Ruhun Şad, Mekanın Cennet Olsun, Nur içinde Yat Yunus Zeyrek Hocam!..
Türk Milleti'nin, Ahiska Türkleri'nin Başı sağolsun!..:
Özelde Ahıska Türkleri, genelde Türk Dünyası onun derdiydi
Atatürkçü düşüncenin ;Türkiye cumhuriyeti'nin ve Ahıska Türkleri'nin "Kadim Değerleri "nin yılmaz bekçisine Saygıyla!...
Yıllar boyunca Ahıska Türkler'inin sesi olan ve ömrünü Ahıska Türkleri'ne adayan Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Elemanı Yunus Zeyrek hocamızın hakkın rahmetine kavuştuğunu derin bir üzüntüyle öğrendik.. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı üzüntümüzün büyük olduğu bu anda Hocamıza Allahtan Rahmet sevenlerine ve ailesine sabır diliyorum. .Tüm Ahıska Türklerine ve Türk Dünyası’nın başısağolsun.
Ahıska Türkleri‘nin Yılmaz Bekçisi Yunus Zeyrek Hocanın Eserleri
GEZİ:
Kafkas Yollarında (haz., Ahmet Refik Altınay’dan gezi notları, 1981, 1984, 2001).
BİYOGRAFİ:
Posoflu Âşık Zülâli (1986),
Hanaklı Mazlumi Hayatı-
Sanatı-Eserleri :
(1999, 2001), Ali Akış-Hayatı ve Faaliyeti (2003),
Posoflu Zülâlî-Hayatı Eserleri ve Millî Faaliyeti (2004).
TARİH:
Dünden Bugüne Ahıska Türklüğü (1995),
IV. Sultan Murad’ın Revan ve Tebriz Seferi Rûznâmesi (1999),
Gürcistan Acaristan ve Türkiye (1999), Acaristan ve Acarlar (2001), Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri (2001), Tarih-i Osman Paşa (2001), Posof’un Çizgileri (2004), Ahıska Araştırmaları (2005).
DİL:
Yabancılar İçin Türkçe Dil Bilgisi I (2000).
ŞİİR:
Bu Yolda (1998).
KAYNAK: www.posoflular.com, Nodar Şengelia / Yunus Zeyrek’in Makalesine İlişkin Birkaç Söz (Türk Yurdu, Eylül 1999), Atsız Göktuğ / Gürcistan Acaristan ve Türkiye (Türk Ocağı, Kasım 1999), Fevzi Çelebi / Mesele Ne? (Çveneburi, Ekim 2000), Tea Rusitashvili / Türkiye de mi Gürcistan’ın Aleyhinde Propagandaya Başladı? (Alia gazetesi, Tiflis, 25-26.10.2001), Yaşar Kalafat / Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri (Stratejik Analiz, Kasım 2001), Mahmut Niyazi Sezgin / Acaristan ve Acarlar (Stratejik Analiz, Ocak 2002), İsmail Çabuk / Yunus Zeyrek: Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri (Çorum’un Sesi, 12 Mart 2002), Çorum’un Sesi (26 Mart 2002), İsmail Çağrı Özcan / Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri ile Acaristan ve Acarlar (Türk Yurdu, Ekim 2002), Mehmet Özer / Sütçüler Kaymakamları Böyle Yetiştiriliyor (Evrensel gazetesi, 6.4.2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Bizim Ahiska https://bit.ly/2s43oBD
G.Ü. Öğretim Görevlisi Yunus Zeyrek Ahıska Türklerini Anlatıyor https://bit.ly/33bKwgQ
Ahıska Türklerinin Bitmeyen Sürgünü https://bit.ly/2XC3CvB
Ahıska Türkleri konferansı https://bit.ly/2O9I9ah
AHISKA BÖLGESİ ve AHISKA TÜRKLERİ
Ankara 2001
Yunus ZEYREK
ÖN SÖZ
Ahıska, Türkiye‘nin kuzeydoğu sınırında, Gürcistan‘a bağlı bir bölgenin
tarihî merkezidir.
Ahıska ve çevresi, aynı zamanda çok eski bir Türklük bölgesidir. Tarih
kaynakları, milâttan önceki çağlarda da, buralardaki Türk varlığından haber
vermektedir.
Bu bölge, 1578 yılında Osmanlı ülkesine katıldı; 1828 yılı savaşlarında
Rusların eline geçti. O günden bu güne kadar, bölgenin talihi bir türlü gülmedi,
esaretten esarete sürüklendi.
1940’lı yıllar, Sovyetler Birliği‘nin savaş yıllarıydı. Stalin yönetimi, Ahıska
Türklerinden eli silâh tutanları cepheye götürdü. Köylerde ve kasabalarda
yaşayan halkı da, bir kış günü, insanlık dışı kararlarla ve insanlık dışı metotlarla
yerlerinden sökerek Orta Asya ülkelerine sürdü.
Yıllarca kamp hayatı yaşayan Ahıska Türkleri, kamp hayatından sonra da
sürgünden kurtulamadı, uzun mücadelelere rağmen vatanlarına dönemediler.
Bugünkü Gürcistan idaresi, Ahıska ve çevresindeki Ermeni oluşumunun
vehametini görememekte, âdeta her ne pahasına olursa olsun Ahıskalılara
vatana dönüş izni için hiçbir olumlu adım atmamaktadır. Bir zamanlar Rusları
Kafkasya’ya getirten, Almanlara ve İngilizlere bel bağlayan Gürcistan,
günümüzde de tarihî hatalar yapmaktadır. Gürcistan, Türkiye’nin uzattığı dost
eli tutmamakta, tarihî korkularını yenememektedir.
Sürgün Ahıska Türkleri, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan başta
olmak üzere, eski Sovyetler Birliği‘nin muhtelif bölgelerinde yaşamaktaydılar.
1989 yılında Özbekistan‘ın Fergana Vadisi‘nde çıkan olaylarda da büyük
kayıplar verdiler. Ahıskalılar, yeni sürgünler yaşadılar ve uçsuz bucaksız Rusya
Federasyonu topraklarının değişik yerleşim birimlerinde hayat mücadelesi
vermek zorunda kaldılar. Türk kamuoyu, günümüzde de aynı durumda olan bu
insanları, yeteri kadar tanımamaktadır.
Ahıska Türklerinin tarihi ve maruz kaldığı zulümler, ne yazık ki Türk
basınında da gereği kadar ele alınmamıştır. Fergana olayları sırasında çıkan
haberlerden sonra, medya organlarımızın bir kısmı, konuyu hiçbir zaman ele
almadı; bu konudan bahseden bir kısmı ise, Ahıska Türklerinin asıl ıztırabı olan
vatana dönme mücadelesine destek vermedi. Bu konuda çıkan bazı yazılar da,
Ahıska Türklerine her türlü zulmü reva görenleri incitmemeye özen gösterdi;
çağımızın trajedisini romantik çerçevede ele aldı.
Ahıska Türkleri ile ilgili araştırma ve incelemelerimiz, Fergana olaylarının
vukuundan sonra -1989 yılında- başlamıştı. Bu çalışmalarımız bazı gazetelerde
tefrika edildi ve sonra da bir kitap hâlinde çıktı.1
Bu sahadaki çalışmalarımızın neşri üzerinden yıllar geçmesine rağmen,
Ahıska Türklerinin sosyal ve siyasî durumunda bir değişiklik olmadığı gibi,
hâlâ elle tutulur ciddî bir çalışmanın da yapılmadığı görülmektedir. Diğer
taraftan Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri, Ahıska Türkleri mes’elesinin halli
yolunda ciddî adımlar atmadı. Siyasî gözlemcilere göre, “Türkiye’nin gözle
görülür hiçbir girişimi olmadı.”2
Kitapta yer alan yazılar, birinci el kaynaklardan yararlanılarak kaleme
alınmıştır. Özellikle o zamanlar Münih'te bulunan Amerika'nın Hürriyet
Radyosu (RL) arşivlerinden faydalanılmıştır. Bu hususta yardımını gördüğüm
dost ve arkadaşlarıma teşekkür borçluyum.
Ankara, 20 Haziran 2001 Yunus Zeyrek
I. A H I S K A ve A H I S K A L I L A R
Ahıska, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden,
şimdi Gürcistan sınırları içinde yer alan, çok eski bir Türklük yurdunun
merkezidir.
Abastuman, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi önemli
yerleşim birimleri ile iki yüzden fazla köyün merkezi olan Ahıska şehri,
Türkiye sınırına 15 km mesafede bulunmaktadır.
Posof Çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu ile Tiflis, Batum ve
Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir
demiryolu, Ahıska’yı Tiflis’e bağlar.
Kür ırmağı,3 Posof ve Adigön Çayları ile bu çaylara karışan derelerin
suladığı verimli topraklar, tarıma çok elverişlidir. Ahıska yakınındaki linyit
yatakları da işletilmektedir.
Ahıska ve çevresine tarihte Mesketya da denilmektedir. Buraya bu ismi
veren Mesk/Meskh/Meskhi kavmi hakkında kesin bilgilerden söz edemeyiz.
Tarih kaynakları, böyle bir kavimden bahsediyorsa da, bu kavmin menşei
hakkında açık bilgi veremiyor. Bu konuda kısaca şunlar söylenebilir:
Mesk kavmi, Nuh Nebi oğlu Yafes'in oğlu ve Oğuz'un pederi Mesek'ten
gelen Masagetlere dayanır.4 Meskler, Kartvel (Gürcistan) güneyinde yaşamış
Gogarlı (İskit) ve Turanî yerli Hristiyan halktır.5Öyle anlaşılıyor ki, bu Meskler,
Gürcü olmamakla beraber, Kıpçak hâtırası olan bugünkü
Ahıska Türklüğünü de ifade etmemektedir. Meskler, bölgeye
kendilerini hatırlatan Mesketya adını bırakmış ve Hitit, Asur, Sümer gibi
kaybolmuş eski bir kavimdir .Eski çağlarda Kıpçak Türkleriyle birlikte bu bölgede yaşadı.
coğrafî bakımdan Gürcülerle ilgisi yoktur..Ahıska/Mesketya bölgesinin
Türklük tarihi hayli eskidir. Ciddî kaynaklar,Makedonyalı İskender’in,
Kafkasya’ya geldiği zaman burada Türklerle karşılaştığını zikretmektedir.
Bu kaynaklarda geçen Kıpçak ve Bun-Türkler,
Ahıska Türklerinin atalarıdır. Fransız bilgini Brosset,
Bun-Türklerin Turanlı olduğunu bildirmektedir.
Gürcü dil bilgini Marr ise, Bun-Türk’ün “otokton/yerli Türk” anlamına geldiğini
yazmaktadır.8 Bu bilgiler, Çoruh ve Kür boylarında, dolayısıyla Kafkasya’da,
Türklük tarihinin, ne kadar eskilere gittiği konusunda kesin bir fikir
vermektedir.Bun-Türkler hakkında bilgi veren bir başka ünlü tarihçi de Güney
Azerbaycanlı Zehtabî’dir. Zehtabî’nin görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:
“İskender Kafkasya’ya geldiğinde, Bun-Türklerle karşılaştı. Bun-Türkler,
Kür ırmağı sahillerinde yaşıyorlardı. Gürcü âlimi Takayşvili, bu elleri Türk
göstererek, Bun-Türkler, ya Türkler ya da Turanlılardır, demektedir. Akademik
Marr da, Bun-Türkler sözünün, yerli Türkler anlamına geldiğini belirtmiştir.
Bazı âlimler, Bun-Türkleri, Hun Türkleri olarak da gösterirler. Gürcü âlimleri,
Bun-Türklerle Kıpçaklar arasında bir fark görmüyorlar. Bu da tabiîdir. Çünkü
bunların her ikisinin dili, âdet ve an’anesi, dinî inançları, hayatı vs. aynı idi; her
ikisi de Türk idi. Kuman, Kırgız, Tatar, Kara Kırgız dillerinde bun, soy/nesil
demektir. Bun-Türk, Türk soyu, Türk nesli demektir.”
En eski Gürcü kaynaklarından biri olan Moktsevay Kartlisa’da (VIII.
yüzyıl), milâttan önce IV. yüzyılda Makedonyalı İskender’in Kafkasya’ya
geldiği sırada Kür ırmağı boylarında Bun-Türklerin yaşadığına dair ifadeler yer
almaktadır. O zamanlar Bun-Türklerin buralarda dört büyük şehri ve alınmaz
kaleleriyle güçlü orduları varmış. Bu topraklara daha sonra birbiri ardınca
Hunlar, Hazarlar ve Kıpçaklar gelmiştir. Bu bilgiler Rus ve Gürcü
kaynaklarınca da doğrulanmaktadır.
Türklerin Ahıska dediği şehre, Gürcüler, Sa-mskhe, Akhalsikhe, Sa-
Atabago gibi isimler kullanmaktadırlar. Bunlardan Sa-mskhe/Meskhi yurdu,
Akhalsikhe/Yeni kale, Sa-Atabago/Atabek yurdu anlamına gelmektedir.
Ahıska, Dede Korkut Kitabı'nda Ak-Sıka/Ak-Kale; 481 yılında Akesga
adıyla anılan Eski Oğuzlar beldesidir. 2700 yıllık bir Türk yurdudur.
Ahıska ve çevresi, 1068'de de Sultan Alparslan tarafından Selçuklu
ülkesine katılmıştır.
Kıpçaklar, Batı Göktürk topluluklarından biriydi. Volga nehri üzerinden
batıya doğru yöneldiler. 1068'de Rus knezlerinin müttefik kuvvetlerini yenerek
güney Rusya sahasına yerleştiler. Karadeniz kuzeyini ellerinde tuttular.
1080'lerde Balkaş gölünden Tuna nehrine kadar Kıpçak Eli/Komania
deniliyordu. Ruslarla mücadele aralıklarla devam ediyordu. 1185'te Başbuğ
Könçek idaresindeki Kıpçak/Kuman kuvvetleri, Prens İgor'un emrindeki Rus
ordusunu aşağı Don boyunda kuşatarak tamamıyla imha ettiler. Millî Rus
destanı olan İgor Destanı'nın konusu da işte bu savaştan alınmıştır.14
Kıpçakların bir kısmı Kırım'da yerleşerek orada şehir ve kasabalar
kurdular. Bir kısmı da daha güneye, Kafkaslara doğru indiler. Kıpçak Eli'nde
daha sonraları Altunordu devleti kurulmuştur.
Don ve Kuban dolaylarındaki Kuman/Kıpçak Türklerinin Gürcülerle yakın
münasebetleri olmuştur. Gürcü Kralı II. David, Selçuklulara karşı savaşacak
ordusu olmadığından, Kıpçak Türklerini ülkesine davet etti (1118-1120). Azak
Denizi doğusu ve Kafkaslar kuzeyinden gelen 45.000 Kıpçak ailesi, Çoruh-Kür
ırmakları boylarına yerleştiler ve güçlü bir ordu kurdular.15
Kıpçak başbuğunun kardeşi Sevinç idaresindeki yeni kütleler, kuzeyden
ülkeye geldiler (1190). Gürcistan'da Kıpçak/Kuman unsuru arttı. Bu topraklara
yerleşen ve Gürcülerle din birliği bulunan Kıpçak Türkleri, devletin ordu,
siyaset ve maliyesinde çok etkili konuma geldiler. Zamanla güçlenen Kıpçak
Atabekleri, İlhanlılar çağında (1267) Tiflis’e karşı gelerek beyliklerini ilân
ettiler. İlhanlı Hükümdarı Abaka Hanın da desteğini gören Ahıska Kıpçak
Operası tarafından sahneye konulacağını bildiren 1 Nisan 1993 tarihli Milliyet Gazetesi Sanat
Sayfası, operaya konu olan bu Rus hezimeti hakkında bilgi verirken, "1185 yılında Poloveçler
ile Ruslar arasındaki savaşta Ruslar büyük yenilgiye uğrar. Prens İgor ile oğlu Vladimir,
Poloveçler tarafından tutsak edilir..." diyor ve maalesef "Kıpçak Türkleri" yerine, Ruslar gibi
"Poloveçler" sözünü kullanıyor. Hâlbuki Kuman/Kıpçak Türklerine Rusların "sarımtrak,
sarışın" anlamına gelen "Polovetz" dediklerini biliyoruz. (Bkz. Kafesoğlu/Deliorman, Tarih,
İstanbul 1977, s. 175; Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul 1989 s. 50).
Atabekliği, Gürcü kaynaklarında Sa-Atabago (Atabek Yurdu) olarak
geçmektedir.1 XVI. yüzyılın başlarında Ahıska Atabekleri Hükûmetinin sınırları
Azgur’dan Kars, Artvin, Tortum, İspir ve Erzurum’a kadar uzanıyordu.
Bugünkü halk kültüründen de anlaşılıyor ki, Ahıska Türkleri ile Posof,
Ardahan, Artvin, Ardanuç, Şavşat, Yusufeli, Tortum, Narman ve Oltu halkı aynı
köktendir.17 Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî nüfuzu altında kalan Ahıska
Atabeklerinin toprakları, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşanın
Kafkasya Seferi sırasında, Safevîlerden alınarak Osmanlı ülkesine katıldı
(1578).
Bu bilgilerden anlaşılıyor ki, Ahıska ve çevresi, Kıpçak Türklerinin hem
milâttan önce, hem de milâttan sonraki asırlarda gelip yerleştikleri, şehirler
kurdukları eski bir Türk yurdudur. Bugünkü Posof ilçemizde bulunan Cak
Suyu’na adını veren ve bu suyun kenarındaki Cak Kalesinde ocaklı olarak
yaşayan Kıpçaklı I. Sargis, Tebriz’de Abaka Han’dan Atabek unvanını alarak
Artvin, Ardahan ve Ahıska bölgesinin İlbeyi oldu; Atabekler sülâlesini kurdu.
Ahıska bölgesinde milâttan önce, 713 yıllarında gelen (Kıpçakların ataları)
Kimer ve 680’de de Sakaların yerleşmesiyle, Türkler yaşamaktaydı.
XII. yüzyılın başlarında kuzeyden gelen Kıpçaklar da, Yukarı Kür ve
Çoruh boylarında yerleştiler. Uzun yıllar Gürcistan ordu ve devlet yönetiminde
önemli fonksiyonlar icra eden Kıpçaklı Atabek sülâlesi, 1267 yılında, -bugün
Posof’ta bulunan- Caksu’da Kıpçak Ortodoks Atabek Hükûmeti’ni kurarak
bu bölgenin hakimi oldu.
Atabek Ailesinin siyasî faaliyeti hakkında Gürcü tarihçiler de bilgi
vermektedirler. Bu kaynaklar, Atabek Ailesinin Tiflis Krallarına karşı
gelmelerini hikâye etmektedirler. Bunlardan birinde şu bilgiler verilmektedir:
Gürcistan’a gelen Moğollara karşı savaşmak üzere 1266 tarihinde Tiflis’e giden
Kıpçak Beyi Caklı Sargis, Gürcü Kralı David tarafından tutuklandı. İlhanlı
Kağanı Abaka Han, David’e haber göndererek Sargis Beyi serbest bırakıp kendi
yanına göndermesini istedi. Sargis Bey, Abaka Hana, artık Gürcü yönetiminde
yaşayamayacaklarını ve bağımsız olmak istediklerini bildirdi. Abaka Hanın
desteğini alan Atabek ailesi, Gürcistan’dan ayrı bir hükûmet oldu.
Atabek Hükûmeti, 310 yıl yaşamış, Anadolu'nun en uzun ömürlü Türk
Beyliğidir.
1500/1516 yıllarında Artvin, Ardahan, Ahıska Beyi bulunan Kıpçak
Atabeki Mirza Çabuk, 1508'de Trabzon Sancak Beyi Şehzade Yavuz Selim'e
kendi askeriyle öncülük etmiş; Batı Gürcistan'ın Osmanlı'ya itaatini sağlamıştır.
1514'te Çaldıran Seferi’nde de Osmanlı ordusuna gidiş dönüşte, sürülerle etlik
koyun, yüzlerce yük yağ, bal ve un vererek yardımcı olmuştur.
1551 yılı baharında, Erzurum Beylerbeyisi bulunan Çerkes İskender Paşa,
Atabek topraklarından Ardanuç, Ardahan ve Şavşat bölgelerini zaptetti. Bu
yürüyüş sırasında Osmanlı sınırı, Posof-Acara arasındaki Arsıyan dağına
dayanmış oluyordu. Bu tarihlerde Atabekli II. Keyhüsrev, İran Safevîlerine (Şah
Tahmasb'a) tâbi idi. Elinde de Ahıska, Ahılkelek, Adigön/Koblıyan, Tümük ve
Azgur bölgeleri bulunuyordu.
1555'te Safevîlerle yapılan Amasya barışı sırasında, Başvezir Kara Ahmet
Paşa, İran elçisiyle Şah Tahmasb'a bir 'cevapname' göndererek, kendisine tâbi
bulunan Atabek II. Keyhüsrev'in başkent edindiği Adigön/Altunkala'nın da
Osmanlılara tesliminde ihmal olunmamasını bildirdi.
Atabeklerin Altunkala'sını Osmanlılara teslim etmeyen Şah, II.
Keyhüsrev'in koruyucu-naibi Varaza'yı gönderterek Osmanlı kalelerine
tecavüzler yaptırttı. Bu yüzden Kanunî, Şah Tahmasb'a bir "Name-i Hümayun"
gönderek sert bir şekilde uyardı.
III. Murad Çağı’nda, Dağıstan, Gürcistan ve Şirvan’ın fethine karar verildi.
Bu sefere Lala Mustafa Paşa serdar tayin edildi.
1 Ocak 1578'de Şeyhülislâm Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi'nin
fetvası Serdar Lala Mustafa Paşaya verildi. Bu fetvayla, Kur'an-ı Kerim'i hafife
alma, Şeriat kitaplarına hakaret etme, Şah'ı mâbud yerine koyma, Peygamber'e
ve sahabeye hakaret etme vs. gibi cihetlerden dolayı Safevîler üzerine sefer
yapılmasına cevaz veriliyordu.
Serdar ile ordusu, 5 Ağustos 1578'de Ardahan kalesi güneyindeki ovada
kondu.
Ahıska’nın fethiyle ilgili olarak, yazanı bilinmeyen eski bir el
yazmasındaki şu ifadeleri aynen alıyoruz:
“Altunkala nâm hisâra bir Hatun (Kıpçak Atabekleri Melikesi Dedis İmedi)
zabt u tasarruf ederdi. Yarar yiğit oğulları varidi. Ol vilâyetlerin Küffârlarını,
anlar zapt ederlerdi. Küffâr-ı hâkisârın Beylerine Serdâr Mustafa Paşa, Kal’a-i
Ardahan’dan kalkmazdan mukaddem bir âdem gönderüp, dimişler idi ki, “Sen
ki Altunkala sâhibi olan Manuçahr’sın. Sana ma’lûm ola ki: Ben ki Rûm
Pâdişâhı’nın bir ednâ Vezîriyim. Üşde yüz elli bin İslâm ‘askeriyle üzerünğe
geldim. Eger gelüp, Dîn-i İslâm Pâdişâhı’nın çerisine istikbâl edüp, mütâba’at
ve mürâca’at edersen, biz dahi, senin hâline münâsib ve şânına mülâyim ri’âyet
edelim. Eger ‘inâd ve muhâlefet edüp, serkeşlik edersenğ, üş üzerine varurum.
Ve Ellerüni, Vilâyetlerüni yıkup, yakup, harâb ederim. Ve ‘Asker-i İslâm,
üzerüne varup, bir mıkdâr emek ve zahmet harc edüp, nâ-çâr olduğın vakit,
havfa gelüp mütâba’at edersen, kat’â özrün ve bahânen makbûlüm degildir.
Hemân seni sene gerek ise, ta'cîl gelüp, Dîn-i İslâm'a tâbi’ olasın. Ve Elüni ve
Vilâyetlerüni bize teslîm edesin." deyü (haber)gönderildi.”
8 Ağustos Cuma günü ordu Ardahan'dan kalktı; Çıldır'a yakın
Begrekhatun'da konakladı. O gün, Altunkala hakimesi Atabekli II. Keyhüsrev'in
dul karısı Dedis İmedi Hatun'dan itaatname ile elçisi gelip büyük oğlu
Manuçahr'ı rehin vereceğini ve vergi ödeyeceğini arz eyledi.
Bu arada elçinin tavırlarından, Safevîlerle yapılacak savaşın sonunu
bekleyip, zayıf ve kuvvetli belli olduktan sonra galip tarafa itaatı gözettiği
anlaşıldı.
Ordu Ardahan'dan göçerken Ardahan Sancak Beyi Abdurrahman ile
Bayburt Alaybeyi Bekir Beyler, kendi askerleriyle Ulgar dağını aşıp Mahmut
Han Ülkesi’nden o gün Poshov (Posof) merkezi Mere ve akşama doğru da
Ahıska yolundaki Vale kalesini fethettiler. Ertesi günü (9 Ağustos 1578)
Ahıska, Tümük, Hırtız, Çıldır ve Ahılkelek kalelerini aldılar. Ordu, Tiflis
istikametinde yürümek üzere Ardahan’dan kalktı.
Safevî Tokmak Han, büyük bir kuvvetle birlikte gelip, Çıldır Gölü
kuzeybatısında Osmanlı ordusuna karşı pusuya girdi. O sırada karavulda
ilerleyen bir Osmanlı ordu kolu, Safevî kuvvetleriyle karşılaştı. İki ordu
arasında cenk başladı. Yalnız kılıç ve kargı ile yapılan savaşta, Safevî ordusu
büyük kayıplar vererek geri çekildi. Tarihe Çıldır Meydan Muharebesi adıyla
geçen bu savaş, Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı.
Çıldır Zaferi, ordu şâiri Hayalî'nin bir şiirinde şöyle dile gelir:
Turnam gider isen bizim ellere
Vezir Ardahan'dan göçtü diyesin
Karşı geldi Kızılbaş'ın Hanları
Çıldır'da da döğüş oldu diyesin.
Zaferin ertesi günü (10 Ağustos 1578), beş altı bin askeriyle Atabek
Manuçahr Bey, Serdar'ın otağına törenle gelerek itaatini arz etti ve
Altunkala'nın anahtarlarını teslim eyledi. Müslümanlığı kabul ederek II.
Atabekli Mustafa Paşa adını aldı; önce Sancakbeği sonra da Çıldır/Ahıska
Beylerbeyi oldu. Çevredeki 32 kale de Osmanlı ülkesine katıldı.26 Manuçahr’ın
Yusuf Paşa adını alan kardeşi Greguvar/Gorgor’a Oltu Sancakbeyliği verildi.
Hammer, bu tarihî olayı anlatırken, “Manuçahr, itaatnâme göndererek
hükûmetinin kabul edilmesini diledi. Bununla ilgili taahhütnâme istedi. Lala
Mustafa Paşa, onun isteklerinin bir kısmını kabul etti. Kendisine Azgur’u,
kardeşi Greguvar’a Oltu sancağını ve annesiyle diğer kardeşine de timar ve
köyler verdi.” demektedir.
Böylece Altunkala Atabekliği ile Mahmut Han Ülkesi/Ahıska Beyliği
topraklarının fethi tamamlanarak tahririne başlandı. 1578 güzünde merkezi
Ahıska şehri olan ve adını Lala Paşanın zafer yerinden alan Çıldır Eyaleti
kuruldu. Kür ırmağı başlarında ve Çoruh boyundaki eski Atabek Yurdu
bölgeleri de buraya bağlandı.
Bütün Türk boyları gibi bu bölgenin Türk ahalisi de, Osmanlı fethini
müteakip gönül istekleriyle Müslüman oldu. Bu tarihî gerçeği kabul etmeyen
bazı Gürcü kalemleri, her fırsatta “zorla İslâmlaştırma”dan bahsederler.
Bunlardan birisinin kullandığı ifadeler şöyledir: “17. yüzyılda Muhammed’in
dininin zorla kabul ettirilmesinin yanı sıra, bölgeye yoğun bir şekilde Türkler ve
diğer milletler zorla ya da isteyerek yerleştirilmiştir. 19. yüzyılda Rus
imparatorluğunun sınırlarına ve ilgi alanına giren bu topraklara,
Türkler tarafından Erzurum’dan acımasızca göç ettirilen Ermeniler,
Cavakheti
yaylasına yerleştirildiler.”
İslâm dininin zorla kabul ettirilmesi bir iftiradan ibarettir. Bu tür gerçek dışı
iddialara, “Acaristan ve Acarlar” adlı kitabımızda cevap verilmiştir.
“Ermenilerin Erzurum’dan acımasızca göç ettirilmesi” iddiası doğru değildir.
Ermeniler, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Anadolu’da yaptıkları
ihanetlerin intikamının alınacağı korkusuyla Rus ordusuyla birlikte gelip,
Rusların eline düşen Ahıska ve çevresine yerleştirilmişlerdir.
Ahıska ile ilgili olarak Kâtip Çelebî’nin verdiği bilgileri de özetleyelim:
“Gürcistan’ın Bilâd-i İslâm’a (Osmanlı memleketlerine) muttasıl (bitişik)
yerleri, mahlût (karışık) esnâf-ı muhtelifedir (değişik soydandırlar); onlara
Çinçavat derler.”
“Ahıska, Gürcistan hududundadır. Mukaddemâ Çıldır Eyâleti’dir.
Sancakları: Acara, Ardanuç, Büyük Ardahan, Küçük Ardahan (Göle), Oltu,
Peterek (Yusufeli), Penek, Poshov, Tavusker (Olur), Çıldır, Cecerek, Hırtus,
Şavşad, Livana (Artvin), Narman, Ahılkelek, Tıralet, Maçahel.
Ahıska, taht-ı vilâyetttir. Sene 986 (1578)’da Vezir (Lala) Mustafa Paşa,
taraf-ı Sultan (III.) Murad Han’dan feth-i Şirvan ile me’mûr oldukda, bu tarafda
birkaç muteber (Atabek) ki İslâm’a gelmiş idi. Bu vilâyet, yine kendüye inayet
olunmuş idi. Ba’dehu, Kızılbaş (Safevîler) alup, sonra (IV.) Murad Han 1045
(1635)’te Vezir Ken’an Paşaya bir mikdar asker verüp, Ahıska’yı 23 gün
muhasaradan sonra, sulh ile kal’ayı teslim ettiler. Cümlesi ocaklık olmak üzere,
(Atabekli) Sefer Paşaya verilmiş idi. Hâlâ ol dûdman-ı irbî anlarun
tasarrufundadır.”
“Niçe câmiler, hamamlar, medreseler ve hanlar yapmışlardır. Ol havalide,
niçe kadîm mezarlar vardır ki, Ahali-i Vilâyet anlara Eski Müselmanlar
Mezarâtı derler.”
Ahıska kalesi, 1627 yılında Safevîler tarafından kuşatıldı. Ahıska’nın
imdadına gitmek üzere yola çıkan Dişlenk Hüseyin Paşa, Erzurum’da isyan
eden Abaza Mehmet Paşa tarafından öldürüldü. İmdatsız kalan Ahıska, teslim
olmak zorunda kaldıysa da, bir müddet sonra geri alındı.34
Ahıska, Osmanlı Devleti zamanında Çıldır Eyaleti’nin başkenti ve önemli
bir kültür ve ticaret merkezi idi. Ne yazık ki 1828 yılında Rusların eline düşen
bu şehir, Rus, Gürcü ve Ermeni ittifaklı Hristiyan zulmü sebebiyle, Anadolu’ya
doğru başlayan göçlerle Türk nüfusunun bir kısmını kaybetmiştir. Buna rağmen,
eski bir Türklük bölgesi ve tarih mirasına sahip olan Ahıska, Türk kimliğini
kaybetmedi.
1828 yılı yazında Rus esaretine düşünceye kadar tam 250 sene boyunca,
Çıldır Eyaleti merkezi olan Ahıska şehrine, birer sancak olarak şu yerler bağlı
idi:
Bedre, Azgur, Ahılkelek, Hırtız, Cecerek, Ahıska, Altunkale (Koblıyan),
Acara (Bu sekiz sancak 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması’yla Ruslara
bırakılmıştır, bugün Gürcistan'dadır); Maçakhel (Bugün bir kısmı Acara'da),
Livana (Artvin), Yusufeli, Ardanuç, İmerkhev, Şavşat (Bu sancaklar bugün
Artvin ilimizdedir), Oltu, Narman, Kamkhıs (Bunlar şimdi Erzurum'da); Posof,
Ardahan, Çıldır, Göle (Bunlar da şimdi Ardahan ilimizdedir).
Ahıska ve çevresinin bu kısa tarihçesinden de anlaşılacağı gibi bölge,
bugün elinde bulunduğu Gürcü veya Ermeni yurdu değildir. Bilinen en eski
tarihinden beri Türk yurdudur. Tarih kaynakları da bunu doğrulamaktadır.
Yukarıda adları yazılı eski sancaklar/kazaların halkı hâlâ aynı anadili
Türkçeyi konuşuyor, aynı gelenekleri yaşıyor. Bunlar bugün sun'i sınırlarla
ayrılmış olsalar da, aynı bedenin parçalarıdır. Ama ne yazık ki, bu tarihî
gerçekler, okul kitaplarımızda yer almadığından, kendi insanlarımızca da
unutulmuştur!
Ruslar, Kafkasya'nın önemini bizden daha iyi kavramış olmalılar ki,
yüzyıllar boyunca bu bölgeden elini çekmemiş, sayısız savaşları göze
almışlardır. Hem de mağlûbiyetlerden yılmadan...
Kafkasya’daki insan topluluklarının çeşitlilik arz etmesi, Rusların işini
kolaylaştırmıştır denilebilir. Bu bölgede kırk çeşit dil konuşulduğu söylenir. Bu
durum, bölgede siyasî birlik kurmanın ne kadar zor olduğunu gösterir.
Bu fırsatları iyi değerlendiren Ruslar, X. asırdan itibaren Kafkasya'yı ele
geçirme mücadelelerine devam etmişlerdir. Kafkasya ve Karadeniz kuzeyindeki
Türk devletlerinin zevalinde hemen ortaya çıkıvermişlerdir. Hatta birtakım iç
karışıklıklar çıkararak, bu zevali hazırlamışlardır da denilebilir.
Rusların, 1993-94'teki Tacikistan, Gürcistan ve Azerbaycan siyaseti göz
önüne alınırsa, bu tesbitin ne kadar yerinde olduğu anlaşılır. Mühim olan,
tarihin tekerrüründen ibret almaktır. Zaten ibret alınsaydı, birçok acılar tekrar
tekrar yaşanmazdı.
Ruslar için Kafkasya, Orta Asya ve Uzak Doğudaki sömürgelerden daha
önemliydi. Onlara göre dağların zirvesinde bayraklarının dalgalanması, bir
üstünlük sembolü ve büyük devlet olmanın belirtisiydi. Bize göre ise bu bir
Türkiye kompleksinden başka bir şey değildir. Bu da halkımızın hafızasından
silinmeyen tarihî Rus kinini haklı çıkarmaktadır. Öyle ki Ruslardaki bu aşağılık
duygusu, Çarlık devrinden Sovyet devrine de sirayet etmiştir. Sovyet
ideolojisinde "Azınlıklar, dünyanın en büyük ülkesinde köle olarak yaşamaktan
gurur duymalıdırlar!" şeklinde ifade edilen anlayış bunun ürünü olsa gerek.
1800'lü yılların başlarında Avaristan, Bakü, Kuba, Derbend, Karabağ
Hanlıkları Rusların eline geçti. Sıcak denizlere inmek, Rusların tarihî
ülküsüdür. Bunun için de hedef Osmanlı toprakları idi. Osmanlı ülkesine giden
yol, Ahıska’dan geçiyordu. Bu bakımdan Ahıska, çok önemli bir stratejik
noktada bulunuyordu. Hakikaten Ahıska'nın Rusların eline geçmesinden sonra
Şâir Gülalî’nin şöyle âh etmesi çok mânalıdır:
Ahıska gül idi gitti
Bir ehli dil idi gitti
Söyleyin Sultan Mahmut'a
İstanbul kilidi gitti.
http://ahiskalilar.org/ahiska/