Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Üniversitelere Rektör Atanmasında Köklü Değişiklik....

İlk söz: "Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir."Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. "      Üniversite rektör adaylarının sadece öğretim üyelerinin katıldığı seçim sistemi ile  belirlenmesi yanlıştı. Kalkması çok iyi oldu. Üniversitede kısır,seviyesiz bir rektörlük seçim kampanya kulislerinin önünü kapattı. Bunun demokrasi ile de alakası yoktu. Mevcut sistem 12 eylülün ürünü bambaşka bir seçimdi..Sadece öğretim üyelerinin  (Yard.Doçent./Doçent ve profesör) oy kullandığı  bir seçim sistemi ...    Bunun "çalışanı" vardı.... "öğrencisi" vardı...Araştırma Görevlisi vardı...Okutmanı vardı...Uzmanı vardı..... "Ellerim titreyerek yazıyorum....Bana gerici diyecekler ama herşey demokratik davranarak çözülemez!..." diyor Henry Rosovsky ....ve  devam ediyor ".seçimler'ler genelde zayıf karakterli yöneticilerin işbaşına gelmesne yol açar yönetim için verilen tavizler, kayırmacılığı getirmştir.....seçiminin hangi kriter ve hangi süre ile olacağı belirlenmeden yapılmasının tipik bir yerel seçim olacaktır....bir okulun kalitesi ile yöneticilerin denetimsiz yetkileri arasında negatif bir korelasyon olduğu kanısındayım........ ....Yeni şeyleri deneyebilmek için insanın önce kendi konusunu iyi bilmesi gerekir....Üniversitelerinde,en az silahlı kuvvetler kadar hiyerarşi ve rütbeleri seven kurumlar olduğu unutulmamalıdır..” diye de devam ediyor..Üniversite ile ilgili olanların mutlaka okuması gereken "Üniversite (Bir Dekan Anlatıyor)" Tubitak yayını(*) bu kitapda...      Sadece "öğretim üyelerinin " iştirak ettiği seçimlerden alınan sonuçlar ortada...Rektör seçimi için Öğrenci +öğretim elemanı+ çalışanların dahil olduğu sistemler var.... Temsilcilerin katıldığı seçiciler kurulu var.... Üniversite de kriter akademik başarı yanında  üniversitede herkese eşit yaklaşacak, katılımcı yönetim anlayışını benimsemiş, yönetimde deneyimli, karizmatik liderlik özelliklerine sahip, tertemiz lekesiz tüm paydaşları dışarıda bırakmayan tek bir bayrak altında toparlama gücü ve iradesi bulanan.kısacası özü sözü bir olan...Gerisi-lafu-guzaf... http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/10/20161030.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/10/20161030.htm     "Büyük senfoniler, büyük orkestralarla ve en önemlisi büyük şeflerle çalınır.İyi orkestra iyi enstrüman çalanlarala kurulur..Üniversiteler de" “Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında” ;Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabalar… Bu ülkü ile “Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme çabaları…… Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme isteği…. Bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme çabası…Bu çabaların elli yıllık panoroması… Sonra ...Sonrası malum!…Tarihteki örnekleri ile defalarca görülebileceği gibi Bilim'de ihmalin maliyeti çok çok büyük; bugün ise çok daha büyük, telafisi yok...     Ülkelerin zenginliği nasıl belirleniyor, zenginlik nasıl ölçülüyor? Merkantilist yaklaşımla, kıymetli madenlerle mi?, Döviz stoğu  ile mi? Doğal kaynakları ile mi?, Altın /Petrol /Doğalgaz /Maden rezervleri ya da yataklarının varlığı ile mi? Beşeri sermayesi ile mi?, Bireylerinin niteliği ile mi?, Becerileriyle mi ?..Nasıl ölçülüyor bir Ülkenin zenginliği ?.. Ülkelerin zenginliğini doğal kaynakları, altın stoku değil beşeri sermayeleri, bireylerinin nitelikleri, becerileri, değer yargıları belirliyor. Ülkelerarası farklı doğal kaynaklar, altın, kıymetli maden varlıkları değil, insan yaratıyor. Doğal kaynak fakiri yüzlerce irili ufaklı adaya sıkışmış, yüzölçümü Türkiye'nin yarısından az olan Japonya, dünya sıralamasında önde de, Türkiye niçin hep gerilerde. Farkı insan öğesi yaratığı kesin.. . Milletlerin zenginliğinin doğasını ve nedenlerini araştıran Adam Smith, insan faktörünün öneminin belirleyiciliğini yüzyıllar öncesi görmüştür. A. Smith'e göre, milletlerarası zenginlik farkını, işgücünün beceri, nitelik farkı ile işgücünün üretime katılma oranı belirler. Adam Smith ayrıca zenginlik bağlamında adalet, emniyet, hukuka bağlılığın önemini vurguluyor, bunları çağdaş bir devletin temelleri olarak görüyor. Adam Smith, zenginliğin ölçüsünün toplam değil, topluluğun bireylerinin ortalama zenginliği olarak görüyor. Adam Smith'e göre milletlerin zenginliği için, bireylerin becerisi yükseltilmeli, nitelikli işgücünün istihdamı artırılmalı, zenginlik dengeli dağılmalıdır. Adam Smith, günümüzün neoliberal, refah, zenginlik anlayışına kıyasla çok daha ileride.  Fizikteki birleşik kaplar kuralı gereği toplumun hemen her kesiminde düzeyin giderek düştüğünü gözlemlemek mümkün.....İşinin gereğini yapma yerine, “herkesin abisi” olma yolunu tercih edenlerin bilgisizliği, ilkesizliği, kuralsızlığı, ölçüsüzlüğü ile onlara alkış tutanların bolluğu , ülkemizin çok şeyleri yitmesine yol açtı; yol açmaya da devam ediyor...Dün olduğu gibi bugün de tüm kurum ve kuruluşlar da temel parametre zamana uyum kapasitesi. Diğer bir deyişle, Sürdürülebilir yetenekleri geliştirebilme kapasitesi.   "Kalite" insanın ve kurumların  tüm yaptıklarının toplamında ortaya çıkmakta ve sadece yandaşların değil tüm paydaşların mutluluğu; "Ya var ya da yok". "Bunun ortası yok"!... Böyle yazıyor kitaplar. Böyle söylüyor konunun uzmanları.... O yüzden kalite, kullandığınız araçların / binaların kaliteli olması meselesi değil, insana dair bir konu. Özünde , öznesinde insan var. Kalite bir sistemi tanımlar. Sistemi oluşturan alt sistemler zincirin en zayıf halkalarıdır.Kurumsal olarak hem girdiyi, hem süreçleri hem de dolayısıyla çıktıyı kalite hale getirmek. Bu süreci kurumsal olarak tamamlarken tüm paydaşların memnuniyetini sağlayabilmek bütün mesele bu!... Yaşam alanlarımızda muhakkak karşılaştığımız gücü (yetki /otarite/para vb..)  ellinde bulunduran bu prototipler  sadece yandaşlarına her türlü menfaatleri esirgemeyenler, akraba eş dost kayırmakla ("nepotizm")  kurumun kalitesi artmıyor. Siz artığını sansanız bile!... Birden aklım Amerikalı düşünür William James'e kaydı. James'e göre, kendi yarattığı "pragmatizm" akımı; bireylerin, bencil bir egoizmle önlerine çıkan fırsatlardan da yararlanmaları haklarıydı, bizzat fırsatlar yaratarak ondan yararlanmaları da. Bir düşünceyi, doğurduğu eyleme göre ölçmek gerekli... Ve kısaca kalite; tek tek kişilerle belirlenecek bir kavram değil, top yekun bir sonuç. Yani sistemin tamamını içine aldığından "Toplam kalite" denilmiş. Kurumunuzun kalite algısı, "idare eder" düzeyinde kaldığı sürece; Kaliteden söz etmek mümkün değil. Kalite denetimi yapanları yanıltmak kolay, zira iki tane çıktıya ya da sürece bakıp onay verirler..Önemli olan çıktınızın  piyasadaki değeri.Çıktınızın piyasadaki imajı..Siz ne kadar kaliteli çıktı ürettiğinizi iddia etseniz bile!...Bu bağlamda,hak etmeden elde edilen mevki ve makamların beraberinde getirdiği bir takım ahlak erozyonu kaçınılmaz...Ahlak erozyonu, değerlerin kaybı, tepkisizleşmek...Bu yerleştikten sonra, zaten ört ki ölem.....    Üniversitelerin gelişmişlik düzeyi ile  bir ülkenin bulunduğu kalkınmışlık düzeyi arasında kuvvetli bir korelasyon ilişkisi mevcut.... Birleşik kaplar misali...Dünya çapında bir bilim iklimine sahip olmayan bir ülke, dünyanın önde gelen ve kalkınmış ülkelerinden birisi olması mümkün değil.... Neden? Çünkü üniversiteler ekonominin temel lokomatifleridir/ya da olmak zorundalar...     Dünyanın önde gelen ülkelerine bakıldığında, bu ülkelerin aynı zamanda dünyanın önde gelen üniversitelerine ve bilim insanlarına da sahipler. Dünyanın önde gelen üniversiteleri listesinde ön sıralara doğru yükselmeye başlayan Güney Kore, Singapur, Çin de de bu böyle.. Bunun bir  rastlantı olması mümkün mü?  Fen bilimlerinde de  sosyal bilimlerde de...  "Üniversite bu anlamda ve üniversitenin kökeni itibariyle geçmiş bütün eğitim kurumları insanlığın en ulvi müesseselerii. Bu ulvi özelliklerini koruyup insan doğasına, insan onuruna, insanın ihtiyaç hissettiği erdeme hitap ettiğinde ve onu tekrar ürettiğinde aslında onun üretildiği toplumlara büyük bir onur kazandırmış. Bunun olmadığı toplumlarda ise maalesef araçsallaşmış ve önemini kaybetmiştir. Bizim gönlümüz, zihnimiz, yüreğimiz bahsettiğim dördüncü harmanlanmada, yani küreselleşmenin getirdiği zihni ve bilgi kompozisyonunda Türk üniversitelerinin insanlığın önüne geçmesi ve tarihin öznesi, bilgi tarihinin öznesi olması. Sadece bilgi aktaran, yorumlayan değil bilgiyi üreten kurumlar haline dönüşmesir. Yeni Türkiye kavramını bugünlerde siyasi olarak çok kullanırken, aslında böylesi yeni Türkiye'nin inşasının da temeli yeni bir bilgi paradigmasının inşası ve yeni bir üniversite geleneğinin bütün o engin tecrübe üzerinde inşa edilmesi.Bilimi yol gösterici olarak,rehber olarak seçmeyen ülkelerin ileriye gidebilmesi mümkün değil.Onun içindir ki  büyük önder,"Benim mirasıma girmek isteyenler var sa,ancak aklı rehber alanlardır.Aklı rehber alanlar benim mirasıma girebilir."diyor.Bu nedenledir ki Türk halkı,bu cumhuriyetin genetik kodlarını oluşturan büyük önderin gösterdiği bu yol haritasını iyi yol haritası olarak seçmiş.Bu yolda ,sendelemeden,sekteye uğramadan yoluna devam edeceğine inancımız tam.Ve ona minettar.Şükran borçlu.Ve onu minnetle ve şükranla her zaman anmakta. Bu nedenle;"Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde.     Bu paradigma çerçevesinde;Türkiye Cumhurieti'nin Bekâsını" önemsiyen, Türkiye Cumhuriyetin genetik kodlarını oluşturan cumhuriyet ilkelerine bağlı ve bu paradigma çerçevesinde Nasıl bir eğitim?" sorusunun yanıtını verebilecek rektör adayı; medeniyet, kültür  ve kâdim değer tasavvurunu ve eğitim-öğretim kavrayışlarını bilen birisine oy verilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Fildişi kulesinde kendi gerçekleriyle yaşayan bir küçük üniversite mi,yoksa Türk eğitim dünyasında ağırlığı olan,toplumla ve diğer kurumlarla irtibatlı,kendine güvenen ve liderlik hedefleyen bir üniversite mi? Eğer "Üniversite" olarak eğitim hayatına ve yaşadığımız kente damga vurmayı düşünüyorsak öncelikli olarak lisansüstü programları güçlendirmeden araştırmaya önem veren bir üniversite olmak mümkün değil..."Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında" Kurumsal yönetimle ilgili  dört temel ilkeyi benimseyen (Adillik, Şeffaflık, Hesap verebilirlik ve Sorumluluk). Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabaları ve bu ülkü ile "Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme inancı tam.  Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme, bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme Üniversitelerde rektör seçimi, adaylar kadar oy verenlerin demokrasi algılarının  bir göstergesi. Bu algıların  neye göre şekilendiği de ayrı bir tartışma konusu. Türkiye'de rektörlerin atanma süreci Yüksek Öğretim Kurulunun tercihi ve Cumhurbaşkanı'nın onayı ile gerçekleşiyor.Kim ne derse desin Cumhurbaşkanlığı ataması da belirli bir seçim sürecinin sonucu. Cumhurbaşkanlığı makamıda  Yükseköğretim Kurumunun   belirlediği  bir adayı  atamakta , Son olarak "Her yönetim kendi ekibiyle çalışır". Bundan doğal ne olabilir ki? .. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ne İlişkin Ana Projelerimin özeti : 1. Sivil Toplum Destekli Girişimci Üniversite Modelini Hayata Geçirmek Üniversite, Üniversite Vakıfı ve Üniversite Mezunlar Derneği; kemale ermiş, para kazanmış mümtaz, toplumda  saygıdeğer konumlarda bulunan kimselerin temsil edildiği bir yer olacak. Dernek ise tüm mezunların eşit temsil edildiği, eşit katkıda bulunduğu, mezunlar arası dayanışmayı ve üniversiteyle özdeşleşmeyi teşvik eden bir kurum olacak. "Sivil toplum destekli girişimci üniversite" modeli ana hatlarıyla bu çerçevede örgütlenmesiyle kurulacak ve Kütahya ile sağlam temelli ilişkiler kurularak kentsel politikaların üretilmesi ve uygulanması noktasında etkin bir akademik/bilgi desteği sağlanacak. Kütahya Dumlupınar üniversitesi; eğitim, kültür, sanat, sağlık, spor, sosyal hizmetler vb. gibi hizmet alanlarında kentin yerel dinamiklerine ve/ya yerel yönetimlere etkin bir akademik destek vermesi planlanmakta. Bunun etkin mecralarını (iş birliği protokolleri vd.) var etmek suretiyle kent ile üniversitenin bütünleşik biçimde bir değer üretmesi amaçlanmakta. Bu destek, etkin ve verimli bir kentsel hizmet anlayışı doğrultusunda gerekli olan bilgisel ve kültürel katkıyı da temin edecek. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, kendine özgü tarihi ve kültürel dokusu ile sosyolojik yapısı olan Kütahya’nın marka değerine farklı bir boyuttan katkı sağlamak. Araştırma ve/veya eğitim-öğretim kapasiteleri açısından markalaşacak Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, yerleşik bulunduğu Kütahya’nın global ölçekte erişilebilirliğine ve uluslararası tanınırlığına anlamlı bir değer katacak. Toplumsal sorumlulukları doğrultusunda Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, kentin, tarihi, doğası ve kültürel varlığını keşfedici bir işlev üstlenecek. Çevre ve enerji ilişkisi ve doğal kaynakların verimli kullanımı gibi konulardaki sosyal ve kültürel sorumluluk projeleri ile kentte yaşam kalitesini artırmaya yönelik bir misyon icra edecek. Bu misyonu gerçekleştirme konusundaki akademik öncülük, kent toplumunda yaygın bir toplumsal bilinçlilik düzeyi var edecek. Girişimci Üniversite Modeli; hemen akla piyasa çağrışımı getirdiği için. Ben bu tanımı o anlamda kullanmıyorum. Üniversite de girişimcilik çok başka. Çünkü üniversite yatay bir organizasyon. Herkesin söz sahibi olma, sorgulama hakkı var. Dolayısıyla çok farklı piyasa girişimciliğinden. Türkiye’de herkes hiyerarşik bir yönetime alışmış. Herkes birbirine şüpheyle bakıyor. Ben ise Kapalıçarşı modeline bakıyorum. Esnafa gidiyorsun, cebinden para çıkmıyorsa ‘’yarın gelir verirsin’’ diyor. İşte bu sistemi izleyerek, beraber çalışarak, yanındakine güvenerek, şeffaf olarak aslında çok güzel işler yapabilirsin. Benim DPÜ’deki yimibeş yıllık yöneticilik tecrübem budur. Hürmet, şeffaflık, birlikte çalışmak ve güven. İnsanlara bunu verdiğiniz zaman inanılmaz işler yapabilirsiniz. Demokrasi sözü bana çok popülist geliyor. Hürmet, şeffaflık, dinleme gibi kavramları kullanmayı tercih ederim. Çok demokrat gibi olup otoriter de olursun. Demokrat olmak çok özgürlükçü biri olduğunuz anlamına gelmez. İnsanları daima kazanmak gerektiği konusundaki ilkem sadece bir eğitimci olarak değil; bir yönetici olarak kurumsal başarıyı oluşturan arka planı daha iyi anlamamızı sağlıyor İkinci aşamada ana strateji olarak üniversitenin kente yönelimi. ‘Kendini yöneten kentine yönelen bir üniversite” sloganıyla hareket etmek. Sürdürülebilir rekabet için evrensel bilgi ve teknolojiler geliştirerek bölgenin gelişmesine ve ülke kalkınmasına katkı sağlayan bir teknoloji üretim merkezi olmak.Bölgemiz ve ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda, ileri bilgi ve teknolojiye dayalı yüksek katma değerli ürünler üretebilmek için ulusal ve uluslararası şirketleri bir araya getirerek üniversite-sanayi işbirliği ile akademisyen, girişimci, şirket ve çalışanlara, yüksek standartta Ar-Ge ve Teknopark hizmeti sunmak. 2. Üniversite Yönetişim Modelini Kurumsallaştırmak Kurumsallaşma (Reorganizasyon) Yönetsel ve Akademik Rotada Değişim: Yeni Yol Haritası. Üniversitenin öncelikle kendini iyi yönetmesi gerekiyor. Kendini yönetemeyen, iç  dinamiklerini harekete geçiremeyen akdeminin dışsal bir fayda sağlaması imkansız. Bu bağlamda stratejik amaçlarımızın başında üniversitemizin teslim aldığı kültürel mirasa sahip çıkma ve geliştirmeye devam ettirme. Bu çerçevede akademik ilke ve değerleri savunarak Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ni farklı kılan üniversite yönetişim modelini kurumsallaştırmak. Üniversitemizde bilimsel çalışmalarla, akademik programlarla ve yetiştirilen insan gücü ile yaşadığımız toplumun ekonomik refahının yanı sıra sosyal ve kültürel esenliğine katkıda bulunmak. Özgürlük ve medeni ilişkiler çerçevesinde birlikte yaşam. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi bir medeniyet ve sulh ortamında söyleyeceğini söyleyebilen çözüm odaklı bir kurum olacak ve bu konumunu gelecekte de muhafaza edecek.  Birbirine hürmet, şeffaflık ve güven. Hayatta en önemli güç bir yönetici için etrafında olan biteni dinlemek, radarlarını hep açık tutarak kazanılır. Bu nasıl olur? İnsanların arasına karışarak, onları dinleyerek sorunları çözme. Ben eğitime yalnız şu kadar matematik, bu kadar fizik diye bakmıyorum. Sorumlu vatandaşlar da yetiştirebilmemiz gerek. Üniversitemizin en büyük ihtiyacı bu. Ben kendime hep şu kuralı koydum: İnsanlar beni bugün alkışlamasın ama 10 sene sonra alkışlasın. Çoğulluk, açıklık ve özgürlük ilkelerini sahiplenerek bilimsel akıl ile sosyal aklı birlikte çoğaltacak çalışmalarla ve etkinliklerle daha demokratik ve kapsayıcı bir gelecek için öğrencilerimize faydalı olmak. Bir kamu üniversitesi olarak farklı toplumsal kesimlere farklı ihtiyaçlarına cevap verebilecek teknolojiler, projeler ve bilimsel eserler üretmek. Ürettiğimiz bilgi ile eğitimin ve bunları üretme yollarımızın kamusal olma özelliğini yitirmemesine özen göstermek. Günümüzün kaotik koşullarında farklı kulvarlarda bu süreçleri birlikte başarıyla götürmek. Bunu yaparken uluslararası sıralamalarda yükselmek, üniversitemize yeni projeler kazandırmak, performans ölçütleri ile uyumlu biçimde sonuca odaklı faaliyetlerde bulunmak. Bununla birlikte yaptığımız işler arasında belki de en önemlisinin yaratıcılığı ön planda tutan, eleştirel düşünceyi ve yeni sorular sorulmasını destekleyecek altyapıyı kurmak. Böylelikle bir yandan akademik anlamda mükemmeliyete ulaşırken bir yandan da toplumsal ve ekolojik anlamda sürdürülebilir bir dünya kurmak için daha demokratik ve kapsayıcı yeni değerler yaratmamız mümkün olacak. Yeni stratejik planımızın oluşumuna katkı sağlayan çok sayıda ve her gruptan üniversite mensubunun, stratejik planda yer alacak faaliyetlerin yürütülmesi, izlenmesi ve değerlendirilmesi konusundaki niyet ve kararlılıklarının planın hayata geçirilmesinin en önemli güvencesi olacağı inancındayım. Akademik, bilimsel ve kültürel faaliyetlerimizle daha iyi bir geleceğin şekillenmesine katkıda bulunmak, Kurumsal değerlerimizi sahiplenen, yaratıcı ve eleştirel düşünen, özgür ve özgürlükçü, etik değerleri önemseyen, doğa ve çevre bilinci gelişmiş, yerele kök salmış, evrensele açık, bilimsel, sosyal ve kültürel formasyonu ve özgüveni ile üstleneceği mesleki ve sosyal sorumlulukları başarıyla yerine getirecek bireyler yetiştirmek; evrensel boyutta düşünce, bilim ve teknoloji üreterek insanlığın hizmetine sunmak ve bilim, sanat ve kültürün toplumda yer bulmasında ve yaygınlık kazanmasında yardımcı ve öncü olmak. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İleri Teknoloji Merkezi  (İLTEM) bünyesinde kurulacak Tarım Ar-Ge Merkezi aracılığı ile özellikle Altıntaş-Aslanapa ovalarında  tohum ıslahı üzerine çalışmalar yapmak. Yerli sermayeli, yerli üretimle piyasada özellikle hastalıklara dayanıklı, verimliliği yüksek ürünler üzerine çalışmak. Dünya Üniversiteler Birliği'ne ve Avrupa Üniversiteler Birliği’ne üye Kadın Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi kurmak. Bu merkez  aracılığı ile Kütahya’ nın el sanat değerleri olan çini işlemeciliği, halıcılık, telkâri vb. geliştirmek. 3. Kütahya Politikalar Merkezi (KPM) Bu merkez üniversite ile ilişkili ama özerk bir kurum olacak. Üniversite’nin bürokrasi ve organizasyon şemasında hiyerarşik olarak yer almayacak, hiçbir fakülteye bağlı olmayacak. Müdürünün doğrudan rektöre ve mütevelli heyetine sorumlu olduğu bir yapı olacak. Bu kurum üniversiteye ancak yeteri kadar yakın olacak, sivil toplum kuruluşları ve diğer üniversiteler ile ağ kurabilmesini sağlamak amacıyla da Kütahya Dumlıpınar Üniversitesi'nin bir iç kuruluşu olmayacak. Şeytanın avukatı olabilecek, ülkenin karşılaştığı sorunlarda veri tabanlı ciddi analizler yapabilecek, ayakları yere basan politika alternatifleri üretebilecek, bunu sağlamak içinde sivil toplum ve bilim dünyası arasında köprü olabilecek bir kurum hedefliyorum. Bu proje benim için Türk sivil toplum ve akademik dünyasına sunulabilecek öncü bir proje KPM sivil toplum ve akademik dünya arasında köprü olmayı, bilgi ve veri bazlı uygulanabilir politikalar (siyasa) geliştirmeyi, kamuoyu ve siyasi karar vericilerin dikkatlerine sunmayı amaçlayacak. Merkez özerkliğini koruyabilmesi için de fonlanmasının projelerden ve diğer kaynaklardan sağlanan imkânlarla yapılması öngörülmekte. KPM’nin yapacağı etkinliklerin hemen hepsi projelerden sağlanan gelirlerle gerçekleştirilecek. .Son Söz: Bir "değer sistemi" olmadan, felsefe olmadan bununla ilgili bir zihniyet modeli oluşturmadan,  üniversite eğitiminin somut tarafının ortaya konulabileceğine hiçbir zaman inanmıyorum, "Bu bir zincir meselesi. Zincir aslında genel bir felsefeyle başlar. Eğitim felsefesiyle devam eder. Buna bağlı bir eğitim teorisi gerekiyor. Yani bir kavram çerçevesi gerekiyor. Kavram çerçevesinden hareketle model kurulması gerekiyor. Modele bağlı strateji koymak, stratejiye bağlı yöntemler, teknikler ve uygulama zincirini kurmamız gerekiyor. Bu kurulmadığında sadece aktivite olur. Sadece birtakım etkinliklerle projelerle yetinmek zorunda kalırız. Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde Türkiye’nin stratejik yol haritasında ki kilometre   taşları 2023, 2053, 2071 vizyonları ile yükseköğretim sisteminin nasıl bir ilişkisi olduğu? Bu vizyonlara ulaşmada   üniversitelerin kritik rolünün  ne  olduğu? Türkiye’nin bu vizyonlara ulaşmayı sağlıyacak  üniversite modelinin nasıl  kurulacağı? Bunların hepsi can alıcı ve hayati öneme sahip kritik sorular ve doğru bir şekilde yanıt ve uygulama bulmaları büyük öneme sahip....Aşağıda  ki linkde  konu ile ilgili daha önce ki yıllarda yayınlanmış naçizane  iki denememiz  var..Birlikte okuyalım.... http://portal.dpu.edu.tr/orhan.elmaci/makale_oku/298/2016-2017-akademik-yilinin-vatanimiza-milletimize-hayirlara-vesile-olmasi-dilegi-ile (*) Sonsöz: "Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fen haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir." (*)Büyük Önderin kaleme aldığı Geometri kitabını  aşağıdaki alan bağlantıdan indirebilirsiniz.) https://lnkd.in/gUj-VX7         Duvarımda ve masamda senin resmin olan ben de, koltuğumda büyük adam gibi oturan torunum da sana minnettar. İnşallah onların çocukları da, oğlum gibi, hepimizin minnetini bilecekler. Ululaştırarak ve masal kahramanı haline getirerek değil, kalpten severek ve teşekkür ederek, Atatürk diyecekler. Sağlıcakla kalın... Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz tüm insanların,  günleri hep aydınlık olsun! Yüreklerindeki sevgi daim olsun!   https://goo.gl/xLnLQQ https://goo.gl/9mvB7Z https://bit.ly/2ulAMkW  703 nolu KHK’nın 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’yla ilgili 135. maddesinin d 13 üncü maddesinin (a) fıkrasının birinci paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. "Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör, Cumhurbaşkanınca atanır. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör ataması, mütevelli heyetinin teklifi üzerine yapılır. Rektör, üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü tüzel kişiliğini temsil eder." https://bit.ly/2CRZEby kararname 17 / 3.madde b bendi (**)Rektörlerin belirlenme yöntemi dünyadaki akademik gelenekler ve uygulamalar çerçevesinde tartışılması gereken en temel ve öncelikli meseledir. Ancak sistemi tartışırken, sorumluluk alanı gereği rektör atamalarında söz sahibi olan Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) aday değerlendirme sürecindeki rolünü de anlamak gerekir.Var olan rektör belirleme sisteminin yeniden düşünülmeye muhtaç yönlerini göz ardı edilemeyecek biçimde ortaya koymak gerekir..İlgilenenler için, Cumhurbaşkanlığı Makamı'na arz edilmek üzere YÖK'e sunduğumuz "Öngörü Proje Raporu" nun tamamı  100 sh.dır İlgilenenler İçin  Bir not: ABD'de farklı yönetim modelleri uygulanıyor: Amerika Birleşik Devletleri'nde Anglo-sakson yönetim modelini uygulayan üniversitelerde rektör, üniversite yönetim kurulu tarafından ve üniversite dışından seçiliyor. Rektör, Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. Harvard Üniversitesi'nin kendine özgü bir modelinde rektör ataması mezunlar derneği tarafından yapılıyor. New York State Üniversitesi'nde ise rektörü üniversite personeli seçiyor, atanma işlemi mütevelli heyeti tarafından yapılıyor.   İngiltere İngiliz üniversitelerinde rektör, profesörlerin haricinde özel sektör temsilcileri ve öğrencilerin de üye olduğu üniversite komiteleri tarafından aday gösteriliyor ve üniversite konseyi tarafından süresiz olarak atanıyor. AB ülkeleri Almanya: Aralarında öğrenci temsilcilerinin de olduğu üniversite kurulu, rektör adayını belirleyip Eyalet eğitim bakanının onayına sunuyor. Rektör atama yetkisine sahip Eyalet eğitim bakanı, belirlenen adayı veto ederse kurul yeni bir aday belirliyor. Fransa: Rektör, öğretmen, öğrenci ve akademik personelden oluşan kişilerce seçilerek üniversite konseyine sunuluyor. Hollanda: Özel üniversitelerde rektör mütevelli heyeti tarafından atanırken kamu üniversitelerinde adaylar Bakanlar Kurulu tarafından tespit ediliyor ve Kraliçe adına Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. İtalya: Rektör seçimine okul idaresi, akademik kadro ve öğrenci temsilcileri katılıyor ve atama Eğitim Bakanı tarafından yapılıyor. Yunanistan: Seçiciler kurulunun üniversitenin profesör ve doçentleri arasından seçtiği rektör Eğitim Bakanı tarafından atanıyor. İsveç: Aralarında bir öğrenci temsilcisinin bulunduğu 11 üyeli Üniversite Yönetim Kurulu'nun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından atanıyor.

İki Trilyondan Fazla Galaksi ...

Trilyonlarca galaksi... Bilim dergisi Astrophysical Journal'da( http://iopscience.iop.org/article/10.3847/0004-637X/830/2/83 ) yayınlanan rapora göre, evrende gözlenebilir galaksi sayısı daha önce açıklanandan 10 kat fazlaymış.Gökbilimciler, evrende gözlenebilir 2 trilyon galaksi bulunduğunu bildirmişler. Astrophysical Journal'da yayınlanan yazıya göre, daha önce gözlenebilir evrende 200 milyar galaksi bulunduğunu düşünen bilim insanları, uzun yıllar Hubble uzay teleskopları ile gözlemevlerinden elde edilen veriler ışığında, bu sayının sanılandan 10 kat fazla olduğunu belirlemişler. Elde edilen bilgilere göre, keşfedilen galaksilerin yüzde 90'ı çok silik veya çok uzakta bulunuyormuş. Öte yandan, Uluslararası Astronomi Birliği, 2014 yılında keşfedilen '2014 UZ224' isimli gezegeni, 'küçük gezegen' sınıfına dahil etmiş. Birliğin bu kararı ile küçük gezegenler, "Ceres, Eris, Haumea, Makemake, Pluto ve 2014 UZ224" olarak sıralanmış. Küçük gezegen olarak onaylanan '2014 UZ224'in güneşin etrafında dönmesi, bin 100 dünya yılı sürüyormuş. Bu, minik gezegenin 1 yılının, dünyanın bin 100 yılına denk geldiği anlamı taşıyormuş. Öyle yazıyor.....Öyle yani.... Daha fazla: http://iopscience.iop.org/article/10.3847/0004-637X/830/2/83  http://www.skyandtelescope.com/astronomy-news/universe-2-trillion-galaxies/ Maybe you saw today's news that the universe contains "10 times as many galaxies as astronomers previously thought." Well, there's 10 times less to that announcement than meets the eye. But the real news is interesting enough. A relatively nearby galaxy cluster, MACSJ0416.1–2403. The thin streaks and arcs, mostly blue, are galaxies in the far background whose images are warped due to gravitational lensing by the foreground cluster. NASA / ESA / J. Lotz (STScI) NASA, the European Space Agency, and others issued press releases this morning announcing a new analysis of multi-instrument censuses of the Hubble Ultra Deep Field. A team led by Christopher Conselice (University of Nottingham, UK) sorted galaxies by their brightnesses and estimated redshifts to create a 3D model of which ones are at different distances and hence cosmic ages. Their study provides a better look at galaxy evolution over time, and estimates how many galaxies are too faint and far to see. According to one press release, the team found that 10 times as many galaxies were packed into a given [co-moving] volume of space in the early universe [as are] found today. Most of these galaxies were relatively small and faint, with masses similar to those of the satellite galaxies surrounding the Milky Way. As they merged to form larger galaxies, the population density of galaxies in space dwindled. This means that galaxies are not evenly distributed throughout the universe's history. . . . hardly a surprise. We already knew galaxies grow in part by merging, so there will be more, little galaxies in the past and fewer, bigger galaxies in the present day. The press release explains that the team used new mathematical models which allowed them to infer the existence of galaxies that the current generation of telescopes cannot observe. This led to the surprising conclusion that in order for the numbers of galaxies we now see and their masses to add up, there must be a further 90 percent of galaxies in the observable universe that are too faint and too far away to be seen with present-day telescopes. These myriad small faint galaxies from the early universe merged over time into the larger galaxies we can now observe. Again, this picture isn't news — it's just an observational confirmation of the old picture. Astronomers have known for years that, following the Big Bang, the first galaxies to form were very small and numerous compared to those today. Galaxy history since then has been all about mergers and acquisitions. The original tiny ones have been falling together to form big ones many thousands of times more massive. Some primitive dwarf galaxies are still drifting around as leftovers. Some of these are occasionally adding themselves to big galaxies, though at a much slower rate than in the past. All these observations increasingly match the picture that's predicted by the current overarching model of cosmology, known in the trade as Lambda-CDM. This model assumes a remarkably simple Big Bang, spawned according to inflation theory, and then lets physics run from there. It has been an extremely successful match to the observed universe throughout cosmic history — all the way from evidence we can glean about the instants after the Big Bang, through cosmic evolution ever since, up to the present universe around us. So what's new from this study? We get a better grasp on those early, unseen dwarf galaxies — the model's building blocks for today's galaxies. That's an achievement; dwarf galaxies are pretty darn elusive. The Lambda-CDM model predicts many more of them than easily meet the eye, and astronomers have been finding the missing ones only slowly. Few doubt that they're out there in one form or another. Now we have a more solid handle on them. But How Much Galaxy is Two Trillion Galaxies? Up to now, astronomers usually said we know of about 200 billion galaxies in the observable universe (meaning out to our event horizon, a look-back time of 13.8 billion years). Now the number can be said to be about 2 trillion, with the caveat that this estimate doesn't go back a full 13.8 billion years, it's 600 million years short. (Not many galaxies could have formed before then.) The only reason the number is 10 times bigger now is that you can legitimately include more of those littlest early building blocks; they're no longer so theoretical. The total amount of stuff — stars and gas — hasn't changed. So no, we do not "also have to update the number of stars in the observable universe, which now numbers around 700 sextillion," as some uninformed science writers are saying. That's what they get for taking press-release hype literally. The Lambda-CDM model predicts that the earliest clumps that formed in the smooth material after the Big Bang should have averaged about a million solar masses each (dark matter and normal matter combined). That's about the mass of a typical globular cluster today, and a millionth the total mass of the Milky Way. That's the mass down to which Conselice's team ran their extrapolations to come up with their count. Bu senenin en büyük kaybıdır Hawking'in ölümü. Yıldızlarla birlikte o şimdi. Ayaklarınıza değil yıldızlara bakın, diyor veda mesajında. İzlemek isteyenler için :30.12.2018 https://www.youtube.com/watch?v=VYxjumUhji0

Dualarımız Türk Milleti‘nin ve Türkiye Cumhuriyeti‘nin Bekası İçin!...

Bu coğrafya da mertlik, bazıları icin; çocuksu ve aydınlık bir hayal olageldi hep. Kalleşlik ise bazı yetişkinler dünyasının vazgeçemediği karanlık bir alışkanlık.....korkaklığın ve kalleşliğin bu kadar olağanlaştığı ortamda Yüreği yanıyor mu gerçekten herkesin ?Yürekler yansa, Ateşi ocağında, göz yaşını yanağında hissetse yürekler gerçekten yanar mıydı?...Acıyı bal eyler miydi?  Hayatını kaybeden sivil, asker tüm vatandaşlarımıza, evlatlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum....Başın sağolsun Türkiye!...Dualarımız Türk Milleti‘nin ve Türkiye Cumhuriyeti‘nin Bekası İçin... Cumhurbaşkanımızın bu konuda ki kararlı açıklaması...Birlikte okuyalım: "Bu örgütleri ülkemizin ve milletimizin üzerine saldırtanlara mesajımız yine aynıdır: Başaramayacaksınız! Türkiye’de ezanları susturmaya, bayrağı indirmeye, vatanımızı bölmeye, milletimizi parçalamaya, bu eli kanlı örgütlerin ve arkalarındaki güçlerin, nefesi de takati de yetmeyecektir.Kaybettiğimiz her can gib ,şehit edilen kardeşlerimizin de hesabının sorulacağından, kanlarının yerde bırakılmayacağından hiç kimsenin şüphesi yok."     Bu bir böl, parçala yut oyunu.“  Balkanlarda, kafkasyada,Hocalı'da,Karabağ'da, Doğu Türkistan'da Türklere yapılan katliamların müsebbibi kim ?...Türkiye'yi karıştırmak için nakış nakış dokunan tarihsel bir süreç ....Her şey göründüğünden daha karmaşık ve planlı...Göründüğünden çok tehlikeli  . "Tarih tekerrürden ibarettir" demişler de, büyük şair Mehmet Akif' de "Tarihten ders alınsaydı, tekerrür eder miydi hiç?" deyip işin aslını ortaya koymuş.... Hukuki sonuçları yanında, kültürel olarak da bir milletin hem mazisini hem de geleceğini bağlayan Soykırımların ağır suçluluğunu taşıyan, Küresel oyun kurucular özgün suçlarını yayıp paylaşacak tarihi ortaklar arıyorlar... Küresel oyun kurucu kimdir ve nasıl oyun kurucudur? diyenlere yanıt… İngiliz/ABD/Fransız/Alman. ve diğerleri.…(Son Hakikat" dedikleri dünya görüşlerini gezegenin bütününe tebliğ etmekle yükümlüd olan "Yüce Pir" başta olmak üzere ;vasıl, salik, mürid ve talipler den oluşuyor.).Bu oyun kurucular geçmişte Türklere Karşı oynadıkları oyunlardan bazıları nelerdir derseniz...Bunlar saymakla bitmez...Kitaplarda yazanların bazılarını özetliyelim...Birlikte okuyalım:  ·        ♦Yahudiler ve diğer Avrupa güçleriyle birlikte Osmanlı’nın durdurulmasında aktif rol üstlenmeleri ·       ♦ 200 yıllık küresel güç olmanın(hegemonyalarının)temellinde ”Şark Meselesi ”olarak adlandırılan uzun vadeli stratejileri … Bu stratejinin iki kritik noktası: -  Osmanlı’nın Avrupa’dan uzaklaştırılması - Müslüman toplumun islâm’ dan uzaklaştırılması… ·       ♦Küresel sisteme itaraz etmiyecek,dini,bireysel inanç meselesine indirgeyen,mutasyona uğratılmış hormonlu kitleler oluşturmak… İslamın protestanlaştırılması, sekülerleştirilmesi,içinin boşaltılması… ·        ♦İslam dünyasını tam ortadan ikiye ayırmak…Yapay sunni-şii çatışması …ve lokal çatışmaların,  etnik kimlikler m ön plana çıkartarak,Müslüman toplumların,siyasi,sosyal,kültürel ve ekonomik kaosun eşiğine sürüklemek…Ortadoğu'da alevlenen mezhep kavgası.. Ermeni meselesi de bunun bir uzantısı…          Kapitalizm İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir küreselleşme aşamasından geçmekte. Amerikan ekonomisinin hegemonik gücü altındaki bu yeni küreselleşme bir yandan teknolojide yepyeni atılımlar gerçekleştirirken diğer yandan da ülkelerin siyasi, kültürel ve sosyal ilişkilerinde yepyeni dönüşümler gerçekleştirmekte“İdeolojilerin Sonu”, “Medeniyetler Çatışması” “alt kimlik - üst kimlik” gibi kavramlar, iktisat dünyasının teknik terimlerinin yanında yer almaya başlaması.        20. yüzyılın son küreselleşme dalgası ile birlikte sertleşen rekabet koşulları çokuluslu şirketleri artık daha ucuza işçi çalıştırabileceği yeni üretim merkezleri aramaya itmiş olması belki de en kritik nokta.Böylece  Dünyanın fabrikaları giderek dünyanın ucuz emek cennetlerine, Çin’e, Hindistan’a ve Latin Amerika ülkelerine kayması…. Bu süreçte 19. yüzyılın İngiltere odaklı kapitalizminin ayırt edici unsuru olan sanayi işçisi, yerini artık taşeronlaştırılmış, marjinalleşmiş ve çoğunlukla da çocuk işçiliğine dayalı “enformel/ esnek” üretim biçimlerine bırakması. Böylece Batılı sanayileşmiş ülkelerde işsizlik giderek daha büyük bir toplumsal sorun haline dönüşmüş, azgelişmiş ülkelerde asgari geçimlik düzeyinde çalıştırılan ve her an işini kaybetme korkusu yaşayan milyonlarca yeni iş merkezleri yaratılması…Bu dönemeçte artık yeni söylevler geliştirmek gerekti… Amaç her anlamda Dünya tarihini,insanlık tarihini kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etme,kendi yaptıkları insanlık suçlarını unutturma ve dünya halklarını afazileştirme….kendi kanlı ellerini başkalarının üzerinde temizlemek için bu afazilleştirme stratejisi uyguluyor….. Küresel oyun kurucullar bilgiyi, düşünceyi hatta inançları dogmalaştırarak beyinlerde egemenlik kurmak istiyor…Ekonomi alanında neoliberal olarak nitelendirilen politika emperyalizmin oluşturduğu dogma. Beyinler çizilen çerçeve içinde düşünüyor, önerileri, savları önsel, apriori olarak doğru kabul ederek olayları yorumluyor, beklentilere ona göre yön veriyor. Dogmatizm, dogmacılık kuşkuyu, eleştiriyi irdelemeyi ortadan kaldırıyor, bağnazlık, düşünce körlüğü yaratmak istiyor…"Amaca Ulaşmak İçin Her Yol Mübah"  olan Pragmatist / Makyavelist / Oportünist Düşünce Sistemini yaygınlaştırarak tüm Dünya Halklarını afazileştirmek kendi hegomanyası altına almak istiyor...Ve  başarıyor da.... Artık birileri mağdur rolü oynuyor…Ötekilerde cani  olarak ötekeleştiriyor....İşin garibi bu tarihsel olayları da kendilerinin kurguladığını. Bu işin asıl sorumluları kendilerinin olduğunu hiç gündeme getirmeden…Osmanlı Balkanlarda can veriyor, kan veriyor, Osmanlı Sarıkamış’ta can veriyor. Osmanlı toprak kaybediyor ve bu sırada Osmanlı’nın sadık teba diye bağrına bastığı Ermeni vatandaşlar Ruslarla bir olup Türk’ü Osmanlıyı sırtından vuruyor. İşte Osmanlı, o zaman sen vatanın o yöresinde muzurluk ediyorsun, seni vatanın başka bir yöresine göç ettiriyorum. Tehcir bu demek ve açın Osmanlı arşivlerini açtığımız zaman her kafileye doktor verilsin, her hamile kadına süt verilsin döndükleri zaman borçları ertelenmiş olsun. Eğer Osmanlı bir soykırım yapmaya niyetlenseydi ne sütüyle, ne doktoruyla ne de borcuyla ilgilenmezdi."Ruslara diyorlar ki ‘Türklere takviye gelmedi çekilmeyin’ Bu bile başlı başına bu ihanet ...   Van faciası Van yakılmış, yüzlerce binlerce insanımız gerçekten hunharca öldürülmüş. Sadece Van değil Erzurum, Erzincan her yerde maalesef o acıları okumak mümkün. Esas yok edilmeye çalışanlar öz yurtlarında Türkler....,.Ermenilerin ilk Başbakanı Kaçaznuni diyor ki; ‘Biz ihanet ettik. Osmanlı tehcirde haklıydı. Çünkü biz ihanet ettik.Bir Ermeni devlet adamı ve tarihçisi olan Karinyan, Ermeni milliyetçiliğinin tarihini "emperyalizm ile işbirliği tarihi” diye özetliyor(A. B. Karinyan, Ermeni Milliyetçi Akımları, Kaynak Yayınları, çeviren: Arif Acaloğlu)..İşin garip tarafı Almanlarında bu oyunda yer alma istekleri. Savaş filmlerinde görürsünüz... Almanya’da Nazilerden kaçmaya çalışan Yahudiler çoğunlukla Alman halkının ihbarları ile ele geçirilir. Toplama kamplarına gönderilir. Alman halkının en az yarısı Yahudi avına katılmıştır. Savaş sürecinde 6 milyon Yahudi öldürülür. Ama savaş sonunda Nürnberg’de sadece 19 sanık cezaya çarptırılır (12 idam, 3 müebbet, dört 10 - 20 yıl hapis).Hesap görülmüştür. Defter kapatılır!.Yahudi avcısı Almanların pek çoğu hayattadır.Ancak kitaplarda, filmlerde, törenlerde Alman halkı suçlanmaz, “Nazi”ler suçlanır.Türk halkı ise tehciri desteklememiş, on binlerce Ermeni’yi tehcirden kurtarmış, saklamış, kaçırmıştır.Üstelik bugünkü neslin dünkü trajediyle hiç ilgisi yoktur.Ancak bugün hedefte olan ve suçu kabule zorlanan “Türk halkı”dır.İkiyüzlülük nasıl da sırıtıyor.Tehcirin arkasında Enver ve Tâlât Paşaları da görüyoruz ama Enver’in arkasında duran Hans Humann ve Hans Freiherr von Wangenheim gibi Alman diplomatlar  var...Fritz Fischer adlı bir tarihçi Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasının baş sorumlusunun Almanya olduğunu yazmış... Burada ekonomik çıkarlar önemli ... O zamanlar Osmanlı topraklarında bunları organize eden politikacı ve askerlerin arkasında Deutsche Bank, Krupp, Erhardt ya da Bağdat Hattı’nda çalışan Holzmann gibi belli şirketler var. Hatta bir inşaat şirketi olan Holzmann o dönemde Ermeni ve Rumları zorla çalıştırıyor. Yani daha sonra İkinci Dünya Savaşı’ndaki uygulama önce orada deneniyor.... Belki tehciri örgütleyenler bu boyutta bir soykırım düşünmediler ama savaş koşullarıyla birlikte herşey kontrolden çıkıyor. O zaman da bu savaşı kimin çıkardığı sorusu ortaya çıkıyor. Çünkü savaş soykırımın başlamasını tetikleyen bir olay. Osmanlı’yı savaşa kim soktu, bu suçu kim işledi? O suç şimdilik pek tartışılmıyor. Fakat mesela Türkiye’deki darbeler silsilesinin açılışı olan Bab-ı Ali Baskını’nın örgütlenmesinde Alman Askeri Ataşesi Walter von Strempel’in belirleyici bir rolü, suç ortaklığı var. Zaten Ermeni Soykırımı’na karşı çıkan Osmanlı milletvekilleri İsviçre’de Ermeni siyasetçilerle buluştuğunda onları izleyen casuslar da Alman.Artık alt yapı hazır…“Yeni Dünya Düzeni Tarikatının" Kendi Yaptıklarının Yanında“Habbeyi Kubbe” yapma çabaları.... Kendi Dünya Görüşlerini Gezegenin Bütününe Yayma Çabaları ....Güneydoğu birilerine peşkeş çekmek için bir oyun… Anadolu kapılarının tam olarak; Türklere açılışı, 10 yıl sonra? Malazgirt Savaşı/ Zaferi "Anadolu'nun kapısının Türklere kesin olarak açılmasına neden olan", "Anadolu'yu Türklere ikinci bir vatan yapan" kutlu bir olay !...   Sultan Alparslan'ın adaletli, merhametli ve hoşgörülü yönetim anlayışıyla Anadolu'nun bereketli topraklarında yeşermeye başlayan şuur, kadim medeniyetimizin dayandığı sağlam temellerini oluşturmuş, bu topraklarda farklı inanç, dil, köken ve kültürler yüzyıllarca barış ve huzur içinde bir arada yaşamıştır. 1071'de Malazgirt'te kazanılan büyük zafer, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna uzanan yolun ilk kilometre taşı    Bu kutlu olayın sürekliliğini yok etmek isteyenler!..   Türkler'i Avrupa'dan ve Ön Asya'dan silmek için yüzyıllarca uğraşanlar, tam bu işi başardıklarını sandıklarında, tarih tekerrürden ibarettir derler ya!.. Birden bire Anadolu kapılarının Türklere açılışının 849 'uncu yıldönümünde "Anadolu İhtilâli" gerçekleşiyor. Kurtuluş Savaşı o ihtilâlin içinde, ikisi beraber. Türkiye bir taraftan onu yok etmek isteyen Batı'ya karşı çok ciddî bir savunma gösteriyor, ama öbür taraftan da o kendisini yıkmakta ortak olan yerli işbirlikçilerine karşı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderini etkileyecek olan ve hemen hemen aynı tarihlere denk gelen Rus ihtilâli. Ruslar da Batı'ya karşı tavır takınmışlar,1917 ihtilâlini yapmışlar. Yukarıda bir sosyalist ihtilâl, aşağıda bir demokratik ihtilâl. Bu iki ihtilâl birbiriyle sınırdaş ve onunla da kalmıyor. Beraber; en kısa zamanda ikisi birbiriyle anlaşıyorlar. Bu anlaşma doğrudan doğruya Batı'ya karşı bir anlaşma ve bu İngiltere'nin ondan sonrası için olan planlarını en az İkinci Cihan Harbi'nin sonrasına kadar perişan ediyor. İngiltere bu yüzden çok zor durumda kalıyor. Çünkü, Türkiye Sevr Muahedesiyle dağılacağını sanıyor, evdeki hesap çarşıya uymuyor . Hiç hesapta olmayan bir mukavemet başlıyor. Bu mukavemet başlamakla kalmıyor, Türkiye ile Rusya'nın arasını bölen Kafkas seddini yıkarlar ikisi beraber. Beyaz Ordular yenilir, küresel oyun kurucuların destek verdiği Yunanlılarda artık yenilgileri kaçınılmazdır     O tarihlerde İngiltere stratejisini gelişen olaylar karşısında revize etmek zorunda kalır.Strateji değişince taktikte değişir. Taktik olarak  "Türkiye'nin kurtuluşunu Ruslar'a karşı Kullanmak" Bu taktik büyük önderin ölümünden sonra da kullanmaya devam eder. Fakat o zamana kadar, dünyanın tarihinde ilk defa olarak Avrasya bölgesinde iki büyük devlet emperyalizme karşı çok net tavır alır ve çok net olarak halkları  ayaklanır.. Şanlı Anadolu ihtilali; kapitalizm temeli üzerine oturan emperyalizme karşı görkemli bir yenginin, tarihsel bir destanı. "Mazlum" uluslar hesabına yazılan "kutsal" bir isyan. "Misakı Milli (Ulusal Ant)" ilkesinde birleşen; soyu, din ve mezhebi ne olursa olsun "Küçük Asya'yı" Anayurt edinerek kendilerini ulus kabul edenler, canları pahasına bağımsızlık savaşını kazanır.. Bu zaferin ardından TBMM'ce 1920 yılında yayımlanmış olan  bu ilk bildiriyi asker ve sivil, hepimiz yeniden okuması gerekir....çünkü bu mücadelenin ve devlet olmanın genetik kodları bu bildiride saklı.. "-TBMM, milletin hayat ve istikbaline suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı savunma ve amaca aykırı hareket edenleri cezalandırma amacıyla kurulan bir orduya sahiptir. Emir ve komuta yetkisi TBMM'nin manevi kişiliğindendir." Kurtuluş Savaşı'nda ordu, bir avuç ulusal kurtuluşçu subay ve "Kuva-yı Milliye" adı verilen sivil örgütlerce oluşturulmuş. Kuva. Arapça'dan geldiğini yazıyor kitapalar..; "kuvvetler" demek... Kuvayı Milliye, "Milli Kuvvetler" anlamında... Bizim tarihimizde Kuvayı Milliye bir ruh; mücadele etme azminin sembolü.. Direnerek vatanı emperyalist boyunduruğundan kurtarmak demek... Kuvayı Milliye, gerçek bir halk destanı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ülküsünden giden büyük halk mücadelesinin simgesi... Kurtluş Savaşı, "asker ? sivil ? aydın halk" üçlüsü ile örgütlenmiş ve kazanılmış. Kurtuluş Savaşı, birçoklarının sandığı gibi kökeninde "asker cumhuriyeti" değil, sivil örgütlenme biçimi olan "Kuva-yı Milliye" örgütleri ve 1921 Anayasası'nda yer alan "Vilayet ve Nahiye şurâları" yer alır. Ordu, TBMM'nin emrindedir. Ordunun da TBMM'nin de o günlerdeki amaçları aynı. -Emperyalist ve kapitalist düşmanlara karşı savaşmak... Silahlı Kuvvetler, Kurtuluş Savaşı'nda TBMM'nin emrinde hem dünyanın o tarihteki en güçlü emperyalist ordularına karşı savaştı, hem iç ayaklanmaları bastırdı. "Kuva-yı Milliye" ve silahlı kuvvetler, o yıllarda kaç ayaklanmayı bastırdı? Trabzon ve çevresinde Pontus... 1919 Mayısı'nda Nusaybin'de Ali Batı... Bozkır... Şeyh Eşref... 1919 Kasımı'nda Anzavur... 1920 Nisanı'nda Düzce, aynı yılın Mayıs ayında Yozgat'ta Çapanoğlu... ve yine aynı yılın Haziran başında Zile ve Ekim ayında Konya'da Zeynelabidin Aralık ayında da Çerkez Etem ayaklanmaları baş gösterir. 1921 Temmuzu'nda da Koçkiri ayaklanması başlar. 1924 Nasturi... 1925 Şeyh Sait... 1925 Raçkotan... 1925 ? 1937 Sason... 1926 1.Ağrı... 1926 Koçuşağı... 1927 Mutki... 1927 2. Ağrı... 1927 Bicar... 1929 Asi Resul... 1929 Tendürük... 1930 Savur... 1930 Zeylan... 1930 Oramar... 1930 3. Ağrı... 1930 Pülümür... 1930 Menemen... 1937 ? 38 Dersim ayaklanmaları yaşanır. TBMM ve silahlı kuvvetler, bir yandan emperyalist ve kapitalist düşmanlarla savaşırken, bir yandan da bu iç ayaklanmaları bastırır.   Kurtuluş Savaşı, bir soylu ayaklanma, "Kuva-yı Milliye", köklü bir sivil direniş ve 30 Ağustos da görkemli bir askeri utkudur."     Savaşı kazanan ve cumhuriyeti kuran, o çilekeş o özverili Anadolu halkıdır, her cephede kan akıtan, can veren Mehmetçiktir, "tam bağımsızlık" inancı ile Anadolu'ya geçen ve emperyalist ordulara karşı savaşan ve ayaklanmaları bastıran yurtsever subaylardır; Mustafa Kemal gibi İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Karabekir Paşa, Refet Paşa, Fahrettin Paşa, Ali Fuat ve Kazım Özalp Paşalar gibi paşalardır.."       Dünya uluslarına; günümüzün moda deyimi ile "Baharları" vaat eden küresel aktörlerin yandaşları ve yerli işbirlikçileri o zamanda çoktu. Bugün de çok!.. Bu perspektif den baktığınız zaman büyük önder Mustafa Kemal daha çok daha büyüyor.  O gün için  yedi düvel.... Bugün  Küresel oyun kurucular ve yerli işbirlikçileri ....15 Temmuz 2016 Türkiye'yi darbeyle işgal teşebbüsünü hiç unutmadan...http://www.alevalatli.com.tr/ Saygılarımla. Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan"  ve "Bilgehan Deniz" kadar temiz olanların! “Whoever has ears, let them hear.” On July 15 our beloved country suffered a most violent physical assult. Seven bombs were dropped on The Grand National Assembly which was then in session. As the right wing of the building was severely damaged, the Deputies went on to resume their meeting in the under ground shelter. Peoples’ representatives refused to leave the building and stood sentry for the next twenty-four hours within which the attempted coup was thwarted. Please note that never before in its 139 year old history, neither by enemy nor by foe had the Turkish Parliament (1877) been corporeally attacked. This damnable transgression is the very first. Concurrently, the modest seaside resort where the Honorable Recep Tayyip Erdoğan and his family, including grandchildren, were vacationing, was being raided by a dozen men heavily armed with gun night sights. The men were masked and bore no insignia, military or otherwise. As security guards engaged the gang, the President of the Turkish Republic scaped the assasination attempt by some fifteen minutes only. Please note again that in our long history, no political leader, including the late Prime Minister Adnan Menderes, was impeached without due legal trial. The fact is that the Turkish people abhor the thought that death by assasination is condign chastisement for any leader, including late John F. Kennedy, Martin Luther King, Jr, Benazir Bhutto, Thomas D’Arcy McGee, Rafic Hariri, Mahatma Gandhi to name a few. Now, imagine if you will, the sights and sounds of sinister night helicopters and jets firing away indiscriminately over the Ankara skies. Having done that, consider the cooly serviced images by international media of the brutally dismembered bodies of late Saddam Huseyin, Muammer Kaddafi, et al, juxtaposed with estimeed President Erdoğan and/or the men and women members of the Turkish Parliament. You cannot but empathise with the Turkish people who took to the streets determined to stop the crazed hashashin at any cost. Please note that President Erdoğan has won every single local and national election in the past decade, including the recent presidental contest when he achieved an admirable 52%. As such, he is undoubtably the most popular Turkish leader since Mustafa Kemal Atatürk. Even so, the unarmed people who confronted the tanks were by no means composed entirely of Erdoğan fans. Nor are the huge crowds who have been keeping vigilance until the wee hours of the morning the zealous supporters of his Justice and Development Party. They are none other than the multi-ideological members of a seasoned nation who is well aware that in our part of the World after every democratic victory there is another battle waiting to be won. We are a steadfast lot who believe that the peoples’ right to choose their way of life is a natural, fundamental right, and as such is a corollary of the postulate of integral democracy. Hence, no democratically elected government deserves being overthrown by an coup. No attack on unarmed civilians can be extenuated, most certainly not by the Peoples’ very own military with weapons precured with their hard earned taxes. Please note that July 15th was not some Play Station game. We lost over 250 men and women. About 1500 people are wounded, some so heavily that they probably will not make it. The gist of it is that, we in Turkey are angry and hurt. As such, we have been expecting if not compassion, some solace from our friends and allies - and at least some semblance of homage from the international media. To our dismal, we witnessed the BBC Arabic, Sky News Arabic, El Arabiya TV, the ITN diplomatic editör and the US networks run boisterous commentaries saying that President Erdogan “was finished” or “had fled to Germany.” As Sunday Times unabashedly reported the rogue faction as “the guardians of democratic and secular rule of law”, our very own resident reporter Andrew Finckel, typically ignored the reality of the Turkish scene and haughtily advised from The Guardian: “The lesson of the failed coup is that Turkey needs a leader who can bring different sides of a divided society together – or at the very least, one who is willing to try.” This was from a man who has been living in our mids for the last two decades. As for the irrefutable fact that “It was a major display of solidarity when Turkish MPs from all four major political parties gathered at the damaged Parliament only hours after a coup attempt failed to overthrow the government”, we were to find out that a blatantly hostile explanation had already been designed and put to service: “Knowing if they didn’t, the resurging dictator-in-charge (please note that would be President Erdoğan!) would include them in his lethal kill roundup too.” Another overbearing commentator was Joachim Hagopian of Global Research. An ex-army officer by trade, the faul mouthed US psychologist rushed in to offer his shameslessly defamatory and patronizing appraisal of the situation: “Typically what do political leaders (like Erdoğan!) do when they’re struggling to stay in power? They launch a fake coup or war, sabre rattling (note the crude innuendo about ‘Eastern despots’) against internal or external threats to rally a jingoistic nationalism amongst its malleable, flag-waving citizenry (that are the Turkish people!)” Bewildered as we were by the covers of Time, Newsweek, The Economist and Der Spiegel magazines and tried to fanthom the journalistic skill that actually obscured the bloody attempt and managed to disseminate the ill feeling that is an inevitable collary to measures to be taken in a state of emergency, Western leaders like Obama and Kerry added “injury to insult” by silently waiting “for hours in hopes that Erdogan would be dethroned before finally conceding, issuing public statements backing the Erdogan government, seemingly only after they had no other choice.” “Whoever has ears, let them hear” had said Jesus Christ, aleyhis selam, in Matthew 11:16-24. He was referring to conceited Pharisees whom he graciously likened to children who can indeed be very self-centered and typically consider themselves the center of the universe. Their complaints are often about fictive events - yet, fiction can breed great malice. We the living in this part of the World maintain our hope that these modern Times of Trouble will too pass. The men of decency and conscience will once again appear on the Western horizon. That they will mourn when they hear our dirge, and rejoice when they hear our pipes. Alas, the World needs people whose ears are clogged neither with orientalist, nor Islamophobic fiction. Alev Alatlı, Dr. h.c. July 25, 2016 Beykoz   İlgilenenler için...... Büyük Nutkun 10 adet video ile anlatımı ..  http://feritgezgil.com/SesliNutuk/1.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/2.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/3.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/4.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/5.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/6.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/7.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/8.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/9.mp4 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/10.mp4

Küresel Oyun Kurucunun Andı ve Andımız!...

Küresel Oyun Kurucunun Andı ve Andımız!...     04.10.2013 01:00:33 A+ A-   İlkokulda;  her sabah, ilk ders zili çalınca, hava güzelse bahçede, kötüyse içeride “sınıf taburları” halinde toplanır ve kollarımızı önümüzdekinin sırtına doğru uzatarak sıra olurduk. Okul Müdürü Mehmet  Hoca, önce mendil muayenesi yapardı… Önce mendillerinizi çıkarırdık… Siyah önlüklü ve beyaz yakalı, kısa yahut uzun pantolon giymiş erkek öğrenciler, ellerini pantolon ceplerine sokarak; beyaz, keten, ütülenmiş dörde katlı mendillerini havaya kaldırırlardı. Arkasından da sabah yeminine geçerdik: "Türküm, doğruyum, çalışkanım, Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!" Ve andımızı hatırladım...  ilkokul anılarımda... . Yetmiş yıldan beri okullarda her sabah söylenmekte olan "Öğrenci Andı" nı dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Reşit Baydur tarafından Büyük Önderin verdiği direktif üstüne  yazılmış  ve 23 Nisan 1933'te Türk çocuklarına armağan edilmiş. Bakanlığı sırasında ilkokuldan başlayarak öğrencilere Atatürk ilkelerine bağlılık ruhu aşılamaya yönelen Reşit Galip Cumhuriyet 10. yılını doldururken 23 Nisan 1933 sabahı çocuklarına kendi yazdığı bir andı okutmuş ve o gün Çocuk Haftası’nı açış konuşmasında da bu metni tekrar etmişti. Bu konuşmanın ardından Bakanlıkça yayımlanan bir genelge ile Cumhuriyet'in 10. yılından başlayarak okullarda bu ant sürekli hep bir ağızdan okutulmuştur. Andımız Türk Çocukları  tarafından o yıldan beri tekrarlanmış Acaba küresel oyun kurucunun böyle bir andı var mı? var ise her sabah tekrarlanıyor mu?  Yanıtı, Evet!...,Var.... Olduğunu kitaplar yazıyor... ve her sabah tekrarlanıyor.... “Herkes için özgürlük, adalet ve tek bir millet olmayı sağlayan cumhuriyeti   temsil eden ABD bayrağına, sadakat ile bağlı kalacağıma tanrının huzurunda yemin ederim”. Amerika'da 1892 yılından bu yana okullarda her sabah öğrenciler bu yemini etmekte. Kamu  toplantıları ile özel toplantıların çoğu bu yemin ile başlamakta. Bayrak töreni yapılırken bu yemin okunmakta. Ayağa kalkılmakta. Yemin metni hep bir ağızdan seslendirilmekte. Yeminin hedefi Amerika’da yaşayan 72 milletten insanı, tek bir millet olarak bir araya getirmek. Amerikan Bağlılık Ahidi (Yemini), Christopher Columbus’un ABD kıyılarına çıkışının 400’üncü yılında yazılmış. Şimdilerdeki 1954’de değişikliğe uğrayan metin. Bağlılık yeminine eklenen “Tanrı” kelimesi üzerinde, yemini dini bir yemine dönüştürdüğü gerekçesiyle,  uzun tartışmalar olmuş. Davalar görülmüş. Şu anda 4 eyalet hariç, 46 eyalette bu yemin metnini her sabah öğrenciler okumakta. Amerikalılar diyorlar ki, “Bayrak sevgisi, milli birlik duygusu, özgürlük ve adalet gibi kavramların önemi çocukluk çağlarında öğretilir ise insanlar bu değerlere  sahip çıkar.”   Bir başka küresel oyun kurucunun and var mı?.. -olmaz olur mu!... örneğin Kanada'da da, İngiltere’de bir çok elit  çocukları o ülkenin okullarında okumaktalar. Bu insanların hiçbirinden şöyle bir şikayet hiç duyulmuş mu ?: çocuğumuzu Kanada’da okula gönderdik, her sabah ‘Tanrı Kraliçeyi Korusun’ diye and içiriyorlar. Hiç duydunuz mu? Şu İngiliz Milletler Topluluğu’nu da hiç anlamak mümkün değil!..., Siz Afrika kökenli Çin kökenli vs.çocuklara neden "Tanrı Kraliçeyi Korusun" andını içirirsiniz… Bu andlar ne için? Egemenlik seremonisi için değil mi?.. Acaba bu ülkeler hiç demokrasiden nasibini almamış mı?.. "Öğrenci  Andı", sabah çocukları, çalışmaya başlatmak için bir nevi motivasyon, bir ritüel bir anlamda.. Hiçbirimiz Andımızı  okuduğumuz için ırkçı olmadık.... Cumhuriyet’i ayakta tutma çabalarının bir parçası ve stratejisiydi... Bizim cumhuriyetimiz, dağılmış bir toplumu toparlama, ulus  kurma hareketi. Bu ant, bu hedefe dönük olarak, bu ülkede yaşayanların çocukluktan itibaren, “dağılmayı, bölünmeyi, yok olmayı, küresel güçlerin ülkeyi parçalamasını” önleyecek şuura sahip olmalarını sağlamak için yazılmış.....  Öğrenci andına 1972‘de Resmi gazete’de yayımlanan yönetmelik ile şu bölüm eklenmiş: “Ey bu günümüzü sağlayan Büyük Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülkede, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene.” Bu son bölüm  milli eğitim Bakanlığı’nca 1997 yılında şöyle değiştirilmiş; “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne Mutlu Türküm Diyene!”  Her zaman Türk olmaktan da Türk demekten de onur duyduk..   ‘Ne mutlu Türküm diyene’ kavramı,  herhangi bir etnik kökeni yücelten değil, tam tersine hiçbir etnik kökeni dışlamayan bir kavram. kim ne derse desin Andımız Miilet bilincinin somut tezahürüdür. Andımız bir "orhun abidesidir"...  Bu andı kaldırmakla Türkiye'nin hangi sorunu çözülecek gerçekten merak ediyorum. Andımızın kaldırılma girişimi bize  şunu anımsattı: Ant içmenin, yemin etmenin gereklerini şimdiye kadar, ne ölçüde yerine getirebildik?.. Ülkede kaç kişi andına, yeminine uygun hareket etti? Asıl sorun andına uygun davranan gençleri ne kadar yetiştirebildik?, yemini ile tutarlı hareket eden yöneticileri seçebildik,? Atayabildik?... Türkiye’nin düzgün, kişilikli, insan sevgisi olan, bilgili, özverili, ... cesur insanlara gereksinimi geçmişte de vardı şimdi de var!.. Şarlatan, gösterişçi, çıkarcı, yalaka, yarı bilgili  ve insanları "ti" ye alan tipler zaten gırla!.... Nitelikli insan yetiştireceğimize, geniş kitleleri niteliksizleşmeye özendirmek ne kadar doğru merak ediyorum!... Hem de bunu kişisel çıkarlarımız, kişisel beklentilerimiz için yapmak. Türkiye için asıl tehlike burada. Şimdi içimiz buruk! İnandığımız, öğrendiğimiz, yıllarca sahip çıktığımız değerler... Derinden bağlandığınız bir inanca, çok önem verdiğiniz bir ilkeye, yıkılmasına asla razı olmayacağınız bir değere ilişkin siz “adam sen de” diyebilir misiniz?   Aşağıda ki ant gibi... Birlikte okuyalım: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.” diye!  Türkiye’de,  davranışları Orhan Veli’nin ünlü cımbızlı, aynalı şiirini anımsatan o kadar çok  nevi şahsına münhasır zat-ı muhterem var ki!..  "Bindirmişler bir gemiye Rotasından haberi yok. Korkuyor ‚Türküm’ demeye Atasından haberi yok. ’Seriyat’ der fitne yayar Müslümanı kafir sayar Görülmemiş böyle hıyar Hatasından haberi yok. Övünüyor sabah, akşam Kırkını döver bir Rahşan Beyin mermer yürek tavşan Çetesinden haberi yok. Avantadan öküzü ver Boynuzuyla birlikte yer Sorsan ‚dünya cebimde’ der Kıtasından haberi yok. Derdi, davası oy için Seneyi satar ay için Herkese çatar bey için Ötesinden haberi yok..."   Son Söz: "Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur. "Türk değilim diyene karşı sakın ısrar etmeyin. Tanrı'nın bahş ettiği şerefi istemeyen şerefsize; biz zorla şeref verecek değiliz. "Sen Türk olduğunu unutsan da,  düşmanın asla unutmaz." - ( Ebulfez Elçibey ) Bugün  3 Ekim perşembe... .Güz mevsimi... Tam fırtına mevsimine girdiğimizi.söylüyor  Meteoroloji,,,, .. Kafkas dağlarının eteklerinde Ulgar'a kar çoktan yağdı bile... Ne diyelim: - Hadi hayırlısı olsun. Söylenecek bir şey kaldı mı bilmiyorum.... Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreklerindeki sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan" Kadar temiz olan tüm insanların! OE -04.10.2013 ------------------------------- Prof. Dr. İlber Ortaylı, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü anlatıyor Yayın linki: https://youtu.be/nvAk6qUc7to Prof. Dr. İlber Ortaylı: Andımız neden kaldırıldı anlamış değilim https://bit.ly/3k4yp02 Bir Not: Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır... Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir… Altaylar, Tengrici’dir... Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır... Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir... Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir... Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir... Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı. Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu... Macar Türklerini bilir misin?... Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?... Bugün... Gabor Vona‘yı da bileceksin!... Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?... Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!... Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?... Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu?... Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?... Evet sen kardeşim!... Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım... Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü... Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem... 1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”. Okudun mu?... Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır. Efsaneyi birlikte okuyalım: Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !... Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar: - Tutsak kişinin saçları iyice kazınır, - Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir, - Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, - Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır, - Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır, - Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar, - Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez, - Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar, - Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker, - Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür, - Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar. - Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur. Artık hafızası yoktur... Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir. Artık düşünemez... İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle... Evet... Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir... Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır... Anadolu’da “mankafa” derler !... Kimbilir... Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir... Anlayana... Bilmeyenler için : Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Ecnebiler de Atatürk’e ‘Mavi gözlü Bozkurt’ diye hitap ederlerdi . Bu minvalde bir kelam daha ekleyeyim : "Tarihte Atatürk'e düşman olup da Türk'e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur."

“Dünya 5’ten Büyük “

“Dünya 5’ten Büyüktür; BM Küresel ve Bölgesel Sorunlara Ağırlığını Koymalıdır”http://bit.ly/2CUterM     Moody's kararı 15 Temmuz sonrası toparlanma hamlesinin dış kaynakla desteklenmesini önleme amaçlı bir hamle...."Dünya 5’ten Büyük " büyük olmasına da.... Küresel güçler (oyun kurucular) oyuna devam ...Bitmeyen Yedi Düvel Savaşı... Bana göre Moodys kararı Adil mi? Hayır...  Subjektif mi? Evet...  Politik mi? Evet... (Örneğin yakın geçmişte derecelendirme kuruluşlarından “yatırım yapılabilir” notunu alan Lehman Brothers gibi kuruluşların, batarak 2008 küresel krizini başlatan kurumlar arasına girmesi ve  İzlanda ve İrlanda gibi batma tehlikesine girmiş ülkelerin notlarının “yatırım yapılabilir” düzeylerde gösterilmesi ve benzeri gelişmeler derecelendirme kuruluşlarının en ciddi sorgulanma nedeni...Bu arada yakın  tarihimizde borç batağında ki Yunanistanı'ının notunun nasıl artırılıp düzlüğe çıkarıldığı  unutulmamalı... Benzer şekilde Türkiye ile benzer özelliklere sahip ekonomilerin daha yüksek notlara sahip olması ya da Türkiye’den daha olumsuz koşullara sahip bazı ülkelerin Türkiye ile aynı nota sahip olması gibi çok sayıda örnek bulunmakta....)   Böyle olması piyasalar için önemini azaltır mı?  Hayır....Neden hayır?Çünkü: uluslararası şirketlerin yaptığı “Türkiye güveniyoruz. Yatırımlara devam edeceğiz”    http://portal.dpu.edu.tr/orhan.elmaci/makale_oku/268/kuresel-oyun-kurucularin-dunya-halklarini-formatlama-afazi-hale-getirme-ve-algi-operasyonu-psikolojik-manipulasyonda-aktif-rol-ustlenen-uluslararasi-kredi-derecelendirme-kuruluslari-desifre-olmaya  Küresel Oyun Kurucuların Dünya Halklarını Formatlama! (Afazi Hale Getirme) ve Algı Operasyonu /psikolojik Manipülasyonda Aktif Rol Üstlenen Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşları Deşifre Olmaya Geri Doç. Dr. Orhan Elmacı  -  26 Temmuz 2016     Küresel Oyun Kurucuların Dünya Halklarını Formatlama! (Afazi Hale Getirme) ve Algı Operasyonu /Psikolojik Manipülasyonda aktif rol üstlenen Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşları deşifre olmaya devam ediyor.. Algı Operasyonu/ Manipülasyonda aktif rol üstlenen ve deşifre olan Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşlarına rağmen uluslararası şirketlerin yaptığı “Türkiye güveniyoruz. Yatırımlara devam edeceğiz” Abraaj Türkiye Fonu 526 milyon dolarla kapattı.... Yabancı şirketlerin Türkiye mesajı http://www.ntv.com.tr/…/yabanci-sirketlerden-turkiye-mesaji… … Algı Operasyonu/ Manipülasyonda aktif rol üstlenen ve deşifre olan Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşları uluslararası şirketlerin yaptığı “Türkiye güveniyoruz. Yatırımlara devam edeceğiz” açıklamalarından sonra... Moody's in Duyurusu burada: https://www.moodys.com/research/Moodys-review-of-Turkeys-Baa3-rating-remains-ongoing--PR_353143   Küresel oyun kurucu kimdir ve nasıl oyun kurucudur? diyenlere yanıt… İngiliz/ABD/Fransız/Alman. ve diğerleri.…(Son Hakikat" dedikleri dünya görüşlerini gezegenin bütününe tebliğ etmekle yükümlüd olan "Yüce Pir" başta olmak üzere ;vasıl, salik, mürid ve talipler den oluşuyor.).Bu oyun kurucular geçmişte Türklere Karşı oynadıkları oyunlardan bazıları nelerdir derseniz...Bunlar saymakla bitmez...Kitaplarda yazanların bazılarını özetliyelim...Birlikte okuyalım:  ·        ♦Yahudiler ve diğer Avrupa güçleriyle birlikte Osmanlı’nın durdurulmasında aktif rol üstlenmeleri ·       ♦ 200 yıllık küresel güç olmanın(hegemonyalarının)temellinde ”Şark Meselesi ”olarak adlandırılan uzun vadeli stratejileri … Bu stratejinin iki kritik noktası: -  Osmanlı’nın Avrupa’dan uzaklaştırılması - Müslüman toplumun islâm’ dan uzaklaştırılması… ·       ♦Küresel sisteme itaraz etmiyecek,dini,bireysel inanç meselesine indirgeyen,mutasyona uğratılmış hormonlu kitleler oluşturmak… İslamın protestanlaştırılması, sekülerleştirilmesi,içinin boşaltılması… ·        ♦İslam dünyasını tam ortadan ikiye ayırmak…Yapay sunni-şii çatışması …ve lokal çatışmaların,  etnik kimlikler m ön plana çıkartarak,Müslüman toplumların,siyasi,sosyal,kültürel ve ekonomik kaosun eşiğine sürüklemek…Ortadoğu'da alevlenen mezhep kavgası.. Ermeni meselesi de bunun bir uzantısı…          Kapitalizm İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir küreselleşme aşamasından geçmekte. Amerikan ekonomisinin hegemonik gücü altındaki bu yeni küreselleşme bir yandan teknolojide yepyeni atılımlar gerçekleştirirken diğer yandan da ülkelerin siyasi, kültürel ve sosyal ilişkilerinde yepyeni dönüşümler gerçekleştirmekte“İdeolojilerin Sonu”, “Medeniyetler Çatışması” “alt kimlik - üst kimlik” gibi kavramlar, iktisat dünyasının teknik terimlerinin yanında yer almaya başlaması.        20. yüzyılın son küreselleşme dalgası ile birlikte sertleşen rekabet koşulları çokuluslu şirketleri artık daha ucuza işçi çalıştırabileceği yeni üretim merkezleri aramaya itmiş olması belki de en kritik nokta.Böylece  Dünyanın fabrikaları giderek dünyanın ucuz emek cennetlerine, Çin’e, Hindistan’a ve Latin Amerika ülkelerine kayması…. Bu süreçte 19. yüzyılın İngiltere odaklı kapitalizminin ayırt edici unsuru olan sanayi işçisi, yerini artık taşeronlaştırılmış, marjinalleşmiş ve çoğunlukla da çocuk işçiliğine dayalı “enformel/ esnek” üretim biçimlerine bırakması. Böylece Batılı sanayileşmiş ülkelerde işsizlik giderek daha büyük bir toplumsal sorun haline dönüşmüş, azgelişmiş ülkelerde asgari geçimlik düzeyinde çalıştırılan ve her an işini kaybetme korkusu yaşayan milyonlarca yeni iş merkezleri yaratılması…Bu dönemeçte artık yeni söylevler geliştirmek gerekti… Amaç her anlamda Dünya tarihini,insanlık tarihini kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etme,kendi yaptıkları insanlık suçlarını unutturma ve dünya halklarını afazileştirme….kendi kanlı ellerini başkalarının üzerinde temizlemek için bu afazilleştirme stratejisi uyguluyor….. Küresel oyun kurucullar bilgiyi, düşünceyi hatta inançları dogmalaştırarak beyinlerde egemenlik kurmak istiyor…Ekonomi alanında neoliberal olarak nitelendirilen politika emperyalizmin oluşturduğu dogma. Beyinler çizilen çerçeve içinde düşünüyor, önerileri, savları önsel, apriori olarak doğru kabul ederek olayları yorumluyor, beklentilere ona göre yön veriyor. Dogmatizm, dogmacılık kuşkuyu, eleştiriyi irdelemeyi ortadan kaldırıyor, bağnazlık, düşünce körlüğü yaratmak istiyor…"Amaca Ulaşmak İçin Her Yol Mübah"  olan Pragmatist / Makyavelist / Oportünist Düşünce Sistemini yaygınlaştırarak tüm Dünya Halklarını afazileştirmek kendi hegomanyası altına almak istiyor...Ve  başarıyor da.... Artık birileri mağdur rolü oynuyor…Ötekilerde cani  olarak ötekeleştiriyor....İşin garibi bu tarihsel olayları da kendilerinin kurguladığını. Bu işin asıl sorumluları kendilerinin olduğunu hiç gündeme getirmeden…http://www.alevalatli.com.tr/