Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Devlet Üniversiteleri ve Fakülteleri Sıralaması [Düs] 2020

Devlet Üniversiteleri ve Fakülteleri Sıralaması [DÜS] 2020 Devlet Üniversiteleri ve Fakülteleri Sıralaması [DÜS] 2020, ilk olarak 2016 yılında Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı’nın [ÜniAr] kurucuları Prof. Dr. Engin KARADAĞ ve Prof. Dr. Cemil YÜCEL tarafından geliştirilmiştir. DÜS’ün temel amacı devlet üniversitelerini ve fakültelerini akademik teşvik puanlarını temel alarak sıralayarak Türk üniversite sistemine farklı bir veri kaynağı sağlamakta.. https://www.uniar.net/dus https://www.uniar.net/  

Scholarship New Directions in Business, Management, Finance and Economics › Scholarship

Scholarship New Directions in Business, Management, Finance and Economics › Scholarship   The Canadian Institute for Knowledge Development (CIKD) is proud to announce its scholarship program for the coming ICNDBM conference on February 12th. Our ICNDBM conferences are one of the best places to get involved with the scientific community of Business, Management, Finance, and Economics. This program is designed to offer a financial opportunity for young promising researchers to have a chance of publishing their papers. The scholarship program includes one of the following: Free registration to attend the conference and submit a paper. 50 percent waiver off the registration fee for the conference and submitting a paper. We have a limited number for this scholarship program and therefore you are advised to contact us and submit your abstracts at the earliest time possible. The information you provide us will be treated as confidential and will be used only for the sole purposes of reviewing and selecting scholars.  

Ülkelerin En Değerli Markaları ve Değeri

  İlk söz:Katma Değer’li Üretim yapmayan hiç bir şirket, ülke veya toplum dünya ekonomisinde söz sahibi olamaz Ülkelerin En Değerli Markaları ve Değeri https://bit.ly/37xjCDG Dünya'nın en inovatif ülkeleri: http://bit.ly/2pVeOlc   En büyük markamız, LEGO marka değerinin sadece 5 te biri ancak yapıyor....Türkiye'nin en değerli markaları http://bit.ly/2lB7xI8 / http://bit.ly/2l2spF1  ABD niye mi dünyanın bir numarası? İnovasyonda (patent) açık ara önde...  1. ABD 3.030.080  2.Japonya 1.069.394  3.Almanya 365.627 http://bit.ly/2k4txH2 http://bit.ly/2kpEUhJ http://bit.ly/18FYVX4    (WIPO) tarafından yayınlanan ‘En çok uluslararası patent başvurusu yapan şirketler’ listesinde geçtiğimiz yıl 78’inci sırada yer alan Arçelik, bu yıl dört basamak daha yükselerek 74’üncü sıraya yerleşti..WIPO tarafından yayınlanan listede son 10 yıldır ilk 200 şirket arasında tek Türk şirketi olan, 2016’da da ilk 100 arasına giren Arçelik, geçtiğimiz yıl toplam 320 patent başvurusu yaptı. 2600’den fazla buluşu olan firma, Türkiye’den bir kurumun listede ulaştığı en yüksek sıralamaya sahip. Arçelik ayrıca, Avrupa Patent Ofisi (EPO) tarafından Türkiye’den tescil edilen patent başvurularının yarısını tek başına yapmakta... http://read.bi/2pODRqb

Ahıska Türkleri‘nin Yılmaz Bekçisi Yunus Zeyrek

Ruhun Şad, Mekanın Cennet Olsun, Nur içinde Yat Yunus Zeyrek Hocam!.. Türk Milleti'nin, Ahiska Türkleri'nin Başı sağolsun!..: Özelde Ahıska Türkleri, genelde Türk Dünyası onun derdiydi Atatürkçü düşüncenin ;Türkiye cumhuriyeti'nin ve Ahıska Türkleri'nin "Kadim Değerleri "nin yılmaz bekçisine Saygıyla!...    Yıllar boyunca Ahıska Türkler'inin sesi  olan ve ömrünü Ahıska Türkleri'ne adayan Gazi Üniversitesi  Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Elemanı Yunus Zeyrek hocamızın hakkın rahmetine kavuştuğunu derin bir üzüntüyle öğrendik.. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı üzüntümüzün büyük olduğu bu anda Hocamıza Allahtan Rahmet sevenlerine ve ailesine sabır diliyorum. .Tüm Ahıska Türklerine ve Türk Dünyası’nın başısağolsun.   Ahıska Türkleri‘nin Yılmaz Bekçisi Yunus Zeyrek Hocanın Eserleri GEZİ: Kafkas Yollarında (haz., Ahmet Refik Altınay’dan gezi notları, 1981, 1984, 2001). BİYOGRAFİ: Posoflu Âşık Zülâli (1986), Hanaklı Mazlumi Hayatı- Sanatı-Eserleri : (1999, 2001), Ali Akış-Hayatı ve Faaliyeti (2003), Posoflu Zülâlî-Hayatı Eserleri ve Millî Faaliyeti (2004). TARİH: Dünden Bugüne Ahıska Türklüğü (1995), IV. Sultan Murad’ın Revan ve Tebriz Seferi Rûznâmesi (1999), Gürcistan Acaristan ve Türkiye (1999), Acaristan ve Acarlar (2001), Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri (2001), Tarih-i Osman Paşa (2001), Posof’un Çizgileri (2004), Ahıska Araştırmaları (2005). DİL: Yabancılar İçin Türkçe Dil Bilgisi I (2000). ŞİİR: Bu Yolda (1998). KAYNAK: www.posoflular.com, Nodar Şengelia / Yunus Zeyrek’in Makalesine İlişkin Birkaç Söz (Türk Yurdu, Eylül 1999), Atsız Göktuğ / Gürcistan Acaristan ve Türkiye (Türk Ocağı, Kasım 1999), Fevzi Çelebi / Mesele Ne? (Çveneburi, Ekim 2000), Tea Rusitashvili / Türkiye de mi Gürcistan’ın Aleyhinde Propagandaya Başladı? (Alia gazetesi, Tiflis, 25-26.10.2001), Yaşar Kalafat / Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri (Stratejik Analiz, Kasım 2001), Mahmut Niyazi Sezgin / Acaristan ve Acarlar (Stratejik Analiz, Ocak 2002), İsmail Çabuk / Yunus Zeyrek: Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri (Çorum’un Sesi, 12 Mart 2002), Çorum’un Sesi (26 Mart 2002), İsmail Çağrı Özcan / Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri ile Acaristan ve Acarlar (Türk Yurdu, Ekim 2002), Mehmet Özer / Sütçüler Kaymakamları Böyle Yetiştiriliyor (Evrensel gazetesi, 6.4.2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).  Bizim Ahiska https://bit.ly/2s43oBD G.Ü. Öğretim Görevlisi Yunus Zeyrek Ahıska Türklerini Anlatıyor   https://bit.ly/33bKwgQ Ahıska Türklerinin Bitmeyen Sürgünü https://bit.ly/2XC3CvB Ahıska Türkleri konferansı https://bit.ly/2O9I9ah    AHISKA BÖLGESİ ve AHISKA TÜRKLERİ Ankara 2001 Yunus ZEYREK   ÖN SÖZ Ahıska, Türkiye‘nin kuzeydoğu sınırında, Gürcistan‘a bağlı bir bölgenin tarihî merkezidir. Ahıska ve çevresi, aynı zamanda çok eski bir Türklük bölgesidir. Tarih kaynakları, milâttan önceki çağlarda da, buralardaki Türk varlığından haber vermektedir. Bu bölge, 1578 yılında Osmanlı ülkesine katıldı; 1828 yılı savaşlarında Rusların eline geçti. O günden bu güne kadar, bölgenin talihi bir türlü gülmedi, esaretten esarete sürüklendi. 1940’lı yıllar, Sovyetler Birliği‘nin savaş yıllarıydı. Stalin yönetimi, Ahıska Türklerinden eli silâh tutanları cepheye götürdü. Köylerde ve kasabalarda yaşayan halkı da, bir kış günü, insanlık dışı kararlarla ve insanlık dışı metotlarla yerlerinden sökerek Orta Asya ülkelerine sürdü. Yıllarca kamp hayatı yaşayan Ahıska Türkleri, kamp hayatından sonra da sürgünden kurtulamadı, uzun mücadelelere rağmen vatanlarına dönemediler. Bugünkü Gürcistan idaresi, Ahıska ve çevresindeki Ermeni oluşumunun vehametini görememekte, âdeta her ne pahasına olursa olsun Ahıskalılara vatana dönüş izni için hiçbir olumlu adım atmamaktadır. Bir zamanlar Rusları Kafkasya’ya getirten, Almanlara ve İngilizlere bel bağlayan Gürcistan, günümüzde de tarihî hatalar yapmaktadır. Gürcistan, Türkiye’nin uzattığı dost eli tutmamakta, tarihî korkularını yenememektedir. Sürgün Ahıska Türkleri, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan başta olmak üzere, eski Sovyetler Birliği‘nin muhtelif bölgelerinde yaşamaktaydılar. 1989 yılında Özbekistan‘ın Fergana Vadisi‘nde çıkan olaylarda da büyük kayıplar verdiler. Ahıskalılar, yeni sürgünler yaşadılar ve uçsuz bucaksız Rusya Federasyonu topraklarının değişik yerleşim birimlerinde hayat mücadelesi vermek zorunda kaldılar. Türk kamuoyu, günümüzde de aynı durumda olan bu insanları, yeteri kadar tanımamaktadır. Ahıska Türklerinin tarihi ve maruz kaldığı zulümler, ne yazık ki Türk basınında da gereği kadar ele alınmamıştır. Fergana olayları sırasında çıkan haberlerden sonra, medya organlarımızın bir kısmı, konuyu hiçbir zaman ele almadı; bu konudan bahseden bir kısmı ise, Ahıska Türklerinin asıl ıztırabı olan vatana dönme mücadelesine destek vermedi. Bu konuda çıkan bazı yazılar da, Ahıska Türklerine her türlü zulmü reva görenleri incitmemeye özen gösterdi; çağımızın trajedisini romantik çerçevede ele aldı. Ahıska Türkleri ile ilgili araştırma ve incelemelerimiz, Fergana olaylarının vukuundan sonra -1989 yılında- başlamıştı. Bu çalışmalarımız bazı gazetelerde tefrika edildi ve sonra da bir kitap hâlinde çıktı.1 Bu sahadaki çalışmalarımızın neşri üzerinden yıllar geçmesine rağmen, Ahıska Türklerinin sosyal ve siyasî durumunda bir değişiklik olmadığı gibi, hâlâ elle tutulur ciddî bir çalışmanın da yapılmadığı görülmektedir. Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri, Ahıska Türkleri mes’elesinin halli yolunda ciddî adımlar atmadı. Siyasî gözlemcilere göre, “Türkiye’nin gözle görülür hiçbir girişimi olmadı.”2 Kitapta yer alan yazılar, birinci el kaynaklardan yararlanılarak kaleme alınmıştır. Özellikle o zamanlar Münih'te bulunan Amerika'nın Hürriyet Radyosu (RL) arşivlerinden faydalanılmıştır. Bu hususta yardımını gördüğüm dost ve arkadaşlarıma teşekkür borçluyum. Ankara, 20 Haziran 2001 Yunus Zeyrek I. A H I S K A ve A H I S K A L I L A R Ahıska, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden, şimdi Gürcistan sınırları içinde yer alan, çok eski bir Türklük yurdunun merkezidir. Abastuman, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi önemli yerleşim birimleri ile iki yüzden fazla köyün merkezi olan Ahıska şehri, Türkiye sınırına 15 km mesafede bulunmaktadır. Posof Çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu ile Tiflis, Batum ve Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir demiryolu, Ahıska’yı Tiflis’e bağlar. Kür ırmağı,3 Posof ve Adigön Çayları ile bu çaylara karışan derelerin suladığı verimli topraklar, tarıma çok elverişlidir. Ahıska yakınındaki linyit yatakları da işletilmektedir. Ahıska ve çevresine tarihte Mesketya da denilmektedir. Buraya bu ismi veren Mesk/Meskh/Meskhi kavmi hakkında kesin bilgilerden söz edemeyiz. Tarih kaynakları, böyle bir kavimden bahsediyorsa da, bu kavmin menşei hakkında açık bilgi veremiyor. Bu konuda kısaca şunlar söylenebilir: Mesk kavmi, Nuh Nebi oğlu Yafes'in oğlu ve Oğuz'un pederi Mesek'ten gelen Masagetlere dayanır.4 Meskler, Kartvel (Gürcistan) güneyinde yaşamış Gogarlı (İskit) ve Turanî yerli Hristiyan halktır.5Öyle anlaşılıyor ki, bu Meskler, Gürcü olmamakla beraber, Kıpçak hâtırası olan bugünkü Ahıska Türklüğünü de ifade etmemektedir. Meskler, bölgeye kendilerini hatırlatan Mesketya adını bırakmış ve Hitit, Asur, Sümer gibi kaybolmuş eski bir kavimdir .Eski çağlarda Kıpçak Türkleriyle birlikte bu bölgede yaşadı. coğrafî bakımdan Gürcülerle ilgisi yoktur..Ahıska/Mesketya bölgesinin Türklük tarihi hayli eskidir. Ciddî kaynaklar,Makedonyalı İskender’in, Kafkasya’ya geldiği zaman burada Türklerle karşılaştığını zikretmektedir. Bu kaynaklarda geçen Kıpçak ve Bun-Türkler, Ahıska Türklerinin atalarıdır. Fransız bilgini Brosset, Bun-Türklerin Turanlı olduğunu bildirmektedir. Gürcü dil bilgini Marr ise, Bun-Türk’ün “otokton/yerli Türk” anlamına geldiğini yazmaktadır.8 Bu bilgiler, Çoruh ve Kür boylarında, dolayısıyla Kafkasya’da, Türklük tarihinin, ne kadar eskilere gittiği konusunda kesin bir fikir vermektedir.Bun-Türkler hakkında bilgi veren bir başka ünlü tarihçi de Güney Azerbaycanlı Zehtabî’dir. Zehtabî’nin görüşlerini şöyle özetleyebiliriz: “İskender Kafkasya’ya geldiğinde, Bun-Türklerle karşılaştı. Bun-Türkler, Kür ırmağı sahillerinde yaşıyorlardı. Gürcü âlimi Takayşvili, bu elleri Türk göstererek, Bun-Türkler, ya Türkler ya da Turanlılardır, demektedir. Akademik Marr da, Bun-Türkler sözünün, yerli Türkler anlamına geldiğini belirtmiştir. Bazı âlimler, Bun-Türkleri, Hun Türkleri olarak da gösterirler. Gürcü âlimleri, Bun-Türklerle Kıpçaklar arasında bir fark görmüyorlar. Bu da tabiîdir. Çünkü bunların her ikisinin dili, âdet ve an’anesi, dinî inançları, hayatı vs. aynı idi; her ikisi de Türk idi. Kuman, Kırgız, Tatar, Kara Kırgız dillerinde bun, soy/nesil demektir. Bun-Türk, Türk soyu, Türk nesli demektir.” En eski Gürcü kaynaklarından biri olan Moktsevay Kartlisa’da (VIII. yüzyıl), milâttan önce IV. yüzyılda Makedonyalı İskender’in Kafkasya’ya geldiği sırada Kür ırmağı boylarında Bun-Türklerin yaşadığına dair ifadeler yer almaktadır. O zamanlar Bun-Türklerin buralarda dört büyük şehri ve alınmaz kaleleriyle güçlü orduları varmış. Bu topraklara daha sonra birbiri ardınca Hunlar, Hazarlar ve Kıpçaklar gelmiştir. Bu bilgiler Rus ve Gürcü kaynaklarınca da doğrulanmaktadır. Türklerin Ahıska dediği şehre, Gürcüler, Sa-mskhe, Akhalsikhe, Sa- Atabago gibi isimler kullanmaktadırlar. Bunlardan Sa-mskhe/Meskhi yurdu, Akhalsikhe/Yeni kale, Sa-Atabago/Atabek yurdu anlamına gelmektedir.  Ahıska, Dede Korkut Kitabı'nda Ak-Sıka/Ak-Kale; 481 yılında Akesga adıyla anılan Eski Oğuzlar beldesidir. 2700 yıllık bir Türk yurdudur. Ahıska ve çevresi, 1068'de de Sultan Alparslan tarafından Selçuklu ülkesine katılmıştır. Kıpçaklar, Batı Göktürk topluluklarından biriydi. Volga nehri üzerinden batıya doğru yöneldiler. 1068'de Rus knezlerinin müttefik kuvvetlerini yenerek güney Rusya sahasına yerleştiler. Karadeniz kuzeyini ellerinde tuttular. 1080'lerde Balkaş gölünden Tuna nehrine kadar Kıpçak Eli/Komania deniliyordu. Ruslarla mücadele aralıklarla devam ediyordu. 1185'te Başbuğ Könçek idaresindeki Kıpçak/Kuman kuvvetleri, Prens İgor'un emrindeki Rus ordusunu aşağı Don boyunda kuşatarak tamamıyla imha ettiler. Millî Rus destanı olan İgor Destanı'nın konusu da işte bu savaştan alınmıştır.14 Kıpçakların bir kısmı Kırım'da yerleşerek orada şehir ve kasabalar kurdular. Bir kısmı da daha güneye, Kafkaslara doğru indiler. Kıpçak Eli'nde daha sonraları Altunordu devleti kurulmuştur. Don ve Kuban dolaylarındaki Kuman/Kıpçak Türklerinin Gürcülerle yakın münasebetleri olmuştur. Gürcü Kralı II. David, Selçuklulara karşı savaşacak ordusu olmadığından, Kıpçak Türklerini ülkesine davet etti (1118-1120). Azak Denizi doğusu ve Kafkaslar kuzeyinden gelen 45.000 Kıpçak ailesi, Çoruh-Kür ırmakları boylarına yerleştiler ve güçlü bir ordu kurdular.15 Kıpçak başbuğunun kardeşi Sevinç idaresindeki yeni kütleler, kuzeyden ülkeye geldiler (1190). Gürcistan'da Kıpçak/Kuman unsuru arttı. Bu topraklara yerleşen ve Gürcülerle din birliği bulunan Kıpçak Türkleri, devletin ordu, siyaset ve maliyesinde çok etkili konuma geldiler. Zamanla güçlenen Kıpçak Atabekleri, İlhanlılar çağında (1267) Tiflis’e karşı gelerek beyliklerini ilân ettiler. İlhanlı Hükümdarı Abaka Hanın da desteğini gören Ahıska Kıpçak Operası tarafından sahneye konulacağını bildiren 1 Nisan 1993 tarihli Milliyet Gazetesi Sanat Sayfası, operaya konu olan bu Rus hezimeti hakkında bilgi verirken, "1185 yılında Poloveçler ile Ruslar arasındaki savaşta Ruslar büyük yenilgiye uğrar. Prens İgor ile oğlu Vladimir, Poloveçler tarafından tutsak edilir..." diyor ve maalesef "Kıpçak Türkleri" yerine, Ruslar gibi "Poloveçler" sözünü kullanıyor. Hâlbuki Kuman/Kıpçak Türklerine Rusların "sarımtrak, sarışın" anlamına gelen "Polovetz" dediklerini biliyoruz. (Bkz. Kafesoğlu/Deliorman, Tarih, İstanbul 1977, s. 175; Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul 1989 s. 50). Atabekliği, Gürcü kaynaklarında Sa-Atabago (Atabek Yurdu) olarak geçmektedir.1 XVI. yüzyılın başlarında Ahıska Atabekleri Hükûmetinin sınırları Azgur’dan Kars, Artvin, Tortum, İspir ve Erzurum’a kadar uzanıyordu. Bugünkü halk kültüründen de anlaşılıyor ki, Ahıska Türkleri ile Posof, Ardahan, Artvin, Ardanuç, Şavşat, Yusufeli, Tortum, Narman ve Oltu halkı aynı köktendir.17 Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî nüfuzu altında kalan Ahıska Atabeklerinin toprakları, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşanın Kafkasya Seferi sırasında, Safevîlerden alınarak Osmanlı ülkesine katıldı (1578).  Bu bilgilerden anlaşılıyor ki, Ahıska ve çevresi, Kıpçak Türklerinin hem milâttan önce, hem de milâttan sonraki asırlarda gelip yerleştikleri, şehirler kurdukları eski bir Türk yurdudur. Bugünkü Posof ilçemizde bulunan Cak Suyu’na adını veren ve bu suyun kenarındaki Cak Kalesinde ocaklı olarak yaşayan Kıpçaklı I. Sargis, Tebriz’de Abaka Han’dan Atabek unvanını alarak Artvin, Ardahan ve Ahıska bölgesinin İlbeyi oldu; Atabekler sülâlesini kurdu. Ahıska bölgesinde milâttan önce, 713 yıllarında gelen (Kıpçakların ataları) Kimer ve 680’de de Sakaların yerleşmesiyle, Türkler yaşamaktaydı. XII. yüzyılın başlarında kuzeyden gelen Kıpçaklar da, Yukarı Kür ve Çoruh boylarında yerleştiler. Uzun yıllar Gürcistan ordu ve devlet yönetiminde önemli fonksiyonlar icra eden Kıpçaklı Atabek sülâlesi, 1267 yılında, -bugün Posof’ta bulunan- Caksu’da Kıpçak Ortodoks Atabek Hükûmeti’ni kurarak bu bölgenin hakimi oldu. Atabek Ailesinin siyasî faaliyeti hakkında Gürcü tarihçiler de bilgi vermektedirler. Bu kaynaklar, Atabek Ailesinin Tiflis Krallarına karşı gelmelerini hikâye etmektedirler. Bunlardan birinde şu bilgiler verilmektedir: Gürcistan’a gelen Moğollara karşı savaşmak üzere 1266 tarihinde Tiflis’e giden Kıpçak Beyi Caklı Sargis, Gürcü Kralı David tarafından tutuklandı. İlhanlı Kağanı Abaka Han, David’e haber göndererek Sargis Beyi serbest bırakıp kendi yanına göndermesini istedi. Sargis Bey, Abaka Hana, artık Gürcü yönetiminde yaşayamayacaklarını ve bağımsız olmak istediklerini bildirdi. Abaka Hanın desteğini alan Atabek ailesi, Gürcistan’dan ayrı bir hükûmet oldu. Atabek Hükûmeti, 310 yıl yaşamış, Anadolu'nun en uzun ömürlü Türk Beyliğidir. 1500/1516 yıllarında Artvin, Ardahan, Ahıska Beyi bulunan Kıpçak Atabeki Mirza Çabuk, 1508'de Trabzon Sancak Beyi Şehzade Yavuz Selim'e kendi askeriyle öncülük etmiş; Batı Gürcistan'ın Osmanlı'ya itaatini sağlamıştır. 1514'te Çaldıran Seferi’nde de Osmanlı ordusuna gidiş dönüşte, sürülerle etlik koyun, yüzlerce yük yağ, bal ve un vererek yardımcı olmuştur. 1551 yılı baharında, Erzurum Beylerbeyisi bulunan Çerkes İskender Paşa, Atabek topraklarından Ardanuç, Ardahan ve Şavşat bölgelerini zaptetti. Bu yürüyüş sırasında Osmanlı sınırı, Posof-Acara arasındaki Arsıyan dağına dayanmış oluyordu. Bu tarihlerde Atabekli II. Keyhüsrev, İran Safevîlerine (Şah Tahmasb'a) tâbi idi. Elinde de Ahıska, Ahılkelek, Adigön/Koblıyan, Tümük ve Azgur bölgeleri bulunuyordu. 1555'te Safevîlerle yapılan Amasya barışı sırasında, Başvezir Kara Ahmet Paşa, İran elçisiyle Şah Tahmasb'a bir 'cevapname' göndererek, kendisine tâbi bulunan Atabek II. Keyhüsrev'in başkent edindiği Adigön/Altunkala'nın da Osmanlılara tesliminde ihmal olunmamasını bildirdi. Atabeklerin Altunkala'sını Osmanlılara teslim etmeyen Şah, II. Keyhüsrev'in koruyucu-naibi Varaza'yı gönderterek Osmanlı kalelerine tecavüzler yaptırttı. Bu yüzden Kanunî, Şah Tahmasb'a bir "Name-i Hümayun" gönderek sert bir şekilde uyardı. III. Murad Çağı’nda, Dağıstan, Gürcistan ve Şirvan’ın fethine karar verildi. Bu sefere Lala Mustafa Paşa serdar tayin edildi. 1 Ocak 1578'de Şeyhülislâm Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi'nin fetvası Serdar Lala Mustafa Paşaya verildi. Bu fetvayla, Kur'an-ı Kerim'i hafife alma, Şeriat kitaplarına hakaret etme, Şah'ı mâbud yerine koyma, Peygamber'e ve sahabeye hakaret etme vs. gibi cihetlerden dolayı Safevîler üzerine sefer yapılmasına cevaz veriliyordu. Serdar ile ordusu, 5 Ağustos 1578'de Ardahan kalesi güneyindeki ovada kondu. Ahıska’nın fethiyle ilgili olarak, yazanı bilinmeyen eski bir el yazmasındaki şu ifadeleri aynen alıyoruz: “Altunkala nâm hisâra bir Hatun (Kıpçak Atabekleri Melikesi Dedis İmedi) zabt u tasarruf ederdi. Yarar yiğit oğulları varidi. Ol vilâyetlerin Küffârlarını, anlar zapt ederlerdi. Küffâr-ı hâkisârın Beylerine Serdâr Mustafa Paşa, Kal’a-i Ardahan’dan kalkmazdan mukaddem bir âdem gönderüp, dimişler idi ki, “Sen ki Altunkala sâhibi olan Manuçahr’sın. Sana ma’lûm ola ki: Ben ki Rûm Pâdişâhı’nın bir ednâ Vezîriyim. Üşde yüz elli bin İslâm ‘askeriyle üzerünğe geldim. Eger gelüp, Dîn-i İslâm Pâdişâhı’nın çerisine istikbâl edüp, mütâba’at ve mürâca’at edersen, biz dahi, senin hâline münâsib ve şânına mülâyim ri’âyet edelim. Eger ‘inâd ve muhâlefet edüp, serkeşlik edersenğ, üş üzerine varurum. Ve Ellerüni, Vilâyetlerüni yıkup, yakup, harâb ederim. Ve ‘Asker-i İslâm, üzerüne varup, bir mıkdâr emek ve zahmet harc edüp, nâ-çâr olduğın vakit, havfa gelüp mütâba’at edersen, kat’â özrün ve bahânen makbûlüm degildir. Hemân seni sene gerek ise, ta'cîl gelüp, Dîn-i İslâm'a tâbi’ olasın. Ve Elüni ve Vilâyetlerüni bize teslîm edesin." deyü (haber)gönderildi.” 8 Ağustos Cuma günü ordu Ardahan'dan kalktı; Çıldır'a yakın Begrekhatun'da konakladı. O gün, Altunkala hakimesi Atabekli II. Keyhüsrev'in dul karısı Dedis İmedi Hatun'dan itaatname ile elçisi gelip büyük oğlu Manuçahr'ı rehin vereceğini ve vergi ödeyeceğini arz eyledi. Bu arada elçinin tavırlarından, Safevîlerle yapılacak savaşın sonunu bekleyip, zayıf ve kuvvetli belli olduktan sonra galip tarafa itaatı gözettiği anlaşıldı. Ordu Ardahan'dan göçerken Ardahan Sancak Beyi Abdurrahman ile Bayburt Alaybeyi Bekir Beyler, kendi askerleriyle Ulgar dağını aşıp Mahmut Han Ülkesi’nden o gün Poshov (Posof) merkezi Mere ve akşama doğru da Ahıska yolundaki Vale kalesini fethettiler. Ertesi günü (9 Ağustos 1578) Ahıska, Tümük, Hırtız, Çıldır ve Ahılkelek kalelerini aldılar. Ordu, Tiflis istikametinde yürümek üzere Ardahan’dan kalktı. Safevî Tokmak Han, büyük bir kuvvetle birlikte gelip, Çıldır Gölü kuzeybatısında Osmanlı ordusuna karşı pusuya girdi. O sırada karavulda ilerleyen bir Osmanlı ordu kolu, Safevî kuvvetleriyle karşılaştı. İki ordu arasında cenk başladı. Yalnız kılıç ve kargı ile yapılan savaşta, Safevî ordusu büyük kayıplar vererek geri çekildi. Tarihe Çıldır Meydan Muharebesi adıyla geçen bu savaş, Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı. Çıldır Zaferi, ordu şâiri Hayalî'nin bir şiirinde şöyle dile gelir: Turnam gider isen bizim ellere Vezir Ardahan'dan göçtü diyesin Karşı geldi Kızılbaş'ın Hanları Çıldır'da da döğüş oldu diyesin. Zaferin ertesi günü (10 Ağustos 1578), beş altı bin askeriyle Atabek Manuçahr Bey, Serdar'ın otağına törenle gelerek itaatini arz etti ve Altunkala'nın anahtarlarını teslim eyledi. Müslümanlığı kabul ederek II. Atabekli Mustafa Paşa adını aldı; önce Sancakbeği sonra da Çıldır/Ahıska Beylerbeyi oldu. Çevredeki 32 kale de Osmanlı ülkesine katıldı.26 Manuçahr’ın Yusuf Paşa adını alan kardeşi Greguvar/Gorgor’a Oltu Sancakbeyliği verildi. Hammer, bu tarihî olayı anlatırken, “Manuçahr, itaatnâme göndererek hükûmetinin kabul edilmesini diledi. Bununla ilgili taahhütnâme istedi. Lala Mustafa Paşa, onun isteklerinin bir kısmını kabul etti. Kendisine Azgur’u, kardeşi Greguvar’a Oltu sancağını ve annesiyle diğer kardeşine de timar ve köyler verdi.” demektedir. Böylece Altunkala Atabekliği ile Mahmut Han Ülkesi/Ahıska Beyliği topraklarının fethi tamamlanarak tahririne başlandı. 1578 güzünde merkezi Ahıska şehri olan ve adını Lala Paşanın zafer yerinden alan Çıldır Eyaleti kuruldu. Kür ırmağı başlarında ve Çoruh boyundaki eski Atabek Yurdu bölgeleri de buraya bağlandı. Bütün Türk boyları gibi bu bölgenin Türk ahalisi de, Osmanlı fethini müteakip gönül istekleriyle Müslüman oldu. Bu tarihî gerçeği kabul etmeyen bazı Gürcü kalemleri, her fırsatta “zorla İslâmlaştırma”dan bahsederler. Bunlardan birisinin kullandığı ifadeler şöyledir: “17. yüzyılda Muhammed’in dininin zorla kabul ettirilmesinin yanı sıra, bölgeye yoğun bir şekilde Türkler ve diğer milletler zorla ya da isteyerek yerleştirilmiştir. 19. yüzyılda Rus imparatorluğunun sınırlarına ve ilgi alanına giren bu topraklara, Türkler tarafından Erzurum’dan acımasızca göç ettirilen Ermeniler, Cavakheti yaylasına yerleştirildiler.” İslâm dininin zorla kabul ettirilmesi bir iftiradan ibarettir. Bu tür gerçek dışı iddialara, “Acaristan ve Acarlar” adlı kitabımızda cevap verilmiştir. “Ermenilerin Erzurum’dan acımasızca göç ettirilmesi” iddiası doğru değildir. Ermeniler, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Anadolu’da yaptıkları ihanetlerin intikamının alınacağı korkusuyla Rus ordusuyla birlikte gelip, Rusların eline düşen Ahıska ve çevresine yerleştirilmişlerdir. Ahıska ile ilgili olarak Kâtip Çelebî’nin verdiği bilgileri de özetleyelim: “Gürcistan’ın Bilâd-i İslâm’a (Osmanlı memleketlerine) muttasıl (bitişik) yerleri, mahlût (karışık) esnâf-ı muhtelifedir (değişik soydandırlar); onlara Çinçavat derler.” “Ahıska, Gürcistan hududundadır. Mukaddemâ Çıldır Eyâleti’dir. Sancakları: Acara, Ardanuç, Büyük Ardahan, Küçük Ardahan (Göle), Oltu, Peterek (Yusufeli), Penek, Poshov, Tavusker (Olur), Çıldır, Cecerek, Hırtus, Şavşad, Livana (Artvin), Narman, Ahılkelek, Tıralet, Maçahel. Ahıska, taht-ı vilâyetttir. Sene 986 (1578)’da Vezir (Lala) Mustafa Paşa, taraf-ı Sultan (III.) Murad Han’dan feth-i Şirvan ile me’mûr oldukda, bu tarafda birkaç muteber (Atabek) ki İslâm’a gelmiş idi. Bu vilâyet, yine kendüye inayet olunmuş idi. Ba’dehu, Kızılbaş (Safevîler) alup, sonra (IV.) Murad Han 1045 (1635)’te Vezir Ken’an Paşaya bir mikdar asker verüp, Ahıska’yı 23 gün muhasaradan sonra, sulh ile kal’ayı teslim ettiler. Cümlesi ocaklık olmak üzere, (Atabekli) Sefer Paşaya verilmiş idi. Hâlâ ol dûdman-ı irbî anlarun tasarrufundadır.” “Niçe câmiler, hamamlar, medreseler ve hanlar yapmışlardır. Ol havalide, niçe kadîm mezarlar vardır ki, Ahali-i Vilâyet anlara Eski Müselmanlar Mezarâtı derler.” Ahıska kalesi, 1627 yılında Safevîler tarafından kuşatıldı. Ahıska’nın imdadına gitmek üzere yola çıkan Dişlenk Hüseyin Paşa, Erzurum’da isyan eden Abaza Mehmet Paşa tarafından öldürüldü. İmdatsız kalan Ahıska, teslim olmak zorunda kaldıysa da, bir müddet sonra geri alındı.34 Ahıska, Osmanlı Devleti zamanında Çıldır Eyaleti’nin başkenti ve önemli bir kültür ve ticaret merkezi idi. Ne yazık ki 1828 yılında Rusların eline düşen bu şehir, Rus, Gürcü ve Ermeni ittifaklı Hristiyan zulmü sebebiyle, Anadolu’ya doğru başlayan göçlerle Türk nüfusunun bir kısmını kaybetmiştir. Buna rağmen, eski bir Türklük bölgesi ve tarih mirasına sahip olan Ahıska, Türk kimliğini kaybetmedi. 1828 yılı yazında Rus esaretine düşünceye kadar tam 250 sene boyunca, Çıldır Eyaleti merkezi olan Ahıska şehrine, birer sancak olarak şu yerler bağlı idi: Bedre, Azgur, Ahılkelek, Hırtız, Cecerek, Ahıska, Altunkale (Koblıyan), Acara (Bu sekiz sancak 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması’yla Ruslara bırakılmıştır, bugün Gürcistan'dadır); Maçakhel (Bugün bir kısmı Acara'da), Livana (Artvin), Yusufeli, Ardanuç, İmerkhev, Şavşat (Bu sancaklar bugün Artvin ilimizdedir), Oltu, Narman, Kamkhıs (Bunlar şimdi Erzurum'da); Posof, Ardahan, Çıldır, Göle (Bunlar da şimdi Ardahan ilimizdedir). Ahıska ve çevresinin bu kısa tarihçesinden de anlaşılacağı gibi bölge, bugün elinde bulunduğu Gürcü veya Ermeni yurdu değildir. Bilinen en eski tarihinden beri Türk yurdudur. Tarih kaynakları da bunu doğrulamaktadır. Yukarıda adları yazılı eski sancaklar/kazaların halkı hâlâ aynı anadili Türkçeyi konuşuyor, aynı gelenekleri yaşıyor. Bunlar bugün sun'i sınırlarla ayrılmış olsalar da, aynı bedenin parçalarıdır. Ama ne yazık ki, bu tarihî gerçekler, okul kitaplarımızda yer almadığından, kendi insanlarımızca da unutulmuştur! Ruslar, Kafkasya'nın önemini bizden daha iyi kavramış olmalılar ki, yüzyıllar boyunca bu bölgeden elini çekmemiş, sayısız savaşları göze almışlardır. Hem de mağlûbiyetlerden yılmadan... Kafkasya’daki insan topluluklarının çeşitlilik arz etmesi, Rusların işini kolaylaştırmıştır denilebilir. Bu bölgede kırk çeşit dil konuşulduğu söylenir. Bu durum, bölgede siyasî birlik kurmanın ne kadar zor olduğunu gösterir. Bu fırsatları iyi değerlendiren Ruslar, X. asırdan itibaren Kafkasya'yı ele geçirme mücadelelerine devam etmişlerdir. Kafkasya ve Karadeniz kuzeyindeki Türk devletlerinin zevalinde hemen ortaya çıkıvermişlerdir. Hatta birtakım iç karışıklıklar çıkararak, bu zevali hazırlamışlardır da denilebilir. Rusların, 1993-94'teki Tacikistan, Gürcistan ve Azerbaycan siyaseti göz önüne alınırsa, bu tesbitin ne kadar yerinde olduğu anlaşılır. Mühim olan, tarihin tekerrüründen ibret almaktır. Zaten ibret alınsaydı, birçok acılar tekrar tekrar yaşanmazdı. Ruslar için Kafkasya, Orta Asya ve Uzak Doğudaki sömürgelerden daha önemliydi. Onlara göre dağların zirvesinde bayraklarının dalgalanması, bir üstünlük sembolü ve büyük devlet olmanın belirtisiydi. Bize göre ise bu bir Türkiye kompleksinden başka bir şey değildir. Bu da halkımızın hafızasından silinmeyen tarihî Rus kinini haklı çıkarmaktadır. Öyle ki Ruslardaki bu aşağılık duygusu, Çarlık devrinden Sovyet devrine de sirayet etmiştir. Sovyet ideolojisinde "Azınlıklar, dünyanın en büyük ülkesinde köle olarak yaşamaktan gurur duymalıdırlar!" şeklinde ifade edilen anlayış bunun ürünü olsa gerek. 1800'lü yılların başlarında Avaristan, Bakü, Kuba, Derbend, Karabağ Hanlıkları Rusların eline geçti. Sıcak denizlere inmek, Rusların tarihî ülküsüdür. Bunun için de hedef Osmanlı toprakları idi. Osmanlı ülkesine giden yol, Ahıska’dan geçiyordu. Bu bakımdan Ahıska, çok önemli bir stratejik noktada bulunuyordu. Hakikaten Ahıska'nın Rusların eline geçmesinden sonra Şâir Gülalî’nin şöyle âh etmesi çok mânalıdır: Ahıska gül idi gitti Bir ehli dil idi gitti Söyleyin Sultan Mahmut'a İstanbul kilidi gitti. http://ahiskalilar.org/ahiska/

Dünyadaki Lisansüstü Öğrencilerinin Yaygın Sağlık Sorunlarında ki Artış

2017 yılında, Nature dergisinin her 2 yılda bir yaptığı PhD (doktora) anketine katılan bir öğrenci, üniversitelerde, lisansüstü çalışmaların yükünü kaldırmakta zorlanan doktora öğrencilerine özel, sessiz "ağlama odaları" yapılmasını öneriyordu. O yıl, 5700 katılımcının %29'u zihinsel sağlıklarını ciddi bir sorun olarak görüyorlardı bunların da neredeyse yarısı, doktora çalışmalarından kaynaklı anksiyete ve depresyon için yardım aldığını yazıyor... İşler kötüleşiyor. 2019 yılında yapılan ve Dünya'nın her yerinden 6300 lisansüstü öğrencisinin katıldığı anketin sonuçlarına göre, öğrencilerin %71'i araştırma deneyimlerinden memnunken, %36'sı doktora çalışmalarından kaynaklı anksiyete ve depresyon için yardımı almış. Bu bulgular, Birleşik Krallık'taki 50.000 lisansüstü öğrencisi arasında yapılan bir çalışmanın sonuçlarıyla aynı bulguları ortaya koyduğunu yazıyor. İngiltere'nin York kentinde bulunan bir yüksek eğitim yönetim organizasyonu olan AdvanceHEhttps://www.advance-he.ac.uk/  tarafından yapılan bu anketin katılımcıları da araştırma deneyimleri bakımından pozitifti; ancak katılımcıların %86'sı anksiyete sorunu çektiğini söylemiş. Bu, genel popülasyondakinden çok daha yüksek. Bu şekilde gelen veriler, Mayıs 2019'da kariyerinin başındaki araştırmacıların zihinsel sağlığı ve genel iyiliği ile ilgili bir konferansın düzenlenmesini gerektirdi. Etkinlik, yok satmış. Lisansüstü öğrenciler hem yaygın bir şekilde memnun olup, hem de giderek artan miktarlarda nasıl sağlıksız olabilir? Buna yönelik bir ipucu, yeni anketin bir kısmından gelebilir: Katılımcıların 5'te 1'i zorbalığa uğradığını ve yine 5'te 1'i taciz veya ayrımcılık gördüğünü söylemiş.. https://go.nature.com/3784cFP 6 Mart’da Nature’da Teresa Evans ve arkadaşları, doktora ve yüksek lisans öğrencileriyle gerçekleştirdikleri uluslararası bir araştırmayı yayımladılar. Bu çalışma, konuyla ilgili çok az içeriğe sahip olan literatüre katkıda bulunmakta ve son yıllardaki bazı kişisel trajediler de dahil olmak üzere konuyla ilgili anekdotlara yer verip, konuyla ilgili birçok tartışmayı desteklemekte. 26 ülkedeki 234 kurumda, %40’ı biyoloji, fizik ve mühendislik alanında öğretim gören (%90 doktora öğencisi ve %10’unu yüksek lisans öğrencisi) 2279 kişiden alınan cevap sonucunda öğrencilerin “çarpıcı derecede yüksek oranlarda kaygı ve depresyon” sorunu yaşadığı görülmüş. Klinik olarak doğrulanmış anketler, katılımcıların %41’inin orta ilâ şiddetli kaygı (anksiyete) yaşadıklarını, %39’unun ise orta ve şiddetli depresyonda olduklarını gösterdi; bu sonuçların her ikisi de toplumda bu sorunu yaşayanlarının oranından altı katı fazladır. Araştırmacılar ayrıca cinsiyete göre de önemli farklılıklar buldu. Erkek katılımcıların yaklaşık üçte birinin, kadın katılımcıların ise yaklaşık % 40’nın her iki sorunu da yaşadığı görülmüş. Veriler ayrıca, akademik danışman desteğinin ve sağlıklı bir iş hayatının, öğrencilerin ruh sağlığıyla yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. Kaygı veya depresyona sahip öğrencilerin yaklaşık yarısı, akademik danışmanlarından destek görmediklerini, kendilerini değersiz hissetiklerini ve iş ile özel hayatları arasında denge kuramadıklarını belirtiyor. Lexington’daki Kentucky Üniversitesi’nde yardımcı doçent olan Nathan Vanderford, bu sorunların çözülmesine yönelik programlar oluşturulmasında, kurumlara büyük ihtiyaç olduğunu söylüyor. Makalede yazarlar, zihinsel sağlığın, başarılı bir kariyer için gerekli olan temel şeylerden biri olduğunu savunuyor. Bu sıkıntıların çözümüne yönelik öneriler arasında; öğrencilerin ruh sağlığı ile ilgili konularda bilinçlendirilmesi, özel desteğe erişimin kolaylaştırılması, zor durumdaki öğrencilere dikkat çekilmesi için danışman hocaların eğitilmesi ve danışmanların öğrencilere liderlik yaparak onlara yol göstermeleri yer alıyor. Geçen yıl yayınlanan, doktora öğrencilerindeki yaygın ruh sağlığı sorunları riskini gösteren bir çalışmanın yazarı olan King’s College Üniversitesi’ndeki profesör Frederik Anseel, akademide ruh sağlığıyla ilgili ciddi problemler olduğunu söylüyor. Anseel, lisansüstü öğrencilerdeki ruh sağlığı sorunlarının yaygınlığının, eğitim sisteminin nasıl düzenlendiğiyle, insanların nasıl eğitilip nasıl yönetildikleriyle ve öğrencilerin kariyerlerinin nasıl geliştiği ile ilişkili olduğunu belirtiyor. Başka bir çalışmada, kurumların durumu iyileştirmek için çalıştıklarına dair bilgiler var. Anseel, dünya çapındaki üniversitelerin, psikolojik sorunların akademide yaygın olarak görüldüğünü fark edip, öğrencilerin ve çalışanlarının daha iyi desteklenmesi için yeni yollar aramaya başladıklarını söylüyor. Anseel makalelerlerini yayımladıktan sonra kurumlardan, bulgularını sunup, bu konuyu izleyip önlemeye yönelik çözümler geliştirmeye yardımcı olmak için haftada üç – dört davet aldıklarını ifade ediyor. Lisansüstü öğrencilerdeki bu psikolojik problemleri çözmeye ve bu öğrencileri desteklemeye yönelik bir sosyal ağ kurmuş olan Wendy Ingram, Kaliforniya Üniversitesi’inde lisansüstü bir öğrenciyken, programındaki yakın bir arkadaşının depresyon nedeniyle intihar ederek yaşamını yitirdiğini belirtiyor. Bu olayın, oluşturduğu ağı geliştirmesindeki ana neden olduğunu ve bu olaydan sonra birçok akademik kurumun öğrencilerin psikolojik sorunlarını çözme ve önlemeye yönelik adımlar attığını belirtiyor. Örneğin, 2017 sonbaharında Kaliforniya Üniversitesi, özellikle doktora öğrencileri için bir uydu danışmanlık hizmeti kurdu ve geçen ay Johns Hopkins Üniversitesi, kampüste, öğrencilerin ruh sağlığını ve refahını iyileştirmeye yönelik 51 sayfalık bir rapor yayınladı. Ancak Ingram, Johns Hopkins Bloomberg Kamu Sağlığı Okulu’nda doktora sonrası araştırmalarını yapan arkadaşından aldığı bilgilere dayanarak “Çoğu zaman bu girişimler küçük çapta oluyor,” diyor. Gerçek değişim için, damgalama yapmadan, daha büyük kitlelere ulaşarak bu sorunları önlemeye ve müdahaleye yönelik çalışılması gerektirdiğini söylüyor. Birleşik Krallık’taki Bedfordshire Üniversitesi’nde profesör olan Gail Kinman kurumların bu süreçte çok önemli bir rol oynadığını söylüyor. Kinman da yaptığı çalışmada, üniversite çalışanlarının psikolojik sıkıntıları olduğuna dair kanıtlar buldu. Ayrıca danışman hocalarında öğrencilerini destekleyip iş hayatlarında onlara yol göstermelerinin çok önemli olduğunu da vurguluyor. “Danışmanlarda, yüksek stres ve psikolojik problemler yaşıyor olabilirler,” diyen Kinman, akademisyenlerin öğrencilerinin zihinsel sağlığından sorumlu olmamaları gerektiğini savunuyor. Kinman, psikolojik sorunların çözümü için, ertelemeden bir psikoloğa başvurulması gerektiğini belirtiyor. Kinman ayrıca öğrencilere, kendi kendinizle ilgilenerek, iş ve özel yaşamınız arasında sınırlar oluşturararak, kendinize karşı şefkatli ve affedici olarak daha sağlıklı bi yaşam sürebileceklerini söylüyor. Teresa Evans da, “Herkesin hayatında iniş çıkışlar ve beklenmedik dönüşler var ve gösterdiğiniz mücadele beklenmedik bir hızda sizi hayallerinize götürebilir,” diyor.   **************** Referans: Nature https://go.nature.com/3784cFP Science, "Graduate students need more mental health support, new study highlights" http://www.sciencemag.org/careers/2018/03/graduate-students-need-more-mental-health-support-new-study-highlights Nature Biotechnology, "Evidence for a mental health crisis in graduate education" https://www.nature.com/articles/nbt.4089