mübarek Ramazan bayramında da Gaziantepde'de sergilenen acı oyunda olduğu gibi: Çoluk çocuk demeden ; kutsal gün demeden saldıran gözü dönmüş bu canilerin; O kadar silahlı baskıya, O kadar tehdite rağmen !.. Türk Milleti bu oyuna gelmedi!... Gelmiyecekte!... Bu toplumu bölmeyi başaramayacaksınız!.. Başaramadınızda!... Bu olay bize , bugün ölümünden büyük üzüntü duyduğumuz ve kendisini saygıyla andığımız Uğur Mumcu'nun sözlerini hatırlattı!.. Uğur Mumcu Türkiye’nin aydınlık yüzüydü, Dünya da ender rastlanan toplumu aydınlatmaya, bilinçli hale getirmeye, afazilikten kurtarmaya çalışan yazarlardan biriydi. Atatürkçü ve onurlu kişiliği ile ışık tuttu. Onun kitapları ile büyüdük. Bizden sonra gelen kuşaklarda onu asla unutmayacak. Unutturmayacağız çünkü! Uğur Mumcu düşüncesiyle, yazılarıyla hep bizimle yaşıyor ve yaşayacak. Milyonlarca kişi aynı düşüncededir diye umut ediyorum!... Uğur Mumcu 19 Ağustos 1981'de "Bir ulus, ne kadar okuma-yazma, öğrenme, araştırma eğiliminde ise, o kadar sağlam, o kadar hoşgörülü ve demokrat yapıda olur'' demişti. Yani tam 31 yıl önceki bu sözleri halen gerçekliğini koruyor. Ama bu geçen 31 yıl içerisinde ne kadar demokrat olduk bilemiyorum!.. Ama Uğur Mumcu demokrasinin güneşi olduğu bir gerçek! Yazdıkları ve söyledikleri hala geçerliliğini koruyor! "Lozan hezimet" diyenlere,bu bağımsızlık tapusunu yırtmak isteyenlere  Uğur Mumcu'nun kaleminden öyle bir kapak "Lozan ve Sevr" birlikte okuyalım: Üç gün sonra, Lozan Antlaşması'nın 60. yıldönümünü kutlayacağız. İsviçre'nin Lozan kentinde, 60 yıl önce imzalanan bu antlaşmayla Türkiye, Kurtuluş Savaşı'nın sonuçlarını bütün dünyaya onaylatmıştı. Altmış yıl sonra İsviçre'nin aynı Lozan kentinde, “Dünya Ermeni Kongresi” düzenleniyor. Bunun özel bir anlamı olsa gerek. Bunun anlamını değerlendirmek için Kurtuluş Savaşı öncesine kısaca göz atmak ve o yıllarda Ermenilerle Rumların kimlerce nasıl desteklendiklerini anımsamak gerekir. Kurtuluş Savaşı öncesinde, emperyalist güçlerin, Türkiye toprakları üzerinde Rum ve Ermeni devletleri kurma ve bunları kendi güdümlerine bağlama girişimleri, Kurtuluş Savaşıyla boşa çıkartılmıştır. Türkiye'yi de “manda” adı verilen yönetim biçimiyle kendine bağlamaya çalışan Amerika, Türkiye toprakları üzerinde kurulacak bir Ermenistan devletinin de “vesayetini” üzerine alma amacındaydı. Erzurumve Sivas Kongreleri, Türk toprakları üzerinde dış destekli Ermeni ve Rum devleti kurma planlarına karşı ulusal bilinci eyleme geçirmiş ve Kurtuluş Savaşının antiemperyalist kavgası, bu kongrelerde biçimlenip yönlendirilmiştir. Yakın tarihimizden bu yana, emperyalist güçler, Türkiye'de hep ayrımcı güçleri örgütlemek ve desteklemek istemişlerdir. Amaç aynı amaç, plan aynı plandır. Kurtuluş Savaşı önce-sindeki bu çabalar, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan hemen sonra da sürdürülmüş, etnik kökenli ve dış destekli isyanlarla karşılaşılmıştır. Bunları unutmuş değiliz. Amerikan misyonerlerinin ve Anadolu'da kurulan misyoner okullarının, Kurtuluş Savaşı öncesinde, Ermeni ve Rum toplulukları üzerinde nasıl bir ayrımcı siyaset izledikleri bugün belgelerle sabittir. Ermenilere, o tarihte Amerikalılar tarafın-dan silah yardımı yapıldığı ve doğu illerimizin, Ermenilere güvence vermek gibi yapay gerekçelerle Amerikan askerleri tarafından işgalinin düşünüldüğü, bugün Amerikan ve İngiliz gizli belgeleriyle kanıtlanmış durumdadır. Yeter ki tarih arşivindeki bu belgeleri okumayı ve yorumlamayı bilelim... Lozan Konferansında Amerikan delegelerinin, “Ermeni yurdu projesi” getirdikleri ve kongrede sonuna dek bu projeyi savundukları, Lozan görüşmelerinin tutanaklarında yazılıdır. Amerika'nın ünlü Devlet Başkanı Wilson'un “Ermeni devleti” önerileri de aynı yakın tarihin arşivindedir. Amerikan hükümetinin Lozan Antlaşması'nı onaylamamasının nedenlerinden biri, Ermeni devleti kurma projesinin başarısızlığa uğramış olmasıydı. Bunları da unutmuş değiliz. 1974 “Kıbrıs Barış Harekâtı”ndan sonra başlatılan ve yer yer Rum desteğiyle sürdürülen Ermeni siyaseti ve terörü, bugün de hiç şüphesiz, değişik amaçlı ve çok uluslu desteklere sahiptir. Fransa'nın Ermeni terörü konusundaki utanç verici tutumu, Amerika'da dikili Ermeni anıtları, bu yeni “Haçlı zihniyeti” ile ilgilidir. Yanılmayalım; Ermeni terörü yalnızca eylemci teröristlerle ilgili bir sorun değildir. Önemli olan, Ermenilerin dünya çapında kurdukları ilişkiler, sağladıkları destekler ve bunların siyasal nitelikleridir. Ön plana çıkartılması gereken, siyasal desteklerdir. Terörün yıllardır Türkiye'yi, “destabilizasyon” adı verilen anarşi ve iktidar boşluğu ortamına sürüklemeyi amaçladığı, gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Ve gün geçtikçe, tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi Ermeni-Rum ve öteki ayrımcı güçlerin çok uluslu desteklerle bir araya geldikleri de görülüyor. Amaç, Lozan Antlaşmasını hükümsüz sayıp Sevr Anlaşmasını yürürlüğe sokmaktır. Türkiye, emperyalizmin bu eskimiş kirli oyununu dün olduğu gibi bugün de elbet tarihin çöplüğüne atmasını bilecektir. Bu “kurt kapanı” karşısında Kurtuluş Savaşımızın o kutsal “Kuvvayı Milliye ruhunu” diriltmek, Atatürk'ün “tam bağımsızlık” inanç ve siyasetini bir bayrak gibi dalgalandırmak tek seçenektir. Emperyalisti yenecek güç ulusal birlikten geçer. Bu oyunları tek tek aydınlığa çıkaracak ve ulusça üstesinden geleceğiz. Yeter ki, “tam bağımsızlık” ruhunu ve bilincini yeniden diriltelim ve “Kuvvayı Milliye türküleri”nde ulusça bir araya gelelim... (Cumhuriyet, 21 Temmuz 1983) Bakınız 22 yıl önceki şu sözlerini bugünlerde daha iyi anlıyoruz!.. "Bugün Türkiye'de Türkü Kürde, Kürdü Türk’e; Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye; Müslüman’ı Laiklere, Laikleri de Müslümanlara düşman eden bir siyaset izleniyor. Ve bu Siyaset Kürt Terörizmi ve İslamcı Terör ile destekleniyor. Günümüzün Uğursuz Siyaseti ve Kanlı Stratejisi de budur!" (Uğur Mumcu, 27 Mart 1990) "Kürtler üzerinde "Amerikan mandacılığı" hazırlığına kimse "sosyalizm","Marksistlik" ya da "devrimcilik" etiketi yapıştırmamalıdır. ABD emperyalizmi, gerçekten "emperyalizm" ise Kürt sorunun bu kadar canlı tutulmasında da bu emperyalist siyasetin güttüğü amaç niçin göz ardı ediliyor?" (Uğur Mumcu, 5 Aralık 1989) Uğur Mumcu ; Atatürk Milliyetçilik kimliğinin bayrağıydı! Tüm yaşantısında Hırsızlarla, Üç kâğıtçılarla, halkı soyanlarla kimsenin sesini çıkaramadığı ve herkesin kalemini bir yerlere sattığı anda yazılmayacak çok şey yazdı. Bir gün bir bedel ödeyeceğini biliyordu, ama bile bile yazdı. Bugün olsa yine yazardı! O Toplum için yazdı, yüzünü güneşe çeviren insanların umudu için yazdı! Ve ömrü boyunca mücadele etti, gelecek nesillere bir tutam ışık, namus ve özgürlük bırakabilmek için!... Türkiye böyle bir kalem görmedi, böyle cesur bir yiğit hala gelmedi! "Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar çıkacaktır!" diyordu. Gerçekten de öyle olacağına ilişkin umudumu hiç yitirmedim. Birileri, Uğuru geçmişte de susturamadı, bugünlerde de onun gibi düşünenleri susturamayacaklar! Son Söz: "Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur." “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür!” Bu yalın bilimsel saptama günümüzde, dün olduğundan çok daha geçerli.. Kadim – Aydınlık Anadolu halkı “hancı” dır.. Kervana aykırı olanlar dökülecek / ayıklanacak ve aydınlık tarihe – geleceğe diyalektik yolculuk asla engellenemeden sürdürülecektir. Türkiye’nin ve insanlığın geleceği kesin olarak bilimsel akılcılıkla kurulacaktır ki bu olguya  Büyük önder neredeyse 100 yıl önce işaret etmişti : Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve fendir.. Bilim ve fen dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, sapkınlıktır.. Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir.. Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır; hiç kimse bu gerçeği aklından çıkarmamalıdır. Uğurlar Olsun... "Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun" ------------------------------- (***) İlgilenen  ve Bilmeyenler  İçin  önemli bir not:    “Yedi düvel” derken... i- Birden fazla güce işaret edilmektedir. ii- O güçlerin arkasındaki güçlere vurgu yapılmaktadır. iii- Emperyalizme dikkat çekilmektedir. iv- Güçler arasındaki eşitsizliğin ve dengesizliğin altı çizilmektedir. Okumak isteyenler için "Sakıncılı Piyade"https://bit.ly/3q9a8ah

Kapitalist Düzenin Yüzen Bir Modeli Titanic: “Üsttekiler” , “En Alttakiler” ve “Diptekiler“!...

lk Söz:““Sınıflara bölünmüş modern toplumlarda insanları bir arada tutan ve toplumsal bütünlüğü sağlayan şey nedir? Mülkiyetten veya sermayeden kaynaklanan bir gelire sahip olmayanların toplumdaki yeri nedir? Geçimlerini emek piyasasında kazanmaya çalışanlar açısından, çalışmanın, işsizliğin veya istihdam edilemezliğin sonuçları nedir?” Titanik denilince bir çoğumuzun aklına hüzünlü aşk hikayesi gelir. Filmin hafızalarımıza kazınan sahnesi ise yoksul genç delikanlının geminin pruvasında zengin ve güzel sevgilisinin kollarında Atlantik sularına bakarak ‘ben bu dünyanın kralıyım’ diye haykırışıdır...   Bura da soru şu: Titanik gerçekten de lüks bir gemide geçen zengin kız fakir oğlan romantik aşkının hikayesi midir sadece? 1900’ler.. Batı dünyasında birkaç yıl içinde milyonlarca insanın hayatına mal olacak bir savaşı da başlatacak, makineleşmede ne pahasına olursa olsun, hız ve büyüklük yarışı yaşanmakta.... Yer Belfast İrlanda.. Dev tersanelerde efsanevi transatlantik Titanik’in yapımı sürmekte... Resmi kayıtlara göre bu üç yılda 8 tersane işçisi hayatını kaybeder... 28 ciddi kaza yaşanırken, 218 adet küçük! iş kazası meydana gelir.... Hayatını kaybeden işçilerden yalnızca beşinin kimliği kayıtlara geçer... Kayıtlara geçmeyen bir başka şey de bir annenin hem oğlunu hem eşini kaybetmiş olduğudur. Ölen tersane işçilerinden birinin oğlunun da yine bir başka gemi inşası sırasında iş kazasında öldü/rüldü/ğü ortaya çıkar...  Ama ölümler ne inşaatları durdurur ne Titanik’i... Tarihler 10 Nisan 1912’yi gösterirken döneminin en hızlı, en büyük, en ileri teknolojisine sahip dev gemi yaklaşık 2200 yolcusu ve mürettebatıyla yeni dünyaya doğru yola çıkar... "Batmaz Gemi" yelken açtığında, gemide yaklaşık 2200 kişinin olduğunu yazıyor tarih kitapları... Bu, geminin ilk yolculuğu... Yolculuğun 4. gecesi, gemi bir buzdağına çarpıyor ve 1500 kişi denizin derinliklerinde kayboluyor. Gerçekten de bir trajedi... Tarihçi John Maxtone Graham, Titanic batarken güvertesinde keman çalan müzisyenlerden, kesin ölümle karşı karşıya olanlara teselli ve son ayinler vermeye çalışan din adamları gibi betimlemiş.... Gemi batarken, birçok kurtulan, ilk başta orkestranın, diğerlerinin gemiyi terk ettiği anlaşılana kadar içeride çalmaya devam emişler... Bundan sonra, ışıklar ve piyano olmadan ve onları yönlendirecek yalnızca müzik hafızaları olmadan; yolcular için çalmışlar...Titanik Güvertesinde Keman Çalanların felaketinin tanımlayıcı hikayelerinden biri haline gelmelerinin en önemli nedeni görevlerine olan bağlılıkları ve Titanik batana kadar çalmaları... Onları çalmaya zorlamanın kaptan tarafından yapılmış stratejik bir hamle olması da mümkün. Çünkü yüksek sesli müziğin, dondurucu soğuk denizde boğulanların çığlıklarını ve yalvarışlarını örtmede aynı zamanda güvertedeki birinci sınıf yolculardan gelen kan donduran canhıraş içerisinde ki şikayetleri de ... • Titanic'in orkestrası, bir ajans tarafından yolculuk boyunca; yemeklerde, salonda ve güvertede klasik ve çağdaş müziklerin bir karışımını çalarak yolculukta bir sakinlik ve incelik duygusu yaratarak birinci sınıf yolcuları eğlendirmek için işe alınmış sekiz müzisyen… • Titanic'in batmasıyla ilişkilendirilen en ikonik ve kahramanca an grubun gemi batarken müzik çalmaya devam etme kararı. Müzikleri, tahliye sırasında yolcuların sakin kalmasına yardımcı olmak için tasarlanmış... • Grubun son şarkısı hakkında çeşitli anlatımlar vardır. En yaygın kabul gören inanış, gemi batarken "Tanrım Sana Daha Yakın" ilahisini çaldıkları..Ancak, bazı kurtulanlar son melodinin "Sonbahar" adlı bir vals olduğunu belirtmişler… • Şarkı ne olursa olsun, bu kadar kötü koşullar altında çalmaya devam etme cesaretleri efsane haline gelmiş olması… • Ne yazık ki, grubun sekiz üyesi de felakette ölmüş. Hiçbiri cankurtaran botlarında yer bulamamış… Hangi parçanın çalındığına dair çeşitli anlatımlar var... Titanik yalnızca en’leri temsil etmekle kalmaz aynı zamanda yirminci yüzyıl başları Avrupa ve Amerika’nın sosyal düzeninin de birebir yansıdığı küçük bir evrendir aslında...  Birinci sınıf yolcular yüzme havuzlarında, canlı müzik eşliğinde, şık elbiseleriyle akşam yemeklerinin tadını çıkarttıktan sonra iki geniş yatak odalı lüks banyolu süitlerinde dinlenmeye çekilirken, sayıları yedi yüzden fazla olan tüm üçüncü sınıf yolcular biri kadınlara diğeri ise erkeklere ayrılmış sadece iki adet banyo önünde sıraya girmekte olduğu anlatılmakta kitaplarda... Evet Titanik sadece bir gemi değil görüldüğü gibi.. Kapitalist düzenin yüzen bir modeli... Ve belki de sırf bu yüzden ‘batmaz’ denilen devasa gemi buzdağına çarpmadan çok önce su almaya başlamış.. Yaşamla ölüm arasındaki mücadelemiz hem bireysel hem de toplumsal koşullar tarafından şekillenmekte... Fiziksel gücümüz, genetik özelliklerimiz kadar, hayatta kalma şansımızı belirleyen şeyler eğitim düzeyimiz, yeterli ve dengeli beslenip beslenemediğimiz, sağlıklı bir çevrede yaşayıp yaşamadığımız, iş güvenliği ve güvencesi olan bir işte çalışıp çalışmadığımız ve sosyal ilişkilerimizin bize sağladığı destek... Yani aslında yaşamsal bir tehdit ve tehlike söz konusu olduğunda büyük oranda sosyo ekonomik statüdür... Azrail’in adresini belirleyen.. Bir başka ifadeyle, yolcusu olduğunuz gemide kimin kurtulacağını ve kimin karanlık sulara gömüleceğini belirleyen Titanik’te biletinizin hangi sınıfta olduğu ile ilgili...  Çok mu iddialı geldi bu sözler... Öyleyse rakamlar belki daha net anlatır su alan gemideki yolculara dair sınıfsal hakikati.. Titanik’te birinci sınıf yolcularının %63’ü İkinci sınıf yolcularının %42’si ve Üçüncü sınıf bileti olan yolcularınsa sadece %24’ü kurtulmayı başarabilmiştir. Oysa herkes ‘aynı gemide’ olduğunu ve ortak bir kaderi paylaştığını sanmaktadır... Peki nedir bu sınıfsal farkı yaratan? Her şeyden önce gemi birinci sınıftaki yolcuların konfor ve güvenlik öncelikleri dikkate alınarak tasarlanmıştır... Örneğin tehlike anında kullanılacak tahliye botları birinci ve ikinci sınıf yolcuların kaldığı kamaralara yakın olacak şekilde yerleştirilmiştir... Bu yüzden üçüncü sınıfta kalan yani geminin en ucuz biletli yolcuları gemi su almaya başladığında onlarca merdiveni, uzun ve karmaşık koridorları aşmaya çalışarak kendilerini kurtaracak olan botlara ulaşmaya çalışmışlardır... Ne yazık ki bu yolcular olağan seyir halinde, kendilerini birinci sınıf yolculardan ayıran ve ödedikleri biletin parasına dahil olmadığı için girmelerinin yasak olduğu, kilitli kapılar ardındaki koridorları ve çıkış yollarını bulmaya çalışarak kaybetmişlerdir en değerli anları... Bu esnada birinci sınıf yolcular tehlikeyle ilgili uyarılmışlar ve gemi mürettebatı, kaptanı ile olan yakın ilişkileri nedeniyle önlemler konusunda hemen bilgilendirilmişlerdir... Hâlbuki İsveç, Finlandiya, Rusya, Suriye gibi ülkelerden Amerika ve Kanada’ya yeni bir hayat umuduyla yola çıkan üçüncü sınıfın göçmen yolcularının panik anında anadillerinde olmadığı için verilen talimatları ne oranda anlayabildikleri de bir başka sorundur... Bir başka soru: Tüm batan gemilerde ‘önce kadınlar ve çocuklar’ ilkesi gereği öncelikli olarak kadınların ve çocukların kurtarılmış olduğu efsanesinin ne kadar gerçekçi? Titanik’te kurtulanların cinsiyet istatistikleri kadınların ve çocukların hayatta kalma oranlarının oldukça yüksek olduğunu gösterse de daha dikkatli bir inceleme sınıfsal farkların kadınların hayatta kalma şanslarını nasıl etkilediğini ortaya koyar... Titanic yolcularının yalnızca %37'si hayatta kaldı.  Yine de birinci sınıf yolcularının %63'ü , ikinci sınıf yolcularının %42'si ve üçüncü sınıf yolcularının yalnızca %24'ü hayatta kaldı. Başka bir deyişle, birinci sınıfta seyahat eden yolcuların hayatta kalma olasılığı %40 daha fazlaydı ve ikinci sınıftaki yolcuların hayatta kalma olasılığı üçüncü sınıfta seyahat edenlerden %16 daha fazlaydı. Birinci sınıfta yolculuk eden kadınların %97 si botlara binerek hayatta kalmayı başarırken, üçüncü sınıfa biletli her iki kadından biri hayatını kaybetti.... Her sınıftan kaç yolcunun kurtarıldığının grafiksel gösterimi Demek ki önce kadınlar ve çocuklar ama önce birinci sınıfa biletli kadınlar ve çocuklar prensibidir geçerli olan... Titanik’te.. Birinci sınıf yolcuların hayatta kalma olasılığı ikinci veya üçüncü sınıf yolculara göre neden daha yüksekti? Birinci sınıf yolcularının Titanik'ten canlı olarak ayrılma şanslarının daha yüksek olmasında pek çok etken rol oynadı, ancak en önemlisi geminin fiziksel yapısıydı... Titanic'in 11 güvertesi vardı ve bunlardan sekizi yolcular tarafından kullanılıyordu... Üst güvertede geminin tüm birinci sınıf olanakları vardı, örneğin gezinti yolu, restoranlar, spor salonu, squash kortu, yüzme havuzu, kafeler ve okuma odası... En önemlisi, bu üst güvertede geminin tüm cankurtaran botları da bulunuyordu... Bir sonraki seviye birinci sınıf yolcu kabinleriydi... Güverte seviyeleri alçaldıkça, yolcuların sınıfı da alçaldı ve üçüncü sınıf yolcuların ve mürettebatın çoğu birinci sınıf yolculardan beş seviye daha aşağıda olan bir güvertede bulunuyordu... Alt sınıflardaki yolcuların, cankurtaran botlarının bulunduğu üst güverte dahil olmak üzere geminin belirli bölümlerine girmelerine izin verilmiyordu... Geminin birçok katında gezinmek de bir nebze zordu,... Bu yüzden aşağıdaki yolcular en üste giden yolu bulmakta daha çok zorlanıyordu. İkinci ve üçüncü sınıf yolcularının geminin birinci sınıf alanlarına (can kurtarma botlarının olduğu yere) girmelerine izin verilmediğinden, nerede olduklarını bilmiyorlardı ve onları kolayca bulamıyorlardı... Titanic buzdağına çarptığında, birinci sınıf yolcular ikinci ve üçüncü sınıf yolcularına göre cankurtaran botlarına fiziksel olarak daha yakındı ve bu da onlara bu hayat kurtarma cihazlarına daha hızlı erişim sağlıyordu... Aslında, yolcu ne kadar fakirse cankurtaran botlarından o kadar uzaktaydı... Günter Wallraff ‘ın meşhur kitabı En Alttakiler’i gibi hem mecazi hem de sözlük anlamıyla en alttakilere doğru bitsin hikaye... Dışarıdan da görülmeyen bir yerindeyiz geminin.. Deniz seviyesinin bile metrelerce altında ‘Kara Ekip’ olarak adlandırılan 150’ye yakın işçi, her gün ne gün ışığını ne de denizin mavisini görmeden, geminin yolculuğuna devam edebilmesi için tonlarca kömürü binlerce derece ısı üreten dev buhar kazanlarına atmaktadır... Gemi buzdağına çarpar... Büyük bir sarsıntıyla okyanusun ortasında yanarak anında hayatını kaybedenlerin arkadaşları kara emekçiler asıl fedakarlığı göstererek geminin yüzmesini sağlamak üzere son ana dek işlerini yapmaya devam ederler... Bunu nereden bildiğimize gelince... Hepimizin aynı gemide olduğu mitinin gerçek yüzünü aydınlatmak istercesine Titanik batarken son ana dek ışıkları sönmemiştir... 14 Nisan 1912'de Titanik, Atlas Okyanusu'nun soğuk sularında battı. Bu gerçekten trajik bir olaydı.https://www.encyclopedia-titanica.org/cold-starting-the-titanic.html     Son Söz: Bugün, çağdaş küresel toplumun siyasi ve sosyoekonomik düzeni ile uluslar içinde ve arasında barışçıl bir arada yaşamaya. Haklar ve siyasi demokrasi talepleri, eşitsizliğe karşı argümanların giderek daha önemli bir parçası haline gelmiştir. Uluslararası düzenin geleceğini ne ölçüde ve hangi şekillerde şekillendirecekleri hiçbir şekilde açık değildir.Geleceğin belirsiz olduğu bu konjonktürde, Keynes’in şu gözlemini hatırlayabiliriz: ‘“ekonomistlerin ve siyaset felsefecilerinin fikirleri,hem doğru olduklarında hem de yanlış olduklarında, genel olarak anlaşıldığından daha güçlüdür…“ Titanik felaketi başka bir döneme özgü bir olay gibi görünse de, o felaketin boyutlarına yol açan sorunların birçoğu, özellikle yoksullar açısından, bugün de varlığını sürdürmekte ... Hem de fazlasıyla...      

“İstatistik ile Nasıl Yalan Söylenir?”

“İstatistik ile Nasıl Yalan Söylenir?” Darrell Huff’ın (1913-2001) 1954 yılında istatistiğin bir “aldatmaca aracı olarak kullanılma yöntemlerini açıkladığı” güncelliğini kaybetmeyen kitabı.https://shorturl.at/K6VDy “İstatistik ile Nasıl Yalan Söylenir?” Darrell Huff’ın (1913-2001) 1954 yılında istatistiğin bir “aldatmaca aracı olarak kullanılma yöntemlerini açıkladığı” güncelliğini kaybetmeyen kitabı. Mel Calman’ın canlandırmalarının birine “Romancı olup da ne yapacaksın? İstatistikçi ol, hayal gücünü daha çok kullanırsın” sözünü iliştiren yazar kitabın “giriş” bölümünde amacını şöyle izah eder:   “Bu kitap istatistiğin bir aldatma aracı olarak kullanılma yöntemlerini sergiliyor. Belki, madrabazlar için bir el kitabı gibi görülebilir. Buna, kilit açma ve ayak seslerini gizleme yöntemlerini anlattığı anıları rekor kıran emekli kasa hırsızının karşı çıkışıyla karşılık vereceğim: Dalavereciler bunları nasıl olsa biliyor; ben dürüst insanlar öğrensinler de kendilerini korusunlar diye yazdım.” Kitapta yer verilen on bölümde şu konular ele alınmıştır: Saptırımlı Örnekleme Örneklemeye dayanan bir araştırmanın değerli olabilmesi için muhakkak her türlü sapma kaynağının ortadan kaldırıldığı, temsil gücü olan bir örneklemin kullanılması gereğini belirten yazar; küçük bir örneklem grubuyla arzulanan sonuca ulaşan yanıltıcıları tanıtır. Bir örneklem grubu diye belirtilen bazen sadece bir düzine insandır. Bir düzine insandan binlerce insanı etkileyen bir sonuç devşirilir. Rastgele oluşturulmuş ve yeterli sayıdaki örneklem grubu ile çalışılması, sapmaları kısmen de olsa önleyecektir.   "... bir araştırmayı tahrif etmek, yani yanlış bir izlenim yaratmak için sonuçları kasten değiştirmek şart değil. Örneklemin hep bir yönde sapma eğiliminde olmasıyla tahrifat zaten otomatik olarak sağlanmaktadır." "Görünür sapma kaynakları kadar görünmeyen sapma kaynaklarının da bir örneklemin güvenilirliğini bozabileceğini unutmamalısınız. Yani üzerinde deney yapabileceğiniz sapmalar bulamıyorsanız, bir yerlerde bir miktar sapma olması ihtimali hep var olduğu için kendinize bir şüphe payı ayırın. Bu ihtimal hep vardır." "Rastgele örneklem istatistik kuramınca tam bir güvenle denetlenebilen tek örneklem türüdür; ancak, onun da bir kusuru vardır. Elde edilmesi birçok alan için öylesine zor ve pahalıdır ki, çoğunlukla maliyetler onu devreden çıkarıverir. Yerine çok daha ucuz olan ve hemen hemen dünyanın her yerinde kamuoyu yoklamalarında ve pazar araştırmalarında yararlanılan, katmanlı rastlantısal örnekleme kullanılır." "Rastgele örneklemde kontrol edilmesi gereken şey, grubun bütünündeki her isim ya da şeyin örneklemde bulunma şansının eşit olup olmadığıdır"   ii-Doğru Seçilmiş Ortalama Kişiler ya da kitleler ikna edilecekse bu iknada istatistiksel ortalamalar kullanılır. Ortalama sözünün “kaypak” anlamını vurgulayan yazar, her defasında farklı bir ortalamanın kullanılarak kamuoyunun yanıltılmasının, bilhassa reklamlarda satışı artırılmak istenen ürünler için çok sık başvurulan bir hata olarak tanımlar.   Yayınlanacak, pazarlık unsuru olarak kullanılacak, ilan tahtasına asılacak rakamlara ihtiyaç duyulur. Bu rakamların istenilen şekilde sunulması ama yalan da olmaması adına yapılacak davranış ortalamalarını alırken işe gelenin kullanılmasıdır. Mod, medyan ve aritmetik ortalamanın üçü de ortalama sunarken hilebazların daha çok aritmetik ortalamadan medet umdukları belirtilir. Başka bir açıdan söyleyecek olursak medyan, daha doğru bir ortalamayı yakalarken aritmetik ortalamanın kullanılması tamamen menfaatlere uygun bir tercihtir.       "Burada yaptığım hile, “ortalama” sözünün çok kaypak bir anlamı olduğu için, her defasında başka bir ortalama çeşidini kullanmamdır. Kamuoyu görüşünü etkilemek ve reklamlarda satışları artırmak isteyenlerin bazen masumane bazen de kasten, çok sık başvurduğu bir hiledir bu. Size bir şeyin ortalama olduğu söylendiğinde, (aritmetik ortalama, medyan veya mod gibi) yaygın olarak kullanılan ortalama çeşitlerinden hangisi olduğu belirtilmedikçe, çok fazla bir şey öğrenmiş sayılmazsınız."     iii-Kaybolan Küçük Sayılar Hiçbir şey ifade etmeyen salt rastlantısal sonuçlar elde etmede yazı tura atmak ne kadar anlamsızsa küçük bir örneklem grubuyla sayılarla oynamak da o kadar anlamsızdır. Reklam stratejisinde küçük grup kullanmanın öneminden bahseden yazar, “büyük grupta tesadüf sonucu oluşan değişiklikler küçük kalır ve manşet atmaya değmez,” der.   Yazı tura örneğinden giderek, “on kez yazı tuta attığımızda sekiz defasında tura gelmesi, bozuk paraların yüzde sekseninin tura geldiğini mi gösteriyor?” diye sorarken Huff, küçük örneklem grubuyla çalışılan istatistiklerde de aynı yanılgının baş gösterdiğini belirtir. Bu nedenle ancak yeterli sayıda deney yapıldığında ortalamalar yasasından bir çıkarsama ya da tanım yapmanın olası olduğunu belirtir.   Grafik üzerinden de örnek veren yazar, bir ajansın iş hacminin yıldan yıla nasıl çarpıcı bir biçimde arttığını grafik aracılığıyla sunuyor. Bu artışta rakamlara yer verilmemişken yıldan yıla sürekli yükselen bir ivme gösterilmiştir. Sayılara yer verilmediği için yıllık artış hacminin milyon dolarlar mı yoksa birkaç dolar mı olduğu belirsizken grafiğin yükselen ivmesi çarpıcı olduğu kadar yanıltıcıdır.       Saptırımlı Örnekleme Örneklemeye dayanan bir araştırmanın değerli olabilmesi için muhakkak her türlü sapma kaynağının ortadan kaldırıldığı, temsil gücü olan bir örneklemin kullanılması gereğini belirten yazar; küçük bir örneklem grubuyla arzulanan sonuca ulaşan yanıltıcıları tanıtır. Bir örneklem grubu diye belirtilen bazen sadece bir düzine insandır. Bir düzine insandan binlerce insanı etkileyen bir sonuç devşirilir. Rastgele oluşturulmuş ve yeterli sayıdaki örneklem grubu ile çalışılması, sapmaları kısmen de olsa önleyecektir.       "... bir araştırmayı tahrif etmek, yani yanlış bir izlenim yaratmak için sonuçları kasten değiştirmek şart değil. Örneklemin hep bir yönde sapma eğiliminde olmasıyla tahrifat zaten otomatik olarak sağlanmaktadır." "Görünür sapma kaynakları kadar görünmeyen sapma kaynaklarının da bir örneklemin güvenilirliğini bozabileceğini unutmamalısınız. Yani üzerinde deney yapabileceğiniz sapmalar bulamıyorsanız, bir yerlerde bir miktar sapma olması ihtimali hep var olduğu için kendinize bir şüphe payı ayırın. Bu ihtimal hep vardır." "Rastgele örneklem istatistik kuramınca tam bir güvenle denetlenebilen tek örneklem türüdür; ancak, onun da bir kusuru vardır. Elde edilmesi birçok alan için öylesine zor ve pahalıdır ki, çoğunlukla maliyetler onu devreden çıkarıverir. Yerine çok daha ucuz olan ve hemen hemen dünyanın her yerinde kamuoyu yoklamalarında ve pazar araştırmalarında yararlanılan, katmanlı rastlantısal örnekleme kullanılır." "Rastgele örneklemde kontrol edilmesi gereken şey, grubun bütünündeki her isim ya da şeyin örneklemde bulunma şansının eşit olup olmadığıdır"   "Bir istatistikçi önümüze konan bir anket sonucu karşısında şu soruyu sormamızı öğütler; “Bu sonuca varmak için kaç kişiye anket uyguladınız?” Daha önce de belirttiğimiz gibi, yanlı örneklemi istediğiniz sonucu elde etmede kullanabilirsiniz. Rastgele örneklem ne kadar küçükse onunla gönlünüze göre oynamanız da o kadar kolaydır." Hiç Uğruna Kuru Gürültü “Örneklemin bütün grubu temsil edecek biçimde ne kadar doğru seçildiği sayılarla ifade edilebilen bir ölçüdür. Bunlara istatistikte olası hata ve standart hata adı verilir.” diyen Darrell Huff, “Testlerin sonucunda ortaya çıkan küçük farkların ‘standart hata’ payları göz önünde bulundurulmalıdır.” tespitini yapar. Kitapta verilen örneklerde belirgin olan durum, en güvenilir testlerde bile standart hata oranının binde üç civarında olmasıdır. Bundan hareketle küçük farklılıkların çıktığı istatistiki sonuçlarda o farkların bulunmama ihtimalinin göz önünde tutulması gerektiğini söyler. Küçük sonuçlar aslında hiç olmayan ya da tam anlamıyla yer değişikliğiyle sonuçlanan farklara da tekabül edebilir. Bu nedenle karşılaştırma yapmak anlamsızdır. +3 / -3/ +2 / -2 durumlardaki hata payı akılda tutulmalıdır. Matematiksel olarak gerçek olan, hesap edilebilen ama hiçbir önem taşımayacak kadar da küçük olan bir sayı için kuru gürültü koparılması durumu örnek durumlarla açıklanır. En çarpıcısı ise sigara hakkındadır: “Bir dergi laboratuvar ekibine değişik marka sigaraların içimini analiz ettirir ve markalara göre sigara dumanlarında bulunan nikotin ve katran miktarını yayımlar. Hangi markayı içerseniz için sonuçların birbirine çok yakın olduğu görülür. Ama listedeki neredeyse aynı olan sonuçlar arasında, bir marka en altta kalmıştır. Hemen gazetelerde tam sayfa reklamlar boy gösterdi. Reklamlarda bu saygın dergi tarafından test edilen sigaralar arasında en az zararlı madde içeren sigaranın kendi markaları olduğu vurgulanıyordu. Bütün sayılar bir yana atılmıştı. Farkın ihmal edilebilir olduğu göz ardı ediliyordu. Kamuoyunu yanlış yöne sevk eden reklamlar daha sonra durduruldu ama meyveleri çoktan toplanmıştı.” "Bazen matematiksel olarak gerçek olan ve hesap edilebilen ama hiçbir önem taşımayacak kadar da küçük olan bir sayı için kuru gürültü koparılır. Eski bir söz bunu “Fark ancak önemsiz olduğu zaman bir farktır” diye ifade ediyor" v-Hokus-Pokus Grafikleri Sözcüklerin yetersiz kaldığı durumlarda başvurulan yöntemlerden biri de tablo halindeki sayılardır. Okunmak isteyen yazar, metninin malı sattırmasını isteyen reklamcı, tiraj isteyen kitaplar vs. hepsi grafiklerin, sayıların gücünden faydalanır. Tek Boyutlu Resim Göze hitap etmeleriyle çapraşık, sürükleyici ve başarılı birer “yalancı” haline gelebilen resim grafiklerin kullanışlı bir araç olduğunu belirten yazar, resim grafikleri ise bir insanın bir milyon insanı, bir para torbasının veya üst üste bozuk paraların bin sterlini, bir dana resminin ertesi yılki et arzını temsil ettiği grafikler olarak tanımlar. Çubuk grafiklere nazaran abartılı bir etki yaratmak için resme başvurulur. "Bir insanın bir milyon insanı, bir para torbasının veya iistüste bozuk paraların bin sterlini, bir dana resminin ertesi yilki et arzını temsil ettiği grafikler resim grafiklerdir. Kullanışlı bir araçtır. Ne yazık ki göze hitap etmeleriyle ünlüdürler. Bu özelliğiyle de çapraşık, sürükleyici ve başarılı bir yalancı haline gelebilirler." "Mesele şurada, ikinci torbanın yüksekliği birincinin iki katı. Bu arada genişliği de iki katı. Sayfa üzerinde ötekinin iki katı değil dört katı bir alan kaplıyor. Sayılar hâlâ bire iki diyor ama her zaman daha baskın çıkan görsel etki bire dört diyor. Bunlar gerçekte üç boyutlu olan nesnelerin resimleri olduğu için İkincinin birinci şeklin iki katı kalınlıkta da olması gerekir. Geometri ki¬ tabınızın da yazdığı gibi, benzer katı cisimlerin hacimleri veri bo¬ yutun kübü olarak artar. İki çarpı iki çarpı iki sekiz eder. Bir para torbasında 15 £ varsa, diğerinde sekiz kat hacim olduğuna göre 31 değil 120 £ olması gerekir"   Eğreti Rakamlar Ulaşım, sağlık, şirketlerin mali raporları gibi birçok alanda bilerek ya da bilmeyerek kullanılan hilelerden biri olarak sunulan eğreti rakamlar için Duff,    “Kanıtlamak istediğinizi kanıtlayamıyorsanız, aynı şey olduğunu iddia ederek başka bir şeyi öne sürmeyi deneyin. İstatistiklerle insan aklının çarpışmasından çıkan toz duman içinde kimse farkı anlamayacaktır. Eğreti rakamlar, sizin yere sağlam basmanızı garanti edecek bir araçtır.” der. Bu hususun daha iyi anlaşılması adına kitaptan şu örneği sunabiliriz: “Demiryolu kazalarında bir yılda 4712 kişinin öldüğü açıklanmış. Bu sayı, trenlere adım atmayıp arabanızın direksiyonuna yapışmanız için yeterli görünüyor değil mi? Oysa sayının biraz derinine inince, oldukça farklı bir anlam taşıdığını görüyorsunuz. Sayının yarısını, otomobilleriyle geçitlerde trenlere çarpanlar oluşturuyor. Geri kalanların büyük çoğunluğu da raylar üzerinde gezintiye çıkanlar. 4712 kişi içinde yalnızca 132’si tren yolcusu. Bu sayı bile, kilometre başına toplam yolcu sayısını bilmeden bir karşılaştırma için yetersiz kalır.”   "Bir şeyleri sayıp, başka şeyler üzerine sonuca varmanın bir¬ çok başka yolu da vardır. Genel yöntem, aynı gibi görünen ama aynı olmayan iki şeyi birlikte ele almaktır." "Her sayıyı ifade etmenin birçok değişik yolları vardır. Örneğin, satışlar üzerinden yüzde bir kâr, yatırımın geri dönüş oranı yüzde onbeş, on milyon dolar kâr, (1965-9 ortalamasına oranla) kârlar yüzde kırk arttı ya da geçen yıla göre yüzde altmış azaldı derken aslında tamamen aynı olguyu değişik biçimlerde ifade ediyorsunuz. Seçeceğiniz yöntem o anda amacınıza en çok uyacak olandır ve emin olun okuyanların çok azı gerçek durumu bütünüyle tanımlamakta eksik kaldığını anlayacaktır." "Eğreti rakamların hepsi kasten üretilmez. Birçok istatistik, tıp istatistikleri de dahil, insanlar açısından büyük önem taşırlar ve bilgi kaynağının beceriksizce aktarılması nedeniyle tahrif edilirler. "   Post-Hoc Yine Doludizgin “İki faktör arasında bir bağlantı olması, birinin ötekinin nedeni olacağının kanıtı olamaz,” savından hareketle yazar, aralarında bağıntı kurulan iki şeydeki korelasyon unsurları arasında da ilişki olmayabileceği konusunda dikkatli olunması gerektiğini dile getirir. Post hoc yanılsamasına düşmemek ve olmayan şeylere bel bağlamamak için, öne sürülen her ilişkinin dikkatle gözden geçirilmesi gerektiğini belirten yazar; “korelasyon, bir şeyin bir nedenle oluştuğunu kanıtlar görünen inandırıcı derecede yüksek bir rakam, gerçekten bunu kanıtlayabileceği gibi başka bir şeylerin kanıtı da olabilir,” uyarısında bulunur. Yazar, pozitif ve negatif korelasyon örneklerinden yola çıkılarak post hoc yanılsamalarını detaylandırır. “Profesör Helen M. Walker, iki faktörün bir arada olduğu hallerde muhakkak bir neden sonuç ilişkisi bulunacağı yanılsamasına şu örneği vermektedir: kadınların fiziki özellikleriyle yaşlarını birlikte ele alırken önce, bacaklarının yürürken yaptığı açı ölçülmüş. Bu açı yaşlı kadınlarda daha büyükmüş. İlk akla gelen kadınların bacaklarını daha fazla açtıkları için yaşlandıkları olabilir. Saçma değil mi? Öyleyse, yaşlandıkça bacaklar arasındaki açının büyüdüğü, kadınların çoğunun da yürürken bacaklarını daha fazla açtıkları sonucuna varabiliyoruz. Bu tür bir sonuç da yanlış ve hiçbir kanıt taşımıyor. Aynı kadınları uzun bir süre inceleyerek bir sonuca varırsanız sonuç ancak geçerli sayılabilir. Ancak böyle bir çalışma burada etkin olan faktörü ortadan kaldırabilir.”   İstatistikbazlık   Literatürde olmasa da Darrell Huff’ın türettiği bir sözcük olan istatistikbazlık için bir de tanımı vardır yazarın: “İnsanları istatistiksel malzeme kullanarak yanlış yönde bilgilendirmeye istatiksel dalavere, istatistikbazlık denir.” “Özellikle sayıların algıyı etkilemekteki başarısı istatistikçilerin mi yoksa onların elde ettikleri verileri kullanan, değiştiren, abartan, gereğinden fazla basite indirgeyen ve çarpıtan başkalarının mı işgüzarlığıdır? Suçlu kim olursa olsun asla saflığa vurup masum rolü takınamaz,” diyen Huff, dergi ve gazetelerde sık sık boy gösteren uydurma tabloların, bir şeyi abartmak ara sıra da olduğundan az göstermek için kullanıldığını belirtir. İstatistiksel verileri yanlış yorumlamanın düzenbazlığa en açık biçiminin harita kullanmak olduğunu söyleyen yazar, haritalarda gerçeklerin ardına gizlenmek ve ilişkileri çarpıtabilmek için yeterince değişken bulunduğu görüşündedir. Abartılı rakamlar elde etmek amacıyla istatistiğin stratejilerinden faydalanmak, bazen verilen rakam yalan olmasa da merceğin bambaşka bir yöne tutulması, farklı hesaplamaların yapılması, haritaların, grafiklerin, yüzdelik dilimlerin, ondalık rakamların büyüsünden faydalanılması şeklinde kendini gösterir.   "Post hoc yanılsamasına düşmemek ve olmayan şeylere bel bağlamamak için, öne sürdüğünüz her ilişkiyi dikkatle gözden ge¬ çirmelisiniz. Korelasyon, bir şeyin bir nedenle oluştuğunu ka¬ nıtlar görünen inandırıcı derecede yüksek bir rakam, gerçekten bunu kanıtlayabileceği gibi başka bir şeylerin kanıtı da olabilir" "Karşılıklı ilişkinin en yaygın biçimi, iki şey arasında gerçek bir ilişkinin bulunduğu ancak hangisinin neden hangisinin sonuç olduğunu kestiremediğiniz durumlardır. Böyle hallerde neden ve sonuç zaman zaman yer değiştirir; veya her iki faktör de aynı zamanda hem neden, hem de sonuçtur. Gelir ile sahip olunan mallar arasındaki korelasyon bu türdendir. Daha fazla paranız oldukça, daha çok mal satın alırsınız. Daha çok mal satın aldığınızda geliriniz daha da artar. Hangisinin diğerine neden olduğunu söylemek o kadar kolay değildir." "Bir toplantıda ( çokça da neşeli bir partide) birisi size bir korelasyon üzerine yorumlar yaptığında, korelasyonun olayların akışıyla, zamana bağlı eğilimlerin değişmesiyle etkilenip etkilenmediğine dikkat edin. Günümüzde herhangi iki şey arasında bir korelasyon öne sürmek olanaklıdır."   Bir grafikteki küçük oynamalarla, örneğin “ulusal gelir yüzde on arttı.” cümlesinin etkisi “muazzam bir yüzde onluk sıçrayış yaptı”ya çevrilebilir. Nesnelliği bozacak sıfatlar ve edatlar olmadığı için grafikler sözden daha fazla etkilidir. “Kimse size tek laf edemez.” derken  Huff, hilekârların hilelerini açığa çıkarma amacındadır.       "Yapabileceğiniz en aşağı bir düzine hileden biri şudur: Hafifçe yükselen yüzde on artışınızı yüzde yüz artıştan bile canlı göstermeniz mümkün. Apsis (x ekseni) ile ordinat (y ekseni) arasındaki orantıyı bozun. Bunun için dikey eksende bulunan her noktanız doların yüzde onunu göstersin" x-Tek Boyutlu Resim Göze hitap etmeleriyle çapraşık, sürükleyici ve başarılı birer “yalancı” haline gelebilen resim grafiklerin kullanışlı bir araç olduğunu belirten yazar, resim grafikleri ise bir insanın bir milyon insanı, bir para torbasının veya üst üste bozuk paraların bin sterlini, bir dana resminin ertesi yılki et arzını temsil ettiği grafikler olarak tanımlar. Çubuk grafiklere nazaran abartılı bir etki yaratmak için resme başvurulur.   "Bir insanın bir milyon insanı, bir para torbasının veya iistüste bozuk paraların bin sterlini, bir dana resminin ertesi yilki et arzını temsil ettiği grafikler resim grafiklerdir. Kullanışlı bir araçtır. Ne yazık ki göze hitap etmeleriyle ünlüdürler. Bu özelliğiyle de çapraşık, sürükleyici ve başarılı bir yalancı haline gelebilirler." "Mesele şurada, ikinci torbanın yüksekliği birincinin iki katı. Bu arada genişliği de iki katı. Sayfa üzerinde ötekinin iki katı değil dört katı bir alan kaplıyor. Sayılar hâlâ bire iki diyor ama her zaman daha baskın çıkan görsel etki bire dört diyor. Bunlar gerçekte üç boyutlu olan nesnelerin resimleri olduğu için İkincinin birinci şeklin iki katı kalınlıkta da olması gerekir. Geometri ki¬ tabınızın da yazdığı gibi, benzer katı cisimlerin hacimleri veri bo¬ yutun kübü olarak artar. İki çarpı iki çarpı iki sekiz eder. Bir para torbasında 15 £ varsa, diğerinde sekiz kat hacim olduğuna göre 31 değil 120 £ olması gerekir"     xi-Eğreti Rakamlar Ulaşım, sağlık, şirketlerin mali raporları gibi birçok alanda bilerek ya da bilmeyerek kullanılan hilelerden biri olarak sunulan eğreti rakamlar için Duff, “Kanıtlamak istediğinizi kanıtlayamıyorsanız, aynı şey olduğunu iddia ederek başka bir şeyi öne sürmeyi deneyin. İstatistiklerle insan aklının çarpışmasından çıkan toz duman içinde kimse farkı anlamayacaktır. Eğreti rakamlar, sizin yere sağlam basmanızı garanti edecek bir araçtır.” der.   Bu hususun daha iyi anlaşılması adına kitaptan şu örneği sunabiliriz:   “Demiryolu kazalarında bir yılda 4712 kişinin öldüğü açıklanmış. Bu sayı, trenlere adım atmayıp arabanızın direksiyonuna yapışmanız için yeterli görünüyor değil mi? Oysa sayının biraz derinine inince, oldukça farklı bir anlam taşıdığını görüyorsunuz. Sayının yarısını, otomobilleriyle geçitlerde trenlere çarpanlar oluşturuyor. Geri kalanların büyük çoğunluğu da raylar üzerinde gezintiye çıkanlar. 4712 kişi içinde yalnızca 132’si tren yolcusu. Bu sayı bile, kilometre başına toplam yolcu sayısını bilmeden bir karşılaştırma için yetersiz kalır.”       "Bir şeyleri sayıp, başka şeyler üzerine sonuca varmanın bir¬ çok başka yolu da vardır. Genel yöntem, aynı gibi görünen ama aynı olmayan iki şeyi birlikte ele almaktır." "Her sayıyı ifade etmenin birçok değişik yolları vardır. Örneğin, satışlar üzerinden yüzde bir kâr, yatırımın geri dönüş oranı yüzde onbeş, on milyon dolar kâr, (1965-9 ortalamasına oranla) kârlar yüzde kırk arttı ya da geçen yıla göre yüzde altmış azaldı derken aslında tamamen aynı olguyu değişik biçimlerde ifade ediyorsunuz. Seçeceğiniz yöntem o anda amacınıza en çok uyacak olandır ve emin olun okuyanların çok azı gerçek durumu bütünüyle tanımlamakta eksik kaldığını anlayacaktır." "Eğreti rakamların hepsi kasten üretilmez. Birçok istatistik, tıp istatistikleri de dahil, insanlar açısından büyük önem taşırlar ve bilgi kaynağının beceriksizce aktarılması nedeniyle tahrif edilirler. "   xii-Post-Hoc Yine Doludizgin “İki faktör arasında bir bağlantı olması, birinin ötekinin nedeni olacağının kanıtı olamaz,” savından hareketle yazar, aralarında bağıntı kurulan iki şeydeki korelasyon unsurları arasında da ilişki olmayabileceği konusunda dikkatli olunması gerektiğini dile getirir.   Post hoc yanılsamasına düşmemek ve olmayan şeylere bel bağlamamak için, öne sürülen her ilişkinin dikkatle gözden geçirilmesi gerektiğini belirten yazar; “korelasyon, bir şeyin bir nedenle oluştuğunu kanıtlar görünen inandırıcı derecede yüksek bir rakam, gerçekten bunu kanıtlayabileceği gibi başka bir şeylerin kanıtı da olabilir,” uyarısında bulunur.   Yazar, pozitif ve negatif korelasyon örneklerinden yola çıkılarak post hoc yanılsamalarını detaylandırır.   “Profesör Helen M. Walker, iki faktörün bir arada olduğu hallerde muhakkak bir neden sonuç ilişkisi bulunacağı yanılsamasına şu örneği vermektedir: kadınların fiziki özellikleriyle yaşlarını birlikte ele alırken önce, bacaklarının yürürken yaptığı açı ölçülmüş. Bu açı yaşlı kadınlarda daha büyükmüş. İlk akla gelen kadınların bacaklarını daha fazla açtıkları için yaşlandıkları olabilir. Saçma değil mi? Öyleyse, yaşlandıkça bacaklar arasındaki açının büyüdüğü, kadınların çoğunun da yürürken bacaklarını daha fazla açtıkları sonucuna varabiliyoruz. Bu tür bir sonuç da yanlış ve hiçbir kanıt taşımıyor. Aynı kadınları uzun bir süre inceleyerek bir sonuca varırsanız sonuç ancak geçerli sayılabilir. Ancak böyle bir çalışma burada etkin olan faktörü ortadan kaldırabilir.”       xii-İstatistikbazlık Literatürde olmasa da Darrell Huff’ın türettiği bir sözcük olan istatistikbazlık için bir de tanımı vardır yazarın:   “İnsanları istatistiksel malzeme kullanarak yanlış yönde bilgilendirmeye istatiksel dalavere, istatistikbazlık denir.”   “Özellikle sayıların algıyı etkilemekteki başarısı istatistikçilerin mi yoksa onların elde ettikleri verileri kullanan, değiştiren, abartan, gereğinden fazla basite indirgeyen ve çarpıtan başkalarının mı işgüzarlığıdır? Suçlu kim olursa olsun asla saflığa vurup masum rolü takınamaz,” diyen Huff, dergi ve gazetelerde sık sık boy gösteren uydurma tabloların, bir şeyi abartmak ara sıra da olduğundan az göstermek için kullanıldığını belirtir.   İstatistiksel verileri yanlış yorumlamanın düzenbazlığa en açık biçiminin harita kullanmak olduğunu söyleyen yazar, haritalarda gerçeklerin ardına gizlenmek ve ilişkileri çarpıtabilmek için yeterince değişken bulunduğu görüşündedir.   Abartılı rakamlar elde etmek amacıyla istatistiğin stratejilerinden faydalanmak, bazen verilen rakam yalan olmasa da merceğin bambaşka bir yöne tutulması, farklı hesaplamaların yapılması, haritaların, grafiklerin, yüzdelik dilimlerin, ondalık rakamların büyüsünden faydalanılması şeklinde kendini gösterir.       "Post hoc yanılsamasına düşmemek ve olmayan şeylere bel bağlamamak için, öne sürdüğünüz her ilişkiyi dikkatle gözden ge¬ çirmelisiniz. Korelasyon, bir şeyin bir nedenle oluştuğunu ka¬ nıtlar görünen inandırıcı derecede yüksek bir rakam, gerçekten bunu kanıtlayabileceği gibi başka bir şeylerin kanıtı da olabilir" "Karşılıklı ilişkinin en yaygın biçimi, iki şey arasında gerçek bir ilişkinin bulunduğu ancak hangisinin neden hangisinin sonuç olduğunu kestiremediğiniz durumlardır. Böyle hallerde neden ve sonuç zaman zaman yer değiştirir; veya her iki faktör de aynı zamanda hem neden, hem de sonuçtur. Gelir ile sahip olunan mallar arasındaki korelasyon bu türdendir. Daha fazla paranız oldukça, daha çok mal satın alırsınız. Daha çok mal satın aldığınızda geliriniz daha da artar. Hangisinin diğerine neden olduğunu söylemek o kadar kolay değildir." "Bir toplantıda ( çokça da neşeli bir partide) birisi size bir korelasyon üzerine yorumlar yaptığında, korelasyonun olayların akışıyla, zamana bağlı eğilimlerin değişmesiyle etkilenip etkilenmediğine dikkat edin. Günümüzde herhangi iki şey arasında bir korelasyon öne sürmek olanaklıdır."  

“Öğretmenler! Yeni Nesil Sizin Eseriniz Olacaktır.“

  Her zaman öğrenci olarak kalan, Öğretmenliğin kıdemli bir öğrencilik olduğunu hep hatırda tutan, Mustafa Kemal Atatürk'ü kendine rehber kılmış, aydınlık Türkiye'nin mimarlarını yetiştiren tüm öğretmenlerin, Öğretmenler günü kutlu olsun.... "Radikal Blog"da ki 23.11.2012 tarihli deneme yazılarımdan...... ” Öğretmenler! Yeni Nesil Sizin Eseriniz Olacaktır." İksöz:  Öğretmenimiz bellidir. Minnetle.  Büyük önderin,  günümüze ışık tutan sözleri çok manidar. Birlikte okuyalım:   "En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır." "Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder." “Öğretmek için öğrenmek gerek. Ve gönlünüzde bir sevda yok ise öğrencilik zor gelir. Öğretmenlik yapar ama öğretmen olamazsınız." “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin”  "Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir… Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır."  "Şimdiye kadar uygulanan eğitim ve öğretim yöntemlerinin milletimizin geri kalmasında en önemli etken olduğu kanısındayım.  Hala hak ettiği değeri göremeyen, hala hak ettiği hayata kavuşamamış öğretmenlerimiz var. Onun için bir milli eğitim programından söz ederken, eski devrin boş inançlarından ve yaratılışımızla hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, milli karakterimiz ve milli tarihimizle uyumlu bir kültür kastediyorum. Çünkü milli dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültür ile sağlanabilir."    "Türkiye’nin birkaç seneye sığdırdığı askerî, siyasî, idarî inkılâplar çok büyük, çok mühimdir. Bu inkılâplar, sayın öğretmenler, sizin; toplumsal ve fikrî inkılâptaki muvaffakiyetlerinizle desteklenecektir. Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet,sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister!     "Öğretmenlik ömür boyu sürecek bir öğrenciliktir."      "Cahillik yok edilmedikçe, yerimizdeyiz… Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor, demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal yaşamda bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkündür. Ancak bu sayede toplumlar iş adamlarına, sanatkarlarına sahip olur. Elbette milli dehamızı geliştirmek, hislerimizi layık olduğu dereceye çıkarmak için yüksek meslek sahiplerini de yetiştireceğiz. Çocuklarımızı da ayni öğretim derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz." "Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile olan bağlarımızı kopartamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, çağdaş bir millet olarak medeniyet düzeyinin de üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ulus ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur." "Eserinin üzerinde imzası olmayan yegane sanatkar öğretmendir." (Mustafa Kemal Atatürk)  “24 Kasım Öğretmenler Günü” münasebetiyle  yayımlanan mesajın(*) özellikle şu satırları çok önemsiyorum. Birlikte okuyalım:   " Bizler “beşikten mezara kadar ilim tahsil etmeyi” emreden, kalemin kılıçtan üstün olduğu bir medeniyetin mensupları olarak, tarih boyunca olduğu gibi bugün de öğretmenlerimize büyük değer veriyoruz. Zira öğretmen, sadece öğreten, bilgiyi nakleden insan değildir. Öğretmen, öğrettiğinden ziyade, yetiştiren, eğiten, terbiye eden; öğrencisinin içindeki cevheri sabırla açığa çıkaran ve işleyen kişidir. Öğretmenlik, bilgi, tecrübe ve irfanla çocuklarımızı, gençlerimizi geleceğe hazırlama mesleğidir. Bu yönüyle öğretmenler, eğitim öğretim sistemimizin temel yapı taşları, istikbalimizin de mimarlarıdır. Öğretmenlerine hak ettikleri değeri vermeyen, onların fedakârlıkları karşısında ahde vefa göstermeyen hiçbir toplumun geleceği yoktur." Bu gün ne zaman, niçin konmuş diye sorarsanız? Herkes yanıtını bilse bile; affınıza sığınarak , yine de anlatayım!.... UNESCO-İLO, öğretmenleri onurlandırmak için, 1994 yılında “5 Ekim “ gününü tüm Dünya’da “Öğretmenler Günü” olarak kabul etmiş.. Her ülkenin; kültürel , tarihi özelliklerinin ve okul tatil günlerinin farklı olması nedeniyle, farklı tarihlerde “Öğretmenler Günü “nü kutlamaya başlanmış.  Türkiye’de her yıl 24 Kasım, “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmakta. Neden 24 kasım derseniz?... 24 Kasım 1928, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gün. Böyle yazıyor kitaplar!... Hep söylenir öğretmenlik en kutsal meslektir diye ve biz kalıplaşmış bu cümlelerden oluşan bir kutsallık payesi içinde aslında çok fark etmeyiz üzerimizdeki etkilerini.  Yıllar boyunca insan denen varlığın mimarı, mühendisi, ustası, kalfası, ağır işçisi ve eğiticisidir onlar.  Ailemizden sonra üzerimizde en fazla emeği olan sevgili öğretmenlerimiz. Hakları nasıl ödenir ki? Nasıl öderiz bize harf harf dokuyarak öğrettikleri bilginin, emeğin, şefkatin, anneliklerinin, babalıklarının hakkını? Ödeyebilir miyiz? Öğretmen annedir, öğretmen babadır, öğretmen sırdaştır, arkadaştır, ara bulucudur ve aslında öğretmen eğiticidir.  Biz klasik anlamda öğretmen diyerek kalıplaşmış bir kelimeye sığdırıyoruz belki tüm bir ömrü ve emeği ama öğretmen dediğimiz kişi bir eğitmendir.  Eğitmenle öğretmen farklı şeylerdir aslında.  Öğretmen öğreten insan, eğitmen eğiten insan demektir.  Herkes bir başkasına sahip olduğu bir bilgiyi öğretebilir.  Öğretmek bir bilginin başkasıyla paylaşılması, başkasına anlatılması ve öğretilmesi iken eğitmek, çok başka bir şeydir. Eğitmek bir süreçtir, eğitmek bir bütünü kavramak ve bireyi bütün olarak görebilmek demektir. “Eğitim öğrenilen bilgiler unutulduktan sonra geriye kalan şeydir.” diyor dünyanın en büyük dahisi. Öğrendiklerimiz, bütün o kitabi bilgiler yıllar geçip unutulduktan sonra bize güzel ve değerli bir şeyler kazandırmış sa, bizi törpülemişse, insan gibi insan olabilmişsek eğitilmişiz demektir. Eğitimin her düzeyinde, her kademesin de!... Öğretmen öğretendir... Bir çocuk okula başladığı günden itibaren en çok öğretmeniyle birliktedir. Çocuklar için örnek insan, öğretmenidir. Öğretmen hep saygı duyulan itaat edilen kişidir; Çünkü, o hep verir.  O alış-veriş yapmaz. Öğrencileriyle veriş-alış’tır arasındaki ilişki... Öğretir, hep öğretir. Öğrencisini yetiştirmek, bilgilendirmek onu gururlandırır... Kolay mı bir insan yetiştirip bu acımasız dünyaya salıvermek?.. Yüreği hep kıpır kıpırdır öğretmenin... Boşuna mı söylenmiş Hz. Ali’den beri “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diye... Örnekleri çoğaltmak mümkün; ancak, ben size bu örneklerden sadece bir tanesini aktarmak istiyorum ki öğretmenin değerini anlamak için... “Beyaz atına binmiş, ordusunun önünde giden Fatih Sultan Mehmet, yanında onu yetiştiren Akşemsettin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani ile İstanbul’a giriyor. Türk Ordusu’nu karşılayan şehir halkı yol boyunca dizilmiş, ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için yaklaşıyor. Şehir ahalisi, beyaz sakalıyla, ağır duruşuyla Akşemsettin’i padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin atını geri çekip göz ucuyla Fatih’i göstererek : “Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz” demek istiyor. Fatih Sultan Mehmet çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin’i göstererek, “gidiniz, çiçekleri ona veriniz. Sultan Mehmet benim ama, o benim hocamdır” diyor. Son Söz:    Bizim bu cumhuriyete borcumuz var!" Bu borcu ödemek günü de bu gündür! Laik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin ÜNİTER yapısının devamı için her Türk vadesi gelen borcunu ödemek zorundadır! Çünkü şunun çok iyi farkına varmak zorundayız ki; bu coğrafyada üniter Türkiye Cumhuriyeti emperyalistlerin en büyük korkusudur! Milleti ve tüm kurumları ile ayakta olan bir Türkiye Cumhuriyeti sadece kendi vatandaşları için değil tüm Türk Dünyası için..."Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur." bu da böyle biline... İyi insan demek vatanını seven, vatanı için doğruları ve yanlışları tarafsız ve objektif bir şekilde insanlarına anlatan demektir. Güneş hep ışık saçar..Özüne daima sadık, adıyla daima müsemmadır. Ne mutlu Güneş gibi olup hep ışık saçana..   Dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik olarak "Türk Ulusunu” çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme,bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme,dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde edebilmek için Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirmek.Bu bağlamda; beşeri sermayemizin, aydınlık yarınlarımızın umudu olan gençlerimizi ;Fikri, Vicdanı ve İrfanı Hür olarak Kadim değerlere (İnancına, Tarihine , Kültürüne )bağlı analitik düşünen, tartışan , üreten bireyler olarak yetiştirmek.:   "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir." Kelimeler gördüklerimizi kavrayamıyorsa ya da gördüklerimiz kelimelere sığmıyorsa konuşmak ne işe yarar?    Duvarımda ve masamda her zaman resmini eksik etmediğim Büyük Önder ; ben de koltuğumda büyük adam gibi oturan torunlarım da sana minnettar. İnşallah onların çocukları da seni saygıyla ,sevgiyle ve minnetle anacaklar. Ululaştırarak ve masal kahramanı haline getirerek değil, kalpten severek ve teşekkür ederek, Atatürk diyecekler... Öğretmenlik kutsal bir meslek.   Öğrenmek ve öğretmek bir sevda işi… İşte bu nedenledir ki “bir başkadır” öğretmenlik… Sadece bir meslek değil, aynı zaman da bir görevdir ifa ettiğimiz… Her dokunduğumuz öğrencimiz evlattır bizim için; dersliğimiz evimizdir. O yüzden okula “eğitim yuvası” deriz biz… İşte tam da bu nedenle herkes işe giderken, biz "yuvamıza "geliriz…   Her zaman bir öğretmen olmaktan gurur duydum. 42 yıldır akademik hayatıma ilham kaynağım olan, içimi geleceğe dair umutla dolduran tüm öğrencilerimi sevgi ve minnettarlık duygularıyla kucaklıyorum… Büyük Önderin hedeflerini aklında ve gönlünde tutarak onun yolunda yürüyecek, kıymet bilir ve sadakatli insanlar yetiştiren geleceğimizin şekillenmesinde büyük özveriyle ter dökmüş, ömrünü  gerçekten eğitime adamış tüm öğretmenlerimize saygı ve minnetle… Öğretmenler Günü kutlu olsun”. Sağlıcakla kalın... Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz tüm insanların,  günleri hep aydınlık olsun! Yüreklerindeki sevgi daim olsun! (Büyük Önderin kaleme aldığı Geometri kitabını  aşağıdaki alan bağlantıdan indirebilirsiniz.) https://lnkd.in/gUj-VX7   (Büyük Önderin Askeri Ökulların müfredatına konulmasını ve  okutulmasını zorunlu Kıldığı kitap, Grigory Petrov::Beyaz Zambaklar Ülkesinde, ) https://bit.ly/2CvpoXH Prof. Dr. İlber Ortaylı, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü anlatıyor Yayın linki: https://youtu.be/nvAk6qUc7to Orhan ELMACI - 23 Kasım 2012 http://blog.radikal.com.tr/egitim/ogretmenler-yeni-nesil-sizin-eseriniz-olacaktir-mkemal-ataturk-6240 (*)24 Kasım Öğretmenler Günü” münasebetiyle 23.11.2017 tarihinde yayımlanan  mesaj http://bit.ly/2B9QbXj  İlgilenenler için...... Büyük Nutkun 10 adet video ile anlatımı ..  http://feritgezgil.com/SesliNutuk/1.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/2.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/3.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/4.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/5.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/6.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/7.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/8.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/9.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/10.mp4

TEV Yüksek Öğrenim Bursları...

Kütahya Temsilcisi Olmaktan gurur duyduğumuz Türk Eğitim Vakfı (TEV) Eğitim (Yüksek Öğrenim) Bursları https://www.tev.org.tr/anasayfa/tr# Öğretmenlerinizin Öğretmenler Günü'nü TEV Bağış Kartları ile kutlayın, gelecek kuşakların fikri hür irfanı hür vicdanı hür özgürce eğitim yapabilmelerini desteklemiş olun! Bağış kartlarımıza aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz https://bagis.tev.org.tr/kart-sertifika